#yorgunluk toplumu
Explore tagged Tumblr posts
Text
toplumsal sorunlarda suçlu aradın mı bulursun birilerini ama işin altını biraz daha kurcaladın mı bütün bir toplumun suça katıldığını görürsün.
afşar timuçin - ahlaksızlık üzerine
#afşar timuçin#ahlaksızlık üzerine#byung chul han#şeffaflık toplumu#yorgunluk toplumu#theodor adorno#minima moralia#akıl tutulması#bertolt brecht#walter benjamin#pasajlar#pablo neruda#karl marks#das kapital#jean paul sartre#simone de beauvoir#ulus baker#jean baudrillard#kitap#edebiyat#blogger#felsefe#kitaplar#blog#kitap kurdu#william shakespeare#zygmunt bauman#thomas bernhard#nazım hikmet ran#sabahattin ali
30 notes
·
View notes
Text
Keyifleri kaygıya dönüştürme meselesi
Fakültedeyken enikonu düşünmüş kararımı vermiştim. Tamam matematik iyi hoştu da, ne teorik olarak ona katabileceğim bir şey vardı ne de veri, robotik, yazılım çekiyordu canım. Yazmak istiyordum. Okulu bitirecektim ama esas yazar olacaktım. Böylece işimi tutkuyla yapacaktım. Nitekim allem ettim kallem ettim, yazarak para kazanmayı başardım. Ama sonra keyif almam gereken iş, yarım saate baskıya yetişecek makalelere, uykusuz gecelere, zamanı ve mekanı durmadan değişen röportajlar için sırtımda mikrofon ve tripotla bir o yana bir bu yana koşturmaya evrildi. Hiç unutmam bir seferinde aynı gün içinde 8 kere kıta değiştirmiştim.
ipadim ve kulaklığım olmadan 5 dakikalık yola gidemez olmuştum. Her yazı bir öncekinden daha güzel, her manşet bir öncekinden daha vurucu olmalıydı. Her seferinde daha kapsamlı bir konu çalışmalıydım. Daha sık kapağa girmeliydim. Kendimi daima geliştirmeliydim. Yapabilirdim, o halde yapmalıydım. Birinin bana bir şeyi dikte etmesine gerek yoktu. Bunu zaten Cemre yapıyordu. Kendimi kendim sömürüyordum.
O dönem bu tutku beni biraz hırpaladığından kendimi yemek yapmaya verdim. Çok keyif aldım. O kadar keyif aldım ki yemek yapmakla kafayı bozdum. Ekmek de yapmaya başladım. Yoğurt, turşu, reçel, pasta… Kesmedi. Peynir yapmaya başladım. Öyle kaynayan süte limon sıkıp lor kestirmeyi demiyorum. Maskarponlar, mozarellalar, tulum peynirleri… Başta her şey çok keyifliydi. Sonra bu bir hobi olmaktan çıktı. Ajandam alışveriş listeleri, tedarikçi telefonları, pastacı kreması reçeteleriyle doldu.
The Milkmaid, Johannes Vermeer, c. 1657
Her iş çıkışı malzeme toplayıp eve koşturuyor, yatana kadar bir şeyler mayalıyor, bir şeyler çırpıyor, “sakın onun kapağını açma” diye mutfağa doğru sesleniyor, bana huzur vermesi gereken bir aktiviteyi yine organize bir şekilde bir stres kaynağına dönüştürüyordum. Bozulan ekşi mayalar, dibi tutan ganajlar, derecesi 0.4 santigrat fazla kaçan hamurlar yüreğime ağır gelince neyse ki vazgeçtim. Fırınlarda çok güzel ekmekler, pazarlarda çok lezzetli turşular satıyorlardı. Her zıkkıma da kendim yetişemezdim.
Bir süre sonra likör yapmaya başladım. Sütten ağzım yanmıştı. Bunun da bokunu çıkarmak istemedim. Kendime birtakım sınırlar koymaya çalıştım. Yaz başı muhakkak Baileys yapıyorum mesela. Mevsimi geçmeden portakal, dikili çilekleri çıkınca çilek, yılbaşında nar likörü. Tabii arada heves edip alınmış fakat yenmemiş meyvelerden uydurmasyon likörler. Ama dediğim gibi, tadında bırakmaya çalışıyorum.
Geçenlerde Özlem “Çok lezzetli oluyor, satsana bunları” dedi. Ocağın başında yüzümde bir gülümsemeyle Baileys’in kremasını karıştırdığım anlar geldi gözümün önüne. Eve yayılan o yoğun acıbadem kokusunun bana verdiği keyif. Sonra yüzümdeki gülümsemenin müşteriye ürün yetiştirme tasasıyla silindiğini, artık acıbadem kokusunun midemi bulandırdığını falan hayal ettim. Her seferinde aynı ve hatta daha iyi bir lezzeti tutturma hırsı. Olmaz o iş.
İnsan kendi işinin patronu olunca sanıyor ki özgürleştim. Özgürlük sadece dışardaki birinin boyunduruğundan kurtulmak değil aslında. Kendi zincirlerin de seni hapsediyor. Her şeyi mükemmel yapma, hep daha iyisine dönüşme hırsı kimimizin kodlarına sızmış. Çalışkanlığı erdemler listesinin en tepesine yerleştirip bir de onu kavramsal olarak yanlış anlayınca, dinlenme eylemini bile kendine çok görüyor insan.
Nietzsche'nin konu hakkında bir sözü var. "Çalışkanlık bir kaçıştır, kişinin kendini unutma isteğidir" diyor. Görüyor ve artırıyorum. Kendini unutmak için önce kendini bilmek gerekir. Aşırı çalışmak, kişinin kendiyle tanışmaktan kaçmasıdır bir taraftan da. Belki de kendini hiç tanıyamadan ölüp gitmesidir. Ben kendimi tanımak ve kendimi hatırlamak istiyorum.
Başkaları ne düşünür bilemem. İş ve hayat dengesini herkes kendine göre kurgulamalı sonuçta. Ama anladım ki benim için bir hobi, hobi olarak kalmalı. Bir verim elde etmek için ya da ticari bir kaygı ile bokunu çıkardığım her şey keyif yerine sıkıntı veriyor. Sonra keyif almak için insanın elinde avucunda hiçbir şey kalmıyor.
