Tumgik
art-pa · 7 years
Photo
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Harbin Opera House I China
MAD Architects 
7 notes · View notes
art-pa · 7 years
Photo
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Giant Tree Trunk Carved Down To Frayed Rope By Maskull Lasserre
You can see more of Lasserre’s intense work, including pieces exploring life and death as well as war and peace, on his website.
More info: maskulllasserre.com 
4 notes · View notes
art-pa · 7 years
Photo
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
This Treehouse Hotel In Isolated Lapland Forest Lets You Sleep Under The Northern Lights
9 notes · View notes
art-pa · 7 years
Photo
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
A Family of Artists
by John and Elli Milan 
https://www.milanart.gallery/
3 notes · View notes
art-pa · 7 years
Photo
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Ribbon Chapel in Hiroshima: An Enchanting Wedding Venue by the Sea
A chapel designated for to represent the coming together of two people in marriage is located on the grounds of a Seto Inland Sea hotel called Bella Vista. It is a modern chapel known as Ribbon Chapel due to its spiraling appearance.
It was designed by Hiroshi Nakamura, a Japanese architect. In order to embody the act of marriage in its true form, two staircases have been built to look as if they are woven together.
23 notes · View notes
art-pa · 7 years
Photo
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Japanese Kindergarten Built Around A Tree
Tekuza Architects
6 notes · View notes
art-pa · 7 years
Photo
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
From a small rural village in Benin
10 notes · View notes
art-pa · 7 years
Photo
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Incredible Free-Form Roof Designs
Roofs have the power to dramatically shape how we understand space. As key architectural elements that define volume, atmosphere and light, roofs create openness, security or continuity.
6 notes · View notes
art-pa · 7 years
Photo
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Cracked Portraits by Taisuke Mohri
6 notes · View notes
art-pa · 7 years
Photo
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Illustrations by Benjamin
3 notes · View notes
art-pa · 8 years
Photo
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Epic Illustrations
5 notes · View notes
art-pa · 8 years
Text
Plansız gelişen konutlar olan gecekonduların kentlere etkisi
Günümüzde büyük kentlere bakıldığında gecekondu yapılarına sık sık rastlamaktayız. Bu yapılar kentleşmenin bir sonucu olarak göç alımı ve gelen ailelerin, akrabaların hızlı ve plansız bir şekilde kendilerine yaşam alanları oluşturmalarıyla başlamıştır. Kırsal yaşamlarından kopup çoğunlukla iş, eğitim, sağlık ve daha iyi hizmet şartları için kente göçen dar gelirli insanlar; toplumsal açıdan kır/kent adaptasyonunu hemen sağlayamadıkları, kentlileşemedikleri için çarpık kentleşmeye yol açmışlardır. Eskiden göç edip gelen aileler, boş arazilere plansız yerleşip uzun süreler orada yaşayıp, toprak üzerinde hak iddia etmişler ve maalesef esnek olan kanunlar nedeniyle de bu araziler zamanla gecekonduculara geçmiştir. Durum böyle olunca da haliyle gecekondulaşma meşrulaşmış ve artmıştır. Göç eden kitle 5 iken ailesinin kentte yaşam düzeni kurmasıyla akrabalarının, hemşerilerinin de gelmesiyle 10 olmuş ve gecekondu mahalleleri artarak oluşmaya başlamıştır. Bu durum dolayısıyla kentleri zamanla etkilemeye başlamıştır. 
Kırdan kente göç eden insanlar kentlere daha iyi bir yaşam statüsü hayaliyle gelselerde sadece iş bulma şansları ya da kazandıkları para miktarı artmıştır, fakat kentlileşememe problemi stabil kalmıştır.
Kente uyum sorunu dışında bence kentlere üst ölçekten bakıldığında plansız, altyapısız ve dağınık yerleşmeleri nedeniyle gecekondular çarpık kentleşmeye de sebebiyet vermekteler. (Buna neden olan tek unsurun gecekondular olduğunu düşünmemekle birlikte; günümüzde kentsel ölçekteki uzun vadeli planlamaların rant, siyaset vb. gibi şeyler uğruna habire değiştirilmesinin de çarpık kentleşmeye sebep olduğunu düşünmekteyim.) Çarpık kentleşmenin yanında hızlı ve plansız artışın çevre ve gürültü kirliliği olarak kente yansıdığını düşünüyorum. Örneğin kış aylarında ısınmak için mecbur soba yakıyorlar gecekonduda yaşayan insanlar. Sonuçta yapıları kaçak yapıldığı için ve genellikle altyapısı kötü olan yerlerde konumlandıkları içinde kalorifer vb. gibi çevreye daha az karbon monoksit veren şeyler kullanamıyorlar. Yani kentin geneline gürültü, kirlilik, ulaşım problemi, trafik artışı ve çarpık kentleşme olarak yansıyor gecekondulaşma.
