#tanrı Herakles
Explore tagged Tumblr posts
Text
Seneca – Çıldıran Herkül (2023)
Seneca’nın, Hercules Furens adlı tragedyasının konusu Yunan mitolojisinin güçlü kahramanı Herakles (Lat. Hercules, Türk. Herkül) ve onun işleridir. Latincede Hercules ismiyle anılan kahraman, efsaneye göre tanrı Iuppiter ile Miken kralının kızı ve Amphitryon’un karısı Alcmene’nin oğludur. Iuppiter, Teleboialılar üzerine sefer düzenleyen Amphitryon’un yokluğunda onun kılığına girerek Alcmene ile…
View On WordPress
0 notes
Text
Maniyerizm (Üslupçuluk) Üzerine
Maniyerizm (Üslupçuluk), 1520 – 1580 yılları arasında Roma ve Floransa’da merkezi Avrupa’yı bölen Protestan Reformu , binlerce kişinin ölümüne sebep olan veba ve 1527 Roma yağmalanması gibi sorunların olduğu sırada Floransa ve Roma’da eş zamanlı olarak görülmeye başlamış olan sanat akımıdır.
Maniyerizm, ilk kez 16. Yüzyılda Giorgio Vasari (1511-1574) tarafından Raffaello, Leonardo da Vinci ve Michelangelo’nun sanatına uymak, benzemeye çalışmak, özenmek anlamında kullanılmıştır. İtalyanca “tarz ve üslup” anlamına gelen “Maniera” sözcüğüne eşdeğer görmüştür. Türkçede ise ‘yapmacık veya yapmacıklı üslup’ olarak da bilinir. Ek olarak Giorgio’nun eserleri hakkında bilgi alabilmek için üzerine bir bağlantı bıraktım.
Maniyerizm, Rönesans ve Barok dönemler arasında geçiş dönemi olarak tanımlanmaktadır. Yine Rönesanstaki gibi klasik sanat ve antik dönemlerden beslenmesine karşın figürlerin oran ve orantılarını bilinçli bir şekilde bozan dönem sanatçıları, aslında bir anlamda da klasik sanat anlayışından da uzaklaşırlar. Rönesans döneminde karşımıza çıkan maddecilikten ve gerçekçilikten uzaklaşılan, soyut anlayışın bir kez daha hakim olduğu bir dönemdir Michelangelo’nun tabiriyle “cennetten çıkma” figürlerdir.
Maniyerist akımın sanatçıları, resim sanatında gelinebilecek son noktanın Michelangelo gibi resim yapmak olduğunu savunur. Bir bakıma bu dönem onun Sistina Şapeli fresklerini yapması ile başlar. Adını da bir anlamda buradan alır; Maniera di Michelangelo yani Michelangelo gibi yapmak...
---------------------------------------------------
S��STİNA ŞAPELİ
Akılda kalması için Sistina Şapeli hakkında kitaplarımdan kısa kısa notları da aktarayım. Şapel Hristiyanlık tarihi içinde önemli bir yere sahip. Papa IV Sixtus erken Hristiyanlık Roma’sının imgesini canlandırmak için o dönemin kiliselerini restore ettirmiştir. Yapımı 1473′de başlayan şapel onun en heyecan verici projelerinden biri olarak anılmakta, Michelangelo yıllar sonra kendi tavan çalışmalarına başlamadan önce, binanın tomoz kısmı yıldızlarla kaplı bir gökyüzü olarak dekore edilmiş.1508′de Michelangelo II. Julius tarafından resimleme siparişi almış ve Batı sanat tarhinin tarihsel gelişiminde son derece etkili olmuştur.
---------------------------------------------------
Şapelin tavan süslemelerinde aslında bir hikâye anlatılmış; orta kısımda yer alan 9 sahne ile Tekvin'deki yaratılışın 9 mühim olayına gönderme yapılmıştır. Michelangelo'nun “ Adem'in Yaratılışı” veya Kıyamet Günü gibi eserleri de burada hayat bulmuştur. Raffaello şapelin goblenlerini işlemiş, diğer sanatçılar ise yaptıkları duvar resimleriyle bu işe katkıda bulunmuşlardır.
The Creation of Adam
Michelangelo’nun Adem'in Yaratılışı eserinde Tanrı’nın Adem’in cansız bedenine yaşam akıtmasından hemen önceki anı dramatize eden sunumu, bu sahnenin geleneksel anlatımıyla belirgin bir karşıtlık içindedir. Buradaki Tanrı figürü, bir Hristiyan tanrısından çok Zeus, Hades veya Poseidon görünümündedir. İsa veya Adem figürlerinin Herakles veya Apollon’a benzemesi de oldukça dikkat çekicidir.
Resimlerin yapı formuna incelediğimizde yukarıdaki eserde de gördüğümüz üzere Rönesans sanatçılarının üzerinde çok çalıştığı “yerçekimi algısı” bu dönemde tamamen ortadan kalkar. Uçuşan figürler düzensiz ve kaotik bir şekilde kompozisyonlarda yer alır. Rönesanstaki kalabalık figürleri bir denge içinde sunmak için kullanılan piramidal form burada görülmez. Aşağıya yine bunun güzel bir örneğini bırakıyorum.
Kıyamet Günü (Michelangelo) (1536-1541) Giudizio universale / The Last Judgment
Rönensans’ın piramidal yapılarını içeren bir çalışmayı aşağıya paylaşıyorum.
Antonio Del Pollaiuolo, 1475, “Aziz Sebastianus”un Şehit Edilişi / Martyrdom of Saint Sebastian - (Rönesans Piramidal Yapı Örneği Olarak )
Işık kullanımına bakacak olursak da gerçekçi ışık kullanımının terk edilerek daha kutsi bir hava yaratacak şekilde çalışıldığını görüyoruz. Sadelik yerine sıklıkla daha canlı renkler tercih edilmiştir. Bu dönemdeki resimlere “doğa üstü ve aydınlık bir sentez” yorumu yapılır.
Maniyerizmin bir diğer önemli sanatçısı ise El Greco’dur (1541-1614). Eserlerindeki nesneler ve figürler devinim içindedir. Vücut formlarındaki bozukluklar Rönesans’ın kurallarından uzaklaştığını ortaya koymaktadır. Bu hareketlilik sanatçının fırça darbelerinden kaynaklandığı gibi figürlerin uzaması ve çeşitli pozlarla resmedilmesinden kaynaklanmaktadır. Figürlerin bedenlerindeki deformasyon, yüzlerindeki maskemsi, heykelimsi donuk ifadeler Rönesans’tan oldukça farklıdır.Kendisi Kubizm’in yol vericisi olarak bilinirmiş.
El Greco, Laocoön (1610–1614), National Gallery of Art
Daha sonra daha ileri okumalarda kullanmak üzere dönemin diğer önemli sanatçılarını da aşağıya kendime not olarak bırakıyorum.
Gian Paolo Lomazzo, Tintoretto, Andrea del Sarto, Pontorma, Parmigiannio, Agnolo Bronzino, Rosso Fiorentiono, Benvenuto Cellini, Lavinia Fontana, Zuccari, Joachim Wtewael, Giuseppe Arcimboldo
---------------------
Temel Kaynakçam
Hollingsworth, M., Küçükerdoğan, R., & Ergüder, B. (2009). Dünya sanat tarihi. İnkılap Kitabevi
Sadık, C. (2022).Uygarlığın ayak izleri batı resim sanatında mitoloji. Epsilon.
Shearman, John (1986) "The Chapel of Sixtus IV" in Massimo Giacometti (ed) The Sistine Chapel,
Ülger, K. (2018). Rönesans’ tan Sürrealizme Resim Sanatının Tarihsel Gelişim Sürecinde Figür ve Kompozisyon. Güzel Sanatlar Enstitüsü Dergisi, (42), 12-32.
#mannerism#maniyerizm#üslupçuluk#michelangelo#creation of adam#El Greco#Rönesans#renaissance#Giorgio Vasari#sistine chapel
18 notes
·
View notes
Text
Prometheus ilk insanı çamurdan ve kilden şekillendirip kendi gözyaşı ile yoğurarak yaratmış ve dünyaya hayatı getirmişti. Zeus bunu kıskanınca insanlıktan ateşi aldı ve insanlık karanlığa gömüldü, artık ateş sadece Olimpos'un tepesinde yanıyordu.
İnsanlık veba ve soğuktan kırılırken tanrılar ateşi gizlemektedir. Kendisi de tanrı olan Prometheus buna razı gelemez ve ateşi çalıp insanlara verir. O, Ateş hırsızı diye anılan Titan soylu bir Tanrı’dır.
Yunan kökenli olan atletlerin olimpiyatlarda ellerinde meşaleler ile koşarak oyunları başlatması ritüeli de Prometheus’un elinde ateşle Olimpos’tan aşağı koşusunu simgeler.
Prometheus tanrıların düzenine kafa tutmuş ve insanı kilden yaratarak ona ateşi, yaratıcılığı, bilimi ve uygarlığı verip, düzeni değiştirmiştir. Zeus ise Prometheus’u Kafkas Dağlarına zincirlemiş ve sonsuza kadar her gece bir kartalı onun karaciğerini yemesi için göndermiştir.
Prometheus’u işkenceden Zeus’un oğlu yarı tanrı Herakles kurtaracaktır. Prometheus, “Zeus tahtından inmedikçe benim işkencem asla bitmeyecektir” der ve ilk özgürlük için başkaldırı fikrini ortaya atmış olur.
Kendisini hiçe sayan insanlığa kızan yüce Zeus(!) ateşi çalınan ateş tanrısı Hephaistos’a su ve balçıktan bir bakire yaptırır.