“Sevdiğiniz işi yaparsanız, bir gün bile çalışmış sayılmazsınız” lafını da Konfüçyüs söylemiş ama “kapitalizma” bağrına basmış sanırım. Evet bu yüzden bir gün değil her an çalışırım. Ben neden işime aşığım arkadaşım? Mesaiye kalmak için gönüllü olayım diye mi? Para yerine kişisel başarılarımla motive olayım diye mi? İşverenim zahmet etmesin, kendimi zaten ben kırbaçlarım diye mi? Açıkçası insanın kendini tüketmesi için aklıma daha yaratıcı bir yalan gelmiyor.
Daha önce de söylemiştim ama bu sefer yerine cuk oturuyor diye altını çizmek isterim. Artık yapabileceğim her şeyi yapmaya çalışmıyorum. Pastalar mı? Evet mahalledeki pastanede vitrinde duran pastalardan daha güzellerini evdeki küçük mutfağımda yapabilirim. Ama yapmam. Canımız san sebastian mı çekti. Alırız 2 dilim. Yapanın ellerine sağlık.
The Siesta, Vincent van Gogh, 1889
En lezzetli yemeğin en sofistike yemek olması gerekmiyor. Bir sonuçtan keyif almak için ona harcanan para ve zamandan da tatmin olmalıyım. İşten eve gelince mutfak tezgahının başında bir saat daha harcamaktansa, şöyle hızlıca iki sıcak lokma ile sade bir sofra kurmak daha samimi duygular barındırıyor.
Likör satışımız yok maalesef. Ama yolunuz düşerse buz gibi bir portakal likörü ikram edebilirim. Artık yazdıklarımın kimsenin ilgisine ve dikkatine ihtiyacı yok. Bir deadline’ı da yok. Cemreyavuz.com’da paşa gönlüm ne zaman isterse o zaman basıyorum “gönder” tuşuna. Belki sadece ben okuyorum. Canım sağ olsun. 17.11.2024
#nesir#performans toplumu#yorgunluk toplumu#çalışkan#nietzche#byung chul han#tükenmişlik#ev yapımı likör#van gogh#tembellik hakkı#kendini tanımak
0 notes
Text
Byung-Chul Han – Yorgunluk Toplumu (2023)
80’lerle beraber eskilerin “sürat asrı” dediği devri kapatan, hızın sadece fiziksel değil sanal bir dünyada da bir mevzu haline geldiği, insanların, bilginin her an ulaşılabilir olduğu, sosyal ilişkilerin yerini ‘etkileşime’ terk ettiği bir döneme girdik. Merakımız varsa dahi ilgi duyamıyoruz, dikkat kesilemiyoruz. Dikkatimiz yazılım arayüzeylerinin arasında, bir yüzeyden diğerine atlamakla…
View On WordPress
0 notes
Text
📌 Bir kitap tahlilinin daha sonuna geldik...
📌 Byung Chul Han'ın kaleme aldığı "Yorgunluk Toplumu" isimli eseri okuduk, tahlilini gerçekleştirdik...
📌 Yorgunluk Toplumu”, depresyonla boğuşan bireylerin durumunu irdeleyen önemli bir eser olarak öne çıkıyor...
📌 Dicle Kitap Atölyesi'nde bu kitabın tahlili yaptık...
0 notes
Text
Ruhum sıkışmış bir beden hapishanesinde
Çağlar ötesinden bir ses bekliyor
Belki Bilalin belki İsrafilin sesini
Bu yorgunluk ,bu bıkmışlık ve bu ar damarı yırtılmış toplumu
Herşeyi gözümle gören ruhum artık göze karşı suskun
0 notes
Text
ŞAH, AT, PİYON
Bir işin efendisi olmak istiyorsanız önce kölesi olmalısınız!
Köleliği övebilirim ama bahsedeceğim kölelik Hindistan’daki kast sistemindeki toplumu 5 farklı sınıfa ayıran, son iki tabakasını oluşturan ‘Sudra ve Paryalar’ tipi bir kölelik degil. İşçi ve kölelerden oluşan sudraların, paryalardan tek farkı düzenli bir ekonomik gelire sahip olmalarıydı. Ancak onlar da paryalar gibi sınıf atlayamaz ve ölene kadar köle kalırlardı.
Kim ölene kadar köle kalmak ister ki?
Ben ölene kadar köle kalmaktan bahsetmiyorum, diyorum ki bir iște iyi olmak istiyorsanız bir süre o işin mutfağında fazlasıyla pişmelisiniz.
Bu tip bir kölelikle gurur duyarım. Eğer bir işin kölesiysem en iyi köle olmaliyim da demiyorum, çünkü en iyi olmak başkasıyla yarışta olmayi gerektirir, bense yarışma fikrinden hoşlanmıyorum.
Kendimle uğraşmanın her zaman keyif verici olduğunu söyleyemem tabi, hatta çoğu zaman, cok zorlayıcı olduğunu düşünsem de kendimle uğraşmayı severim. Dünden bir adım ötede hissediyorsam kendimi, daha iyi bir köleysem düne göre, mutluluk budur benim için, bir gün efendisi olacağım o yolda bir adım öteye gidebilmektir haz. Peki o zaman yürüdüğümüz bu yolda zaman zaman hissettiğimiz o tükenmişlik hissi de neydi?
Cok güzel yazmıştı @huzursuzbeyin “Enerji harcıyorum ama gelişmiyorum, enerji harcıyorum ama değer katmıyorum, enerji harcıyorum ama görülmüyorum.” Tükenmişlik yorulmak demek değildi, çünkü biliyoruz ki kölelik yorulmakti zaten ve bu yorgunluk sizi bir adım öteye götürdükçe umut vardi. Efendiliğe gidecek o uzun yol zaten emek sarfetmenin bir sonucu olacaktı.