Peki bunlara çözüm getirilebilir mi diye düşünürsek şuan yapılan uygulama kentsel dönüşüm. Probleme çözüm olabiliyor mu diye sorarsanız bence pek olamıyor. Ben kendi yaşam tarzlarını oluşturmuş, bu süreçte, bu yaşamın kültürlerini benimsemiş insanların; zamanında yetkililer tarafından pro-aktif olarak müdahale edilmeyip günümüzde kentlere sorun olarak yansıdıkları için yıllardır alıştıkları yaşam kültüründen çok uzakta olan beton yığınlarının içerlerinde yaşamaya mahkum edilmelerini oldukça saçma buluyorum.
Türkiye’de gecekondulaşma çok uzun süredir var. Dolayısıyla onların mahallelerini, mahalle kültürlerini, yaşanmışlıklarını yıkıp haydi bakalım şu Tokiden 3, buradan 2 daire sahibi oldun daha ne istiyorsun demelerini ben yetkililerin problemin ilk oluştuğu andaki duyarsızlıklarını örtbas etme çabaları olarak görüyorum. Kentsel dönüşümün tek çözüm değil en kolay çözüm olduğuna inanıyorum. Bu mahallelere altyapı sağlanarak, yaşam tarzlarını, mahalle kültürlerini koruyacak düzenlemeler pek ala yapılabilir. Zaten konut fazlalığı var ülkemizde. Kentsel dönüşümle altyapı düzeliyor ona lafım yok fakat 5 ev yıkılıyorsa 50 ev yapılıyor. Bunun bence kente olumsuz geri dönüşü kesinlikle gecekonduların sebep olduğundan daha fazla. Halbuki bunun yerine iş imkanları arttırılıp, ekonomi düzenlese, sanayi kuruluşları sadece merkezlerde toplanmasa, merkezi iş alanlarının artışında kır/kent oranı korunsa bence göç eden rakam ciddi oranda azalacağı için gecekondulaşmada kente kötü yansımayacak diye düşünüyorum.
Karşılaşılan her sorunda ütopik davranılıp baştan yaratma fikrinin ortaya atılması, kolaya kaçılması (gecekondu mahallelerinin kentsel dönüşüm adı altında yıkılıp tekrardan inşa edilmesi) bence toplumda kentlileşemeyen kitleyi daha çok göz önüne çıkarıp, daha büyük sosyal sorunlar yaratıyor. Örneğin benim yaşadığım apartmanda eskiden burada gecekonduda yaşayıp toprağına karşılık apartman dikilen yerde 2 daire sahibi olan bir komşumuz var. (Fatma nine) Bu komşumuz balkondan aşağıya halı sarkıtmayı, çamaşırlarını balkona asmayı seven bir nine. Apartman yönetimimizce bu yasak. Bu durum her seferinde pek çok soruna sebep oluyor apartman sakinleriyle arasında. Ama şahsen ben komşumuza böyle yapıyor diye kızamıyorum. Sonuçta onun bu zamana kadar ki yaşam biçiminde mahallece halı yıkamak, sokak duvarlarında kurutmak vardı...
Makalem boyunca da aslında bundan bahsetmeye çalıştım. Alıştıkları şeylerden kopardıklarında insanları onları kentlileştirmiş veya sorunu çözmüş olmuyorsunuz. Belki çarpık kentleşme sorunu bir nebze çözülmüş oluyor kentsel dönüşümle ama kaybedilen değerler kazanılanlar yanında bence bir hiç… Doğduğumdan beri apartmanlarda yaşamaya alışsam da ben bile çoğu zaman memlekete ananemleri ziyarete gittiğimde, keşke bu sokak/mahalle kültürü yaşadığım kentte de olsa da her gün okuldan eve döndüğümde o beton yığınlarının içinde yaşamdan, komşulardan, mahalleliden kopuk bir şekilde hayatımı sürdürmesem diyorum. Ki bunu hayatının büyük bir kısmını öyle geçirmiş Fatma ninenin demesi çok normal.
