Tarihi bir tura çıkmak isteyenlerin ulaşmak istedikleri her türlü bilgiye ışık tutan site.
Don't wanna be here? Send us removal request.
Photo
ABPI KÂMİL EFENDÎ
ABPI KÂMİL EFENDÎ (Selânikli)
Muallim lstanbulda yeni usûl ilk iptidai mektebini açan zattır, Sülevmanivedekî Taş mektepte acılan bu okul, îsrtanbulda eski mahalle mekteplerinin birer birer kapanarak yerlerine venİ ilkokulların açılmasına. Türkiyede büyük ki Tasmektep onun idaresine verilmiştir. Abdi Kâmil Efendi bu ilk teşebbüsünün muvaffakiyetinden cesaret alarak Şemsülmaarif adiyle büyük bir hususî okul açmıştır. (B. : Şom süLmaarif).
1857 de Selanikle doğmuş, rüşdiye tahsilini bu şehirde bitirdikten sonra, bir müddet vilâyet kaleminde mülâzemet ile kâtîbllk etmiş, 20 25 yaşların arasında Istanbula gelerek bazı zengin çocuklarına huşum dersler vermeğe başlamış, öğretmenlikteki ehliyeti Maarif Nazın Münif Paşanın gözüne çarparak Nazırın oturduğu Süleymaniye asmttode ki Taşmektcp onun ibaresine verilmiştir. Abdı Kâmil bu mektepte kendi yazdığı yeni bir elifba ile okutma ve öğretme usulünü tatbik için daha geniş bîr imkân bulmuş, Taşmektcp de îstanbulda parlak bir rağbet görmüştü. Abdi Kâmil Efendinin son yılları, fazla çalışma neticesi asabi bîr hastalık üe geçmiş, mektep muhitinden ayrılarak maarif müfettişi olmuş, tekaüt edilmiş ve 1929 Emincikânunımda 72 yaşında olarak ölmüştür.
Mebadü Kıraat adında bir elifbası, muhtelif sınıflar için bir kıraat serisi, Tecvıd, İlmihâl ve Kavaidi Türkiye adında açık türkçe yazılmış ders kitapları vardır.
ABPI PAŞA (Abdürrahman)
On yedinci asrın Türk müverrih ve şairlerinden, devlet adamı: Enderunu hümayun gılmanları a rasmdan yetişmedir. Anadoluhisariıdır; pek küçük yaşta saraya girmiş. 1650 deHasodaya alınmış. Dördüncü Mehmedüı ilk yıllarında kendi adına nisbetle anılan bir tarih yazmağa başlamış, sır kâtibi ve rikâbdar otmuş, 1669 da vezirlikle çırak edilerek nişancı tayin edü mis ve bu vazifede on üç yü kalarak îstanbnl dakı saram, devrin irfan erbabının toplandığı bir yer olmuştu. Sohbeti temiz, zarif bir vezirdi, şür ile uğraşır, yazdığı şeyleri meclisindeki münevver ahbablanna gösterip okumaktan zevk duyardı.
16S2 de Basra valisi, 1688 de Kandiye muhafızı, 1691 de Sakız muhafızı olmuş ve bu adada Ölmüştür. “Vakayiname” adını verdiği eserine Basra valiliği ile îstanbuldan ayrıldığı tarihe kadar devam etmiştir, ki Türkiye imparatorluğu tarihinin orijinal kıymette kaynaklarından biridir.
1 note
·
View note
Photo
ABPI KÂMİL EFENDÎ
ABPI KÂMİL EFENDÎ (Selânikli)
Muallim lstanbulda yeni usûl ilk iptidai mektebini açan zattır, Sülevmanivedekî Taş mektepte acılan bu okul, îsrtanbulda eski mahalle mekteplerinin birer birer kapanarak yerlerine venİ ilkokulların açılmasına. Türkiyede büyük ki Tasmektep onun idaresine verilmiştir. Abdi Kâmil Efendi bu ilk teşebbüsünün muvaffakiyetinden cesaret alarak Şemsülmaarif adiyle büyük bir hususî okul açmıştır. (B. : Şom süLmaarif).
1857 de Selanikle doğmuş, rüşdiye tahsilini bu şehirde bitirdikten sonra, bir müddet vilâyet kaleminde mülâzemet ile kâtîbllk etmiş, 20 25 yaşların arasında Istanbula gelerek bazı zengin çocuklarına huşum dersler vermeğe başlamış, öğretmenlikteki ehliyeti Maarif Nazın Münif Paşanın gözüne çarparak Nazırın oturduğu Süleymaniye asmttode ki Taşmektcp onun ibaresine verilmiştir. Abdı Kâmil bu mektepte kendi yazdığı yeni bir elifba ile okutma ve öğretme usulünü tatbik için daha geniş bîr imkân bulmuş, Taşmektcp de îstanbulda parlak bir rağbet görmüştü. Abdi Kâmil Efendinin son yılları, fazla çalışma neticesi asabi bîr hastalık üe geçmiş, mektep muhitinden ayrılarak maarif müfettişi olmuş, tekaüt edilmiş ve 1929 Emincikânunımda 72 yaşında olarak ölmüştür.
Mebadü Kıraat adında bir elifbası, muhtelif sınıflar için bir kıraat serisi, Tecvıd, İlmihâl ve Kavaidi Türkiye adında açık türkçe yazılmış ders kitapları vardır.
ABPI PAŞA (Abdürrahman)
On yedinci asrın Türk müverrih ve şairlerinden, devlet adamı: Enderunu hümayun gılmanları a rasmdan yetişmedir. Anadoluhisariıdır; pek küçük yaşta saraya girmiş. 1650 deHasodaya alınmış. Dördüncü Mehmedüı ilk yıllarında kendi adına nisbetle anılan bir tarih yazmağa başlamış, sır kâtibi ve rikâbdar otmuş, 1669 da vezirlikle çırak edilerek nişancı tayin edü mis ve bu vazifede on üç yü kalarak îstanbnl dakı saram, devrin irfan erbabının toplandığı bir yer olmuştu. Sohbeti temiz, zarif bir vezirdi, şür ile uğraşır, yazdığı şeyleri meclisindeki münevver ahbablanna gösterip okumaktan zevk duyardı.
16S2 de Basra valisi, 1688 de Kandiye muhafızı, 1691 de Sakız muhafızı olmuş ve bu adada Ölmüştür. “Vakayiname” adını verdiği eserine Basra valiliği ile îstanbuldan ayrıldığı tarihe kadar devam etmiştir, ki Türkiye imparatorluğu tarihinin orijinal kıymette kaynaklarından biridir.
0 notes
Photo
ABPI KÂMİL EFENDÎ
ABPI KÂMİL EFENDÎ (Selânikli)
Muallim lstanbulda yeni usûl ilk iptidai mektebini açan zattır, Sülevmanivedekî Taş mektepte acılan bu okul, îsrtanbulda eski mahalle mekteplerinin birer birer kapanarak yerlerine venİ ilkokulların açılmasına. Türkiyede büyük ki Tasmektep onun idaresine verilmiştir. Abdi Kâmil Efendi bu ilk teşebbüsünün muvaffakiyetinden cesaret alarak Şemsülmaarif adiyle büyük bir hususî okul açmıştır. (B. : Şom süLmaarif).
1857 de Selanikle doğmuş, rüşdiye tahsilini bu şehirde bitirdikten sonra, bir müddet vilâyet kaleminde mülâzemet ile kâtîbllk etmiş, 20 25 yaşların arasında Istanbula gelerek bazı zengin çocuklarına huşum dersler vermeğe başlamış, öğretmenlikteki ehliyeti Maarif Nazın Münif Paşanın gözüne çarparak Nazırın oturduğu Süleymaniye asmttode ki Taşmektcp onun ibaresine verilmiştir. Abdı Kâmil bu mektepte kendi yazdığı yeni bir elifba ile okutma ve öğretme usulünü tatbik için daha geniş bîr imkân bulmuş, Taşmektcp de îstanbulda parlak bir rağbet görmüştü. Abdi Kâmil Efendinin son yılları, fazla çalışma neticesi asabi bîr hastalık üe geçmiş, mektep muhitinden ayrılarak maarif müfettişi olmuş, tekaüt edilmiş ve 1929 Emincikânunımda 72 yaşında olarak ölmüştür.
Mebadü Kıraat adında bir elifbası, muhtelif sınıflar için bir kıraat serisi, Tecvıd, İlmihâl ve Kavaidi Türkiye adında açık türkçe yazılmış ders kitapları vardır.
ABPI PAŞA (Abdürrahman)
On yedinci asrın Türk müverrih ve şairlerinden, devlet adamı: Enderunu hümayun gılmanları a rasmdan yetişmedir. Anadoluhisariıdır; pek küçük yaşta saraya girmiş. 1650 deHasodaya alınmış. Dördüncü Mehmedüı ilk yıllarında kendi adına nisbetle anılan bir tarih yazmağa başlamış, sır kâtibi ve rikâbdar otmuş, 1669 da vezirlikle çırak edilerek nişancı tayin edü mis ve bu vazifede on üç yü kalarak îstanbnl dakı saram, devrin irfan erbabının toplandığı bir yer olmuştu. Sohbeti temiz, zarif bir vezirdi, şür ile uğraşır, yazdığı şeyleri meclisindeki münevver ahbablanna gösterip okumaktan zevk duyardı.
16S2 de Basra valisi, 1688 de Kandiye muhafızı, 1691 de Sakız muhafızı olmuş ve bu adada Ölmüştür. “Vakayiname” adını verdiği eserine Basra valiliği ile îstanbuldan ayrıldığı tarihe kadar devam etmiştir, ki Türkiye imparatorluğu tarihinin orijinal kıymette kaynaklarından biridir.
0 notes
Photo
Herakles’in Tutsaklığı
Herakles, Omphale’nin yanında tutsak bulunduğu zaman içtiği andı yerine getirmek için serbest bırakılıp bırakılmaz bir ordu topladı. Doğru, Eurytosun şehrine giderek kıralı öldürdü. Sonra karısı Deianeira’ya armağan olarak birkaç genç kız gönderdi. Kızlardan İole adlısı son derece güzeldi. Haberci, Deianeira’ya, Herakles’in onu sevdiğini söyledi. Bunu duyan İcadının kıskançlık bürüdü yüreğini, gözlerinin önüne eski bir anı geldi:
Herakles kendisini ilk gördüğü zaman Deianeira, Kentaur Nessosün sırtında bir ırmağı geçiyordu. Nessos, suyun ortasında kötü sözler söylemişti kendisine; bu sözleri duyan Herakles de karşı kıyıdan attığı oklarla, Kentaur’u öldürmüştü. Kentaur ölürken kanının birazını Deianeira’ya vermiş, “Bunu sakla, ileride Herakles senden başkasına severse büyü olarak kullanırsın,” demişti.
O an gelip çatmıştı şimdi. Deianeira, bir kapta şakladığı kanı çıkardı. Herakles’e göndermek istediği bir gömleği o kanla kızıla boyadıktan sonra haberciyle kocasına yolladı.
Gömleği giyer giymez bir ateş kapladı Herakles’in gövdesini öfkeden, acıdan gözleri dönen Herakles, haberciyi tuttuğu gibi denize fırlattı. Başkalarını hâlâ öldürebiliyordu işte, ama kendisi ölmüyordu. Hemen haber gönderdiler karısına; Deianeira, kocasına olanları duyar duymaz kendini yurdu.
