#yorgunluk toplumu
Explore tagged Tumblr posts
Text
toplumsal sorunlarda suçlu aradın mı bulursun birilerini ama işin altını biraz daha kurcaladın mı bütün bir toplumun suça katıldığını görürsün.
afşar timuçin - ahlaksızlık üzerine
#afşar timuçin#ahlaksızlık üzerine#byung chul han#şeffaflık toplumu#yorgunluk toplumu#theodor adorno#minima moralia#akıl tutulması#bertolt brecht#walter benjamin#pasajlar#pablo neruda#karl marks#das kapital#jean paul sartre#simone de beauvoir#ulus baker#jean baudrillard#kitap#edebiyat#blogger#felsefe#kitaplar#blog#kitap kurdu#william shakespeare#zygmunt bauman#thomas bernhard#nazım hikmet ran#sabahattin ali
30 notes
·
View notes
Text
Keyifleri kaygıya dönüştürme meselesi
Fakültedeyken enikonu düşünmüş kararımı vermiştim. Tamam matematik iyi hoştu da, ne teorik olarak ona katabileceğim bir şey vardı ne de veri, robotik, yazılım çekiyordu canım. Yazmak istiyordum. Okulu bitirecektim ama esas yazar olacaktım. Böylece işimi tutkuyla yapacaktım. Nitekim allem ettim kallem ettim, yazarak para kazanmayı başardım. Ama sonra keyif almam gereken iş, yarım saate baskıya yetişecek makalelere, uykusuz gecelere, zamanı ve mekanı durmadan değişen röportajlar için sırtımda mikrofon ve tripotla bir o yana bir bu yana koşturmaya evrildi. Hiç unutmam bir seferinde aynı gün içinde 8 kere kıta değiştirmiştim.
ipadim ve kulaklığım olmadan 5 dakikalık yola gidemez olmuştum. Her yazı bir öncekinden daha güzel, her manşet bir öncekinden daha vurucu olmalıydı. Her seferinde daha kapsamlı bir konu çalışmalıydım. Daha sık kapağa girmeliydim. Kendimi daima geliştirmeliydim. Yapabilirdim, o halde yapmalıydım. Birinin bana bir şeyi dikte etmesine gerek yoktu. Bunu zaten Cemre yapıyordu. Kendimi kendim sömürüyordum.
O dönem bu tutku beni biraz hırpaladığından kendimi yemek yapmaya verdim. Çok keyif aldım. O kadar keyif aldım ki yemek yapmakla kafayı bozdum. Ekmek de yapmaya başladım. Yoğurt, turşu, reçel, pasta… Kesmedi. Peynir yapmaya başladım. Öyle kaynayan süte limon sıkıp lor kestirmeyi demiyorum. Maskarponlar, mozarellalar, tulum peynirleri… Başta her şey çok keyifliydi. Sonra bu bir hobi olmaktan çıktı. Ajandam alışveriş listeleri, tedarikçi telefonları, pastacı kreması reçeteleriyle doldu.
The Milkmaid, Johannes Vermeer, c. 1657
Her iş çıkışı malzeme toplayıp eve koşturuyor, yatana kadar bir şeyler mayalıyor, bir şeyler çırpıyor, “sakın onun kapağını açma” diye mutfağa doğru sesleniyor, bana huzur vermesi gereken bir aktiviteyi yine organize bir şekilde bir stres kaynağına dönüştürüyordum. Bozulan ekşi mayalar, dibi tutan ganajlar, derecesi 0.4 santigrat fazla kaçan hamurlar yüreğime ağır gelince neyse ki vazgeçtim. Fırınlarda çok güzel ekmekler, pazarlarda çok lezzetli turşular satıyorlardı. Her zıkkıma da kendim yetişemezdim.
Bir süre sonra likör yapmaya başladım. Sütten ağzım yanmıştı. Bunun da bokunu çıkarmak istemedim. Kendime birtakım sınırlar koymaya çalıştım. Yaz başı muhakkak Baileys yapıyorum mesela. Mevsimi geçmeden portakal, dikili çilekleri çıkınca çilek, yılbaşında nar likörü. Tabii arada heves edip alınmış fakat yenmemiş meyvelerden uydurmasyon likörler. Ama dediğim gibi, tadında bırakmaya çalışıyorum.
Geçenlerde Özlem “Çok lezzetli oluyor, satsana bunları” dedi. Ocağın başında yüzümde bir gülümsemeyle Baileys’in kremasını karıştırdığım anlar geldi gözümün önüne. Eve yayılan o yoğun acıbadem kokusunun bana verdiği keyif. Sonra yüzümdeki gülümsemenin müşteriye ürün yetiştirme tasasıyla silindiğini, artık acıbadem kokusunun midemi bulandırdığını falan hayal ettim. Her seferinde aynı ve hatta daha iyi bir lezzeti tutturma hırsı. Olmaz o iş.
İnsan kendi işinin patronu olunca sanıyor ki özgürleştim. Özgürlük sadece dışardaki birinin boyunduruğundan kurtulmak değil aslında. Kendi zincirlerin de seni hapsediyor. Her şeyi mükemmel yapma, hep daha iyisine dönüşme hırsı kimimizin kodlarına sızmış. Çalışkanlığı erdemler listesinin en tepesine yerleştirip bir de onu kavramsal olarak yanlış anlayınca, dinlenme eylemini bile kendine çok görüyor insan.
Nietzsche'nin konu hakkında bir sözü var. "Çalışkanlık bir kaçıştır, kişinin kendini unutma isteğidir" diyor. Görüyor ve artırıyorum. Kendini unutmak için önce kendini bilmek gerekir. Aşırı çalışmak, kişinin kendiyle tanışmaktan kaçmasıdır bir taraftan da. Belki de kendini hiç tanıyamadan ölüp gitmesidir. Ben kendimi tanımak ve kendimi hatırlamak istiyorum.
Başkaları ne düşünür bilemem. İş ve hayat dengesini herkes kendine göre kurgulamalı sonuçta. Ama anladım ki benim için bir hobi, hobi olarak kalmalı. Bir verim elde etmek için ya da ticari bir kaygı ile bokunu çıkardığım her şey keyif yerine sıkıntı veriyor. Sonra keyif almak için insanın elinde avucunda hiçbir şey kalmıyor.
“Sevdiğiniz işi yaparsanız, bir gün bile çalışmış sayılmazsınız” lafını da Konfüçyüs söylemiş ama “kapitalizma” bağrına basmış sanırım. Evet bu yüzden bir gün değil her an çalışırım. Ben neden işime aşığım arkadaşım? Mesaiye kalmak için gönüllü olayım diye mi? Para yerine kişisel başarılarımla motive olayım diye mi? İşverenim zahmet etmesin, kendimi zaten ben kırbaçlarım diye mi? Açıkçası insanın kendini tüketmesi için aklıma daha yaratıcı bir yalan gelmiyor.
Daha önce de söylemiştim ama bu sefer yerine cuk oturuyor diye altını çizmek isterim. Artık yapabileceğim her şeyi yapmaya çalışmıyorum. Pastalar mı? Evet mahalledeki pastanede vitrinde duran pastalardan daha güzellerini evdeki küçük mutfağımda yapabilirim. Ama yapmam. Canımız san sebastian mı çekti. Alırız 2 dilim. Yapanın ellerine sağlık.
The Siesta, Vincent van Gogh, 1889
En lezzetli yemeğin en sofistike yemek olması gerekmiyor. Bir sonuçtan keyif almak için ona harcanan para ve zamandan da tatmin olmalıyım. İşten eve gelince mutfak tezgahının başında bir saat daha harcamaktansa, şöyle hızlıca iki sıcak lokma ile sade bir sofra kurmak daha samimi duygular barındırıyor.
Likör satışımız yok maalesef. Ama yolunuz düşerse buz gibi bir portakal likörü ikram edebilirim. Artık yazdıklarımın kimsenin ilgisine ve dikkatine ihtiyacı yok. Bir deadline’ı da yok. Cemreyavuz.com’da paşa gönlüm ne zaman isterse o zaman basıyorum “gönder” tuşuna. Belki sadece ben okuyorum. Canım sağ olsun. 17.11.2024
#nesir#performans toplumu#yorgunluk toplumu#çalışkan#nietzche#byung chul han#tükenmişlik#ev yapımı likör#van gogh#tembellik hakkı#kendini tanımak
0 notes
Text
Byung-Chul Han – Yorgunluk Toplumu (2023)
80’lerle beraber eskilerin “sürat asrı” dediği devri kapatan, hızın sadece fiziksel değil sanal bir dünyada da bir mevzu haline geldiği, insanların, bilginin her an ulaşılabilir olduğu, sosyal ilişkilerin yerini ‘etkileşime’ terk ettiği bir döneme girdik. Merakımız varsa dahi ilgi duyamıyoruz, dikkat kesilemiyoruz. Dikkatimiz yazılım arayüzeylerinin arasında, bir yüzeyden diğerine atlamakla…
View On WordPress
0 notes
Text
Ruhum sıkışmış bir beden hapishanesinde
Çağlar ötesinden bir ses bekliyor
Belki Bilalin belki İsrafilin sesini
Bu yorgunluk ,bu bıkmışlık ve bu ar damarı yırtılmış toplumu
Herşeyi gözümle gören ruhum artık göze karşı suskun
0 notes
Text
ŞAH, AT, PİYON
Bir işin efendisi olmak istiyorsanız önce kölesi olmalısınız!
Köleliği övebilirim ama bahsedeceğim kölelik Hindistan’daki kast sistemindeki toplumu 5 farklı sınıfa ayıran, son iki tabakasını oluşturan ‘Sudra ve Paryalar’ tipi bir kölelik degil. İşçi ve kölelerden oluşan sudraların, paryalardan tek farkı düzenli bir ekonomik gelire sahip olmalarıydı. Ancak onlar da paryalar gibi sınıf atlayamaz ve ölene kadar köle kalırlardı.
Kim ölene kadar köle kalmak ister ki?
Ben ölene kadar köle kalmaktan bahsetmiyorum, diyorum ki bir iște iyi olmak istiyorsanız bir süre o işin mutfağında fazlasıyla pişmelisiniz.
Bu tip bir kölelikle gurur duyarım. Eğer bir işin kölesiysem en iyi köle olmaliyim da demiyorum, çünkü en iyi olmak başkasıyla yarışta olmayi gerektirir, bense yarışma fikrinden hoşlanmıyorum.
Kendimle uğraşmanın her zaman keyif verici olduğunu söyleyemem tabi, hatta çoğu zaman, cok zorlayıcı olduğunu düşünsem de kendimle uğraşmayı severim. Dünden bir adım ötede hissediyorsam kendimi, daha iyi bir köleysem düne göre, mutluluk budur benim için, bir gün efendisi olacağım o yolda bir adım öteye gidebilmektir haz. Peki o zaman yürüdüğümüz bu yolda zaman zaman hissettiğimiz o tükenmişlik hissi de neydi?