Sonuç olarak özetlemem gerekirse; plansız gelişimin kente olumlu ve olumsuz pek çok etkileri olduğunu düşünmekle beraber şu an bu plansız gelişimin kentsel dönüşümle çözülmeye çalışmasının daha büyük bir sorun olduğunu düşünmekteyim.
Yazan: Pelin Armağan
2017,Kent Planlama İlkeleri, Makale
2 notes · View notes
art-pa · 8 years
Photo
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Beautiful dance moves by NYC dance studio
6 notes · View notes
art-pa · 8 years
Photo
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Light and Delightful Illustrations
5 notes · View notes
art-pa · 8 years
Text
Cesur Yeni Dünya (Brave New World)
Aldous Huxley’in Cesur Yeni Dünyasında kendimizi Fordan sonra (F.S) 632 yılında Londra’da  Kuluçka ve Şartlandırma Merkezinde buluyoruz. Bu kuluçka merkezinde Aldous Huxley’in ısrarla bahsettiği/savunduğu hatta kitabında kurduğu devletin sloganı haline getirdiği Cemaat, Özdeşlik ve İstikrar’ın aksine özdeşliğin bence olmadığı 5 tane insan grubu üretiliyor ve hipnopedi ile (uykuda eğitimle) bu toplumu şekillendiriyor. Bu işlemede Bokanovski İşlemi diyor ve bunun ‘toplumsal istikrarın en önemli araçlarından biri olduğunu’ savunuyor. Fakat şekillendirdiği bu toplumda 5 tane farklı tür insan grubu var ve hepsinin görevleri farklı. Aslında hepsinin üstünlükleride birbirinden farklı fakat bu gruplar hipnopedi ile eğitim gördükleri için doğru ile yanlışı pek ayırt edemeyen insanlar haline geliyorlar. Çünkü ne öğretilirse onlara, doğruları onlar oluyor, düşünmüyorlar, okumuyorlar. Ayrıca o gruplara bebekliklerinden itibaren oldukları sınıfı sevmeleri piramidin en alt basamağındaki grup bile olsalar iyiki en üstteki değiliz demeyi aşılıyorlar adeta kuluçka ve şartlandırma merkezinde. Bu piramitte 5 grup var. En üst basamaktan en aşağı basamağa doğru; Alfalar, Betalar, Gamalar, Deltalar ve Epsilonlar var. Alfalar geleceğin Kuluçka Merkezi Müdürleri olarak en üst basamakta yer alıyorlarken, Epsilonlar ise geleceğin kanalizasyon işçileri olarak yer almaktalar.
Kitabın ilk sayfasından beri Özdeşlik üzerine kurduğu distopyasından bahseden Aldous Huxley aslında özdeşliği sadece hipnopedi sırasında insanlara aşılamak olarak görüyor bence. Çünkü kitabından benim anladığım bariz bir hiyerarşik sistemin olduğu. Renkleri, ırkları, yok edip mutlak eşit bir dünya yarattım sloganınıda Özdeşlik koydum demekle olmuyor bu çünkü...Irkları, renkleri, çeşitliliği yok edip dalga geçer gibi alpha, beta,gamma, epsilon ve delta gibi gruplar üzerine toplumu şekillendirsen eğer, bunun adı sadece farklılığın adını değiştirmek olur çünkü farklılıklar hala mevcut.
Betimlemelerden Alfaların en üst mertebede olmasının yanında fiziksel özelliklerinin en güçlü olduğunuda anlıyoruz. Yöneten sınıftan çalışan sınıfa doğru gidildikçe boy, güç oranı azalıyor. Ben ciddi bir toplum ayrıştırması görüyorum burada fakat Aldous Huxley bu ayrıştırmayı sanki hiç yokmuşçasına topluma hipnopedi ile aşıladığı için herkes çok mutlu.
Grupların dışında kitapta herkesin çok sağlıklı olduğu, teknolojinin çok ilerde olduğu (ki bence çok çok ilerde olmanın sonucu böyle delice üreme teknolojisi kullanılıyor. Sonuçta büyük güç, büyük sorumluluk gerektiriyor. Yazarımız da distopik olduğu için bu teknolojiyi insanları resmen yaşayan ama düşünemeyen robotlar haline getirmek için kullanmasını pek garipsemedim doğrusu.)
