#yasa değil cinayet
Explore tagged Tumblr posts
Text
Niğde Belediyesi’nden sonra şimdi de Ankara Altındağ Belediyesi’nde toplu hayvan mezarları açıldığı ve köpeklerin katledildiği bildiriliyor.
Hayvanseverler, hayvan hakları savunucuları saatlerdir Altındağ’da olay yerindeler, olay yerinde ölmüş hayvan kokusundan durulmadığını aktarıyorlar, katledilmiş gömülü köpeklerin cesetlerini tanıklıkları ile teyit ediyorlar.
Resmen toplu bir kıyım yaşanıyor! Köpekleri döverek, acı çektirerek, işkence yaparak öldürmüş ve parçalara ayırmışlar!
Bu kadar mı insanlıktan uzaklaştık? Bu işten menfaatleri olan bir avuç dijital zorbanın yarattığı fake gündem, bu hale nasıl geldi?
Hani öldürme olmayacaktı? Hani katliam yasası değildi? Yaşattığınız vahşeti aklımız da kalbimiz de vicdanımız da kaldırmıyor artık! Nasıl böyle canavarlar haline geldiniz? Cana ve canlılara karşı beslediğiniz bu nefret anlaşılır gibi değil.
Memlekette insana, hayvana, ağaca, suya, toprağa, havaya huzur yok.
Gülerek yasayı geçirdik pozu verenler, yasa geçince mecliste topluca baklava yemeye gidenler...
Mutlu musunuz? Vicdanınız nasıl, rahat mı?
Böyle olacağını biliyorduk! Anlatamadık canilere!
Korkunç bir dönemden geçiyor, bu kadar kötülüğün üst üste geldiği bir zamana ilk defa şahit oluyoruz.
Yasayı destekleyen de, yasayı çıkartan da Allah'ından bulsun. Mahallenizde size gülerek bakan, kuyruk sallayan dünyanın en güzel canlıları katlediliyor.
Ülkeyi koca bir hayvan mezarlığına çeviriyorlar! Yetkililer, buna bir dur deyin artık yeter!
103 notes
·
View notes
Text
Farklı yorum !!
AHMET TATAR
Bu Pazar Türkiye’nin kader seçimi sürecinde son kavşakta geçildi.
Milletvekilliği aday listeleri belirlenerek artık son bir aylık propaganda sürecine girildi.
Listeler her seçim döneminde olduğu gibi açıklandığı andan itibaren tartışılmaya, eleştirilmeye başlandı ki, bu son derece normal ve alışıldık bir durum aslında.
Alışılmadık olan, listeler üzerinden CHP ve Millet İttifakı partilerine yönelik bir dezeformasyon kampanyasının başlatılmasıdır.
Listelere baktığımda eleştirilere de konu edilen, hiç görmek istemediğim adları görüyorum.
Olması gereken adları görememenin üzüntüsünü, hatta kızgınlığını da yaşıyorum.
Öte yandan bütün partilerin neredeyse ortaklaştığı aday belirleme yöntemi midemi bulandırıyor.
Geçmiş yıllarda masa başında yapılan aday belirleme yönteminin dışında kalmaya çalışan, mümkün olduğunca ön seçim yapan sol partilerin de sağ partilerle aynı kulvara girmelerinden üzüntü duyuyorum.
Bunların sağduyulu bir çok insanın ortak kanaati olduğunu da yazılanlardan, konuşulanlardan anlıyorum.
Fakat 12 Eylül darbesinden sonra ve son yirmi yılda ülke siyasetinin düştüğü durumu da yakından takip ediyorum.
Türkiye’de neredeyse kırk yıldır normal bir seçim süreci yaşamadık. Sürekli iktidarda kalmaya yönelik seçim kanunu değişiklikleri, muhalefeti en güçsüz anında yakalayıp açığa düşürmek için baskın seçim kararlarını yaşadık. Aklı ve kanunları hiçe sayan YSK kararları ile seçim sonuçları belirlendi. Bunlara son yıllarda “terörü araç olarak kullanma” da eklendi. Yakın zamandaki “Haziran Kasım” arasında tüm ülkede yaratılan terör ve şiddet ortamını ve sonuçlarını hepimiz hatırlıyoruz.
Bu kez de önceki seçim süreçlerinden farklı olmayan yöntemler kullanılıyor. Anayasa ve yasa maddeleri siyasi iktidarın keyfiyeti doğrultusunda yorumlanarak daha baştan seçim süreci sakatlandı. YSK nin durumu ortada ve itiraz edecek makam yok.
Ama bahane arayacak halimiz de yok.
Ortada tek bir sorumluluk var. O da, şartlar ne olursa olsun, sandıkta hem AKP ve ortaklarını hemde YSK’yı yenerek ülkeyi 20 yıldır yaşadığı kaostan çıkarmak.
Bu sorumluluk hiç bir bahaneyi kaldıramayacak kadar ağır ve acil bir sorumluluktur.
Bu ülkeyi, Cumhuriyeti seven ve kendini gelecek kuşaklara karşı sorumlu hisseden herkesin önümüzdeki temel sorunu ve çözümü anlamasına ihtiyaç var.
Bu ülkede birbirinden çok farklı siyasi düşüncede olan muhalif gruplar 20 yılda aynı duvarın önüne yığıldık. Kimse gerçek anlamda düşüncelerini özgürce açıklayamaz, temel haklarını kullanamaz duruma getirildi.
Siyasi iktidarın çizdiği çerçevenin dışında muhalif olmak, şiddete uğramaktan hapsedilmeye; hatta Sinan Ateş olayındaki gibi karanlık bir cinayete kadar çeşitli akibetleri kabullenmeyi gerektiriyor.
21. Yüzyılda bu ülkenin demokrasi serüveninin geldiği nokta maalesef bu.
Türkiye Cumhuriyeti, üstüne biçilen bu çirkin örtüyü parçalayıp atmak ve hukukun üstünlüğünü yeniden hakim kılmak için en kritik eşikte duruyor.
Bu eşiği geçmek için, vatanını seven herkesin bağrına taş basarak gereken fedakarlığı göstermesi, AKP ve ortaklarını bu seçimle yolcu etmesi, ülkemizi esenliğe kavuşturmak için gereğini yapması gerekiyor.
Kimsenin yaşanabilecek bir olumsuzluğun sorumluluğundan, vebalinden kaçabilmesi mümkün değil.
Sorumluluğunu yerine getirmeyen kim olursa olsun nesiller boyu lanetle anılacağını asla unutmasın.
Büyük resimden gözlerimizi ayırmadan ve öncelikli hedefi unutmadan, çevremizde konuşanların, yazıp çizenlerin niyetini anlamaya çalışalım.
Lütfen şu soruları kendimize soralım.
Daha dün neyi savunan, kimleri destekleyenler şimdi muhalefete muhalefet etmeye, kafamızı karıştırmaya, tereddüt yaratmaya çabalıyor?
Kim gerçekten iyi niyetli ve basit çözüme hizmet ediyor?
Kim sureti Hak’tan gözüküp, AKP ve ortaklarının ocağına odun taşıyor?
1 note
·
View note
Text
HAYVANLARI HAKLAMA YASASI
Rabia Mine
Senelerdir hayvanların lehine güncellenmesi için didindiğimiz "Hayvan Hakları Yasası" nihayet değiştiriliyor; ama başta köpekler olmak üzere, zavallı sokak hayvanlarının durumunu bin beter edecek şekilde...
Yasanın adı artık düz, "Hayvan Yasası"...
Zira, güç bela sürdürebildikleri bir kuru 'yaşam hakları" vardı; o da "Sahipsiz hayvanların da sahipli hayvanlar gibi yaşamaları desteklenmelidir," ibaresinin yasadan çıkarılmasıyla, ellerinden alındı.
Bu bağlamda, yeni yasaya artık rahatlıkla "Hayvanları Haklama Yasası" diyebiliriz.
İktidara geldiğinden beri en temel stratejisi, insanları birbirinin karşısında ötekileştirerek yarattığı kaostan nemalanmak olup; ne insanı ne doğayı ne de hayvanı gram umursamadığını milyonlarca kez kanıtlamış olan AKP hükümeti yine yaptı yapacağını...
En alt kültürü oluşturan ve aslında bir bilinç meselesi olan "vicdan" hasletine sahip bulunmayan cahil kitlesine yaranmak için Kürtlerden, Ermenilerden, Zerduşlardan, Berduşlardan, lgbtiq+'lardan, Gezi'ci srtüklerden ve benzerlerinden sonra, hayvanseverleri hedef aldı...
Ülke bu kez de haftalardır halkın önüne kemik gibi atılan "ötanazi" kelimesiyle kutuplaştırıldı ve bütün özgürlük, güzellik, mutluluk düşmanı yobazlarla kafatasçı homofobiklerin çoğu, "sokak hayvanlarının uyutulmasını istiyoruz" diye böğürenlerin safında yer aldı.
Sokaklarda açlıktan delirecek duruma düşürülmüş olmasalar ya da türlü şiddet eylemleriyle kışkırtılıp durulmasalar, normal şartlarda kimseye saldırmayacak olan köpeklerden bazıları kırk yılda bir insanların zarar görmesine yol açıyor diye milyonlarcasının katledilmesi için böğüren bu insan müsveddelerinin hiçbirini, bir kere bile hayvana karşı işlenen şiddet ve cinayet suçları karşısında "insanlar katldilsin" diye böğürürken görmedik ama ne hikmetse...
Yasalarımızda hayvanlara karşı işlenen vahşet eylemleri "suç" değil "kabahat" sayıldığı ve bu bağlamda ancak sahipli olan hayvanlara karşı işlenen "kanlı kabahatlerde", o da üç kuruş para cezasından başka hiçbir caydırıcı yaptırım bulunmadığı için hayvanlara kesintisiz olarak en hunharcasından şiddet eylemleri uygulanan ülkemizde bir tane hayvan düşmanı caniye bile, değil ötanazi yapmak, tek bir tane ciddî ceza verilmesi düşünülmedi.
Geldiğimiz korkunç noktada ise zevk için hayvana işkence yapan, tecvüz eden, zehirleyen, kesen, arabaların ardında sürükleyen, türlü şekillerde öldüren sayısız caniden hiçbirinin ceza görmesi için böğürmeyen insan kılıklı zebaniler, birkaç tane açlıktan ve zulümden delirmiş köpeğin içgüdüsel saldırısının faturasını, milyonlarcasından çıkarmak istiyorlar.
Bugün aynı zamanda azılı bir lgbtiq+ düşmanı olan o vicdan fukaralarından birinin, yeni Hayvanları Haklama Yasası'nı aklamak için, yapay zekâya "sokak hayvanlarının zararlarını" sorup paylaştığını gördüm.
Ne hikmetse, aynı yapay zekânın "Sokak hayvanlarının faydaları nelerdir?" sorusuna verdiği çarşaf gibi yanıtı paylaşmamıştı. Hatta ve hatta burnuna o yazıyı dayayanlara pişkin pişkin, "Yapay zeķânın her dediğine inanacak değiliz heralde!" diyecek kadar da arsızdı.
Yurdumun, bazıları üniversite mezunu, hatta akademisyen vs bile olsalar, kendi içlerindeki kuburdan çıkamamış alt kültür insanlarının en temel problemi, kendilerinden başka herkesi aptal zannetmeleridir.
Oysaki kendinden başka herkesi aptal zannedenler, kafalarının kuma gömülü olması yüzünden kendileri görmediği için, kimsenin de açıktaki kıçlarını görmediğini sanan devekuşlarına benzerler.
Bu devekuşları bugün de "Ötanazi kelimesi yasadan çıkarıldı işte ne güzel!" diye kandırmaya çalışıyorlar, "aptal zannettikleri" kesimleri...
Sanki biz, TC'nin yasal mevzuatlarındaki aslî uygulamaların daima son derece muğlak yazılıp, karar mercilerine sonsuz bir subjektiflik olanağı tanıyan "istisnalar" üzerinden işletildiğini bilmiyormuşuz gibi...
TC bize, yasa başlığında her türlü hakkı tanır; altta yazan istisnalarla, hepsini peyderpey geri alır.
Tıpkı dün kabul edilen yasa tasarısında, sıralanan "istisnaî" durumların mevcudiyeti halinde veterinerlerin kararıyla uyutma işleminin yapılabileceğine dair madde gibi...
Biz o uyutma kararlarının nasıl alınacağını çok iyi biliriz.
İktidarın sokak hayvanlarıyla ilgili bütün sorumluluklarla maddî manevî yükümlülükleri, çoğu CHP'nin eline geçmiş bulunan belediyelere yıkmaktaki sefil hesaplarını da çok iyi bildiğimiz gibi...
Hele ki insanların "Ola ki mecburen bırakmak zorunda kalırsam, ben nasıl öderim bu parayı!" korkusuyla hayvan sahiplenememeleri için hayvanseverlere 60 bin liralık "bırakma cezası" getirmek, resmen insanlığın bittiği yer!..
Be hey, açıktaki mabadlarından vicdanlarını pırtlatmış devekuşları!.. Hayvanları en korkunç işkencelerle katleden canavarlara, o da sadece katlettikleri hayvan birinin tescilli ya da çipli malı ise birkaç bin tl'den başka en ufak ceza verilmeyen ülkenizde, bir hayvansevere herhangi bir mücbir sebep dolayısıyla hayvanını bırakmak zorunda kalması halinde 60 bin tl ceza verilecek olmasının arkasındaki karanlık emeli görmüyor olamazsınız!
Evet, hiçbir hakiki hayvansever, evladı gözüyle baktığı hayvanını kendi isteği ile bırakmaz! Ne var ki hayat koşulları, hele de bizimki gibi istikrarsız ülkelerde çoğunlukla isteklerimizin aksine seyreder. Bugün, tek bir kedinin bakımı bile, veteriner ücretleri hariç, ayda asgarî bin tl'nin üzerinde... Kimsenin, bugün zor-güç bakabildiği cana, yarın bakabileceğinin garantisi yok. Ayrıca hastalanmak; işiz, aşsız, evsiz kalmak gibi türlü türlü beklenmedik mecburiyet ihtimali var. Hayvanseverler zaten sonu gelmeyen zamlar yüzünden inanılmaz zorlanıyorken, onların yüreklerine bir de böyle bir korku salmak; birçok insanı bu endişe yüzünden hayvan sahiplenmekten alıkoymak, insanlık mıdır?
Hayvanlara işķence yapan aşağılık canavarlara zerresinin hissettirilmediği bu endişeyi ve korkuyu, hayvanseverlere yaşatmak hak mıdır?
Güya "ötanazi" ifadesi metinden çıkarıldı diyerek muhteşem hale getirilmiş gibi yedirmeye çalıştığınız yasada her köpeğe, kapatıldığı barınakta sadece bir ay "sahiplenilmek için bekleme süresi" tanınıyor. Bir ay içinde sahiplenilmeyen ķöpeğin, yenilerine yer açmak için "uyutulacağından" bahsediliyor.
Artık orta sınıfın bile fukara olduğu bu konjonktürde, ezkaza bırakmak zorunda kalması, hatta kaybetmesi veya kaçırması halinde 60 bin tl ceza ödeyeceğini bilen kaç kişi, gidip barınaktan hayvan sahiplenmeye cesaret edebilir?
Eski yasada yer alan "Evcil hayvanlar, türüne özgü hayat şartları altında yaşama özgürlüğüne sahiptir. Sahipsiz hayvanların da sahipli hayvanlar gibi yaşamaları desteklenmelidir!" seklindeki temel ilkenin çıkarıldığı yeni Nazi yasasıyla, sokak hayvanlarının bütün hayat damarları kesildi lan, kesildi!..
Direkt bir toplu ötanaziyle değilse bile, dolaylı olarak zamana yayılmış idam fermanları yazıldı...
Senelerdir, hayvana karşı işlenen vahşet eylemleri "kabahat" olmaktan çıkarılarak "suç" kapsamına alınıp, suçlulara toplumda caydırıcı olacak ağır cezalar verilsin diye kendimizi yırtarken, hayvanseverlere ve kendi partilerinin haricindekilere hiçbir doğru düzgün ödenek vermedikleri belediyelere korkunç cezalar getirdiler.
Siz hâlâ bu tür tezgâhların yüzde doksanının iktidar yandaşları tarafından organize edildiğini bile bile, "Ama mama lobisi, bağış toplayan hayvan dernekleriyle para kırışıyor!" diye bik bik ederek, hayvanlar için kendini parçalayan değerli insanlara ve kurumlara leke sürmeye çalışacak kadar alçalın.
"Hayvan canı, insan canının yanında çöptür!" diye böğürerek, insanlıktan çıkın!
Bir de çoğunuz, iki lafınızın biri, "Yaratılanı severiz, yaradandan ötürü!" demiyor musunuz; üzerinize kusmk istiyorum!
Buradaki temel mesele, "sokak hayvanları ya da yasa tasarısı değil; adalet ve yaşam hakkı!"
Kendi ırkından, inancından ve hatta türünden olmayan her canlının yaşam hakkını çalan zebanilerin cehenneme çevirdiği bu ülke, insan gibi insan olanı delirtir!
Delirmeyen, insan değildir!
Kesin bilgi, yayabilirsiniz.
Rabia Mine
#yasayıgeriçek
#katliamahayır
#katliamyasasınadurde
#sokakhayvanlarınınkatliamıdursun
0 notes
Text
Okumak iyi bir gelecek sahibi olmak her insanın hakkıdır Cumhuriyet kısmen de olsa bunu başardı çobandan Başbakan-Cumhurbaşkanı/yoksul çocuklardan ceolar/sanatçı-sporcu/işinsanı ve bakanlar çıkardı bu topraklar,ama maalesef yanlış eğitim sistemi artık çocuklara bu fırsatı vermiyor asansör faciasında yandaş denetimci şirketin hatasıyla bir genç öğrenci kızımız öldü acılı babayı arıyorlar dertleri taziye değil babaya aba altından sopa gösteriliyor"olayı protesto edenlere destek vermeyin"emri veriliyor😢Klüpte bir garson çocuk iş için deneniyor henüz 14 yaşında yandaşların çocukları şımarıkça yaşarlarken o elindeki tepsideki fincanları bardakları düşürmemek için çaba harcıyor belli ki bu işe ve alacağı 5 kuruş yevmiyeye ihtiyacı var hem okuyacak hem çalışacak😭İyi ki çocuğum yok benimki de bu kaderi yaşayacaktı yoksulun kaderi eşit yazılır💔Filistinli çocuklara ağlayıp hamas güzellemesi yapıp arabuluculuk kapmak isteyenler sırça köşklerinden çıkıp yalaka çevrelerinden kurtulup halk içine çıksalar da arap piçlerine gelmeden bu ülkede uğruna ağlanacak çok şey görürler herşey pembe gözlükleri çıkartıp beyaz vicdanla görmeye bağlı!Evet doğru okudunuz hiç kimseye yağ çekmem çünkü çıkar ummuyorum ama herkes çoçuk işçilere (çocuk işçi olmak zorunda bırakılan)bir ilgi borçlu elinden yasa yapmak gelenler çocuklar ve Türk halkı için iyi şeyler yapmayı denemeli tıpkı yıllar önce ayyaş dedikleri ATATÜRKÜN YAPTIĞI GİBİ O DÖNEM DE HİÇ BİRŞEY 4/4 DEĞİLDİ AMA ÇABA VARDI FAKİR ÇOCUKLAR;DEVLETİ SÖMÜREN TARİKÂTLERİN ELİNE TESLİM EDİLMİYORDU HAAAH YARADAN RABBİME ŞÜKÜRLER OLSUN ÇİRKİN KOMİSER KAYI AYLAR SONRA BURADA SÖYLEYİN DE BENİ TUTUKLASIN😴BABAM ÇOCUĞA"BRAVO İYİ ELEMAN OLACAKSIN"DEDİ ÇOCUK SEVİNDİ ÜLKEMİ BU DURUMDA GÖRMEK BENİ KAHREDİYOR İNAN ÖLMEK İSTİYORUM!!!Yoksulun çocuk yapması bir cinayet sayılır bir de 4 çocuk istiyorlar😠
instagram
1 note
·
View note
Text
Jean Christophe Garange
Mermer Adam
” Umut olduğu sürece, hayat da vardır.’’ Diyor kitabında Garange, Mermer Adam sürükleyici bir kitap Olay örgüsü ve işlenen zaman açısından başarılı bir eser ancak çok başarılı değil...çok fazla detay olunca bütünlüğü kurmak zor oluyor... benim ukalalığımdan değil okursanız anlarsınız...Yazarın Koloni kitabıyla aynı dile sahip ancak Koloni de konu ve olay koşumu daha hareketli bana hissettirdiği duygu buydu ( Koloni kitabını tavsiye ederim ) kitaba dönersek-> ‘’Kötülük hiç beklenmedik bir yerden gelebilir’’ Yıl 1939, Berlin… Avrupa yeni bir dünya savaşının eşiğinde…iken bir cinayet araştırması... Nazi devletine yakın kişilerin eşlerini hedef alan bir seri katil var kitapta. Ayrıca milyonlarca insanın ölümüne sebep olan Dünya Savaşı'nın gölgesinde işlenen cinayetlere de yer vermiş yazar. Nazi cinayetleri, suikastler, zevk için veya bir şeyleri örtbas etmek için işlenen cinayetleri. Nazilerin doğada anormal olarak nitelendirilen akıl hastalarını, engellileri ortadan kaldırmak veya kısırlaştırmak için yasa çıkardığını duymuştum fakat bunun işleyişi hakkında detaylı bir bilgim yoktu. Aryan ırk nüfusunu artırmak için hayata geçirilen Lebensborn projesinin varlığı ne kadar doğru bilmiyorum, eğer doğruysa Nazi çılgınlığının haddi hesabı yokmuş bana göre...
0 notes
Text
Denizli kadın cinayetleri için ayağa kalktı
Denizli Kadın Platformu öncülüğünde platform bileşenleri ve pek çok STK üyesi kadın cinayetlerini protesto etti. Geniş katılımlı eylem için Delikliçınar Meydanı’nda toplanan grup adına Denizli Kadın Platformu Ayşegül Odabaşıoğlu açıklama yaptı. Odabaşıoğlu açıklamasına Denizli’de cinayete kurban giden 10 kadının ismini söylerken, kalabalık kadınlar adına ‘burda’ diye haykırdı. Odabaşıoğlu’nun yaptığı basın açıklaması şöyle: HÜLYA ER ELİF IRMAK RABİA DAĞ NADİ NOORİ ALEYNA YURKÖLESİ MERAL SİVRİKAYA TUĞBA TOKBAŞ FATMA KOVAN ŞEBNEM ŞİRİN İREM EVREN Kadına yönelik şiddetin ve kadın cinayetlerinin her geçen gün artarak yükseldiği bir ülkede yaşıyoruz. Hikâyemiz aynı. Yüzlerce kadın “Erkekler onlar sırf hayır dediği için, kendilerinden boşandığı veya ayrıldığı için veya hiç birlikte olmak istemediği için kadınları öldürme cesaretini buldular. Kadınlar öldürüldüğünde dahi yine o kadınların hayatını mercek altına alan, yine kadınların tercihlerini sorgulayan, öldüreni değil öldürüleni suçlayan savcılardan, hâkimlerden, medyadan, siyasetçilerden ve toplumdan bir bütün erkek egemenliğinden, her gün kadınların yaşam güvencesini elinden alıyorlar. Erkek egemen kurumları kadınların yaşam güvencesi olan haklarına saldırarak artık sadece kadın düşmanı politikaları uygulamakla kalmıyor.
"HER BİR CÜMLENİZ ŞİDDET OLARAK DÖNÜYOR"
Cinayetlere engel olması gerekenlerin kadını şiddete karşı koruyan yasaları uygulamak yerine, bu yasaları kaldırmanın yolunu yapıyorlar , “Her bir cümleniz kadınlara, artan şiddet olarak dönüyor. Haftalardır, aylardır, yıllardır yasalar etkili uygulanmıyor. Erkek şiddetine karşı acil önlem planı çağrılarımıza kulak tıkayan sizler, bizim için hayati öneme sahip İstanbul Sözleşmesi’ni kaldırdınız. Biz kadınların uzun yıllar mücadelesi sonucu bir kazanımı olan İstanbul Sözleşmesi, kadına yönelik şiddetle mücadelede en etkin yasa iken bunu uygulayacağınız yerde kaldırıyorsunuz. Oysa İstanbul Sözleşmesi, hukuki güvencemizdir. İstanbul Sözleşmesini hedef alıp Sözleşmeden çekilmek kadına yönelik şiddete teşviktir” . Aile kavramı adı altında kadınların tüm yaşamı kuşatılıp eve hapsedilmesi planlanarak, kreş ve sığınma evleri kapatılıp, kadına karşı şiddet ve kadın cinayetleri olacaksa biz kadınların da bunu kabul edip beklemeye niyetimiz yok. Birbirimizi savunacağız. Kamusal ve özel alanda erkek egemenliğini inşa eden iktidar kurumlarına ve erkekler arası kurulan işbirliğine karşı susmaya hiç niyetimiz yok”. Bugün, kadına yönelik şiddet olgusunun hem kadına hem de tüm topluma dayatılan ideolojik bakıştan, çağdışı ve gerici anlayıştan, ekonomik koşullardan, politik gelişmeler ve kültürel etkenlerden ayrı tutulamayacağı gerçeğini dünyanın gündemine tekrar tekrar taşıma günüdür. Ülkemizde son çeyrek yüzyılda kadınlar da sosyo-ekonomik politikaların odağına konuldu. Kadınlara ilişkin ne zaman bir şey söylese arkasından kadın haklarına ilişkin bir geri adım ortaya çıktı. Kadınların toplum içindeki ekonomik, kültürel ve sosyal etkinliği siyasilerin bilinçli politikaları ile sürekli azaltılarak; toplumsal cinsiyet eşitsizliğine, kadınların cinayete kurban gitmesine; işyerinde, sokakta, evde taciz, tecavüz ve saldırıya maruz kalmasına; bedeninin, emeğinin ve kimliğinin sömürülmesine yol açan ataerkil politikalar gün geçtikçe derinleştirildi. Gericiliğin, savaşın, ayrımcılığın kadın özgürlüğüne bir tehdit olduğu bilinciyle, kadını ret ve inkâr eden her türlü ideolojiye karşıyız. Kadınlar günlük yaşamda sürekli olarak cinsel, psikolojik, fiziksel şiddete, tacize ve tecavüze maruz kalmakta ve öldürülmektedir. Tacizciler, tecavüzcüler ve kadın katilleri tahrik indiriminden yararlanmakta ve hatta serbest bırakılmaktadır. Kadınların, kadın oldukları için karşı karşıya kaldıkları şiddet, taciz, tecavüz, güvencesizlik gibi sorunların çözümünde örgütlü bir mücadele verilmesi gerektiği açıktır. Kadın cinayetlerinin de yüzde 1.500 arttığı Türkiye, bu geri adımlarla, kadının sosyal statüsü, eğitim ve istihdamı açısından 3. Dünya ülkeleri arasında yerini aldı. Soruyoruz, Soruyoruz ve soruyoruz;
KADINLAR NEDEN ÖLDÜRÜLÜYOR?
Kadınlar, her gün, İstanbul Sözleşmesi ve 6284 uygulanmadığı için öldürülüyor. Kadınlar, her gün, “başka karakola git”, “bu şikâyetten bir şey çıkmaz, sen en iyisi vazgeç”, “sığınakta yer yok” diyenlerin görevlerini yapmadıkları için, yeterli sığınak ve danışma merkezi açmaya da bütçe ayrılmadığı için şiddete mahkûm ediliyor ve öldürülüyor. Kadınlar, her gün, adalet uygulayıcıları; şiddet uygulayan erkekleri değil kadınların yaşam tarzlarını yargılamayı seçtiği için, mahkemeler erkekleri aklamanın sayısız yolunu bulduğu için öldürülüyor. Kadınlar, her gün, cinsiyet kimliğine, cinsel ve romantik yönelimine duyulan nefretten, bedenlerinin ve aşklarının sığdırılmaya çalışıldığı kalıplardan, ötürü şiddete maruz bırakılıyor ve öldürülüyor. Kadınlar, her gün, özellikle krizin getirdiği artan işsizlik ve güvencesizlikle, aile içindeki şiddetten uzaklaşacak geçim kaynağı ve gelecek güvencesi olmadığı için erkek şiddetine mahkûm edildiği için öldürülüyor. Kadınlar, her gün, savaşın ve sınırların gölgesinde, Türkçe konuşmadıkları için veya göçmen oldukları için, doğdukları yerden ötürü şiddete uğruyor; şiddete maruz bırakıldıklarında yasal haklarını arayamadıkları için öldürülüyor. Gündelik erkek şiddeti ile tüm mekanizmalarının kurduğu suç ittifakı tarafından kadınlar, her gün, işte böyle öldürülüyor! Cinayete varmadan da bizler şiddet veya baskı altında, belirsizlik içinde, her açıdan sömürülerek, yarınımızın ne olacağını bilmeden nefes almak zorunda bırakılıyoruz. Ancak kadınlar sadece öldürüldüklerinde haber oluyor. Biz ise kadınların isimlerinin ölümleriyle değil yaşamlarıyla, yaşadıkları şiddetle değil gerçekleştirdikleri hayalleriyle haber olduğu bir dünya için buradayız! Ve umudumuz birbirimizde. Umudumuz birlikteliğimizden aldığımız güçte, kadın dayanışmasında. Umudumuz her gün şiddetten uzak bir hayat için her bir nefesimizle verdiğimiz ortak mücadelede. Bundan daha ferah, daha özgür, daha eşit, kimsenin kimliğinden ötürü şiddete uğramayacağı bambaşka hayatlar hayal ederek el ele veriyoruz. Bunu biz yapmazsak kimse bizim için yapmayacak, biliyoruz. Eşit ve özgür bir ülkede yaşayabilmek için, emeğimizden, bedenimizden, kimliğimizden elini çekmeyenlere karşı, eşit ve özgür yarınlar için sözümüzü sokakta söyleyeceğiz ve mücadelemizi örgütlülüğümüzden aldığımız cesaretle ve mücadeleye olan inancımızla sürdüreceğiz. Emeğimiz, bedenimiz, kimliğimiz bizim. Yaşasın Kadın Dayanışması! Yaşasın Kadın Dayanışması! Yaşasın Kadın Dayanışması! DENİZLİ KADIN PLATFORMU Read the full article
0 notes
Text
Ahmet kahramanın yazisi
Mafya’nın Sultan Recebe şükran borcu
Bugün, en son Libya’da ortaya çıkan “kiralık Kürtler” konusunu yazacaktım. Başka bir güne erteledim, onu. Sultan Receb’in katiller, tecavüzcüler, hırsızlardan kurulu “paralel orduları”nın bir kolunun Mexmûr’da sivil, savunmasız Kürt Berivanlarına taarruzu da başka güne. Kürdistan’ın salgın günlerinde ilaç, tıbbi malzeme konusunda çırılçıplak kalması da…
Benim için, bugünün konusu, “görgüsüz Sultan’ın Mafya” ile ballı, güllü, çiçekli balayı…
Ama önce şunu söyleyeyim: Mafya, bütün yer yüzünün lanetli bir ağıdır. Adına “yer altı dünyası” da denilen bu ağ, yalnız bir yerde, belirli bir coğrafyada değil, yer küre boyunca kanun, ondan giderek hukuk dışıdır. Suç örgütüdür, yani. En başta politikacılar dahil, onunla ilişkisi, bağı, bağlantısı olan herkes suçlu muamelesi görmekte, suçu sabit görülenler ise mahkum edilmektedir.