Cok güzel yazmıştı @huzursuzbeyin “Enerji harcıyorum ama gelişmiyorum, enerji harcıyorum ama değer katmıyorum, enerji harcıyorum ama görülmüyorum.” Tükenmişlik yorulmak demek değildi, çünkü biliyoruz ki kölelik yorulmakti zaten ve bu yorgunluk sizi bir adım öteye götürdükçe umut vardi. Efendiliğe gidecek o uzun yol zaten emek sarfetmenin bir sonucu olacaktı.
Bazen durduğunuzu düşünürsünüz, aslinda çabalıyorsunuz ancak yerinizde sayıyorsunuzdur ya da öyle olduğunuzu düşünüyorsunuzdur bilemem ya da düşündürülüyorsunuzdur. İşte o noktada satrançtaki piyon sanarsiniz kendinizi, taşlar değişmez bilirsiniz, piyon oyunun sonuna kadar piyon olarak kalacaktır öyle yontulmustur ya da benzer şekilde kast sisteminde bir sudradir o, ölene kadar para kazanan bir köle, tıpkı sizin gibi. Kendinizi efendi olmak icin çalışan bir köle gibi görmeyip bir sudra gibi gormeye başladıysanız tükenmişlik hissi kaçınılmazdır sizin için.
O anlarda bir dibe batmışlık hissi bir çaresizlik ve karanlık hakimdir hayatiniza. Sama Bada’ nin şöyle bir karikatürüne rastladim bu günlerde; sessizligin ve karanlığın elinden tuttuğumda inandığım şeylerin inandırıldığım şeyler olduğunu anladım demisti, benim icin cok etkileyiciydi.
Boşluğu siz doldurun; ……….. hissiyle dolduğum o anlarda sadece kendimi dinlemek isterim ben, kapanırım, kaybolurum, kulaklarımı tıkarım size, çünkü inandirilmak istemem söylediklerinize.
Çünkü konuşan hiçkimse senin varolma yolunda senin yaninda ve destekçin olmak icin konuşmuyordur, bilirim. En yakinindakiler bile sen durmaksizin koşan bir atsın derler, hayal kurma.
Ben hayal kurmayi severim.
Benim icin hedefe varmak degildir yaşamın gayesi. Yürüyecek bir yolumun olması yeterliydi keyif almam icin. Yani kisaca ben, düşünceni sormadıkça sana, duymak istemem, ama cok meraklıyızdır hepimiz o üstün düşüncelerimizle, ruhu yorgu kişiye el uzatiyor görünmeye.
Gerçekten elinden tuttuğunuzu sanıyorsunuzdur bilemem. Çünkü ihtiyac duyariz ne kadar hırslı, bencil ve egoist olsak da kötü bir insan olma düşüncesi egomuza zarar verir arada iyi olmali iyilikler yapmaliyiz. En çok iyiligi de size en az yaklaşabilecek olanlara yaparsiniz.
Neden mi? Çünkü sizler sadece insansınız ve hepiniz biliyorsunuz ki en büyük siz olmalisiniz, en önemli sizsiniz, siz şahsiniz, teksiniz, benzersizsiniz.
Mümkün mü peki etrafimizda binlerce şah olmasi?
Belki.
Ancak kendini şah sanan piyon, at ve vezirlerle sarılı bir çevremiz olduğu bence daha gercekti. Ve biz sadece birer piyonduk onlar için, böyle sanmalarınin tek sebebi aslında sadece bizden önce doğmuş olmalarıydı ama farkında değillerdi.
Egolarımız oyunun piyonu olduğumuz gerçeğiyle bizi yaşatmazdı, hepimiz kendi oyununuzun ya sahlari ya da vezirleriydik; bugunun vezirleri ve şahları da dünün piyonlarıydı. Pardon yanlış oldu, efendiliğe giden yolun köleleriydi. Çünkü satrançtaki taşlar değişmezdi. Kisaca satranç nasıl ki bu yolda dogru bir benzetme tahtasi değilse bilin ki hiçbiriniz ya da hiçbirimiz şah filan değiliz.
Kimimiz köle kimimiz efendiyiz, ve biliriz ki köleliğin hakkını yeterince verdiğimizde sonumuz efendilik, tıpkı sizin gibi.
0 notes
Quote
İyi bir hayat yaşama kaygısı, gitgide hayatta kalma kaygısına dönüşüyor.
Yorgunluk Toplumu, Byung-Chul Han
25 notes
·
View notes
Text
Tam anlamıyla çıplak ve kökten geçicilik haline dönüşmüş yaşama, insanlar hiperaktiviteyle, işkoliklikle ve üretimle karşılık veriyor. Günümüzdeki hızlanma da, bu varlık noksanlığıyla alakalıdır. İş ve performans toplumu kesinlikle bir özgürlük toplumu değildir. Bu toplum yeni zorunluluklar üretir. Efendi ve hizmetkar diyalektiği, her bir insan tekinin hem özgür hem de aylak olabildiği o toplumu sona erdirmez. Diyalektik, efendinin de çalışma kölesi olduğu topluma doğru götürür. Bu zorunluluk toplumunda her bir insan teki, çalışma kampını da yanında taşır. Bu çalışma kampının alamet-i farikası, kişinin aynı anda hem tutuklu hem gardiyan, hem katil hem makul olmasıdır. Böylelikle kişi kendini sömürür. Böylelikle sömürü egemensiz de mümkündür.
7 notes
·
View notes
Note
Kitap önerir misin? Sevdiğin kitapları çok merak ediyorum:)
Tabii ki öneririm sevgili anonim🌿 benim sevdiğim kitaplar genellikle herkese hitap etmiyor... Ama seninde seveceğini umarak ilk aklıma gelenleri yazıyorum☺️ umarım sende seversin🌼
●Mustafa Kutlu: Yoksulluk içimizde
●Yu Hua: Yaşamak
●Jules Payot: İrade terbiyesi
●Ali Fuad Başgil: Gençlerle baş başa
●Mark Twain: İnsan nedir
●Said Ercan:Dijitalizm
●Cemil Meriç: Kültürden irfana, Bu ülke
●Ömer Faruk Korkmaz: Tefekkürden teyakkuza
●Gökhan Özcan: Açık pencere
●Byung-Chul Han: Şeffaflık toplumu, yorgunluk toplumu, Güzeli kurtarmak
●Osamu Dazai: İnsanlığımı yitirirken, Batan güneş, Buruk ayrılık
●Alev Alatlı: Fesübhanallah
●Ebu Zeyd Ahmed el- Belhi: Beden ve ruh sağlığı
●Aytunç Altındal: Dünün belgeleriyle yarının tarihi
●Sezai Karakoç: Fizikötesi açısından ufuklar ve daha ötesi
●İmam Suyuti: Kainatın sırları
●Muhyiddin Şekur: Su üstüne yazı yazmak
99 notes
·
View notes
Text
📚Güzeli Kurtarmak 📚
Byung Chul Han Kore asıllı bir felsefe doktorudur ve Almanya’da Berlin Sanat Üniversitesinde ders vermektedir. Daha önce Yorgunluk Toplumu ve Şeffaflık Toplumu kitaplarını da okuduğum Han yalın diliyle ele aldığı ağır felsefi konulara yer verir kitaplarında. Modernizm ve postmodernizm eleştirileri sunan yazar Güzeli Kurtarmak kitabında da bu eleştirileri estetik alanı üzerinde yoğunlaştırmaktadır.
21. yüzyılın en büyük problemlerinden biridir güzel algısının değişmesi ve pürüzsüzlüğün güzelliğin yerini alması. Sosyal medyanın da etkisiyle güzel olan en pürüzsüz olan gibi yanlış bir algı oluşmuştur. Hakikat olanın güzelliği yerini en görünür olanın güzelliğine bırakmıştır artık. Paylaşma ve beğenme butonları arasında tüm negatiflikler yok edilmiş ve güzel bu iki buton arasında sıkışıp kalmıştır tabiri caizse.
Her şeyin acele yaşandığı bu dünyada güzeli temaşa etmek için ayrılacak vakit yoktur. Marcel Proust’un madlen kurabiyelerini yediği anda döndüğü çocukluk anılarına da yer yoktur bu koşturmacada. Sanat da diğer şeyler gibi hızlı ve kaba hale gelmiştir zamanla.
#byung chul han#güzeli kurtarmak#felsefe#modernizm#postmodern#post modernism#estetik#kitap öneri#kitap tanıtım#kitap oku#kitap tanıtımı#kitap tavsiyesi#kitap kapağı#kitapkurdu#kitaplar#kitapsevgisi#bookstagram#bookreview
25 notes
·
View notes
Text
"Yasak, emir ve kaidenin yerini proje, girişim ve motivasyon alır. Disiplin toplumu hayır'ın hükmü altındadır. Disiplin toplumunun negatifliği deliler ve caniler doğurmuştur. Performans toplumuysa depresif ve mağluplar yaratır."
Byung - Chul Han - Yorgunluk Toplumu
5 notes
·
View notes
Note
Size göre bütün siyasi partiler ayni kefede mi akp mhp chp hdp vs. vs.
