Tumgik
#yani iyi bir şey bu
bozusuruz · 7 months
Text
Uyumak istiyorum ama ödevimi yapmam gerekiyor
0 notes
sinekkapan · 3 months
Text
durun arkdşkr diğer hoşlanma hikayemi de anlatayım
13 notes · View notes
uzaklarasavrulalim · 1 year
Text
Bu nasıl bi gündü ben anlamadım
7 notes · View notes
nleour · 1 year
Text
Bana mutluluğu ver , sana dünyaları veririm.
10 notes · View notes
mel-inoe · 1 year
Text
arada muhabbet kuşu besleme perileri geliyor sonra bu kuşların minicik bişey olduğu ve sürekli sahip çıkılması gerektiği geliyo aklıma. çok kırılgan oldukları için cesaret edemiyorum hiç.
4 notes · View notes
estellamila · 2 years
Text
Öğlen düştüğüm Curriculum vitae cehenneminden hâlâ çıkabilmiş değilim. Belim koptu :/ Tabi bu bilgi sizi niye ilgilendirsin. Ben size iyi geceler dileyeyim.
Sadece isimleriyle bile günün anlam ve önemidjcksks anlatan iki şarkı bırakayım:
9 notes · View notes
kimmkitsuragi · 1 year
Text
bakın bu yıl kötü son olursa hemen sonraki gün kendimi öldürürüm demiyorum. sadece günün birinde - 1 yıl sonra olabilir, ya da 2 yıl, ya da 5 yıl, ya da 10 yıl - kendimi öldürme olasılığım birden bire skyrocket olur sadece bunu diyorum
1 note · View note
Text
Nasıl Yani? (1) (Kerim 31 Y., İzmir)
İsmim Kerim. 31 yaşında, İzmir'in Torbalı ilçesinde yaşayan, 1.80 cm boyunda, 85 kiloda biriyim. Uzun yıllar özel şirketlerde çalıştıktan sonra, iktisat eğitimini aldığım iş üzerine kanalize oldum. Hem şirkette çalışıp, hem de yatırım danışmanlığı yapıp, son üç yılda kripto para borsası, İstanbul borsası, Dow Jones, Nikkei gibi borsaları takip ederek hatırı sayılır bir servet yaptım. Şirketten istifa edip, evime yakın bir büro tutup, düzenimi kurdum. Karıma, "Çalışma!" dememe rağmen, devlet memuru olduğu için işine devam etti. Oğlumuz ortaokula gidiyordu. Geceleri geç saatlere kadar dünya borsalarını izliyor, yatırımlar yapıyor, sonra da neredeyse borsa açılana dek uyuyor, ama muazzam kazanıyordum.
Bir sene sonra, karıma, bir müstakil ev yada villa yaptırmak istediğimi söylediğimde, işlerin o kadar iyi gittiğini bilmediğinden sapıttı. Yeniköy yolunda havuzlu bir villa yaptırıp taşındık. Sırf evden çıkmak için büroyu elimde tuttum. Bu arada karıma işe gidip gelsin diye sıfır bir araba alıp, kendime de son model bir arazi aracı aldım. Taşındıktan sanırım 2 hafta sonra bir Salı günü büronun zili çaldı. Oturduğum yerden kameralara baktım. Bu ani zenginleşme karşısında kanunsuz birilerinin haraç istemesini engellemek için apartman girişinden büronun her odasına kadar gizli kameralar döşetmiştim.
Laptop ekranından baktığımda, kafası önünde bir kadın vardı kapıda. Kim acaba deyip otomata bastım oturduğum yerden. İçeri girip, "Merhaba?" deyince tanıdım. Çıktığımız evin üst dairesinde oturan Elif'ti. "Hoşgeldin Elf!" dedim. Oturttum, soda ikram ettim, çayla falan uğraşamazdım. Sadece bir kez eşimle balkonda alkol alırken yukarıdan kafasını uzatıp, "Afiyet olsun!" dediğinde eşim davet etmiş, bir fabrikada bakım sorumlusu olduğunu öğrendiğim kocasıyla gelip birer kadeh şarap içip gitmişlerdi.
Kısa bir hoşbeşten sonra, Elif ağzındaki baklayı çıkardı, "Senin borsaya yatırım yaptığını duymuştum eşinden, benim biraz babamdan kalan param var, onları Cumhuriyet altını yaptım. Fakat uzun süredir yerinde sayıyor. Bozdurup Dolar aldım, sana versem benim için de yatırım yapar mısın?" dedi. Bugüne dek kimseye bunu yapmamıştım. Akrabalara, yakın arkadaşlara kendimce tüyolar verirdim, ama kimsenin parasını alıp o riske girmemiştim. Uzun süre gözlerim duvardaki dev ekranlarda, zaman zaman masadaki 3 adet (biri özel) laptopta, bu işin risklerini, bir gecede zengin olup bir gecede batanları, bu vebalin altına giremeyeceğimi anlattım.