Bu kadının kalbine ruh yerine Ateş tanrısının kıvılcımını koyar eline ise içinde kötülük ve ızdıraplar olan bir kutu verir. Bu kadın Pandora’dır. Böylece Zeus, Prometheus'tan insanlıktan intikamını almıştır.
6 notes
·
View notes
Text
Yunan Mitolojisi
Dike: Adalet Tanrıçası,
Semele : Ahiret Tanrıçası
Hestia : Aile Faziletleri Tanrıçası
Momos : Alay ve Hiciv Tanrıçası
Artemis : Ana Tanrıça
Aristalos : Arıcılık Tanrısı
Eros : Aşk Tanrısı
Afrodit : Aşk ve Güzellik Tanrıçası
Atalante : Avcı Kız
Bendis : Ay Tanrıçası
Eirene : Barış Tanrıçası
Minemosyne : Bellek Tanrıçası
Hermes : Belagat Tanrısı
Ceres : Bereket Tanrıçası
Poros : Bereket Tanrısı
Okeanos : Bütün Irmakların Babası Sayılan Tanrı
Kirke : Büyücü Tanrıça
Amphitrite : Deniz Dibi Tanrıçası
Thetis : Deniz Tanrıçası
Poseidon : Deniz Tanrısı
Sentinus : Duygu Tanrısı
Eileithhyia : Doğumlarda Kadınlara Yardım Eden Tanrıça
Fornaks : Fırınların Tanrısı
Adonis : Erkeklik ve Bereket Tanrısı
Hera : Evlilik Tanrıçası
Phantaso . Fantazi tanrısı
Kairos : Fırsat Tanrısı
Thyphon : Fırtına Tanrısı
Nyks : Gece Tanrıçası
Hebe : Gençlik Tanrıçası
Hymenalos : Gençlik Ve Evlendirme Tanrısı
Androgeo : Minos’un Oğlu
Uranos : Gök Tanrıçası
Helios : Güneş Tanrısı
Apollon : Güzel Sanatlar Tanrısı
Enyalios : Harp Tanrısı
Ate : Hata Ve Günah Tanrıçası
Hybris : Hayasızlık Tanrısı
Klotho : Hayat İpliğini Büken Tanrıça
Hermaphroditos : Hem Erkek Hem Dişiliği Olan Tanrısal Yaratık
Furina : Hırsızların Tanrısı
Metis : Hikmet ve Tedbirlilik Tanrıçası
Fraude : Hile Tanrıçası
Asopos : Irmak Tanrısı
Aigina : Irmak Tanrısının Kızı
Algos : Izdırap Tanrısı
Penthos : Keder Tanrısı
Artemis : İffet Tanrıçası
Senius : İhtiyarlık Tanrısı
Nemesis : İntikam Tanrıçası
Poine : Ceza ve İntikam Tanrıçası
Moiralar : Kader Tanrıçaları
Kronos : Kainatin Hakimi
Pitho : Kandırma Tanrıçası
Themis : Kanun ve Adalet Tanrıçası
Eresbos : Karanlık Tanrısı
Fons : Kaynaklar Tanrıçası
Pan : Kır Tanrısı
Vakana : Kırlarda Dinlenenleri Koruyan Tanrı
Phobos : Korku Tanrıçası
Herakles : Kuvvet Tanrısı
Zeus : Mutlak Kudret Tanrısı
Orfe : Müzikçi Ozan
Risus : Neşe Tanrısı
Eris : Nifak Tanrıçası
Feronia : Ormanları Koruyan Tanrıça
Ultio : İntikam Tanrıçası
Thanatos . Ölüm Tanrısı
Oinone : Pınar Perisi
Amykos : Poseidon’un Oğlu
Morpheus : Rüyalar Tanrısı
Boreas : Rüzgar Tanrısı
Alkyone : Rüzgar Tanrıçası
Eolo : Rüzgarların Bekçisi
Penelope : Sadakat Timsali
Hygieia : Sağlık Tanrıçası
Akslepios : Sağlık ve Hekimlik Tanrısı
Hephaistos : Sanayi Tanrısı
Ares : Savaş Tanrısı
Urania : Semavi Aşk Tanrıçası
Febris : Sıcaklık Tanrıçası
Fides : Sözünde Durma Tanrıçası
Perimelis : Sürülere Gözcülük Eden Periler
Eos : Şafak Tanrıçası
Dionysos : Şarap ve Coşku Tanrısı
Ros : Şebnem Tanrısı
Bia : Şiddet Tanrıçası
Rheme : Şöhret Tanrıçası
142 notes
·
View notes
Text
Kuzey Hesse, Kassel,de Wilhelmshöhe'deki Bergpark,ta yarı tanrı Herakles (Herkül) heykelinde bir kaç saat
0 notes
Text
Aşağıda sadece Antik Roma tanrı ve tanrıçaları isimleri ve görevleri! mevcut, buan Helen,Pers, Mısır, babil, Sümer, Uzak doğu ve Amerika tanrılarını da ekleyin? görevleri hemen hemen aynı ancak isimleri farklı ... nerede çokluk orada bkluk bence buradan doğmuş....
Tanrı kavramı düşünsel zeka içindir, İnsan dünya da düşünsel zekaya sahip tek canlıdır.İnsanlığın, dünyadan bir anda silindiğini düşün.... o zaman dünyada tanrı kavramından, dualardan, ibadet ritüellerinden, HARAM OLMAYAN BALDIZDAN, MİDYEDEN, KARİDESTEN bahsedecek geriye ne kalır? sadece düşün ve aklını kullan....
Kairos: Fırsat Tanrısı, kayırmak sözcüğüde buradan gelir…
Eros: Aşk Tandrısı
Dike: Adalet Tanrıçası Semele: Ahiret Tanrıçası Hestia: Aile Faziletleri Tanrıçası Momos: Alay ve Hiciv Tanrıçası Artemis: Orman ve av Tanrıçası Aristalos: Arıcılık Tanrısı Limos: Açlık Tanrıçası Afrodit: Aşk ve Güzellik Tanrıçası Atalante: Avcı Kız Bendis: Ay Tanrıçası Eirene: Barış Tanrıçası Minemosyne: Bellek Tanrıçası Hermes: Belagat Tanrısı Ceres: Bereket Tanrıçası Poros: Bereket Tanrısı Okeanos: Bütün Irmakların Babası Sayılan Tanrı Kirke: Büyücü Tanrıça Amphitrite: Deniz Dibi Tanrıçası Thetis: Deniz Tanrıçası Poseidon: Deniz Tanrısı Sentinus: Duygu Tanrısı Eileithhyia: Doğumlarda Kadınlara Yardım Eden Tanrıça Fornaks: Fırınların Tanrısı Adonis: Erkeklik ve Bereket Tanrısı Hera: Evlilik Tanrıçası Phantaso: Fantezi Tanrısı Kairos: Fırsat Tanrısı Thyphon: Fırtına Tanrısı Nyks: Gece Tanrıçası Hebe: Gençlik Tanrıçası Hymenalos: Gençlik Ve Evlendirme Tanrısı Androgeo: Minos'un Oğlu Uranos: Gök Tanrıçası Helios: Güneş Tanrısı Apollon: Güzel Sanatlar Tanrısı Enyalios: Harp Tanrısı Ate: Hata Ve Günah Tanrıçası Hybris: Hayasızlık Tanrısı Klotho: Hayat İpliğini Büken Tanrıça Hermaphroditos: Hem Erkek Hem Dişiliği Olan Tanrısal Yaratık Furina: Hırsızların Tanrısı Metis: Hikmet ve Tedbirlilik Tanrıçası Fraude: Hile Tanrıçası Asopos: Irmak Tanrısı Aigina: Irmak Tanrısının Kızı Algos: Izdırap Tanrısı Penthos: Keder Tanrısı Senius: İhtiyarlık Tanrısı Nemesis: İntikam Tanrıçası Poine: Ceza ve İntikam Tanrıçası Moiralar: Kader Tanrıçaları Kronos: Kainatin Hakimi Pitho: Kandırma Tanrıçası Themis: Kanun ve Adalet Tanrıçası Eresbos: Karanlık Tanrısı Fons: Kaynaklar Tanrıçası Pan: Kır Tanrısı Vakana: Kırlarda Dinlenenleri Koruyan Tanrı Phobos: Korku Tanrıçası Herakles: Kuvvet Tanrısı Zeus: Mutlak Kudret Tanrısı Orfe: Müzikçi Ozan Risus : Neşe Tanrısı Eris: Nifak Tanrıçası Feronia: Ormanları Koruyan Tanrıça Ultio: İntikam Tanrıçası Thanatos: Ölüm Tanrısı Oinone: Pınar Perisi Amykos: Poseidon'un Oğlu Morpheus: Rüyalar Tanrısı Boreas: Rüzgar Tanrısı Alkyone: Rüzgar Tanrıçası Eolo: Rüzgarların Bekçisi Penelope: Sadakat Timsali Hygieia: Sağlık Tanrıçası Akslepios: Sağlık ve Hekimlik Tanrısı Hephaistos: Sanayi Tanrısı Ares: Savaş Tanrısı Urania: Semavi Aşk Tanrıçası Febris: Sıcaklık Tanrıçası Fides: Sözünde Durma Tanrıçası Perimelis: Sürülere Gözcülük Eden Periler Eos: Şafak Tanrıçası Dionysos: Şarap ve Coşku Tanrısı Ros: Şebnem Tanrısı Bia: Şiddet Tanrıçası Rheme: Şöhret Tanrıçası Fatum: Talih Tanrısı Nektar: Tanrıları Ölümsüzleştiren İçkiler Ambrosia: Tanrıları Ölümsüzleştiren Yiyecekler Fors: Tesadüf Tanrısı Thyke: Tesadüf Tanrıçası Demeter: Toprak ve Tarım Tanrıçası İkaros: Uçmayı Başaran İlk İnsan Hypnos: Uyku Tanrısı Persephone: Yeraltı Tanrıçası Hades: Yer Altındaki Ölüler Ülkesinin Tanrısı Elysion: Yeraltı Cenneti Aiakos: Yeraltı Ülkesinde Ölüler Hakimi Flora: Yeşeren Bitkiler Alemi Tanrıçası Penia: Yoksulluk Tanrıçası Nike: Zafer Tanrıçası Athena: Zeka Tanrıçası Daimon: Zeka ve İlahi Kuvvet Tanrısı Ploutos: Zenginlik Tanrısı…
1 note
·
View note
Text
Turkish Cargo 1700 yıllık “Kybele” heykelini 60 yıl sonra Türkiye’ye taşıdı https://ift.tt/3ad4NtT
Turkish Cargo, 1970’li yıllarda yurt dışına kaçırılan, milattan sonra 3’üncü yüzyıla tarihlendirilen ana tanrıça ‘’Kybele’’ Heykelini ait olduğu topraklara geri getirdi.