Herakles’i evine götürdüler. Kahramanlar kahramanı artık «»sonunun geldiğini anlamıştı. “Madem ölüm bana geliniyor,” dedi, “ben ona gideyim.” Olta dağında koca bir odun yığını hazırlattı. Adamları oraya götürdüler kendisini. Bir zamanların sırtı yere gelmez kahramanı, odunlara bakarak, “Her şey bitiyor artık,” dedi, “rahata kavuşacağım.”
Oklarıyla yayını genç arkadaşı Philoktetes’e verdi. Sonra meşaleyi uzatarak, “Al, Philoktetes,” diye mırıldandı, “odunları sen ateşle.”
Kısa bir süre sonra Herakles yeryüzünde değildi artık. Tanrılar Olympos’a çıkardılar Herakles’i. Orada ölümsüz olan kahraman, Hera’yla barıştırıldıktan sonra tanrıçanın kızı Hebe’yle evlendirildi. Gökyüzünde uslu uslu oturdu mu, yoksa tanrıların huzurunu kaçırıp onları da tedirgin etti mi, orası bilinmiyor.
#dünyadaki ilk kahramanlar#efsanevi kahramanlar#eski tanrılar#Herakles#Herakles hayatı#Heraklesin hayatı#tanrı Herakles#yunan efsanesi#yunan mitolojisi
0 notes
Photo
Türk Tarihinde Din
Türklerin tek tanrılı bir dini kabul edinceye kadar taşıdıkları dinlerden: Totemizm, Animizm ve Natürizm gibi kurucuları olmayan İlkel dinler; hayvan ve bitkilere verilen kutsal önem, bir de insan ruhunun büyük varlıklara, büyük olaylara gösterdikleri saygı ve hayranlık sebebi ile ortak bir inanç halinde Türklerin de iç âlemlerinde doğmuştur.
Yüz yıllarca Türk boyları arasında tutunan Şamanizm ise, Animizm ve Natürizm’in esaslarına dayanarak gelişmiş, bir din olmaktan ziyade bir mezhep manzarası göstermiştir. Budizm Manihaizm, Taoizm ve Lamâizm gibi kitabı ve kurucuları olan dinler ve mezheplere gelince bunlar da; türlü sebep ve olaylarla yabancı milletlerden kayarak zaman zaman Türkler arasında yayılmıştır.
Ancak şunu belirtmek gerekir ki, bir takım yabancı dinler yayılırken bunlar üzerinde eski Türk inançlarının ve Şamanizm’in etkilerini görmek te mümkündür!
Türk Kozmogonisinde karalardan önce yalnız su âlemi vardı ve dünyayı kaplamıştı. Türk Kozmogonisinin çerçevelediği bu su tablosu, Brahma dininin ana kitabı olan Veda’ların, Rig-Veda bölümünde görülmektedir. Orta Asya Eski Türklerinin ateşe gösterdikleri derin saygı da, Zerdüşt tarafından kurulan Mazdaizm’in temelinde yer almış bulunmaktadır.
Şu hale göre, Türklerin taşıdıkları dinler; Totemizm, Aninizm ve natürizm gibi Politheist ve yahut Mazdaizm, Manihaizm, ve Şamanizm gibi Dualist dinlerdir. Polivtheist dinlerde çok tanrılar, Dualist dinlerde ise karşılıklı çarpışan, birbirine zıt iki kuvvet veya tanrı görülmektedir.
Dualist dinlerden olan Mazdaizm’e göre; iyiliği temsil eden Hürmüz ile kötülüğü temsil eden Ahriman vardır ki Hürmüz tek tanrı olan Ahoramazda’yı da temsil etmektedir. Manihaizmde ise; Nuru temsil eden tanrı ile karanlığı temsil eden şeytan bulunduğu gibi, kâinatta bir de iyilik ve kötülük vardır ki bunlar da her zaman mücadele halindedir. Her şey bunların çarpışması ile olur.
Şamanizm’de de gök ve iyilik tanrısı Ülgen ile yeraltı ve kötülük tanrısı Erlik Han karşı karşıyadır. Bunda da ilk ced tanrı olan Kara Han, Ülgen ile temsil edilmektedir. Başka tanrılar ikinci plânda geliyor. Türklerin bu kadar çeşitli din kullanmalarına; yayılma, hükümet kurma, çökme, göç gibi olaylar ve kaynaşmalar, bir de Çin, Hint ve Iran gibi din kültürleri kuvvetli olan komşuları ile temaslar sebep olarak gösteriliyor.
Ama, bu olaylar ve kaynaşmalar o kadar çok ve hareketli olmuştur ki, bu yüzden dinlerin Türk kollan arasındaki yayılma sahalarını net olarak hudutlandırmak, yerleşme çağlarını tarihlere bağlamak şartiyle kesin olarak belirtmek şimdilik imkân dışı kalmaktadır.
Ancak burada genel bir bakışla şu kadarı denilebilir ki; Türkler özellikle Altaylı’lar, Yakutlar ve Çuvaş’ların bir kısmı uzun yıllar Animist, Natürist ve Şamanist kalmışlardır. Yedinci yüz yıldan sonra ise bazı yerlerde Şamanlık zayıflamış, yerini Budizm’e vermiştir,
Tukiyu’lar önceleri Şamanist iken sonra Budist olmuşlar ama bu din de askerlik enerjisini felce uğrattığı için çok geçmeden itibardan düşmüştür. Göktürler de VI. yüzyılda Budizm’e bağlanmış, Bilge Kaan di bu dinî kabul etmiş, imparatorluğun çökmesine kadar bu bağlılık devam etmiştir.
Ancak bu dini daha çok şehirliler ile hakan ve onun etrafı da toplananlar kabul etmişti. Bunların dışında kalanlar Şamanist idiler. Moğol’lar ise Şamanist iken sonraları Budizm’i kabul etmişlerdir. Ceniz sülâlesinden Kubilay da koyu bir Budist idi. Budizm, Buharaya da yayılmış iken, İslâmlık oradan bu dinin izini silmiştir.
Çeşitli dinleri taşıyan en çok Uygur’lar olmuş, önceleri Şamanist iken sonraları çeşitli dinler bunların arasında yayılmıştır. Uygur’lar ve bunlardan yetişmiş bir nesil olan Yugur’lar Tibet yolu ile Lamaizm’i de kabul etmiş, batıdan Türkistan kanalı ile gelen Manihaizm’i benimsemiş ve 762 de de Uygur hükümdarı Buğu Tekin, Manihaizm’i resmî din olarak almıştır. IX. yüzyılda, Şamanist olan Kırgızlar, uygurlara hâkim duruma geçince, Manihaizm’i de Türkistan’ın arkalarına doğru uzaklaştırdılar. Bu sıralarda Budizm de Uygurlar arasında yayılmıştır. Hatta Uygur’lar arasında Nesturîlik te bir zaman yer almıştı.
Sümer’ler ise, önceleri Altaylı’lar ve Yakut’lar gibi hayvan ve bitkilerden bir takımlarım Totem tanımışlardır ki Arslan, Boğa ve kartal gibi hayvanlar Sümer’lerin ilk Totem’leri arasında görülmektedirler.
Sonraları Animizm’e ve Naturizm’e her şeyin birer ruh taşıdığına, kozmik varlıkların, kuvvetlerin birer tanrı olduklanna inanmışlardır.
Sümer’ler ölümü normal bir son olarak kabul eder. Bir adam ölünce bedeni yeraltına, ruhu da kuş gibi yukarı âlemlere uçar. İşte böylece yeraltı âlemi fânilerin, gökler âlemi de tanrıların ve ruhların bulunduğu yerlerdi. Tanrılar ölümü yaratıklara vermiş, ölümsüzlüğü de kendilerine ayırmışlardı.
Onlara göre her şey dünyadadır. Günahların da cezası dünyada çekilir, iyiliklerin de mükâfatı yine dünyada görülür. Bunun içindir ki Sümer’ler ancak ömürlerinin uzun olmasını ister, şu iki günlük dünyada rahat yaşayabilmeleri için tanrılara dua eder, kurban keserlerdi. Sümer’ler bu din anlayışları ile Hitit’ler üzerinde de etki göstermişlerdi. Hitit’ler bir zaman Hurri dinini de kabul etmişlerdir.
Elamlı’lar ise önceleri Sümer’ler gibi Totemizm, Animizm, Natürizm ve Şamanizm kanallarından geçtikten sonra, çeşitli ya bancı dinleri de kabul etmiştir. İslâmlık girinceye kadar Oğuz ülkelerinde de Şamanlık yay- j gm bir halde idi. Bununla beraber sonraki yüzyıllarda bile İslâm- lığın kuvvetli kültürü karşısında Şamanlığın izleri silinememiş, dinî gelenekler arasında tutunmuş kalmıştır.
VIII. yüzyıldan itibaren bütün mezopotamya’daki dinler; güneyden gelen İslâmlıkla karşı karşıya kalmışlar ve kaynaşmalar, mücadeleler başlamıştır. Orta Asyada dahi bu hareketler ve din kavgaları kendini göstermiştir.
Divan-ı Lûgat-üt Türk tercümesinin birinci cildinde, müslüman olmayan bir Uygur’un nasıl öldürürldüğü şöyle anlatılmaktadır.
(Onun işini bitirdim. Arkadaşını da kaçırdım. Ölüm ağusunu içirdim, yüzünü buruşturarak içti.) Son olarak şunu da belirtmek gerekir ki; Totemizm, Animizm, Natürizm ve Şamanizm gibi Türklerin ilk dinleri ve mezhepleri, her yönü ile mitik karakter gösterdiği halde, bu arada kabul ettikleri kurucuları ve kitapları olan yabancı dinler bir yönü ile ilk bakışta mitolojik görünmezler.
Bu dinlerden Mazdaizm, Manihaizm, Budizm ve Taoizm’in genel olarak telkin etmek istediği; büyük ölçüde alçak gönüllülük, çalışmayarak köşeye çekiliş, öğrenmeyi bırakarak cahil kalma, hayrı ve iyiliği sevme, iztıraplardan kurtulmak için varlığa iltifat etmeyiş, arzuları kırma gibi kanaat ve prensiplerden bazıları reel hayata, aktif yaşayışa uymayabilir. Ama bu tavsiyeler her ne de olsa mitoloji ile ilgili sayılmazlar.
Yalnız şu var ki, bu doktrinleri ortaya koyanlar; ancak yaptıkları yukardaki tavsiyelere riayetle; kutsal hakikatlere ulaşan yoldan yürünülmüş olacağını, görünmezler âlemindekileri tanımanın, onlara yaklaşmanın başka çaresi olmadığını belirtmek isterler ki, işte o zaman dünya işlerinden ve yolundan ayrılmış, mitolojinin hududu içine ayak basilmiş olur.
Zerdüşt; (ZentAvesta) da, Mani; (Erteni Mani) de Tao; (Tao-te-King) de Buda da Nirvana için yaptığı işaretlerde; nasihatleri ile İlâhileri ile hep bu âlemlere giden yollara yolcu hazırlamak isterler. Şimdi küçük birer örnek alarak bu görünmezler âlemindekilere bakılacak olursa manzaralar daha iyi aydınlanabilir:
Mazdaistlerce; Büyük Tanrı Ahora Mazda’nın güneşte oturuşu, Hürmüz ile Ahriman gibi iyilik ve kötülük tanrılarının çarpışmaları, Budist’lere göre; Buda’nın göklere çıkarak otuz üç tanrıyı irşat edişi, güneşin bir tekerlek olarak ele alınışı, şeytanın Buda’ya musallat oluşu, Manihaist’lere göre; nurun iyiliği, karanlığın kötülüğü temsili ile bunların mücadelesi, şeytanın karanlıklardan doğuşu, Taoist’lerde ise; boşluk âleminin kutsal tanınarak, asıl faziletin kâinattaki intizamda oluşu, bu bakımlardan boşluk âleminin bütün yaratıklardan iyi bulunuşu gibi din kurucularına tanrısal kudretlerin verdiği ilhamlardan doğan mitolojik tablolar bol bol göze çarpar. Bu bölümde kurucuları ve kitapları olan yabancı dinlerden bahsedilişin sebebi de; Türkler bu dinleri taşımakla, bunların mitolojik havası içine de girdiklerini göstermektedir.