değil ama çetrefilli bir durum. Akp ve saadet oy verenleri açısından cehaletin mazeret olacağı oyuncaklı bir hal içeriyor. Yani bakıyoruz bir kısım ehveni şer, bir kısım ya bu zamanda şeriata gitmek böyle takiye ile yürütülür işler vesaire bahaneler ve umutlarla yöneliyor bu tip partilere, bu partiler de batıl düzen tarafından müslümanların bu tür heveslerini sömürüp atmak için kurdurulmuş yapılar. Bu partilere sadece oy atanlar değil kurucuları dahi seçmenleri gibi aynı şekilde oyuna getiriliyorlar. (Liberalizm Machievelli'nin “gaye vasıtaları meşru kılar” bu islamcılarımızın takiye maslahat adı altında yaptıkları canbazlıklarla birebir örtüşen ideoloji. Hayır vasıtalar gayeyi zelil eder. Biz böylelerine niyeti bozmuş deriz.) Bunu da mezhepsizliğe bir nevi cehalete bağlıyorum. Çünkü iki grupta mezhebini bilse yahut onla amel etse bu tür bahanelerle partilerin dahil olduğu kapsama herhangi bir şekilde iştirake cevaz olmadığını kolayca anlarlardı. Tabi bu anlaşılmasın diye; hep vardı da özellikle son iki yüzyıldır korkunç bir ulema ihaneti tezgahlandı. Mezhep hakkında yalan söylemeyen ve yahut yeri geldiğinde sessizliğe gömülmeyen hiç bir ulemaya devletin tahammülü olamaz, tv ye çıkabilen, gazete ve dergide düzenli yazısı yayınlanan istisnasız herkes bu iki gruba dahil. Aynı şekilde cemaat ve tarikatlar islami derneklerde bu denetimin kölesi kaçınılmaz olarak. Her neyse akp ve saadet benzeri oluşumlara cehalet sebebiyle nefslerinin kendilerine bulduğu bahanelere tevessül etme durumundaysalar mazeret sahibiler. Diğer partilerde bu mazaret ihtimali de zor. “Onların idarecileri Allah'ın indirdiğiyle hükmetmediği ve Allah'ın indirdiğini seçmediklerinde Allah, onlara kendi içlerinde dâhilî fitne verir.”(Hadis-i Şerif; İbnu Mace, Fiten, Hadis No. 4259) Burada çetrefili ve ilginç olan durum belki de müslümanın küfre boyun eğerek işlerini yürütmeye sözde ehveni şer olarak kendisini de şerre dahil etmesinin cezası mıdır bilmem bu tür partilerin sistem tarafından iktidara getirilmesi ve orada oturmalarını izin verilmesi müslümanlara en şiddetli zulmün yapılmasına olanak tanıyor. Çok örnek var ama tek bir tanesi kanı dondurmaya yeter incirlikten kalkan uçaklarla amerikanın müttefiki olarak bu son 15 yılda kadın erkek harici 500 bine yakın müslüman çocuğun ve çoğunun da yanarak ölmesine neden olduk. İslami hayal kurdurmadan bu milleti buna razı edemez görmezden getiremezlerdi. Yani chp iktidarda olsaydı abd ortadoğudaki icraatını bu şekilde sürdüremezdi. Millet chp yahut herhangi bir islami hayal sunmayan partiyi dümdüz ederdi. Şimdi abd yapacağı tahribatı yaptı artık tc de islami bir hayalle uyutulan millete ihtiyaç kalmadı, artık yavaş yavaş diğer atını sürüyor. oh ne güzel cehalet mazeretmi�� gemimizi yürütelim gitsin anlamı da çıkmasın dediklerimizden… Hainlik dozajına göre diğer bir hainliğin alternatifi değildir. Cehaleti sadece tekfir etmemek için kendimize mezaret görüyoruz esasen (““Eğer cahil, cehaleti sebebiyle mazur olsaydı; cahil olmak bilgili olmaktan daha hayırlı olurdu. İmam Şafi Rahimehullah”) hakikatte islam kalır mı son nefes ne olur, islam kalsa da ne azap yazar. Bunlara akıl sır erdiremeyiz.
“Kur'ân ve Sünnet hükümlerini inkâr eden kimsenin -namaz kılsa da- kıble ehli kabûl edilmesi mümkün değildir. Aksi hâlde namaz kılan ama şimdi Allah’ın kanunları geçerli olamaz diyenlerin Mü'min kabûl edilmeleri lâzim gelecekti ki, bu düşüncenin bâtıl olduğunda en küçük bir tereddüt yoktur.Bura da hiçbir zaman akıldan çıkarılmaması îcâb eden mühim bir nokta da vardır ki, o da şudur: “Zann, şekk ve vehim mertebesinde olan delîllerle hiçbir Mü'mini kâfirlikle suçlayamayacağımız,” onlara bu tehlikeyi hâtırlatmayacağımız, onları bu tehlikeyle korkutmayacağımız demek değildir. Aksine hiçbir sûrette unutmayacağız ki, bir Mü’min içün olan, -değil büyük- en küçük bir küfür ihtimâl ve tehlikesi yüzünden yırtınırcasına bağırmak en büyük İslâmî ve insânî vazîfelerimizdendir.” [İsmailağadan Hüseyin Avni Hoca]
“İliğimizin sömürülmesine sebep olan eklem yeri gâvur icadını istifadeye mazhar saydığımız yerdir. Bünyemize sıhhatsizlik veren bir sapıklığın yerini bir başka sapıklık almasına isyan etmedik. Böylelikle elimizde ehven-i şerden daha ehven hiçbir şey kalmadı. Kötü keyfiyetteki kafaların yerini keyfiyetsiz kafaların almasında teselli aradık… (Hasan Basri der: “Siz sahabeleri görseydiniz deli sanırdınız. Onlar sizi görseydi kâfir derlerdi.” Ve bunu hangi topluluğa söylüyor, şerri hükümlerin en sert şekilde tahkikinin yapıldığı devletten hesap sorulduğu bir ümmete… Şu durumda her halde bize; “sahabeleri görseniz haşa piskopat sanırdınız, onlar sizi acaba küfre dahi yakıştırmazlardı mı…” derdi bilinmez.) Doğru söylediğimiz zaman bize deli denileceğinden korkuyoruz. Sözümüzü tuttuğumuz zaman enayi yerine konacağımızdan korkuyoruz, emanete hıyanet etmezsek dünyadaki itibarımızın kaybolacağı yanılsaması içine düşüyoruz.” ismet özel
Rasulullah ﷺ buyurdular ki: Bir zaman gelecek; insanlar Kur'an’ı çokca okuyacak fakat bir lezzet ve halavet bulamayacaklar. Kur'an’ın emirlerinde kusur ettiklerinde; “Allah Gafur ve Rahimdir” diyecekler, yasakları işlediklerinde “Biz şirk koşmadıkça Allah affeder ” diyeceklerdir. Onların bütün işleri yalandır. Kurtlar koyun postu giyerek insanları aldatacaklar, en dindarı yağcı olacak.[Ahmed Zühd(1746) Tirmizi(fiten73) Muhasibi er-Riaye(s.521) Kurtubi. Tezkire(s.718) Metalibu Aliye(4540) Berzenci El İşaa(s.145) Darimi(305) Ebu Nuaym]
Siyasetin bütün iniş çıkışı bir yandan kurtların, diğer yandan çakalların devlete karşı toplumu, topluma karşı devleti koz olarak kullanışına ayarlanmıştır. Bu iniş çıkıştan başı dönen Türk toplumu bir türlü hem güvenliğini, hem de özgürlüğünü bir arada, birlikte istediğini ve biri için diğerini feda etmek mecburiyetinde olmadığını söylemez, söyleyemez. Kurtların kurtluk, çakalların çakallık yapmalarından ülke lehine bir sonuç çıkabileceği ihtimalini hep göz önünde tutar. O kadar ki kurtların çakallaşması, çakalların kurtlaşması Türklerde endişe uyandırır. Çünkü onlar da bütün hazırlıklarını hayatlarını yaşamak üzere yapmışlardır. Kurt veya çakal, takılacak birileri olsun isterler. “İsmet Özel”
Ebu Musa el-Eş’ari رضي الله عنه şöyle dedi: “Biz dünyadan hüzün verici bir yorgunluk veya sürekli beklenen bir fitneden başkasını ummuyoruz.”[Kitabu’z-Zühd ve’r-Rekaik / Abdullah ibn Mübarek]
Abdülaziz Bekkine Efendi (Gümüşhâneli Ahmed Ziyâüddîn Efendinin halîfelerinden Mustafa Feyzî Efendinin talebesi…) Erbakan’ın da bulunduğu bir grup, hocaları ve şeyhleri Abdülaziz Bekkine Efendi’den soru şeklinde düzenlenmiş bir talepte bulunurlar: “ Artık bizler de daha müsait şartlarda memleketimize ve mükaddesatımıza hizmet edebilmek için faaliyete geçmek, siyasi ve iktisadi teşebbüslerde bulunmak niyeti ve arzusu içinde olmalıyız diye düşünüyoruz. Acaba ne diyorsunuz?” “Evladım, siyaset hamam taşına benzer; bir cenabetin elinden bir başka cenabetin eline intikal eder. O işler bize göre değil, biz kendi işimize bakalım.“
“Bugün tarikatların sosyal fonksiyonları, dinsel fonksiyonlarının üstüne çıkmıştır. Eskiden kimse şeyh efendinin elinden bir şey alamazdı. Ama şimdi bana şunu söyleyin. Türkiye olması şart değil, hangi tarikat şeyhi, hangi resmi otoriteye “dur bakalım” diyebilir? Kendisi bile pek güvence altında değil…. Son 30 yıl boyunca insanlar İslâm'dan uzaklaştıkça avantajlı olduklarını gördükleri için ortalıkta, Hak olan konusunda hiçbir fikri olmayan ve eğer birisi Hak olanı söylüyorsa ilk işi onu susturmak olan Müslümanlar türedi. Bunlara “türedi” dememiz lâzım.” İsmet Özel
“İslâm’ın değirmeni durmadan dönecektir. Siz hep bu değirmenin döndüğü, mücadelenin devam ettiği yerde bulunun. Agâh olun. Kur’an’la Sultan ayrılacaktır. Siz kendinizi Kitap’tan ne ayrı tutun, ne de kitabın ayrı ayrı değerlendirilmesine meydan verin, tefrika etmeyin. Üzerinize, kendi lehlerine hüküm verdikleri gibi size hüküm vermeyen ümera(yöneticiler) gelecektir. Eğer onlara karşı isyan ederseniz sizi öldürürler. Eğer onlara itaat ederseniz sizi saptırırlar. Dediler ki öyleyse ne yapalım ey Allah’ın Resulü? Dedi ki: Meryemoğlu İsa’nın ashabının yaptığını yapın. Onlar testerelerle biçilip çarmıha bağlandılar, yine de vazgeçmediler. Allah’a itaatte ölmek, Allah’a masiyetteki hayattan hayırlıdır.” Hadis-i Şerif
Sözde mütedeyyin insanlarımız şeriata teslim olmak yerine şeriat getirmek, yeniden büyük medeniyet kurmak gibi dünyevi heveslerle; kafalarında kuyrukları birbirine değmeyen kırk tilki dolaştırıp, sonunda kurnazca dinlerinden olmayı başarıyorlar.
İbnu ebul İzz şöyle der: Allah’ın indirdiğiyle hükmetmeyen kimse, eğer bunun(Allahın indirdiğiyle hükmetmenin) farz olmadığına inanır veye kendisini bu konuda muhayyer (serbest) bilir ya da Allah’ın hükmünü hafife alırsa kelimenin asıl manasıyla kafir olur. Fakat, Allah’ın indirdiğiyle hükmetmenin farz olduğuna, ondan sapmanın haram ve günah olduguna iman ettiği halde bu sapmayı gösterirse günahkar olur. Ona kafir dense bile bu kafirlik, nankörlük anlamındadır. ( Ebul izz ş,tahavi 302)
56 notes
·
View notes
Text
kendini mükemmelleştirmeye çalışmanın kendini tümüyle sömürme olduğu ortaya çıkar.
byung-chul han - psikopolitika
#byung chul han#psikopolitika#yorgunluk toplumu#şeffaflık toplumu#eros'un ıstırabı#kitap#edebiyat#blogger#felsefe#kitaplar#blog#kitap kurdu#şiir#ulus baker#slavoj zizek#jean baudrillard#roland barthes#emil cioran#haruki murakami#aslı erdoğan#murathan mungan#sigmund freud#carl jung#jacques lacan#jean paul sartre#bulantı#john berger#oblomov#friedrich nietzsche#vincent van gogh
20 notes
·
View notes
Text
Yorgunluk Toplumu - Byung-Chul Han
Güney Koreli felsefe profesörü Byung-Chul Han'ın Yorgunluk Toplumu, modern çağın hastalıklarının biyolojik değil sinirsel olduğunu kanıtlarıyla birlikte sunuyor.