Tarihi eser taşımalarına azami dikkat gösteren Turkish Cargo, bereketin sembolü ve koruyucusu olduğuna inanılan ana tanrıça Kybele Heykeli’ni yaklaşık 60 yıl sonra ait olduğu topraklara taşıdı.
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın büyük hukuki uğraşları ve Türk Hava Yolları’nın sponsorluğuyla gerçekleşen operasyonla, 12 Aralık’ta New York’tan İstanbul’a getirilen Kybele Heykeli bir müddet İstanbul Arkeoloji Müzesinde sergilenecek.
Geçtiğimiz yıllarda; Topkapı ve Dolmabahçe Sarayı’ndaki tarihi eserleri Japonya’ya taşıyan, Çingene Kızı Mozaiği’nin kayıp parçalarının eve dönüşünü sağlayan, Paris Louvre Müzesi’nde sergilenen 50’den fazla başyapıtı Tahran’a taşıyan, Roma dönemine ait Herakles Lahdi’ni Cenevre’den İstanbul’a başarılı şekilde ulaştıran Turkish Cargo, büyük önem ve hassasiyet gerektiren bu operasyonları alanında uzman ekipleriyle gerçekleştirdi.
Turkish Cargo, sanat eserleri için üç adet hassas kargo odası ve bu konuda sertifikalı çalışanları ile dünyanın 127 ülkesindeki müşterilerine hizmet veriyor, ayrıca taşıdığı hassas ve değerli kargoların her hareketini, depolama tesisleri ve çevresindeki kameralarla sürekli gözetim altında tutuyor.
Bayrak taşıyıcı Türk Hava Yolları’nın 320’den fazla destinasyonu içeren geniş uçuş ağına ek olarak, dünyada 95 destinasyona direkt kargo uçuşu gerçekleştiren Turkish Cargo, farklı kültürlere ait tarihin en değerli eserlerini yüksek teknoloji kullanarak en korunaklı şekilde taşımaya devam etmekte.
Kybele Heykeli Hakkında Prehistorik dönemlerden itibaren Akdeniz havzasında özellikle Anadolu’da bereket ve bolluğun sembolü ve koruyucusu “ana tanrıça” olarak tapınılan Kybele’nin iki yanındaki aslanlar, doğa ve hayvanlar üzerindeki hakimiyetini sembolize ediyor. Antik dönem sosyal ve dini yaşamında kişilerin olmuş ya da olmasını diledikleri istekleriyle ilgili ya da inandıkları tanrısal varlığı onurlandırmak üzere tanrı ya da tanrıçalara adak sunmaları yaygın bir gelenekti. Tanrıyı onurlandırmak üzere tapınaklar ya da kutsal alanlara sunulan materyaller “adak objesi” olarak değerlendirilirdi. Kişinin sosyal ve ekonomik statüsüne göre adak objeleri, basit bir taş parçasından gösterişli bir heykele kadar farklılık gösterebiliyordu. Sideropolisli Asklepiades’in Oniki Tanrı Ana’ya sunduğu bir adak heykeli olarak tarihte bilinen Kybele’nin yazıt bölümünde, “Hermeios’un oğlu Sideropolisli Asklepiades adağı Oniki Tanrı Ana’ya dikti.” ifadesi yer alıyor. Türkiye’den 1960’lı yıllarda İsrail’e kaçırılan Kybele heykeli, uzmanlarca MS 3. yüzyıla tarihlendiriliyor. İncelemelerde, söz konusu heykelin tipolojik özelliği, kullanılan mermerin cinsi, işçiliği ve yazıtından edinilen bilgiler ışığında kuvvetle Anadolu kökenli olduğu anlaşılıyor. İade Süreci Türkiye’den kaçak yollarla İsrail’e ulaşan Roma Dönemi eseri “Kybele”, burada bir İsrail vatandaşı tarafından satın alındı. Yurt dışına çıkarmak üzere 2016 yılında İsrail makamlarına başvuruda bulunan kişi, heykelin Anadolu kökenli olduğunu beyan etti. İsrail makamlarının eser fotoğraflarını Türkiye’ye iletmesiyle takibe başlayan Kültür ve Turizm Bakanlığı, eser ABD’ye ulaşmak üzereyken Anadolu kökenli olduğunu bildirdi. Eser sahibinin heykeli bir müzayede evi aracılığıyla satmak istemesi üzerine Bakanlık ABD makamlarından bu satışın durdurulmasını talep etti. Eseri elinde bulunduran kişi, bu takibin ardından kendi malı olduğunu beyan ettiği heykele iyi niyetli bir alıcı olarak sahip olduğunu belirterek ABD’de dava açtı. Kültür ve Turizm Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı ve Türkiye’nin New York Başkonsolosluğu Kybele’nin iadesi konusundaki karşı iddialarını mahkemeye taşıdı. Heykelin, 1964’te Afyonkarahisar’da yapılan bir yol çalışmasında bulunan ve ilin müzesinde sergilenen “Kovalık eserleri”ne tipolojik benzerliğinin İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü uzmanlarınca bilimsel raporla vurgulanması üzerine, kolluk kuvvetleri koordinasyonunda, Afyonkarahisar Müzesi Müdürlüğünce eserlerin çıktığı düşünülen bölgede 1960-1970’li yıllarda yaşayan şahısların bilgisine başvuruldu. İfadesine başvurulan kişilerden birinin heykeli, fotoğrafını görmeden tarif ederek, kaçırılan Kybele heykelini diğer benzer heykel fotoğraflar arasından seçmesi, eserin Türkiye’de bulunduğunun destekleyici bir kanıtını oluşturdu. İfadeler ve elde edilen belgeler sonucu, Konya’da yaşayan bir şahsın o dönem tarihi eser kaçakçılığı yaptığı belirlenirken Konya Müzesi Müdürlüğünce bulunan savcılık belgeleriyle Afyonkarahisar’da anılan bölgede kaçakçılık eylemleri ve benzer eserlerin yasa dışı edinimine ilişkin ek deliller sağlandı. Bilimsel kanıtlar ve eserin ortaya çıkarıldığı yıllarda bölgede yaşayan görgü tanıklarının ifadeleri ile Afyonkarahisar’daki kaçakçılık olaylarına ilişkin belgeler Kybele heykelinin Türkiye’ye ait olduğunu doğruladı. Türkiye’nin hızlı ve titiz takibi sonucu, ABD’de dava görülmeye başlamadan eser sahibi Kyble heykelini uzlaşmacı bir tavır göstererek Türkiye’ye iade etmeyi kabul etti.
youtube
The post Turkish Cargo 1700 yıllık “Kybele” heykelini 60 yıl sonra Türkiye’ye taşıdı first appeared on Aeroportist I Güncel Havacılık Haberleri.
from Aeroportist I Güncel Havacılık Haberleri https://ift.tt/3nf0Ybh via IFTTT
0 notes
Photo
ejderhanı nasıl eğitirsin - dean deblois, chris sanders (2010)
‘’cressida cowell'ın romanından aktarılan ejderhanı nasıl eğitirsin, iri yarı vikinglerin ve vahşi ejderhaların destansı dünyasında geçiyor. ejderha savaşının bir hayat tarzı olduğu berk adasında yaşayan bir genç, yaralı bir ejderhayla karşılaşır ve dünyası alt üst olur.’‘
senin ejderha ne durumda?
ejderha?
ejderha bazen çok başlı resmedilir. genellikle üç, dört veya yedi başlıdır. bunlar üç ilkeye (tuz, sülfür ve cıva), dört elemente veya yedi gezegene tekabül eder.