Gelişmiş teknolojinin yanında savaşlar ve yoksulluk tamemen ortadan kalkmış, ırk eşitliği olsada, özdeşliğin olmadığı toplumun hipnopedi ile şekillendiği herkesin mutlak mutlu olduğu bir dünya mevcut. Bu dünyada Aldoux Huxley şuan ki dünyamızda önem verdiğimiz bir çok değere yer vermemiş ve toplumun mutlu ve istikrarlı gidişatının sebebinide bu yok ettiği aile, kültürel çeşitlilik, sanat, edebiyat, din ve felsefenin olmayışına bağlamıştır. Bu değerlerin olmayışının yanında toplumu hazcı, seks yapmayı ve uyuştucu kullanmayı yücelten hedonistik bir toplum haline dönüştürmüştür.
Aldous Huxley kitabında uyuşturucudan soma adıyla bahsetmiştir. Bu maddeyi beyne zarar verip kontrolü kaybetmenize neden olan bir madde gibi değilde ‘’her tarafı balçıkla sıvalı bir pencerenin ardını görmenizi sağlayan mutluluk verici zararsız bir şey’’ olarak tasvir ediyor. Hayatını araştırdığımda Aldous Huxley’in LSD ve Meskalin sülfat bağımlısı (uyuşturucu) olduğunu öğrendim. Distopyasında bunu bu şekilde sunmasının yaşam tarzının bir getirisi olarak görüyorum.
Bunun yanında gene yazarın yaşadığı dönemin etkisi kitaba bazı metoforik şeylerin kurguya dahil olmasıyla devam ediyor. Örneğin, Ford…
Ford bildiğimiz üzere bir araba markası fakat Aldous Huxley Ford’u bir metafor olarak kullanıyor. Ford kitapta aslında tanrı, yaratıcı konumunda çünkü Cesur Yeni Dünya’nın temellerini o atmış ve kuralları o koymuş...
Sanayileşmenin, dönemin Huxley’e yansıması bu şekilde. Ayrıca Tanrı betimlemeleri Cesur Yeni Dünya’da biraz ilginç. Çünkü toplum istikrarı için Huxley’in yarattığı dünyasındaki bedellerden biride Tanrı’yı yok etmek olmuş. Aslında topluma hipnopedi ile inancın ve yaratıcının olmadığını aşılamak desem daha doğru olacak. Çünkü hala toplumda Bokanovski İşlemi’ne rağmen Tanrı’yı, inancı sorgulayan; kaçak yollardan İncil’i okuyan insanlar mevcut. Her ne kadar bunun yanlış olduğunu bilselerde, kitabın toplum istikrarını inanç sağlayarak bozacaklarında hem fikirler bu yüzden bu kitaplar yasaklı ve kilit altında. Örneğin Mustafa Mond, Cesur Yeni Dünya’da doğmayan John(Vahşi) ile geçen bir konuşmasında;
‘Tanrı mı? Büyük olasılıkla bir tane var, fakat farklı insanlara farklı gösteriyor kendini. Modernlik öncesi çağlarda kendini, bu kitaplarda tarif edilen biçimde gösteriyordu. Şimdi ise… Kendini yokluk şeklinde gösteriyor; sanki hiç yokmuş gibi..’
‘Bu sizin suçunuz’
‘Uygarlığın suçu diyelim. Tanrı; makinelerle,bilimsel tıp ve evrensel mutlulukla uyuşamaz. Kendi seçimini yapman gerekir. Bizim uygarlığımız makineleri, tıbbı ve mutluluğu seçti. İşte bu nedenle bu kitapları kasada kilitli tutmak zorundayız.’ diyor Tanrı’nın varlığına inansa bile…
Toplum inanç açısından eksik bırakıldığı gibi sanat, felsefe ve bilim açısından da pek çok yönde eksik bırakılıyor. Shakespeare falan hep yasak. Bilim çağında yaşasada toplum, hatta hipnopedi ile on üç yaşla on yedi yaş arasında haftada üçer kez ‘Bilim her şeydir’ diye şartlandırılsalar bile aslında bilime yaklaşmalarına izin verilmiyor. Çünkü sanat gibi biliminde mutlulukla uyuşmadığını düşünüyorlar. Sanat nasıl düşünmeyi, sorgulamayı, yaratıcılığı tetikliyorsa; bilimde kabul edilmiş olguların dışında yeni şeyler üretmeye olanak sağlıyor. Ki bu da mağlum Ford’un kurduğu bu istikrarı tehlikeye atıcak bir şey bu yüzden sadece Bilim her şeydir şartlandırılmasıyla kalıyor, işleve döktürülmüyor.