Güney Koreli felsefe profesörü Byung-Chul Han’ın Yorgunluk Toplumu, modern çağın hastalıklarının biyolojik değil sinirsel olduğunu kanıtlarıyla birlikte sunuyor. Gelin şimdi kitabı okurken altını çizdiğim yerleri sizlerle paylaşayım. Sinirsel Şiddet “Her çağın nevi şahsına münhasır hastalıkları vardır. Nihai olarak antibiyotiğin keşfi ile sona eren bakteriyel hastalıklar çağı gibi.” “21 yüzyıl…
View On WordPress
#Aktiflik Toplumu#Antibiyotik#Bağışıklık#Bakmanın Pedagojisi#Bartleby Vakası#Byung-Chul Han#Çoklu Görev#Depresyon#Derin Sıkıntı#Disiplin Toplumu#Faucault#Felsefe#Filon#Güney Kore#Hannah Arendt#Herman Melville#Hiperaktivite#İnsanlık Durumu#Katip Bartleby#Kaygı#Kitap#Kuluçka#Maurois Blanchot#Multitasking#Negatif Güç#Nietzsche#Öfke#Performans Toplumu#Peter Handke#Pozitif Güç
0 notes
Text
Ahmet Muhip Dıranas / Sanatın büyük ideali insan, asan veya asılan olarak harcanıyor
Çeşitli yerlerde yayınlanan şiirleri 45 yıl sonra, 1974 yılında kitaplaştırıldığında, Milliyet Sanat dergisi, Ahmet Muhip Dıranas ile bir söyleşiye yer verdi. Dıranas yanıtlarında, bu kadar uzun süre beklemesinin nedenlerini ve şiirle ilgili düşüncelerini dile getirdi.
Tanınmış şairlerimizden Ahmet Muhip Dıranas, 45 yıllık sanat hayatı boyunca çeşitli yerlerde yayımladığı şiirlerini ilk kez bir kitapta topladı. İş Bankası Yayınları arasında çıkan kitapta şairin hiçbir yerde yayımlanmamış şiirleri de yer alıyor.
Niçin bugüne kadar bir şiir kitabı yayımlamadınız?
- İzahı zor. Nasıl söyleyeyim bilmem ki? Şiiri bir bütün olarak düşündüm. Tek tek şiirler ayrı bir şey, bütün şiirlerim toptan daha ayrı bir şey. İyi ya da kötü, beğenilir beğenilmez. Şiirler kendi başına bir varlık. Hepsi bir araya geldiği zaman bir anlamı vardır. Kırk yıl beklememin nedeni bu olmakla birlikte, zaman zaman ufak kitaplar halinde yayınlayıp sonradan bir bütüne varma da mümkünken bunu yapmayışımın birkaç nedenini de şöyle anlatmaya çalışayım:
İlkin hiçbir şiirimin dergilerde yayınlandıktan sonra beni doyurmamış olması, kusurlu ve eksik gibi gelmiş olması. Bu açıdan da adeta kendi şiir dünyamdan kovulmuş ya da tarafımdan ilgisi kesilmiş bir halde -benzetmek yerinde olursa- yörüngesinden çıkmış uzayda herhangi bir nesne gibi kaybolup gitmiş olması.
İkincisi bilinçli ya da bilinçsiz, tek tek şiirlerimi zamanın sınavına terk etmiş olma. Şarap gibi meselâ. Eskisin bakalım içilebilir mi, içilemez mi?
Bir üçüncü ve bence önemli nokta, ben yaşantımı şiirlerimle bölüşmüşümdür. Yaşarken gereksindiğim zaman şiir yazabiliyordum. Üç beş şiir üst üste çıkabiliyordu örneğin. Sonra uzun, hatta yıllarla sayılacak kadar uzun yazmama, yazamama boşlukları giriyordu araya. O zamanlar şiirden kaçtığımı, hatta sevmediğimi ve hatta bir manada anlamsız bulduğumu çok iyi hatırlıyorum. Bununla birlikte geçenlerde tanıştığım genç bir öğretmenle konuşurken, bu konuda dikkatimi üzerine çeken bir noktaya değindi ve bana "Sizin asıl yaratıcı zamanlarınız bu boşluklar olmalı" dedi. Bu doğru bir düşünce olabilir. Kısır bir şair olduğum da bir gerçek. Bütün bunlardan sonra bu konuda bir tembel olduğum da bir gerçek, kayıtsız ve tembel. Asıl neden bu olabilir. Ama şimdi kendimi övmeme izin verir misiniz? Ne şiir ne bir şey. Bunlar için değil. Bunlar okuyacakların vereceği hükümlerle ilgili. Kendimi rahatça, yüzüm kızarmadan övmek istediğim noktam şu: Bir sabrın imtihanını başarıyla vermiş olmak. Aşağı yukarı kırk beş yıllık bir sabır. Değme şair buna dayanamaz. İster tembellikten ister tatminsizlikten, şundan ya da bundan ama kırk beş yıl kitap yayınlamadım.
Kitabınızı hazırlarken nasıl bir seçim uyguladınız?
- Tarih sırasına göre düzenlemeyi düşündüm. Yapamadım. Şiirlerin birbirleriyle yakınlıkları açısından bir düzen kurmayı düşündüm, o da tam anlamıyla olmadı. Biraz rastgele denebilir. Hatta acele ile. Kitabın başlarında son yıllarda yazmış olduklarım yer aldığı gibi, sonlarda da eskilerden bazıları var. Birbirlerine karıştılar biraz. Bu önemli değil bence. Esas olan bir bütünü bulmaktı. O bütüne varabildimse, daha doğrusu bir orkestrasyonu sağlayabildimse sorun kalmıyor.
Batılı olmak istedim ama belli bir şairin etkisinde saymam kendimi
Sizin için "Batı şiirinden özümledikleriyle 1940'ların modern şiirini hazırlamıştır" deniliyor. Ne dersiniz?
- Bana bu konuda bir şey sormayın. Hüküm okuyucuların ve eleştirmenlerindir. Yalnız, şunu ilâve edeyim. Batı şiiri, evet. Ben daima Batılı olmak istedim. Ama şu ya da bu, belli bir şairin etkisi altında saymam kendimi. Birkaç parçacık belki Baudelaire. Kabul ettim. Ama bütün halinde onun çok dışındayım. Ama Batılıyım. Ve özümleme sözcüğü yerinde. Bununla birlikte Doğulu şiirin tarafımdan itilmiş olmadığı da gözden kaçmamalı isterdim.
Şiirde biçim mükemmelliği içinde bir şeyi arıyorum: İnsanı
"Birkaç parçacık belki Baudelaire" dediniz. Baudelaire sembolizminden hareketle şiirde ses ve şekil mükemmelliğine önem verdiğiniz, yeni bir şiir dili ve yapısı yarattığınız" yargısı konusundaki düşünceleriniz?
- Ses ve şekil mükemmelliğini ön planda tuttuğum bir gerçek. Çünkü sanat her şeyden önce bir biçimdir. Bu sorunun gerisinden şöyle bir anlam çıkarabilir miyim acaba? Kof bir biçimin şairi mi demek isterler?
Ben bunu şiddetle reddederim. Ben şiirde biçim mükemmelliği içinde asıl bir şeyi arıyorum: İnsanı. Acıları, kederleri, uğradığı haksızlıkları, kendine ihaneti ve yanılgılarıyla ve yücelikleriyle insanı. Eğer büyük sorunlarıyla insan bulunmayacaksa benim kitabımda, bu kitabımın derhal lanetlenmesini isterim. Ve gerçek öyleyse derhal yırtıp atsınlar.
Belki şu fark benim şiirimde kendini gösterebilir: Siyasal insanı bulmak olanağı yok. Ama bunu da bilerek yaptım. İnsandan gayrısı için şiir olmaz.
Şekil, şiirimin dayanıklı olması için önemlidir bence. Bir gemi düşünün. Şekil hesapları yanlış yapılmış bir gemi. Birkaç metre yol almadan batar. İşte bu nedenledir şekle önem verişim.
Şiirimizin dünya şiirindeki yerini belirler misiniz?
Dilimiz milletlerarası bir güce henüz sahip değil. Şiir ki bir anlamda tercüme bile edilemez. Hele dilinden aldığı gücü yitirmemek bir tercümede kabil değil. O bakımdan dünya içindeki değerimizi saptayabilmemiz zor. Ama dil bilenler daha iyi bilirler ki, dünya şiiri içinde bizim kendimize özgü bir yerimiz her zaman olabilir. Ne yazık ki şiir tercüme edildiği zaman sadece biraz düşünce, içerik kırıntıları kalır o tercümede. Türkçemizin çok iyi tercümelere ihtiyacı vardır. O zaman bir gerçek Türk şiirinin kendine özgü sesi meydana çıkar.
Batı'nın şiirimize etkisi?
- Son kırk elli yıl, belki daha fazla şiirimiz Batı'dan etkilenmektedir ve sanımca hayırlı bir gelişim bu. Yalnız bir slogan vardır: Taklitlerinden kaçınınız.
Asanı da asılanı da ortadan kaldırmak istiyorum
Toplum şiiri etkilemeli mi?
- Toplum her şeyi etkiler, tabii şiiri de. Yalnız bu geniş bir soru. Topluma seslenmeyen, toplumu ilgilendirmeyen bir sanat ve de şiir var sayılamaz.
Ama toplumcu şiir dediğiniz zaman şiir değişik bir anlamın içine giriyor. Bir şiir ekolü gibi bir şey oluyor. Toplumcu şiire insanın günlük, alelade sorunları giriyor, geçim sıkıntıları giriyor. Şu ya da bu biçimdeki siyasi ezilmişlikleri, sıkıntıları ya da yeni yeni ve denenmeye mahsus toplum biçimlerinin telkini, yansıtılması, insanın açlıkları gibi, siyasetçilerce ya da devletlerce ya da birtakım sınıflarca alınmış tepe tepe kullanılan özgürlükleri, insanlıkları geliyor. Ama bu insanın gerçekte birtakım büyük acıları, toplumcu şiirde birtakım siyasal, ekonomik, sosyal nefretlere ya da hayranlıklara bağlanıyor. İnsancıl anlamda hiçbir zaman bunun karşısında değilim. Ama siyasetçilerin, kötü ekonomistlerin ya da topluma durmadan yeni yeni birtakım insanlarla ve tasavvur edilen idare biçimleriyle yön vermek isteyenlerin durmadan yaptıkları hataları kapatmak, durmadan sanatçıların sırtına yüklenmek isteniyor. Ben sanatta çoğu zaman insanı yücelten ve mükemmelleştiren ve aslında öyle olması gereken bir çabanın, birtakım çıkar oyuncularının hatalarını kapamaya sarfedilmesinin karşısındayım.