mitolojide ejderha doğu ve batı mitolojisinde ejderhalar ‘’çesitli hayvanların özelliklerini bünyesinde toplayan ve bundan dolayı-belki bütün hayvanların gücünü ve niteliklerini toplu olarak sembolize eden ve timsah ya da kertenkeleden köken alan canlılar olduklarına inanılır. uzak doguda uzun ömürleri ve güçleri nedeniyle bilgeligin sembolüdürler. bunların en büyüklerinden biri olan “komodo kertenkelesi” ejderha efsanelerinin bazılarından köken almaktadırlar . çin mitolojisinde çok sık rastlanan ejderha, pek çok tür hayvanın garip bir karısımı olarak bir devenin basına, bir erkek geyigin boynuzlarına, bir canavarın gözlerine, bir inegin kulaklarına, bir yılanın boynuna, bir midyenin göbegine, bir sazan balıgının pullarına, bir kartalın pençelerine ve bir kaplanın ayaklarına sahiptir. kafasının üzerinde “chi’ih muh”denilen büyük bir parça vardır. gövdesi birlesik üç bölümden sekillenmistir. gövdesinde 117 adet bulunan pullardan 81 tanesi iyi (yang) etki gösterirken, 36 tanesi ise kötü (ying) etkiyle doludur. böylece ejderha hem biraz koruyucu hem de biraz yok edicidir. boyun altındaki pulları terstir ve her bir ayagında bes adet parmak bulunur. bir erkek ejderha disisinden, tepesine dogru giderek incelen dalgalı bir boynuzla ayrılır. ayrıca disi ejderhanın burnu da düzdür. kanatlı ejderhalar oldugu gibi, at-ejderha, bogaejderha, köpek-ejderha, kurbaga-ejderha ve balık-ejderha’da vardır. ejderhaların en önemli düsmanı belki kaplandır ama kaplan baslı ejderhalara da rastlanılır. görüldügü gibi ejderhalar diger hayvanlara da dönüsebilirler ejderhalar kesinlikle suyla ilgilidir. yagmurun ve suyun efendisi, gök gürültüsünün tanrısı ya da yagmurun ve suyun tanrısı olarak anılırlar. fırtınalar çıkaranlar da vardır. bazı mitolojilerde ısık tanrısıdır. yeni dogmus bir ejderha, bir solucan veya bir yılan ya da bir kertenkeleden daha büyük degildir. ancak çok süratli gelisirler. ejderhaların kemikleri olduguna inanılan, fosillere ait kemiklerin tıbbi amaçlı olarak kullanıldıklar görülür. ejderhaların yakınlarında kesinlikle tedavi edici özellige sahip sifalı otlar vardır. ejderhalar derilerini dökerler ve bazen de kemiklerini fırlatıp atarlar. bes ayrı renge sahip ejderha kemiklerinin iç organlara yönelik olarak tedavi edici etkileri bulunmaktadır. buna göre mavi renk kemikler karaciger ve safra kesesi; beyaz renk olanlar akciger ve ince bagırsak; kırmızı renkliler kalp ve kalın bagırsak; siyah renktekiler böbrekler ve mesane; sarı renk kemikler ise dalak ve mide üzerine etkilidir. ayrıca ejderhaların tükürügünün de tedavi edici özellikte oldugu bildirilmektedir. tanrıların, ejderhalar üzerinde yolculuk yaptıklarına inanılır genel olarak yılan kuyruklu, kanatlı ve arslan pençeli mitolojik hayvanlar olan ejderhalar “uçan yılan” olarak da nitelendirilirler. kaynagı eski babil ve sümer inançlarıdır. aslında her ulusun mitolojisinde ejderhalar vardır ve onlarla hep savasılır . germen kavimlerinin nibelungen efsanelerinde ve ayrıca yunan mitolojisi içerisinde korkunç ejderha motifleri vardır ve bunlar çesitli kahramanlar tarafından öldürülürler . yunanca ejderha “gözcü” demektir. zaten ejderha, pek çok öyküde kutsal suların gözcüsü ve bekçisidir. sümer, babil, akad ve hititlerde erkek kahramanlar veya tanrılar ejderhaları öldürürler . mitolojide ejderha motifi türk sanatında da hint ve çin sanatı kadar yaygındır. türk mitolojisinde büyük yılan biçimli olarak betimlenen ejderhaların, üçten yediye kadar degisen sayıda basları bulunmaktadır. yedi baslı ejderha anlamına gelen “büke” sözcügü yakut türkleri tarafından büyüklere unvan olarak verilir. ejderhaların kuyuların diplerinde sarayları vardır. insan eti yiyen ejderhalar, genç kızları buralara kaçırırlar. ejderha türk mitolojisinde zaman zaman dünyayı tasıyan bir hayvan olarak da kabul edilir . dört yön ile iliskisi vardır ve gök ile yer-su kültlerinin varlıgı nedeniyle astrolojiyle iliskili olarak farklı sembolik anlamlar yüklenmistir. türklerde bir ejderha kültünden söz edilebilir. ejderhaların, karanlık yer ejderi, . gök ejderi, sarı ejder, agaç ejderi ve kırmızı ejder gibi tipleri bulunmaktadır. kökenini timsahtan aldıgı ileri sürülür . ejderha, eski türklerin “12 hayvanlı takvimi”nde de yer almıstır. ejderha çin’de oldugu gibi, türklerde de bir hukuki sembol olarak kullanılmıs olmalıdır .yunan mitolojisinde ejderha ile ilgili, diger toplumların inançlarıyla paralellik gösteren öyküler anlatılır. ekhidna adı verilen ejderhanın yeraltında ve yeryüzünde ne kadar korkunç köpek ve canavar varsa, hepsini yarattıgına inanılır. lerna ejderi adlı dokuz kafalı bir yılanejder vardır. herakles’in onun zehir saçan kafalarını kopardıgına ve ölümsüz olan bir kafasını da bir kayanın altına gömdügüne inanılır . zümrüdüanka: anka, hüma, semender, devlet kusu, phoenix, simurg, sSirenk gibi adlarla da anılır. dünyanın farklı yörelerinde çesitli dinsel ve büyüsel etkileri olduguna inanılan mitolojik bir kus olup, bir sıgırı ya da bir fili tasıyabilecek kadar büyüktür. kaynagı eski mısır inançlarında bulunmakla beraber çin’den _ran mitolojisine kadar hemen her yerde yaygındır. güvercine benzetilerek tasarlanan bu kus, zümrüt yesili kanatlara sahip olup, ayrıca altın renkli uzun tüyleri bulunan güzel sesli bir erkek kus olarak imgelenir. kaf dagının ardında yasayan ve sadece kemikle beslenen bu kusu kim öldürürse 40 gün içinde ölür ve üzerinden geçtigi kimselere de mutluluk getirir. her zaman için dünyada tek olarak bulunan anka kusu 1700 yıl yasar ve kendini atesten yeniler. Ölecegi zaman yuvasını atese verip kendisini yakar ve o yanarken de yeni ve genç bir anka kusu meydana gelir. genç kus babasının küllerini heliopolis’deki günes tapınagına götürüp bırakır. kimin basına konarsa (devlet kusu), ona büyük zenginlik ve mevki getirir. yüzü insana benzer; gövdesi ise her hayvandan bir parça alınarak yapılmıs olup boynu çok uzun ve ak bir halka ile sarılıdır. çinliler onu raks ve müzigin mucidi sayarlar. çesitli masallarda, onun genis kanatları üstünde ülkeden ülkeye uçuldugu tasarlanan bu kusun çogunlukla insanlara görünmedigine de inanılır degisik kültürlerden araplarda roc, hintlilerde Garuda, yunanlılarda salamandra ve iranlılarda ise simurg ya da semender olarak adlandırılır. Simurg (Otuz Kus) efsanesi çok ünlüdür. Bu efsanede kuslar kendilerine bir kral seçmek isterler. krallıga kaf dagında oturan simurg’u uygun bulurlar. hep birden gidip, ona baglılıklarını bildirmek isterler. yola çıkan kuslardan bazıları, kaf dagı çok uzak oldugu için yorgunluktan yolda ölürler. amaçlarına ulasmak için karsılarına çıkan engelleri asmaya çalısırlarken, çok sayıda kus daha ölür ve sonuçta milyarlarca kustan geriye yalnızca otuz kus kalır. onlarda bitkinlikten can çekismektedirler. güçlükle kaf dagına varırlar. burada tahta oturtulan kuslar, okumaları söylenen önlerindeki kagıdı okuduklarında, o zamana kadar bütün yaptıkları seylerin o kagıtta yazılı oldugunu görürler. bu arada simurg belirir. otuz kus bir bakarlar ki karsılarındaki simurg kusu, aslında kendilerinden baska bir sey degildir. hintlilerce garuda olarak adlandırılan aynı kusun bir kartala benzedigi ve kartalın gaga, pençe ve basına sahip oldugu ancak gövde, kol ve bacaklarının ise insan görünümünde oldugu bildirilmektedir. garuda dogdugu zaman o kadar parlaktır ki, onu bir tanrı sanarak ibadet edenler olur. garuda tanrı visnu’nun binek hayvanıdır. ilahi güçlere sahip olan garuda’nın ulasılamaz güçlügü ile kuvvetin iyiligini fakat, bazı yaratıkları kaçırıp yemesiyle de kötülügü temsil ettigi düsünülebilir. hint mitolojisi, garuda ile ilgili söylenceler yönünden çok zengindir. bazı dogu toplumlarında ise phoenix olarak adlandırılan bu efsanevi kusun günesin kusu oldugu ve büyük bir atesin küllerinden dogduguna inanılır ve ona heliopolis’te tapılır. öldükten sonra dirilmenin bir simgesi olarak kabul edilen phoenix, ra (günes tanrısı) ile yakından iliskilidir. eski mısırlılarca benu kus olarak adlandırılır ve tanrı ra’nın formlarından biridir. kaos ve karanlıktan çıkan hayatın ve ısıgın sembolüdür. asya’da phoenix’in çok eski bir kus olduguna, çok uzun yasadıgına ve evrenin yaratılısına tanıklık ettigine inanılır ayrıca “stymphalos” adlı arkadia kentinde gagaları ve pençeleri tunçtan, tüylerini ok gibi fırlatan “stymphalos kusları” adlı mitolojik kusların yasadıgı bir kent vardır ki bu kusları daha sonra herakles öldürmüstür.’’