Bazen durduğunuzu düşünürsünüz, aslinda çabalıyorsunuz ancak yerinizde sayıyorsunuzdur ya da öyle olduğunuzu düşünüyorsunuzdur bilemem ya da düşündürülüyorsunuzdur. İşte o noktada satrançtaki piyon sanarsiniz kendinizi, taşlar değişmez bilirsiniz, piyon oyunun sonuna kadar piyon olarak kalacaktır öyle yontulmustur ya da benzer şekilde kast sisteminde bir sudradir o, ölene kadar para kazanan bir köle, tıpkı sizin gibi. Kendinizi efendi olmak icin çalışan bir köle gibi görmeyip bir sudra gibi gormeye başladıysanız tükenmişlik hissi kaçınılmazdır sizin için.
O anlarda bir dibe batmışlık hissi bir çaresizlik ve karanlık hakimdir hayatiniza. Sama Bada’ nin şöyle bir karikatürüne rastladim bu günlerde; sessizligin ve karanlığın elinden tuttuğumda inandığım şeylerin inandırıldığım şeyler olduğunu anladım demisti, benim icin cok etkileyiciydi.
Boşluğu siz doldurun; ……….. hissiyle dolduğum o anlarda sadece kendimi dinlemek isterim ben, kapanırım, kaybolurum, kulaklarımı tıkarım size, çünkü inandirilmak istemem söylediklerinize.
Çünkü konuşan hiçkimse senin varolma yolunda senin yaninda ve destekçin olmak icin konuşmuyordur, bilirim. En yakinindakiler bile sen durmaksizin koşan bir atsın derler, hayal kurma.
Ben hayal kurmayi severim.
Benim icin hedefe varmak degildir yaşamın gayesi. Yürüyecek bir yolumun olması yeterliydi keyif almam icin. Yani kisaca ben, düşünceni sormadıkça sana, duymak istemem, ama cok meraklıyızdır hepimiz o üstün düşüncelerimizle, ruhu yorgu kişiye el uzatiyor görünmeye.
Gerçekten elinden tuttuğunuzu sanıyorsunuzdur bilemem. Çünkü ihtiyac duyariz ne kadar hırslı, bencil ve egoist olsak da kötü bir insan olma düşüncesi egomuza zarar verir arada iyi olmali iyilikler yapmaliyiz. En çok iyiligi de size en az yaklaşabilecek olanlara yaparsiniz.
Neden mi? Çünkü sizler sadece insansınız ve hepiniz biliyorsunuz ki en büyük siz olmalisiniz, en önemli sizsiniz, siz şahsiniz, teksiniz, benzersizsiniz.
Mümkün mü peki etrafimizda binlerce şah olmasi?
Belki.
Ancak kendini şah sanan piyon, at ve vezirlerle sarılı bir çevremiz olduğu bence daha gercekti. Ve biz sadece birer piyonduk onlar için, böyle sanmalarınin tek sebebi aslında sadece bizden önce doğmuş olmalarıydı ama farkında değillerdi.
Egolarımız oyunun piyonu olduğumuz gerçeğiyle bizi yaşatmazdı, hepimiz kendi oyununuzun ya sahlari ya da vezirleriydik; bugunun vezirleri ve şahları da dünün piyonlarıydı. Pardon yanlış oldu, efendiliğe giden yolun köleleriydi. Çünkü satrançtaki taşlar değişmezdi. Kisaca satranç nasıl ki bu yolda dogru bir benzetme tahtasi değilse bilin ki hiçbiriniz ya da hiçbirimiz şah filan değiliz.
Kimimiz köle kimimiz efendiyiz, ve biliriz ki köleliğin hakkını yeterince verdiğimizde sonumuz efendilik, tıpkı sizin gibi.
0 notes
Quote
İyi bir hayat yaşama kaygısı, gitgide hayatta kalma kaygısına dönüşüyor.
Yorgunluk Toplumu, Byung-Chul Han
25 notes
·
View notes
Text
Tam anlamıyla çıplak ve kökten geçicilik haline dönüşmüş yaşama, insanlar hiperaktiviteyle, işkoliklikle ve üretimle karşılık veriyor. Günümüzdeki hızlanma da, bu varlık noksanlığıyla alakalıdır. İş ve performans toplumu kesinlikle bir özgürlük toplumu değildir. Bu toplum yeni zorunluluklar üretir. Efendi ve hizmetkar diyalektiği, her bir insan tekinin hem özgür hem de aylak olabildiği o toplumu sona erdirmez. Diyalektik, efendinin de çalışma kölesi olduğu topluma doğru götürür. Bu zorunluluk toplumunda her bir insan teki, çalışma kampını da yanında taşır. Bu çalışma kampının alamet-i farikası, kişinin aynı anda hem tutuklu hem gardiyan, hem katil hem makul olmasıdır. Böylelikle kişi kendini sömürür. Böylelikle sömürü egemensiz de mümkündür.
7 notes
·
View notes
Note
Kitap önerir misin? Sevdiğin kitapları çok merak ediyorum:)
Tabii ki öneririm sevgili anonim🌿 benim sevdiğim kitaplar genellikle herkese hitap etmiyor... Ama seninde seveceğini umarak ilk aklıma gelenleri yazıyorum☺️ umarım sende seversin🌼
●Mustafa Kutlu: Yoksulluk içimizde
●Yu Hua: Yaşamak
●Jules Payot: İrade terbiyesi
●Ali Fuad Başgil: Gençlerle baş başa
●Mark Twain: İnsan nedir
●Said Ercan:Dijitalizm
●Cemil Meriç: Kültürden irfana, Bu ülke
●Ömer Faruk Korkmaz: Tefekkürden teyakkuza
●Gökhan Özcan: Açık pencere
●Byung-Chul Han: Şeffaflık toplumu, yorgunluk toplumu, Güzeli kurtarmak
●Osamu Dazai: İnsanlığımı yitirirken, Batan güneş, Buruk ayrılık
●Alev Alatlı: Fesübhanallah
●Ebu Zeyd Ahmed el- Belhi: Beden ve ruh sağlığı
●Aytunç Altındal: Dünün belgeleriyle yarının tarihi
●Sezai Karakoç: Fizikötesi açısından ufuklar ve daha ötesi
●İmam Suyuti: Kainatın sırları
●Muhyiddin Şekur: Su üstüne yazı yazmak
99 notes
·
View notes
Text
📚Güzeli Kurtarmak 📚
Byung Chul Han Kore asıllı bir felsefe doktorudur ve Almanya’da Berlin Sanat Üniversitesinde ders vermektedir. Daha önce Yorgunluk Toplumu ve Şeffaflık Toplumu kitaplarını da okuduğum Han yalın diliyle ele aldığı ağır felsefi konulara yer verir kitaplarında. Modernizm ve postmodernizm eleştirileri sunan yazar Güzeli Kurtarmak kitabında da bu eleştirileri estetik alanı üzerinde yoğunlaştırmaktadır.