Çünkü, örgütün yaptığı, yasadışılıktır. İnsanlığa karşı suç işlemekle iştigal etmektedir. Uyuşturucu temini ve dağıtımıyla insanları zehirlemekte, piyada alıcısı bulunup da kıtlığı hissedilen ne varsa, mesela sigara, içki, silah Mafyanın iştigal alanıdır. Yasa dışı kumar ve bahis çeşitleri, kiralık katillik, cinayet, gasp, haraç, fidye toplama, kadın ticareti ve aklınıza ne gelirse…
Mafya, elbette ki bir devlet yapılanması değildir. Ama devlet organları ve yöneticileriyle bağlantılıdır. Devletle bağınının olmadığı yerde, zaten Mafya olmaz. Devletin adli, idari ve polisiye aygıtları ile sarmal olduğu takdirde, Mafya vardır. Bu tür bağlantılardan yoksun yapılara, Mafya denmiyor. Çetedir bunlar. Derin desteksiz oldukları için de, ömürleri kısadır.
Öte yandan, her ülke kendince ama, bütün yer yüzünde, Mafya’ya karşı kesintisiz bir mücadele yürütülüyor.
Mafyanın ana vatanı İtalya, ta başından beri, bu suç örgütlenmesiyle savaş halindedir. Ama hiç bir zaman başarılı olamamıştı. Çünkü, bağlar derinliklerde, hükümetlerdedir.
Giulio Andreotti, İtalya tarihinin en önenli politikacılarından başlıcasıydı. 1950’lerden itibaren, Dışişleri başta olmak üzere, çeşitli bakanlık görevlerinde bulundu. Üç kez Başbakanlık yaptı. Ama sonunda Mafya ile dostluk ve karşılıklı yardımlaşma ilişkileri ortaya çıkınca halk tarafından üstü çizildi. Yıldızı söndü. 1990’larda, adı kayıplara karıştı.
Recep Tayyip oğlunun nikah şahitliğini de yapan yakın dostu İtalya Başbakanı Berlusconi, Mafya ile bağlarının gün ışığına çıkmasıyla baş aşağı yere çakıldı, sonra dibe battı.
Demek istiyordum ki, Mafya ile ilişki yüz karasıdır. Kara yüzlülük, büyük ayıp, ağır suçtur.
Ama Türkler, bu konuda da bir yer yüzü istisnası olarak güneşin altında ışıldadı. 12 Eylül 1980 darbecileri Mafyayı, “terör devleti hizmetine” aldı. Mafyayı kullanarak, Avrupa’da Ermenilere karşı terör rüzgarları estirdi.
Böylece, yer yüzünde suç örgütü ve insanlığın lanetli ayıbı olan Mafya bağ ile bağlantı, Türkler için, “şeref” sayıldı. Süleyman Demirel, 12 Eylül darbesinden sonra, yedinci kere Başbakanlığa dönerken, Mafya ile anılan en az iki ismi Bakan olarak yanına aldı. Cumhurbaşkanlığında, Başbakan yaptığı Tansu Çiller ise “devlet için, kurşun atan da, kurşun yiyen de şereflidir” diyerek Mafyayı yüceltti. Dünya’da ilk defa, suç yapılanmasını kutsal makama oturttu.
Türk devleti, 1990’larda Mafya şefleri ve tetikçilerini Kürdistan’da, cellat ve savaş masraflarını karşılamak üzere, uyuşturucu naklinde kullandılar.
Tansu Çiller’in Adalet Bakanı (Memet Ağar), daha sonra düzeninin adaleti tarafından, Mafyacılıktan mahkum edildi. Bu adam, Recep Tayyip Faşizminin “şereflileri”inden başlıcasıdır.
12 Eylül darbesi öncesinin, MHP’nin “para-militer” ülkücü tetikçilerinden pek çoğu, daha sonra, Türk adaleti infazcıları olarak, iş adamlarının batık çek ile senetlerini, Mafya usulu ile (tehdit, içkence, yaralama ve hatta öldürme) tahsil etme işine girdiler. Bunlara “Ülkücü Mafya” veya “çek-senet Mafyası” deniyordu.
Abdullah Çatlı, Yeşil lakaplı Mahmut Yıldırım, Alaattin Çakıcı, Nurullah Ağansoy, Kürşat Yılmaz ve Erol Evcil bunlardan bir kaçıydı. Tümü, bunlar kendi nam ve hesabına gasp yapıp, haraç, fidye topluyor, çek-senet işi yapıyor, ek iş olarak çoğu devlet için, Kürtlere karşı tetik çekiyorlardı.
Sonra devir, dönem, iktidarlar, Mafya’nın ardındaki “baba güç” değişti. Çatlı, Ağar çetesiyle seyahatteyken bir trafik kazasında öldü. Yeşil kayıplara karıştı. Ağansoy, İstanbul Bebek’te bir gece, rakip Çakıcı ile giriştiği savaşta öldü. Çakıcı, Evcil ve Kürşat Yılmaz ise içeriye düştü.
Çakıcı iki yıl eski dostu, Mafyatik deyimle ülkücü “kankası” Devlet Bahçeli’yi yattığı hastane odasında kabul etti. Kendisi karısını da öldürtmekten hükümlü Çakıcı, cezaevinden çıkmak istiyor, büyüğünün önerisini soruyordu. Afta uzlaştılar. Bahçeli, “vatansever ülkücü”nün isteğini, büyük ortağı Recep Tayyip’e iletti. Ancak konjonktür el vermediği için üstü kapandı.
Sonra, Korona salgını baş gösterince, cezaevlerini seyrekleştirme adına, bu “vatan evladı”nın salıverilmesi gündeme geldi. Kanunu da, Çakıcı’nın avukatı MHP milletvekili hazırladı. Alaattin Çakıcı, el yazısıyla yayıp yayımladığı bir mektupla, Cumhurbaşkanı sıfatlı AKP reisi Recep Tayyip ile onun iktidar ortağı Bahçeli’ye şükranlarını sunuyor, bu vesileyle, hizmetlerinin karşılıksız kalmayacağını vaad ediyor, Devlet-Mafya ilişkilerini gün aydınlığına seriyordu.
Bunlar, Mafya babalarıyla birlikte, cami soyguncuları, ayakkabı, halı, kilim, ayakkabı hırsızları, katiller, çocuk tecavüzcülerini sokağa saldılar. Çakıcı, Mafya-Devlet ilişkilerinin sıcaklığında, tecavüzcüler, katillerin özgürlüğü için de teşekkür ediyordu.
Yerlerde sürünen devlete bakın, siz!..
Oysa Mafya ile bu ve benzeri ilişkiler ağı da değil, aralarında rabıta bulunduğuna dair söylenti yüzünden, dünyada pek çok politik hayat söndü. İktidarlar çöktü.
Demek ki neymiş; Türk devletinde Mafya, iktidar ortağıymış. Gerçek bu ve çıplak…
18/04/2020 Ahmet Kahraman
5 notes
·
View notes
Photo
SALDA GÖLÜ
Salda Gölü, Burdur'da, doğa harikası tektonik krater gölü, Türkiye'nin en temiz, dünyanın en temiz beşinci gölü, 1989 yılında doğal SİT alanı ilan edilerek korumaya alındı, yüksek magnezyum içeren bakteriyel kökenli bembeyaz stromatolit kayaçları, sadece burada, Kanada'da ve Mars gezegeninde var, bu yüzden dibi de kıyıları gibi bembeyaz görünüyor, turkuaz suyu ve bembeyaz sahiliyle Türkiye'nin Maldivleri olarak anılıyor, yazın sular çekilince gölün ortasında yedi tane bembeyaz küçük adacık ortaya çıkıyor, herhangi bir akarsu çıkışı yok, 185 metreyle Türkiye'nin en derin, dünyanın en derin üçüncü gölü, endemik bitki, balık ve kuş türleri barındırıyor. İki milyon yaşında, bilimsel ve arkeolojik çalışmalar dışında el değmemesi gerekiyor. Millet bahçesi ayaklarıyla, Toki ihalesiyle etrafına bina yapmaya çalışıyorlar.
Kazdağları, Balıkesir ve Çanakkale arasında yeralıyor, Homeros'un İlyada Destanı'nda geçer, Zeus'un dünyaya geldiği dağdır, Zeus'un sevgilisi İda'nın adını taşır, mitolojide İda Dağı'dır, sonra biz Türkler geldik, yörük kültüründe çok önemli yeri olan “kaz” nedeniyle burasının adı Kazdağları oldu, tüm dünyada Alpler'den sonra oksijen oranı en yüksek bölgedir, 32 farklı endemik bitki türü barındırıyor, Kazdağları göknar'ı dünyada sadece burada yetişiyor, 1993 yılında milli park ilan edilerek koruma altına alındı. Emperyalist şirket siyanür kullanarak altın madeni işletsin diye, şimdilik 195 bin ağaç kestiler, zümrüt ormanlar çöle döndü.
Alpu Ovası, Eskişehir'de, tarımsal SİT alanı, “tarım ve hayvancılık amaçları dışında hiçbir yatırım yapılamaz” diye koruma kararnamesi var, Türkiye'nin en verimli bölgelerinden biri, buğday deposu, dünyada sadece orada bulunan lületaşı yataklarını barındırıyor. Termik santral dikmeye çalışıyorlar.
Kuzey Ormanları, İstanbul'daydı, asrın liderimiz İstanbul büyükşehir belediye başkanıyken “üçüncü köprü cinayettir, intihardır, şehrin kuzeyinde kalan akciğerimizin yokedilmesi demektir, böyle bir teşebbüs İstanbul için ölümcül sonuçlar doğurur, ayrıca, bunu bekleyen bazı mahfillere yeni rant alanları sağlama olayıdır” diyordu. Kendisinin başbakanlığında ve cumhurbaşkanlığında, o cinayet işlendi, o intihar edildi, o rant alanları sağlandı, 13 milyon ağaç kesildi, 13 milyon, kuşların göç yolları bile bozuldu.
Cerattepe, Artvin'de, dünyanın 100 doğal ormanından biri, Kafkas ekosisteminin Türkiye'deki tek uzantısı, bir yanı Kafkasör Yaylası, bir yanı Hatila milli parkı, dünyanın en yaşlı bitki örtüsüne sahip 25 bölgesinden biri, sadece endemik değil, relikt tabir edilen türler barındırıyor, yani buzul çağından beri orada yaşayan bitkiler var, insan bu güzelliğe adeta bakmaya bile kıyamıyor. Milletin orasına koyacağını izah eden yandaş müteahhit, ormanı katledip, siyanür kullanarak bakır madeni işletsin diye dayatıyorlar.
İğneada, Kırklareli'de, longoz ormanlarından oluşan milli parkı var, bu tip ormanlar dünyada sadece Amazon'da, Kongo'da ve İğneada'da bulunuyor, kuş cennetidir, Türkiye'de varolan 454 kuş türünün 200'den fazlası İğneada'da görülebiliyor… Termik santral dikeceklerdi, vazgeçtiler, nükleer santral dikecekler. Sinop, teee 2 bin 400 yıl önce Büyük İskender'e “güneşimi kesiyorsun, gölge etme başka ihsan istemez” demiş Diyojen… Komple Türkiye'nin güneşinin kesilme ihtimali var, nükleer santral dikiyorlar. Akkuyu, Akdeniz'in incisi Mersin'de, denizi güneşi havası öylesine eşsiz ki, dile kolay 10 bin yıldır insan yaşıyor orada… Nükleer santral dikiyorlar.
Munzur Dağları, Tunceli'yle Erzincan arasında yeralır, beş milyon yaşındadır, Munzur Vadisi Milli Parkı'nı bünyesinde barındırır, meşe ormanlarıyla kaplıdır, üzerinde çok sayıda buzul gölü vardır. 3 bin 300 metre yüksekliğe, 60 kilometre uzunluğa sahip olan Munzur Dağları'nın tamamını, komple, maden sahası ilan ettiler.
Bizzat Atatürk'ün talimatıyla hazırlanan, 1939'dan beri yürürlükte olan “zeytin yasası” var. 2003 yılından beri değiştirmeye çalışıyorlar, bir değil, iki değil, sekiz defa denediler, sekiz defa TBMM'ye getirdiler, her defasında püskürtüldü, gene deniyorlar, Türkiye'de 170 milyon zeytin ağacı var, bu yasayı değiştirmeyi başarırlarsa 120 milyonu zeytinlik vasfından çıkacak, zeytinlik vasfından çıkan her santimetrekare maden sahası olacak, imara açılacak. Ege'de 500 yıllık, 900 yıllık zeytin ağaçları var, Manisa Kırkağaç'ta mesela, 1657 yıllık zeytin ağacı var, hâlâ yılda 250 kilo zeytin veriyor, yasa değişirse bunların hepsi biçilecek.
Bilinçsiz kullanım, kaçak kuyular, umursamazlık, ilave et bunlara besleyici dereler üzerine kurulan Hes'leri… Dünyanın nazar boncuğu olarak tanınan Meke Gölü, kurudu. Flamingoların en sevdiği yerdi, Akgöl kurudu. Nasreddin Hoca'nın maya çaldığı Akşehir Gölü kurudu, normalde 350 kilometrekareydi, şimdi 40 kilometrekare bile değil. Tuz Gölü tuzluk kadar kaldı. Amik Gölü kurudu. Eber Gölü haritadan silindi. Tecer Gölü kurudu. Sera Gölü bataklık oldu.
Tarihi 10 bin yıla dayanan Hasankeyf, baraj sularına gömülüyor. Allianoi antik kenti, baraj sularına gömüldü, “Allianoi diye bir yer yok, uydurma bir isim” denildi. Aspendos'a mutfak mermeri döşediler, Apollon Tapınağı'na çimentoyla merdiven yaptılar, 1700 yıllık Mamure Kalesi'ne pvc pencere taktılar, Sümela Manastırı'na kaçak kat çıktılar.
Efes antik kenti 2 bin 300 yaşında, Unesco Dünya Kültür Mirası listesinde yeralıyor, perdelik kumaşla kapladıkları plastik sandalyeleri diziyorlar, yemekli organizasyonlar için kiraya veriyorlar, komple antik tiyatroyu 70 bin liraya kiralıyorsun, Odeon 25 bin lira, Celsus kütüphanesi 30 bin lira… Celsus kütüphanesi dediğin iki bin yıllık, el yazması 14 bin rulo papirus ve parşömen barındırıyordu, dış duvarında, dört girintide, dört kadın heykeli var, bu dört tanrıça sophia'yı, episteme'yi, ennoia'yı, arete'yi temsil ediyor, yani, bilgeliği, bilgiyi, akılı, erdemi simgeliyor, iki bin yıllık imbikten süzülmüş bilgelik, bilgi, akıl, erdem, parayı bastırıp kiralıyorsun, taverna gibi müzikli yemek veriyorsun.
Melikgazi'yi yediler kardeşim… Haberi Anadolu Ajansı servis etti. Sayın ahalimizin, Kayseri'deki türbeye gizlice girdiği, Melikgazi'nin mumyasından küçük parçalar kopardığı, şifa niyetine çorba yaptığı ortaya çıktı. Çünkü, çocuğu olmayan kadınların, rahmetli Melikgazi çorbasından içer içmez hamile kaldığı rivayet ediliyordu, Melikgazi'nin dişlerini söküp, öğütüp, çay gibi kaynatıp içenler olduğu anlaşıldı. Sayın büyüklerimiz lütfedip müdahale edene kadar, Melikgazi'nin sol kolunu komple yediler.
Anıtkabir'in avlusuna pembe plastikten kaydırak koydular, Savarona'nın güvertesini demir doğramayla kapattılar, Erzurum Kongresi'nin yapıldığı müze binaya fayans döşeyip, duşakabin taktılar, Çankaya Köşkü'nü tarihten silmek için saray yaptılar, Atatürk Orman Çiftliği'ni talan ettiler.
Tekel, Seka, Sümerbank, Petkim, Türk Telekom, bankalar, şeker fabrikaları, limanlar, madenler, santrallar, barajlar satıldı. Şimdi sıra, doğaya, tarihe, kültüre geldi.
Hani deseler ki, git Türkiye'nin ocağına incir ağacı dik… Anca bu kadar olur.
Akılla bilimle, kültürle sanatla, tarih şuuruyla, doğa sevgisiyle, yurtsever vizyonla kurulan ülkemiz… Örgütlü cehaletle imha ediliyor.
Belediye seçimlerinde etnik köken ve mezhep farkı gözetmeden sergilediğimiz partilerüstü ortak akıl'ı, Türkiye'nin bütünü için acilen devreye sokmak zorundayız. Acilen.
Yılmaz Özdil - SÖZCÜ
59 notes
·
View notes
Text
OKUMALAR 2019
YÜCE TANRININ ADIYLA…
Okuduklarını mutlaka uygulasınlar. Önemli olan bunları kendi yaşamlarında uyguluyor olmalarıdır. Değer olarak Tanrının önüne hiçbir şeyi koymasınlar. Yüzleri hep ışığa dönük olsun. Tanrı sevgisi her şeyin önünde olmalıdır.
Tanrı tüm canlılara temiz nefesinden ve saf enerjisinden her an, kesintisiz göndermektedir. Yaşamın temelinde bu temiz kaynak vardır. Karşılığında sizden olumlu enerjilerinizi geri göndermenizi ister. Yani yaşam için O’ndan aldıklarınızı kirletmeden, tekrar saf ve temiz olarak geri göndermeniz gerekiyor. Bu da temiz ve yararlı bir yaşam sürmekle olur.
Her şeyden önce Tanrı gelir, sonra sevgi, sonra güç ve dördüncü olarak da fedakârlık. Sırası böyledir. Bunları okuyucularına bildir.
Geçen 2000 yıl süresinde benim mesajımı tam anlamış insanlarla sürekli temasta oldum ve bu insanlardan istekli ve yetkin olanlarının elçilerim olarak görev yapmalarını sağladım. Halen de bu süreç devam etmektedir. Kapıyı çalın açılacaktır demiştim. Buna karşın adımı bir takım yanlış dinî doktrinlere alet ederek insanların bilinçlerini yaşamın gerçeklerine kapatanlardan ise rahatsız oldum.
Dini gelenekler (kurumsallaşmış dinler) kültürler temellerinde sık sık farklılık gösterir. Ancak benim sözlerim tüm zamanlardan ve tüm kültürlerden olan insanlar için aynı anlamı taşıyor. Bu nedenle beni Hıristiyanların bir sembolü olarak görmeyin. Aslında kültürel gözlüklerinizi çıkarırsanız bunu daha iyi görebilirsiniz. Benim ismime sempati duyanların gidip Hıristiyan olmaları yanlıştır. Beni takip edin. Hıristiyanları değil.
Manevi âlemle temas kurabilme yolu yaratılış gerçeğini arayan tüm yolculara açıktır. Herkes ebedî yaşamı hak etmek için bu dünyaya geliyor. Dünya sınav yeridir. Milletiniz, dininiz, inancınız, cinsiyetiniz, tahsiliniz ve sosyal mevkiniz ne olursa olsun istisnasız herkes sevgiye ulaşmak için buradadır. Herkes Kutsal Ruh dediğimiz Tanrının aktif enerjisinin bir zerresi olma hakkını elde etmek için burada sınavdadır. Bunun yolu da sevgiden geçiyor. Birlik (tevhid) bilincine ancak sevgiyle ulaşılabilirsiniz. Korkunun olduğu yerde ise sevgi yeşeremez. Korku sadece bir insanın hayata takıntılı bir şekilde bağlı olması durumunda ve bilinmeyenden korktuğu zaman yaşanır. Korku da bir egodur.
Tanrı bize özgür irade vermiştir. Bu bize verilen en büyük lütuftur. Tanrı bizi yaratmış ve bize yaşamlarımızla ne yapacağımız konusunda seçim hakkı tanımıştır. Bu hak, Tanrımızı sevip sevmeme seçimimizi de içerir. Tanrı bizi O’na otomatik olarak sorgulamadan tapan robotlar olalım diye yaratmamıştır. Tanrı bize mantıklı bir zihin gücü vermiştir ki bu sayede bir umut O’nun bize olan cömertliğini, iyiliğini ve sevgisini görebilelim ve O’na sevgi ve saygıdan doğan samimi bir inanç ile içsel tapınmayla yönelelim.
Gerçeğe giden yoldaki bir yolcu zihnen özgür olmalıdır. Korkuyu en başta içinden atmalıdır. İnsanın ruhu esasen neyin iyi ve doğru olduğunu bilir. Bunu uygularken de ne için yaratıldığını, nereye gittiğini araştırmalıdır insan. Kör inanç, taklidi inanç olmaz. Önemli olan gerçektir. Dünyevi takıntılar ruhun özgürlüğünün engellemesi demektir. Gerçek sizi özgürleştirir.
Varoluş gerçeği tarafından kabul edilmek kutsal lütfa mazhar olmaktır. Aklın gerçek tarafından kontrol edilmesidir. Kişinin karanlıktan aydınlığa, cehaletten anlayışa, ölümden yaşama, kendinden Tanrıya geçişidir. Kabul edilmiş olan Tanrının inisiyatifinde konuşur. Dönüşüm yaşanmaktadır. Lütuf sebebiyle kişi gerçeğin Tanrısı tarafından ve O’nun sözlerinin gerçeğince kabul edilmiştir. Gerçeğe inanç ve gerçeğin yaşanması Tanrı tarafından kabulün kaçınılmaz yansımalarıdır. Gerçek dönüştürür ve ilahi olana benzetmeye çalışır. Tanrının sıfatları belli bir ölçüde (Tanrının izin verdiği) takınılır.
Bazı insanlar cahildir ancak, bazıları cahil olmayı sevmektedirler. Öğrenmeye isteksizdirler. Adeta hastalıklarını kucaklarlar. Ve bu cahil zihinler saf değildir. Bilgi, karanlığı aydınlatan ve her tür korkuyu yok eden ışıktır. Bilgisiz kişi karanlıktadır ve karanlık içinde sonsuz yaşama ulaşmak söz konusu değildir. Kirli bir kalp zindandır. Oraya lütuf girmez. Cehaletin hüküm sürdüğü yerde lütuf yoktur. Cahil adamın kalbinde Tanrı sevgisinden eser yoktur. Cahil, bilmediği bir şeyi nasıl sevsin? İnancı olmaz, çünkü bilgi inancın içinde olmalıdır. Kör inanç putperestliktir. Tanrı’ya ibadetini doğru yapamaz. Tanrıdan dünyevi şeyler talep eder. İnancı ve ibadeti bir menfaat karşılığındadır. Doğru Tanrıya tapsa bile davranışları yanlıştır. Cehalet tüm günahların köküdür. Cehalet kördür. Cehaletin körlüğü şehveti besler. Cehaletin körlüğü vahşeti besler. Kibrin anası da cehalettir. Cehalet, yanlışa gitmenin nedenidir. Tüm hatalar cehaletle beraber gelir ve cehaletle gelen kibir, devamında cehaleti besler, akabinde bu cehalet, şeytani duygu ve düşünceleri ve yine bu şeytani duygu ve düşünceler de tekrar cehaleti besleyerek bir kısır döngü yaratır. Adeta cehaleti canavarlaştırır. Bencillikte çok ileri gidenlerin doğruya dönmesi zordur. Vicdanları bu yükü taşıyamaz ve en nihayet, Tanrıyı inkâra giderek yaptıklarının sorumluluğundan kurtulmaya çalışırlar. Ancak bu mümkün değildir. İnsanlar vardır artık kaldıramayacağı, taşıyamayacağı derecede çok olumsuz yükler yüklendiklerinden, sürekli kötülükleri yapmaya umursamadan devam ettiklerinden maalesef vicdanları kapanmıştır. Söyledikleri yalan ve iftiralar, yaptıkları kötülük o kadar fazladır ki bu vicdanlarına ağır gelir. Yük, vicdanlarının taşıyamayacağı seviyelere ulaşmıştır. Bu durumda ruhlarının sesi kısılır. Yok olur. Ruhları ile olan bağları kopar. Yaşayan ölü durumuna girerler. Vicdan olmayınca kişiler kendi yalanlarını doğru, haksızlıklarını hak görürler artık. Çünkü sorgulama duygusu olan vicdan devreye girmez onlarda. İflah olma noktası geride kalmıştır. Aklıselim tükenmiştir. Bu tip kişiler gerçekleri duymaya bile tahammül edemezler. Bu sebeple kendilerine doğruyu hatırlatan insanlardan da nefret ederler. Onlara karşı kin duyarlar. Ruhları Tanrıdan kopar ve tamamen kararırlar. Kapkaranlık ruhsal renkleri vardır ve bedensel ölümün ötesinde ruhsal ölüm yani yok oluş onları beklemektedir. Tabii yaptıkları tüm kötülüklerin hesabını verdikten, varlıklara verdiği acıları kendileri de aynı derecede çektikten sonra. Bu ilahi adalettir. Bu tip insanlar fiziksel ölümlerini takiben önce ilahi adalet gereği, çevrelerine verdikleri acıları bire bir yaşamak ve sonunda ise ruhlarının da bedenleri ile dağılmaya bırakılması sonucuyla karşılaşıp yok olacaklardır. Bu yok oluş hükmü bir ruhun hissedebileceği en acı duygudur. Diğer hiçbir ızdırapla kıyaslanamayacak kadar derindir. Bu nesil son şansını kullanmaktadır.
Nasıl ki bir bardak suyun içine bir sinek düşerse tüm su kirlenir, aynı şekilde ruhlar da bir damla olumsuzlukla kirlenir. Dolayısıyla insan hiçbir amacı bahane ederek diğer varlıklara karşı kin, nefret, hasetlik ve öfke duymamalıdır. Bu manada zihninin ruhu üzerinde olumsuz duygularla hâkimiyet kurmasına izin vermemelidir. Daha önemlisi bu kötü duygularını eyleme geçirmemelidir. Öldürmek, tecavüz etmek, her tür eziyet, darp ve gasp, karalamak ve iftira kötülüktür. Bunlarla gerçeğe ulaşamazsınız. Hiçbir inanç, düşünce veya ideoloji bu olumsuzlukları haklı çıkaramaz. Hiçbir dogma zorbalığa haklılık kazandıramaz. Aldatma hiçbir şekilde olmamalıdır. Aldatan aslında kendini aldatır. Cinayet hükümlülerinin bile idam cezası ile katledilmesini Tanrı onaylamaz. Toplumdan tecrit edilmeleri yeterlidir.
Her şeyden önce inanç birincil olarak ruha dayalıdır. En büyük buyruk; Tanrıyı tüm gücünüzle, tüm aklınızla, tüm yüreğinizle sevmektir. İkincisi ise komşunuzu kendiniz gibi sevmektir. Burada kullanılan komşu kelimesi “herkes” anlamındadır. Kutsal Yasa ve tüm peygamberliklerin özü budur. Tüm inanç bu temel öğreti olan sevgi üzerine kuruludur.
İnsanlara sevgiyi, saygıyı ve hoşgörüyü öğrenmeleri gerektiğini söyle. Aksi takdirde toprağın bağrında kaybolup gidecekler. Her vefat eden uyandırılmaz. Her uyandırılan hemen yeniden dünyaya gelme şansı bulamaz. Her gelen başaramaz. Ebedi yaşama giden yolun kapısının anahtarı bendedir. Ancak buluğ çağına gelemeden vefat eden küçük çocuklar doğrudan Tanrı katına gider ve tekrar yarım kalan yaşamlarını tamamlamaları için dünyaya gönderilirler.
İlahi hazineler dünya hazinelerinden bariz bir şekilde çok daha kıymetlidir. Bu gerçeğe uyandıysanız ve bu bilinci zorlanmadan muhafaza edebiliyorsanız, siz ışıkta yürüyorsunuz demektir. Bu şekilde bir bakışa sahip değilseniz, gördüğünüzü sandığınız dünya ışığı (maddi ortamlar, deri, et ve kas) gerçekte yaşam gücü onları terk ettiğinde karanlıktan başka bir şey değillerdir. Bedeni esas alıyorsanız bu durumda siz uykuda geziyorsunuz, yaşam boyu süren bir uykuda yapılan bir gezintidesiniz demektir. Paraya, maddeye tapıyorsunuz ancak uykuda gezdiğinizden bunu fark edemiyorsunuz. Tanrıya, kıyas edilemeyecek farklı değerleri olan gerçek tarafa meyletmek çok daha iyidir.