8 notes
·
View notes
Text
Tanrı Zeus
Tanrıların, insanların, gökyüzünün ve şimşeklerin tanrısıdır. Çapkınlıkları ile ilgili birçok hikaye vardır. Tanrıçalar dışında ölümlü kadınlarla da ilişkileri olur. Hatta erkek güzeli olan Ganymedes’e ilgi duyduğu biliniyor. Birçok tanrının yanı sıra yarı-tanrının da babasıdır. İnsanlardan olan çocuklarından Herakles (Herkül) ve Perseus en bilinenleridir. Şekil değiştirme yeteneği olan Zeus, bu…
View On WordPress
0 notes
Text
Mars Akrep burcunda...
Savaş, savunma ve mücadelenin temsilcisi Mars 19 Kasım 2019 saat 10:40’da Akrep Burcu’na geçiş yapıyor. 4 Ekim 2019’dan bu yana Terazi Burcu’nda zorlanan Mars, 3 Ocak 2020’ye kadar yüceldiği ve güçlü olduğu, gücünü gösterebildiği burçta serüvenini sürdürecek.
Terazi’de uzlaşmaya, diplomatik olmaya gayret ederken kendini ortaya koyamayan ve harekete geçmekte zorlanan, gerçek isteğini ifade etmekte pek de başarılı olamayıp pasif mücadelede kalan Mars artık daha güçle amaca yönelik harekete geçiyor.
Akrep burcunun özelliklerini gözden geçirerek değerlendirmeye başlayalım çünkü Mars’ın mücadele tonu bu doğada olacak. Akrep Burcu arzularıyla, derinlemesine incelemeleriyle, dayanıklılığı ve korkusuzluğuyla, kendi karanlığıyla yüzleşip dönüşebilme yetisiyle ve tüm bunları kuşku ve tutkuyla yapması ile tanınır. Hesaplaşması da, kini de, sınavı da derinden… Ya hep ya hiç… Öleceğini bilse bile…
Mars da Akrep burcunda pes etmeksizin işte bu “ya hep ya hiç” ile ilerliyor. Akrep burcu yer altı çalışmaları, gizli-gizemli arka sokakları da işaret ettiğinden Mars mücadelesini derinden ve yer altından sürdürecek. Çözülmesi gerekenler çözülecek, Akrep’in kindar yanı nedeniyle varsa intikam alınacak sabırla, kararlılıkla, gözü karartarak, dayanıklılığını da ortaya koyarak. Saplantılar da pakete dahil ne yazık ki.
Akrep’in ölüm ve sonrasına da takık yanı Mars’ı ölüme meydan okumaya çağırıyor. Magazin gündeminde sıkça duyduğumuz “gerçeklerin er ya da geç ortaya çıkmak gibi bir huyu var” cümlesini hatırlarsınız sanırım… Bu cümleden Mars Akrep kokusu geliyor bir miktar… Gerçekler ortaya elbette ki aniden çıkmıyor; gizlice eşeleme, casusluk, araştırma, yer altı faaliyetleri, odaklanma, güç savaşı ve sonuç: Aaaaa nasıl olduysa toprak çökmüş köstebek çukurları gün yüzüne çıkıvermiş:)
İstanbul’dan baktığımızda para-güven-değer alanında hareketine devam ediyor Mars. Akrep burcu ile buluşması ile birlikte başlayan, 24 Kasım tarihinde netleşen bir Uranüs karşıtlığı ile iç-dış kaynaklar aksında sarsıntılar, kazalar, şok edici konular, gözden kaçmış ya da bilemediğimiz ani maddi gelişmeler girebilir gündemimize. 21 Aralık ve sonrasında, 3 Ocak’ta Yay burcuna geçene kadar, Mars’ın Akrep’si savaş enerjisi haber, medya, iletişim, akıl, ifade, muhakeme, sözleşme, öğrenme, bilgilenme alanına doğru geçiş yapacak. Akrep’in manipülasyon yetisini de es geçmeden, savaşa girerken satır aralarını dikkatli okumakta yarar olacaktır.
Seksi Akrep ile eylem kişisi Mars buluşursa tabii cinsellik konularının da altı çizilir. Mars Akrep, güzeller güzeli Venüs Yay burcunda iken özgür, güler yüzlü, kısa sürebilecek, gündelik heyecanları çağrıştırdığından bahsetmek çok da yanlış olmaz.
22 Kasım tarihinde Güneş Yay burcuna geçerken, Akrep burcundaki Mars ve Merkür belli ki biz neşeyle, coşkuyla ve özgürce bir yaşam enerjisine evrilirken kulaklarımıza derinden üflemeye devam edecekler…
Peki biz bu süreçte ne yapalım? Gerçekleri, gizli kalmış konuları ortaya çıkarma enerjimizi kendimize, projelerimize, kendi güzel gelecek ve gelişim/dönüşüm araştırmalarımıza ve hatta arındırmaya yönlendirelim örneğin. Mars’ın Akrep’te olmasının vereceği yüksek fiziksel enerjiyi spor yaparak kullanalım. Kendimize, güç savaşlarının içine doğru gaz vermeyelim; hele bir de takıntılı-saplantılı ve intikam tütsüsü içerenlere karşı da gaz almamaya gayret edelim.
Amacımızı kendi dönüşümümüze kilitleyip mücadelenin tonunu orada bırakmak ne iyi fikir. Hayatın tadını böyle çıkartalım dilekleriyle…
Mitolojik Bakışla Mars
Roma Mitolojisinde Mars, savaş tanrısıdır (1). Juno ile Jüpiter’in oğludur. Mars sözcüğünün herhangi bir Hint-Avrupalı türevi olmadığına göre, büyük ihtimalle Etrüsk ziraat tanrısı Maris’in Latinize edilmiş bir biçimidir. Başlarda Romalı bereket ve bitki tanrısı, çiftlik hayvanlarının, ekin alanlarının koruyucusu iken daha sonraları savaşla özdeşleştirilmiştir; sonunda Yunan Mitolojisindeki Ares’in Roma mitolojisindeki dengi olmuştur.
Mars, Roma’nın kurucusu Romulus’un efsanevi babasıydı ve bu nedenle Romalılar atalarının Mars olduğuna inanırdı. Roma’da erkek tanrılar arasında en güçlü ikinci konumdadır. Asil görünüşlü ve asla yenilmeyen bir tanrıdır. Romalılar Yunanistan’ı fethedince Ares’le bir tutulmuştur.
Yunan Mitolojisinde Ares, Roma devleti bu tanrıya ne kadar değer vermiş, saygı göstermişse, Yunan dünyası onu o kadar hor görmüş, sevimsiz, giderek gülünç bir kişi olarak canlandırmıştır (2). Hele Homeros destanlarında kaba kuvveti simgeleyen Ares‘e eklenmedik aşağılayıcı sıfat kalmamıştır. Azgın, çılgın deli, uğursuz olarak nitelendirilen Ares insanların baş belası, elleri kanlı, kaleler yıkan olumsuz bir varlıktır. Doğuşunu üç dizede şöyle anlatan Hesiodos (Theog. 921) bir daha pek söz etmez bu tanrıdan:
Hera görkemli son eşi oldu Zeus’un
Sevişti tanrıların ve insanların kralıyla
Hebe’yi, Ares’i ve Eileithya’yı doğurdu Hera
Ares’in annesi Hera ile herhangi bir ilişkisine pek rastlanmaz destanlarda, hele babası Zeus’un ondan hoşlanmadığı besbellidir. Troya savaşında yiğit Diomedes Athena’nın yardımıyla karnından yaralar Ares’i, o da Zeus’un yanına sığınıp ağlaşır. Tanrılar babasının bu sızlanmalara verdiği karşılık şudur (İl.V, 889 vd.):
Böyle ağlaşıp durma dizimin dibinde, dönek Olympos ‘ta oturan tanrılar arasında
benim iğrendiğim tanrısın sen,
hep hırgür, kavga, savaş işin gücün,
ele avuca sığmaz huysuzluğun, biliyorum,
anadan gelme sana, Hera’dan
ben de ona zorla dinletirim sözümü.
Asıl çekişmesi de Athena iledir, çünkü Athena aklın yönettiği savaşı, Ares ise akılsızca, körü körüne çarpışmayı simgeler. Bu çatışmada elbette ki akıl üstün gelecek. Zeus’un kafasından çıkma, Zeus’un kalkanıyla dövüşen Athena zaferi kazanacaktır.
Bu dev tanrı, Homeros destanlarında sürekli ve yiğit olarak bile gösterilmiyor. Dönekliği zaferi kimi zaman ona, kimi zaman buna vermesinden ileri gelmiyorsa da, baş konusu savaş olan bir destanda savaş tanrının bu kadar hor görülmesi şaşılacak bir şeydir.
Ares’in Aphrodite ile birleşmesinden Phobos (Bozgun), Deimos (Korku) ve bir de Harmonia doğar. Phobos’la Deimos ayrılmazlar babalarının yanından, Enyo adındaki kızı da tanrı neredeyse oradadır. Ona kimi zaman Eriş (Kavga) de katılır.
Ares’in yabani Trakya boylarının yanında oturmaktan hoşlandığı ve bir geleneğe göre kızları olan Amazonların da oradan kaynak bulduğu söylenir.