21. yüzyılın en büyük problemlerinden biridir güzel algısının değişmesi ve pürüzsüzlüğün güzelliğin yerini alması. Sosyal medyanın da etkisiyle güzel olan en pürüzsüz olan gibi yanlış bir algı oluşmuştur. Hakikat olanın güzelliği yerini en görünür olanın güzelliğine bırakmıştır artık. Paylaşma ve beğenme butonları arasında tüm negatiflikler yok edilmiş ve güzel bu iki buton arasında sıkışıp kalmıştır tabiri caizse.
Her şeyin acele yaşandığı bu dünyada güzeli temaşa etmek için ayrılacak vakit yoktur. Marcel Proust’un madlen kurabiyelerini yediği anda döndüğü çocukluk anılarına da yer yoktur bu koşturmacada. Sanat da diğer şeyler gibi hızlı ve kaba hale gelmiştir zamanla.
#byung chul han#güzeli kurtarmak#felsefe#modernizm#postmodern#post modernism#estetik#kitap öneri#kitap tanıtım#kitap oku#kitap tanıtımı#kitap tavsiyesi#kitap kapağı#kitapkurdu#kitaplar#kitapsevgisi#bookstagram#bookreview
25 notes
·
View notes
Text
kendini mükemmelleştirmeye çalışmanın kendini tümüyle sömürme olduğu ortaya çıkar.
byung-chul han - psikopolitika
#byung chul han#psikopolitika#yorgunluk toplumu#şeffaflık toplumu#eros'un ıstırabı#kitap#edebiyat#blogger#felsefe#kitaplar#blog#kitap kurdu#şiir#ulus baker#slavoj zizek#jean baudrillard#roland barthes#emil cioran#haruki murakami#aslı erdoğan#murathan mungan#sigmund freud#carl jung#jacques lacan#jean paul sartre#bulantı#john berger#oblomov#friedrich nietzsche#vincent van gogh
20 notes
·
View notes
Text
"Yasak, emir ve kaidenin yerini proje, girişim ve motivasyon alır. Disiplin toplumu hayır'ın hükmü altındadır. Disiplin toplumunun negatifliği deliler ve caniler doğurmuştur. Performans toplumuysa depresif ve mağluplar yaratır."
Byung - Chul Han - Yorgunluk Toplumu
5 notes
·
View notes
Note
Size göre bütün siyasi partiler ayni kefede mi akp mhp chp hdp vs. vs.
değil ama çetrefilli bir durum. Akp ve saadet oy verenleri açısından cehaletin mazeret olacağı oyuncaklı bir hal içeriyor. Yani bakıyoruz bir kısım ehveni şer, bir kısım ya bu zamanda şeriata gitmek böyle takiye ile yürütülür işler vesaire bahaneler ve umutlarla yöneliyor bu tip partilere, bu partiler de batıl düzen tarafından müslümanların bu tür heveslerini sömürüp atmak için kurdurulmuş yapılar. Bu partilere sadece oy atanlar değil kurucuları dahi seçmenleri gibi aynı şekilde oyuna getiriliyorlar. (Liberalizm Machievelli'nin “gaye vasıtaları meşru kılar” bu islamcılarımızın takiye maslahat adı altında yaptıkları canbazlıklarla birebir örtüşen ideoloji. Hayır vasıtalar gayeyi zelil eder. Biz böylelerine niyeti bozmuş deriz.) Bunu da mezhepsizliğe bir nevi cehalete bağlıyorum. Çünkü iki grupta mezhebini bilse yahut onla amel etse bu tür bahanelerle partilerin dahil olduğu kapsama herhangi bir şekilde iştirake cevaz olmadığını kolayca anlarlardı. Tabi bu anlaşılmasın diye; hep vardı da özellikle son iki yüzyıldır korkunç bir ulema ihaneti tezgahlandı. Mezhep hakkında yalan söylemeyen ve yahut yeri geldiğinde sessizliğe gömülmeyen hiç bir ulemaya devletin tahammülü olamaz, tv ye çıkabilen, gazete ve dergide düzenli yazısı yayınlanan istisnasız herkes bu iki gruba dahil. Aynı şekilde cemaat ve tarikatlar islami derneklerde bu denetimin kölesi kaçınılmaz olarak. Her neyse akp ve saadet benzeri oluşumlara cehalet sebebiyle nefslerinin kendilerine bulduğu bahanelere tevessül etme durumundaysalar mazeret sahibiler. Diğer partilerde bu mazaret ihtimali de zor. “Onların idarecileri Allah'ın indirdiğiyle hükmetmediği ve Allah'ın indirdiğini seçmediklerinde Allah, onlara kendi içlerinde dâhilî fitne verir.”(Hadis-i Şerif; İbnu Mace, Fiten, Hadis No. 4259) Burada çetrefili ve ilginç olan durum belki de müslümanın küfre boyun eğerek işlerini yürütmeye sözde ehveni şer olarak kendisini de şerre dahil etmesinin cezası mıdır bilmem bu tür partilerin sistem tarafından iktidara getirilmesi ve orada oturmalarını izin verilmesi müslümanlara en şiddetli zulmün yapılmasına olanak tanıyor. Çok örnek var ama tek bir tanesi kanı dondurmaya yeter incirlikten kalkan uçaklarla amerikanın müttefiki olarak bu son 15 yılda kadın erkek harici 500 bine yakın müslüman çocuğun ve çoğunun da yanarak ölmesine neden olduk. İslami hayal kurdurmadan bu milleti buna razı edemez görmezden getiremezlerdi. Yani chp iktidarda olsaydı abd ortadoğudaki icraatını bu şekilde sürdüremezdi. Millet chp yahut herhangi bir islami hayal sunmayan partiyi dümdüz ederdi. Şimdi abd yapacağı tahribatı yaptı artık tc de islami bir hayalle uyutulan millete ihtiyaç kalmadı, artık yavaş yavaş diğer atını sürüyor. oh ne güzel cehalet mazeretmiş gemimizi yürütelim gitsin anlamı da çıkmasın dediklerimizden… Hainlik dozajına göre diğer bir hainliğin alternatifi değildir. Cehaleti sadece tekfir etmemek için kendimize mezaret görüyoruz esasen (““Eğer cahil, cehaleti sebebiyle mazur olsaydı; cahil olmak bilgili olmaktan daha hayırlı olurdu. İmam Şafi Rahimehullah”) hakikatte islam kalır mı son nefes ne olur, islam kalsa da ne azap yazar. Bunlara akıl sır erdiremeyiz.