*Aldoux Huxley, Cesur Yeni Dünya, İthaki Kitap, İstanbul, 2013, Sayfa 289-290,Alıntı
Eleştiri Kıvamında
Bernard Marx ve Lenina Crowne adlı iki ana karakter etrafında geçen Aldous Huxley’in distopyasını okuduğum Cesur Yeni Dünya kitabı çok delice bulduğum bir fikirle başlıyor. Kuluçka ve Şartlandırma merkezi adı altında.  Kitapta yaratılan dünyanın tanrısı (Ford) çok zeki, bireyden başlıyorlar çünkü inşaya. Öncelikle laboratuarlarda çocuklar üretiliyor. Her çocuk ırksal özelliklerine göre ayrılıyor. Alpha, beta, gamma, delta epsilon... Bunları da kendi içerisinde alpha artı gibi ayırıyorlar. Daha sonra bu çocuklar kendilerine hazırlanmış özel yatakhanelerde büyütülüyor. Yatakhanelerin özelliği telkin yatakhaneler olması. Özel ses sistemleri kurulmuş olan yatakhanelerde çocuklara telkinler veriliyor bu sayede öğretileri, düşünceleri, kafaları Ford’un istediği gibi inşa ediliyor.
Ford…Ford kavramı benim kitapta en yaratıcı bulduğum şeylerden bir tanesi. Ford bildiğimiz araba markası fakat Aldous Huxley Ford’u bir metafor olarak kullanıyor. Ford aslında tanrı, yaratıcı... Sanayileşme, standartlaşma sevgisi, Huxley' in bu karakteri seçmesinde ki neden diye düşünmekteyim yaşadığı dönemi de baz alırsam. Kitabın bir yerinde ki diyalog benim bu düşüncemi doğrulamakta aslında:  
'' Ah Ford... pas parlak dört tekerleği ile ne kadar güzel...''
Kitaptaki bir diğer ilginç otoriter düzende cinsellik üzerine. Cinsellik, Cesur Yeni Dünya’nın temel direği. Her şey onun üstünde bir araç, bazen ise bir amaç.
Sigmund Freud tezine* göre cinsellik, çocuklukta başlar, gelişir. Ford’da bunu çok iyi biliyor olacak ki yatakhanedeki çocuklara oyun saatleri düzenliyor. Bu oyun saatlerinde cinsel içerikli oyunlar kız ve erkek çocuklara birlikte oynatılıyor.
Bu çocukları düşünceden uzaklaştırmanın en etkili yöntemlerinden biri. Ahlak, etik algısı, aile kavramı da ortadan kaldırılıyor. Herkes birbiriyle birlikte olabiliyor. Aksi düşünülemiyor bile toplumca, çünkü hipnopediyle (uykuda eğitimle) bunu öğrendiler hayatları boyunca.
Hatta örnek vermek gerekirse kitaptaki ana karakterlerden biri olan Lenina, arkadaşına çok uzun süredir sadece bir erkekle birlikte olduğunu söylediği zaman eleştiriliyor ve ayıplanıyor.
Her distopyanın temel iradesi olan, düşünceden uzaklaştırıp toplum üzerinde bir otorite kurmak, Huxley’in distopyasında da mevcut. Okuyan, düşünen bireyler yaptırımlara uymazlar. Kalıplaşmaz, standartlaşmaz, herkesin tükettiğini tüketmez, cinselliği amaç edinmezler. Yani distopik topluma tehlike arz ederler.