#Anadolu mitolojisi#mitoloji anlatıları#mitoloji inançları#mitoloji tanrıları#mitolojik hikayeler#orta asya mitolojisi#sümer mitolojisi#sümer tanrıları#türk dinleri#türk inançları#türk mitolojisi#türklerin dini#türklerin inançları
0 notes
Photo
Mitolojide Ejderhalar
Çok mübalâğalarla efsanelerde yer alır. Ejderhalar fırtına yapar, yağmur yağdırır, insanlara hastalıklar dökerler. Bunların üçten yediye kadar başları vardır. Gözleri ateş saçar, yüzleri insana benzer. Çoğu yılan biçimindedir. Ayakları kertenkele ayağı gibidir. Vücudu Balık ve yılan pulu gibi pullarla kaplıdır. Pençeli, kanatlı olanları da vardır. Dört ayaklı hayvan gibileri de görülmektedir.
Doğu yönünü temsil eden (Gök Ejderha) tanrısal bir kudrete sahiptir. Eti’lerin de (Ehkiduydu) adında, boynuzlu, yarı boğa, yarı insan şeklinde ejderhaları vardır. Ningişzida yer yüzüne çıktığı zaman ona bir ejderha arkadaşlık etmiştir.
(Erkam Aidar) masalında (Calmaus) adında yedi başlı bir ejderhanın adı geçer.
Yedi başlı Ejderha demek olan (Büke) sözünü, Yakut’lar büyüklerine ünvan olarak kullanırlardı. Folklorda da çok yer alan Ejderhaların sarayları vardır. Bu sarayların çoğu kuyuların dibindedir… İnsan eti yerler. Genç kızları kaçırırlar. Su kaynaklarını kuruturlar. Hikâyelerde, destanlarda genç kahramanların bunlarla mücadele ettiği çok görülür. Bu mücadele sahnelerinden biri şöyle tertiplenmiştir.
Genç kahraman bir vuruşta ejderhanın altı başım keser. Biri kalır. Bunun üzerine Ejderha şöyle bağırır: (Eğer kahraman isen bir daha vur.) Şayet kahraman yanılır da bir daha vurursa; ejderhanın başları tekrar yerine gelir, eski halini alır. Onun için Ejderha yine (Bir daha vur) diye bağırır. Bunu bilen kahraman da: (Ben anamdan bir defa doğdum) der ve vurmaz. İşte o zaman Ejderhadan hayır kalmaz. Kuyudaki sarayına doğru sürüklenirken yedinci başı da düşer, ölür.
Ejderhalardan hiç yenilmiyeni vardır ki, bunların ünlülerinden biri de (Compalak) adında olanıdır. Bununla beraber bunları da tılsımlarını bozarak öldürmek mümkündür. Bu da şöyle olur; Bu gibi Ejderhaların kırk günlük bir uyku zamanı vardır. Uykuya daldığı vakit yanma gidilir. Üzerinden kırk tane kıl koparılır. Bu kıllar ateşe atılır, yakılır. İşte o zaman o ejderha ölür, gider. (Bulut Ejderhalar) adını taşıyan bir efsâne de şöyledir:
Gök yüzünde bulutlar arasında barınan bir takım Ejderhalar vardır. İnanışa göre ilkbaharda melekler gökteki ejderhalardan birisini, zincire bağlı olarak, bulutlardan aşağıya, dağlara doğru sarkıtırlar. Zincire bağlı olarak sallanan bu ejderhanın kuyruğu güneye dönerse bolluk, doğuya dönerse dolu düşer, kıtlık olur. Batıda ise, o yıl savaş olur. Bulut ejderhanın kuyruğu kara duman gibi sallanır. Gökte melekler zincir ile tutup zapt edemezlerse, yere değen kuyruğu büyük felâketlere sebep olur. Bulut Ejderhanın aşağıya sallanan kuyruğu, yerde neye değerse, ona dolanıp göğe çeker
Ejderhanın ağzından çıkan ısı, iki saatlik yoldan insanı yakacak derecededir.
#Anadolu mitolojisi#ejderha#ejderhalar#mitoloji anlatıları#mitoloji inançları#mitoloji tanrıları#mitolojide ejderha#mitolojik hikayeler#orta asya mitolojisi#sümer mitolojisi#sümer tanrıları#türk mitolojisi
0 notes
Photo
Yunan Mitolojisinde Ünlü Kahraman Herakles
Ünlü kahraman, arkadaşım üzüntü içinde buldu. Sebebini sonradan öğrendi; Admetos’un karısı Alkestis, biraz Önce ölmüştü. Garip bir ölümdü bu… Eskiden, tanrılar tanrısı Zeus, Apollon’un oğlu Asklepios’u öldürmüştü. Apollon da öc almak amacıyla Zeus’un işçileri Kyklop’lan ortadan kaldırdı, Tanrılar tanrısı onun bu davranışını cezalandırmak için Apollon’u yeryüzüne, bir yıl Admetos’un yanında uşaklık etmeye yolladı.
Apollon, uşaklığı sırasında, Admetos ve Alkestis’le dost Oldu. Karı-koca çok yakınlık gösteriyordu kendisine. Apollon bu yakınlığın altında kalmak istemedi. Kader tanrıçaları Molra’lardan öğrendiği bir şeyi gidip Admetos’a söyledi. Öğrendiğine göre, kralın hayat ipliği artık kesilmek üzereydi Yalnız, tanrı Moira’larla konuşmuş, ipliğin kesilmesini birazcık geciktirmişti. Admetos, kendisinin yerine ��lecek bir başkasını bulursa kurtulacaktı.
Bunu duyan Admetos, hemen annesiyle babasının yanma koştu. “Siz artık yaşlandınız. Biriniz benim yerime ölün de ben kurtulayım,” dedi. Yaşlılar canlarına daha düşkün oluyor galiba. Admetos’un annesi de, babası da oğullarının yerine ölmeyi kabul etmediler. “Aman oğul,”’ dediler, “bu yaşta gün-ışığı daha tatlı geliyor adama.” Admetos kızarak, “ölümün eşiğindesiniz,” diye bağırdı, “hâlâ ölmekten korkuyorsunuz!” Ama kendi de korkuyordu ölmekten. Arkadaşlarının yanına koştu, hepsiyle konuştu. Kimse’ onun yerine Ölmek istemiyordu. Sonunda umutsuzluk içinde evine döndü.
Alkestis, kocasının üzgün olduğunu sezmişti. Sonunda üzüntünün neden geldiğini öğrendi. “Hiç sıkma canını,” dedi, “senin yerine ben ölürüm.” Admetos’un ne kadar sevindiğini ayrıca belirtmek gerekmiyor. Alkestis ölüme hazırlandı. Moira’lar onun hayat ipliğini kestiler. Admetos sicim gibi gözyaşı döktü, yandı yakıldı.
İşte o sırada Herakles geldi kiralın sarayına. Kral, konuklara karşı güler yüzle davranılması gerektiği için ünlü kahramana üzüntüsünü belli etmek istemedi. Onun üstündeki yas elbisesini gören Herakles “Kim öldü?” diye sordu.
“Hiç,” diye cevap verdi Admetos, “hizmetçilerden biri.” “Öyleyse ben gideyim,” dedi Herakles. “Olur, mu canım? Bu geceyi benim sarayımdan başka yerde geçiremezsin.” Sonra uşaklarını çağırıp konuğu uzak odalardan birine götürmelerini söyledi. Böylece, ağıtları, ağlaşmaları duymayacaktı Herakles.
Herakles odaya çekilip bir başına yiyip İçmeye başladı. Uşaklar durmadan ona yiyecek içecek yetiştiriyorlardı. Her Şey daha sofraya konmadan bitiveriyordu. Hele şarap, hele şarap… Herakles de tam kahramanlar kahramanına yaraşır biçimde yiyordu hani…
Karnı doyup içkiyle başı dönmeye başladıktan sonra Herakles şarkı söylemeye başladı. Kart sesiyle bas bas bağırıyordu. Uşaklardan birine, “Hadi be,” diye gürledi, “sen de içsene!” Uşak, “Aman efendim,” diye cevap verdi. “Siz de tam içip kahkahalar atacak zamanı buldunuz.”
“Niye içmeyecek mişim ? ” dedi Herakles. “Yabancı bir karı öldü diye gülmeyeyim mi yani?” “Yabancı mı?” “Yabancı ya. Admetos öyle söyledi. Bana yalan mı söyledi demek istiyorsun?” “Yok yok, Öyle demek istemiyorum, efendim,” dedi uşak, “sadece konukseverliğini göstermiş size.”
Herakles’in bardağına şarap doldurmak üzere testiye davrandı. Herakles Uzanıp sımsıkı yakaladı adamcağızın bileğini.
“Burada bir şeyler dönüyor,” diye bağırdı. “Ne var? Doğruyu söyle bana.” Uşak, “Görüyorsunuz efendim,” diye cevap verdi, “yas tutuyoruz.” Uşak cevap vermedi. “Kim öldü?” “Alkestis Kiralımızın karısı.”
“Bilmeliydim,” diye fısıldadı, “gözleri kan çanağı gibiydi Admetos’un. Ama yemin etti, ‘Hizmetçi öldü,’ dedi. Belli etmek istemedi üzüntüsünü. O, acılar içinde kıvranırken ben oturup burada şarap içtim. Ah, söylemeliydi bana.”
Her zaman yaptığı gibi bütün suçu üstüne aldı yine. Kendini bağışlatmak için bir şey yapmalıydı. Yapamayacağı bir şey yoktu dünyada. Birdenbire aklına geldi, “ölüm şimdi mezar başında Alkestis’i bekliyordur,” dedi; “gider onunla güreşirim. Belinden bir kavradım mı bırakmam. Kaburgalarını kırarım. Alkestis’i alır geri getiririm arkadaşıma. Mezar başında değillerse Hades’e bile inerim.”
Keyifle ayağa fırladı. Hem arkadaşına bir iyilik etmiş olacak, hem de ölümle iyi bir güreş tutacaktı. Sarayına döndüğü zaman Herakles’i Admetos karşıladı. Bir kadın vardı Herakles’in yanında. Azıcık yorgun görünen kahraman, “Bak Admetos” dedi, “tanıyor musun bu kadını?” Admetos, “Hayalet bu!” diye bağırdı. “Olamaz! Tanrılar benimle alay ediyor!”
Herakles, “Seninle alay eden yok,” dedi, “gidip Ölümle güreştim, karını geri aldım.” Herakles’in kişiliği bu öyküde apaçık ortadadır: basit. aptalca, çabucak sarhoş olan, ölümün bile kendi sırtını yere getiremeyeceğine inanan bir adam… İşte Herakles budur. Aslına bakılırsa, kahramanlar kahramanı, yas tutan uşaklardan birini de öldürmeliydi ki kişiliği daha da ortaya çıksın. Herakles’in olduğu yerde birkaç kişi ölmedi mi hiç? Ama yukarıdaki öyküyü anlatan Euripides, sadece Alkestis’in ölümüyle ilgilenmiş, oyununun bütünlüğünü bozacak ayrıntılara yer vermemiştir.