“Kur'ân ve Sünnet hükümlerini inkâr eden kimsenin -namaz kılsa da- kıble ehli kabûl edilmesi mümkün değildir. Aksi hâlde namaz kılan ama şimdi Allah’ın kanunları geçerli olamaz diyenlerin Mü'min kabûl edilmeleri lâzim gelecekti ki, bu düşüncenin bâtıl olduğunda en küçük bir tereddüt yoktur.Bura da hiçbir zaman akıldan çıkarılmaması îcâb eden mühim bir nokta da vardır ki, o da şudur: “Zann, şekk ve vehim mertebesinde olan delîllerle hiçbir Mü'mini kâfirlikle suçlayamayacağımız,” onlara bu tehlikeyi hâtırlatmayacağımız, onları bu tehlikeyle korkutmayacağımız demek değildir. Aksine hiçbir sûrette unutmayacağız ki, bir Mü’min içün olan, -değil büyük- en küçük bir küfür ihtimâl ve tehlikesi yüzünden yırtınırcasına bağırmak en büyük İslâmî ve insânî vazîfelerimizdendir.” [İsmailağadan Hüseyin Avni Hoca]
“İliğimizin sömürülmesine sebep olan eklem yeri gâvur icadını istifadeye mazhar saydığımız yerdir. Bünyemize sıhhatsizlik veren bir sapıklığın yerini bir başka sapıklık almasına isyan etmedik. Böylelikle elimizde ehven-i şerden daha ehven hiçbir şey kalmadı. Kötü keyfiyetteki kafaların yerini keyfiyetsiz kafaların almasında teselli aradık… (Hasan Basri der: “Siz sahabeleri görseydiniz deli sanırdınız. Onlar sizi görseydi kâfir derlerdi.” Ve bunu hangi topluluğa söylüyor, şerri hükümlerin en sert şekilde tahkikinin yapıldığı devletten hesap sorulduğu bir ümmete… Şu durumda her halde bize; “sahabeleri görseniz haşa piskopat sanırdınız, onlar sizi acaba küfre dahi yakıştırmazlardı mı…” derdi bilinmez.) Doğru söylediğimiz zaman bize deli denileceğinden korkuyoruz. Sözümüzü tuttuğumuz zaman enayi yerine konacağımızdan korkuyoruz, emanete hıyanet etmezsek dünyadaki itibarımızın kaybolacağı yanılsaması içine düşüyoruz.” ismet özel
Rasulullah ﷺ buyurdular ki: Bir zaman gelecek; insanlar Kur'an’ı çokca okuyacak fakat bir lezzet ve halavet bulamayacaklar. Kur'an’ın emirlerinde kusur ettiklerinde; “Allah Gafur ve Rahimdir” diyecekler, yasakları işlediklerinde “Biz şirk koşmadıkça Allah affeder ” diyeceklerdir. Onların bütün işleri yalandır. Kurtlar koyun postu giyerek insanları aldatacaklar, en dindarı yağcı olacak.[Ahmed Zühd(1746) Tirmizi(fiten73) Muhasibi er-Riaye(s.521) Kurtubi. Tezkire(s.718) Metalibu Aliye(4540) Berzenci El İşaa(s.145) Darimi(305) Ebu Nuaym]
Siyasetin bütün iniş çıkışı bir yandan kurtların, diğer yandan çakalların devlete karşı toplumu, topluma karşı devleti koz olarak kullanışına ayarlanmıştır. Bu iniş çıkıştan başı dönen Türk toplumu bir türlü hem güvenliğini, hem de özgürlüğünü bir arada, birlikte istediğini ve biri için diğerini feda etmek mecburiyetinde olmadığını söylemez, söyleyemez. Kurtların kurtluk, çakalların çakallık yapmalarından ülke lehine bir sonuç çıkabileceği ihtimalini hep göz önünde tutar. O kadar ki kurtların çakallaşması, çakalların kurtlaşması Türklerde endişe uyandırır. Çünkü onlar da bütün hazırlıklarını hayatlarını yaşamak üzere yapmışlardır. Kurt veya çakal, takılacak birileri olsun isterler. “İsmet Özel”
Ebu Musa el-Eş’ari رضي الله عنه şöyle dedi: “Biz dünyadan hüzün verici bir yorgunluk veya sürekli beklenen bir fitneden başkasını ummuyoruz.”[Kitabu’z-Zühd ve’r-Rekaik / Abdullah ibn Mübarek]
Abdülaziz Bekkine Efendi (Gümüşhâneli Ahmed Ziyâüddîn Efendinin halîfelerinden Mustafa Feyzî Efendinin talebesi…) Erbakan’ın da bulunduğu bir grup, hocaları ve şeyhleri Abdülaziz Bekkine Efendi’den soru şeklinde düzenlenmiş bir talepte bulunurlar: “ Artık bizler de daha müsait şartlarda memleketimize ve mükaddesatımıza hizmet edebilmek için faaliyete geçmek, siyasi ve iktisadi teşebbüslerde bulunmak niyeti ve arzusu içinde olmalıyız diye düşünüyoruz. Acaba ne diyorsunuz?” “Evladım, siyaset hamam taşına benzer; bir cenabetin elinden bir başka cenabetin eline intikal eder. O işler bize göre değil, biz kendi işimize bakalım.“