Herakles destanında Ares, oğlu Kyknos’u yiğitle olan savaşında korumak ister, Athena araya girip Kaderin Kyknos’un yenilmesine karar verdiğini, buna karşı gelmenin akıl kârı olmayacağını söyler, ama Ares akıl ve mantık dinlemez, gene atılır körü körüne savaşa ve Herakles’ten yara alarak gene utana utana döner Olympos’a.
Atina’da adam öldürmelerin ve dinsel suçların yargılandığı Areopagos, yani Ares tepesi diye bir yer vardır.
Kaynakça:
(1) Wikipedia, Mars
(2) Azra Erhat, Mitoloji Sözlüğü, Ares, Remzi Kitabevi, 1972, s.51-52
#Mars #Akrepburcu #Ares #astroloji
👨🏻🎨Guernica | Pablo Picasso - Akrep burcu ressam
0 notes
Photo
“Yunan Mitolojisi'nde yarı tanrı Herakles, gücünü bastığı topraktan aldığını anladığı yenilmez sanılan devi, ayaklarını yerden keserek yenmiştir. Komünistler de ayaklarını sağlam toprağa bastıkları, yani emekçi yığınlarından kopmadıkları süre yenilmeyeceklerdir.” - Vedat Türkali
46 notes
·
View notes
Text
Promethe’nin ne olduğu, daha doğrusu kim olduğu çoğumuz tarafından bilinmeyebilir. Promethe, Mitolojide bir tanrıdır. Ama ne var ki, insalcıldır. Tanrılar, ateşten yararlanmayı salt kendileri için düşünüp saklayınca, Promethe, onu çaldı; içi oyuk bir bastona gizleyerek insanlara getirdi. Promethe bununla da kalmadı, insanlara uygarca yaşamalarını öğretti; ev yapmalarını, yaban hayvanları evcilleştirmelerini ve onlardan yararlanmalarını, yeraltı ve yerüstü madenleri işlemelerini, yazı yazmalarını, resim yapmalarını, güzel sanatların her dalıyla ilgilenmelerini, kâhin olmalarını, tıp bilimi öğrenmelerini sağladı. Zeus ve öteki tanrılar bu duruma öfkelendiler, Promethe’yi zincire vurarak Kafkas Dağı’nın tepesine bıraktılar. Orada bir kartal Promethe’nin her gece yeniden oluşan karaciğerini yiyerek ızdırap veriyordu. Herakles (Herkül) adlı dostunun yardımıyla zincirlerinden kurtuldu Promethe. Gücünü toplayıp karaciğerini her gün yiyen kartalı bularak, öç olarak Zeus'un Promethe’yi cezalandırmakla görevlendirdiği kartalın karaciğerini yedi. Zeus bu şekilde cezasını sonlandıran Promethe’yi affetti. Mitolojide iyi yürekli tanrı olan Promethe, çaldığı o ateşle insanların birbirlerini yakacağını bilseydi belki de hiç çalmazdı o ateşi... * * * Suç sende Promethe, suç sende! Sen verdin ateşi Neron’lara. Ateşle başladı uygarlık(!)... Şehir yaktılar, kitap yaktılar, insan yaktılar, bir anda otuzbeş can yaktılar, otuzbeş can... Neron’lar çoğaldı Promethe! Suç sende, suç sende Promethe! Al ateşini, ver tanrılığını, ateşlerin tümünü al, tetiktekini de... Şeyh Bedrettin’imi ver, Cömert Bedrettin’imi ver, Bedri Aysan’ımı, Asım Bezirci’mi, Uğur Mumcu’mu ver, Bahriye Üçok’umu, Metin Altıok’umu ver. Artık Sivas ellerinde sazım çalınmıyor, Sivas ellerinde canım alınıyor. Oy Sivas’ım Sivas’ım, dinmeyecek mi yasım! Ölüm zinciri halka halka ey Promethe, ölüm yağıyor halka! Eli başında bir Roden (Rodin)’im şimdi, sen de al başını ateşi verdiğin eller arasına, düşün Promethe düşün, düşünme zamanıdır! Tetikten kibrite değin al ateşin her türünü, ver tanrılığını. Düşün Promethe düşün, noktası konsun artık! _Rıza Aslan, Al Ateşini Ver Tanrılığını Promethe _Görsel: Jan Cossiers
#Sivas Katliamı#Rıza Aslan#Al Ateşini Ver Tanrılığını Promethe#2 Temmuz 1993#Yürekbalı#İnsan#Ateş#Jan Cossiers
32 notes
·
View notes
Text
Astrea
Bundan birkaç gece önce, sabaha yakın dışarı çıktığımda, hemen hemen her gece yaptığım gibi yine kafamı kaldırıp gökyüzüne baktım.Yıldızlar, her zamanki gibi yerlerindelerdi.Milyonlarca yıllık yerlerinde, hepsi biriktirdiklerini anlatmak istercesine bekliyorlardı. Yaz üçgeni gökte tüm görkemiyle parlıyor, Çoban Yıldızı’ndan asılmış Küçük Ayı ve doğuda ufuk çizgisinin hemen üzerinde gün doğumunu müjdeleyen Venüs göz kırpıyordu.
Yaz üçgeni, gökyüzünün yaz aylarında taktığı bir taç gibidir benim gözümde. Kuğu takım yıldızından Deneb, Kartal’dan Altair ve Lir’den Vega yaz boyunca gökyüzündeki en parlak yıldızlar olurlar. Ve ayı denilen ama benim daima kepçeye benzettiğim Küçük Ayı, Kutup Yıldızı’ndan asılı gibi gelir hep.
Sonra her defasında yaptığı gibi Terazi’yi aradı gözlerim. Kendi burcum olması dışında bir özelliği yoktu, dağınık ve belirsiz bir yıldız kümesinden ibaretti.
Ne içinde barındırdığı Kutup Yıldızı sayesinde her daim yol gösteren Küçük Ayı gibiydi ne de Avcı gibi mutsuz biten bir hikayesi vardı.
Yıldızların ilk oluşumundan beri orada Akrep’in hemen yanında, sabırla adalet için beklemekten başka bir şey yapmıyordu Terazi.
Adaleti temsil ederdi.Milyonlarca yıldızın arasında gizlendiği yerde onu yalnızca arayan bulurdu. Dünyadaki tüm kötülüklerin arasında bir yere gizlenmiş olan adalet gibi.Yalnızca arayanlara kendini gösterirdi.
Hepsi oradalardı, tüm yıldızlar milyonlarca yıldır neredeyse hiç kıpırdamadan tüm olan biteni izliyor, hiç kimsenin hatırlamadığı yaşanmışlıkları, kadim çağlardan kalan bilgelikleri içlerinde barındırıyorlardı. Dinlemek istedim; yüzyıllardır insanların anlattığı hikayelerini bir de kendi ağızlarından duymak istedim.Gözlerimi kapattım ve gecenin sessiz sesine kulak verdim. Ancak..
Suskunlardı.
Susmuşlardı.
Ya da biz onları duymayı unutmuştuk. İnsanların seslerine kulak vereli beri, yıldızların geceleri fısıldadıkları hikayeler duyulmaz olmuştu.
Küskünlerdi.
Sessiz ve ıssız serin çöl gecelerinde gezginlere anlatılan, sıcak Akdeniz akşamlarında evlerinin damlarında yatan küçük çocukları uyutmak için fısıldanan o hikayeler, zamanda yitirilmişlerdi.Dünya üzerinde kurulmuş ve kurulacak tüm krallıklardan daha kadim olan o görkemli gökyüzü krallığının tüm fertleri susmuştu. Zamanın dışında asılı kalmış gibi, öylece duruyorlardı.Dünya üzerinde yaşamış ve yaşayacak olan herkesi görmüşlerdi, göreceklerdi. Yaşları dünyanın yaşını bile katlayacak kadar büyük olan bu varlıkların tarihleri, tarihin de öncesine uzanıyordu. Zamanın en başına.İnsan ömrünün görmeye yetemeyeceği kadar ömrün bitişini görmüş, hiç bir insan hafızasının aklında tutamayacağı kadar çok olaya şahit olmuşlardı.
Her şeyin başlangıcından bu yana Yaratıcı’nın evrenin her yerine serpiştirdiği o varlıklar, zamanın en kadim şahitleriydi.
Bazen anlatırlardı zamanın kıyılarına bıraktıklarını. Belli belirsiz bir fısıltıyla, şahit olarak yaşadıkları her şeyi anlatırlardı.Yıldızlardan başka yoldaşın olmadığı uzun ve yalnız gecelerde duyarlardı insanlar bu sesleri.Binbir yalancı yıldızla doldurulup, gece olmaktan çıkarılmış gürültülü karanlıklarda değil.
Hiç görmesek bile orda olduğunu hissettiklerimiz vardır bazen, işte ben de öyleydim.
Hiç duymasam da inanıyor, ve inandığım için de hissediyordum.
Bir umut baktım yeniden. Tam tepemde Kuzey Kutup dairesine yaşayan her insanın yaz gecelerini süsleyen Vega tüm görkemiyle parlıyordu, yanında Altair, eski Çin efsanelerinde anlatıldığı gibi kavuşmak için Vega’sını bekliyor, hemen yanında; Kuğu’sunun kuyruğunda asılı olan Deneb ile birlikte insanlığa yüzyıllardır süren ve belki de hiç bitmeyecek bir yolculuğu anlatıyordu.
Hepsinin anlatacak bir hikayesi vardı.
Orion, Artemis’e olan aşkının bedelini göğe hapsedilerek ödeyişini anlatacaktı.
Ömrünün son demlerini yaşayan Akrep’in öldürdüğü Avcı’ya söyleyecekleri vardı.