#admetos#akhelios#Herakles#Heraklesin hayatı#heraklesin yaşantısı#mitoloji#mitoloji tanrılar#poseidon#prometheus#thessalia#yunan mitolojisi#yunan mitolojisi Herakles
0 notes
Photo
Tarihteki İlk Büyük Kahraman; Herakles
Herakles’i bir ulusun başına geçirip kral yapmak çok saçma bir şey olurdu herhalde. O, kendi işlerini bile doğru dürüst bir düzene sokamazdı, nerde kaldı ki bir ülkeyi yönetsin… Atinalı Theseus gibi yeni düşünceler yaratamaz, yeni tasarılar kuramazdı. Olsa olsa bir canavarı nasıl öldürmek gerektiğini çıkarırdı düşüne düşüne. Buna rağmen, büyük bir insandı. Büyüklüğü yalnız sonsuz gücünden gelmiyordu; ruh büyüklüğü de vardı onda. Yaptığı yanlışlıklara öyle üzülür, öyle üzülürdü ki, kendi kendini yerdi. Yarılan haksızlıkları düzeltmek için canini bile vermeye razıydı. Bir de akıl bakımından gelişmiş olsaydı, mitologyanın tek kusursuz kahramanı Herakles olacaktı.
Thebai’de doğan Herakles’in annesi Alkmene, babası da Amphitryon’du. Daha doğrusu herkes, onun babasının Amphitryon olduğumu sanırdı.- İşin aslına bakılırsa, tanrılar tanrısı Zeus, Alkmene’ye abayı yakmış, zavallı kadıncağızın kocası savaştayken Ampliitryon’un kılığına girerek Herakles gibi bir yiğitin doğmasını sağlamıştı. Herakles’le birlikte Iphikles adında bir çocuk daha doğurmuştu Alkmene, Iphikles’in Amphitryon’dan olduğu besbelliydi. Nerde nur topu gibi Herakles, ““nerde ciliz iphikles? Herakles gücünü daha sekiz aylıkken gösterdi.
Bir akşam Alkmene, çocuklarını yıkadıktan, sütle doyurduktan sonra beşiklerine yatırdı. ‘“Uyuyun yavrularım,” diye ninniler söyledi onlara. Beşikleri sallanmaya başlar başlamaz derin bir uykuya daldı çocuklar. Anneleri kendi odalarına çekildi.
İşte tam o anda Herakles’in Zeus’un oğlu olduğunu bilen kıskanç Hera, yavrucakların odasına iki büyük yılan gönderdi. Yılanlar beşiğe sokuldular, iphikles uyanıp da korkunç yaratıkları görünce haykırıp ağlamaya başladı. Herakles ise hiç heyecanlanmamıştı; yılanları tutup var gücüyle boğazlarını sıkmaya başladı. Hayvanlar kıvrılıp bükülüyor, İphikles de durmadan ağlıyordu. Gürültüye Amphitryon ile Alkmene yetiştiler. Oda kapısını açıp içeriye girdikleri zaman bir de ne görsünler? Herakles, iki elinde iki yılan, gülüp duruyor.
Önce irkildi Amphitryon, ama yılanların ölü olduklarım anlayınca oğlunun ilerde büyük şeyler yapacağına inandı. Thebai’li kör bakıcı Teiresiaş’a sordular. Teiresias Alkmene’ye, “Göreceksiniz,” dedi, “gelecekte akşamlan yün eğirirken bütün Yunan kadınları oğlunuzu anlatacak. İnsanlık onun gibi bir kahramanı görmemiştir daha, kolay kolay da görmeyecek.”
0 notes
Text
Cisimli Ve Cisimsiz Tanrılar
Cisimli Ve Cisimsiz Tanrılar
İlkel büyük tanrıların bazıları cisimsizdir. Yalnız adları vardır, görünmezler. Büyük kudretlere sahiptirler.
Tabiattaki büyük varlıklardan tanrı tanınanların çoğu kendi adları ve cisimleriyle bilinir. Başka adlarla bunları temsil eden bir takım tanrılar ise vasıflarına göre ad alır. Bunların yalnız ruhları var, cisimleri yoktur.
Tanrılardan cisimlendirilmiş olanların bir kaçı şunlardır :
Ülgen, Erlik Han ve Ülgen ile Erlik Han’ın kızları, oğulları insan şeklindedir. Yakut’ların güzellik Tanrıçası Ayzıt, Elamlıların tanrıçası Enşuşinak güzel birer kadındır. Sümer’lerin Ninlil, Nane (İştar) adındaki tanrıçaları da gür saçlı, kabarık göğüslü birer kadın olarak cisimlendirilmişlerdir. Sümer ve Hitit tanrılarının çoğu sakallı birer insandır. Bunlardan bazılarının başında bir külâh, bazılarının da tanrılıklarım gösteren iki yahut dört boynuzlu taç bulunur.
Yakın doğu Türk tanrıları da savaşçı birer insan halinde gösterilmiştir. Bazı bitkiler de tanrı tanınmakla beraber, tuzlu suyu temsil eden ve bir adı da (Ummi Khudur) olan Tiamat dişi, ikinci kocası Kingo erkek birer dev olarak, Lakhamu ve Lakhamu adındaki tanrı ayarında sayılan iki kutretli varlık ta birer büyük yılan olarak cisimlendirilmiştir.
Yakut’ların büyük tanrısı Ulu Toyun da, bazan bulutlar arasında bir dev, bazan da dana, geyik ve köpek olarak görülür .
Totemik Tanrılar
Hayvanların, bitkilerin insanda yarattığı çeşitli etkilerden doğan inanışlarla tanrı tanınmalarıdır. İnsanlar cetlerinin de bunlardan geldiğine inanırlardı.
Animist Ve Natürist Tanrılar
Gök, Güneş, Ay, Yıldızlar, fırtınalar, gök gürültüleri, yıldırımlar, ağaçlar, dağlar, taşlar, denizler, sular, büyük nehirler ve tabiattaki başka bir takım varlıklarda hatta hayvanlarda birer ruhun bulunduğuna, bunların kudret sahibi olduklarına inanılır ve tanrı tanılırdı.
Zoomorf Tanrılar
Arslan, at kurt, yılan, boğa ve grifon gibi bir takım hayvanların şeklinde olan, yahut bunların organlarından kompozisyon yapılarak cisimlendirilen tanrılardır.
Antropomorf Tanrılar
Bu tanrılar, bir istihale neticesi ve zamanla insan şeklini almış değildirler. Yukarıda da denildiği gibi daha ilkel tanrılar arasında bile; Altaylı’ların, Ülgen’i, Erlik’i insan kılığında gösterilmiştir. Hitit’lerde, Eti’lerde, kısmen Sümer’lerde bu tip tanrılar daha çoktur.
Tanrı Aileleri, Tanrıların İnsanlarla İlgileri:
Antropomorf tasavvur edilen tanrıların insanlarla münasebetleri daha çok görülüyor. Sümer tanrılarının bir kısmı bölgelerinin idaresi ile görevlendirilmiş, insanların yakından koruyucusu olmuştur.
Bu tip tanrılar, insanlara, bitkilere bereket, bolluk verir., insanları, daha çok sanatı olanları korur, adalet işlerine bakar. İnsanlar da onun emrinde bulunur, onlara hoş görünmek için dualar eder, kurbanlar keser, ama insanlar günah işlerse tanrılar da hışımlarını esirgemezler.
Yakın doğuda, özellikle Sümer’lerde; tanrıların yaşayış tarzı ve ihtiyaçları da insanlarınki gibi ayarlanmıştır. Onlar da insanlar gibi yer, içer, çalışır, onların da evleri, aileleri, çocukları bulunur; Atları, arabaları, hayvanları, sürüleri, hizmetçileri olurdu. Ama bu tanrılar insanlara görünmezler. Bazı olağan üstü hallerde birden görünür, nasihat eder, tenbihte bulunur, çekilir di.
Bu tanrılarla insanlar arasında esaslı ayrılık şurada idi:İnsanlar ölür, acizdir. Tanrılar ise ölmez, kudretlidir.
Tanrılaştırılanlar
Tanrılar kategorisine girmesi gereken ve temsili olarak şahıslandırılmış olan bu tip tanrılar genel olarak şöyle kısımlandırılabilir.
a) Kozmik varlıktan birinin adım taşıyarak natürist tanrılar araşma girebilen Oğuz’un oğulları.
b) Taoist’lerin kutsal tanıdıkları boşluğu dört yöne ayırarak, her yönün idaresini vermekle tanrı tanıdıktan dört hayvan.
c) Göktürk’lerce renklerle, Han etiketi ile tanrılaştrılarak Türk bölgelerini idare edenler.
Bir de; Hanlar, kıratlar, kahramanlardan da tanrılaştırılanlar vardır ki, taşıdığı özellikler ve kudretler, zaman geçtikçe insan hayalinden materyel ve kuvvet alarak büyütülmüş, nihayet bunlar da tanrılığa çıkarılmıştır.
0 notes
Photo
Tanrıların Karakter Ve Görevleri
Türk tanrıları genel olarak iyilik yapmaktan hoşlanırlar. Mert ve doğrudurlar. İyilik yapmayı, bereket, bolluk dağıtmayı ve adaletli olmayı ana görevlerinden bilirler. Tanrıçaların da çoğu şefkatli, merhametli, cömerttirler. Kötülük tanrılarının sayısı çok değildir. Ancak bunların eli altında kötü ruhlar, zebaniler, cinler, şeytanlar bulunuyordu ki fenalıklar bunlar vasıtası ile yapılırdı.
Türk tanrıları görevleri bakımından şöyle toplanabilir:
İlkel yaratıcı gök tanrıları, iyilik yapan koruyucu tanrılar, kötülük ve yeraltı tanrıları, fırtına, gök gürültüsü, şimşek, yıldırım, yağmur, savaş, adaet, hastalık ve ölüm tanrıları, güzellik tanrıçaları, cehennem tanrı ve tanrıçaları, kahraman tanrılar, kozmik varlıklarla temsil edilen tanrılar, hayvanların, bitkilerin, çobanların, tanrıları, bereket, bolluk, mevsim tanrıları, deniz, su, dağ, orman, nehir, demir, mâden, ateş tanrıları, bölgelerin koruyucu tanrıları.
Zeus gibi çapkın, Diyonizos ve Baküs gibi sarhoş şarap tanrılarının, Türk tanrıları kadrosunda bulunmasına Türk karakteri müsaade edemezdi. Şunu da belirtmek gerekir ki; Kelt’lerin Ogmios’ı, İskandinavyalIların Braya’sı gibi şiir tanrıları, Yunanlı’larm Apollon’u Şunu da belirtmek gerekir ki; Kelt’lerin Ogmios’ı, İskandinavyalIların Braya’sı gibi şiir tanrıları, Yunanlı’larm Apollon’u gibi müzik tanrısı şimdiye kadar bilinen Türk tanrıları arasında görülemedi.
Fenikelilerin îşmun, İskandinavyalIların Egra, Yunanlı’j ların Asklopiyos’u gibi tıp tanrılarının görevlerini; Hitit’lerdd Kamruşşaba adındaki tanrça ile eski Türk tanrılarından Rudra görürlerdi. Rudra’mn bin çeşit kadar ilâcı vardı. Bunlarla sevdiklerine bin yıl ömür verirdi.
İyilik Tanrıları
Altaylı’ların ilk büyük tanrısı Kara Han, bir iyilik eseri olarak her şeyi yaratmıştı. Oğlu Ülgen, iyilik yapmayı severdi. Dünya yüzündeki insanları körmös’lerin şerrinden korumak için oğullarını bile görevlendirmişti. Sümer’lerin Anu’su, Enlil’i, Ea (Enki) sı da bu tip tanrılardandır. Ancak Enlil bir ara insanlara ‘kızmış, Tufanı yapmışsa da, sonra pişman olmuş, insanlarla barışmıştı.