“Bugün tarikatların sosyal fonksiyonları, dinsel fonksiyonlarının üstüne çıkmıştır. Eskiden kimse şeyh efendinin elinden bir şey alamazdı. Ama şimdi bana şunu söyleyin. Türkiye olması şart değil, hangi tarikat şeyhi, hangi resmi otoriteye “dur bakalım” diyebilir? Kendisi bile pek güvence altında değil…. Son 30 yıl boyunca insanlar İslâm'dan uzaklaştıkça avantajlı olduklarını gördükleri için ortalıkta, Hak olan konusunda hiçbir fikri olmayan ve eğer birisi Hak olanı söylüyorsa ilk işi onu susturmak olan Müslümanlar türedi. Bunlara “türedi” dememiz lâzım.” İsmet Özel
“İslâm’ın değirmeni durmadan dönecektir. Siz hep bu değirmenin döndüğü, mücadelenin devam ettiği yerde bulunun. Agâh olun. Kur’an’la Sultan ayrılacaktır. Siz kendinizi Kitap’tan ne ayrı tutun, ne de kitabın ayrı ayrı değerlendirilmesine meydan verin, tefrika etmeyin. Üzerinize, kendi lehlerine hüküm verdikleri gibi size hüküm vermeyen ümera(yöneticiler) gelecektir. Eğer onlara karşı isyan ederseniz sizi öldürürler. Eğer onlara itaat ederseniz sizi saptırırlar. Dediler ki öyleyse ne yapalım ey Allah’ın Resulü? Dedi ki: Meryemoğlu İsa’nın ashabının yaptığını yapın. Onlar testerelerle biçilip çarmıha bağlandılar, yine de vazgeçmediler. Allah’a itaatte ölmek, Allah’a masiyetteki hayattan hayırlıdır.” Hadis-i Şerif
Sözde mütedeyyin insanlarımız şeriata teslim olmak yerine şeriat getirmek, yeniden büyük medeniyet kurmak gibi dünyevi heveslerle; kafalarında kuyrukları birbirine değmeyen kırk tilki dolaştırıp, sonunda kurnazca dinlerinden olmayı başarıyorlar.
İbnu ebul İzz şöyle der: Allah’ın indirdiğiyle hükmetmeyen kimse, eğer bunun(Allahın indirdiğiyle hükmetmenin) farz olmadığına inanır veye kendisini bu konuda muhayyer (serbest) bilir ya da Allah’ın hükmünü hafife alırsa kelimenin asıl manasıyla kafir olur. Fakat, Allah’ın indirdiğiyle hükmetmenin farz olduğuna, ondan sapmanın haram ve günah olduguna iman ettiği halde bu sapmayı gösterirse günahkar olur. Ona kafir dense bile bu kafirlik, nankörlük anlamındadır. ( Ebul izz ş,tahavi 302)
56 notes
·
View notes
Text
📌 Bir kitabın daha sonuna geldik.
📌 Byung Chul Han'ın kaleme aldığı "Yorgunluk Toplumu" isimli eseri okuduk.
📌 Yorgunluk Toplumu”, depresyonla boğuşan bireylerin durumunu irdeleyen önemli bir eser olarak öne çıkıyor.
📌 Dicle Kitap Atölyesi'nde bu kitabın tahlili yapılacak.
0 notes
Text
Yorgunluk Toplumu - Byung-Chul Han
Güney Koreli felsefe profesörü Byung-Chul Han'ın Yorgunluk Toplumu, modern çağın hastalıklarının biyolojik değil sinirsel olduğunu kanıtlarıyla birlikte sunuyor.
Güney Koreli felsefe profesörü Byung-Chul Han’ın Yorgunluk Toplumu, modern çağın hastalıklarının biyolojik değil sinirsel olduğunu kanıtlarıyla birlikte sunuyor. Gelin şimdi kitabı okurken altını çizdiğim yerleri sizlerle paylaşayım. Sinirsel Şiddet “Her çağın nevi şahsına münhasır hastalıkları vardır. Nihai olarak antibiyotiğin keşfi ile sona eren bakteriyel hastalıklar çağı gibi.” “21 yüzyıl…
View On WordPress
#Aktiflik Toplumu#Antibiyotik#Bağışıklık#Bakmanın Pedagojisi#Bartleby Vakası#Byung-Chul Han#Çoklu Görev#Depresyon#Derin Sıkıntı#Disiplin Toplumu#Faucault#Felsefe#Filon#Güney Kore#Hannah Arendt#Herman Melville#Hiperaktivite#İnsanlık Durumu#Katip Bartleby#Kaygı#Kitap#Kuluçka#Maurois Blanchot#Multitasking#Negatif Güç#Nietzsche#Öfke#Performans Toplumu#Peter Handke#Pozitif Güç
0 notes
Text
Ahmet Muhip Dıranas / Sanatın büyük ideali insan, asan veya asılan olarak harcanıyor
Çeşitli yerlerde yayınlanan şiirleri 45 yıl sonra, 1974 yılında kitaplaştırıldığında, Milliyet Sanat dergisi, Ahmet Muhip Dıranas ile bir söyleşiye yer verdi. Dıranas yanıtlarında, bu kadar uzun süre beklemesinin nedenlerini ve şiirle ilgili düşüncelerini dile getirdi.
Tanınmış şairlerimizden Ahmet Muhip Dıranas, 45 yıllık sanat hayatı boyunca çeşitli yerlerde yayımladığı şiirlerini ilk kez bir kitapta topladı. İş Bankası Yayınları arasında çıkan kitapta şairin hiçbir yerde yayımlanmamış şiirleri de yer alıyor.
Niçin bugüne kadar bir şiir kitabı yayımlamadınız?