İnsanı kurtarmanın yolu, insanın günlük ve alelade dertlerine şiirle çare aramaktan çok, şiir ve sanatla onu bir daha o hale gelmeyeceği bir mükemmelliğin ve birbirinin hakkını yememezliğin platformuna çıkarılması için çaba sarfedilmesi kanısındayım.
Yani toplumcu şiirde, bir çeşit insana has, insanca özgürlük, birtakım toplum sıkıntıları içinde bir kenara itiliyor. Diyelim ki asılan suçludur. Bana göre asan da suçludur. Ama bazı şiir tarzlarında yahut bir toplum anlayışında ya asan yüzde yüz suçlu sayılıyor ya da asılan. Ve o zaman sanatın büyük ideali insan, asan veya asılan olarak harcanıyor. Bana sorarsanız ben ikisinin de acısını çekiyorum. İkisini de suçluyor ya da suçlamıyorum. Kitabımda bu görülecektir sanırım. Asanı da asılanı da ortadan kaldırmak istiyorum.
İnsanın cehennemine sırt çeviren sanatçı olamaz
Aslında şair ya da sanatçı büyük bir ıstırap virtüözüdür. İnsanın acısına ya da cehennemine sırt çeviren sanatçı olamaz. Görüş açıları değişebilir. Bilmem kendi görüş açımı belirleyebildim mi? Ben ne söylesem boşuna, yanlış yorumlara da uğrayabilirim. Bir sanatçının kendini, duygularını, düşüncelerini anlatması zor. Ben ne isem, kitabımdayım. Kitabımdan çıkacak her anlamı, her eleştiriyi memnunlukla kabule hazırım. Bir şeyi reddederim. Toplumun ve insanın karşısında olamam. Böyle düşünenler olursa reddederim.
Bilhassa İkinci Yeni şiirini ve şairlerini çok beğeniyorum
Genç şairlerimiz konusundaki düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz?
- Çok iyi, çok değişik ve bizden çok daha başka. Bilhassa "İkinci Yeni" veya "Anlamsız Şiir" diye adlandırılan şiiri ve şairleri çok beğendiğimi söylemeliyim.
"Gölgeler" ve "O Böyle İstemezdi" adlı iki oyun kitabınız var. Bu dalda da uzun süren boşluğu "yaratıcı bir zaman" olarak niteleyebilir miyiz?
- Tiyatro yazmayı çok severdim. Ama yıllardır tiyatro için kalemi elime aldığım yok. Devlet Tiyatroları Edebi Kurul üyesiyim. Bu nedenle çok oyun okuyorum. Bunun verdiği yorgunluk ve bıkkınlık mıdır, yoksa kanıksama mı yaptı. Bilemiyorum.
Tevfik Fikret bir misyonun adamıydı, hiç eskimiyor
Yeni çalışmalarınızdan söz eder misiniz?
- Tevfik Fikret'in şiirlerini bugünkü Türkçeye aktarma çalışması içindeyim. Pek yakında onları asıllarıyla bir arada yayınlayabileceğimi umuyorum. Bugünkü Türkçe ile Fikret'i koruma ağır bir çaba istiyor. Şimdiye kadar yapılan denemeler başarılı oldu denemez. Başarı sağlayabilirsem, bugünkü dil içinde de büyük ve gerçek bir şairin hiç eskimemiş olarak var olduğu görülecektir. Fikret bir misyonun da adamıydı. Hiç eskimiyor, hatta başarılı olduğu takdirde -ki bazılarında ulaştım- şiir ve estetik açısından bugünkü zevkin de -daha pür şiir anlamında- bir şairi olduğu görülecek.
Bundan başka muhtelif zamanlarda yazdığım birbiriyle bağlı nesir yazılarımı da bir arada toplamak çalışmaları içindeyim.
(Zekai Muratçay / 16 Ağustos 1974 / Milliyet Sanat Dergisi / Sayı 93 / Sayfa 3 -4 / Arşiv çalışması, dizgi: Ferruh Yazıcı)
0 notes
Text
Sağlık Bakanı Koca: Bayramda il bazlı bazı kısıtlamalar gelebilir
Sağlık Bakanı Fahrettin Koca Bilim Kurulu Toplantısı sonrası açıklama yaptı. Bakan Koca, İstanbul'da virüsün zirveyi gördüğünü ve inişe geçtiğini söyledi. Koca, bayram için de "Kurban Bayramı'na doğru illerdeki vaka seyrine göre il bazında birtakım kısıtlamalar olabilir. Gelecek hafta yine konuşmuş olacağız" dedi. Bakan Koca, okulların açılmasıyla ilgili oalrak da "Salgın seyri değişmezse okullar açılır. Salgın seyir değiştirirse uzaktan eğitim önerilebilir. " dedi. Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, Sağlık Bakanlığı Bilkent Yerleşkesi'nde, Corona vinüs Bilim Kurulu Toplantısı sonrasında düzenlenen basın toplantısında, açıklamalarda bulundu. Dünyanın salgın gündeminin devam ettiğini belirten Koca, "Gücümüze güç katmamız gereken günlerdeyiz. Uzun bir mücadelenin devamında, iyi bir yerdeyiz. Fakat bulunduğumuz yerde durduğumuz her gün kayıptır." ifadesini kullandı. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Direktörünün (Tedros Adhanom Ghebreyesus), son açıklamalarında salgına karşı hiçbir ülkenin güvende olmadığı uyarısında bulunduğunu hatırlatan Koca, şunları söyledi: "Tedros'un açıklamasında yer alan şu bilgi hepinizin dikkatini çekecektir. Salgının ilk üç ayında tüm dünyada toplam vaka sayısı 400 bindi. Sadece geçen hafta sonunda, 400 binden fazla insana Covid-19 tanısı kondu. Sizden şu anda, dünyada yaklaşık 12 milyon Covid-19 vakası olduğunu ve 550 bine varan can kaybı yaşandığını hatırınızda tutmanızı istirham ediyorum." Pek çok ülkenin sağlık sisteminin çökme tehlikesi yaşadığına işaret eden Koca, "Refah toplumlarında dinginliğin yerini kargaşa aldı. Ülkemizin durumu birçok yönden iyi olmakla birlikte, ilk can kaybımızı açıkladığımız 11 Mart gecesindeki acımız devam ediyor." diye konuştu. Dün 19 hastanın daha Corona virüs nedeniyle hayatını kaybettiğini hatırlatan Koca, "Umutlarını son ana kadar koruyan 19 aile sizce neler düşünüp, neler hissetti? Sizden bu ölümlerin önlenebilir sebeplere bağlı olduğunu hep hatırlamanızı rica ediyorum." dedi. MASKE TAVSİYESİ Corona virüsten kaçınmanın mümkün olduğunun altını çizen Koca, hastalığa yol açan virüsün, solunum yoluyla bulaştığını, maskenin tüm dünyada kabul gören önemli bir tedbir olduğunu belirtti. Yakın mesafede maskenin tek başına yetersiz olduğuna dikkati çeken Koca, "Mesafe kuralı da bu nedenle tüm dünyada tartışılmaz bir tedbirdir. El temizliği ise olmazsa olmaz bir kuraldır. Dünya, hastalığın yayılmasına karşı her ne başarı gösteriyorsa bunu, bu kurallara uyabildiği ölçüde gösteriyor. Vakaların tırmandığı ve salgının kontrolden çıktığı ülkeler, tedbirlerin ya terk edildiği veya zaten yetersiz olduğu ülkelerdir. Tedbirlere uyumun kolay olmadığını, yüzde yüz uyumun sağlanamayacağını biliyoruz. Yaşayıp geldiğimiz hayat, bu tedbirlere göre düzenlenmiş bir hayat değildir." şeklinde konuştu. Bakan Koca, dünkü yeni vaka sayısının 1053 olduğunu hatırlatarak, şöyle devam etti: "İstatistiklere göre aralarından bir bölümü yoğun bakıma gidecek. Bir kısmı solunum cihazına bağlanacak. Aralarından belki bilincini kaybeden olacak. Sizce bu hastalar Covid-19'a, kurallara acaba kendileri uymadıkları için mi yakalandı? Cevabınız 'evet' ise tekrar düşünmenizi istiyorum. Hastalığın bulaşmasını, kurallara karşılıklı uyarsak önleyebiliyoruz. Demek ki kurallara uyarken aynı anda iki amacımız var. Covid-19'a yakalanmamak, Covid-19'u yaymamak." Hastalığın, bugünlerdeki yayılma oranlarına da değinen Bakan Koca, şu uyarılarda bulundu: "Nişan törenleri, düğünler, taziyeler, pazar yerleri, alışveriş merkezleri, toplu taşıma araçları, asker uğurlamaları, sahiller ve plajlar. Açık veya kapalı, fakat kalabalık, diğer ortak mekanlar. Tatile gidenler, Covid-19 tedbirlerinin tatilcilerin lehine olduğunu bilmelidir. Büyük kentlerin kalabalığından uzaklaşanlar, eğer başka kalabalıkları tercih etmez, mesafe kuralını fazlasıyla uygularsa buna müteşekkir kalırız. Düğünlerde, bir çiftin sevincine yarın gölge düşürme korkusu bile tek başına tedbirlere uymak için yeterli olmalıdır. Filiasyon çalışmalarında çok sayıda vakanın kaynağının düğünler olduğunu gördük. Cenazeler, taziyeler, mevlitler yeni acılara sebebiyet vermemelidir. Temaslı taramalarında birçok kez karşımıza bu olaylar çıkmaktadır. Asker uğurlamasında ne uğurlayan ne de uğurlanan hiç risk almamalıdır. Sağlık da vatani göreve saygı da bunu icap ettirir. Gençlerimiz, testi pozitif çıkan Mehmetçikten mesuldür." "8 İLDE ASKER UĞURLAMALARI YASAKLANDI" Sağlık Bakanı Koca, devletin bazı tedbirleri uygulamaya koyduğuna işaret ederek, "8 ilimizde asker uğurlamaları yasaklanmıştır. Din görevlilerimiz; cenaze merasimi, taziye, mevlit, toplu ibadet kaynaklı riskleri önlemek için çalışma başlatmıştır. Güvenlik güçlerimiz, pazar yerlerinde yaptırım içeren tedbirler almaktadır. Düğün, nişan gibi törenlerde toplum sağlığı adına 'gözlemci' bulundurulması yönünde hazırlık söz konusudur." bilgisini verdi. Sağlık Bakanlığının özellikle bugünlere özgü risklere karşı başta İçişleri Bakanlığı, Aile Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, Milli Savunma Bakanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı olmak üzere birçok bakanlığının iş birliği içinde olduğunu belirtti, amacın tedbirlerin daha yaygın uygulanması olduğunu dile getirdi. Covid-19 ile mücadelenin birlikte verilmesi gerektiğini vurgulayan Koca, "Bu işte kendini düşünen toplumu da düşünmüş