Bu dünya geçici bir sınav alanıdır. Burada ölümün hükmü geçerlidir. Doğan her şey ölür ancak sonsuz yaşamda yaşam hüküm sürer. Ölüm yoktur. Bu dünya için değil, sonsuz yaşam için yatırım yapın. Aklı olan bu gerçeğe bir an evvel uyansın.
Dünya yaşamının içinde de neden mutluluk olmasın? Neden huzur, güven ve sevgi olmasın? Işığa dönün. Karanlıkta kalmayın. Her tür kötülüğün kaynağı karanlıktır. Kötülükler gizlide, karanlıkta yapılır. Işık nedir? Her şeyin ortaya çıktığı, apaçık görüldüğü yerdir. Bazılarının kötülükleri o kadar fazladır ki bunlar görülmesin diye ışığa çıkmak istemezler. Siz ebedi yaşamı arzulayın. Tanrıya ışıkta kalabilmek ve Tanrının huzuruna erişebilmek için dua edin. Kutsal ruhlar kaynağa ulaşmış ve kutsal halkaya kabul edilmiş olanlardır. Onlar artık yeniden dünyada doğmak zorunluluğu olmayan ölümsüz insanüstü ruhlardır. Benim gerçek öğretilerime sırt çevirmek için mazeret olarak öğretilerimin saptırılmış şekillerini kullananlar, bilin ki sizler benim hiçbir zaman elçilerim değilsiniz. Sizleri tanımıyorum. Benim adımı anmak, beni kabul etmiş olmak yeterli değildir. Önemli olan Babamdan duyup sizlere sunmuş olduğum sözlerimin özümsenip uygulanmasıdır.
Yukarı yükseklere bakın. Derin bakın. Bilinçlerinizi yükseltin. Bilinçlerin yükselebileceği tek yer maddi ddünyadır. Bilinçlerinizin yükselmesi için gerekli olan enerjiyi maddi dünyadaki hareketleriniz sağlar. Tanrıyı her şeyin kaynağı olarak düşünün. Tanrının ışığını düşünün. Doğruları söylemekten korkmayın. Toprağın bağrında kalmaktan korkun. Sonsuz yaşamı arzulayın. Sonsuz yaşamı arayın. Tanrının huzuruna çıkabilmek için dua edin. Tanrının sevgi olduğunu hiçbir zaman unutmayın. Kalbinizde hâkim olan duygu sevgi değilse Tanrının huzuruna çıkamazsınız.
Biz Tanrıylayız. Gerçek budur. Tanrıdan geldik demek yanlıştır. Tanrı tüm yaşam enerjilerinin kaynağıdır. O bulutlar üzerinde oturan, istekleri yapılınca mükâfatlar dağıtan ama isteklerine karşı gelinince öfkelenip ceza veren insanüstü bir ilah değildir. Tanrının Özü sabittir. Hareket etmez ve değişmez. Tanrı konuşmaz. Tanrı her yerdedir. Tanrı yaşam verir, yaşamı devam ettirir ve yarattıklarına kendisini çeşitli şekillerde hissettirir. Her şeyden haberdardır ve hükmü kesindir. Aldığımız nefes, esen rüzgâr O’nun nefesidir.
Tanrı ölülerin değil, yaşayanların Tanrısıdır. Benimle konuşmanın ancak kilise mensubu birkaç kişiye inhisar ettiğini söyleyenler doğruyu söylememektedirler. Ben sürekli dünyaya ruh olarak gelip gitmekte ve sesimi duyurmaktayım. 2000 yıldır bu aralıksız devam ediyor. Bizler için sayı önemli değildir. Sıra dışı ruhlar önemlidir. Tanrıyla beraber sonsuz yaşama kavuşmak sizce bu kadar kolay mı olmalıydı? Hayır ama dünya insanının barbarlığı beni gerçekten şaşırtmaktadır. Bilinçlerin hâlâ bu derece ilkel seviyelerde kalmış olması üzücüdür. Siz dünya insanları belki teknolojik olarak evrende en geri tür değilsiniz ama barbarlıkta evrende en ileri seviyede olan birinci türsünüz.
Gerçek sevgiyi hâlâ hiç kavrayamadınız. Bunu kavrayamadan da varacağınız yer toprağın bağrıdır. Ölüler kervanına katılırsınız. Ruhlarınız da bedenlerinizle birlikte dağılır ve temel elemanlarına, enerjilerine dönüşür. Hâlbuki ben size ebedi yaşamı bulasınız diye gelmiştim. Bunun için işkence gördüm ve yaşamıma kast edildi ama ben dirilenlerdenim ve hâlâ sizinle beraberim. Kapıları çalıyorum ve bekliyorum. Beni kabul edebilecekleri bekliyorum.
Bedenlerinizi de Tanrının hizmetine verin. İtibar ve güç peşinde koşmayın. Tüm güç Tanrınındır. Gücün kaynağı Tanrıdır. Kişisel güç ise kötülük için istenir. Diğerlerine üstün olmak, onlara hükmetmek için istenir.
Tanrı her şeyle iç içedir lakin merkezde yalnız yine kendisi ve ebedi yaşama layık olabilmiş saf ruhlar O’nun huzurunda ayakta olarak bulunurlar. Bunları düşünün.
Dünyanın sonu olacaksa, yani gezegenin sonu, bu maddi boyutta fizik ve uzay fizik kanunları içinde olacaktır. Bu manada, dinsel anlamda kıyamet ve mucizeler yoktur. Mucize yapma yetkisini Tanrı kimseye vermedi ve vermez. Esasen var olan her şey Tanrının bir mucizesidir. Tabiat Tanrının bir mucizesidir ve Tanrı onu insanlardan daha çok sever.
Ben de büyük mucizeler göstermeyi Tanrıdan çok diledim ama dileğim kabul edilmedi. Daha sonra anladım ki şayet bizim düşündüğümüz manada kıyametler olsa, bu bir döngü oluştururdu. Belki kıyametten sonra birkaç yüzyıl insanlar düzelecek ama ardından bozulma yeniden başlayacaktı. Bu kısır bir şekilde sürecekti. Gelişmeden kendi kendini tekrarlayan kısır bir döngü şeklinde sürecekti. Tanrı insana özgür irade verdi ve neticesinde de insanların kendi özgür iradeleriyle ve hiçbir baskı görmeden kendisine dönmelerini istiyor. Böyle bir durumda kıyamet diye bir olaya yer olamaz.
Benim şifa gücüm vardı. Evet, Tanrı bana kaderi değiştirme, insanı ölüm yolundan döndürme yetkisi verdi. Ancak fiilen ölüyü diriltmek değildi bu. Fiilen yaşam kordonu kopan birinin ruhu tekrar bedene dönmez. Bu Tanrının hükmünü kaldırmak olur ki söz konusu bile değildir. Ben ölümcül hastaları tekrar iyileşme sürecine sokabiliyordum. Halen de şifa veriyorum. Tıpkı sana yaptığım gibi. Sen beni gördün. Ölüme çok yakındın.
Şayet ben bir dokunuşta körlerin gözünü açabilseydim, böyle mucizevi bir gücüm olsaydı, o zaman ilk olarak herkesin bana inanmasını ve Tanrıya dönmelerini sağlardım. Ama söz konusu durum böyle değildi. Ben iyileştirebiliyordum ve insanları tekrar toplumun aralarına kabul edebilecekleri oranda bir sıhhate getirebiliyordum.
Tanrının katına kim yükselebilir? Tanrı’nın huzurunda kim durabilir? Elbette sadece elleri temiz, kalpleri saf olanlar.
Her tür kirlilikten, açgözlülükten, ahlaksızlıktan, hayasızlıktan uzak durun. Dünyevi işlerinizde bilimsel düşünceden ayrılmayın ancak bilimle Tanrıya varamazsınız. Bedenlerinizi ve zihinlerinizi onurlu ve temiz olanda kalması için sürekli kontrol altında tutun. Tanrı bilmezlerin yaptıkları gibi dünyevi hırsların ve şehvetlerin peşinde koşmayın. Çok ve gereksiz konuşmalardan kaçının.
İnsanın varlık amacı dindar olmak değildir. Amaç Tanrıyı, Tanrısal gerçeği bilmektir. Dinler doğru başlamış olsalar bile zamanla gerçek olandan sapıp toplumlar üzerinde baskı unsurları haline getirilmiştir. Kendileri gibi olmayanları tehdit eden, katleden şeytani politikalar haline getirilmişlerdir. Korku temellidirler bu halleriyle de insanlığı reddetmektedirler. Gerçek Tanrıdan ve O’nun istediklerinden kopmuşlardır.
Tüm ıstırapların kaynağı bencilliktir. Bencillikten uzak durun. İçinizle dışınız bir olsun. Samimi ve dürüst olun. Evet’ iniz evet ve Hayır’ ınız da hayır olsun. Hiçbir varlığa karşı acı duygular içinde olmayın. Olumsuz duygularınızın her an farkında olun ve onların eyleme geçmesine izin vermeyin. Bilin ki olumsuz dürtülerin sizi kontrol etmesine izin verirseniz ruhunuzu kaybedersiniz.
Bozulmuş, yoldan çıkmış insanlardan uzak durun. Ruhsal tekâmül yolunda cesaret ve disiplin gereklidir. İnsani terbiye bu yolda temel disiplindir. Korkularınızı gerçek bilgi ile yenin. Korktuğunuz şeylerin esiri olursunuz.
Uyanış sadece bu dünyada yaşarken henüz fiziksel beden içindeyken gerçekleştirilebilir. Tanrıya ulaşmak için gerekli enerjiyi hareketle beden ruha yükler.
Sevgi Tanrının yoludur. Benim şahsi yolum değildir. Yüzünüz daima Tanrıya dönük olsun. Yüzünüzü Tanrıdan başka yöne çevirirseniz karanlığa gidersiniz. Tanrıdan sadece iyilik dileyin.
Tanrının affı sonsuz değildir. Aynı yanlışları tekrarlamakta ısrar ederseniz Tanrının sert yüzüyle karşılaşırsınız.
Tanrının huzuru, Tanrının krallığı Tanrının bulunduğu yer demek değildir. Tanrının kutsal gücünün kaynağının olduğu yerdir. Bunları unutmayın.
Sevgi, yolunuz ışık yoldaşınız olsun. Sevdikçe inanır ve inandıkça seversiniz, ışık bilmek ve görmektir. Bunu unutmayın.
Sizlere güvercin kadar saf ve tilki gibi tetikte olun demiştim. Şimdi güvercin kadar saf olursanız Tanrı sizi tetikler diyorum.
Daima sakin ve sabırlı olun. Kalplerinizdeki Tanrı sevgisini hiçbir bencilce duygu ve düşüncenin kirletmesine izin vermeyin.
Size ait olmayana bakmayın. Size ait olmayanı almayın.
Size yapılmasını istemediklerinizi siz de başkalarına yapmayın.
Gerçeğe uyanabilmek için tüm olumsuz duygu ve düşüncelerden uzaklaşın.
Tanrı konuşmaz. Kalbi saf olanlara malum eder. Ezelden seçilmiş elçi yoktur. Kendini bu seviyeye yükseltebilmiş ruhlar vardır. Tanrı kayırmaz. Elçilerde insandır ve kendilerine malum edilenden nefsani sapmalar gösterebilmişlerdir.
Tanrı seven ve kıyandır. Tanrı verendir. Sadece verir. Almaz.
SORU: “Yaşlı adam, hayatı sırasında yedi günlük bir sabiye hayatın yeri hakkında soru sormakta gecikmeyecek ve o adam yaşayacak! Çünkü, birincilerin çoğu sonuncu olacak ve bir olacaktır.” Bu sözlerle ne demek istedin kardeşim?
YEŞUA: Bu sözler benim söylediğim sözler değildir. Doğumumdan önce yaşlı bilgelerce benim için söylenmiş olan sözlerdir.
SORU: Tutku isimli filmdeki işkence ve ölüm sahnesi çok korkunçtu kardeşim. Abartılı mı yapmışlar?
YEŞUA: Daha da kötüydü.
SORU: Korkunç bir şey. Bu ne kadar ağır bir işkence. Acı korkunç boyutlarda olmalı. Normal, sıradan, bizim gibi insanların buna dayanması mümkün değil diye düşünüyorum.
YEŞUA: Hiçbir acı duymadım. Tanrı benim acı çekmeme izin verir miydi sanıyorsun? Vermedi. Hiçbir acı hissetmedim.
SORU: Neden “Baba beni niye terk ettin?” dediniz?
YEŞUA: O an için Tanrı’yla bağım kesildi. İnsan gibi oldum. Bir an panikledim.
SORU: Ölümden dirilip kalkmanız...
YEŞUA: Beni öldüremediler. Bayılmışım. Ben orada ölmedim. Benim ölümüm yeryüzünde olmadı.
SORU: Çarmıhtan alınıp mağara mezara kondunuz.
YEŞUA: Evet. Orada Tanrı beni iyileştirdi ve çıktım.
SORU: Fiziksel bedeninizle mi göğe alındınız?
YEŞUA: Evet. Kısa bir müddet dünyada kaldım. Sonra alındım.
SORU: Şimdi ruhsal âlemde bedeninize ne oldu?
YEŞUA: Yukarıda bedeni terk ettim. Dağıldı.
SORU: Meryem ananın bedeni de göğe mi alındı? Öyle söyleniyor.
YEŞUA: Hayır. Onun bedeni dünyada bırakıldı.
SORU: İlk havarilerin tüm dünya lisanlarında konuşmaya başladığını iddia ediliyor ve bu durumu Kutsal Ruhun kendilerine verilmiş olmasına bağlıyorlar. Bu bana pek inandırıcı gelmiyor. Sen ne diyorsun kardeşim?
YEŞUA: Böyle bir şey olmaz kardeşim. Bu doğru değil. Burada kastedilen benim mesajımın tüm dünya dillerine tercüme edileceğiydi ki bu da gerçekleşti. Ayrıca Kutsal Ruh verilmez. Ruh tam arındığında topluluğumuza Tanrının izni ile kabul edilir ve o ruh artık Tanrının askeri ve ruhsal kardeşliğin bir üyesidir. Bizimle bir olur.
SORU: Sizin üç günlük ölüyü dirilttiğiniz, bir dokunuş ve sözle cüzzamlıları sapasağlam yaptığınız söyleniyor. Bu konu da bana inanılacak gibi gelmiyor. Ne dersin kardeşim?
YEŞUA: Kardeşim, Lazarus ölmemişti. Cüzzam hastalığı son safhasında olduğu için onu mağaraya koymuşlardı. Ben onu oradan çıkarıp iyileştirdim. Yani iyileşme sürecine soktum. Kaderini Tanrının izni ile değiştirdim. Bunu yapabiliyorum. Ancak bir dokunuşla sapasağlam olmaz ama iyileşir hastalığı. Topluma kabul edilecek seviyeye gelir. Aynı şeyi sana da yaptım aksi takdirde sen ölüme yakındın. Tanrı sana ikinci bir şans verdi ve beni sana yolladı. Sen benim geldiğimi gördün. Vefat olayı fiilen gerçekleşince artık o ruhun bedeninde tekrar canlandırılması diye bir olgu yoktur. Yani bu, ölüyü diriltme, yoktur.
YEŞUA: Bazıları hâlâ “Ben ve babam biriz.” sözümü tartışıyorlar. Hâlâ ne demek istediğimi anlayamadılar. Onlara söyle: “Bedenim Oğul, ruhum Baba’dır. Dış görünüşüm insan, özüm Tanrıdır.”
Tanrıya yaklaştıkça insanlar dünyadan uzaklaştıklarını hissederler. Maddeden uzaklaştıklarını hissetmek çoğunu rahatsız eder. Maddi tutkularından uzaklaşmak hoşlarına gitmez. Tanrı isteseydi herkesi istediği gibi yaratırdı ama O insana özgürlük verdi. O insanın özgür iradesiyle yüzünü kendisine dönmesini istiyor. Zorlama yapmıyor.
Mucize sadece Tanrının yapabildiği bir şeydir. Öncede söyledim Tanrı bana mucize gösterme gücü verseydi ilk yapacağım şey herkesin bana inanmasını sağlamak ve yüzlerini Tanrıya çevirmek olurdu. Tanrı bunu istemiyor. O, özgür iradeleriyle insanların kendisini seçmelerini bekliyor. Önemli olan da değerli olan da budur. Seçimin özgür irade ile yapılması.
Dünyanın iyiliğe ihtiyacı var. İstenmediğinizi hissetseniz bile siz sevgi neşretmeye devam edin. Dünyanın buna ihtiyacı var.
Başkalarının duygularını hisseden açık bir insansanız dikkat edin. Burun akması, ağırlık hatta esneme sizin enerji kaybettiğinizi, o ortamın ya da kişilerin sizin enerjinizi tükettiğini gösterir. Bu durumu fark edin ve kendinizi korumaya alın. Bu bir dua olabilir. Negatif konuları hemen değiştirmek ya da oradan uzaklaşmak olabilir.
Sevgi yolunuz ışık yoldaşınız olsun.
Tanrıya yaklaştıkça insanlar dünyada uzaklaştıklarını hissederler. Maddeden uzaklaştıklarını hissetmek çoğunu rahatsız eder. Maddi tutkularından uzaklaşmak hoşlarına gitmez. Bu noktada dönenler olur. Onlardan olmayın. İnsan ruhu ancak gerçeğe ulaşmakla içindeki boşluk hissinden kurtulabilir. Tüm dünyasal tutkulardan ve korkulardan arınmadan huzurlu olmak olanaksızdır. Huzurlu olan ruh Tanrının huzurunda kalır. Huzurda olan ruh doğrudan Tanrıya bağlanmış demektir. Ruh kendi karakterini benimsemeden huzurlu olamaz ve sevgiden uzak, olumsuz duygu ve davranışlarda olan ruhların kendi yaptıklarını beğenerek huzurlu olması söz konusu değildir.
Yok olduğunuz anda tanrısallaşırsınız. Tanrısallaşan olursanız insanların gerçeklerini görürsünüz. Dinler insanları sınırlandırır. Oysa biz size özgürlüğü veriyoruz. Önce sizi eğitiyor, doğruları söylüyoruz. Ve sizi özgür iradenizle bırakıyoruz. İşte sınav ondan sonra başlıyor.
SORU: İnsanlar öbür tarafa geçince akraba ve sevdiklerini görüyorlar mı?
YEŞUA: Hayır. Böyle bir şey yok. Ancak ruh dünyada neyi çok istemişse burada onu zihninde yaratabilir ve gerçek sanabilir. Öbür tarafta akraba görmek isteğide dünyevi bir takıntıdır.
SORU: Şehitlik nedir?
YEŞUA: Böyle bir mertebe yok. İnsan nasıl bir karakter sahibi ise, bilinç seviyesi ve iç dünyası ne seviyede ise buraya aynı şekilde gelir. Ölümle boyut atlanmaz. Savaşta öldürülmüş olması onu ayrıca yüceltmez.
Soru: Tibet’e gittiğinizi söyleyenler var?
Yeşua: Hayır.
Soru: İncil Tanrının sizi insanların günahlarına fidye olmanız için yolladığını söylüyormuş. İnanamadım. Doğru mudur?
Yeşua: Hayır. Ben fidye olarak değil Tanrının sevgisi olarak geldim. Ama hoş karşılanmadım. Şu an bile Dünya nüfusunun 2/3’ü kötü insanlardan oluşuyor. Sevgi ve ışık olan Tanrının düşmanları var. Tanrı tüm iyiliklerin ve güzelliklerin kaynağıdır. Şu ana kadar Tanrım onları affet ne yaptıklarını bilmiyorlar diyordum ancak artık affet demiyorum.
Soru: Kutsal Ruhun indiği, inananların üzerine döküldüğü söyleniyor?
Yeşua: Kutsal Ruh inmez. Kimsenin üzerine de dökülmez. İnsan bunu hak ederek o makama kendisi yükselmek durumundadır. Kutsanmış kişi, artık olmayan kişidir. “Ben yokum, Tanrı var” kavramına alışmalısınız. İçinize baktığınızda “ben” yoksa, “ego” yoksa mutlak sessizlik, mutlak boşluk varsa, orada Tanrı vardır. Ben dediğiniz anda varoluştan ayrılırsınız.
Soru: Vaftiz nedir?
Yeşua: Kendi aralarında uyguladıkları bir merasim.
Soru: Günah çıkarmalar için ne söylersiniz?
Yeşua: Kendilerince uyguladıkları bir merasim. Bir işlevi yok. Bizim için önemi yok. Günahlar bu şekilde af olmaz.
Yeşua diyor ki: İlişkilerde insanlar gerçek duygularını yansıtmıyor, rol yapıyorlar, bu da sonunda nefrete dönüşür. Gerçek sevgide minnet vardır asla nefret edemezsiniz. Beden çekimi sekstir. İki zihin birbirini çekerse sevgidir. İki temiz ruh birbirini çekerse Tanrıyı bulur. Bu da üst boyutta olur.
Zalimlerin sonu yaklaştıkça zulümleri artar ve iyice azgınlaşırlar. Karanlığın bir parçasıdırlar artık ve o karanlık, kötülüklerini gizlediği için onlara hoş gelir. Her akarsu okyanusa ulaşacak diye bir şart yok zaten. Bazıları yolda kuruyacaktır. Kötüler okyanusa ulaşamaz.
Yaşama teslim olun. Kendinizi koruyun, tetikte olun ama niye oluyor diye elinizde olmadan olanlara da direnç göstermeyin. Direnç kasılmaktır. Kendinizi kasmak, sıkmak da hastalıkları getirir.
Adaletin olduğu ortamlarda oluşan güven ortamı sevgiyi yaratır ve sevgi olan yerde iyilik ve duyarlılık olur. Zekâ gelişir, bilgi birikir ve medeniyet olur.
Evrende varlık tektir. Bu tek varlık içinde varlıklar vardır. İnsan önce kendini, özünü tanır. Kendi özünü bulur sonra Tanrıya bağlanır. Tanrıya bağlanan insanın ruhu şahin gibidir. Birçok boyutta ve durumda yaşayan varlık olur.
İnsanın ıstırap çekmesi egosunun bir yan ürünüdür. Sadece olumsuza odaklanıp olumlu taraflar yokmuş gibi davranmak egoistliktir. Tanrı bizim mutlu olmamızı istiyor.
Sesler içinde bir ses de siz olmayın. Sakin ve sessiz olursanız etrafınıza tanık olursunuz.
İnsanları uyar. Boşuna kabirlere gidip orada taşlardan, ölülerden medet ummasınlar. Oralarda bir enerji yoktur. Orada yatan kutsal bir insansa zaten orada değildir. Enerjisi Tanrı enerjisine karışmıştır. Toprağın altında sadece insan vasfı silinmiş ruhlardan arta kalan karanlık ve dağınık enerjiler kalır. Eşlerine çocuklarına veya diğer insan ve canlılara eziyet etmek onların da enerjilerini olumsuza çevirmeniz, eksiltmeniz demektir. Eziyet görenin enerjisi doğal olarak olumsuzlaşır hâlbuki Tanrı bizden kendimizin ve çevremizdekilerin enerjilerini artıracak, saflaştıracak seçim ve davranışlar bekler. Bu sebeple insanların enerjilerini olumsuza çevirenlerin bilhassa eşlerine sürekli eziyet edenlerin affı yoktur.
Kadın ve erkek bir elmanın iki eşit yarısı gibidir. Birine hak olan diğerine de haktır. Kötülükten uzak durun.
Erkek her şeyden önce adil olmalı ve kendisine hak gördüğü her şeyin kadına da hak olduğunu bilmelidir. Adalet güven ortamını yaratır. Tüm insanlar hiçbir ayrım gözetilmeksizin hak olan (doğru, faydalı, iyi ve güzel) şeylerden faydalanma konusunda eşittir. Tanrı seven ve kıyandır. Bunu unutmayın. Sınırı aşmayın
Kalabalık kördür ve aydınlanmamıştır. Hakikat azınlık taraftadır. Tanrıya ulaşmak cesaret ister. Bilince ulaşırken uyuşukluk olur.
İnsanların çoğu Tanrı konusunda ciddiyetten çok uzaktır. Başlarına gelenlerden dolayı Tanrıyı yargılarlar. Kim onlara Tanrıyı yargılama hakkını verdi? Böyle bir hak yoktur. Tanrıyı yargılayamayız. Tanrıyı sorgulayamayız.
Tanrı konuşmaz, sabittir ve varlığı değişmez. Tanrı yapar, konuşmaz. Ruhunu yeterince arındıranlara kendisini hissettirir. Malum eder. Ruh bunu hisseder.
Bizim içgüdü dediğimiz, olumsuz vesveseler vermiyorsa, korku kaynaklı değilse ruhumuzla konuşmamızdır. İyi ya da kötü hissederiz. Ruhun titreşimi ne kadar yükselmişse bu hissedişler o oranda belirgin olur. Kalp gözünün açılması budur. Çoğunlukla içimize ilk doğan sezgi doğrudur.
Tanrı tüm varlıklara sevgi enerjisini saf olarak aynı miktarda yollar fakat kalpler kirlilik oranlarına göre, Tanrıdan gelen saf sevgi enerjisini kirletiyor. Temiz bir kaynaktan akan su da temizdir ama içenin ağzı kirliyse temiz su da kirlenir.
Bugünlerde Tanrının, kendileri ile baş başa bıraktığı insanların büyük çoğunluğunun yanlışa gitmesinden belli oluyor bu da bir ciddi karmaşa ve büyük bir yargı ve cezanın gelişinin habercisi gibi.
SORU: Kendi kendimizi yargılıyoruz ama sonra hükmü Tanrı mı veriyor?
YEŞUA: Zaten her şeyi Tanrı yaptırıyor. Öz benliğinizi egonuzdan çekip ayırdıktan sonra ona kendi egosunu seyrettiriyor.
SORU: Sizin Tanrıyla konuşmanız nasıl oluyor?
YEŞUA: Konuşma diye bir şey yok. Tanrı konuşmaz ama her şeyi o yaptırıyor. Tek gerçek Tanrıdır.
İnsan ölünce, ölümü takip eden ilk yedi dakikada beyin film makarası gibi tüm hatıraları geri sarar. Özünüze ulaşıncaya kadar ancak herhangi bir halledilmemiş şuuraltı travmanız varsa filim orada kopar. Bu sebeple tüm kötü duygularınızı, travmalarınızı yaşarken hafızanızdan temizleyin. Ölümü takiben hemen herkes uyanmaz. Bu travmaların sonuçları yaşanır. Bağışlamak bu yüzden önemlidir. Sizin için önemlidir. Bağışlamakla siz bu travmaların etkisini yok ederek ölümü takiben yaşayacağınız sıkıntıları ortadan kaldırmış olursunuz. Yani yaşamazsınız. Bağışlamak unutmak değil etkisini ortadan kaldırmaktır.
Zaman kapanıyor. Yan yollar yok artık. Yan yollar kapatıldı. Kişi ya Tanrıya ulaşacak ya da fiziksel ölümünü takiben ikinci ölümü tadacaktır. Ya hep ya hiç. Durumunuz budur artık. Ya Tanrıya ulaşacaksınız ya da her şeyinizi kaybedeceksiniz. Tamamen Tanrıya odaklanın. Aksi takdirde başaramazsınız.
İnsan ruhu bedene girince adı insan olur. İnsan beden değil, bedeni bir ömür kullanan ruhtur. Ruh kendinin farkında olan zaman ve mekân boyutlarının dışında var olan bir enerji birimidir. Kaynağı Tanrıdır.
Ruhun dünyevi manada cinsiyeti yoktur. Benimsenmiş kişilikler vardır ancak tamamen arınan ruhlar artık tüm dünyevi tutkularından ve takıntılarından arınmışlardır. Nefisleri yoktur, bireysel farkındalık vardır ama üstünlük yoktur. Birlik vardır.
Bedenliyken tutkularınızdan tam olarak kurtulmanız mümkün değildir. Ancak onları doğru davranışlara yönlendirebilirsiniz. İstenen ve beklenen de budur.
Dünyada bedenliyken karşı cinsiyetten olduğunu düşünen ve öyle davrananlar akıl hastalarıdır. Onlarla arkadaşlık etmeyin. Onları onaylamak, onlara sempatiyle bakmak, nikâhlarını kıymak çok yanlıştır. Onlarla sizi de yok oluşa götürür. Bu sapkınlık Tanrıya isyandır.
Dünyada ruhunu saflaştırabilen varlıklar ölüm ötesinde gözlerini ışığa açarlar. Onlar ışığa çekilip alınırlar ve orada ebedi yaşama kabul edilirler. Hükmü Tanrı kendi huzurunda verir. Bu ruhlara kutsal(saf) ruhlar denir. Dünyada iken ruhlarını tam saflaştıramayanlar ölüm ötesinde saflık derecelerine göre eğitimlere alınarak Tanrının ikinci ya da üçüncü, sayısını Tanrı bilir, yeni bir reenkarnasyon (dünyada yeniden doğmak) şansı vermesini beklerler.
Öldürmek affı olmayan bir suçtur. Bilerek ya da bilmeyerek olsun, savaş, nefsi müdafaa ve görünmez kaza ile can kaybına sebebiyet vermek dışında can alanların affı yoktur. Ölüm ötesinde bilerek can almışsa ilahi adalet gereği verdiği tüm acılar kendisine aynen çektirildikten sonra ruhları yok edilir. İnsan öldürmenin her halükârda yanlış olduğunu bilmeden can almışsa verdiği acılar katile yaşatılmaz ama o ruhlar da yok edilir. Bu ikinci ve gerçek ölümdür. Ebedi, gerçek ölüm. İçine virüs giren bir programın bilgisayardan silinip atılması gibi düşünebilirsiniz.
Şuuraltına giren hiçbir şey silinmez. Bebekliğinizdeki bazı şeyleri bile hatırladığınıza göre silinme yoktur. Etkisi kalkar. Etkisi kaybolmuş şuuraltı kayıtları da sizi vefat sonrası kabirdeki süreçte etkilemez.