- İzahı zor. Nasıl söyleyeyim bilmem ki? Şiiri bir bütün olarak düşündüm. Tek tek şiirler ayrı bir şey, bütün şiirlerim toptan daha ayrı bir şey. İyi ya da kötü, beğenilir beğenilmez. Şiirler kendi başına bir varlık. Hepsi bir araya geldiği zaman bir anlamı vardır. Kırk yıl beklememin nedeni bu olmakla birlikte, zaman zaman ufak kitaplar halinde yayınlayıp sonradan bir bütüne varma da mümkünken bunu yapmayışımın birkaç nedenini de şöyle anlatmaya çalışayım:
İlkin hiçbir şiirimin dergilerde yayınlandıktan sonra beni doyurmamış olması, kusurlu ve eksik gibi gelmiş olması. Bu açıdan da adeta kendi şiir dünyamdan kovulmuş ya da tarafımdan ilgisi kesilmiş bir halde -benzetmek yerinde olursa- yörüngesinden çıkmış uzayda herhangi bir nesne gibi kaybolup gitmiş olması.
İkincisi bilinçli ya da bilinçsiz, tek tek şiirlerimi zamanın sınavına terk etmiş olma. Şarap gibi meselâ. Eskisin bakalım içilebilir mi, içilemez mi?
Bir üçüncü ve bence önemli nokta, ben yaşantımı şiirlerimle bölüşmüşümdür. Yaşarken gereksindiğim zaman şiir yazabiliyordum. Üç beş şiir üst üste çıkabiliyordu örneğin. Sonra uzun, hatta yıllarla sayılacak kadar uzun yazmama, yazamama boşlukları giriyordu araya. O zamanlar şiirden kaçtığımı, hatta sevmediğimi ve hatta bir manada anlamsız bulduğumu çok iyi hatırlıyorum. Bununla birlikte geçenlerde tanıştığım genç bir öğretmenle konuşurken, bu konuda dikkatimi üzerine çeken bir noktaya değindi ve bana "Sizin asıl yaratıcı zamanlarınız bu boşluklar olmalı" dedi. Bu doğru bir düşünce olabilir. Kısır bir şair olduğum da bir gerçek. Bütün bunlardan sonra bu konuda bir tembel olduğum da bir gerçek, kayıtsız ve tembel. Asıl neden bu olabilir. Ama şimdi kendimi övmeme izin verir misiniz? Ne şiir ne bir şey. Bunlar için değil. Bunlar okuyacakların vereceği hükümlerle ilgili. Kendimi rahatça, yüzüm kızarmadan övmek istediğim noktam şu: Bir sabrın imtihanını başarıyla vermiş olmak. Aşağı yukarı kırk beş yıllık bir sabır. Değme şair buna dayanamaz. İster tembellikten ister tatminsizlikten, şundan ya da bundan ama kırk beş yıl kitap yayınlamadım.
Kitabınızı hazırlarken nasıl bir seçim uyguladınız?
- Tarih sırasına göre düzenlemeyi düşündüm. Yapamadım. Şiirlerin birbirleriyle yakınlıkları açısından bir düzen kurmayı düşündüm, o da tam anlamıyla olmadı. Biraz rastgele denebilir. Hatta acele ile. Kitabın başlarında son yıllarda yazmış olduklarım yer aldığı gibi, sonlarda da eskilerden bazıları var. Birbirlerine karıştılar biraz. Bu önemli değil bence. Esas olan bir bütünü bulmaktı. O bütüne varabildimse, daha doğrusu bir orkestrasyonu sağlayabildimse sorun kalmıyor.
Batılı olmak istedim ama belli bir şairin etkisinde saymam kendimi
Sizin için "Batı şiirinden özümledikleriyle 1940'ların modern şiirini hazırlamıştır" deniliyor. Ne dersiniz?
- Bana bu konuda bir şey sormayın. Hüküm okuyucuların ve eleştirmenlerindir. Yalnız, şunu ilâve edeyim. Batı şiiri, evet. Ben daima Batılı olmak istedim. Ama şu ya da bu, belli bir şairin etkisi altında saymam kendimi. Birkaç parçacık belki Baudelaire. Kabul ettim. Ama bütün halinde onun çok dışındayım. Ama Batılıyım. Ve özümleme sözcüğü yerinde. Bununla birlikte Doğulu şiirin tarafımdan itilmiş olmadığı da gözden kaçmamalı isterdim.
Şiirde biçim mükemmelliği içinde bir şeyi arıyorum: İnsanı
"Birkaç parçacık belki Baudelaire" dediniz. Baudelaire sembolizminden hareketle şiirde ses ve şekil mükemmelliğine önem verdiğiniz, yeni bir şiir dili ve yapısı yarattığınız" yargısı konusundaki düşünceleriniz?
- Ses ve şekil mükemmelliğini ön planda tuttuğum bir gerçek. Çünkü sanat her şeyden önce bir biçimdir. Bu sorunun gerisinden şöyle bir anlam çıkarabilir miyim acaba? Kof bir biçimin şairi mi demek isterler?
Ben bunu şiddetle reddederim. Ben şiirde biçim mükemmelliği içinde asıl bir şeyi arıyorum: İnsanı. Acıları, kederleri, uğradığı haksızlıkları, kendine ihaneti ve yanılgılarıyla ve yücelikleriyle insanı. Eğer büyük sorunlarıyla insan bulunmayacaksa benim kitabımda, bu kitabımın derhal lanetlenmesini isterim. Ve gerçek öyleyse derhal yırtıp atsınlar.
Belki şu fark benim şiirimde kendini gösterebilir: Siyasal insanı bulmak olanağı yok. Ama bunu da bilerek yaptım. İnsandan gayrısı için şiir olmaz.
Şekil, şiirimin dayanıklı olması için önemlidir bence. Bir gemi düşünün. Şekil hesapları yanlış yapılmış bir gemi. Birkaç metre yol almadan batar. İşte bu nedenledir şekle önem verişim.
Şiirimizin dünya şiirindeki yerini belirler misiniz?
Dilimiz milletlerarası bir güce henüz sahip değil. Şiir ki bir anlamda tercüme bile edilemez. Hele dilinden aldığı gücü yitirmemek bir tercümede kabil değil. O bakımdan dünya içindeki değerimizi saptayabilmemiz zor. Ama dil bilenler daha iyi bilirler ki, dünya şiiri içinde bizim kendimize özgü bir yerimiz her zaman olabilir. Ne yazık ki şiir tercüme edildiği zaman sadece biraz düşünce, içerik kırıntıları kalır o tercümede. Türkçemizin çok iyi tercümelere ihtiyacı vardır. O zaman bir gerçek Türk şiirinin kendine özgü sesi meydana çıkar.