Yunan mitolojisindeki en büyük tanrı Zeüs; kurnaz, keyif ehli bir tanrı idi. Kadınları kandırmak için çeşitli kılıklara girer, hiyleler yapardı. Karısı Hera gibi şirret bir tanrçadan çekinmese daha çok ta ileri giderdi.
Türk’lerin tanrıları ise böyle değildir. Tanrıçaların da çoğu merhametli olmakla beraber güzeldirler. Göğün altıncı katında oturan Altaylı’ların Günana’sı şefkatin bir senbolü idi. Yine Altayliriarın iline’si de böyledir. Ayzıt ise güzelliğin senbolüdür. Ancak Sümer’lerin iştar’ı bir bakımdan Yunan’lıların Afrodit’ine benzer.
Hitit’lerde, Sümer’lerde her bölgenin, her şehrin, hatta her insanın koruyucu tanrıları vardır. Bunlar bölgelerindeki insanları kötülük tanrılarının, fena ruhların musallat ettikleri hastalıklardan, felâketlerden korurlar. İyilik tanrıları ile kötülük tanrıları arasında insanları korumak için mücadele eksik olmazdı. Çok defa iyiler üstün gelerek. insanları bunlardan kurtarır. Ama kötülük tanrıları durmazlar, fırsat buldukça hemen insanlara musallat olmaktan gecikmezler ise de iyilik tanrıları yetişerek, gelecek felâketleri önlerlerdi.
Kötülük Tanrıları
Altayh’ların kötülük tanrılarının başında Erlik Han gelir. Yerin altında oturan bu tanrı, kardeşi Ülgen’e benzemez. Emrinde bulunan ikinci derecedeki kötülük tanrıları ve ruhları ile işi gücü insanlara fenalık etmektir. Oğulları onun gibi değildir. Onlar yer yüzündeki insanlara iyilik yapar, babalarının idaresindeki fena ruhlardan insanları korurlar.
Fırtına tanrısı Nergal ile karısı cehennem tanrıçası Ereşkiğal, Sümer’lerin belli başlı kötülük tanrılarıdır. Targanneme adındaki Sümer tanrısı da yılan gibi zehirli ve kötüdür. Çok ta yalan söyler. Türklerden Hintli’lere geçmiş olan Rudra bir dereceye kadar hain ise de iyi tarafları da çoktur.
Sümer’lerin Nin-Gişzida’sı yerin altında bulunmakla beraber kötü sayılmaz. Yine Sümer’lerin Adat’ı yıldırım ve fırtına tanrısı idi. Altay Türk’lerinin göklerde yaşayan Yalpağan’ı da yedi başlı bir kötülük tanrısıdır. Yağmur tanrısı olan Ağada siyah deniz canavarı kılığındadır.
Eti’lerin de Manyos adında bir cehennem tanrısı vardır.
Tanrıların Oturdukları Yerler
Tanrıların bir kısmı gökte, yıldızlarda, bir kısmı da yer altında, denizlerde, yahut yüksek dağların başında otururlar. Sümer’lerin, Altaylı’larm, Yakut’larm ve Göktürk’lerin büyük tanrıları da göklerin en yüksek yerlerinde oturur.
Sümer’lerin büyük tapmakları da Tanrıların sarayıdır. Tanrılar bu tapmaklarda istedikleri zaman aileleri ile de otururlar. Ancak tanrıların buralara gelmesi için (Sedr) ağacı yakılır. Çünkü Tanrılar bunun korkusundan hoşlanır.
Sümer’lerde herkesin bir koruyucu tanrısı vardır ki, bu tanrı insanın bedeninde bulunurdu. Ama o insan bir günah işlerse tanrı onu bırakır, gider, yerini cinlere verir. Eğer o insan günahlarından tövbe ederse tanrı geri döner, yine insanın bedenine gelir. Bir inanışa göre de yer yüzünde (Yer-su) adı verilen oynedi tanrı vardır ki, bunların her biri bir bölgeyi idare ederdi.
#güneş ve ay#güneş ve ay inancı#iyilik tanrıları#iyilik tanrısı#kötülük tanrıları#kötülük tanrısı#mihrimah#mitoloji inançları#mitoloji tarihi#türk mitoloji inançları#türk mitoloji tarihi#türk mitolojisi#türk mitolojisi güneş#türk mitolojisi yıldızlar
0 notes
Text
Viyana Kuşatmasında Kayıtlara Geçen Üç Gün
Viyana Kuşatmasında Kayıtlara Geçen Üç Gün
4 Eylülde Yaşananlardan Kayıtlara Geçenler
Bir tutsak getirildi. Sorgusunda, Alman Kayzeri’nin taraf taraf bütün Hristiyan Krallara acele yardım isteyen mektuplar yolladığını, ama bunlardan sadece Polonya Kıralı Sobieski adlı melun hainin bu imdat çağrısına uyduğunu, yanına Büyük Litvanya ve Küçük Litvanya hetmanlarını alarak, atlı yaya otuz beş bin Polonya gâvurunun başına geçtiğini, Alman Kayzerinin de kendi askeri ve başka Hristiyan devletlerden aldığı yardımcı kuvvetlerle atlı yaya seksen beş bin Alman topladığını, böylece toplam olarak kırk bini atlı, seksen bini yaya yüz yirmi bin gâvur askeriyle yakın yere geldiklerini, İslâm askeri üzerine de henüz Viyana önünde, metrislerdeyken hücum etmeyi plânladıklarını söyledi.
Bu haber üzerine derhal Raab ve Rabnitz üzerindeki köprüleri korumakla görevlendirilerek Yanık Kalesi önünde bırakılmış bulunan Budun Beylerbeyi Vezir Koca Arnavut İbrahim Paşa ya ferman yazılıp Ulak Çelebi ile gönderildi. Yerine Silistre Beylerbeyi Mytilenli Vezir Mustafa Paşayı vekil bırakıp, kendi kapısı ve vilâyet-i askeri ile orda bulunan yeniçerileri, cebecileri, Orduyu Hümayun süvarilerinden dört bölüğü yanına alıp orduya katılmak üzere gelmesi bildirildi.
12 Eylülde Yaşananlardan
Orduyu Hümayunda bulunan her ne varsa geride bırakılıp hepsi melun gâvurun eline geçti. Mel’ûnlar ise, iki kola ayrılıp bir kısmı Tuna kıyısından ilerleyerek kaleye vardı. Metrislere saldırdı. Öteki kısmı ise Orduyu Hümayun çadırlarına girdi.” Hâlâ metrislerde durmakta olan zavallı Müslümanlar ya öldürüldü ya da tutsak edildi. Metrislerdeki savaş sırasında top, tüfek, humbara ya da taş atışından yaralanmış, saf dışı olmuş, dermansız düşmüş ya da kolunu bacağını kaybetmiş bulunan on bin kadar askerin hepsi kılıçtan geçirildi. Gâvurlar orda buldukları kendi milletinden birkaç bin tutsağı zincirlerinden kurtardılar. Ele geçirdikleri zenginlikleri bir bir anlatmağa insanın gücü yetmez. Bu yüzden zaten İslâm savaşçılarını kovalamayı, akıl edemediler. Yoksa durum çok daha kötü olabilirdi.
Allah bizleri felâketlerden korusun! Bu başımıza gelen devletin kuruluşundan beri bir benzeri görülmemiş bir yenilgi ve bozgundu.
Birkaç gün önce otlağa girmiş bulunan davar çobanlarıyla deve sürücüleri, yanlarında binlerce hayvan olduğu halde her şeyden habersiz Viyana önüne çıkageldiler. Gâvurlar hiç bir çaba harcamadan hepsini ele geçirip adamları tutsak aldılar.
14 Eylülde Yaşananlardan Bir Parça
Yanık önlerinde bir porsiyon sade yağ elli paraya, bir okka kuyruk yağı elli paraya ve bir ölçek pirinç beş kuruşa fırladığı halde, yine de hiç biri bulunmaz oldu. Ancak Budun’dan hayli miktar erzak geldi de, bir parça ferahlık oldu.
Bu sırada, daha önce boyun eğmiş bulunan kalelerle palankalar halkının başkaldırıp muhafız birliklerini kovdukları haberi geldi.
Zrinyi ile Batthyânyi, Viyana önünde ordugâha gelmişler, Sadrazama bağlılıklarını bildirmişler, sonra da bir hayli erzak göndermişlerdi. Bu arada muhafız kıtası olarak serhat, askerinden dört beş bin müslümanı yanlarına almışlardı. Bu defa bu askerlerin hepsini öldürdükleri haberi geldi.
Müslümanlar gâvur ülkesinde, özellikle de Viyana varoşunda ele geçirdikleri şarabı gördüklerinde, hiç içmemiş olanları dahi işrete düşüp, çeşit çeşit rezillikler ve akla gelmedik edebsizlikler yapmaya başladılar. Kuşatma; mübarek Recep, Şaban ve Ramazan aylarına rastladığı halde fuhuşu ve oğlancılığı bırakmadılar. Şarap içerek öyle mest oldular ki, Cenabı Hakkın nimetlerine şükretmeyi unuttular. Böylece de Allah’ın gazabını üzerlerine çektiler.
Bir başka kötü tedbir de kendini çok üstün görerek, o zamana kadar tutuklu bulunan Alman büyükelçisini koy vermekti. Adam, kendi tarafına varınca, İslâm askerinin bütün aksak yanlarını anlattığı gibi, ilk hücumda bozulup kaçacak durumda olduklarını da haber verdi. Bunun üzerinedir ki, dinsizlerin Kayzeri yüreklendi. Dört bir yana mektup yollayıp Hristiyan beylerinden yardım diledi. O sayede de bu kadar güçlü bir orduyu İslâm askerine karşı çıkarmayı başardı.
0 notes
Text
Viyana Kuşatma Sonrasında Yaşananlar
Viyana Kuşatma Sonrasında Yaşananlar
İki Tutsağın Başının Kesilmesi
GÜNEŞ doğarken sadrazamın bütün maiyeti tepeden tırnağa silahlanmış bir halde davul ve sancakla birlikte cellat çadırının önünde toplandılar. Savaşa hazır durumda beklediler. Tımarlı müteferrikalarla çavuşlar bütün silâhlarım kuşanarak hazine çadırı önünde nöbete geçtiler.
Bu arada Maraş Beylerbeyi Ömer Paşa’dan, gâvurların çekildiği yolunda bir haber geldi. Bunun üzerine bir iki saat daha beklendi; fakat düşmandan hiç bir eser görünmeyince, her ihtimale karşı hazır bulunmak şartıyla herkesin çadırlarına çekilebileceği emri verildi.
Macarlardan arabalarla çok miktarda erzak gelip Cellat Çadırı önünde İslâm askeri için satılığa çıkarıldı. Tarsus Sancakbeyi Receb Ağa tutsak alınmış iki Hristiyan askeri getirdi. Sorguya çekildikten sonra kafaları kesildi. Atlı Beyin oğlu tarafından genç bir tutsak gönderildi. Hemen cellata teslim edildi.’
Bu arada din düşmanlarının öncüleri, Kara Mehmed Paşa’nm bulunduğu kıyı boyundan ve manastır yolundan ilerleyerek İslâm cephesinde kavgaya susamış gazilerin üzerine aç kurtlar gibi saldırmışlar. Onlar da iki üç yüz kadar gâvurun büyük bir kısmını tepeleyip iki kelle almışlar.