Bilincinizi yükseltirken dalgalanmayın. İniş çıkışlar yaşıyorsunuz. İnsanlar ve olaylar sizi aşağıya çekmesin. Yüzünüz daima Tanrıya dönük olsun. Işığa dönük olsun. Işığın kaynağı Tanrıdır. Diğer insanları durup bekleyebilirsiniz ama siz aşağı inmeyin. Bulunduğunuz bilinç seviyesinde kalın ve yüzünüz Tanrıya dönük olsun. Onların size gelmesini bekleyin. Aşağıya bakmayın.
Tanrıdan yüzünüzü çevirirseniz kaos yaşarsınız. Işıktan mahrum kalırsınız. Yüzünüz daima Tanrıya baksın. Dalgalandığınız müddetçe bir yere varamazsınız.
SORU: Kehanet nedir?
YEŞUA: Falcılık, yani aldatmadan başka bir şey değildir. Tanrı sonsuzlukların Tanrısıdır. Hızı sonsuzdur yani o hızda alana yer kalmaz. Zamana yer kalmaz. Dolayısıyla mutlak huzur ve mutlak duruluk hâkimdir. Her şey andadır. Tanrı anlık hükümler verir. Uzun vadeli planlar yapmaz. İnsan kendi kaderini değiştirebilir. Tövbekâr olabilir ve Tanrıya sığınabilir. Her an her şey değişebilir ve Yüce Tanrı da buna göre her an yeni hükümler verir. Tanrı, sizin için ve sizin yönelimlerinize göre zamanı gelecek yapar.
Bilhassa kapalı odalarda yapılan her türden gösteriler illüzyondur ve göz yanıltmaktır. Bu manada aletsiz ameliyat yaptıklarını söyleyip bunun sosyal medya kanalıyla reklamını yapanlara itibar etmeyin. Benim 2000 yıl önce bedensel olarak aranızdayken böyle şeyler yaptığımı duydunuz mu? Hayır, keza yaptıysam da bunu gizli tutardım. Dünyevi konularda bilimsel düşünceden uzaklaşmayın demiştim.
Kehanet, gelecekten haber vermek kendinizi Tanrıdan üstün görmektir. Tanrı kendisine ait işlere karışılmasından rahatsız olur.
Ruh kendinin farkında olan zaman ve mekân boyutlarının dışında bir bilinç birimidir. Bir enerjidir. Beynin ürünü olan bedensel zihinden ayrı olarak kendi hafızası vardır. Tanrının bize kendinden verdiği saf bir yaşam enerjisidir. Bizim sorumluluğumuz en saf şekilde bize verilen bu emaneti aynı saflıkta çevremize yayıp sonunda da Tanrıya geri verebilmektir. Bunu yapabilirsek sahip olduğumuz kişilik Tanrı tarafından dağıtılmayıp sonsuza kadar bizde kalır. Bu tip saf ruhlara sizler dünyada kutsal ruh diyorsunuz. Bu sıfat sizlerin kullandığı bir kelimedir.
Öte âlemde her şey enerjidir. Enerjinin kaynağı Tanrıdır. Yani tüm yaşam enerjisi Tanrının enerjisidir. Bu manada tek varlık Tanrıdır. Onsuz hiçbir şey var olamaz. O’nun huzurunda olmak O’nun ışığını kaynakta görebilmek demektir ki tarifi imkânsız bir huzur verir.
Bizler Tanrıdan gelmedik. Biz Tanrıylayız. Ruhlarımızı en saf şekilde O’ndan aldık ve yine en saf haliyle O’na teslim etmeliyiz. Ruh Tanrının nefesidir ve bir sonraki nefeslerimiz O’nun lütfu ile olur. O halde yaşamımız her an bitecek gibi ruhlarımızı aldığımız en saf haliyle muhafaza edelim.
Maddi dünya sınav yeridir. Bu nedenle özgür irade ve bunu yönlendirebilmesi içinde kişiye akıl verilir. Ruhsal hafıza yani öte tarafa ait hafıza kapatılır. Duygular verilir ki bu duygular kişiye yönlendirici ivme sağlasın, ancak ruhu ile de bu ivmeleri doğruya yönlendirilsin. Maddi bedende iken hareketlerimiz ruhumuza bilincini yükseltebilmesi için gerekli enerjiyi yükler. Öte alemde bu olanaksızdır.
Kişinin doğacağı yer, ailesi, kültürü ve genleri kaderidir.
Arınmış ruhlar kendiliğinden bilirler. Diğer seviyedeki ruhlar eğitime alınır. Kişi bu maddî dünyada ne ekmişse öte âlemde onun devamını yaşar. Dünyevi takıntıları devam eder. Tamamen arınan ruhlar artık tüm dünyevi tutkularından ve takıntılarından arınmışlardır. Orada ebedi yaşama kavuşurlar. Arınamamış, dünyada iken gerçeğe ulaşamamış ruhlar içinse orada enerjilerin durumuna göre ya bütünlüğü muhafaza edilir ya bölünüp dağıtılır ya da çok kötü ruhlar topraktan ışığa çıkamaz ve hafızaları silinmiş (kendilerinin farkında olma özelliği kalmamış) bir halde yerin altındaki enerjilere karıştırılırlar. Tanrı kötüye kullanılmış kirli enerjileri kabul etmez. Onları tabiat güçlerine karıştırır. Saflaşmış ruhların bir görevi de bu kirletilmiş enerjileri kendilerine çekerek arındırmak ve Tanrıya temiz olarak sunmaktır. Maddi alemde enerjidir. Titreşimleri düşük olan enerjiler.
Sonsuz şekilde dünyada yeniden doğmak yoktur. Bu kısır bir döngü olurdu. Sonsuz yaşam, kazanılmış bir hak değil, hak edilmesi gereken bir hedeftir. Bu manada da insanların, uyanmak demek olan kıyam etmek, kalkmak kelimesini dünyanın sonu gibi anlaması çok yanlış bir yorumdur.
Tüm ruhlar dünyaya ölüm ötesinde gidecekleri yeri bilerek gelir. Bazı insanların dünyaya delicesine sarılıp gitmek istememeleri bundandır. Başlarına gelecekleri hissederler.
Tanrı sevgidir. Sevgiyi eksiksiz özümseyip yaşamadan sonsuz yaşama hak kazanamayız. Tanrının huzuruna eremeyiz.
Her bir insanoğlunun doğuşuyla Tanrı bir diğer yaşayan mabede varlık verir. Bu mabetler vasıtasıyla ve onların içinden Tanrı enerjisi dünyevi boyutta kendisini ifade eder. Tanrı olarak, ancak bu mabet saf ise olabilir. İnsan dünyadaki Tanrı enerjisine mabet olabilecek tek organizmadır. Evrensel zihin insan vasıtasıyla ve insanın içinden şekil dünyasındaki kaynak olarak işlem görür. Maalesef dünya bu gerçekten o kadar uzaklaşmıştır ki bir çocuk doğar doğmaz ona verilen isimle birlikte yanlış kimlikler yüklenmeye başlar. Aile kültürü, yaşadığı toplumun değerleri vs. Elbette bu durumdaki insanlar Tanrının mabedi olamazlar.
Tanrı kaynaktır. İyiliğin, doğruluğun, sevginin, ışığın, bilincin ve yaşamın kaynağıdır. Bizler O’nun saf enerjisi ile varız, o enerjiyi bütün saf vasıflarıyla alıyoruz. Maalesef bu saf enerjiyi çoğumuz kötü kullanmakta ve karanlık enerji girdaplarına sebep olmaktayız. Karşılık ödemeden aldığımız bu saf Tanrı enerjisini olduğu gibi saf olarak yansıtmak bizim asli görevimizken bizler o enerjiyi bencilce kirletiyor ve bize akışını engelliyoruz. Ve ruhumuz kararıp zayıflıyor. Tanrı bu duruma üzülmektedir. Işığının pırıltısı dahi bu üzüntüye paralel olarak azalabilmektedir. Tanrı o kadar yücedir ki bizleri bağışlamak için adeta akıl sır ermez detaylarda dahi iyiliğin kırıntısını arar. Ancak sonunda ilahi adalet kaçınılmazdır. Bu yücelik karşısında bize düşen bir an evvel uyanmak ve istenilen saflığa ulaşmaktır. Tüm olumsuz düşünce ve davranışlardan, kötü sözden ve fiilden uzak durarak sevgi temelli bir yaşamı başarmak ve aldığımız saf enerjiyi aynı saflıkta etrafımıza yansıtabilmek zorundayız.
Biz başardık. Sizlerin de başarmasını ve ebedi yaşama hak kazanmanızı bekliyoruz. Yanınızdayız.
Ruhlar dünyaya yalnız gelir ancak bazıları yalnız dönmez. Başarmış ve kendini tam arındırmış olanlar ışıktan varlıklarca karşılanır. Başaranlar tüm yaşamlarını iyilik ve sevgi üzerine kurmuş ve öyle de yaşamış olanlardır. Esasen bunu başarmakla onların kendileri de ışık olmuş ve sonsuza kadar Tanrıyla beraber ışıktan bedenler içerisinde yaşama hakkı kazanmışlardır. Onlar artık Tanrının askerleri olmuş ve kutsallık kazanmış varlıklardır.
Çoğunluk ise yalnız gelir ve yalnız döner. Ruhsal yoldayız hepimiz. Başarılı olmak için kendimizi disipline sokmalıyız. Gerçek ve değerli olanla geçici olanı ayırt edebilmeliyiz. Birinci olan değerleri birinci olarak almayı öğrenmeliyiz. Bu dünyanın ışığı geçicidir ve gölge yapar. Güneş gidince her yer karanlık olur.
Ebedi yaşamda ise hiçbir şeyin gölgesi yoktur çünkü varlıkların kendisi ışıktır. Bu ışık gitmez. Orada gece yani karanlık olmaz.
Sizler bu dünyada fiziksel bedenler içinde yaşarken adeta uykusunda yürüyen insanların durumundasınız. Tüm yaşamınız sanki uykuda yürüyormuşsunuz gibi geçer. Çoğunuz paraya adeta bir köle gibi hizmet ediyorsunuz. Bunu güç elde etmek için yapıyorsunuz ancak güç sadece Tanrıya aittir. Siz kendiniz için güç peşinde gitmekle ebedi yaşamı kaybediyorsunuz. Kendiniz için güç, söyledim, kötülük yapabilmek için istenir. Siz Tanrının sınırsız değerlerine dönün.
Tanrı ve Kutsal Ruh halkası her şeyi görür ve bilir. Hepiniz yaptıklarınızla apaçık ortadasınız. Saklamak olanaksızdır. Kendinizin farkında olun. Doğruda ve sevgide mi yaşıyorsunuz? Aynı hataları aymazca tekrarlamak kalpleri körleştirir ve Tanrıyla olan irtibatınız gittikçe söner ve sonunda kapanabilir. Maddenin uyuşturucu etkisinden bir an evvel kurtulun. Ruhlar âleminde henüz dünyada doğma şansı bulamayan ruhların mevcut olduğunu bilin ve size verilen bu şansı çok iyi değerlendirin.
Kimseye zararı yoksa yapılabilir sözü yanlıştır. Bir kereden bir ��ey olmaz sözü yanlıştır. İnsanın kendi bedenini de sevmesi, temiz tutması, tüm uzuvlarıyla birlikte, onlara iyi bakması ve zarar vermemesi şarttır. Esasında tüm canlılar Tanrının hücreleridir. Ama bu hücrelerin bazıları kirletilmekte ve kanser hücreleri misali yok edilmeleri gerekmektedir.
İnsanlar kendi bedenlerine dövme yaptırmaktalar. Bu kabul edilemez. İşareti sadece Tanrı koyar. Siz koyamazsınız. Yine gelişigüzel cinsel ilişkilerle bedeninizi hiçbir şekilde kirletmemelisiniz. Hastalıklara maruz bırakmamalısınız. Bedenlerinizi en temiz haliyle aldığınız gibi Tanrıya iade etmek durumundasınız. Yaşamı ciddiye alın. Yüzlerinizden gülümseme eksik olmasın ama yaşamınızı ciddiyetle devam ettirin.
İnsanın ruhu ölürken büyük acı çeker. Benim çarmıhta çektiğimi düşünülen acılar bunu simgeliyor. Esasen benim tüm yaşamım bir simgedir. Kendinizi dışarıdan seyretmeyi öğrenin. Ben orada acı çekmedim. Kendimi dışarıdan seyrediyordum. Arınmış ruhlar acı çekmez.
Size verilen her şeyi kirletmeden kullanmak ve hiçbir şeye zarar vermeden yaşamak ve aldığınız gibi tertemiz Tanrıya iade etmek durumundasınız.
Siz kendiniz de zarar görmemelisiniz. Aldıklarınızı Tanrıya saf olarak teslim etmelisiniz. Kendi bedeniniz ve ruhunuz bunun dışında değildir.
Dua/ibadet edeceğiniz zaman köşe başlarını tutup herkes görsün diye bağıra çağıra aynı ezberden şeyleri tekrar edip durmayın. Bunları yapanlar putperestlerdir. Siz duanızı evinizdeki bir odanıza çekilip gizliden yapın. Tanrının egosu yoktur. Bu nedenle önünde eğilmenizi istemez. Siz saygıyla ayakta durun yeterlidir. Dualarınız içten, samimi ve size ait sözlerle olsun. Maddiyat istemeyin. Önce Tanrıyı yüceltin, şükredin ve bağışlanma dileyin. O zaten her şeyi bilir. Gösteriş için yaptığınız her şeyin karşılığı yaptığınız gösterişten aldığınız her ne ise o kadardır.
Bir hayvanı Yaratana kurban olarak sunmak, bu en alt tekâmül seviyesindeki insanların yaptığı bir şeydir. Bu insanlar kendilerini hayvanla bir yapmışlardır. Hayvan sunumdan evvel canlı iken sunumunda ölü olur. Tıpkı kendilerini sunanlar gibi. Yüksek bilinç seviyesindeki varlıklar bunu yapmazlar. Onlar kendi dünyasal tutkularını öldürerek, dünyevi arzulardan arınmış diri ruhlarını Yaratana sunarlar. Bu ebedi yaşamı hak etmek içindir.
Sünnet sıcak iklimlerde erken gelişen insanların cinsel olarak erken uyanmaması için insanlarca konmuş bir kontrol mekanizmasıdır. İlkel devirlerde neseplerin korunması ve gençlerin gelişi-güzel cinsel dürtülerinin bastırılmasına yönelik bir kuraldır. Zaman üstü değildir.
Oruç tutmak, insanların nefislerini kontrol etmeyi öğrenmeleri için yapılmış bir uygulamadır. Bilhassa oburluğun ve aşırı yeme alışkanlıklarının kontrolü için düşünülmüş bir düzenlemedir. Zaman üstü değildir.
Tüm bunlar ilkel devirlerde cehennem korkusu ile gerçekleştirilmeye çalışılmış toplumsal kurallardır. Gökten inme değil, akıldan düşünceden doğmadır, o ilkel şartlarda düşünülebilen olgulardır. Sizler şimdi o insanlara kıyasla bilinçlendiniz ve bilimsel düşünceye kavuştunuz. Şimdi, bedenlerimiz mabetlerimiz, ruhlarımız pencerelerimiz, zihinlerimiz rehberlerimiz, hayvani güdülerimiz kurban edeceğimiz şeylerdir. Günde birkaç kere fiziksel kurbanlar sunamayız ama birkaç kere dua edebiliriz, günde birkaç kere mabetlere gidemeyiz ama birkaç kere ruhlarımıza dokunabiliriz. Eksikliklerimize kefaret olarak hayvanları kurban etmek yerine kendi hormonlarımızın şehvetimizi, tutkularımızı ve hayvani dürtülerimizi yılda bir kere değil ama günde birkaç kere kurban edebiliriz.
Dünya bu zamanda bilimsel verilere sahiptir. Kendinize ve diğer canlılara sevgi ile yaklaşın. Tüm varlığın kaynağı tektir. Empati duygusu bu birliğin hissedilişidir. Tanrı ilkel insanların düşüncesindeki gibi çok güçlü bir ilah değildir. Tanrı her şeyin kaynağıdır ve her şeyle iç içe yüce bir kudrettir. İsmi yoktur. Tek olan bir varlığın özel ismi olmaz. Kullanılan isimler insanlar tarafından konmuştur ve “var ve bir olan" anlamındadır. Ve O bize kendisi ile ebedi olarak var olma seçeneğini sunuyor. İnsanın özgürlüğü buradadır. Var olup olmamayı seçmek. Her aklına geleni yapmak değil.
Ruh için Tanrının krallığı ve O’nun işleri daima ilk ve en önemli olmalıdır. Doğru anda derhal tepki vermelidir çünkü Tanrının işleri görev verildiği anda yapılır. Tanrının askeri olan saf (kutsal) ruhlar O’na her zaman hizmet etmek ve görevlerini verildiği anda gerçekleştirmek için O’nun huzurunda ayakta ve tam odaklanmış olarak hazır beklerler. Odaklanmak çok önemlidir. Odaklanmak fiili sürekli olmalıdır. Çünkü bir anlık başka yere kaymak sizin yönünüzü Tanrıdan çevirecektir. Buna da izin verilmez. Sonuçta bu derece bir teslimiyet kolay değildir ve yaşarken tüm tutku ve takıntılardan arınmış, saflaşmış ruhlar olmak gerekir ki bu da tam adanmayı, tam sevgiyi gerektirir. Hiçbir dünyevi tutku, şehvet, mal mülk tutkusu kalmamış olmalıdır. İnsan yaşarken bu bilinç seviyesine tam ulaşamaz ama en azından davranışlarını bu yönde doğrulukta ve iyilikte tutarak olumsuz duygularını kontrol altında tutabilir. Bu insanın kendisinin ötesine taşıyor olmasıdır. Bu ‘olma’ durumuna dünyada yaşarken yaklaşılır ve ölüm ötesinde tam kavuşulup tanrısal halkaya kabul edilir. Bunu başarmak için de bedenliyken Tanrı delisi olmak, Tanrıyı tüm kalbinizle, aklınızla ve ruhunuzla sevmeniz gerekir. Elbette bu durum dünyada yaşamdan zevk alınmaması, inzivaya çekilmesi demek değildir. Önemli olan toplum içinde ve onlarla yaşarken dış şartlar ne olursa olsun insanın kendi içinde, ruhunda bu kontrolü, sükûneti ve adanmışlığı sağlayabilmesidir.
İnsan zihni uykudayken rölantide çalışır. Bu, zihnin en düşük seviyedeki çalışması gördüğünüz rüyaları yaratır. Rüyaların ruhla alakası yoktur. Zihin beyninizin bir ürünüdür. Yani beyin ölünce zihin de dağılır. Bu anlamda ruhla zihin aynı şey değildir. Ruh yaşam enerjisidir. Ölüm ötesinde beynin yarattığı zihin ortadan kalkınca, ruh seviyesine göre, yeni doğan bir bebek annesinden süt emmeyi nasıl biliyorsa, o da kendiliğinden yapması gerekeni bilir. Dünyada yaşarken zihnin karanlık frekansları ruhu ele geçirirse, ruh, kaynağı olan yaşam enerjisini tam alamaz ve güçsüzleşir. Belli bir dereceden sonra o ruh artık çok zayıfladığından ölüm ötesinde uyanamaz, hafızası silinir ve temel yaşam enerjisi de tabiata karışır. Bundan önce, ölüm hadisesini takiben şuuraltı kayıtlarını geri sararken travmalara takılır ve orada acı çeker. Bu sebeple kindar olanlar, tüm olumsuz duygulardan kendilerini kurtaramayanlar orada çok sıkıntı çekerler.
Tanrının yoluna odakların. Gözleriniz bu noktaya konsantre olsun. Başka yöne bakmayın. Yeşua Mesih olarak dünyaya tekrar, eğer ki insanlar sadece Tanrının yoluna odaklanırsa gelirim. İnsanların bu haliyle dünyaya tekrar gelmem söz konusu değil.
Yaratılmış olan her ruh henüz dünyada bedenlenme imkânı bulamamıştır. Bu onların kendi hatalarından kaynaklanıyor. Bedenlenerek varlık sınıfına girebilmeye hak kazanmış ya da henüz kazanamamış sayısız ruh vardır. Ruhlar dünyası tekâmülü sadece dünyaya bağlı ruhlardan oluşmamaktadır ve sınırsız sayıdadır. İnsan sadece insan olarak doğar. İnsan bu günkü insan olarak yaratılmıştır. Evrim yoktur. İnsan bir kerede yaratılmıştır. Tanrının buna gücü yetmez mi sizce? Elbette yeter. Onlardan tek farkınız beyinlerinizi kullanma kapasitelerinizin artmış olmasıdır. İnsan ruhunun hayvan ya da bitki olarak bedenlenmesi yoktur. Bu anlamsız olurdu.
Tek başınalık kabul edilmelidir çünkü o esastır. Üzüntüyü tek başınalık yaratmaz. Tek başına kalmanın gerektiğini düşünmeniz üzüntü yaratır. Tek başınalık özgürlüktür. Yalnızlığı tek başınalıkla, tek başınalığı yalnızlıkla karıştırmamak lazım. Her halükârda varlıklar tek başınadır. Düzen budur. Tanrı da tek başınadır. Bu durum enerji yaratır ve Tanrıya daha fazla enerji yollarsınız. Tek başınalığı becerebildiğiniz andan sonra insanlarla iletişiminiz farklı olacaktır. Tek başınalık Tanrıya mahsus değildir. Tüm canlılara mahsustur. Bunu unutma kardeşim. Sen artık her şeyi yapan değil, tanıksın. Bunu da hatırından çıkarma.
Beni tahta olan bir haçla ölü halde simgeliyorlar. Benim simgem yoktur ama illaki bir simge aranıyorsa bu canlı bir ağaç olabilir. Zaman zaman durgunlaşır, yapraklarını döker sonra yeniden çiçek açıp meyve verir. Üzerinden bulutlar geçer ama etkilenmez. Güneşin orada olduğunu bilir.
Kutsal (Saf) ruhlar kaynağa ulaşmış, görevliler kutsal halkasına dâhil olmuş ruhlardır. Onların ruhlar âleminde, dünyadaki gibi kanlı canlı değil ama insan misali bir görüntüleri vardır. Sizlere ise istedikleri şekilde görünebilirler. Bu saf ruhlar için orada oturmak ya da yatmak yoktur. Onlar orada hep ayakta dururlar çünkü onlar Tanrının huzurundadırlar. Tanrının huzurunun muhteşemliği tarif edilemez.
Sonsuzluk Tanrıya ve kutsal (saf) ruhlara aittir. Diğer her şeyin sonu bir şekilde vardır. Bilincin de çıkabileceği son bir kademe vardır. Rakam olarak on ikinci kademe diyebiliriz. O noktada artık tırmanma bitmiş, zirveye çıkılmıştır. Merdiven bitmiş, düzlüğe varılmıştır. Oradan her yer görünür. Daha yukarısı yoktur. O noktada da aşağı bakıp insanları küçümsemeyin. Yukarı bakın. Işığa bakın. Ben kimim, diye sormayın. Bu bencilliktir. Daima ben neyim, diye sorun.
Bilincimizi tüm zamanların üzerine yayabilseydik sonsuzluğa kavuşurduk. Güzellik de bir anlık sonsuzluğa yayılma duygusu verir ama geçici olduğundan ümitsizliği ve hüsranı da akabinde getirir. Bir an olsun kendinizi unutturur ama sonra gider. Kırılırsınız. Kalıcı sonsuzluk duygusu ancak Tanrının huzurunda olur.
Dünyanın sonu değil, insanların sonu da değil ancak bu insan neslinin sonu geldi. Dünyadaki insanların büyük çoğunluğunun bu bedenlerindeki yaşamları son şanslarıdır ve de çoğu ölüm ötesinde, ruhsal ölümle de karşılaşacaklar. Tanrının da sabrı bitti.
Tanrıyı konuşturmak, Tanrı adına konuşmak, O’nun ağzından konuşmak yanlıştır. Tanrı böyle istedi, Tanrı şöyle dedi gibi sözler kullanmak yanlıştır. Tanrı konuşmaz. Tanrı yapar. Tanrı sorgulanmaz, Tanrı ile ilgili konuşurken espri yapılmaz. Söyledim Tanrı yargılanmaz. Tanrı kimseye kendisini yargılama hakkı vermedi.
Tanrı her şeyin kaynağıdır. Bir özü vardır; mutlak hareketsizlik ve ebediyen
yaratılanlara bilgisi kapalı, bir de enerjisi ki aktif olan ve her şeyin içinde yaratıldığı kısım. O’nu görmek mümkün değildir. O’nu kavramak mümkün değildir. Tanrı öz olarak hareket etmez, varlığında bir değişme olmaz. Sabittir. Enerjisi ışığın kaynağıdır. Tanrı ruhtur. Tanrının takvimi ve zamanı farklıdır.
Sevgi yaratıcı enerjidir. Kaynağı tüm varlığın kaynağı olan Yaratandır. Sevgi engel tanımaz. Kalplerde sevgi varsa bir şekilde bir yerden sızar gelir. Sevgi olmadan, nefsaniyetle olan mücadelenizi kazanamazsınız. Sevginin kaynağı Tanrıdır. Sevgi her şeyi bir arada tutan yaşam enerjisidir. O’ndan gelir. Yaşamın hüküm sürdüğü alan sonsuzluktur. Orada her şey şimdidedir. Gelecek zaman yoktur. Öncesi ve sonrası aynı anda görünür.
Tanrı temizliğin, iyiliğin kaynağıdır. Bu sebeple Tanrıdan kimse için kötülük dilenmez. Beddua edilmez. Lanet dilenmez. Bunu yapanları Tanrı mutlaka cezalandırır. Olumsuz dualar gözle görünmeyen düşük titreşimlerin oluşturduğu alt varlıkları size cezbeder. Hatırlayın: “Düşmanlarınız için de dua edin” demiştim.
‘’Yaratılanı hoş gör yaratandan ötürü’’ sözü yanlıştır. Tanrı hoş görülecek eksik varlıklar yaratmaz. Onun yarattıkları mükemmeldir ancak kendini Tanrıdan ayıran insan kötülüğe saparak bozulur. Özgür iradesini Tanrıya karşı gelme yönünde kullanarak yanlışa gider. Bu hali ile Tanrının yarattığı değildir. Hoş görülemez. Kötülüklerle mücadele edilmelidir.
Dinî ve felsefî inançlar dokunulmaz değillerdir. Bunlar herkesin zihnindedir. İnsanın nerede doğduğu, nasıl yetiştirildiği, kimlerin kişi üzerinde etkili olduğu bunları belirleyen unsurlardır. Elbette bu durum onların mutlaka doğru olacağı anlamına gelmez. Ya da tüm zamanlarda doğru kalacağı anlamına gelmez. Kişi bunları aklı ile sorgulayabilmelidir. Bunu yapmadan bir de insanları ötekileştirmesi, başkalarının kendi inanç ve görüşlerine inanması için baskı yapması, olmadı iftira atması, tecavüz etmesi, malını gasp etmesi ve öldürmesi tam bir şeytani akıl hastalığıdır. Bunlar ilkel kavimlerdeki yağma anlayışlarıdır. Sizler törelerinizle ve kadim bilgileri yanlış aktarımlarınızla da Tanrının sözlerini kirletiyorsunuz. Bu nedenle uyanın ve kendinizi eğitin. Benlik (ego) boyutunda kalıp kalmamak sizin elinizdedir. Tüm sorgulamadan inanan koyu dindarların ruhları yok edilecektir. Son zamandayız.
İnsanlar gereksiz konuşmalardan kaçınıp Tanrıyı düşünsünler. Yüzlerini ışığa çevirsinler. İnsanlar başkalarının sorunlarını eğer sonuca ulaştıracak bir durumda değillerse gereksiz meraklarla soruşturmasınlar. Boşuna konuşmasınlar. Bu boş konuşmalar enerji kaybıdır hâlbuki enerjinizi Tanrıya yönlendirirseniz daha iyi olur. Tanrı zaten gerekeni gerektiği zaman yapacaktır. Bir de onun görevlendirdiği ruhlar kendilerine verilen görevi verildiği anda yaparlar. Siz, sorunu olan herhangi bir kimseye olumlu katkı yapacak durumda değilseniz bu durumda başkalarının sorunlarını konuşmakla sadece kendinizi üzmüş olursunuz. Bu da enerjinizi düşürür. Bu gibi beyhude meraklardan ve konuşmalardan kaçının.
Yüce Tanrı dünyada erkek ve kadını yaratmıştır. Bunun arası, ortası yoktur ve bu hüküm kesindir. Cinsel ilişki temelde sadece insan soyunun devam etmesi için vardır. Gelişigüzel cinsel ilişkilerden kaçının. Cinsel sapkınlıklar Tanrıya isyandır ve kesin yok oluşa götürür.
Tarihte Sodom ve Gomora ’da cinsel sapkınlıklar o denli yüksek boyutlardaydı ki insanların kendileri mikrop haline gelmişti ve mikroplu şeyler kireçlenir. Tanrı Sodom ve Gomoralıları kireçledi. Bütün cesetler, yapılan arkeolojik kazılar sonucunda tamamen kireçle kaplanmış olarak bulunmuştur. (Arkeolojik kazılar sonucu bu şehrin tüm insanlarının, gelen selin kireçli nehir yatağından taşıdığı kireçli sular ile tamamen kireçle kaplanmış olduğu saptanmıştır.)
Bu tip cinsel sapmalar insanlıktan çıkıştır. Temelinde delilik boyutunda çarpıtılmış seks dürtüsü vardır. Bu tip insanlara akıl hastası gözüyle bakılmalı ve tıbbi müdahaleye sevk edilmelidir.
RUH NEDİR?