Batı'nın şiirimize etkisi?
- Son kırk elli yıl, belki daha fazla şiirimiz Batı'dan etkilenmektedir ve sanımca hayırlı bir gelişim bu. Yalnız bir slogan vardır: Taklitlerinden kaçınınız.
Asanı da asılanı da ortadan kaldırmak istiyorum
Toplum şiiri etkilemeli mi?
- Toplum her şeyi etkiler, tabii şiiri de. Yalnız bu geniş bir soru. Topluma seslenmeyen, toplumu ilgilendirmeyen bir sanat ve de şiir var sayılamaz.
Ama toplumcu şiir dediğiniz zaman şiir değişik bir anlamın içine giriyor. Bir şiir ekolü gibi bir şey oluyor. Toplumcu şiire insanın günlük, alelade sorunları giriyor, geçim sıkıntıları giriyor. Şu ya da bu biçimdeki siyasi ezilmişlikleri, sıkıntıları ya da yeni yeni ve denenmeye mahsus toplum biçimlerinin telkini, yansıtılması, insanın açlıkları gibi, siyasetçilerce ya da devletlerce ya da birtakım sınıflarca alınmış tepe tepe kullanılan özgürlükleri, insanlıkları geliyor. Ama bu insanın gerçekte birtakım büyük acıları, toplumcu şiirde birtakım siyasal, ekonomik, sosyal nefretlere ya da hayranlıklara bağlanıyor. İnsancıl anlamda hiçbir zaman bunun karşısında değilim. Ama siyasetçilerin, kötü ekonomistlerin ya da topluma durmadan yeni yeni birtakım insanlarla ve tasavvur edilen idare biçimleriyle yön vermek isteyenlerin durmadan yaptıkları hataları kapatmak, durmadan sanatçıların sırtına yüklenmek isteniyor. Ben sanatta çoğu zaman insanı yücelten ve mükemmelleştiren ve aslında öyle olması gereken bir çabanın, birtakım çıkar oyuncularının hatalarını kapamaya sarfedilmesinin karşısındayım.
İnsanı kurtarmanın yolu, insanın günlük ve alelade dertlerine şiirle çare aramaktan çok, şiir ve sanatla onu bir daha o hale gelmeyeceği bir mükemmelliğin ve birbirinin hakkını yememezliğin platformuna çıkarılması için çaba sarfedilmesi kanısındayım.
Yani toplumcu şiirde, bir çeşit insana has, insanca özgürlük, birtakım toplum sıkıntıları içinde bir kenara itiliyor. Diyelim ki asılan suçludur. Bana göre asan da suçludur. Ama bazı şiir tarzlarında yahut bir toplum anlayışında ya asan yüzde yüz suçlu sayılıyor ya da asılan. Ve o zaman sanatın büyük ideali insan, asan veya asılan olarak harcanıyor. Bana sorarsanız ben ikisinin de acısını çekiyorum. İkisini de suçluyor ya da suçlamıyorum. Kitabımda bu görülecektir sanırım. Asanı da asılanı da ortadan kaldırmak istiyorum.
İnsanın cehennemine sırt çeviren sanatçı olamaz
Aslında şair ya da sanatçı büyük bir ıstırap virtüözüdür. İnsanın acısına ya da cehennemine sırt çeviren sanatçı olamaz. Görüş açıları değişebilir. Bilmem kendi görüş açımı belirleyebildim mi? Ben ne söylesem boşuna, yanlış yorumlara da uğrayabilirim. Bir sanatçının kendini, duygularını, düşüncelerini anlatması zor. Ben ne isem, kitabımdayım. Kitabımdan çıkacak her anlamı, her eleştiriyi memnunlukla kabule hazırım. Bir şeyi reddederim. Toplumun ve insanın karşısında olamam. Böyle düşünenler olursa reddederim.
Bilhassa İkinci Yeni şiirini ve şairlerini çok beğeniyorum
Genç şairlerimiz konusundaki düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz?
- Çok iyi, çok değişik ve bizden çok daha başka. Bilhassa "İkinci Yeni" veya "Anlamsız Şiir" diye adlandırılan şiiri ve şairleri çok beğendiğimi söylemeliyim.
"Gölgeler" ve "O Böyle İstemezdi" adlı iki oyun kitabınız var. Bu dalda da uzun süren boşluğu "yaratıcı bir zaman" olarak niteleyebilir miyiz?
- Tiyatro yazmayı çok severdim. Ama yıllardır tiyatro için kalemi elime aldığım yok. Devlet Tiyatroları Edebi Kurul üyesiyim. Bu nedenle çok oyun okuyorum. Bunun verdiği yorgunluk ve bıkkınlık mıdır, yoksa kanıksama mı yaptı. Bilemiyorum.
Tevfik Fikret bir misyonun adamıydı, hiç eskimiyor
Yeni çalışmalarınızdan söz eder misiniz?
- Tevfik Fikret'in şiirlerini bugünkü Türkçeye aktarma çalışması içindeyim. Pek yakında onları asıllarıyla bir arada yayınlayabileceğimi umuyorum. Bugünkü Türkçe ile Fikret'i koruma ağır bir çaba istiyor. Şimdiye kadar yapılan denemeler başarılı oldu denemez. Başarı sağlayabilirsem, bugünkü dil içinde de büyük ve gerçek bir şairin hiç eskimemiş olarak var olduğu görülecektir. Fikret bir misyonun da adamıydı. Hiç eskimiyor, hatta başarılı olduğu takdirde -ki bazılarında ulaştım- şiir ve estetik açısından bugünkü zevkin de -daha pür şiir anlamında- bir şairi olduğu görülecek.
Bundan başka muhtelif zamanlarda yazdığım birbiriyle bağlı nesir yazılarımı da bir arada toplamak çalışmaları içindeyim.
(Zekai Muratçay / 16 Ağustos 1974 / Milliyet Sanat Dergisi / Sayı 93 / Sayfa 3 -4 / Arşiv çalışması, dizgi: Ferruh Yazıcı)
0 notes