Sadrazam, Kara Mehmed Paşa’nın haberini alıp Allahsız gâvurların İslâm askeri üzerine kudurmuş domuzlar gibi saldırmış olduğunu öğrenince, kendisinin bütün maiyeti ve hizmetkârları derhal silahlanıp savaş düzenine sokuldu. Ayni anda yeniçeri ağası da huzura çağrılıp kendisine yaya kapıkulu yeniçerileriyle savaş alanında topların önüne siper hazırlaması buyruğu verildi. Yeniçeri Ağası derhal bu emri uygulamaya koştu. Arkasından Sadrazamın Kethüdası Gürcü Ali Ağa savaşa hazır kılınmış maiyet birlikleriyle söz konusu yere gitmek üzere hareket etti. Yenilmez devletlû Sadrazam otağında kalıp yanında kalanlara her an dikkatli ve uyanık olmalarını buyurdu.
Daha sonra savaş bölgesinden bir kelle ile iki tutsak getirdiler. Her iki tutsağın da başı uçurulup zavallı vücutları zaman defterinden silindi.
Bu arada kale duvarının altına konmak üzere hazırlanan lağım deliğinin dört arşın kadar kazıldığı ve çok yakında barut koyulması kararlaştırılan noktaya varılacağı haberi geldi.
13 Eylül Pazartesi
Sadrazam bugün yukarda sözü edilen yerden yola çıktı. Öğleden az; önce üzerine yaya köprüsü kurulmuş bir ırmaktan geçti ve bir çayırlıkta mola verdi. İkindiden önce buradan da yola çıkıp akşam ezanında C56) adlı bir yerde geceyi geçirmek üzere konakladı.
İslam Ordusunun Utançlığı
Sadrazam ertesi sabah buradan da yola çıkıp öğleden Önce Raab ve Rabnitz suları üzerindeki köprüleri geçti. Öğleye doğru Raab ovasına varıp Silistre Beylerbeyi Myliteni i Mustafa Paşa’nın çadır önünde atından indi. Mustafa Paşa ile Erdel Kıralı Apâfy Mihâly, Sadrazamı köprübaşında karşılamışlardı.
Budun Beylerbeyi Vezir Koca Arnavut İbrahim Paşa’nın savaş meydanında herkesten önce bozulmakla kalmayıp, üstelik Yanık’a da bir gün önce geldiği haberi Sadrazamın kulağına gidince, aralarındaki eski bir hesabı görmenin tam zamanı olduğu kanısına vardı.
Korku verecek bir İbret olsun diye İbrahim Paşa’nın idamına karar verdi. Daha önce Yanık’tan Viyana ya gelmesi buyruğunu İbrahim Paşa’ya götürmüş olan Ulak Çelebi Ahmed Ağa kendisine gönderilip Sadrazamın huzuruna davet edildi. İbrahim Pasa hasta olduğu ve gelecek durumda bulunmadığı için “Sadrazamın fermanları neyse bildirsinler” şeklinde karşılık yolladı. Bunun üzerine, Sadrazam büyük bir Öfkeye kopildi ve cezasını hiç geciktirmeden derhal vermek İstedi. Aynı ulağı bir daha gönderip “Hastaysa bir arabaya binip gelsin, görüşülecek çok önemli bir mesele vardır” diye buyruk yolladı.
Bu sefer İbrahim Paşa, Allahın dediği olur, diyerek atına bindi. Sadrazamın otağı önünde büyük bir ölüm korkusu içinde atından indi. Sonbahar rüzgârına tutulmuş sarı yapraklar gibi titreyerek Sadrazamın huzuruna girdi ve eteğini öptü. Sadrazam terbiye gereği verilmesi töre olmuş hiç bir karşılık vermediği gibi, hatır saymayı belirtecek en küçük bir davranışta da bulunmadı.
Öfkeden köpürmüş bir halde paşanın üstüne yürüyüp çok ağır şekilde azarladı: “Behey Allahsız Koca mel’ûn!” diye bağırdı. “Bunca zamandır seni Padişahımızın öbür vezirleri yanında yüceltip, gayretli ve sadık bir kul olduğunu söyleyip durdum. Senden ne zaman bir mektup gelse, içinde hep Viyana kalesi kolayca alınır, çok küçük bir garnizonu vardır, buraya bir sefer açmak çok yerinde ve çok yararlı olur sözleri bulunurdu. Şimdi ise, sen, savaş meydanında gâvura karşı hiç bir direnme göstermedin, herkesten önce kaçmağa koyuldun ve böylece İslâm ordusunun toptan bozulmasına sebep oldun. Ondan sonra da ölümü hak ettirecek böyle bir suç işlediğini aklına bile getirmeden, kendi kendini öncü kuvvetleri tayin edip Sancak’ı Şerifi bey ordunun kumandanını da yüz üstü bıraktın ve buraya koşup geldin. Büyük yararlıklar yapmış gibi de çadırına yan gelip yattın!”
Bu azarlara karşı İbrahim Paşa, hiç bir şey ifade etmeyen birkaç özür ileri sürdü; fakat bunlar bir işe yaramadı. Çavuşbaşı’na teslim edildi. Aynı saatte kendisine öteki dünyanın yolu hazırlanıp, bir daha açılmamak üzere hayat defteri kapatıldı. (Allah rahmetini en bol şekilde ona da nasip etsin!) Budun vilâyeti, Diyarbekir Beylerbeyi Kara Mehmed Paşaya verildi. Kendisine kürklü hilat giydirildi. Diyarbekir vilâyeti de kısa bir süre önce Kahire Beylerbeyliğinden azledilmiş bulunan eski bostancı başı Vezir Boşnak Osman Paşa’ya verildi. Gerekli ferman gönderildi. İdam edilen paşanın bütün eşyasına, develeri ve diğer hayvanlarıyla, ona ait olup da ordugâhta bulunan nesi varsa hepsine el konuldu. Devlet hazinesine gelir kaydedildi. Aynı gün saray müteferrikalarından Padişahın davar emini İbrahim Ağa, idam edilenin haznedar ve kethüdasıyla birlikte, Budun ‘da bulunan bütün mallarına el konulması için posta atıyla gönderildi.
İslâm ordusunun diğer savaşçıları da bitkin, şaşkın, yoksul ve utanç içinde ordugâha geldiler. Çoğunun çadırı yoktu. Çırılçıplak bir halde açıkta konakladılar.
Yüreğinde bir avrat kadar bile cesaret bulunmayan şu Tatar Hanı denilen kancık, bir gün önce buraya gelmiş ve Yanık önünde konaklamış. Onun yaptığı şekilde bir döneklik şimdiye kadar hiç bir Tatar hanında görülmemişti.
0 notes
Photo
Troya Savaş Öncesi Kahramanları; Theseus
Atina’lı kahramanlar içinde en ünlüsü olan Theseus, kral Aigeus’un oğluydu. Yunanistan’ın güneyindeki bir başka şehirde doğmuş, çocukken babasını hiç görmemişti. Babası daha o doğmadan Atina’ya dönmüştü çünkü ama gitmeden büyük bir taşın altına bir kılıçla bir çift ayakkabı koymuştu. Karısına, “Yakında çocuğumuz olacak, biliyorum,” demişti, “çocukluğunu burada, senin yanında geçirsin. Oğlan olursa, şu taşı kaldıracak çağa gelinceye kadar ayrılmasın bu şehirden. Büyüyüp de bu taşı kaldırdığı zaman altındaki kılıcı alsın, ayakkabıları giysin, Atina’ya gelip beni bulsun.”
Aradan yıllar geçti. Babasını hiç görmeden büyüdü Theoeus. Günün birinde annesi onu taşın yanına götürüp babasının dediklerini anlattı. Theseus hiç zorluk çekmeden kaldırdı taşı. Ayakkabıları giydi, kılıcı kuşandı, gidip babasını görmeye karar verdi. Büyükbabası koca bir gemi hazırlattı, yanma adamlar verdi. Anlaşılan çabucak ün kazanmak istiyordu. Theseus, deniz yolculuğunun kolay, tehlikesiz olduğunu ileri sürerek Atina’ya kara yoluyla gideceğini söyledi. Aklında hep Herakles vardı.
Kendi başından da tehlikeli serüvenler geçsin, adı Herakles’in adı gibi bütün ülkelere yayılsın istiyordu. Annesiyle büyükbabasının yalvarıp yakarmaları para etmedi. Büyükbabası ne kadar, “Gemiyle git, sağ salim Atina’ya varırsın kara yolu soyguncularla, başıbozuklarla dolu,” dediyse de Theseus bu akıllıca sözlere kulak asmadı, tek başına yola çıktı.
Theseus’un büyükbabasının söyledikleri doğruydu. O zamanlar Yunanistan’ı soyguncular sarmıştı. Yolcuları her kayanın ardında, her ağacın gölgesinde bir tehlike beklerdi. Soyguncuların en ünlüleri Skiron, Siniş bir de Prokrustea Skiron, yakaladığı, yolcuya önce ayaklarını yıkatır, sonra onu bir tekmeyle kayalardan aşağı, denize fırlatırdı. Siniş, birini yakaladı mı hemen iki çam ağacını yere eğer, zavallının bir ayağını bir ağaca, bir ayağım da öteki ağaca bağlar, sonra çamları bırakıverirdi. Yolcu hemen parçalanırdı tabii. Prokrustes’in adam öldürmesi ise başka türlüydü. Demirden bir yatağı vardı bu soyguncumun. Yakaladığı yolcuyu o yatağa yatırır, adamcağızın boyu kısaysa kollarından bacaklarından çeke çeke uzatır, işkenceyle canım alırdı. Adamın başıyla bacakları yataktan taşıyorsa, kılıcıyla ‘‘fazlalıkları’’ doğrardı. Yatakla tıpatıp aynı boyda olan birine rastlayıp rastlamadığı bilinmiyor.
Theseus, yoluna çıkan bütün soyguncuları Öldürdü. Skiron’a ayaklarını yıkattı, sonra bir tekmeyle uçurumdan aşağı yuvarladı onu. Sinisi iki çam ağacının arasına gererek paramparça etti. Prokrustes’i de kendi yatağında doğradı. Yunanistan da soygunculardan, haydutlardan temizlenmiş oldu.
Bu kahramanlıklar büyük bir ün sağladı Theseus’a; bütün ülke onun adıyla çalkalanmaya başladı. Delikanlı, Atina’ya vardığı zaman kral Aigeus karşıladı onu. Karşısındakinin kendi oğlu olduğunu bilmeden sarayına çağırdı, bir şölen verdi. Bir yandan da, Theseus’un ününden korkuyor, tahtını elinden alır diye içi içini yiyordu. Medeia da saraydaydı o zamanlar. Korinthos’tan kaçtıktan sonra Atina’ya gelmiş, Aigeus’un gönlünü çelmişti. Büyü yoluyla, Theseus’un kiralın oğlu olduğunu öğrenmişti. Delikanlı, kendisiyle Aigeus’un arasını açar diye çekiniyordu. Gidip kirala, “Bu adamı öldür-sen iyi olacak,” dedi, “belki Şenin yerini almaya kalkar. En iyisi, şölende onu zehirle, kurtul.”
Şölen sırasında Aigeus, içine Şehir damlatılmış bir bardak içki sundu Theseus’a. Theseus, bardağı dudaklarına götüreceği sırada durdu; artık krala, onun oğlu olduğunu göstermenin sırası geldiğini düşünmüş olacak ki kılıcını kınından çekti. Karşısındaki delikanlının kendi oğlu olduğunu anlayan Aigeus, hemen fırlayıp bardağı kaptı onun elinden, içkiyi yere döktü. Sonra. Medeia’yı aradı gökleriyle. Ama Medeia ortalarda yoktu, yine arabasına atladığı gibi kaçmış, bu kere de Asya’ya gitmişti.