olur. Kendini riske atan topluma karşı sorumluğunu da çiğner. Demek ki konunun ahlaki bir tarafı var. Bunu göz ardı edemeyiz." dedi. Bakan Koca, hekimleri, bakanlık çalışanlarını ve kendilerini düşündüren bir konuya değinmek zorunda olduğuna işaret ederek, şu değerlendirmeyi yaptı: "Hıfzıssıhha kurullarımızdan ve emniyet teşkilatımızdan verilen bilgilere göre; son 1 hafta içinde 81 ilimizde Covid-19 tedbirlerine uymadığı için yaklaşık 18 bin kişiye para cezası kesilmek zorunda kalınmıştır. Tedbirlere uyum kendiliğinden olabilmeliydi. Yaptırıma hiç ihtiyaç duyulmamalıydı. Maske, mecburiyet getirilmemiş bile olsa kullanılmalıydı. Mesafe hiç değilse saygının şartı kabul edilmeliydi. Bu yaptırımlar devam etmektedir. İl Hıfzıssıhha Kurulları ihtiyaç duydukları kararları almaktadır." Mücadelenin uzunluğunun tüm dünyada olduğu gibi rehavete yol açtığını belirten Koca, şunları kaydetti: "Kabul edelim ki mücadelenin uzunluğutüm dünyada olduğu gibi kısmen bizde de rehavete yol açtı ama son 10 gün içinde gerileme gösterdiğimiz yerden toparlanabileceğimizi de kanıtladık. Yeni vaka sayılarımız 1000 seviyelerinde. Yeni vaka sayılarının neden bu seviyede kaldığının da sebebi belli. Diyarbakır, Konya, Adana, Gaziantep, Şanlıurfa başta olmak üzere bazı illerde hastalık pik seviyesine ulaşıyor. Bu şehirler en yüksek vaka sayılarını yeni görmektedir. Buralardaki vaka artışlarının ancak tedbirlerin gücüyle azalacağını, daha stabil hale geleceğini düşünüyoruz. Mevcut durum Türkiye ortalamasına ilişkin genel dağılımdan çok belli şehirlerdeki artışlardan kaynaklanmaktadır." Bakan Fahrettin Koca, hastalığın şu an tırmanışta olduğu ülkelerin sonbahar için karamsar olduğuna dikkati çekerek, sözlerini şöyle sürdürdü: "Bunu bizim de hesaba katmamız kaçınılmazdır. Covid-19 salgınıyla mücadele hayatımızın bir parçasıdır. Fakat hayat bundan daha büyüktür. Mücadelemizi verirken hayatın da hakkını verelim. Yeter ki kurallara uyalım. Mücadele gücüne iyimserler, yaşamı sevenler sahiptir. Farkında olalım. Üzerimizde bir yorgunluk var. Bu yorgunluğun nedeni bu salgındır. Bu yorgunluğu üstümüzden atalım. Mücadelede yerimizi koruyalım. Terk etmişsek yerimizi yeniden alalım. Salgına karşı 83 milyon bir olalım." Toplantıda gösterdiği slaytlarla ilgili bilgi de veren Koca, Türkiye'nin en fazla hastayı beşinci haftada gördüğünü belirtti. İkinci slaytta ise illerin pik yapma durumunun gösterildiğini anlatan Koca, "İstanbul'un piki tamamladığını, giderek aşağı doğru düşen bir tablo olduğunu görüyoruz." ifadesini kullandı. İstanbul, İzmir, Kocaeli, Sakarya ve Eskişehir'de beşinci haftada pik yapıldığını gördüklerini aktaran Koca, şöyle devam etti: "Anadolu'daki illerimizde yani Trabzon 6'ncı, Kayseri 7'nci haftada, diğer illerimizde ise 14'üncü haftada Hakkari, Kütahya, 15'inci haftada Batman, Şırnak, Antep, 16'ncı haftada Bursa, Konya, Mardin, Van, 17'nci haftada Ankara, Diyarbakır, Şanlıurfa ve Afyonkarahisar'ın piki oluşturma döneminde olduğunu görmüş oluyoruz. Yani Anadolu'da 1'inci dalga halen devam ediyor. Sayılardaki artış da yukarıda pikini tamamlayan illerin daha stabil olduğunu ama aşağıda Anadolu'daki, Doğu ve Güneydoğu'daki illerimizde bahsettiğim pikini tamamlama durumunda olan illerimizdeki artış da toplam vaka sayısının düşmemesine, belli bir yerde stabil kalmasına sebep olmakta." FİLYASYONUN ÖNEMİ Bakan Koca, filyasyon çalışmalarını önemsediklerine işaret ederek "Salgının kontrol altına alınmasının en önemli unsurlarından biri saha temaslı taraması yani o da pozitif bulduğumuz vakanın bulunduğu odağa inerek temaslı taramasıyla izolasyonu erken dönemde yapabilir olmak ve semptomu olan hasta grubunu da erken tedavisini başlamak üzere yapılan ve dünyadan da bizi farklı kılan önemli bir çalışma. Burada yüzde 99,4'e kadar ulaştığımızı ve bugüne kadar 1 milyon 364 bin 614 kişinin bu anlamda temaslının tarandığını ve ortalama filyasyon süremizin de baştan 48 saat iken şu an ortalama 26 saate, son haftalarda da 12 saate kadar indiğini söyleyebilirim." şeklinde konuştu. Bir başka slaytın da ortalama yoğun bakımda kalış süresinin tedavi başarısıyla orantılı olarak giderek düştüğünü gösterdiğini anlatan Koca, bu tablonun yatış süresinin 21-22 günden 3 günlere indiğini, ortalama yoğun bakım sürelerinin 18-20 günden 2 günlere kadar indiğini gösterdiğini aktardı. Koca, "Son üç gün ortalamasıyla en çok vakanın görüldüğü 7 il, İstanbul, Ankara, Gaziantep, Konya, Mardin, Diyarbakır, Şanlıurfa. Ayrıca son 3 gün en az vaka görülen 7 il ise sırasıyla, Tunceli, Artvin, Iğdır, Erzincan, Bayburt, Kırklareli ve Bilecik." ifadelerini kullandı. Basın mensuplarının sorularını da yanıtlayan Bakan Koca, kurul gündemine yaklaşan Kurban Bayramı'na yönelik tedbirlerin gelip gelmediği ve sokağa çıkma kısıtlamasının olup olmayacağına yönelik bir soru üzerine, şu değerlendirmede bulundu: "Bugün kısmen Bilim Kurulunda gündeme geldi, sesli tartışıldı ama bir öneri noktasına gelmedi. Özellikle önümüzdeki haftalar geçen hafta da bahsettiğim şekliyle salgının seyrine göre bu konudaki öneriler daha netleşmiş olur. Burada temelde ülke genelinde bir sokağa çıkma yasağı gündeme gelmedi ama birtakım tedbirlerin olabileceği, özellikle il bazında yer yer kısıtlamaların gündeme gelebileceği çünkü il bazında eğer vaka artışının yoğun olduğu iller söz konusu olursa oradaki tedbirleri biraz daha sertleştirmek gerekebilir. Bunu da bayrama doğru illerdeki vaka seyrine göre İl Hıfzıssıha Kurulları bütün kararları almaya zaten yetkili, dolayısıyla bu anlamda il bazında birtakım kısıtlamalar söz konusu olabilir. Gelecek hafta yine konuşmuş olacağız." ANTİKOR TESTLERİ Türkiye genelinde uygulanan antikor testinin bu hafta sona ereceğini söylediği hatırlatılarak "Test tamamlandı mı, tamamlandıysa veriler ne yönde?" şeklindeki soru üzerine ise Koca, "Testler aslında tamamlandı geçen hafta fakat çalışmayı kabul etmeyen her birey için belirlenen TÜİK tarafından belirlenen her birey için iki de yedek belirtilmişti. İki yedeğin de kabul etmediği 18 bine yakın kişi oldu. Bununla ilgili çalışmayı bu noktada da bitirebilirdik, 18 bin eksikle, böyle olsun istemedik çünkü uluslararası ciddi bir yayın olacağını ve bu anlamda önemli bir çalışma olacağını biliyoruz." ifadesini kullandı. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Direktörünün (Tedros Adhanom Ghebreyesus) bugün Türkiye'ye geleceğini ve yarın toplantı yapacaklarını anlatan Bakan Koca, "Bu mesela bizim önemle konuşacağımız, üzerinde tartışacağımız ülkemizin durumunu belirten bir çalışma olacak. 18 bin ilave kabul etmeyen kişilerin yerine yeni 18 bin kişinin bize sunulmasını istedik. Zannediyorum önümüzdeki 1-2 gün içerisinde verilmiş olacak. 18 bin kişinin tamamlanmasıyla muhtemelen haftaya açıklamış oluruz." dedi. OKULLARIN AÇILMA TARİHİ Milli Eğitim Bakanlığının okulların açılacağını açıkladığı hatırlatılarak bu doğrultuda Bilim Kurulunun normalleşme rehberindeki 4 metrekareye 1 öğrenci tavsiyesinin uygulanabilirliğine ilişkin bir soru üzerine Koca, şunları söyledi: "Uygulanamayacak hiçbir şeyi biz önermek istemeyiz. Uygulanabilir olduğuna taraflarca tartışıldıktan sonra öğrencilerimiz, çocuklarımız, evlatlarımız için en uygun olan çözüm şeklini geliştirmek noktasında bir yaklaşım içinde oluruz. Açıklanan özetle şöyle bir durum, 31 Ağustos'ta okulların açılacağı, bir takvimin belirtilmesi gerekiyor olduğu için açıklanmış oldu ama 31 Ağustos'a doğru eğer salgının seyrinde bir farklılık olursa bu durumda da gerektiğinde daha önce yapıldığı gibi on-line, uzaktan erişim veya hibrit birtakım yöntemler önerilebilir Bilim Kurulu tarafından. Karar bu durumda zaten Bakanlar Kurulunun alacağı bir kararla söz konusu olmuş olur." Belirtilen 4 metrekare konusunun kapalı alanın 4 metrekare olması şeklinde olduğuna dikkati çeken Bakan Koca, konuşmasını şöyle sürdürdü: "Boş alanın 4 metrekareye bir kişi olması şeklinde değil sınıfta özellikle 1 metre mesafenin korunması, toplam kapalı alan içinde en fazla 4 metrenin geçerli olması. İlkokul, ortaokul, lise gibi detaylarıyla ilgili de ilgili taraflarla zaten bizim Halk Sağlığı ekibi, Bilim Kurulu ekibi önümüzdeki günlerde çalışmaya devam ediyor olmuş olacaklar bazı okullar için diyelim beden eğitimi veya hareketin çok yoğun olduğu yerler için bu metreleri 4 metre kadar belki şekillendirmek gerekli olabilir. Yani bunu daha detaylandırmak üzere önümüzdeki haftalar ayrıca üzerinde yoğun çalışılacağını, detayları o durumda