Esas varlığımızdır. Tanrının bize kendinden verdiği enerjidir. Zihnimiz beynimizin bir ürünüdür ve fakat ruhumuzu hakimiyet altına alırsa onu kirletebilir. Dünyada iken buna dikkat etmeliyiz. Eyleme dökmediğimiz sürece aklımıza gelen kötü düşüncelerden ruhumuz etkilenmez yine de zihnimizi iyi, olumlu düşüncelerle dolu tutmalıyız. Zihin beynimizle birlikte ölür geriye kalan ruhtur. Dolayısıyla dünyasal kişiliğimiz ortadan kalkar. Tanrı enerjisiyle eğer saflaşabilirse birleşecek olan ruhumuzdur. Bedenler toprağa karışır.
Ruh dünyasal kirler yüklenmişse bu ölüm ötesinde onun için azap olur. Saf kalabilmişse ölüm ötesinde ışığa kavuşur. Tanrı ile ölümsüz yaşama kavuşur. Dünyevi kimlikler, dünyevi bilgiler, cinsiyet, akraba, tanıdık orada yok olur. Kalan sadece temiz ya da kirli ruhtur. Ruh orada riyakatine göre görür, duyar ve kendinden bilir. Bilincinin dereceleri vardır. Bazıları azaptadır, bazıları yeni bir reenkarnasyon için eğitimde ve bazıları da Tanrı katında reenkarnasyon döngüsünden kurtulmuş Tanrının askerleri olarak Tanrı ile sonsuz yaşam ışığında bir olmuşlardır. Bu Tanrı olmuşlar demek değildir. Olan vatanından savrulmuş bir damlanın kirlerinden arınıp tekrar okyanusa kavuşması misali gibidir.
KÜRTAJ GÜNAH MIDIR?
Hayır. İlk aylar tercih edilmelidir. Annenin sağlığı için ya da bu çocuğa gereği şekilde bakılamayacaksa kürtaj olunabilir. Ruh bebeğe doğumu takiben aldığı ilk nefesle girer. Ondan önceki safhalarda cenin annenin bedeninin bir paçasıdır.
YEŞUA’NIN ÖĞRETTİĞİ BİR DUA
Yeşua Mesih’in aracılığıyla ruhum yıkandı ve arındı. Senin adın, senin iraden, senin egemenliğinle Yeşua Mesih’in rehberliğinde huzuruna geldim Tanrım. Gökte olduğu gibi yeryüzünde de senin isteğin olsun. Senin ilahi takdirine güveniyorum. Tanrım bizi her türlü kötülükten kurtar, çağımıza rahmetinle barış getir. Benim değil, senin dediğin olsun Tanrım. Âmin.
Kişisel isteklerinizi de dile getirin sonra akışına bırakın. Mutlaka bir gün bu isteğinizin olacağını bilin ama süre koşulu istemeyin.
KÜFÜRLÜ KONUŞMAK
Küfür etmeyin. Küfür, içi kötülüklerle ağzına kadar dolmuş insanların ağızlarından bu kötülüğün dışarı taşmasıdır.
AYDINLANMAK
Aydınlanmış bir ruh olabilmek için önce birey olabilmek gerekir. Koyunlar gibi sürüyü takip edenler değil ama kendilerini doğru davranışlarıyla tanımlayan bireyler olmak gerekir. Bu manada birey olmak kör inançlara, mantıksız törelere hatta her ne ad altında olursa olsun dogmalara inanmamaktır.
Aydınlanmış insan mutlaka rasyonel düşünür ve hepsinden öte kendi en derin içsel duygularını dinleyerek hareket eder. Koyunlar sürüyü takip eder ama aydınlanmış birey sadece kutsal olan evrensel değerleri gözetir. Her şeyin temelinde evrensel varlık sevgisi olmalıdır. Yerdekilere ne kadar sevgi gösterirsek göktekilerde bize o kadar sevgi gösterecektir.
Tanrı sevgidir. Sevgi her şeyi bir arada tutan güçtür. Tanrı sevgisi ile aramıza başka hiçbir şey koymadan yerdekileri de karınca kararınca kendimiz gibi görebilmeliyiz. Tanrı sevgiyi, şartsız, diğerkam sevgiyi temsil eder.
Karşıdakinin mutluluğu da esastır. Tanrı özgürlüğü temsil eder. Tanrısal olanda karanlık bir nokta yoktur. Her şey aydınlıktır, dolayısıyla korku yoktur. Takıntı yoktur. Kölelik, kulluk yoktur. Kardeşlik vardır.
Tanrıya inanmayanlar geçici olana inanırlar. Bir gün nasıl olsa bitecek bilinci bencilliği, korkuları ve köleliği getirir. Tanrıya inanmayanlar özgürlüğü sadece kendilerine isterler. Buda zorbalığı ve bağnazlığı getirir. Tanrıya inanmayanların sevgisi tutkularla şekillenir. Sevgiyi kendileri için isterler. Kendi egolarının tatminini sevgi sanırlar. Kendilerine kulluk edilmesini isterler. Eşitliğe tahammülleri yoktur.
Gerçek, derin anlayış gerektirir. Ruhaniyet kendinizle ilgili soru sormak iken dinler ilerlemek için kitaplara güvenilmesini ister. Bu durum ise milyonlarca zihni kilitleyerek geri bıraktırmıştır. Dinler adeta köle tacirlerinin ideolojik arka kapıları olmuştur. Tüm dünyadaki kurumlaşmış dinler politikadır.
Her zaman sakın olun. Zihninizdeki cam gibi berrak su gibi olsun. Kendinizi kaynamakta olan bir suda görebilir misiniz? Hayır. Ancak su bir ayna gibi düz ve berrak ise görebilirsiniz. Bu önemlidir. Zihninizde sakın değilse Tanrıdan her yöne akmakta olan yaşam enerjilerinin alamazsınız. Bu yüzden sakin bir zihin yaşamsal önem taşır. Bu enerjileri düzgün alamayanlar sağlıklarını koruyamazlar. Hem fiziksel hem de zihinsel sağlıkları bozulur. Bu nedenle her tür endişelerden uzak durun. Dua etmeniz bu konuda büyük fayda sağlar. Toprak ve suyla bedensel temas da fayda sağlar.
Tanrıyı bilmek insan varlığının amacıdır. Bunu anlayan huzura erer. Ben merkezli arayışlar son bulur. Arayış sona ermiştir. Yaşam kutlanılacak bir hal alır. Varlık sahnesinde oluşumuzun tek bir amacı vardır. Tanrıyla yürümek, Tanrı ile birlikte olmaktır. Aydınlanma kelimesi bazılarınızca süper güçlerin elde edilmesi ile bir anılır. Hayır, aydınlanmak Tanrı ile bir hissetmenin doğal tezahürüdür.
AYDINLAMANIN SORUMLULUKLARI
Aydınlanmak kendinizi kutsal olana açmaktır. Bu açışın beraberinde gelecek tüm sonuçları kabul etmektir. Kendini kutsal olana açan her ruh-insan insanoğlunun ruhsal ıstıraplarına karşı savunmasız, her türlü ayartma ve denemelere karşı tam açık hale gelir. Bu tür insanı saran olumsuz enerjiler yaşadığınız çevrenin kültüründen gelir. Televizyon, internet vs. Kalplerinizi bunlardan korumalısınız ve kalplerinizdeki Tanrı sevgisi olan tüm olumlu enerjilerin kirlenmemesi için dikkat etmelisiniz.
Zihninizdeki tüm zararlı ve asalak düşüncelerin kalplerinizde (ruhunuzda) bir yer edinmesine izin vermemelisiniz. Bu takıntılı dürtüler ve tutkular sizin iblisler dediğiniz şeylerdir.
Oburluk, mutsuzluk, fesatlık, öfke, kibir, umutsuzluk, endişe, para hırsı, açgözlülük, pintilik, hasetlik, asabilik, şehvet düşkünlüğü vs. bunların her biri bir şeytandır. Bu tür şeytanların ruhunuzda bir yer edinmesine ve ruhunuza yerleşmesine asla izin vermeyin. Elinizden hiçbir şeyin gelmediği durumlarda Tanrıya sığının. Ruhunuzu koruması için dua edin.
Tanrı sadece mükemmel olanı yaratır. Onun her yarattığı mükemmeldir çünkü O mükemmeldir. Ancak siz insanlar kötülüklerinizin yüzünden bu mükemmeliyeti bozuyorsunuz. Sizden istenen yaşamı korumanız, yaşamı tüm varlıklar için daha işlevsel hale getirmeniz ve kalitesini yükseltmenizdir.
Dogmalaradan uzak durun. Dogmalar insan bilincine bir aşağılamadır. İnsanlığı karanlığa çekmiştir. Dogmalar insan ruhunu korku temelli olumsuz duyguların ele geçirmesine sebep olmuştur ve bu tip korkular kişilerin acımasız, vicdansız ve kişiliksiz olmasına sebep olurlar. Onlar dünyasal olana taparlar. Diğerlerine hükmetmek en büyük tutkularıdır. Para hırsı en büyük özellikleridir. Tanrının adını boş yere kendi ben merkezli ihtirasları doğrultusunda kullanırlar, amaçları kendi olumsuz tutkuları ve hedefleridir sadece.
Bu tip insanların kötülükle kazandıklarına özenmeyin. Onlara sempati dahi duymayın. Onlar kendi ruhlarını yok etmektedirler. Onları engellemek için elinizden bir şey gelmediği durumlarda Tanrıya sığının. Ruhunuzu koruması için dua edin.
EVRİM
Evren ve insan bir kerede Tanrı tarafından yaratılmıştır. Evrim yoktur. Görünenler görünmeyenden yaratılmıştır.
KENDİNİZİ SEVİN
Kişi kendini benimseyip sevmeden Tanrıyı sevemez. Kendi karakterini ve yaptıklarını sevmesi gerekir. Kötülükte ve yanlışta kalarak bir ruhun kendini benimseyip sevmesi, vicdanının rahat olması olanaksızdır. Bu sebeple kişinin kendini sevmesi için doğrulukta ve iyide olmak şarttır. Sonucunda da Tanrıyı sevecektir.
Her insan Bütünün içinde tamamlayıcı bir bölümdür. Ruhlarımız Tanrıdandır. Kaynağımız Işık ve Kutsiyettir. Tanrı bizim içimizde biz Tanrının içindeyiz. Bu birliktelik dünyasal manada okyanus ve ondan kopan bir damla misalidir. Bedenli dünya yaşamımızda bencil tutkulardan, kibir, kin vs. olumsuz duygu ve düşüncelerden uzak, temiz bir yaşamla, ölüm ötesinde bu birliktelik tekrar kazanılacaktır. Kazanılabilirse kazanılacaktır.
YOL BİREYSEL VE YOLCU TEK BAŞINADIR
Hristiyanlığı ben kurmadım. Yahudi dinini de sevmedim. Amacım farklı bir düşünce akışı yaratmaktı. İnsanları biraz daha sevgiye, şefkate çekmek istedim ama onlar istemediler. Beni havarilerim bile tam anlayamadı. Şimdi bile beni tam anlayabilen birkaç kişi var sadece. Sen beni tam anlayanlardansın kardeşim. İnsanların benim yeni bir din kurmaya çalıştığımı düşünmeleri beni çok rahatsız ediyor. Ben iki bin sene önce de yeni bir din kurmaya çalışmadım. Biliyorsun ben Yahudiydim. Yapmak istediğim, mevcut dindeki yanlışları düzeltmekti. Yeni bir hareket yaratmak değildi. Benden sonra gelen gibi kendi ismimi öne çıkarmak, adımı yaymak gibi bir niyetim de yoktu. Hatta kendi ismim bilinsin dahi istemedim. İstediğim, insanların yüzlerini Tanrıya çevirmekti sadece. Bunu bilsinler.
Yüzünüz Tanrı’ya dönükse yaşam, dünyaya dönükse ölüm sizi bekliyor. İnsanın seçimine Tanrı karışmıyor. Tercihinizi yapın, bu yolda tamamen özgür ve tek başınasınız.
Gerçeği bileceksiniz ve gerçek sizi hür kılacaktır. Gerçeği bilen tüm dünyasal ihtiras, takıntı ve korkularından özgür olur. Varlığın birliği gerçeğini bilmeden kalıcı bir adalet, ahlak, birlik, sevgi ve coşku olamaz. Ruhaniyet ve huzur olamaz. Sadece bu gerçeği bilip ve onu özümseyip yaşamak savaşları durdurabilir. Dünyaya kalıcı bir barış getirebilir.
Bin arasında birinizi on bin arasında ikinizi seçeceğim ve onlar ayakta bir olacaklar. Çok azınız kutsal ruh olmayı başardınız.
Gelen her yeni nesil kendilerinden önce gelenlere kıyasla daha bilinçlidirler.
En doğrusunu Tanrı bilir ve yapacaktır şüphesiz.
YEŞUA MESİH OKUMALARIM 2009/19
Alpaslan Kuzucan
2 notes
·
View notes
Text
Sesli Meram #244 - Karşı Radyo (23.08.2022)
"
Demokrasi istem ve pratiklerinin çalakalem değil doğrudan yıkımı peyderpey var edilmiş olagelen her türden ayrımcılıkla beraber şekillendirilir. Türkiye sathı mahallinde, doğruca ve doğrudan demokrasi pratiği için çabalayan, Türkiye halklarının ortak meramını sırtına yük edinen, bunu ama ve fakatsız, şerhlere düşmeden var edebilen bir yapı olan Halkların Demokratik Partisi Amed milletvekili Garo Paylan hedef kılınır. Pek çok defasında görüp de yaşadığımız gibi, memleketin ahvalinin / genel kabulün dışından sözler sarf ederek, bir biçimde çalınan / gasp edilen, mahva sevk olunan bir kimliğin, Kürd ile birlikteliğinden bir siyaseti var etme çabasından korku bir kere daha kırımı çağırmaya kafi gelir. Devletin, devletlinin kadrolu / maaşlı vatansever(!) kiralık katil müsveddeleri, kullanışlı beyinsizler sürüsü, tetikçisi, hedef alıcısı, linçcisi şusu ve busu ile birlikte bir cinayet tasarlanır. Bu kez, 2016 yılında var edilmek istenen bir biçimde engellenir ya da öyle istenir.
Gel gelelim onca zaman sonra bunu bildiren, ortaya saçan kirli mafyanın tetikçi vatanseverlik taslayan, ağzından irinden, pislikten, yüreği yağırdan başkasını barındırmayan bir temsil, sözüm ona avukat Garo Paylan’ı bir kere daha hedef kılar. Gözdağı verdiğini zikrederken bir asrı aşkın kılınmış ittihatçı kepazeliği, hamidiye alaylarının maşalığına, kalemlerinden irin damlayanlar gibi Ermeni Soykırımını kabul ve ikrara uzanan bir karanlıktır mesele. O kötülük arafından sesler var edilebildikçe, geçmişte ellerine kan bulaştırıp, memleketin adını da mahvetmiş, yaşatan değil çürüten, yasa saygılı değil, yası yaraya dönüştüren bir yer uzam bir kere daha gönenç hallerle savunulur. Bunu var eden bir de avukattır, beyanı en azından böyledir çeteci, lağım ağızlı, tetikçinin.
Demokrasinin sizlere ömürlük halinde, kimileri etnik kimliği yüzünden hedef kılınır. Kim ya da kimlerden olduklarının şeceresi dökülürken, Garo Paylan sadece görünür bir istisna halidir, ki öldürülmemiştir, çok şükür. İçişleri Bakanlığının bir suç işleri bakanlığına artık tastamam dönüştüğü yerde, yıllar sonra var edilebilmiş, vitrin süsü olmayan bir Ermeni’yi vekil tayin edebilmek / seçmek kafi getirilmeyendir, bir de korumak gereklidir. Bütünüyle bir menzilin dönüşümünün yeniden kötülükten mülhem bina edilmesinin yarası her ne yana denk düşecektir ki sahiden? Bir gün Yahudi, bir gün Alevi, başka bir gün bir Kürd’ü hedef kılanlar, bambaşka bir zamanda çıkagelen Ermeni’yi vurdurtma / temizletme işinin kökünü ifşa edenler eliyle bir güvercin tedirginliği artık dört bir yandadır. Türk’ün muktedir ve avenesi dışındaki her kesimin yaşamında demirbaş kılınandır. Bianet’te Ruken Tuncel’e demeç verir Garo Paylan aktaralım: “Paylan, kamuoyuna ve siyasi liderlere çağrıda bulundu. "Azınlıklar, bir ülkede ancak demokrasi olursa varlıklarını sürdürebilirler” diyen sözlerini şöyle noktaladı:
“Bir ülkede demokrasi mücadelesinde ilk olarak azınlıklara bakılır, azınlıklar özgürce konuşabiliyor mu, inançlarına kimliklerine saygı duyuluyor mu, geçmişte yaşadıkları acılarla yüzleşebiliyor mu? Türkiye bütün bunlarda son yıllarda tamamen geriye gitti. Ve biz azınlıklar yeniden güvercin tedirginliğinde yaşamaya başladık.
"Demokratik ülkelerde azınlıklara yönelik bir saldırı olduğu zaman sorumluluk çoğunluktadır. Çoğunluk sessiz kalırsa, azınlıklar susturulur, bu nedenle herkesi sorumluluk almaya çağırıyorum. Bu sadece Garo Paylan meselesi değil, bu demokratikleşme meselesidir. Benim susturulmam ülkenin kaybıdır, herkesin böyle bilmesi gerekir.” sesli meram
podcast image credit: edvard munch-the scream painting by andreas preis:::official site
#sesli meram#meram#arzihal#durum#günce#hayat ne olacak#söz#demokrasi101#türkiye gerçeği#biyopolitika#anlamak#demokrasi#adalet#özgürlük#akp#yirminci yıl#iktidar#tahakküm etme#yıldırı#zor#güç#sınav#azınlıklar#tehdit#karabasan#nefret suçları#ermeni olmak#garo paylan#hdp#iktidar klikleri
1 note
·
View note
Text
Sahipsiz sokak hayvanlarına yönelik düzenlemeler içeren kanun teklifindeki “Ötanazi” uygulamasını kabul etmiyoruz.
Ötanazi, kişinin kendi isteğiyle ölümü istemesi -ki bu bile ülkemizde mümkün değil. Sokak hayvanları da ölmeyi istemiyor. Ölmeyi istemeyen bir canlıyı öldürmenin adı cinayet. Bu da büyük suç! Ağzı-dili olmayan, yaşam hakkını elinden almaya uğraştıkları hayvanlara "ötanazi hakkı tanıyoruz" diyen iktidar yetkilileri akıllarınca katliamı yumuşatmaya çalışıyor, kelime oyunu yapıyorlar. Bu caniliğin adı katliamdır, cinayettir.
Devlet öldürmez yaşatır!
Hayvanların katledilmesine yol açacak yasa tasarısı geri çekilmelidir. Şehirler sadece insan yaşamına mahsus alanlar değildir. Her canlının yaşam hakkı vardır.
Şimdi susacak zaman değil!
Katliamın ve ölümün değil, yaşamın ve merhametin yanında olacağız. Dünyadaki tüm canlıların yaşam hakkını savunacağız.
Sokak hayvanları sahipsiz değildir!
Ülkemizde kadınları, çocukları, ağaçları sizden korumaya çalıştığımız gibi hayvanları da sizden koruyacağız.
35 notes
·
View notes
Text
Jekrat
Herkes Jekrat’ın kara tarihini az çok biliyordu. Ama gerçekten neler olduğundan haberdar kişilerin sayısı azdı. Tarih: 3022, ilk tam dönüşün 27’inci ışığı. Bu küçük gezegen, büyük bir trajedinin eşiğinde olduğundan habersiz dönmeye devam ediyordu. Jekrat’ın 2 büyük şehrinden biri olan Yette, kabul edilebilir bir refah seviyesine sahipken, Monark’ta suç oranları giderek artmaktaydı. Suç oranlarının yüzde doksanlık kısmını, kadına şiddet ve cinayetler oluşturuyordu. Jekrat’ın polis güçleri bile bu suçları durdurmakta yetersiz kalıyordu. Jekrat’ta hiçbir zaman erkeklerin egemen olduğu bir toplum olmasa da kadınların tecavüz edilerek katledilmeleri, gezegendeki kadın nüfusunu giderek azaltıyordu. İnsanlar, polisin huzuru sağlayamayacağını düşündüğü için Monark’tan Yette’ye göç etmeye balamıştı. Erkeklerin işlediği suçlara, parlemento bile tutarlı bir cevap veremiyordu. İşler giderek karışmaya devem ederken, aktivist kadınlar ve onlara destek veren az sayıda erkek, Yette’deki meclis binasının önünde eylemlerde bulunuyordu. Devletin artık çok geç kalmadan bir karar alarak, gerilimi durdurması bekleniyordu. Aksi takdirde gezegende sadece kadınlar değil, herhangi bir cinsiyetin üreyip çoğalmasından da bahsedilmeyecekti.
Üçüncü tam dönüşün 96’ıncı ışığı, Jekrat adına unutulmayacak bir ışık günüydü. Parlamentoda ‘cinayet işleyen zanlılara idam’ yasası oylanıyordu fakat meclisin beşte üçü, yasa teklifini kabul etmemişti. Onay vermeyenlerin tamamı erkekti. Alınan sonuçtan sonra meclis salonunda büyük bir arbede başlamıştı fakat daha sonra her şeyin planlı olduğu anlaşıldı. Yasa teklifinin kabul edilmeyeceğini düşünen kadın vekiller, önceden anlaştıkları gibi, erkekleri hedef alan bir iç savaş başlatmak için gerekli hamlelerini yapmaya başladılar. Kadın vekiller, ancak bu şekilde cinayetlerin sonunun geleceğine inanıyorlardı. Çözüm, gezegendeki tüm erkeklerin kökünü kurutmaktı. Meclisteki kadınların hepsi aynı anda harekete geçmişti. Tokalarının içine gizledikleri ufak kesici aletleri saçlarının arasından çıkardılar ve hep birlikte erkek vekillerin boğazlarına saplamaya başladılar. Kimse böyle kanlı bir eyleme hazırlıklı olmadığı için büyük bir katliam meydana geliyordu. İdam yasasına ‘evet’ diyen erkekler bile öldürülmüştü. Yaşananların hemen ardından, Sarı Dalga Partisi’nin başkanı Penlenop Diae-Mensez ve partisinin vekilleri, meclis yayını yapan televizyonun çalışanlarını esir almıştı. Daha sonra ise başlattığı canlı yayınla gezegendeki tüm kadınları mücadelelerine davet ederek iç savaş çağrısında bulunmuştu.
“Evet tüm erkekleri öldürdük. Kendimiz yaptık bunu! Kadın olarak! Çünkü onlara ihtiyacımız yok! Bundan sonra onlar ölen, biz yaşayan tarafta olacağız! Bizi senelerce katletmekten bıkmadılar. Onlara hep bir şans verdik. Onları hep affettik. Ama şimdi onlar bizden af dileyecek fakat biz onları affetmeyeceğiz! Ben Penlenop Diae-Mensez! Bir sonraki hedefimiz Kraliyet Binası olacak! Kral Fion Sepokra’yı öldürene kadar durmayacağız! Şimdiden yüzlerce kadın davamıza katılmayı seçti. Sizin de bu yolu seçtiğinizi biliyorum! Çünkü başka seçenek yok! Bu bir ölüm kalım mücadelesi! Sadece güçlü olanın hayatta kalacağı bir mücadele. Ve dostlarım biz onlardan daha güçlüyüz! Gezegende, yaşayan tek bir erkek kalmayana kadar da durmayacağız!”
Penlenop’un konuşması isyanın fitilini ateşlemişti. Artık geri dönülemez bir yola girilmişti. Böylece Monark, çok geçmeden tamamen savaş alanına dönmüş, yüzlerce kadın sokağa inip erkek kıyımını başlatmıştı. Ailelerin bile evlerine girip çocuk, yaşlı dinlemeden öldürüyorlardı. Onlara karşı gelen kadınlar bile katlediliyordu. Bu şehrin çabuk düşmesinin bir nedeni de erkeklerin çoğunun, vakitlerinin büyük kısmını sarhoş olarak geçirmesindendi. Kendinde olmayan erkekler, direniş gösteremeden öldürülüyordu. Monark’ın kısa bir sürede erkeklerden temizlenmesinin ardından kadınlar, Yette’ye doğru yürümeye başladılar. Kraliçe Penlenop bu savaşın kazanılacağından emindi. Bunun en büyük nedeni de, polis güçlerinin kendi içlerinde çatışmaya girmesiydi. Polis merkezlerinde büyük kayıplar verseler de, kadınlar her bir merkezi teker teker ele geçirmişti. Bu süre zarfında, kadınlar, patlayıcı silahların yardımı ile Yette’yi zorlanmadan erkek nüfusundan arındırıyordu. Penlenop’un ikinci canlı yayını kraliyet sarayında başlamıştı. Elinde Kral Sepokra’nın kafasını sallarken kendisini kraliçe ilan ediyor, meydanlarda toplanmış kadınlar da ona alkış tutuyordu. Katliamın yedinci ışık gününde Yette’deki manzara tüyler ürperticiydi. Meydanlarda üst üste yığılmış erkek cesetleri ateşe atılıyordu. Ölü bedenlerden oluşan tepeler, evlerin cesetlerden temizlenmesiyle büyümeye devam ediyordu.
Tarih: 3023, üçüncü tam dönüşün 81’inci ışığı. Olağanüstü hâlin ilân edilişinin ardından 8 tam dönüş geçmişti. Kraliçe Penlenop’un emriyle Krade-Veciez adında yeni bir polis gücü oluşturulmuştu. Bu yeni asayiş kurumu için Monark ve Yette’de toplam 8 adet merkez kurulmuştu. Aradan geçen birkaç ışık günü sonrasında, hükümet iç savaşta öldürülen erkeklerin ve gezegende hayatta kalan kadınların sayısını açıkladı. Katledilen erkeklerin sayısı 17 milyondu. Jekrat’ta yaşayan kadın nüfusu ise 10 buçuk milyondu. Gezegendeki yaşamın yarısından daha fazlasının yok olduğu apaçık ortadaydı. Bu durum bazı kadınları oldukça endişelendiriyordu. Türün devamının sağlanması için bir araya gelen aktivist kadınlar, yeşil papatya anlamına gelen Senne-Merato adında bir vakıf çatısı altında buluşup eylemlere başladılar. Meclis ve Kraliçe Penlenop, bu isyanların huzuru bozduğunu düşünüyordu. Ancak gruba karşı yapılacak müdahaleler, kadınlar arasında kutuplaşma başlatabilirdi. Sonunda Senne-Merato’nun teklifi kabul edilerek Jekrat’ta, büyük soykırımın ardından insanların tekrar üremesine izin verilmişti. İsteyen kadınlar, tüp bebek yöntemiyle çocuk sahibi olabilecekti. ‘Genetiği değiştirilmiş tohumlama’ yöntemiyle erkek bebek doğurma riski de ortadan kaldırılmıştı. Böylece bundan sonra çocuk sahibi olmak isteyen kadınlar sadece kendi cinslerini doğurabilecekti. Her şeyi kontrolü altına aldığını düşünen Penlenop, artık bacaklarını uzatıp rahatına bakmayı düşünüyordu. İstisnalar olsa da, neredeyse gezegendeki her kadın ona adeta tapıyordu. Meclisin bile üzerinde söz hakkına sahip olmasının nedeni de buydu. Artık ne isterse yapabilirdi. Tabii Meludie Tesasezi ile iyi geçindiği sürece.
****
Tarih: 3024, dördüncü tam dönüşün 42’inci ışığı. Meclisin ortak kararı ile olağan üstü hâl, sonunda kaldırılmıştı. Meclisin aldığı ortak karara göre, Jekrat halkı artık yeni düzene alışmış ve devletin kontrol ile müdahale gereksinimine gerek kalmamıştı. Kraliçe Penlenop, işleri tam yoluna koydum derken, başını ağrıtacak olayların yaklaştığını hissediyordu. Çünkü işler, gezegenin iki büyük şehrinde de beklediği kadar iyi gitmiyordu. Olağan üstü hâl döneminde, yeni yönetimin baskısını sırtlarında hisseden kadınlar pek sesini çıkarmasa da aradan geçen zaman ile homurdanmalar da artmıştı. İç savaşta eşlerini kaybeden kadınlar, yaptıkları eylemler sonrası tutuklanıyor, bu baskıcı rejimi eleştirenler de gözaltına alınıyordu. Önceleri erkeklerin yokluğu pek hissedilmezken, tam dönüşler geride kaldıkça bazı kadınların sesleri duyulmaya başlamıştı. Kraliçe Penlenop, Krade-Veciez güçlerinin yardımıyla toplum içindeki sorunları tek tek sonlandırsa da hep yeni bir problemle uğraşmak zorunda kalıyordu. Düzeni sağlamak için meclis üzerindeki söz hakkını kullanması, halkının gözünde onu baskıcı bir lider yaparken, kadınların ona olan güvenini giderek zedeliyordu.
Başta Penlenop’un yanında görünen Jekrat’ın kadınları, artık kraliçelerinin aldığı kararları sorgular olmuştu. Penlenop da halkından gelen bu baskılara karşı ister istemez geri adım atmak zorunda kalmıştı. Kraliçenin halkı üzerindeki etkisinin kısmen azaldığın hisseden Jekratlıların büyük bir çoğunluğu, erkeklerin bir ihtiyaç olduğunu savunmaya başlamıştı. Aynı dönem kurulan ‘özgür hisler’ anlamına gelen Okinwa partisi, liderleri Neceey Roguu ile Jekrat’taki kadınların sesi olma sloganını kullanarak siyasi hayata giriş yapmıştı. Okinwa, bazı erkeklerin idam edilmeyip kraliçe Penlenop’un ve meclisin isteği doğrultusunda saklandığını iddia ediyordu. Ayrıca kırsal alanlarda çekildiği iddia edilen bazı erklerin fotoğraflarını da basınla paylaşmışlardı. Bu ciddi iddialar halkın kafasını daha da karıştırıyordu. Dedikodularla ortaya yeni bir akım ortaya çıkmış, birçok kadın izin günlerinde kırsal arazilere gidip hayatta kalan erkekleri aramaya başlamıştı. Bu akım o kadar yayılmıştı ki, resmi tatil günlerinde Monark ve Yette, erkek aramaya giden kadınların şehirleri terk etmesi neticesinde oldukça tenhalaşıyordu.