Avcılık ve orman tanrıçası Artemis’in emri altındaki yüzlerce avcıdan biriyken Artemis aşık olmuştu Orion’a. Ama ikiz kardeşi olan Apollon kıskandığı için zavallı Orion’u başı bir nokta gibi görünecek kadar uzağa götürmüş ve okçulukta üstüne kimseyi tanımayan Artemis’e meydan okumuştu.Onun sevdiği adam olduğunu bilmeden okunu çekip vurmuştu Artemis. Farkettiğinde her şey için çok geçti ve ya onu yer altındaki ölüler krallığına ya da gökyüzüne, terk edilmiş boşluğa gönderecekti.Babası Zeus’tan Orion’u gökyüzüne bir yıldız olarak çıkarmasını istemişti o da. Başka bir hikayede ise, yeryüzündeki her canlıyı öldürdüğü için tanrıça Gaia, Akrep’ten Orion’u öldürmesini istemişti.
Kuğu, güneye gibi görünse de sonsuzluğa uzanan yolculuğunda gördüklerinden bahsedecekti.
Dünyanın ikizi, sabahın kıymetli incisi Zühre (Venüs) Harut ve Marut’u nasıl kandırdığını anlatacaktı.
Ama susmuşlardı.
Gözlerim yeniden Terazi’ye döndü.
Onu farklı yapan bir şey vardı aslında. Astrea vardı, adalet tanrıçası Themis ile baştanrı Zeus’un kızı Astrea.
Diğer tanrıların aksine cezalandırmayla ya da ölümle değil, kendi isteğiyle çıkmıştı insanların arasından gökyüzüne.
Bir yenilginin değil, pes edişin öyküsü vardı o silik yıldızların arasında.
Kendimi adlandırdığım Astrea vardı orada bir yerlerde gizlenmiş..
İnsanların onun için söyleyecekleri çok şey yoktu. Diğer yıldızlar gibi bir hikayesi de yoktu anlatabileceği, ifade ettiği bir şey de yoktu pes edişten başka insanlara gösterebileceği..
Ordaydı, yüzlerce yıldır sabırla farkedilmeyi beklemişti. Gizlendiği karanlıkların ardında, tahtında oturan yalnız, hüzünlü bir kraliçe gibiydi.
Bekliyordu, her şeyin düzelmesini. İnsanların yeniden onu farketmesini.
Yeryüzündekilerin onu farkedişiyse belli aralıklarla kapısını çalıp giden bir kuyruklu yıldızın dönüşüne denk gelmişti. 575 yılda bir gelirdi aslında, özlenen bir dost gibiydi Astrea için.
Kuyrukluyıldızlar hem yerdekiler hem de göktekiler için değişiklik demekti.
İnsanlar için her daim sabit olan gökte bir hareketlilik, yıldızlar içinse takılıp kaldıkları boşluğun dışından gelen birileri demekti.
Kimse onların nerelere gittiğini, neler gördüğünü bilmezdi.
İnsanların ömürleri onların bu düzenli dönüşlerini görmek için fazla kısaydı. Hayatı boyunca iki kuyruklu yıldız gören çok nadirdi, aynı kuyruklu yıldızın dönüşüne denk gelense yoktu.
Bu yüzden onların gelişine haberler atfederlerdi.
Gelen her kuyruklu yıldız, ya bir yas haberi ya da müjde getirirdi.
Astrea’nınkiyse yas getirmişti.
Her ne kadar mantıklarına düşkün olsalar da Romalılar için bir kuyruklu yıldızın imparatorlarına getirdiği ölüme itiraz eden yoktu.
Yüzyıllar sonra Terazi’ye uğrayan kuyrukluyıldızı farkettiklerinde bir şeyler olduğunu anlamışlardı. Korkak adalet tanrıçası Astrea’ya gelen yıldızın mutlaka bir şey ifade ediyor olduğuna inanıyorlardı. Nitekim kısa zaman içerisinde imparatorları Sezar ölmüştü.
O zamandan sonra Astrea’nın yenilgiyle anılan adı, ölümle anılmaya başlanmıştı.
Ölüm getiren yıldızın geldiğiydi Terazi.
Adalet, ölüm getirmişti.
Ölümü hakeden imparator, adalet tanrıçasının emriyle öldürülmüştü.
Zeus ve Themis’ in kızıydı Rea, baş tanrı ile adalet tanrıçasının kızı. Annesi Themis, adaleti sağlardı, tanrılar için de insanlar için de.
Ama adaletsizlikler karşısında her daim sessiz kalırdı, ceza veremezdi.Onun yerine intikam tanrıçası Nemesis intikamını alırdı.
Böyle görmüştü Rea, ve annesi gibi daima yönlendiren ama harekete geçmekten aciz bir tanrıça olmuştu.
Zeus’un kıskanç karısı Hera tarafından dışlanmış, ve diğer tanrılarca da sevilmemişti. Çünkü Astrea ne yaparsa yapsın, huzur sağlanmıyordu. Ne şımarık tanrılar güzel sözden anlıyordu ne de insanlar merhametten.
Tanrıların arasında sağlayamadığı huzuru, insanların arasında aramak için yeryüzüne indi Rea.
Ancak insanların arasında yaşadığı yüzyıllar boyunca onlara doğru olanı söylemiş olmasına rağmen hiç bir zaman harekete geçmemişti. Çünkü o Nemesis gibi değildi. İntikam almazdı, zarar vermezdi.
Ama zarar görüyordu.
Sürekli sorun çıkarmaya devam eden insanlar, ve hiç bir şeyden memnun olmayan tanrılar ona zarar veriyordu.
Ne zaman zihninde Eris’ in (nifak tanrıçası) fısıltılarını duyup insanlara zarar verecek olsa, düzelme ihtimalleriyle vazgeçiyordu ve içinde biriktirdiği öfkesi, her defasında dönüp onu yakardı.
Ve her şeyin yoldan çıktığı bir zamanda, artık Rea için sabır tükenmişti. İnsanlar aptallardı, ve sürekli hata yapıyorlardı.
Tek bir kez, hayatı boyunca ilk ve son olacak o tek seferde yapması gerekeni yapmıştı.
Adaletin yerini bulması için birine kıymıştı, kendine.
Ve artık, onun için insanların arasından çıkma vakti gelmişti.
Sustuğu sürece asla doğruyu yapamayacağını anlamıştı, ama aynı zamanda doğruyu yaptığı sürece asla kabul görmeyeceğini de farketmişti.
Nemesis, bu yüzden sevilmiyordu.
Ve adalet, dışlanmayı bile gerektirse yerine getirilmeliydi.
Neyse ki görevini yapması gereken tek yer yerin üstü değildi.
Yeraltı dünyasına da, tanrıların oturduğu Olimpos’ a gitmedi, diğerleri gibi yapamadığı için kolaya kaçmak istemedi.
Hakkını insanları her daim izleyebileceği semadan yana kullandı.
Ve oraya, tam terazinin kalbine yükseltildi.
Hiç bir müdahalede bulunmadan izlediği insanlara karşılık gökyüzünün kraliçeliği verilmişti.
Yeryüzünün karanlığı Nyx, ona Zeus’un sahip çıkmadığı gökyüzünü vermişti.
Ve Astrea,
Roma’lıların ölüm getiren Dike’i,
Mısırlıların adalet getiren Ma’at’ı, insanların arasında yaşayan aciz bir tanrıça olmaktan çıkıp, karanlık gökyüzünün hüzünlü kraliçesi olmuştu.
******
Çoğunuzun adliye duvarlarında, mahkeme salonlarında gördüğü gözü kapalı adalet tanrıçası figürünün (Themis) kızı olduğundan da haberi yok belki.
Homeros’ un İlyada’sında ya da Herakles’ in masallarında anlattığı bir hikayeden, Yunanlıların aşırı gelişmiş hayal güçlerinin bir ürününden başka bir şey değil belki Astrea.
Ama benim için bir gerçeklikten de öte, o benim.
Astrea, benim.
Adalete olan katı düşkünlüğümle, verdiğim kararları uygulamadaki acizliğimle, duygularımı görmezden gelip içimde biriktirişimle, öfkemi yutayım derken kendime zarar verişimle, her şeyden kaçıp kendi dünyamdaki krallığıma saklanışımla, beklentileri karşılamayınca pes edişimle, hüznümle, karanlığımla o benim.
Ben bir tanrıça değilim elbette ki. Astrea da değildi. Themis de Nemesis de.
Ancak her hikaye içinde bir gerçeklik barındırır.
Belki de o zamanın abartmaya bayılan tarihçilerinin kurbanı olmuş halk kahramanlarıydılar, ya da nesilden nesile aktarılırken tanrılaştırılmış insanlardan ibaretlerdi.
Bilemeyiz.
Tepki çekeceğimi bildiğim için bu açıklamaları yazma gereği duyuyorum.
Anlatılan mitlere inandığım ya da o tanrılara taptığım yok belki ama sadece seviyorum mitolojiyi.
Çünkü onlar bana Chesterton’un,
“Peri masalları gerçek olmaktan ötedirler: bize ejderhaların var olduklarını söyledikleri için değil; ejderhaları yenmenin mümkün olduğunu söyledikleri için.” sözünü kanıtlıyorlar. Zeus’a ya da başka herhangi birine inandığım da yok.
Orion’un gökyüzündeki bir yıldız kümesinden ibaret olduğunu da biliyorum.Ama bir kez olsun, kafanızı kaldırıp da gökte gördüklerinizin benimkiler gibi olmasını istedim.Baktığınız zaman kadim çağlardan kalan o yıldızlara basit birer ışık muamelesi yapmayın istedim.Onlar evrene rastgele serpiştirilmiş küreler değiller.Her birinin bir anlamı, bir hikayesi var.Her birinin bir görevi var.Sadece kafanızı kaldırıp göğe baktığınızda bile görebileceğiniz kurulu bir düzen var orada. Her saat her saniye işleyen...