Aigeus, Theseus’un kendi öz oğlu olduğunu bildirdi Atinalılara: “Ben Öldükten sonra kiralınız o olacak,” dedi. Halk, böyle yiğit bir delikanlının ileride tahta geçeceğine çok sevindi. Kısa bir süre sonra Theseus, yiğitliğini yeniden göstermek fırsatını buldu.
#dünyadaki ilk kahramanlar#efsane kahramanlar#efsane mitolojiler#mitoloji efsaneleri#poseidon#tanrı thesus#Theseus#theseus efsanesi#theseus hayatı#yunan mitolojisi
0 notes
Text
Viyana Kuşatmasından Birkaç Günün Derlemesi
Viyana Kuşatmasından Birkaç Günün Derlemesi
25 Ağustos Çarşamba
Bu gece, gâvurlar güneş batımından sonra Ahmed Paşa koluna karşı baskına kalktılar. Fakat Allah’ın yardımı sayesinde İslam askeri uyanık durumda bulunduğundan hiç bir zarar veremediler ve tersyüzü edip domuz damı denilen deliklerine domuzlar gibi kaçtılar.
Öğleden önce Sadrazam metrislere gitti. Hüseyin Paşa, Deli Bekir Paşa, Kethüda Bey Yusuf Ağa, Yeniçeri Ağası Rodoslu Mustafa Paşa iie diğer ordu kumandanlarını tabyasına çağırttı. Her birini uygun biçimde, fakat sertçe uyarıp, canlarını mallarını hak dini uğruna harcamalarını, başlamış olan hareketin başarıya ulaşması İçin bütün güçlerini kullanmalarını etkileyici şekilde emretti. Sonra da ileri hatlardaki tabyasına gitti.
Sadrazam, Eğri Vilâyetini Kethüda Ahmed Paşa’ya ve Maraş vilâyetini Ömer Paşa’ya verdi. Her ikisine de huzurunda en yüksek dereceden hilat giydirildi.
Öğleden sonra sol kanattaki Vezir Ahmed Paşa kolunda bir püskürme lağım patlatıldı. Arkasından tutuşan kavga ve döğüş alevi yarım saatten fazla sürdü. ‘Bir ara savaş son bulmayacakmış gibi göründü ve görülmemiş şiddetle dövüşüldü. Serdengeçtiler ağasına orta derecede hilat giydirildi.
Ömer Paşa, Harmûş Mehmed Paşa ve Saruhan Sancak Beyi Şeyhoğlu Ahmed Paşa’ylâ daha bazı sancak beyleri koruma görevi verilerek Tatar Hanına gönderildi.
Geceleyin gâvur ordusundan gelme iki tutsakla, püskürme lağım patlatılmış olan yerde tutulmuş başka bir tutsak Sadrazamın huzuruna getirildi.
26 Ağustos Perşembe
Kuşluk vakti yeniçeri kolunda bir lağım patlatılıp arkasından yarım saat kadar zorlu savaş yapıldı. Zağarcı kolunda hendeğin içine doğru on adım daha ilerlendi. Öğleye doğru Afyonkarahisar Sancağı, Sadrazamın ağalarından Erzurumlu Ömer Ağa’ya verildi ve ‘kendisine yüksek dereceden bir hilat giydirildi.
Güneş batınımdan sonra Rumeli kolunda bir püskürme lağım atılıp gâvurların domuz damının büyük bir kısmı çökertildi. Bu yerin sabaha kadar bütünüyle ele geçirilmesi emredildi ve bu işi yürütmek üzere ö-zel olarak bir ağa görevlendirildi.
27 Ağustos Cuma
RUMELİ kolunda ölümü hiçe sayan kahramanlar, serdengeçtilerin önünde dikili duran kirpi engelleri sabah erkenden hayli gayret göstererek kementle kendilerine çektiler ve Sadrazamın huzuruna getirdiler. Kendilerine zengin armağanlar verildi.
Eğri ve Varat timariı sipahilerine buyruk yazılıp, Kethüda Ahmed Paşa’nın kethüdasıyla birlikte Macar Kiralına gitmekle görevlendirildiler. Buyrukta eksiksiz toplanmaları, Kıralla birlikte yola çıkıp Eğri Beylerbeyi Ahmed Pşa ve Varat Beylerbeyi Mehmed Paşa’yla birleştikten sonra ırmak yukarı ilerleyip öte yakada ordugâh kurmaları bildiriliyordu.
Geceleyin gâvurların bir lağımı keşfedildi. Öğleden önce gâvurlar Zağarcıbaşı koluna saldırdılar. Yarım saat süren zorlu bir savaştan sonra geri püskürtüldüler. Altı kelle ele geçirildi.
Uyvar Beylerbeyi Hocazade Haşan Paşa ordugâha geldi ve kendisine yeni Rumeli Beylerbeyi olarak Sadrazamın huzurunda törenle en yüksek dereceden hilat giydirildi. Rumeli Beylerbeyi olan Şeyhoğlu Ali Paşa’ya ise Uyvar vilâyeti verildi ve kendisine en yüksek dereceden hilat giydirildi. Haşan Paşa metrislere gitme buyruğu aldı.
İkindi üzeri Rumeli kolunda serdengeçtilerin bulunduğu yerde bir lağım patlatıldı. Bir sürü gâvuru havaya savurup birçoğunu da öldürdü. Şimdiye kadar hiç bir lağım bu derece etkili patlatılmamıştı. Arkasından da serdengeçtiler hemen hücuma kalktılar. Yarım saat süreyle gâvurla kavgaya tutuştular. Kelle ve tutsak ele geçirdiler. Bu lağımı hazırlamış olan askerler Sadrazamdan armağanlar aldılar.
Bu savaşta cebeciler kethüdası şehit düştüğünden, eski cebeci başı Fazlı Ağa’nın oğlu kethüda tayin edildi. Kendisine orta dereceden hilat giydirildi.
Çorum Sancakbeyi üç tutsak getirdi ve kendisine Sadrazamın huzurunda orta dereceden hilat giydirildi. Öte yandan akşama doğru Şeyhoğlu Ahmed Paşa tarafından dört tutsak gönderildi. Bunları getiren paşanın kapıcılar kethüdasına orta dereceden bir hilat giydirildi.
Bu gece gâvurlar kaleden otuz tane fişek attılar.
0 notes
Text
Viyana Kuşatması Günlüğünden Ağustos Ayının Son Günleri
Viyana Kuşatması Günlüğünden Ağustos Ayının Son Günleri
Tatar Hanından bir ulak gelip, geçen gün şehit düşen Hüseyin Paşa’yta birlikte yukarı taraflara gitmiş olan serhad askerinin Pressburg yakınlarına sağ salim vardığını ve orda Tököly’ye katıldığını bildirdi. Ayrıca Tatar Hanının bölgesinde ele geçirilmiş bir tutsak da getirdi. Tutsak sorguya çekilip serçeşmeye teslim edildi.
Öğleden sonra yağmur boşandı. Metrisleri ve dışardaki araziyi çamura buladı. İkindiden az önce dindi.
İkindi vakti Rumeli kolunda bir püskürtme lağım patlatıldı. Sarsıntısının etkisiyle tabyanın uç tarafı yıkıldı. Zaten bu tabyadan pek az bir şey kalmış, her tarafı defalarca hırpalanmış bulunuyordu. Bu lağım da patlatılınca serdengeçtiler hücuma geçerek gâvurların büyük bir kısmını tepelediler. Bir yığın kelle getirip bahşiş aldılar.
Gâvurlar bu gece de yüksek kiliseden yüz tane fişek attılar. Böyle yapmalarının kendi sıkıntı ve bunaltılarını göstermekten başka bir anlamı olamaz. Yerin göğün hâkimi Yüce Allah, bu gâvurların vücudunu yeryüzünden toptan kaldırsın!
Kethüda Ahmed Paşa Sadrazamın eteğini öptü ve Macar Kiralına gitmek iznini aldı. Ali Paşa, Uyvar’a gitmek buyruğunu aldı.
Mohaç Sancağı Vanlı Mehmed Paşa’nın oğluna verildi. Kendisine yüksek dereceden hilat giydirildi.
29 Ağustos Pazar
METRİSLER bugün kuruyup temizlenmiş olduğundan Sadrazam tabyasına gitti ve sonra da Vezir Ah-med Paşa’nın tabyasına geldi. Ayrıca bu kolun sıçan yollarını da gözden geçirdi. Serdengeçtilere hediyeler dağıttı. Sonra kendi tabyasına dönüp bir süre burda dinlendi. Tekrar dışarı çıkıp ön saflarda bulunan tabyasına gitti.
Öğleye doğru yeniçeri ağası kolunda bir püskürme lağım patlatıldı, şarampolü çökertti. Tatarlar iki tutsak getirdiler. Sorguya çekildikten sonra serçeşmeye teslim edildi.
30 Ağustos Pazartesi
Eeğri Beylerbeyi Ahmed Paşa, Macar Kiralına gitmek üzere yola çıktı. İkindi üzeri Rumeli kolundaki tabyada bir püskürme lağım patlatıldı. Hayli gâvuru yok etti. İki kelle getirildi.
Açık arazide yakalanmış bir tutsak getirdiler. Sorguya çekildikten sonra serçeşmeye teslim edildi. Ve cellat tarafından da kafası uçuruldu. Geceleyin Rumeli kolunda gâvurların bir lağımı keşfedildi. Lağımın içinde çalışan mel’ûnlar humbara bombasıyla yok edildiler.
Yatsı namazı vakti, gâvurlar, Rumeli kolundaki serdengeçtilerln üzerine saldırdılar. Fakat yiğit ser-dengeçtiler bunlara karşı koydular ve domuzlar gibi çıktıkları deliklerine tekrar çekilmek zorunda bıraktılar.
Melunlar güneş batımından yatsıya kadar otuz-bumbara bombası attılar. Allahın esirgemesi sayesinde önemli hiç bir zarar olmadı.
31 Ağustos Salı
ÖĞLEDEN önce ilâh! gazabın yıldırımı tabya ardında gâvurların humbaralar üzerine düştü. Humbaralar birbirlerini ateşleyerek öyle gümbürtülerle patladılar ki, daha hiç bir lağımın patlaması toprağı böyle-sine sarsmam işti. Buranın yakınlarında bulunan sayısız gâvur dört bir yana savruldu ve mel’unlar büyük kayıplara uğradılar.
Yine öğleden önce Padişah Hazretlerinin bostancısı Boşnak Mustafa Ağa gelip bir hattı hümayun getirdi. Bu hattı hümayunda dileği üzerine Ağaya Beçuy sancağının verilmiş olduğu yazılıydı. Bu bakımdan kendisine Sadrazamın huzurunda yüksek dereceden bir hilat giydirildi. Adı geçenin dilekçesine Padişahımız mübarek elleriyle turasını basmış, doğruluğunu belirten bir derkenarla tarih yazmak lütfunda bulunmuşlardı. Her şeye sahip olan Allah, ona uzun ömürler versin, kimselerin ulaşamayacağı yaşlara eriştirsin! Amin! Orduyu hümayunun erzak sıkıntısını gidermek için ûdenburg palankası halkına bir mektup gönderildi. Bize bağlı olan Macarlar, var olsunlar! Kendilerinden bir şey istenilenlerin hepsi, istenilen erzakı derhal sağlayıp gönderdiler. Bu erzak, cellat çadırı önünde her zamanki pazar fiyatından satıldı.