Halkın nabzını tutmaya başlayan Okinwa partisi, ikinci hamlesini yapmakta gecikmedi. Saha araştırmaları ile erkeklere olan ihtiyacın, yani dolayısıyla seksin, gıda ve içecek tüketiminden bile daha önemli olduğunu gösteren istatistiksel verilerle muhalefet yapmaya başlamışlardı. Penlenop kendisini çok köşeye sıkışmış hissediyordu. Okinwa’nın verilerine güvenmeyen kraliçe, kendi anket şirketlerine yaptırdığı araştırmalarda da aynı sonucu alıyordu. Halkının çoğu seksin en büyük doğal ihtiyaç olduğunu vurguluyordu. Yukgaron şirketler ağının kuruluşu da hemen hemen aynı döneme denk gelmekteydi.
Şirket, kraliçe Penlenop’un fon aktarımı sonucu Belinu ve kardeşi Jekuna Yukgaron tarafından kurulmuştu. Önceleri pulligo adı verdikleri sentetik penisleri üretmeye başlamışlardı. Şirket yönetimi, ürünün satışları konusunda beklentileri fazla yüksek tutmamıştı fakat piyasadaki bütün pulligolar ilk iki ışık günü içerisinde tükenmişti. Yukgaron şirketi, yeni parti üretim için elini ne kadar çabuk tutsa da pulligonun karaborsaya düşmesini engelleyememişti. Tüm gezegenin gündemini değiştiren bu ürün, akşam haberlerinde, neredeyse konuşulan tek konuydu. Gündemin derinliği, bir pulligo satın almak için bir tam dönüşlük maaşını verenlerden, karaborsadan kazandığı para ile apartman alanlara kadar uzuyordu. Yukgaron, bu ilk ürünlerini seri üretime geçip karaborsayı durdursa da kadınlar artık yeni ürünler görmek istiyordu. Halkın isteklerini yerine getirmek için Ar-Ge çalışmalarına başlayan şirket, kısa süre sonra yeni ürününü tamamlamıştı. ‘Bay Siveroak’ adı verilen sex otomatının lansmanında istenmeyen olaylar meydana gelmişti. Monark Konferans Salon’unda yapılan tanıtım sırasında, soyunup sahneye atlayarak Bay Siveroak’ı denemek isteyen onlarca kadın olmuştu. Bu arbede sırasında Belinu Yukgaron ağır yaralanmış ve kaldırıldığı hastanede yaşamını yitirmişti. Krade-Veciez’in, konferans salonundaki kadınlara müdahale etmesi, lansmanı Yukgaron şirketi adına tam bir kâbusa çevirmişti. Yaşanan tatsız olaylar sebebiyle yeni ürünün çıkış tarihi ertelenmek zorunda kalmıştı.
Yukgaron’da yaşanan kaosu değerlendiren Okinwa partisi, kaynak aktarımı yaparak birçok girişimciyi bünyesine toplamış ve teşviklerde bulunmuştu. Yukgaron’un Penlenop ve hükümete bağlı olduğu bir oluşum olduğunu her fırsatta dile getiren Neceey Roguu, üstü kapalı olarak, kuracağı yeni şirketin altyapısını oluşturmaya çalışıyordu. Kısa bir süre sonra Yukgaron’a rakip olarak piyasalara giren GuuDea şirketi, açılışını iddialı bir ürünle gerçekleştirmişti. ViaDea adını verdikleri bu ürün, iki parçadan oluşuyordu. Sanal gerçeklik gözlüğü ve gözlükle bağlantılı olarak çalışan titreşimli bir sentetik penisten oluşan set, piyasalara bomba gibi düşmüştü. Kadınlar, sanal gerçeklik gözlüğü yardımıyla, seviştikleri kişiyi görebiliyordu. Seks sırasında kullanıcının isteğine göre hareket eden sanal erkek, sentetik penis ile eş zamanlı hareket ediyor, kadınlara aradıkları tecrübeyi fazlasıyla yaşatıyordu. Ayrıca Kadınlar, uygun fiyatlara ViaDea’larını güncelleyerek, kendi sanal seks partnerlerini yaratabiliyordu.
Tüm bu gelişmeler yaşanırken kraliçenin de toplum üzerindeki baskısı giderek erimeye başlamıştı. Meludie Tesasez, yaşanan kaosu fırsat bilip Penlenop’un üzerine daha fazla yüklenmenin planlarını yapıyordu. Yukgaron ve GuuDea arasında yaşanan piyasaya hakim olma savaşı tüm hızıyla sürerken, sentetik ürünlerden tatmin olmayan on binlerce kadın, gezegenin tansiyonunu devamlı tetikliyordu. Doğada, bir yerlerde hâlâ erkeklerin var olduğu düşüncesi de tekrar konuşulmaya başlanmıştı. Louman Victon adında yakışıklı bir erkeğin, Montiona Dağı eteklerinde çıplak olarak olarak dolaştığı söylentisi, Yukgaron ve GuuDea’nın ürünlerine olan ilginin azalmasına sebebiyet vermiş ve şirketlerin hisselerini düşürmüştü. Louman Victon’u elde etmek adına avcılık kulüpleri kurulmuş, doğada hayatta kalma dersleri verilmeye başlanmıştı. Montiona Dağı’nın etrafına kurulan kamp alanları çok geçmeden yerini otellere, daha sonra ise tatil köylerine bırakmıştı. Birbirine yakın dönemlerde ortaya atılan Goun Hekreu adında pilot bir erkeğin Bolisva Kanyonu’nda yaşadığı iddiası ile Jerme Arende ismindeki vücut geliştirme koçunun Qettinia Gölü çevresinde görüldüğü söylentisi, dikkatleri başka yönlere çekmişti. Kadınların, seks ihtiyacı her geçen ışık günü artıyor, bu sayede teknoloji ve turizm alanında köklü değişimler meydana geliyordu. Kraliçe Penlenop da toplumun, bir şekilde kendine alternatifler yaratarak, kaostan uzaklaşan bir yapıya büründüğünü düşünüyordu. Ekonomideki hareketlilik kraliçenin işine geldiği için, ‘her şeyi tek elinde tutma’ düşüncesinden bir süreliğine vazgeçmişti.
****
Katliamın ardından 12 tam dönüş geçmişti. Dışarıdan gelen kutlama sesleri, dışkı kokularını bile bastırıyordu. Çünkü bugün Jekrat soykırımının yıl dönümüydü. 4 tam dönüşün ardından tamamlanan bir yılın ardından yeniden kutlanıyordu bu ışık günü. En son kutlamanın ardından çok uzun zaman geçse de Gannen böyle düşünmüyordu. Onun için her şey sanki dün yaşanmış gibiydi. Hâlâ savaşın etkisi altında, akıl sağlığını kaybetmemek için savaşırken bir yandan da hayatta kalmaya çalışıyordu. Tepesinde coşkuyla tepinen binlerce kadının kendisini bulduğunda başına neler geleceğini düşünmek bile istemiyordu. Katliamın başladığı ışık günü, kendini yer altına atmıştı ve sadece burasının güvenli olduğunu hissediyordu. Yette’nin kanalizasyon sistemleri arasında sefalet içerisinde yaşamaktan, gün ışığının neye benzediğini bile unutmuştu. Bazı geceler peruk ve kadın kostümleri ile dışarı çıkıyor, Yette’nin arka sokakları arasında dolaşıp çöplerden yiyecek topluyordu. Çürümemiş birkaç bitki bulursa kendisini şanslı sayıyordu.
Gannen için en büyük zevk radyosunu dinlemekti. Ne zaman eline bir pil geçse mutluluktan ağlayacak gibi oluyordu. Radyo sayesinde dış dünyada olup biteni dinleyebiliyor, şarkılarla zor günlerine az da olsa neşe katıyordu. Bir ışık günü, osita ve jungo yerken radyodaki habere kulak kesildi. Haber spikeri Krade-Veciez’in, Senne-Merato’nun eylemine sert bir müdahalede bulunduğunu söylüyordu. Son zamanlarda tüm radyo kanalları, Senne-Merato’yu, erkekleri gezegene geri getirmeyi istemekle suçluyordu. Eylemleriyle kadınların, kız çocukları doğurma hakkını kazanan grup bu kez de erkek doğumlarının başlatılması için hükümete baskı yapıyor gibiydi. Bu haber, Gannen için ufak da olsa lağımlardan çıkış umudu olarak görünse de, Kraliçe Penlenop Senne-Merato üyelerini çoktan terörist ilan etmişti. Eğer bir gün Jekrat’ta erkeklere bir şans daha verilecekse Gannen o ışık günlerini görecek kadar ömrünün olmayacağının farkındaydı. Onun için lağımlardan başka bir dünya yoktu artık.
****
Gannen canını dişine takmış lağımlara doğru koşuyordu. Kalbi neredeyse yerinden çıkacak gibiydi. Çöplerden yiyecek ararken bir grup yankesici, ona önce laf atmış daha sonra da etrafını çevirmişti. Çetenin lideri sayılacak bir kadın elinde tuttuğu yapay penisi önüne atarak onu bir seks kölesi yapmaya zorlamıştı. Gannen, uzun süredir sakladığı gaz bombasını, gizlice cebinden çıkarıp kadınların ayaklarının önüne atmış ve bu gözü dönmüş kadınların arasından kendisini zor kurtarmıştı. O an kafasındakinin peruk olduğu anlaşılmadığı için kendisini şanslı sayıyordu. Kovalamaca Yette’nin arka sokakları boyunca sürse de Gannen, peşindekileri atlatmayı başarmıştı. Yine de kendisini bir an önce güvenli hissettiği, ‘evim’ dediği kanalizasyonlara atmak için var gücüyle koşmaya devam etti. Leuxan Gölü’ne dökülen kanalizasyon kapağına ulaşan Gannen, bir kadının baygın bir şekilde yerde yattığını gördü. Gannen bıçağını çıkartarak yavaş adımlarla kadına doğru yaklaştı. Mor elbiseler giymiş kadının nabzı atmıyordu. Onu burada bırakırsa dikkatleri üzerine toplayabilirdi. Üzerindekileri yağmaladıktan sonra kadını gömmenin doğru bir karar olacağını düşünen Gannen, yerdeki cansız bedeni sırtladığı gibi kanalizasyonun girişinden boru hatlarına daldı.
Kısa süre sonra gizlenme yerine varmıştı Gannen. Kadını hemen masasının üzerine yatırdı ve üzerinde değerli bir şeyler var mı diye aramaya başladı. Kadının üzerindeki mor renk elbiseyi çıkarırken omuz askısının altında ufak bir rozet olduğunu fark etti. Yeşil renk bir papatya rozetiydi bu. Gannen o an elindeki her şeyi bırakarak birkaç adım geriye attı kendisini. Evine getirdiği kişi Senne-Merato’nun bir üyesiydi. Mor renk elbiseler ve yeşil papatya rozeti… Hiç şüphe yoktu. Senne-Merato, kendisinin peşindeydi. Elini çabuk tutması gerekiyordu. Bir an önce kaldığı kanalizasyonu değiştirip başka bir boru hattına taşınmalıydı. Belki de Monark’a gitmesi, yeni bir gizlenme yeri araması daha doğru bir karar olabilirdi. Kafasının içinde akan sorular bir girdaba dönüşürken, kadının iç çamaşırının üstüne dikilmiş ufak bir cepten, ucu gözüken bir kâğıt parçası fark etti. Gannen yavaşça katlanmış kâğıt parçasını çekerek açtı. Ardından da büyük bir heyecanla sesli olarak okumaya başladı.
****
Senne-Merato istihbarat ekibi lideri Feiore Quajiran’dan Başkan Lino Rad’a
3 numara Vekka’yı kurtarma operasyonu emriniz üzerine bu gece 32 siyah-04 beyaz nokta saatinde başlayacaktır. Bu hamlemizden sonra 6 numarayı bulmamız daha da zorlaşacaktır. Çünkü bildiğiniz gibi bütün Krade-Veciez ekiplerinin dikkatini üzerimize çekeceğiz. Operasyonla eş zamanlı olarak ben de 22 numaralı Yette kanalizasyon sisteminde bir araştırma yapacağım. Sanırım bakmadığımız tek yer orası kaldı. Biliyorum hastalığım sebebiyle bu kararıma karşı çıkacaksınız ama uzun süredir bir kriz geçirmedim. Ciğerlerimi iyi hissediyorum sayın başkan. Başaracağımın garantisi olarak da bu raporu şimdiden yazıyorum. Bu gece hepsini bir araya getireceğiz. Buna gönülden inanmanızı arzu ederek elde ettiğimiz yeni bilgilerin dahil olduğu raporuma geçiyorum.
1 Numara: Yufse (KURTARILDI)
Kraliçe Penlenop Diae-Mensez’in elinde olduğu bilgisini aldığımız Yufse. Yufse, iç savaşın ardından kraliyet sarayında yakalanmış ama idam edilmemişti. Kendisi gerçekten çok yakışıklı bir adam. Sadece fotoğrafına bakarak bile kendinden geçen birçok üyemiz olduğunu biliyorsunuz. Sırf bu sebep yüzünden Hebie, Kundain ve Sabdiera’ya disiplin cezaları verdim. Bu ek bilgilerin ardından öğrendiğim yeni bilgilerle devam ediyorum. Bildiğiniz üzere Yufse, kurtardığımız ilk erkek olmuştu. Tam olarak 87 ışık günü önce kraliyet sarayına yaptığımız başarılı operasyon ile onu oradan çıkarmıştık. Meludie Tesasezi’nin, kraliçe üzerindeki baskılarının da bu dönemden sonra azaldığını gözlemledik. Penlenop, Meludie’den her an kurtulabilir gibi bir gözlemimiz var. Meludie de elindekini kaybettiği için kraliçeye herhangi bir teklifle gidemeyecek fakat aynı zamanda, kaybettiği şeyin onca zamandır onun elinde olduğunu söyleyemeyeceği için baskılarını azaltma kararı almış gibi gözüküyor. Yufse ile ilgili raporumuzu 2 ışık günü önce tamamladık. Bize söylediği şeylerden önemli bulduğumuz kısımları kendi ağzından çıktığı hâliyle aktarıyorum: ‘Beni onca zaman yatak odasının arkasındaki bir odada tuttu. Gizli bir girişi vardı odanın. Sanırım varlığımı sadece Penlenop ve kraliyet korumaları biliyordu. Korumalardan biri bana her gün yemek getiriyordu. El ve ayak bileklerimde, bana taktıkları kelepçeler yüzünden ciddi yaralar çıkmıştı. Nefes alınmayacak bir yerdi. Fakat sonra her şey değişti. Beni hapsettikleri odayı tamamen yenilediler. Evet el ve ayaklarım yine bağlıydı fakat odamda televizyon bile vardı. İstediğimi yiyebiliyordum. Daha sonra kelepçelerimi çıkardılar ve spor bile yapmama izin verdiler. Odamı genişletiyorlardı. Devamlı yeni eşyalar geliyordu. Bana tanıdıkları serbestlik artınca odama kameralar takıp beni gözlemeye başladılar. Tabii geceleri hiç değişmemişti. Her gece 34 siyah nokta’dan sonra kraliyet gardiyanları beni dışarı çıkarıyorlar ve kraliçenin yatağına zincirliyorlardı. Onca zaman devamlı kraliçe ile seks yapmaya zorlandım. Bazen yanında uyumama izin veriyordu. Çok nadir de olsa tüm gününü benimle geçirdiği de oluyordu. Bana devamlı Jekrat’taki en değerli şey olduğumu söylüyordu”
2 Numara: Zektun (KURTARILDI)
Yıllar sonra öğrendiğimiz bilgiler bize, Pantagora örgütünün katliamdan 8 tam dönüş önce kurulduğunu gösteriyordu. Pantagora’nın lideri Meludie Tesasezi adında bir kadındı ve Penlenop Diae-Mensez ile yakın ilişkileri vardı. Meludie ve Penlenop'un birlikte, organize şekilde Monark ve Yette’deki kadınları gizlice silahlandırdıklarını biliyoruz. Erkeklerin iki şehirde de fazla direnememesi ve kadınların elindeki silâhların sayısını düşünürsek bu bilgiyi kesin olarak doğrulayabiliriz. Fakat iki şehir de düştükten sonra Meludie’nin eline çok önemli bir bilgi geçti. Meludie, kraliçenin bir erkeğe sahip olduğunu biliyordu ve Penlenop’u tehdit ediyordu. Bu şekilde kendisine bir yeraltı imparatorluğu kurdu. İki şehirde de başta uyuşturcu kartellerine hükmetmeye başlamıştı. Ayrıca elinde çok gizli de bir koz vardı. Zektun’da aynı Yufse gibi savaşın bittiği gün esir düşmüştü. Meludie, Zektun’u ufak bir sokak çetesinden satın almış daha sonra da tüm çete üyelerini öldürtmüştü. Bizden başka Zektun’un varlığından haberdar kimsenin olduğunu düşünmüyoruz. İşte Zektun ile ilgili hazırladığımız rapordan bir kesit: ‘Pantagora’daki hiçbir kadının bana dokunmasına izin verilmiyordu. 16 kez saldırıya uğradım. Benimle seks yapmak isteyen mafya üyelerinin saldırılarıydı bunlar fakat hepsi teker teker yakalanıp öldürüldü. Jekrat’taki en değerli varlık olduğumu biliyorum. Arada sırada Meludie yanıma gelip beni taciz ederdi. Ama sanırım o da bana dokunmaya kıyamazdı. Evet bu apaçık ortadaydı. Bana dokunmaya kıyamadığı için önümde krizlere giriyordu. Sırf bana bakıp, orgazm olduğuna şahit oldum. Tüm bu yaşananlar beni çok korkutuyordu. Siz beni kurtarana dek hiç bir umudum yoktu.”
3 Numara: Vekka (TUTSAK)
Tüp bebek yöntemiyle insan neslinin devamı için hükümete baskı yapan ve amacına ulaşan örgütümüz Senne-Merato’nun ikinci büyük icraatı, en az bir erkeğin idamdan muaf tutulmasıydı. Böylece tüm türün yok olmasını engelleyecektik. Eylemlerimiz sayesinde bunu da başardık. Jekrat Blimsel Araştırmalar Laboratuvar’ından sperm örnekleri alınıp depolanmasıyla ilgili bir projede kullanılan tutsak erkeklerden biriydi Vekka. Yeterli sayıda sperm stoklandıktan sonra laboratuvardaki tüm erkekler idam edilmişti. Şans Vekka’nn yüzüne gülmüştü. Hükümet uzunca bir açıklama yaparak neden bir erkeğin affedildiğini duyurmuştu Jekrat halkına. Amaç, yaşananları ve bu cinsiyetin kadınlara yaptıklarını unutturmamak adına bir erkeği tüm kadınların gözü önünde tutmaktı. Vekka, Büyük Devrim Müzesi’nde büyük bir cam kafesin içinde sergilenecekti. Müzenin açılış gününde çok büyük izdihamlar yaşandı. Uzun süre hiçbir erkek görmeyen kadınlar, Vekka’yı yakından izleyebilmek için adeta birbirini ezdi. Çıplak bir şekilde, dev bir cam kafesin içinde hapis hayatı yaşayan Vekka için eskisinden de zor zamanlar başlıyordu. Birçok kez Vekka’yı kaçırma girişiminde bulunuldu. Güvenlik seviyesi arttırılsa bile bu girişimler bitmedi. 20 bazen de 25 Krade-Veciez görevlisi tarafından korunuyordu ama daha sonra bu önlemin de yetersiz kaldığı anlaşıldı. Vekka’ın günlük bakımı ve beslenmesi ile ilgilenen görevlilerin Vekka’yı taciz ettikleri öğrenilmişti. Hatta bu tacizcilerin eylemlerine bir süre göz yumulmuştu. İşin arkasında büyük paraların döndüğü düşünülmekteydi. Bu büyük yolsuzluk, Krade-Veciez’de köklü değişikliklere neden olurken Kraliçe Pantagora’nın da başını oldukça ağrıtmıştı. Güvenlik zincirinin zayıfladığı bir ışık gününde, Vekka’ın bulunduğu cam kafesi yalayarak Vekka ile birlikte olmak istediklerini talep eden bir grup kadın, eylemleri sırasında sert müdahalelerle püskürtülmüştü. Bu gece başlatacağımız operasyonla Vekka’yı kurtarmayı hedefliyoruz! Operasyonun detaylarına 25-BB numaralı raporumdan ulaşabilirsiniz.
4 Numara: Lekoo (KURTARILDI)
Meritton soyadını taşıyan zengin bir ailenin elindeki çocuktu Lekoo. Meritton ailesi gezegenin en varlıklı ve soylu ailelerinden biri olarak bilinmekteydi. Ailenin reisinin adı Yunta, eşinin adı ise Uon’du. Uon, Yunta’dan hamile kalmıştı ve karnında bir erkek çocuk taşıyordu. Uon, çocuğunun cinsiyeti öğrenmesinin hemen ardından patlak vermişti iç savaş. Savaşın ikinci ışık günüde Uon, Meritton hanesi hizmetçileri tarafından bıçaklanarak öldürülmüştü. Doğacak olan çocuğun cinsiyetinin hane hizmetçileri tarafından nasıl öğrenildiği ve bu hizmetçileri kimin örgütlediği hâlâ gizemini korumaktadır. Aile reisi Yunta, evdeki hizmetçileri sorguya çekerek olayın gerçek sorumlusunu bulmaya çalışır fakat Yunta, sorgu sırasında bir suikaste kurban giderek yaşamını yitirir. Yunta bir erkek de olsa, hizmetçileri onu öldürmeyi göze alamamışlardı. Kısa zaman önce tamamladığımız araştırma ile, hizmetçilerin haneyi ele geçirmek gibi amaçlarının olacağı konusunda fikir birliği sağladık. Yunta, son nefesini verirken, kızına şu sözleri söylemiştir. “Annen hep erkek bir çocuk istemişti. Onu sana kardeş olarak veremedik. Lütfen bizi bağışla.” Yunta ve Uon’un kızları Nageri, genç yaşta intikam yeminleri eden ve yaşadıklarını içine gömüp doğru anın gelmesini bekleyen genç bir kadındır. Bir akşam yemeği sırasında evdeki tüm hizmetçileri zehirleyerek, hanesinin geleceğini kurtarmış, annesi ve babasının intikamını almıştır. Nageri, savaş bittikten sonra kilerlerine giren ve gizlice yemek çalmaya çalışan biri oluğunu fark etti. Daha sonra kurduğu bir tuzakla o kişiyi yakaladı. Yakaladığı, 6 yaşında savaş yetimi bir erkek çocuktu. O an Nageri’nin aklına babasının dedikleri geldi. Kendisi gibi, savaş yetimi olan bu çocuğu sahiplenerek yanına aldı. Adını Lekoo koyduğu bu çocuğa kardeşi gibi baktı. Nageri’yi tekrardan hayata bağlayan Lekoo’yu kaçırmak bizim için ne kadar kolay olsa da, Nageri’nin düşmanlığını kazanmış olmamız ileride başımızı ağrıtabilir. Lekoo psikolojik tedavi sürecini tamamlamadığı için kendisi hakkında detaylı bir rapor hazırlayamadık.
5 Numara: Eldes (KURTARILDI)
Teruni yıllardır Eldes’e aşıktı. Birlikte büyümüşler hatta aynı okullara gitmişlerdi. Teruni ne yaparsa yapsın Eldes’in ilgisini çekememişti. Eldes daha popüler kadınlarla birlikte vakit geçirmeyi seven bir gençti. Zamanla Teruni’nin aşkı önce ızdıraba ardından da büyük bir nefrete dönüşmüştü. Sevdiği için her şeyi yapmaya hazır olan bir kadını görmezden gelen birisi en büyük acıları çekmeliydi Teruni’ye göre. Bu düşünceler genç kadının beynini yıkamış ve yavaşça zehirlemişti. İç savaşın başladığı gün sınıfları basılan Eldes, Teruni’nin yardımı ile sınıftan bir şekilde kaçmayı başarmıştı. Teruni, Eldes’e, onu her zaman koruyacağını bu yüzden yanından asla ayrılmaması gerektiğini söylemişti. İkili Monark’ın dışında bir kırsala kaçmışlar ve terk edilmiş bir eve yerleşmişlerdi. İşte her şey o evde başlamıştı. Teruni bir gece Eldes’i uyutarak bağlamış ve esiri yapmıştı. O geceden sonra Teruni her ışık günü Eldes’e işkence yaparak hayatı ona zindan etmişti. Onca zaman çektiği aşk acısının intikamını bu şekilde almaya başlamıştı sevdiği adamdan. Eldes’i kurtarma operasyonu sırasında Teruni’yi öldürmek zorunda kalmamız, teknik ve taktik çalışmalarımızı bir daha değerlendirmemize neden oldu. Ekibimiz amatörce davranmış ve amacını beklediğimiz şekilde yerine getirememiştir. Konuyla ilgili disiplin cezaları en kısa zamanda verilecektir. Eldes, bitkisel hayattan henüz çıktığı için, kendisiyle konuşup detaylı bir rapor hazırlayamadık.
6 Numara: —— (KAYIP)
İç savaş sırasında, nasıl olduğunu bilmediğimiz bir şekilde isyancılardan kurtularak yıllardır kimliğini profesyonelce gizleyen biri olduğunu ve bu kişinin Yette’nin kırsalında bulunan Leuxan Gölü etrafında saklandığını düşünüyoruz. Bölgede yaptığımız araştırmalar sonucunda, siyah renk peruk kalıntılarına ulaşmamızla birlikte ona bir adım daha yaklaştığımızı düşündük. Şehir dışındaki kırsalda peruk kullanan birisinin kimliğini saklamaya çalışan bir erkekle ilişkilendirilebileceği ihtimali üzerinde durarak araştırma alanımızı Yette’nin kanalizasyon bölgesine çektik. Fakat henüz onun izini bulamadık. Belki bu gece onu kurtarmak için son şansımız. Bu kişiye ulaşırsam raporuma mutlaka bir ek yapacağım sayın başkan. Lütfen benim için endişelenmeyin. Kadınlar ile erkekler arasındaki barışı biz sağlayacağız! Dengeleri eski haline getireceğiz! Bunu bizden başkası yapamaz! Bu yüzden başarmaktan başka çaremiz yok!
Gannen soğuk soğuk terlemeye başlamıştı. Okuduklarına inanamıyordu. Bunca zaman tüm erkekleri bir araya getirmeye çalışan bir grubun varlığından habersizdi. Ve bu kadınların tek amacı, kalıcı bir barışın sağlanmasıydı. Gannen o an mektubu hızlı bir şekilde arka cebine sokup çantasını hazırlamaya başladı. Artık bu şekilde yaşamak istemiyordu. Özgürlüğünü elde etmek istiyorsa, Senne-Merato, onun tek umuduydu. Bu insanlara güvenmekten başka bir çaresi de yoktu. Onların başlatmış olduğu direnişe katılıp yaşama hakkı için savaşacaktı. Gannen, önce çantasını sırtına taktı ardından da Feiore’nin bedenini yüklenerek kanalizasyondan çıkmak için yola koyuldu. Mektubun arkasında bulunan adresi bulmalıydı. Gün ışığının belirmesine çok az zaman kalmıştı fakat Gannen daha fazla hiçbir şey yapmadan durmak istemiyordu. Gannen kanalizasyondan çıktıktan sonra son kez arkasına bakarak evine veda etti. Çünkü artık geri dönüş yoktu. Ya Senne-Merato’nun gizli üssünü bulacak ya da orayı ararken Yette’nin arka sokaklarına öldürülecekti…
****
Dışarıdaki her kimse kapıyı inatla çalmaya devam ediyordu. 25 Senne-Merato direnişçisi ellerindeki silahları kapıya doğrultmuş liderleri Lino Rad’dan gelecek emri bekliyordu. Lino ufak bir kafa hareketiyle kapının yavaşça açılması emrini verdi. İçlerinde bulundukları büyük ambarın paslı kapısı gıcırdama sesleriyle açıldı. Görünen ilk şey bir karartının yavaş adımlarla içeriye doğru yaklaştığıydı. Lino yüksek sesle, ‘Her kimsen dur! Yoksa ateş edeceğiz!’ diye seslendi yabancıya. Dışarıdaki kişi, Lino’nun uyarısına, ’istihbarat ekibi lideri Feiore Quajiran’ı getirdim’ diye yanıt verdi. Lino, ‘silâhlarınızı indirin, bırakın gelsin’ anlamına gelen bir el hareketiyle askerlerine emir verdi. Yabancının yüzü görünmüştü. Bu bir erkekti! Sırtında Feiore’yi taşıyordu. “Ben Gannen’im. Örgütünüzün uzun süredir beni aradığını öğrendim. Bu kadının üzerindeki bir mektup sayesinde merkezinizi buldum. Kendisini bulduğumda maalesef çoktan ölmüştü. Onu onurlandıracak bir cenaze töreni düzenlersiniz diye düşünerek bedenini buraya getirdim” dedi. Lino, Gannen’in sözlerinin ardından hiç kıpırdamadan bir süre bekledi. Dolmakta olan gözlerini kimseye belli etmeden hızlı adımlarla Feiore’nin cansız bedenine doğru ilerledi. “Seni aptal! Sana gitmemen gerektiğini söylemiştim! Benim istihbarat liderim emirlerimi dinlemiyorsa kime sözümü dinleteceğim ben” diyerek avazı çıktığı kadar bağırdı. O an odadaki tüm Senne-Merato direnişçileri, dizlerinin üzerine eğilerek silâhlarını yere vurdu ve hep bir ağızdan, ‘emrinizdeyiz başkan!’ diye haykırdı. Gannen nasıl bir yere geldiğini algılamaya çalışıyordu. Lino gözlerinin içine sert sert bakarken, o başka bir yere çevirmişti kafasını. Lino’nun askerlerinden biri ile göz göze geldi o an. Kadın Gannen’e çaktırmadan tebessüm ederek uzaktan bir öpücük gönderdi. Gannen kadının bu hareketi sonrasında oldukça irkilmişti ve gözlerini tekrardan Lino’nun çatık kaşlarına çevirmek zorunda kaldı. Lino,önce derin bir nefes aldı. Ardından da yavaş adımlarla Gannen’e doğru ilerleyerek sağ elini Gannen’in omzuna attı. Kendinden beklenmeyecek kadar alçak bir sesle, “Seni aramızda gördüğümüz için çok mutluyuz. Hadi konferans salonuna geçelim. Bizi bekliyorlar” dedi.