1 note
·
View note
Text
Antalya Müzesi'nde Herakles'in Yeri Hazır!
Son dakika haberleri Alanya'nın en hızlı internet haber sitesi Alanya Express'te http://www.alanyaexpress.com/antalya-muzesinde-heraklesin-yeri-hazir/
Antalya Müzesi'nde Herakles'in Yeri Hazır!
Verilen 12 imkansız işi başaran mitolojik kahraman yarı tanrı Herakles’in hikayesinin anlatıldığı, iadesi konusunda İsviçre ile anlaşmaya varılan lahdin sergileneceği Antalya Müzesi’nde hazırlıklar tamamlandı.
Eserin konulacağı özel bir podyumun yapıldığı müzeye “Herakles Lahdi yurduna dönüyor” başlıklı, tarihçe ve iade sürecinin anlatıldığı rolaplar yerleştirildi.
Kültür ve Turizm Bakanlığının girişimleri sonucunda Herakles Lahdi’nin İsviçre’den iadesi konusunda anlaşmaya varılmasının ardından, Antalya Müze Müdürlüğünde çalışma yapıldı. 1960’lı yıllarda Perge’den götürülen, Roma dönemine ait eser için Antalya Müzesi’nde özel bir bölüm oluşturuldu.
“Herakles Lahdi yurduna dönüyor” başlıklı, eserin tarihçesinin ve iadeye kadar geçen sürecin anlatıldığı rolaplar, müzenin girişine ve eserin konulacağı bölüme konuldu. 235 santimetre boyunda, 112 santimetre genişliğinde ve 3 ton ağırlığındaki eserin konulacağı özel bir podyum yapıldı.
-“Asıl önemli olan eserin vatanına dönmesidir”
Akdeniz Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nevzat Çevik, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Perge atölyesinin işçiliklerini yansıtan Herakles Lahdi’nin kıymetli bir eser olduğunu söyledi.
Lahdin, mitolojik karakter Herakles’in 12 imkansız işini anlattığını vurgulayan Çevik, şunları kaydetti:
Verilen 12 imkansız işi başaran mitolojik kahraman yarı tanrı Herakles’in hikayesinin anlatıldığı, iadesi konusunda İsviçre ile anlaşmaya varılan lahdin sergileneceği Antalya Müzesi’nde hazırlıklar tamamlandı.
“Asıl önemli olan eserin vatanına dönmesidir çünkü eski eserler doğduğu yere aittir. Doğduğu yerden başka yere gittikleri andan itibaren oralarda öksüz kalırlar. Onun için bir an önce evlerine dönmesi ve kendi kimliklerine, ailelerine kavuşması esas arzumuzdur. Bu bütün dünyadaki eserler için geçerlidir, ister bizde ister başka ülkede olsun çünkü bir eser doğduğu topraklardan koparıldığında kimliğini yitiriyor, başka yerde sadece bir objeye dönüşüyor ama evine döndüğü zaman hikayenin güçlü bir parçası oluyor.”
Anadolu’ya ait illegal yollarla yurt dışına çıkarılan bir eserin tekrar getirilmesinin heyecan verici olduğunu ifade eden Çevik, “Herakles, başka eserlerin gelmesi konusunda umut verdiği için de önemli. Farklı ülkelerde ünlü, önemli çok sayıda eser var. Bırakın küçük objeleri, büyük eserler, binalar bile var.” dedi.
Anadolu’da İngilizler, Almanlar, Fransızlar, Avusturyalılar başta olmak üzere birçok ülkenin o zamanki Osmanlı topraklarından bu eserleri keşfedip, evlerine, müzelerine taşıdığını kaydeden Çevik, çok önemli müzelerin Anadolu eserleriyle dolu olduğunu anlattı.
Çevik, Osmanlı’nın zayıf döneminden yararlanan birçok kişinin tarihi eserleri kaçırdığını, kimi eserin çalındığını, kimisinin de uydurularak götürüldüğünü belirtti. On binlerce küçük objenin de kaçırıldığını dile getiren Çevik, “Ama bunun mücadelesi verilmelidir. Bize ait ne varsa peşine düşüp getirilmelidir.” diye konuştu.
Mitolojik kahraman yarı tanrı Herakles’e başarmasın diye 12 imkansız iş verildiğini ancak 12’sini de başardığını belirten Çevik, Herakles’in bu hikayesinin anlatıldığı lahdin birinci sınıf işçilikte yapılan önemli bir eser olduğunu vurguladı.
Yarım yüzyıl sonra lahdin yurduna, evine döneceğini anımsatan Çevik, “Herkes bilmeli ki biz bunlara sahip çıkıyoruz, kaçırılanların peşindeyiz. Herakles 12 imkansız işi başardı. Yeniden yurduna getirilecek olmasıyla 13’üncü iş de başarıldı.” değerlendirmesinde bulundu.
“Prof. Dr. Waelkens 70 sayfalık rapor yazdı”
Akdeniz Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Havva Işık İşkan da lahdin geri getirilecek olmasından Türk arkeologlar olarak büyük mutluluk duyduklarını bildirdi. Kültür ve Turizm Bakanlığının yurt dışına kaçırılan eserlerin getirilmesi için çaba gösterdiğini anlatan İşkan, lahdin kalitesi ve tarihi açısından önem arz ettiğini dile getirdi.
Lahdin yapıldığı döneme göre en pahalı sanat ürünlerinden olduğuna dikkati çeken İşkan, şöyle dedi:
“Çok uzun süreden sonra nihayet Herakles Lahdi yurduna, ait olduğu topraklara dönüyor. Bu lahdin Türkiye’ye geri kazandırılması için uzun süredir mücadele sürüyordu. Burdur’un Ağlasun ilçesinde bulunan Sagalassos Antik Kenti Kazı Başkanı Prof. Dr. Marc Waelkens, 70 sayfalık rapor yazdı bu eserle ilgili İsviçre’ye. Waelkens’in katkısı büyük. Eserin Perge’ye ait olduğunu bilimsel boyutlarıyla ortaya koydu. Lahit, 60’lı yıllarda Perge’den kaçak kazılarda çıkarılıp, kaçırılmış. Perge’den bugüne kadar çok fazla eser kaçırılmış.”
Tarihi eser kaçakçılarını ve kaçak kazı yapanları lanetleyen İşkan, ülkenin kültür varlıklarının talan edilerek, yurt dışındaki ülkelere gönderildiğini dile getirdi.
İşkan, Türkiye’ye getirilecek lahdin buz dağının görünen yüzü olduğunu vurgulayarak, “Yurt dışında özel koleksiyonlar başta olmak üzere çok fazla eser olduğundan endişe duyuyorum. Gönül ister ki Bakanlığımızın başlattığı bu yol ilerlesin ve bütün eserlerimizi geri alalım. Tarihi eser kaçakçılarına engel olup, bütün ören yerlerindeki güvenliğin daha da artırılması gerekiyor. Çok önemli bir lahit gurubuna ait bu eserin kendi topraklarına dönüyor olması önemli.” diye konuştu.
Kaynak: http://www.alanyaexpress.com/antalya-muzesinde-heraklesin-yeri-hazir/
#Antalya Müzesi#Arkeoloji Bölümü#Herakles#mitolojik#mitolojik kahraman#Prof. Dr. Waelkens#yarı tanrı Herakles#EĞİTİM#GÜNCEL#GÜNDEM#TURİZM#YAŞAM
0 notes
Text
"Üç büyük modern din, Akdeniz'in güneydoğusundan kaynaklanır: Musa'nın, İsa'nın ve Muhammed'in dinleri. Her üç din de, ortak bir mitle, aynı eski durumda -tarihsel dinler olmadan önce- başlamaktadır. Akdeniz'in anatanrıçaları değişik dillerde ayrı şekilde adlandırılırdı. Küçük Asya'nın Kybele'si, Lykia'nın Leto'su Mekke'de Lat, Troia'da Helene'nin anası Leda oluyor. Günümüz İngilizcesinde bu kelime Lad-Lady (hanımefendi) biçimine dönüşmüştür. Hititlerin Kybele'si Hurri ve Pulasatilerde Hepa olarak adlandırıldı. Boğazköy'deki büyük bir röliyefte Hititlerin Fırtına Tanrısı Teşup ile gizlice evlenmesi gösterilmektedir. Kybele iyonya'ya gelir, Hepa, Hebe adını alır, tanrı ve tanrıçalara kutsal içkisi nektardan sunar. Tanrı dağı Olympos'a geri yollanır. Herakles (Herkül) tanrı olunca, onunla evlendirilir. Hebe Roma'da gençlik tanrıçası olur. Filistin'e göç eden Küçük Asya (Anadolu) Pulasatileri Hebe'yi de birlikte götürürler. Hepa bu kez Heve adını alır. Adam ile Heve (Âdem ile Havva) buradan doğar. Jerusalem'in (Kudüs'ün) kahramanı, kurtarıcısı Adamos'la evlenir. Böylece, aynı tanrıça önce Hitit Fırtına Tanrısı, sonra Herakles ve sonunda Adamos ile evlendirilmiş olur. Ancak Heve (Havva), Akdeniz gençliğinin ebedi tanrıçası olarak kalır."
Halikarnas Balıkçısı, Altıncı Kıta Akdeniz, sy. 42
0 notes