Ford’ta düşündürmemek için düşünenlerden kitapta. Hatta tek düşünen bile diyebilirim. Cinselliği öne sunmasının yanında yaptığı devasa golf sahaları, tenis kortlarıyla toplumu düşünmekten uzak tutmak için elinden geleni yapıyor. Bunun dışında düşünmenin en iyi yolu olan okumayı da şartlandırma ile kötü bir şey olarak aşılıyor bireylere. Koşullama merkezlerinde özel bir alan hazırlatılıyor Ford, sistemi aşılamak için. Hazırlanan bu alanlarda güzel çiçekler, çiçeklerin arasına da güzel renkli, baskılı kitaplar yerleştiriliyor. Çocuklar gruplar halinde içeri alınıyor ve kitaplara dokundukları anda elektrik şoku verilerek uyarılıyorlar. Bu yaratılan toplumu kitaptan uzaklaştırmak, düşünmeyi önlemek için yapılan bir eylem. Peki neden çiçekler? Kitaptaki karakter bunu KŞM müdürüne soruyor. ‘Çiçekten uzaklaştırmanın nedeni, çocukları doğadan uzaklaştırmak, sempatilerini yitirmelerini sağlamak.’ Karakterimiz epey zeki biri; sormaya devam ediyor. ‘Neden doğadan uzaklaştırıyoruz, doğaya gitmek için benzin tüketmeleri ulaşımı tüketmeleri Ford’un isteyeceği bir şey değil mi?’ Cevap oldukça ürkütücü... ‘Eğer doğaya giderlerse benzini tüketirler ama sadece benzini tüketirler. Şehirlerde ki alışveriş merkezleri boş kalır, seks yapmazlar, eğlenmezler dolayısıyla düşünmeye başlarlar. Fakat şehirlerde kaldıkça daha az düşünecekler…’diyor.
Azıcık düşünen bir toplum bile Huxley’in distopyasında bir tehlike arz ettiği için yazar bu konuyla ilgilide hayattan bir çözüm getirmiş kitaba.
Soma…Soma bir uyuşturucu. Alındığında sadece seks ve eğlence için insanları tetikleyen bir uyuşturucu ve işin ilginç yanı soma’yı almak, çocukların şeker yemesinden bile daha normal bir eylem Cesur Yeni Dünya’da. Çünkü somayı uyuşturucu olarak değil de zihni açıcı, dünyayı daha iyi görmeyi sağlayan bir şey olarak görüyorlar. Bunlar hep hipnopedinin oyunu tabi…
Bilinçli rolü yapan, özgür iradesi olduğunu sanan fakat aslında mutlu bir toplum yaratmak adına hipnopedi ile şartlandırılıp resmen robotlaştırılan bir toplumun anlatıldığı bu distopyada ben fazla bir bencillik ve çelişki hissettim hep okurken.
Çünkü ilk olarak devletin sloganı Cemaat, Özdeşlik ve İstikrar diye tanımlanıyor fakat 5 farklı grup var ve bunlar arasında fiziksel ve yaşam şartları düşünülürse aralarında hiyerarşik bir düzen var. Herkes mutluda olsa bu özdeşliğin olmadığı gerçeğini değiştirmiyor.
İkinci olarak inanç kötüdür sizi bağlar, tutsak eder ve zevklerinizden mahrum bırakır diyerekten hipnopedi ile bireylere aşılanıyor Cesur Yeni Dünya’da. Yani bireyleri otoriteye tehlike olmamaları için şartlandırıyorlar ki bu da toplumu ateist yetiştirmek demek. Fakat kitapta Ford’u Tanrı olarak betimleyip Huxley distopyasındaki insanları iki haftada bir, Perşembe günleri yapılan Bernand dayanışma günleri adı altında Fordson Cemaat İlahievinde insanları toplayıp somayı yedirip Ford, Ford.. diye insanları kendilerinden geçiriyor Huxley.*
Hani inanç yoktu? Tanrı nasıl var o zaman… Bilmiyorum bu iki şey kitapta çelişkili bulduğum, aklıma takılan yerler. Bunun dışında kitabın ilk özetini okuduğum zaman kitabın distopik değil, ütopik olduğunu düşünmüştüm. Çünkü özetten mutlu bir toplum için daha iyiyi hayal ederken sadece bazı değerlerin yok edildiğini düşünmüştüm ve bu bana ütopikliği anımsatmıştı. Fakat kitabı okudukça toplum mutluluğu adı altına sığınılıp, bencilce bir toplum üzerine otorite kurulduğunu anladım.
*Freud’un psikoseksüel kişilik gelişim kuramı
*Aldoux Huxley, Cesur Yeni Dünya, İthaki Kitap, İstanbul, 2013, Sayfa 109,Alıntı
Yazan: Pelin Armağan
2016,Mekansal Ütopyalar, Makale
Tumblr media
3 notes · View notes
art-pa · 8 years
Photo
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Desert Canopy House by Sander Architects
2 notes · View notes
art-pa · 9 years
Photo
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Montebar Villa JM Architecture
2K notes · View notes