Barakanın koğuşları ile yemek salonunun arasında kalan geniş bir odaydı burası. Ufak bir avizeden gelen ışığın loşluğunda ve rutubet kokan duvarların arasında başladı toplantı. Yuvarlak masada, Gannen’in karşısında Lino Rad oturuyordu. Lino’nun sağ yanında Yufse sol yanında ise Zektun bulunuyordu. Eldes ve Lekoo ise Gannen’in yanındaki sandalyedelerdi. Senne-Merato direnişçileri de büyük bir çember oluşturarak yuvarlak masanın etrafında dizilmişti. Havada kuru bir gerginlik vardı. Masadaki erkekler, kendi cinslerini uzun sürenin ardından ilk kez görmenin şaşkınlığıyla birbirlerine bakıyordu. Sessiz bekleyiş sürdükçe gözler, Lino Rad’a çevrilmeye başlamıştı. Herkes ağzından çıkacak kelimeleri bekler gibiydi. Sonunda Lino elini masaya vurarak ayağa kalktı. Sağ elinin işaret parmağını Gannen’e uzatarak başladı konuşmasına.
“Gannen! Seni aramıza katmak kesinlikle bu gecenin planı değildi! Bu başarıdan dolayı öncelikli olan istihbarat ekibimizin başarılı lideri Feiore Quajiran’a ardından da sana teşekkür ediyorum! Şimdi herkesin beni dinlemesini istiyorum. Feiore’nin yasını hep birlikte tutacağız. Ama şu anda lütfen sözlerimi çok iyi dinleyin! Vekka operasyonu başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Büyük Devrim Müzesi’nde geniş çaplı bir değişime gidildiği haberini aldık. Bu haber üzerine operasyonu durdurma emrini verdim. Müzede son dönemde yaşanan olaylar nedeniyle Vekka, geceleri artık başka bir odada tutulacakmış. Aldıkları bu önlem, ona ulaşmamızı oldukça zorlaştırıyor. Bir sonraki hamlemize kadar bekleyeceğiz. Şu anda iki büyük plan üzerinde yoğunlaştık. Bunlardan birisi müzenin yakınlarındaki bir evi geçici üssümüz olarak kiralamak ve Vekka’nın odasına uzanan bir tünel kazmak. Diğer yöntem ise içeriden birisini kendi tarafımıza çekmek. Tüm bu yöntemleri değerlendirirken sizden sabırlı olmanızı istiyorum. Ve itiraf etmeliyim ki, Senne-Merato’yu kurduğumda bu kadar büyük ilerleme kaydedeceğimizi hiç ummuyordum. Ama şimdi bir etrafınıza bakın! Seneler süren araştırmalar sonrasında kayıtlara geçen altı erkekten beşini bir araya getirmeye başardık. Vekka’da yakında aramıza katılacak ve ondan sonra harekete geçeceğiz! Yufse, Zektun, Lekoo, Eldes ve Gannen! Aklınızda birçok soru olduğunu biliyorum, hepsinin cevabını alacaksınız ama unutmamanız gerek ki biz size annelik edecek insanlar değiliz. Biz direnişçileriz. Sizin haklarınız için çarpışan direnişçiler! Sizden istediğim tek şey, bizimle geçirdiğiniz zaman içerisinde hedeflediğimiz şeyleri anlayıp benimsemeniz. Zamanı geldiğinde kraliyet sarayına hep birlikte, el ele tutuşarak yürüyeceğiz ve Jekrat’ın eski hâline dönmesi için, birlikte yaşama hakkını geri almak için direneceğiz! İstediğimizi almadan da oradan ayrılmayacağız! Bu davamızda bizimle misiniz arkadaşlar?!”
Lino’nın coşkulu konuşması herkesi etkilemişti. Zektun duygularına hakim olamayarak ağlamaya başlamıştı. Lekoo şaşkın bakışlarla etrafına bakarken kolunu sıkı sıkı kavradığı Yufse yumruğunu havaya kaldırarak bağırıyordu. Eldes ellerini masaya vurarak tezahürat ediyor, Gannen ise Lino’nun gözlerinin içine bakarak kafasını yavaşça yukarıdan aşağı indiriyor ve söylenenleri desteklediğini gösteriyordu. Masanın etrafındaki direnişçi kadınlar ise silâhlarını tokuşturup Senne-Merato’nun marşını söylüyordu. Lino’nun gözlerindeki kararlılık daha da artmıştı. Etrafındaki insanların tepkilerini gözlemlerken, gözünün içine kararlılıkla bakan Gannen’i fark etti. Belki insanlar o an Lino’nun ne yaptığına dikkat etmiyordu ama Lino yılların ardından ilk kez gülümsüyordu. Gannen’in bakışlarına karşılık vererek gülümsüyordu… Belki henüz kazanılmış bir şey yoktu ama uzun zamanın ardından bir grup kadın ve az sayıda erkek bir arada yaşamaya başlamıştı. Gannen’de tam olarak bunu düşünüyordu. Lağımlardan ayrılarak verdiği karardan geri dönemeyeceğini biliyordu. Şimdi de bir şey değişmemişti. Birlikte yaşama hakkını geri almaya giden bu yolda kimsenin arkasına bakmaya niyeti yoktu. Bu uzun yol kraliyet sarayının önünde bitecekti. ‘Kendilerine ait olan şeyi almadan pes etmek’ gibi bir olasılık yoktu artık onlar için.
****
Tarih: 3023, ilk tam dönüşün 12’inci ışığı. Pencereden içeri esen rüzgâr, malikanenin içindeki burukluğu biraz daha körüklüyordu. Ortamın sessizliğini radyodan gelen cızırtılı ses bozmaya çalışıyordu. Intena, gün boyu derin düşüncelere daldığı yataktan bir anda kalkarak radyonun sesini biraz daha açtı. Göz yaşlarını silerken baktığı aynada, yüzündeki kararlığının kaybolmadığını görmesi onu az da olsa rahatlatıyordu. Geriye kalan son enerjisini tek bir şeye harcamak için kullanmak istiyordu. Hedefine doğru uzanan çizgiyi takip ederken, kendinden şüphe etmemesinin ne kadar önemli olduğunu tekrardan hatırladı. Ve o an alt katta kahvaltı hazırlayan fedakâr kadın için radyonun sesini biraz daha açtı.
“Evet sayın Radyo Monark dinleyicileri… Bugün Jekrat adına önemli bir ışık gününe girmiş bulunmaktayız. Aramızda gizlenen hainleri bozguna uğratışımızın 10’uncu yıl dönümünü kutluyoruz! İsterseniz yaşananları en başından hatırlayalım. 10 yıl önce Büyük Devrim Müzesi’nde sergilenen ve kayıtlardaki tek yaşayan erkek Vekka, kendilerine Senne-Merato diyen terörist bir grup tarafından kaçırılmıştı. Aynı gün bu terörist grup eylemlerine kraliyet sarayı önünde devam etti. Hainler, Krade-Veciez güçlerinin müze önünde asayişi sağlamasından yararlanarak sokaklarımızda rahatça dolaşıp burnumuzun dibine kadar gelmişlerdi. Aralarında kendilerine erkek süsü vermiş 5 adet kadın da bulunuyordu. Kedilerine Zektun, Yufse, Lekoo, Gannen ve Eldes diyen bu erkek görünümüne bürünmüş kadınlar, diğer terörist kadınlarla beraber kraliyet sarayı önüne gelip aralarına Büyük Devrim Müzesi’nden kaçırdıkları Vekka’yı da alarak büyük bir eylem düzenledi. Teröristlerin sözde lideri Lino Rad, yaptığı konuşmada; erkek ve kadınların birlikte yaşama hakkının geri verilmesini talep etti. Daha sonra ise, yaşamın doğal ilerleyişine müdahale edilemeyeceğini söyleyerek kendi oğlu olduğunu iddia ettiği 9 yaşındaki bir erkek çocuğunu omuzlarına alarak düzeni bozan eylemine devam etti. Fakat çok geçmeden kahraman Krade-Veciez güçleri olay yerine yetişip teröristleri kısa sürede etkisiz hâle getirdi. Yaşanan arbedede birçok sivil vatandaşımız da yaşamını yitirmişti. Şimdi dilerseniz, o gün kaybettiğimiz onurlu arkadaşlarımızın isimlerini analım…”
- Intena kapa şu saçma şeyi de hadi aşağıya gel kahvaltı hazır!
Aşağı kattan gelen sesin sahibini hiçbir zaman kırmamıştı Intena. Hayatını ona borçlu olduğunu da aklından bir an bile olsa çıkarmadan yaşamıştı. Bu koca malikanede, rahat ve güvende yaşamasını sağlayan kişi de yine o kadındı. Onun sayesinde göğüs germişti bu zorluklara ve kendisi yaptığı fedakârlıklara her ışık günü yenisini ekliyordu…
- Geldim! Dur önce ben bir şey söylemek istiyorum. Seni sinirlendirmek için açmadım radyonun sesini. Biliyorum bugün çok neşelisin çünkü benim doğum günüm. Fakat aynı zamanda 10 yıl önce bu ışık günü yaşananları bir kez daha hatırlamak istedim. Hem de onların ağzından. Bu beni hırslandırıyor.
- Biliyorum sevgili Intena. Benim de inan bir ışık günü aklımdan çıkmadı yaşananlar. Ama bugün biraz mutlu olmazsak Lino ve Gannen yukarıdan bize baktıklarında eminim çok üzülürlerdi.
- Hayatımda senin kadar fedakâr ve iyi kalpli bir kadın tanımadım. Lekoo ağabeyi senden kaçırmalarına rağmen annemi bu kadar seviyor olman beni hâlâ çok şaşırtıyor.
- Lino’ya hiçbir zaman kızmadım. Ah… Evet ilk başta onu öldürmek istemiştim öfkemden. Fakat değiştirmeye çalıştıkları şeyin ne olduğunu anladığımda, ona ve direnişçilerine içten içe bir sempati besledim. Son zamanlarında mektuplaşıyorduk. Bana her zaman minnettar olduğunu söylüyordu. ‘Ben de ona haklarımızı geri kazanmadan dönmeyin, Arkanızdayım’ diye yanıt veriyordum. Bana her fırsatta seni anlatıyordu. Bir tanecik oğlunun ileride büyük bir kahraman olacağını söyleyip duruyordu. Seni o güne kadar hiç görmemiştim. Ama Lino sayesinde seni kendi oğlum gibi sevdim.
- Ve o ışık günü sen de o kalabalığın arasındaydın. Krade-Veciez’in Senne-Merato’u çapraz ateşe aldığı an, bir anda ateşin ortasına atladın ve beni alıp kaçtın. Üzerimdeki sorumluluğun farkındayım. Annem Lino bana inandı. Babam Gannen bana inandı. Sen bana inandın… Kahvaltımı bile hazırlıyorsun! Bu saatten sonra başarısız olmam imkânsız! Omuzlarımın üzerindekini sırtıma alacağım ve haklarımız için mücadeleye devam edeceğim! Lütfen bana inanmaya devam et!
- Bundan hiçbir zaman şüphe etmedim ki Intena’cığım. Bir ışık günü tekrardan birlikte yaşamaya başlayacağız. Ve sen yeni doğacak tüm çocukların kalbinde onların babası olarak kalacaksın.
- Onların kalbine kendimi değil, anneleri olarak seni yerleştireceğim Nageri abla. Devrim kaldığı yerden devam ediyor! Yeşil papatyalar yeniden açacak! Hakkımız olanı almak için!..
1 note
·
View note
Text
SAPIK CANİLER İYİCE AZDI KUDURDU!
ALIN İŞTE! UYANIYORUM HER GÜN AYNI HİÇ DEĞİŞMİYOR! DAHA BİRİNİ UNUTMADAN SİNDİRMEDEN DİĞERİ BAŞLIYOR! HER YENİ GÜNE BİR HAYVAN KATLİ HABERİYLE BAŞLIYORUM! SONRA DA BUNU KADIN VE ÇOCUK KATLİ HABERLERİ İZLİYOR!
GEÇEN GÜN KONYA'DA PARÇALANAN, ACIDAN DİLİNİ ISIRAN, GÖZLERİ PATLAYAN, PATİLERİ KÖKÜNDEN KESİLEN YAVRU KEDİLER!!! SONRAKİ GÜN AYAZAĞA'DA ÇUVALLARA DOLDURULUP ATILAN, KATLEDİLEN ANNE KEDİLER, ANNE KÖPEKLER, YAVRU KEDİLER, YAVRU KÖPEKLER!!! DÜN KUYRUĞUNDAN TUTULUP DÖNDÜRÜLEREK İŞKENCE EDİLEN ZAVALLI KEDİLER! YİNE KİM BİLİR HANGİ GÜN ARABAYLA BİLE İSTEYE ÜSTÜNDEN GEÇİLEREK EZİLEN, KEDİLER KÖPEKLER ÖRDEKLER KİRPİLER, BAŞKA BAŞKA CANLAR! BUGÜN YERE EŞYA GİBİ ÇARPILIP FIRLATILARAK, YERLERE VURULA VURULA KATLEDİLEN, MİNİCİK BİR KARA YAVRU KÖPEK DAHA! BU NASIL İŞTİR?! NELER OLUYOR?! KATLİAMLAR AZALACAĞINA HIZLA ARTIYOR! HANİ SOKAĞA ÇIKMA YASAĞI VARDI?! MİLLET İYİCE AZDI KUDURDU! BU NEYİN KİNİDİR NEYİN ÖFKESİDİR?! BU NASIL VAHŞETTİR?! YASA YOK CEZA YOK İÇERİ GİREN YOK ÜSTÜNE İÇERİDEKİLER DIŞARI SALINIYOR! BİZ NE YAPACAĞIZ?! NASIL KORUYACAĞIZ BU MASUMLARI?!
SONRA MİNİCİK HAYAT DOLU SEVİMLİ BİR KIZ ÇOCUĞU, CANİ BABASI TARAFINDAN BİLE İSTEYE, HORTUMLA DÖVÜLEREK, İŞKENCE EDİLEREK KATLEDİLİYOR! DAHA ÖNCE DE ANNESİNİN BOĞAZINI KESMİŞ, İKİ KÜÇÜK OĞLUNU DA DARP ETMİŞ, BALTA GÖSTERİP KOLUNUZU KESECEĞİM DEMİŞ! BU PİSLİK YENİ CEZA İNFAZ YASASINDAN, YANİ AF YASASINDAN YARARLANARAK, DENETİMLİ SERBESTLİK İLE TAHLİYE EDİLMİŞ, İLK İŞİ CİNAYET İŞLEMEK OLMUŞ!
ACABA BİZ NEDEN ÖNCE HAYVAN KATİLLERİ SERBEST KALMASIN DİYORUZ ŞİMDİ ANLIYOR MUSUNUZ? KALMASIN Kİ KADIN KATİLLERİ ÇOCUK KATİLLERİ OLMASIN, ÇÜNKÜ BU İŞİN BİR SONRAKİ KISMI EMİN OLUN İNSAN KATLİDİR! BUGÜN GÜCÜ HAVYANA KADINA ÇOCUĞA YAŞLIYA GÜCÜ YETEN İBLİSLER, YARIN ÖBÜR GÜN GÜÇLÜ SAĞLIKLI ERKEKLERİ DE ÖLDÜRECEKLER! YARGININ ADALETİN ZERRE KADAR UMURUNDA DEĞİL BU GİDİŞ! AZILI KATİLLER DIŞARIDA GEZİYOR!
KADINLAR İÇİN ADALET! ÇOCUKLAR İÇİN ADALET! HAYVANLAR İÇİN ADALET! MASUMLAR İÇİN ADALET!
BÜTÜN KATİLLER YARGILANSIN! KADIN KATİLLERİ YARGILANSIN! ÇOCUK KATİLLERİ YARGILANSIN! HAYVAN KATİLLERİ YARGILANSIN!
KADIN HAKLARI İÇİN ADALET! ÇOCUK HAKLARI İÇİN ADALET! HAYVAN HAKLARI İÇİN ADALET! HAKKI GASP EDİLENLER İÇİN ADALET!
BÜTÜN KADIN KATİLLERİ YARGILANSIN! BÜTÜN ÇOCUK KATİLLERİ YARGILANSIN! BÜTÜN HAYVAN KATİLLERİ YARGILANSIN!
KATLEDİLEN KADINLAR İÇİN ADALET İSTİYORUZ! KATLEDİLEN ÇOCUKLAR İÇİN ADALET İSTİYORUZ! KATLEDİLEN HAYVANLAR İÇİN ADALET İSTİYORUZ!
#cani #caniler #katil #katiller #KadınHakları #ÇocukHakları #HayvanHakları #KadınKatilleri #ÇocukKatilleri #HayvanKatilleri #BütünKatillerYargılansın #KadınKatilleriYargılansın #ÇocukKatilleriYargılansın #HayvanKatilleriYargılansın #BütünMasumlarİçinAdalet #KadınlarİçinAdaletİstiyoruz #ÇocuklarİçinAdaletİstiyoruz #HayvanlarİçicAdaletİstiyoruz #HakkıGaspEdilenlerİçinAdalet #KadınHaklarıİçinAdaletİstiyoruz #ÇocukHaklarıİçinAdaletİstiyoruz #HayvanHaklarıİçinAdaletİstiyoruz #BütünKadınKatilleriYargılansın #BütünÇocukKatilleriYargılansın #BütünHayvanKatilleriYargılansın #KatledilenKadınlarİçinAdaletİstiyoruz #KatledilenÇocuklarİçinAdaletİstiyoruz #KatledilenHayvanlarİçinAdaletİstiyoruz
0 notes
Text
Soylu: İstanbul ve Ankara için kayyım söz konusu değil
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, CNN TÜRK canlı yayınında Hakan Çelik'in sorularını yanıtladı. Soylu, Taksim'de bıçaklanarak öldürülen Halit Ayar olayının araştırılmasına devam edildiğini söyledi. Geçen yıla oranla cinayet, asayiş olaylarında azalma yaşandığını belirten Soylu, "Cinayet sayıları azalmasına rağmen, kadın cinayetlerinde 2019'da bir artış söz konusu oldu. Ama sadece bizde bir artış olmadı. Avrupa'da da artış söz konusu oldu. Cinayetlerdeki her artış, bizim üzerinde durmamız gereken bir konudur." diye konuştu. Fırat'ın doğusunda ortak devriye Soylu, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) ve ABD Silahlı Kuvvetleri unsurlarının, Suriye'de Fırat'ın doğusunda güvenli bölge birinci safha uygulamaları kapsamında ilk ortak kara devriyesine başlamasına ilişkin soruya, Türkiye'nin burada önleyici, düzenleyici, insanlığa ve dünyaya da sorumluluk hissettirici bir pozisyonu yönettiğini söyledi. Bölgede hem demokratik ve istikrarlı bir hukuk devleti olmanın fonksiyonunu ve tarihsel sorumluluğunu yerine getirdiklerini anlatan Soylu, "İşimizin kolay olmadığını söylemeliyiz. Coğrafya avantajdır bizim için ama aynı zamanda göç ve terör konusunda da dezavantajdır. Bu coğrafyanın tam kalbindeyiz ama aynı zamanda düzensiz göç için bir geçiş noktasıyız. Uyuşturucu için bir hedef noktasıyız, geçiş noktasıyız." ifadelerini kullandı. Ortak devriyenin Türkiye'nin girişimiyle olduğunu ifade eden Soylu, "Bir taraftan İdlib'de gözlem noktaları oluşuyorsa bu Türkiye'nin attığı adımlarla oluşmuş bir süreçtir. Bir taraftan Fırat Kalkanı, bir tarafta Zeytindalı harekatıyla ilgili orada güvenli bir bölge oluşuyorsa bu da Türkiye'nin ortaya koyduğu öncülükle alakalıdır." dedi. Avrupa'dan terör başta olmak üzere birçok suç için iade talebinde bulunduklarını anlatan Soylu, "Şimdi asayiş veya narkotik olayları için kısmen yüzde 85'tir bizim iade talebimizin kabul edilmesi. Ama terörde yüzde 3'tür. Biz hala FETÖ'cüleri Interpol kanalıyla arayabilme kabiliyetine sahip olamadık. Ülkelerle ikili iade ilişkilerimiz anlaşmamız varsa bu ikili anlaşmalarımız sayesinde yapıyoruz. Interpol bunları hala terör suçlusu olarak görmüyor." değerlendirmesini yaptı. Buna karşı Türkiye'nin ise özellikle DEAŞ da dahil olmak üzere sınırlarda çok ciddi uğraş içinde olduğunu anlatan Soylu, şöyle devam etti: "Sınırlarımızın ötesi, bir vesileyle Avrupa'ya da geçiştir. Hem kendimizi hem sınırlarımızı hem de kendi iç huzurumuzu muhafaza edebilmek için çok ciddi bir uğraş içindeyiz. Sadece bu yıl 550 civarında DEAŞ'lı tutuklu. Bin 500 civarında DEAŞ'lı gözaltına alındı. Bizim sınırlarımızda analizcilerimiz var. Yaklaşık bu yıl için söylüyorum, yurt dışından Türkiye'ye normal yollarla da gelen 30 bine yakın kişinin analizleri gerçekleştirilmiştir. Bunların 10 bini ülkeye alınmayıp geri gönderilmiştir. Geri gönderilenlerin birçoğunda özellikle Avrupa'da geri gönderildikten sonra 'evet haklısınız' diye geri bildirimde bulunmuştur." Avrupa'da terörle mücadele konusunda "sağlam duran" ülkeler olduğunu anlatan Soylu, "Mesela İngiltere özellikle PKK konusunda sağlam durmaktadır. Almanya yine PKK ile mücadele konusunda son 2-3 yıldır bir atak ortaya koymuş ama FETÖ konusunda aynı şeyi söyleyemem. FETÖ konusunda başka bir noktadan bakıyorlar ama oradaki olumlu tutum daha fazla yükselmelerini engelliyorlar. Tamamen bitirmeye yönelik değil." ifadelerini kullandı. Soylu, yurt dışına kaçan FETÖ'cülerle ilgili bir soruya, Yunanistan'ın bir geçiş ülkesi olduğunu anlatarak, şöyle konuştu: "10 binlerce insan sınırı geçti. Biz bunların birçoğunu yakalıyoruz. Bu yıl şu anda yasa dışı yollarla denizden geçenlerin sayısı 28 bin civarında, karadan geçenlerin sayısı da 4 bin civarında. Toplamda 32-33 bin kişi şu anda bu yıl içinde Yunanistan'a geçti. Bu rakam geçen yıla göre yüzde 6 daha düşüktür. 2017 yılında 175 bin kaçak göçmen yakaladık. 2018 yılında 268 bin kaçak göçmen yakaladık. Bu yıl 254 bin kaçak göçmen yakaladık. Aynı zamanda iade rakamlarımız da daha doğrusu kendi ülkelerine geri gönderme rakamları da aynı şekilde yükseliyor. Geçen yıl 52 bin kişiyi geri göndermiştik. Şu anda 24 bin rakamını aştık. Biz sadece Afgan kaçaklardan bu yıl yakaladığımız şu anda 8 ayda 105 bin civarında. Geçen yıl 12 ay boyunca bu rakam 100 bindi bu rakam. Geçen yıl 12 ay boyunca 28 bin kişiyi geri göndermiştik. Şimdi 36 bin kişiyi geri gönderdik." "8 bin civarında FETÖ'cü Yunanistan'a geçti" Soylu, "Biz bu mücadeleyi ortaya koyarken Yunanistan bazılarını yakaladığı zaman geri gönderiyor daha doğrusu itiyor. Yunanistan kara sınırından yakalayıp bizim sınırımıza bırakıyor ve aralarında bir tane FETÖ'cü yok. Son 2-2,5 yıldır 8 bin civarında FETÖ'cü Yunanistan'a geçti." dedi. Soylu, PKK ve DEAŞ mensupları arasında son dönemde yakalanan canlı bomba veya şüphelisinin sorulması üzerine, "31 Aralık 2016'dan itibaren Türkiye'de büyük bir terör olayı olmadı, Allah'a şükürler olsun. Oysa o zamana kadar şehirlerimizde çok ciddi terör olayları söz konusuydu. Türkiye, 15 Temmuz 2016 tarihinden itibaren bambaşka bir güvenlik politikası belirledi. 15 Temmuz'dan sonra gerçekleştirilen Türkiye'nin gerek sınır içi gerek sınır dışı bütün güvenlik operasyonları birer mucizedir. Bana göre 15 Temmuz'a her biri birer silledir." yanıtını verdi. "Arama kontrol noktalarımızdaki teknik kapasitelerimiz, plaka tanıma, yüz tanıma... Mesela yüz tanıma noktasında gördüğüm bir şey var, 1 saniyede 100 bin fotoğraf tarıyor bizimkiler. Bu daha başlangıç. Benim şahsi düşünceme göre bu dünyadaki en iyi kapasitelerden bir tanesi." diyen Soylu, DEAŞ ve PKK gibi örgütlerin özellikle büyükşehirlerde terör eylemi yapma kapasitesinin hala endişe verici bir boyutta olup olmadığının sorulması üzerine şunları kaydetti: "Geçen yıl 361 olay engellemişiz, geçen yıl 2018. Yılbaşından bugüne kadar da 182. Bir direkt terör eylemleri yani gelmiş, patlatmak istiyor, engellemişiz. Daha dün patlatılmak istenen 5 kilogram patlayıcıyı yakaladık, 5 kilogram TNT. Türkiye bu konuda çok ciddi bir mücadele veriyor. Özellikle Türkiye'nin içini istikrarsızlaştırmak isteyen DEAŞ'tan, PYD'ye, PKK'ya kadar Türkiye'nin bileğini yere vurmak istiyorlar." Dün bir operasyonda şehit olan Mardin Emniyet Müdürlüğü Özel Harekat Şube Müdürü Tufan Kansuva'yı da anan Soylu, terörle mücadelenin can pahasına devam ettiğini vurguladı. Soylu, DEAŞ ve PYD'nin "patronunun" aynı olduğunu ifade ederek iki örgütün de talimatlarıyla Türkiye'nin istikrarsızlaştırılmasının hedeflendiğini dile getirdi. Süleyman Soylu, Tunceli'de dağlarda 65 terörist olduğunu, bunun 13'ünün TİKKO, 52'sinin PKK'lı olduğunu belirterek, "Sadece geçen yıl 98 teröristi, 1 yıl önce 103 teröristi orada etkisiz hale getirdik. Son 3 yılda 333 terörist. 333'ü ölü, 365 civarında. 2015 yılında Tunceli'ye gelen yatılı olarak gelen turist sayısı 25 bin, şu anda 112 bin." dedi. "İstanbul ve Ankara için kayyım söz konusu değil" Soylu, "Ben 3 yıllık tecrübemi söyleyeyim. Amerika'nın elde ettiği teknolojik bilgilerle yapmış olduğu bir takım değerlendirmeleri bir tarafa bırakırım. Ama bu 3 yılda bize çok doğru istikamet veren bilgiler oluşturmadı." dedi. Soylu, kayyım tartışmalarıyla ilgili, "Türkiye hatalı bir kavram kullanıyor. Doğru kavram geçici olarak görevlendirilen belediye başkanı. Kayyum ve kayyım, tamamen görevden alırsınız, onun hukuki hakkını ortadan kaldırırsınız, artık o yoktur. Biz bir belediye başkanının hukuki hakkını ortadan kaldırmıyoruz. Biz anayasanın ve kanunların bize vermiş olduğu yetkiyle onu açığa alıyoruz. Tedbiren oraya yine kanunun verdiği yetkiyle geçici bir belediye başkanvekili görevlendiriyoruz. Yani bir belediye başkanı da değil, belediye başkanvekili görevlendiriyoruz." diye konuştu. "İstanbul Ankara veya bir başka yere kayyım atanabilmesi için terörle irtibatının veya iltisakının bulunması gerekir." diyen Soylu, İstanbul ve Ankara için böyle bir durumun söz konusu olmadığını belirtti. Soylu, şunları kaydetti: "Böyle bir şeyin söz konusu olabilmesi mümkün değil. Bu terörle alakalı bir şeydir. Siz terör örgütünü destekliyorsanız, teröre yardım ve yataklık yapıyorsanız, terörle irtibatınız, iltisakınız söz konusu ise elbette ki devlet burada boş durmaz, gereğini ortaya koyar ama ne İstanbul'un ne Ankara'nın ne diğer noktaların bu konuda bir değerlendirmemiz söz konusu değildir. Bunu şunun için çarpıtıyorlar, başından beri bu yaygarayı kopartıyorlar. Sebebi de Diyarbakır, Van ve Mardin'i kurtarabilmek." Soylu, "pejmurde" ifadesini neden kullandığına yönelik bir soru üzerine, "Çok net söylüyorum, eğer siz kendi işinizin dışında bir taraftan orada terörden alınmış belediyelere destek olabilmek ve diğer taraftan kendi işinizin dışında dönüp bir takım meselelere girerseniz elbette ki biz bu konuda üzerimizdeki sorumlulukları yerine getiririz demektir. Bu kadar açık ve net. " dedi. Anayasanın 127. maddesinin çok açık olduğunu ifade eden Soylu, "Teröre yardım ve yataklık yapan, terörle iltisakı olan, bu konuda İçişleri Bakanı eğer yapılan soruşturma ve kovuşturmalarda, hatta tutuklama işlemleri olmuşsa bu hakkını kullanabilir. Biz geçen sefer bu hakkımızı kullandık. Diyorlar ki 'bu hakkınızı kullanmasaydınız. Çünkü bunlar seçilmişlerdir' Yani seçilmiş suç işleme özgürlüğü mü getiriyor? 94 belediyenin 41 belediyesinin aldığı ceza 237 yıl 237 ay. Biz bir hukuk devletindeyiz." ifadelerini kullandı. Belediye başkanlarının görevlerinden alınmalarına neden olan gerekçeleri fotoğraflarla açıklayan Soylu, Şırnak Belediyesinde 19 havan mühimmatı çıktığını dile getirerek, şöyle konuştu: "O zaman İçişleri Bakanlığı olarak bir şey yapmayalım, duralım biz. Almasaydık. Onlar da seçilmişlerdi. Burada bizim şehitlerimiz oldu. Cevizli Jandarma Karakoluna bombalı araç, bu kamyon belediyeye ait. O zaman anayasanın bize sağladığı imkanı yerine getirmemiş olacağız, bize verdiği görevi yerine getirmemiş olacağız. Hatta görevimizi kötüye kullanacağız. Diyorlar ki 'seçilmiş Diyarbakır belediye başkanı' Terörist cenazesine gideceksin, terörist marşında saygı duruşunda bulunacaksın, teröristin ismini caddene vereceksin, bizim terörle ilişkili diye belediyeden ayırdıklarımızı, orada çalışmasını sakıncalı bulduklarımızı gelir gelmez belediyene alacaksın, teröristlere ilaç sağlayacaksın, bedava tedavi edeceksin, gizli gizli tedavi edeceksin... Cumhuriyet Halk Partili kardeşlerime söylemek istiyorum, siz bunu hazmediyorsanız ben hazmedemem. Kusura bakmayın yani. Ay yıldızlı bayrağı gelir gelmez hemen çıkaracaksınız. 'Ben ayrı bir yapı oluşturmaya çalışıyorum ve ben bunu oluşturacağım' diyor. Biz buna devlet olarak müsaade edemeyiz." Diyarbakır Belediye Başkanıyla ilgili 8 soruşturma ve kovuşturma bulunduğunu kaydeden Soylu, bu soruşturma ve kovuşturmaların içerisinde "olağanüstü şeyler" olduğunu, kuvvetli şüpheler olduğunu dile getirdi. 2015'te 521 çocuğu terörist olarak götürdü bunlar" Kurallar, ilkeler çerçevesinde bu işi yaptıklarını anlatan Soylu, "Anayasamız, kanunlarımız var, bunlara uymak zorundayız. Bizim görevimiz de bunlara uymayı temin etmektir. Yani bunlara uymayan varsa vatandaşın bu konudaki hakkını korumak ve muhafaza etmektir. Çocuklarımızı alıp dağa götürecekler. 14 yaşındaki çocuğa Murat Karayılan tecavüz edecek. Bunu herkes biliyor. Genç kızları nasıl seçtiğini. Biz bu çocuklarımızın oralara peşkeş çekilmesine neden müsaade edecekmişiz? Kanun 'müsaade etme' diyor. O zaman biz kendi görevimizi yapmamış olacağız." diye konuştu. Soylu, şöyle devam etti: "Bunu Güneydoğu'daki herkes biliyor ki, CHP'de siyaset yapan herkes biliyor ki, bunu Türkiye'de siyaset yapan herkes biliyor ki eş başkanı görevlendiren Kandil'dir. Kandil şu parmağını oynatmadan bir tane adamı bir yerden bir yere getiremezler. Parayı oraya akıtacak, çocuklarımızı alacak dağa götürecek. 2015 yılında 15 yaşın altında 521 çocuğu terörist olarak götürdü bunlar. Yapmayalım biz bu işi. Çocukların eline silah verecekler, dağa getirecekler. Arkadaşlar da TBMM'de beyler, paşalar gibi oturacaklar. Var mı böyle bir şey?" Soylu, demokrasinin kurallarına herkesin riayet etmesi gerektiğini vurgulayarak, "Bir siyasi parti niye bir suçluyu aday gösterir? Suça meyilli olan bir kişiyi niye aday gösterir? Geçmişte bu işlere bulaşmış olanları niye aday gösterir? Bu konuda hapis yatmış insanları niye aday gösterir? Dertleri şu, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni kanırtmak istiyorlar. Bu milletin beraberliğini ve birliğini kanırtmak istiyorlar. Bizim de burada sığınacağımız bir tek yer var, demokrasi. AK Parti, demokratik, hukuk devletinin kurallarına göre aday koyuyor mu, koyuyor. Eğer bir eksiklik yapmışsa gerekli bir hukuki müeyyide ile karşı karşıya kaldığı zaman sesini çıkarmıyor. Cumhuriyet Halk Partisi de öyle, Milliyetçi Hareket Partisi de öyle. Biz geçen dönem sadece PKK'dan almadık ki. FETÖ'den de aldık. 7 belediyeyi de FETÖ'den aldık. MHP'li de vardı, AK Parti'li de vardı bu belediyeler içerisinde." değerlendirmesini yaptı. "FETÖ'nün siyasi uzantılarıyla etkili bir mücadele yapıldığını düşünüyor musunuz?" sorusuna da Soylu, "Yani terör örgütleri Türkiye'de makul olan siyasi partilere sızmaya çalışırlar, çalışsalar da kolay kolay yer bulamazlar. Siyaset birbirini bu konuda çabuk bir şekilde uyarır. Siyasetin içerisinde bu tip FETÖ ile ilişkisi olan adamlar bilinirler, bunlar da çabuk ayıklanmış, gönderilmişlerdir zaten." yanıtını verdi. Read the full article