Bugün ordugâhta bir okka unu fiyatı on iki – on üç paraya, otuz dirhem ekmeğin bir akçaya, bir ölçek arpanın iki kuruşa çıktı. Bunlar da kolay ele geçmediği gibi, hiç bir zaman yetecek miktarda da bulunmuyordu. Artık yakın yerlerde hayvan yemi bulunmaz olduğundan, kuru ot almak için iki üç günlük yollara gitmek zorunda kalınıyordu.
0 notes
Text
Türk - Avusturya Tarihsel İlişkileri Üzerine “Viyana Kuşatması Kapsamında”
Türk - Avusturya Tarihsel İlişkileri Üzerine “Viyana Kuşatması Kapsamında”
Viyana’nın 1683 yılında İkinci defa kuşatılması, Avrupa tarihinde büyük bir dönüm noktasıdır. Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın Viyana önlerinde yenilmesi ve o tarihten sonra Avrupa ortalarındaki Türk üstünlüğünün yavaş yavaş gerilemeye başlaması ve sonunda Osmanlı İmparatorluğunun yıkılması da yine bu dönüm noktasının getirdiği sonuçlar olmuştur.
1683 yılından, 1945’te Kızıl Ordu’nun Avrupa’nın kalbine girmesine kadar, Batı Hıristiyanlığının varoluşu bu denli ciddî bir tehlike ile karşılaşmamıştır.
Viyana surlarında gediklerin açıldığı bir sırada Türk üstünlüğünün yediği darbe, yakın ve uzak sonuçları ile Avrupa’nın modern tarihini tayin etmiştir denebilir. Batı Hristiyanlığının Türklüğe ve İslâmlığa karşı direnmesinin başlıca sorumlusu da Habsburg hanedanının yönetimindeki Avusturya olmuştur. Bu darbeden sonra Osmanlı İmparatorluğu kendini kolay kolay toparlayamamış; buna karşılık Avusturya, yıllardır sürdürdüğü Ren bölgesinde egemenlik kurmak politikasını değiştirerek gözlerini Tuna bölgesine; güneye, güney-doğuya çevirmiştir. 1683 yılında ‘Hilâl’ ile ‘Haç’ arasında son safhasına giren mücadele, 1914 kıyameti kopuncaya kadar sürmüştür.
Avusturya’nın temsil ettiği Batı Hristiyanlığının direnmesi, değişik adlar ve yönetimler altında yüzyıllarca öncesinden başlamış; 1683 Viyana kuşatmasında doruğuna erişmişti. Aslında, İngiliz tarihçisi Lord Acton’un da belirttiği gibi, modern Avrupa, tarihî Türk baskısının Avrupa’da hissedilmesi ile başlamıştır.
Tarihçiler, modern Avrupa tarihini 1453’te İstanbul’un Türkler tarafından fethi ile başlatmaktadırlar. Aslında Türk baskısı kendini Avrupa’da çok daha önceden hissettirmiştir. İstanbul’un fethinden yüzyıl önce Orhan Gazi’nin ordusunun Rumeli’ye geçmesi, Sultan Murat’ın Balkan zaferleri, Yıldırım Beyazıt’ın Niğbolu’da Haçlı ordularını bozguna uğratması, Batı Avrupa Hristiyanlığının gözlerini daha çok açan baskılar olmuştur. Hatta çok daha gerilere kadar gidip 1071’de-ki Malazgirt zaferini, hatta ve hatta Türk askerî gücünün IX. yüzyılda Abbasî devletinin hizmetine girmesini de Avrupa tarihini etkileyen olaylar olarak görebiliriz.
Batı Avrupa Hristiyanlığının gözü, gerçek anlamda İstanbul’un fethi ile açılmıştır. O ana kadar, bir şehirden ibaret kalmış olsa bile; bir Bizans devletinin varoluşu, Batı Avrupa Hristiyanlığına bir dereceye kadar güven vermekteydi. Gerçi Ortodoks Doğu Hristiyanlığı ile Katolik Batı Hristiyanlığı birbirlerine düşmandılar, fakat bu düşmanlık din konularındaki anlaşmazlıktan doğuyor, sıkışık anlarda yine Hristiyan dayanışması az çok sağlanabiliyordu.
Eski Roma İmparatorluğunun vârisleri olduklarını iddia eden Doğu Hristiyanlığı ile Batı Hristiyanlığı, arasındaki çatışma, çok ortak gelenekleri, kültürleri olan iki akraba arasındaki çatışmadan, miras kavgasından farklı değildi. Buna karşılık Türk komşunun bu kavgadan faydalanıp akrabalardan birini ortadan kaldırması çatışmayı birbirinden bütünüyle ayrı kültürel, ekonomik, sosyal, politik geleneklerin, kuruluşların ve zıt iki felsefenin çatışması haline dönüştürmüştür.
Türk baskısının etkisi Avrupa’yı toparlanmaya, dayanışmaya ve istikrara zorlamıştır. Bu oluşumun sonucu da Viyana surları dibinde alınmıştır. Türkler, Viyana önlerine kadar yalnız kılıçlarının gücü ile gitmemişlerdir. Askerî güç kadar, Avrupa ülkeleri arasındaki çekişmelerden, özellikle tarım alanındaki ekonomik bozukluklar ve adaletsizliklerden Batı Hristiyanlığının Doğu Hristiyanlığına kendi sistemlerini uygulamakta gösterdiği inadın yarattığı tepkilerden de faydalanmışlardır.
Fetihten sonra Roma İmparatorluğunun kalıntıları için yeni bir mirasçı ortaya çıkmıştır. Batı ve Güney Avrupa’ya egemen olan Habsburg’lar, Bizans’ı ele geçiren Osmanoğulları bu mirasın kavgasını 56 yıl öncesine kadar sürdürmüşlerdir.
0 notes
Text
Viyana Kuşatması Günlüğü Ağustos Ayından Notlar
Viyana Kuşatması Günlüğü Ağustos Ayından Notlar
Öğleden önce gâvurlar Arslan Mehmed Paşa kolunda serdengeçtilere karşı bir baskın yaptılar. Buradaki kavga top, tüfek, humbara ve taşla kızışmış olduğu sırada, gâvurlar lağımın karşısında bulunan taraftaki serdengeçtilerin üzerine de saldırdılar. Fakat burada hazır bekleyen gaziler bütün gayretleriyle gâvurları karşıladılar. O saat düşmandan alınan dört kelle Sadrazamın huzuruna getirildi ve getirenlere zengin armağanlar verildi.
Devletlû Sadrazam sağ kanattaki Vezir Abaza Sarı Hüseyin Paşa kolunun metrislerini ziyaret etti. Burada bir süre kaldı. Daha sonra yeniçeri ağası kolunda Çavuşbaşının tabyasına gitti. Burada galeriyi gözden geçirdikten sonra dış hatlarda bulunan kendi tabyasına dönerek orda kaldı.
Güneş doğmasından bir saat önce tabyanın ortasında iki lağım patlatıldı. Biri on beş, ötekisi yirmi beş kantar barutla hazırlanmıştı. Güneş batıncaya kadar zorlu savaşlar yapıldı. Bu noktada dört bayrak yeniçeri geceleyin metrislendi.
Rumeli kolunda da daha önce lağım patlatılmış bulunan yerde zorlu savaş oldu. Burada da üç sıçan yolunun yapımına başlandı. Birinin yapımını sipahi serdengeçtileri, ikisininkini timarlı serdengeçtileri üzerlerine aldılar. Adım adım ilerlemeye koyuldular.
Bugün ayrıca Ulak Çelebi posta atıyla gönderildi. Oyvar Beylerbeyi Hocazade Arnavut Paşaya derhal orduyu hümayuna katılması için sıkı bir emir gitti.
19 Ağustos Perşembe
Sıçan yolları içinde çalışmalar durmadan ilerlerken, gâvurlar, öğleden önce bir püskürme lağım patlattılar. Kimseye zarar vermedi. Birkaç kişi toprak altında kalıp yaralandı, ama hiç birinde tehlikeli bir hal olmadı.
Öğle namazından sonra Zağarcı kolunda bir lağım patlatıldı. Ordaki gâvurların ordaki şarampolleri ve domuz damları çöktü, içinde bulunan sefil mel’unlar toprak yığını altında kalıp yok oldular. Bu koldaki metrisler de kale duvarına bitişik bulunan tabyaya gelip dayandılar.
Batthyânyi’nin Sadrazama yolladığı hediyeler geldi. Her ne kadar ağalardan ve çavuşlardan birçoğu Selâm Ağalığına istekli ve bunların içinde işe yarar pek çok kimse bulunmakta ise de Sadrazam hiç birini incitmemek için kendi Çadırcıbaşısı Yaren Mehmed Ağa’yı adı geçen göreve, tayini etti. Kendisine, hilat giydirildi.
Birkaç hristiyan arabacı yüz kadar öküzü Vezir Abaza Sarı Hüseyin Paşa kolunun arkasından sessizce geçirip kaledeki gâvurlara satmışlar. Hepsi yakalandı ve adam başı üç yüzer sopa vuruldu.
Deli Bekir Paşâ yer altından tabyanın altına varmak üzereydi. Vezir Ahmed Paşa kolunda da aynı şekilde yer altından tabyanın altına varmağa büyük bir gayretle çalışılıyordu. Bu gece orta koldaki serdengeçtiler bir hayli ilerlediler. Oradaki tabyanın bugüne kadar öçte ikisi ele geçirilmiş bulunuyordu. Geri kalan kısmında ise pek fazla gâvur kalmamıştı.
20 Ağustos Cuma
Sadrazam, kuşluk vakti Deli Bekir Paşa kolunu ziyaret etti ve sonra dış hatlardaki kendi tabyasına gitti.
Daha önce Padişaha gönderilmiş bulunan Ömer Bey bugün dönüp geldi. Kendisiyle birlikte Kızlar Ağasının ulağı olarak baltacısı Seyyid Abdülkerim Çelebi de geldi. Sadrazamın eteğini öpüp Valde Suttan Hazretlerinin Edirne’de dünyadan göçerek İstanbul’da kendisi tarafından yaptırılmış cami’nin türbesine defnedilmiş olduğu haberini getirdi. Ayrıca şevketli Padişahımızın ölen Küçük Haşan Paşa öten Kethüda Ahmed Ağa’nın İstanbul’da bulunan mülklerini devlet malı yaptırdığını da bildirdi. Kızlar Ağasının armağanı olarak altın bir kılıçla elmas kaplı bir hançeri Sadrazama sundu.
Erdel Kiralından bir ulak geldi. Sadrazam tarafından kabul edildi ve eteğini öpebilmek şerefine erişti. Divan tercümanıyla daha başka üç kişiye üç orta derecede ve bir küçük hilat giydirildi.
Zağarcı kolunda bir püskürme lağım patlatıldı. Gâvurların domuz damını içinde bulunan bütün melunlarla birlikte toprağın altına gömdü.
Kiralın pazar günü gelerek Sadrazamın eteğini öpmesi kararlaştırılmış olduğundan kendisine bu yolda haber gönderildi.
21 Ağustos Cumartesi
Seher vakti Vezir Ahmed Paşa kolunda araziyi açmak için bir püskürme lağım patlatıldı, hayli yararlı oldu. Kaledeki düşmanlara ekmek satan üç Ermeni fırıncı yakalandı ve her birine üç yüzer sopa vuruldu. Ayrıca barut hazırlamakla görevlendirilmiş birkaç timarlı sipahiye hizmetlerinde gösterdikleri ihmalden ötürü yüz ellişer sopa vuruldu.
1 note
·
View note