Milli Eğitim Bakanlığımızla birlikte zaten tekrar açıklamış olacağız. Orada açıklanan daha çok genel planda en fazla 4 metrekare kapalı alan şeklinde söylenen detaylarıyla da ilgili okulun niteliğine göre bununla ilgili çalışma yapılmış olacak." GRİP AŞISI "Mevsimsel griplerin önlenmesi için grip aşısını öneriyor musunuz?" sorusu üzerine Bakan Koca, grip aşısını özellikle riskli grup, belli bir yaşın üstündeki vatandaşlar için önerdiklerini ifade etti. Grip aşısına bu sene geçen yıla oranla daha fazla talep geleceğini düşündüklerini belirten Koca, "Geçen yıldan daha fazla sipariş verdik. Bu yıl için grip aşısı sorunu yaşanmayacağını söyleyebilirim." diye konuştu. "SALGININ SEYRİNDE BİR FARKLILIK OLMAZSA OKULLAR AÇILIR" Bir gazetecinin, "Milli Eğitim Bakanlığı yetkililerinin belirlediği kuralların okullarda uygulanmasının çok zor olduğunu söylediler. İleride bu kurallarda bir değişiklik olabilir mi?" sorusuna ise Bakan Koca, "Salgının seyrinde bir farklılık olmazsa 31 Ağustos'ta okullar açılmış olur. Eğer salgının seyrinde bir farklılık söz konusu olursa eğitim devam eder ama bu uzaktan eğitim tarzında, online tarzında veya hibrit farklı yöntemler olabilir. Bununla ilgili Bilim Kurulu önerisini yapar. O durumda zaten bildirilmiş olur." yanıtını verdi. Bakan Koca, "4 metrekare" kuralının her okul için önerilmediğine dikkati çekerek, "Okulun kapalı alanı en fazla 4 metrekare olmak üzere ve okulun da niteliği yani ilkokul, ortaokul, lise veya spor ve benzeri hareketliliğin fazla olduğu alanlar düşünülerek detaylı bir çalışma Milli Eğitim Bakanlığıyla birlikte yapılıyor. Önümüzdeki haftalar gereken açıklama yapılır. Her sınıfta 4 metrekareye bir kişi şeklinde bir algı olmamalı." dedi. Öğrencilerin maskeli okula gitmesi konusuna ilişkin de Koca, "Sırasına oturduğu ana kadar maskeli olmasını önemsiyoruz ama devamında maskeyi takma zorunluluğu olsun istemiyoruz." değerlendirmesinde bulundu. "SAĞLIK BAKAN YARDIMCISI EMİNE ALP MEŞE'NİN SUNUMUNDAN ETKİLENDİLER" Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ile Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy'un Türkiye'ye yönelik seyahat uyarısının kaldırılması için Almanya'yı ziyaret ettiklerinin anımsatılması ve görüşmenin ayrıntılarının sorulması üzerine Bakan Koca, Sağlık Bakan Yardımcısı Prof. Dr. Emine Alp Meşe'nin görüşmelere katıldığını ve Robert Koch Enstitüsü'nde sunum yapması için Meşe'nin özellikle davet edildiğini söyledi. Meşe'nin sunumundan yetkililerin çok etkilendiğini ifade eden Koca, dün Robert Koch Enstitüsü direktörünün Meşe'yi aradığını ve Türkiye'den faydalanmak istediklerini ifade ettiklerini aktardı. Bakan Koca, "Özellikle bu kararların başka saiklerle yer yer alındığını da biliyoruz, umarım bu anlamda yapılan görüşme ve etkilenildiği söylenilen görüşme başka saiklerle farklı sonuçlara yol açmaz. Biz önümüzdeki günler bu anlamda bizim talebimiz doğrultusunda özellikle bazı bölgelerimizle ilgili olumlu sonuçlanacağına inanıyoruz." dedi. "AŞIYLA İLGİLİ KLİNİK ÇALIŞMALARA EYLÜL VE EKİM AYINDA GEÇİLECEK" Aşı ve ilaç konusunda yapılan çalışmalara ilişkin soru üzerine Koca, şu bilgileri verdi: "Aşıyla ilgili hayvan çalışmaları devam ediyor. Şu ana kadar sürecin başarılı seyrettiğini söyleyebilirim. Aşıyla ilgili eylül ve ekim ayında klinik çalışmalara Sağlık Bakanlığı sorumluluğunda geçebileceğimizi düşünüyorum. Dolayısıyla esas, klinik çalışmalardaki sonuçlar olmuş olacak. O dönem zannediyorum 3-4 ay kadar klinik çalışmanın sürebileceği ay olacak. O döneme geçildiğinde de daha detaylı açıklamaları yapmış oluruz. Daha önce antiviral olarak kullanılan favipiravir ilacı söz konusuydu. Biz bu ilaçtan epey fayda görmüştük. Dünyanın ve Çin'in daha çok entübe olan hastalarda kullandığı bir ilaçtı. Bizim geç dönemde kullanımın fayda sağlamadığını gördüğümüz, bununla ilgili çalışmada önümüzdeki dönemde yayımlanmış olur. Erken dönemde bu ilacın kullanımının daha faydalı olduğunu biliyoruz. Bu çerçevede de uygulamayı rehberde değiştirdik. Bu ilacın kullanımı da her geçen gün artmakta ve oldukça da diğer ilaçlara göre pahalı olan bir ilaç. Biz artık Türkiye'de imalatı için 4 firma tarafından müracaat edildi. 1-2 gün içerisinde ruhsat süreçleri bitmiş olacak. Artık bu ilacı hem uluslararası boyutuyla satabilecek hem de kendi hastamıza yoğun olarak kullandığımız bu ilacı 4 firmayla gerçekleştirmiş olacağız." "YOĞUN BAKIM TOPLAM HASTA SAYIMIZ 1172" Yoğun bakın ünitelerindeki doluluk oranına ilişkin bir soruya da Koca, acil olmayan hastaları da 1 Haziran'dan itibaren kabul ettiklerini anımsatarak, konuşmasına şöyle devam etti: "O dönemde daha çok kovidli hastayı yatırdığımız dönemdi, şu an ağırlıklı acil olmayan hastaları da aldığımız, bu hastalarla birlikte toplam yüzde 59-61 doluluktan bahsediyoruz. Yoğun bakımda olan hasta sayımız solunum cihazına bağlı 406 hastamız var. Yoğun bakım yatak sayımız 27 bine ulaştı, cihaza bağlı olmayıp yoğun bakımda olan hasta sayımız da 1172. Herhangi bir sorun olmadığını söyleyebilirim." AŞI ÇALIŞAMALARI "Herhangi bir ülkede aşı bulunduğunda, bunun dünyaya yayılımı nasıl olacak? Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) ile bu konuda bir görüşmeniz oldu mu? Yarın bu konu görüşülecek mi? Türkiye'nin bu konudaki çalışması nedir?" soruları üzerine Koca, yarın DSÖ yetkilileriyle yapılacak görüşmede, aşı konusunun gündeme geleceğini söyledi. Koca, yeni tip Corona virüsle (Covid-19) mücadele kapsamındaki aşı çalışmalarında iş birliğinin önemine işaret ederek "Bu anlamda karşılıklı klinik çalışmalara izin vermek şeklinde Rusya ile zaten iş birliği içindeyiz, Çin'le de görüşmelerimiz devam ediyor." bilgisini paylaştı. "Değişen vaka sayılarına göre, özellikle kamuda vardiya sistemi gibi çalışma düzeni olabilir mi? Düğün, asker karşılaması gibi törenlere ilişkin bazı kısıtlamalar var ama yeni bir düzenleme ya da kısıtlama olabilir mi?" sorularını da Bakan Koca, "Kamuda vardiya sistemine geçmek gibi bir durum şu an gündemimizde yok." şeklinde cevapladı. Koca, asker uğurlaması gibi etkinliklere ilişkin, vaka sayısının arttığı riskli görülen illerde, il hıfzıssıhha kurullarınca bazı kararların alındığını hatırlatarak "Bunun sayısı artabilir. Benzer şekilde düğünlerde de il hıfzıssıhha kurulları, yeri geldiğinde bunu, eğer salgının seyrinde il bazında bir farklılık söz konusu ise farklı bir karar her zaman alabilme yetkisine sahip. Bu, tamamen salgının seyrine göre, bölge bazında her zaman her türlü karar alınabilir. Bu il, ilçe veya mahalle bazında olabilir." ifadelerini kullandı. "BİLİM KURULU'NDAN HİÇBİR ÜYEMİZ HİÇBİR ÖDENEK ALMAMAKTADIR" CHP İstanbul Milletvekili İlhan Kesici'nin "1930 yılında Hıfzıssıhha Kanunu'nda bilim kurulunun oluşturulmasının öngörüldüğüne ve bununla ilgili bir ödenek olduğuna" ilişkin iddialarının hatırlatılması üzerine ise Koca, "Ben doğrusu son derece üzüldüm. Sayın vekil arkadaşımızın bu konuda bilgilenmiş olmasını ümit ederdim. Bilim Kurulu'ndan hiçbir üyemiz hiçbir ödenek almamaktadır. Tamamen gönüllülük esasına dayalı olarak bu vazifeyi yürütmektedirler." değerlendirmesinde bulundu. Kesici'nin, Bilim Kurulu ile Umumi Hıfzıssıhha Kanunu içinde Yüksek Sağlık Şurası'nın yeniden oluşturulduğunu savunduğunu belirten Koca, şunları kaydetti: "Evet, Hıfzıssıhha Kanunu içinde Sağlık Şurası söz konusu fakat süreçte Sağlık Şurası kaldırıldı. Devamında Anayasa Mahkemesi'nin özellikle adli bilirkişiliği Sağlık Şurasının kaldırmasıyla, Cumhurbaşkanlığı 1 numaralı kararnamesiyle Sağlık Şurası kaldırılmış oldu. Yani Sağlık Şurası şu an yok. Olmayan Sağlık Şurasının Bilim Kurulu olur mu? Bilim Kurulu olmayıp ödenek veya belli bir süre ile atama söz konusu olabilir mi? Özellikle sağlık üzerinden politika yapmak, hiçbir siyasetçiye şifa olmaz. Bu noktada önerilerimizi yapıcı yapalım, mücadelemiz Corona virüsle olsun. Sağlık sistemimizle, sağlık çalışanlarımızla, sağlık ordumuzla ve yapılanlarla, özverileriyle, fedakarlıklarıyla da sistemimizle de dünyanın takdir ettiği sistemimizle de gurur duyalım." Read the full article
0 notes
Text
“Komplo teorisyenleri milyonlarca kişiyi depresyona sürüklüyor”
21 Nisan 2020, Salı 10:20
İstanbul
Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak diyen, uzun süre bir daha eski günlere dönmenin hayal olduğunu söyleyenlerin ‘komplo teorisyenleri’ olduğunu belirten Psikiyatri Uzmanı Doktor Öğretim Üyesi Murat Altın, “Komplo teorisyenleri milyonlarca kişiyi depresyona sürüklüyor” dedi.