0 notes
Photo
8 Mart 2017: Kadınların özgürlük yürüyüşü Türkiye gibi, kadınlar da zor bir yılı geride bırakarak 8 Mart’a ulaşıyor. Sağdan soldan bombalar ile terörize edilmiş bir ortamda, 15 Temmuz gecesi sahnelenen ve ne olduğunu hala anlamadığımız ‘darbemsi şey’in ardından OHAL’li döneme sokulduk. Darbe girişiminin sorumlusu ilan edilen ve ‘FETÖ Terör Örgütü’ adı verilen oluşumla savaş gerekçesiyle, binlerce insan gözaltına alındı, tutuklandı, işinden oldu, mal varlığına el kondu. Kadınlar, çocuklar, aileler işsizliğe, mesleksizliğe, açlığa mahkum edildi. Bu süreçte, sadece muhalif olduğu; barış, eşitlik, özgürlük istediği için birçok erkek ve kadın da tutuklandı ve işinden, mesleğinden edildi. Kadınlara ve topluma gözdağı vermek için yıl içinde tutuklanmış olan Aslı Erdoğan ve Necmiye Alpay’a, OHAL döneminde “FETÖ-PDY” üyesi olduğu gerekçesiyle akademisyen İştar Gözaydın gibi birçok kadın eklendi. Meclis’te tek kadın milletvekili grubu oluşturmuş olan, kadınlarla ilgili her konuda aktif bir tutum takınan HDP’den 7 kadın milletvekili tutuklandı. Aralarında kadın hareketinin içinden gelen Gültan Kışanak ve Meral Danış Beştaş’ın da bulunduğu tutuklu kadın milletvekilleri, Türkiye kadın hareketiyle bağları olan, birlikte çalışan milletvekilleriydi. HDP eşbaşkanı Figen Yüksekdağ sadece tutuklanmakla kalmadı, milletvekilliği de düşürüldü. OHAL Kararnameleriyle, kadın erkek eşitliği, feminizm ve LGBTİ alanlarında duyarlı kadın ve erkek akademisyenler de üniversitelerden ihraç edildi ve böylece bu alanlarda akademik üretimin ve paylaşımın da önü kapatılmış oldu. OHAL ilanı, AKP’nin kadın karşıtı politikalarının şahlandığı dönem oldu. OHAL uygulamaları kapsamında ilk icraatlardan biri, kadın ve çocuk örgütlerinin kapatılması idi. Van Kadın Derneği (VAKAD), Muş Kadın Çatısı Derneği (MUKADDER), Selis Kadın Derneği gibi birçok kadın derneği kapatıldı. Dernek arşivlerine ve malvarlıklarına elkondu, VAKAD kurucusu Zozan Özgökçe gözaltına alındı ve sonra bırakıldı. Ancak, Belediye başkanlığı süreçlerinde, aynı zamanda kadın erkek eşitliği için mücadele eden 35 belediye kadın eşbaşkanı hala tutuklu. IMC, Hayatın Sesi gibi yayınlarında kadınlara alan açan TV’ler ve dünyanın ilk kadın haber ajansı olan Jinha da kapatılarak kadınların seslerini topluma ve birbirlerine duyurulması da engellenmeye çalışıldı. OHAL bahanesiyle, seçilmiş yöneticileri görevden alınan ve yerlerine AKP yandaşı kayyumlar atanan hemen hepsi DBP’li 62 belediyenin Kadın Politikaları Müdürlükleri/Birimleri, şiddete karşı danışma merkezleri, telefon hatları ya kapatıldı ya da işlevsizleştirildi. Bu birimlere danışan kadınlara ait, can güvenliği riski de taşıyan özel bilgiler içeren arşivlere el konuldu. Van ve Mardin’de olduğu gibi, bu birimlerin başına erkek müdürler atandı, birçoğunda kadın çalışanlar görevden alındı. Van’daki kayyum “kadın şoför olmaz” diyerek, belediyenin kadın şoförlerini de başka birimlere kaydırdı. Kadın dernekleri ve yerel yönetimlerin kadın birimleri kapatılırken, bağımsız kadın örgütlenmesini tasfiye amaçlı çalışan; Sümeyye Erdoğan’ın yönetiminde bulunduğu KADEM’in, Türkiye çapında örgütlenmesine hız verildi. Gölge Kadın Bakanlığı gibi çalıştırılan, STK görünümlü SDK (“sivil” devlet kuruluşu) olan KADEM’in illerdeki temsilciliklerinin sayısı yıl içinde 17’yi buldu. Son olarak, belediye kadın birimlerinin ve bağımsız kadın derneklerinin kapatıldığı Van ilinde, bakan katılımlı bir devlet töreniyle bir KADEM temsilciliği daha açıldı. Yoğun medya sansürü ile bağımsız kadın hareketinin sesi bastırılmaya çalışılırken; KADEM, medya ve her türlü devlet desteği ile (kendini bağımsız bir kadın örgütü gibi göstermeye çalışarak) kadınları siyasi iktidarın kadın politikalarına ikna faaliyetlerine iyice hız verdi. Hızını alamamış olacak ki, Birleşmiş Milletler CEDAW Komitesi’ne kadın örgütlerinden ayrı, kendi “gölge rapor”unu sunarak dünya Gongo-SDK tarihine geçti. Gölge rapor, kadın alanındaki faaliyetlerini anlatan devlet raporlarına karşı, o ülkedeki bağımsız kadın örgütlerinin eleştiri ve önerilerini içeren raporları iken; KADEM’in (sanki iktidardan bağımsız bir STK imişcesine) kendi adına bir gölge rapor sunması BM görevlilerini oldukça eğlendirdiği gibi, bir yandan da Türkiye’deki kadın örgütleri ve kadın aktivistlerin gelecekleri konusunda kaygılarını açıklamalarına neden oldu. TBMM Boşanma Komisyonu Raporu Kadın derneklerinin kapatılması, kadın aktivistlerin sudan bahanelerle gözaltına alınması ya da tutuklanması boşuna değil. OHAL tozdumanı içinde hız kazandırılan kadın karşıtı politikalara itiraz edecek olan kadınlar susturularak, iktidar propagandistleri dışında kimsenin sesi çıkmasın isteniyor. Nitekim, Mayıs 2016’da, kısa adıyla TBMM Boşanma Komisyonu, yayınladığı rapor ile aslında siyasi iktidarın gerçek kadın ve çocuk programını ilan etmişti. Bu rapor ile kadın hareketinin özellikle son 30 yıldaki yasal ve kurumsal kazanımlarının yok edilmek istendiği açıkça görüldü. Raporda, Medeni Yasa, Türk Ceza Yasası ve 6284 sayılı şiddet yasasındaki en kritik maddelerin kadınlar ve çocuklar aleyhine değiştirilmesi isteniyordu. Kadınların ev içi emeğinin karşılığı olan %50 miras payının geri alınması, kadının nafakasının evlilik süresine bağlanması, şiddete karşı korunma talep edecek kadınlardan belge istenmesi, kadınların mesai saatleri içinde karakollara başvurmasının engellenmesi sadece birkaç örnek. Boşanma komisyonu raporu, “fiili hükümet programı” olarak ilk fırsatta yapılacakların bir listesini sunuyordu. Nitekim, OHAL ilan edilir edilmez, raporda cinsel suçlular için talep edilen Hadım Yönetmeliği çıkarıldı. Raporda yer alan, beş yıl süren “başarılı” ve “sorunsuz” çocuk evliliklerinin özendirilmesi ve çocuk tecavüzcülerine af getirilmesi önerisi, hemen TBMM gündemine getirildi. Kadın hareketinin ve kamuoyunun yoğun mücadelesi ile bu teklifler geri çekilse de; maalesef yargı kararları eliyle “evlilik vaad eden” çocuk istismarcıları serbest bırakılmaya başlandı. OHAL döneminde kadın cinayetleri ve kadına karşı şiddette de ciddi bir artış yaşandı Hukukun tamamen askıya alındığı, yasaları umursamayan yargısal ve idari kararlar üretildiği; kadına ve çocuklara karşı şiddet konusunda belediyeler eliyle (örneğin Kütahya, Pamukkale, Gaziantep-Şahinbey) yöntem tavsiyeleri içeren; kadınların erkekleri cinsel olarak nasıl memnun etmesi gerektiğini, kadınların erkeklere nasıl itaat etmesi gerektiğini ayrıntılı olarak anlatan kılavuzlar dağıtıldığı koşullarda, kadın cinayetleri ve kadına karşı şiddet daha da arttı. bianet’in yerel ve ulusal gazetelerden, haber sitelerinden ve ajanslardan derlediği haberlere göre, erkekler 2016’da en az 261 kadın ve kız çocuğunu öldürdü 75 kadına tecavüz etti; 119 kadını taciz etti; 417 kız çocuğuna cinsel istismarda bulundu; 348 kadını yaraladı. 66 faili belirlenememiş cinayet, şüpheli ölüm, intihar ve intihar iddiasının ise, akıbeti belirsiz. Hemen belirtelim ki, birçok şiddet haberi medyaya yansımıyor ve gerçek rakamlar, bunların kat be kat üzerinde. Türkiye’deki binlerce Suriyeli kadın ve çocuğun yaşadığı şiddet konusunda ise, herhangi bir araştırma ve istatistik yok. Yine bianet çetelesine göre, sadece 2017’nin Ocak ayında öldürülen 29 kadından ikisi Suriyeli mültecilerdi. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü’nün yayınladığı 2016-2020 Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Ulusal Eylem Planı’nda da görüldüğü gibi, 2016 yılı Aralık ayı itibariyle ASPB’ye bağlı 101 sığınak, 2.647 kapasite; yerel yönetimlere bağlı 32 sığınak 741 kapasite; sivil toplum kuruluşlarına bağlı 4 sığınak ise, 45 kapasite olmak üzere toplam 137 sığınak 3.433 kapasite ile çalışmakta. (Tabi ki, resmi söylem hala “sığınak” yerine, “konukevi” demeyi tercih ediyor.) Kadına karşı şiddetin kitlesel terör boyutlarında olduğu bir ülkede, devlete ait sadece 101 sığınak olması bir skandal aslında. Belediye Kanunu kapsamında, nüfusu yüzbini aşan belediyelerin sığınak açma yükümlülüğü varken, bu nüfustaki 201 belediyeden sadece 32’sinin sığınak açmış olması da bir başka dram. Ama bakanlığın 2016-2020 eylem planının, devletin ve yerel yönetimlerin açması gereken binlerce sığınak konusunda sadece temennilerden bahsetmesi, epey can sıkıcı. Kadına karşı şiddetle mücadelede yaşamsal önem taşıyan Alo Şiddet Hattı ise, AKP iktidarı döneminde, çoktan Alo 183 Sosyal Destek Hattı’na dönüştürüldü ve aile, kadın, çocuk, engelli, yaşlı, şehit yakınları ile gaziler ve gazi yakınlarına seslenir oldu. Şimdilik “kanaryam bugün ötmüyor, neden acaba” diye kaygılanan kanaryaseverler aramasın 183’ü, ama yakın gelecekte onlara da hizmet sunmanın bir yolu bulunacaktır, elbet. Onca reklam, onca yurtiçi, yurtdışı gezi, onlarca toplantı, sayısız protokoller ile sunulan panik butonu ve elektronik kelepçe konusuna gelirsek, durum iyice trajikomik. Can güvenliği riski olan kadınlara verilen panik butonu uygulaması, sadece pilot iller seçilen Adana ve Bursa’da ve sadece 2012-2015 arasında denendi ve bitirildi. 80 milyonluk ülkede, yüz kadar panik butonu verilmiş. Az önce bakanlık sayfasından tam rakamı aradım ama şu anda bulmadım. Sizler bulursanız eğer, bu “can güvenliği riskim var, kurtarın beni” butonlarının, bu kadarcık uygulanma süresinde bile kaç erkeğe verildiğini de göreceksiniz. Evet. Erkeklere de panik butonu!… Çünkü bu ülkede, kadınlar günde en az beş erkek öldürüyor! Panik butonu ile aynı süreçte bol bol reklamını dinlediğimiz elektronik kelepçe uygulaması ise, şu ana dek sadece İzmir ve Ankara’da ve sadece 31 (yazıyla otuzbir) kelepçe uygulamasından ibaret! “Kadınlar ve erkekler eşit değildir, erkek reistir, kavvamdır, üstündür” devlet propagandasının şahlandırdığı şiddete karşı, reklamasyon babından bu “kelepçeli teknolojik tedbir” de göstermelik yani. Sonuçta ne bekliyoruz ki, Aile Bakanı hariç, tüm üyelerinin erkeklerden ibaret olduğu Muhafazakar İslamcı bir hükümetten sözediyoruz. Hükümette tek kadın bakan olacak, o da “aile ve sosyal hizmet” bakanı. Ama, onun da asla muktedir olabilmesine izin vermeyecek bir “kuşatma” sistemi olmalı… Yani, şu andaki gibi: Bakan yardımcısı erkek, müsteşarı erkek, dört müsteşar yardımcısından üçü erkek… Buyrun kadınlar için çalışabiliyorsanız, çalışın! Biraz da bu nedenle, o koltuğa oturmasına izin verilen kadınlar, seri çocuk istismarı vakalarında bile, “çocuklara çığlık atmayı öğretelim” ya da “çocuklara mahremiyet eğitimi verelim” deyip susuyorlar. Popüler siyasi argümanlarla süslenmeye başlayan cinsel suçlar Politik olarak “düşman” ilan edilen her kesime olduğu gibi, kadına, çocuğa, hayvana, doğaya şiddetin tavan yaptığı koşullarda, Şanlıurfa’da, düğünde “halay başı olma kavgasında altı yaralı” haberi niye şaşırtsın ki bizi? Ama kadına ve çocuklara karşı cinsel suçlarda “politik (!) savunma” yeni bir olgu sanırım. 15 Temmuz darbe “girişimi” nin hemen ardından, Trabzonspor yöneticilerinden Veysel Taşkın, “Darbeci gavur piçlerinin malları ve karıları artık milletin ganimetidir” demişti? Bu vahim çıkışının ardından tabi ki yargılanmadı. Sadece kulüp yönetimindeki görevini bıraktı. Ama bu darbe ile mücadele kisvesi altındaki ganimetçi tavır, OHAL karambolünde, ülkenin ciddi kurumları hatta limanlarının “varlık fonu”na aktarıverilmesi ile doruk noktasına ulaştı. Aslında herbiri suç olan eylemlere siyasi bir bahane yaratma refleksi, cinsel suçlularda da anında canlandı elbette. 4 Mayıs 2016’da İzmir Karabağlar’da bir köyde gönüllü öğretmenlik yapan 6 kadına kaldıkları konteyner eve saldırarak tecavüz girişiminde bulunan 3 saldırgan’ın hakim karşısındaki savunması skandaldı: “FETÖ’cü sandığımız için saldırdık”. Silivri’deki çocuk istismarı davasında, 2011-2012 tarihleri arasında Moldovalı 11 yaşındaki C.O.ya istismarda bulunan (1941 doğumlu) Azmi Ergüney, 16 yıl 10 ay 15 gün mahkumiyet kararı ile tutuklanmıştı. Mahkumiyet aldığı 30.9.2016 günlü duruşmada birden aklına, siyasi iklimden yararlanmak geldi ve daha önce “annesi bana aşık, iftira atıyor” gibi savunmalar yaparken birden “FETÖ kumpası zincirinin son halkası olarak, FETÖ mensuplarına has yol ve yöntemlerle hazırlandığı aşikar olan adli tıp raporları ile mahkum edildim” savunması yapmaya başladı. Bizler bu savunmaya gülüp geçmek istiyoruz ama ne yazık ki koskoca istinaf mahkemesi, bu savunmaya itibar etti, sanık beraat etti veee salıverildi! Dosyasında “FETÖ”cülük soruşturması geçirmiş polis, savcı, yargıç, hekim, bilirkişi hatta mübaşir ya da katip olan herkes için belki de “kurtarıcı” emsal niteliğinde bir karar da verilmiş oldu. Suriyeli kiracısının kirayı geciktirmesi üzerine kızıyla seks yapmayı teklif eden ve bu nedenle kendisine saldıran Suriyeli babayı ve ailesini mahallelisine linç ettirmeye çalışan Türkiyeli erkek ev sahibi refleksi… Böyle karanlık dönemlerin en belirgin yüzü, kadınların yaşam alanlarını iyice daraltan cinsiyetçi siyasi atmosferin hâkim olması. Artık bu tarz haberler, aynen Haymana’da 100’ün üzerinde erkek öğrencinin okul müdürünün istismarına maruz kaldığı olayda olduğu gibi, bazı kesimler açısından haber değeri bile taşımayan sıradan hayat gerçekleri. Bu da yaşam tarzına yönelik artan ve sistematikleşen saldırılar anlamına geliyor. Otobüste şort giydiği için bir kadına tekme atan saldırgana, Başbakan’ın “tekme atma, itirazını mırıldanarak göster” diyerek tür saldırıları meşrulaştırıcı demeçleri, tetikleyici oluyor. Hemen arkasından parkta spor yapan ya da kıyafeti “dekolte” bulunan kadınlara saldırılar geliyor. 3 Mart günü Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “İstanbul sokaklarında yürüyen bir kişinin kıyafetinden, ayakkabısından, çantasından, vücut çalımından hangi kültüre mensup olduğunu çıkaramıyorsak, durum vahimdir” sözü de ilgililerine bir mesaj aslında. Açıktır ki, kıyafeti, ayakkabısı, çantası ile kastedilen sokakta yürüyen kadın vatandaş. Yoksa konuşmacı, bu konuşması için kendisine gri takım elbise ve şekerpembesi bir kravat seçmezdi değil mi? Çünkü o zaman erkeklerde ciddi bir kültür karmaşası yaşanmasına neden olurdu: Takım elbiseyi tamamlayan pembe kravat ile yürürken “Kasımpaşalı vücut çalımı atmak” zor olsa gerek. Devletin en tepelerinden gelen bu mesajlar asla havada asılı kalmıyor. Zaten beklemekte olduğu gazı alan erkek vatandaşlarımız anında işe koyuluyorlar. Sadece bir örnek verelim: Şortlu kadına tekme olayını “şort giyerek” protesto eden Ayvalıklı kadınlar, bir İç Anadolu erkeğini, dilekçe yazacak, adliyeye gidip savcılığa suç duyurusunda bulunacak kadar rahatsız etmiş meğerse. E bazı savcılarımız da aynı kafada belli ki, şu an Ayvalıklı bir grup kadın, “şort giydi diye bir kadına tekme atamazsınız” sözünü, şort diyerek söyledikleri için yargılanıyor. Söz kadın aktivistlere baskılardan açılmışken, çocukların 12 yaşında evlendirilmek istenmesine, çocuk istismarcılarına af getirilmesine karşı çıkan kadınlara yönelik devlet ve “devletin erkek vatandaşları” icraatlarını da örneklemek şart oluyor. Çanakkale’de buna itiraz eden kadınların eylemi öncesinde, emniyetten geldiği söylenen bir telefonla Roman yurttaşların yoğun yaşadığı bir mahalle muhtarlığı aranıyor, “bu kadınlar çocuklarınız hapse atılsın istiyor” denerek bedava minibüslere doldurulup eylem sırasında kadınların üzerlerine gönderiliyor. Olayın büyümemesini kadınların sağduyusu ve sabrı engelliyor. Bir başka örnek, Antalya Cumhuriyet Meydanı’nda “o yasa geri çekilecek” yazılı tişörtlerle “tecavüze sessiz kalma, tecavüzü aklama” sessiz eylemi yapan kadınların şu anda bu nedenle yargılanıyor olması. Ve artık laiklik istemek, IŞİD’i lanetlemek de suç bu ülkede. Topluma yıllardır İslamın en en en gerici ve cinsiyetçi yorumları pompalanırken, “ama laiklik?” demek adeta bir politik aforoz edilme, “laikçi teyze” damgasını yeme gerekçesi haline getirilmişti. Şimdi artık mahalle baskısını geçtik, derhal tutuklanabiliyoruz. Misal, yılbaşı kutlamaları sırasında İstanbul’da gerçekleşen Reina katliamının ardından anayasanın laiklik ilkesini anlatan ve IŞİD terörünü kınayan konuşmalar yapan Ayşegül Başar ve arkadaşları. Doğrudan doğruya İçişleri Bakanlığı’nın twitter hesabından hedef gösterildiler ve tutuklandılar. 8 Mart Kadınların ve Türkiye’nin umudu Dünya demokrasi güçleri zaten izliyor ve biliyordu ki, Türkiye kadın hareketi ve Türkiyeli kadınlar, bu ülkede inanılmaz bir eşitlik ve özgürlük mücadelesi veriyor. Boşanma hakkı için ölümü bile göze alıyor. Şimdi tüm Türkiye’nin bunu iyice farketme zamanı. Türkiye’de bu siyasal iktidara tek geri adım attırabilen siyasi güç, bağımsız kadın hareketi. İddialı bir cümle oldu, farkındayım. Ama OHAL koşullarında bile sokaklarda kim var? Kadınlar. Geçen yıl 8 Mart gazlara boğulduğunda da mücadele ediyordu kadınlar. Bu yıl da, “8 Mart’ı 5 mart günü kutlayamazsınız” saçma gerekçesiyle 8 Mart yasakları konmaya çalışıldı, İstanbul, İzmir, Siirt ve Diyarbakır’da… Aştı geçti kadınlar. Bu 8 Mart, OHAL koşullarında ilk 8 Mart olacak. Yine de şahane olacak. Hülya Gülbahar (Artı Gerçek)
19 notes
·
View notes
Photo
Ahlâk Üzerine Her sistem kendine bir ahlâk kurar. Bilindiği gibi ahlâk yazılı yasalar değildir. Ahlâk, neyin doğru-yanlış veya iyi-kötü olduğunu belirleyen ve topluma dayatan gayri resmi bir baskı aracıdır. İçinde yaşadığımız sistemde her şey sınıfsal yapıya sahiptir. Kapitalizminde yasa belirleyicileri de burjuva sınıfıdır. Ahlâkı irdelerken de sınıfsal yapıyı göz ardı etmemek gerekir. Kılıfına uydurulan her hırsızlık, misal, burjuvazinin artı değere “kâr” adı altında el koyması toplumun değer yargılarına göre kötü değil, aksine, normal olandır. İşçinin patronuna başkaldırıp haklarını istemesi kapitalist sistemin ahlâkına göre iyi midir, kötü müdür? Kötüdür! Ekmek teknesine ihanettir! Nankörlüktür! Ya cinayet. Cinayet iyi midir, kötü müdür? Eğer öldüren devletse bu halk nezdinde meşru kabul edilir ve sorgulanmaz. Ama eğer bir işçi, patronunu öldürürse, bu kötüdür. Örneğin, yaşadıkları aşkın doğal bir getirisi olan cinsel arzuları, toplumun ahlâk kurallarını dikkate almaksızın özgürce yaşayan erkekler ile kadınlar aynı şekilde mi değerlendirilmektedir? Hayır. Erkek sevişince, “aslan parçası, erkek adam” olarak nitelenirken; kadın seviştiğinde “namussuz, orospu” olarak niteleniyor. Nasıl ki dirensek terörist, içsek gâvur oluyoruz; kadın sevişince de orospu oluyor. Ahlâk her daim egemenlerin işine yaramaktadır. Egemen sınıfın, egemen cinsiyetin, egemen ulusun, egemen dinin…Bu noktada kendimize şu soruyu sormamız gerekiyor; kimin için ahlâk? Mülkiyete dayalı sistemde ahlâkın sınıflar üstü, evrensel bir yapısı olamaz. Çünkü, önemli olan, ahlakın kimin işine yaradığıdır. Bakunin’in dediği gibi, “İnsan yalnızca eşitçe özgür insanlar arasında gerçekten özgürdür; bir tek insanın bile köleliği tüm insanlığı çiğner ve herkesin özgürlüğünü etkisiz hale getirir. Herkesin özgürlüğü bu nedenle yalnızca herkesin eşitliği halinde gerçekleşebilir. Özgürlüğün eşitlikle gerçekleşmesi, hem ilkece hem de gerçekte, adalettir. Eğer insan ahlâkının bir temel ilkesi varsa, o da özgürlüktür.” Bugünün ahlâkı, asıl ahlâksızlığın koşullarını yaratmaktadır. Gerçek ahlâk, sistemin dayattığı ve kabul gören ahlâkın reddi ile ortaya çıkacaktır. Egemen nasıl kendi ahlâkını yaratıyorsa, ezilen de kendi ahlâkını yaratmak zorundadır. Berzan Armanc
11 notes
·
View notes