Psikiyatri Uzmanı Doktor Öğretim Üyesi Murat Altın, kısa bir zaman öncesine kadar tüm yaşantının normal olduğunu ancak şu an insanların evlerinin yanındaki parka, deniz kenarındaki bir yürüyüşe bile özlem duyduğunu ifade etti. Dr. Öğr. Üyesi Altın, “Özellikle sosyal medyada dolaşan komplo teorileri ve felaket senaryoları, kişilerin Covid-19’la ilgili kaygılarını daha da artırmanın yanı sıra, her şeyin daha da kötü olacağı ve bir daha hiç düzelmeyeceğine dair bir inancın gelişmesine yol açtı. Bu da kişilerin resmi kurum ve kuruşlara, sağlık çalışanlarının önerilerine olan inançlarında azalmaya yol açarak bir ümitsizlik ortamına zemin hazırladı. Böylece milyonlarca kişide depresif semptomların ortaya çıkmasına neden oldu” diye konuştu.
İKİ BÜYÜK BELİRSİZLİK KAYGIYI ARTIRDI
İnsanoğlunun en büyük yeteneklerinden birinin uyum olduğunun altını çizen İstinye Üniversite Hastanesi Medical Park Gaziosmanpaşa’dan Psikiyatri Uzmanı Dr. Öğr. Üyesi Murat Altın, “Belirsizlik ortamı, son günlerde birçok insanın anksiyete (yoğun kaygı ve endişe hali) ile psikolojik destek aramasına neden oldu” dedi.
Altın, sözlerine şöyle devam etti:
“İnsan yaşadığı çevresel koşullara kendisine bahşedilen zekâsını kullanarak ürettikleri çözümler ile uyum sağlar. Tehlikeleri bertaraf eder. Kutuplarda veya çöl gibi zorlu şartlarda geliştirdiği imkânlar sayesinde yaşayabilir. Beynimiz gördüğümüz bir tehlikeye karşı hızlıca devreye girerek bu duruma karşı çözümler üretmeye göre yaratılmıştır. Ama ya tehdit gözle görünmezse? İşte insanları en çok zorlayan durum bu görünmez tehlike oldu. Kafamızda ‘Önlem alıyorum ama neye karşı? Tehdit bana yakın mı, uzak mı’ gibi sorular oluştu. En başından beri Sağlık Bakanlığımız başta olmak üzere tüm bilim otoriteleri ‘sosyal mesafe’ye dikkat çekti. Çünkü tehdit en yakınımızda da olabilirdi. Gözle görünmüyordu. Ama bu durum insanoğlunun alışıla gelmiş stratejisi olan ‘görülene önlem almaya’ tersti. İnsanlar önlemler alarak kendilerini ellerinden geldiğince izole ettiler. Hijyen kurallarına uydular. Ama bu kez de başka bir soru gündemlerine geldi: Bu iş ne kadar sürecek? Her şey ne zaman normale dönecek? 1 ay mı, yoksa 1 yıl mı sürecek? Gözle görülemeyen bir tehdit var ama bu tehdidin ne kadar süreceği belli değil. İşte bu iki büyük belirsizlik, insanlar için giderek zorlayıcı olmaya başladı. İşte bu belirsizlik ortamı, son günlerde birçok insanın anksiyete (yoğun kaygı ve endişe hali) ile psikolojik destek aramasına neden oldu.”
‘PANİK ATAĞI OLAN KORONA BULAŞTI SANIYOR’
Her an görünmeyen bir tehditle yaşamanın sadece yaşlıları değil, tüm toplumu derinden etkilediğini söyleyen Altın, insanların kaygılarının ‘Ya en yakınım da virüse yakalanırsa’ korkusuyla önemli ölçüde arttığını belirtti.
Psikiyatri Uzmanı Dr. Öğr. Üyesi Murat Altın, “Yaşlı insanlarda kendileri ile kaygılar artarken, özellikle 25-45 yaş arası insanlarda ise sevdikleri büyüklere –anneleri, babaları, dedeleri gibi- hastalık taşıma kaygıları başladı. En sık karşılaşılan durum sağlık kaygısıydı. Birçok kişi günlük yaşanan bu streslerin sonucunda karşılaştıkları kısa süreli bir nefes darlığı, hafif bir ateş basması gibi normal durumları hastalığa yormaya başladılar. Kendinde hastalık olduğuna dair oluşan bu kaygı kişide panik atakları tetiklemeye başladığında, panik atağa bağlı bedensel belirtiler ortaya çıkmaya başladı. Panik atak sırasında hastalarda çoğunlukla ateş basması, çarpıntı, nefes darlığı ve panik atak sonrası kaslarda yorgunluk ve ağrılar olması; bu bulguların Covid enfeksiyonu semptomları ile benzerlik göstermesi ise bu sağlık kaygısının daha çok artmasına neden oldu. Yani tam bir kısır döngü ortaya çıktı. Bunun sonucunda kişiler ya hastane acil servislerine gelerek kendileri için enfeksiyon riskini daha çok artırdı ya da kişisel hijyenin ötesine geçerek aşırı temizlik şeklinde kompülsif eylemler ile kendi hayat kalitelerini azalttılar” diye konuştu.
EV İÇİ KAVGALAR ARTIŞA GEÇEBİLİR
Yaşadığımız pandemi döneminde insanların stresle mücadele için kullandıkları en önemli silahlarından biri olan ‘sosyal etkileşimin’ en ihtiyaç duyulan anda birden kesilmesinin de ruh sağlığını olumsuz etkilediğini dile getiren Psikiyatri Uzmanı Dr. Öğr. Üyesi Murat Altın, “Sosyal izolasyon, bir yandan insanların zaten yüksek olan anksiyeteleri ile baş etmelerini zorlaştırırken öte yandan daha yalnız ve izole hissetmelerine neden oldu. Bu durum kişilerde mutsuzluk, sinirlilik, aşırı alınganlık, zaman zaman öfke patlamaları, uyuşukluk, dikkat ve konsantrasyonda azalma, uykusuzluk, tükenmişlik hissetme gibi ruhsal yakınmalara neden olabilir. Bu bulgular kişinin işlevselliğini olumsuz etkiler. Yapması gereken rutin işleri yapmakta zorlanabilirler. Uzaktan çalışanlarda ise iş performansında azalma olabilir. Diğer yandan bu ruhsal durum sonucunda evde bulunan diğer insanlarla sık sık kavgalar ortaya çıkar ki, bu da kişinin evdeki insanlarla sosyal işlevselliğini de olumsuz etkilenir. Zaten kısıtlı olan sosyal çevre, böylece daha da kısıtlı bir hale gelir” açıklamasında bulundu.
FELAKET SENARYOLARI DEPRESYONU ARTIRDI
Özellikle sosyal medya üzerinden dolaşan komplo teorileri, felaket senaryoları ile kişilerin bu durum ile ilgili kaygılarının daha artması bir yana, her şeyin daha da kötü olacağı ve bir daha hiç düzelmeyeceğine dair bir inanışın geliştiğinin de altını çizen Uzm. Dr. Murat Altın, “Sosyal medyadaki felaket senaryoları ve komplo teorileri nedeniyle insanların resmi kurum ve kuruşlara, sağlık çalışanlarının önerilerine olan inançları azalmaya başlıyor. İşte bu ümitsizlik de birçok kişide depresif semptomların ortaya çıkmasına neden oluyor. Zaten sosyal izolasyon nedeniyle sosyal çevresinden uzaklaşan insanlarda bu yalnızlık duygusu depresif bir duygudurum için zemin hazırlarken, bir de geleceğe dair aşırı karamsar bir tablonun buna eklenmesi, bu dönemde daha fazla depresyon vakası görmemizin psikolojik anlamda en önemli nedenlerinden biridir” diye konuştu.
PSİKOLOJİMİZİ KORUMANIN SIRLARI
Uzm. Dr. Murat Altın, psikolojik olarak evde ruh sağlığını korumamız için önerilerini şöyle sıraladı:
“Öncellikle bu süreç boyunca alınan önlemelerin hem kendimiz hem de sevdiklerimizi korumak için olduğunu kabullenmemiz gerekir. Değişik komplo teorileri yerine Sağlık Bakanlığı gibi resmi ve bilimsel kurumların açıklamaları dışındaki söylem ve açıklamalardan uzak durmak gerekir. Evde bulunan diğer insanlarla birlikte daha çok vakit geçirmeye çalışmak önemlidir. Bunu bir fırsata çevirerek daha önce zaman bulamadığımız aktiviteleri yapmalıyız. Mesela evdeki diğer insanlar ile birlikte belki unuttuğumuz tombala, kızma birader gibi oyunları oynamak, çocuklar ve eşlerin beraber yemek yapması gibi ortak eğlenceli aktiviteler yapmak beraber olma hissini arttırır. Yeni görüntülü konuşma teknolojileri ile sevdiklerimizi, akrabalarımızı, dostlarımızı arayarak kısmen de olsa sosyal iletişim artırılabilir. Diğer yandan eğer kendinizi çok kaygılı hissediyorsanız, önerilen hijyen kurallarından çok daha fazla ve aşırı temizlik yapıyorsanız, gündelik işlerinizi bile yapamayacak kadar tükenmiş ve mutsuz hissediyorsanız, aşırı alkol ve sigara tüketiminiz başladıysa, gece uykularınız bozulduysa, mutlaka profesyonel bir psikolojik destek almanız yararlı olacaktır.”
Kaynak: DHA
Bu Yazı “Komplo teorisyenleri milyonlarca kişiyi depresyona sürüklüyor” adresinde ilk olarak yayınlanmıştır. BakNeDio.Com.
source https://baknedio.com/komplo-teorisyenleri-milyonlarca-kisiyi-depresyona-surukluyor/
0 notes