İşte o an, kocasının kumar sorunu olduğunu, sürekli ganyan ve sayısal oynadığını, çok borçlarının olduğunu anlattı. Zaten taşınmadan önce birkaç kez postacının getirdiği icra tebligatlarına denk gelmiştim. Lanet olsun içimdeki insan sevgisine deyip, "Tamam, getir! Ama kazanç kadar kayıp ta olasılık, unutma!" diye de tembihledim. Gidip yarım saat sonra geldi ve 3.750 Doları masaya koyup, "Aslında 50 tane altın vardı, ama Mehmet'ten ancak bu kadar kaçırabildim, diğerlerini satıp satıp kumarda kaybetti!" dedi ağlamaklı bir sesle...
"Nasıl haber vereceğim sana?" dediğimde, telefon numarasını söyledi, "Whatsaptan yazarsın, olur mu?" diye. "Bak Elif, yarın öbürgün kocan duyar, görür, okur, ne deriz evdekilere?" dedim. "Ne yapalım, açıklarım o zaman gelirse, kötü bir şey yapmıyoruz ki Kerim! Ben sadece hayatımı kurtarmaya, çocuğuma gelecek sağlamaya çalışıyorum!" dedi...
Kadın şanslıydı. Yumurtaları ayrı sepete koyma yoluna gidip, Borsa ve kripto paraya yatırdığım parası, Cuma akşamı piyasaların kapanışında, dört kat değer kazandı. Mesaj attım, "Müsaitsen ara!" diye. İki dakika sonra arayıp, kısık sesle, "Mehmet gece vardiyasına gidecek, içerde uyuyor, ne oldu?" dedi. "Hiiiç, paran dörde katlandı, 15.625 Dolar oldu da onu söylemek istedim!" dedim. "Ciddi olamazsın, 3 günde mi?" dedi, ama sesi titriyordu. Kazanmanın verdiği zafer hissi ve adrenalin iyi bilirdim bu duyguyu...
Eve gittim. Karımla yedik içtik, sohbet, muhabbet, güzel bir sevişme sonrası çalışma odama geçtim. Elif'ten mesaj geldi. "Uyudun mu?" yazmış. Yarım saatten fazla yazıştık. En son Elif, "Hadi ben seni tutmayayım, sen paralarımıza para kat! Öptüm!" yazdı. "Ben de seni öptüm!" yazdım. "Pardon alışkanlık :)" yazdı. Ben de, "Herkesi öpüyor musun böyle :)" yazdım. "Aşk olsun, benden bekler misin?" yazdı. Ben de, "Haa, bana özel öpücükse sorun yok :)" yazdım. "Evet sana özeldi, iyi geceler :) yazdı. Ertesi gün 11:00'de uyandım. Kahvaltı vs. derken, karım oğlana kıyafet alacaklarını, baldızlarımla beraber Gaziemir'e AVM'ye gideceklerini söyledi ve "Beraber gidelim!" dedi. İşlerim olduğunu biliyordu. "Siz halledin!" dedim.
Saat 13:00 gibi Elif'ten mesaj geldi. "Büroda mısın?" diye. Cumartesileri gitmezdim, ama, "Geleceksen giderim!" yazdım. "Geleyim mi?" dedi. "Gel!" yazdım. Yarım saat sonra bürodaydım. Pastaneden birşeyler aldım, tatlı tuzlu. Çay makinasını çalıştırdım. Saat 14:00'de Elif geldi. Tarifim üzerine gidip iki çay koydu. Birşeyler atıştırdık. "Mehmet nerde?" dedim. "Sabah iş çıkışı ganyana gider. İddiasını, sayısalını, ganyanını oynar. 12:00 gibi eve gelir, yemek yer, yatar. Akşam 20:00 gibi uyanır. 23:00'e kadar küfrede küfrede sonuçlara bakar. Bazen üç beş kuruş kazanır havaya girer, ertesi gün iki katını kaybeder küfrede küfrede servise gider!" dedi.
"Eee, bu anlattığın sürelerde ne sana ne de oğluna ayırdığı bir zaman yok?" dedim. "3 yıl önce bu işe girmeden önce öyle değildi. Ama artık maalesef öyle!" dedi. "Ne olacak böyle?" dedim. "Bilmiyorum, ben de bıraktım artık ucunu!" dedi, sonra da, "Eee, ekranlar kapalı?" dedi. "Bugün borsa kapalı, Coinlerde de zaten herşey anlık, istediğimde bakarım, şimdi dikkatim sende! Amaaaaa..." dedim, Kripto para laptopuma bakıp, "Biz burda sohbet ederken 1.875 Dolar daha kazandın!" dedim. Elif, "NASIL YANİ? Ciddi misin?" deyip kalkıp masanın benden tarafına geldi. Ekranı görmek için masaya dirseklerini koyup çenesini avuçlarına koydu.
O an ekrandan ona portfoyünü anlatıyordum. Elimi beline koydum. Kafayı çevirip gülümseyerek bana baktı ben anlatmaya devam ederken. İnce yazlık rengarenk çiçeklerle dolu bol bir etek giymişti. Elimi eteğin altına sokup bacaklarından yukarıya doğru okşadım. "Yapma..." dedi, ama (Devam et!) der gibi. "Pardon!" deyip elimi çektim. Ama pozisyonunu bozmayıp, "Anlatsana biraz daha!" dedi. Anlatmaya başladım yine, ama içimden bir ses (Devam et!) diyordu. Kalçalarına ulaştığımda kalçası istemdışı titredi. Eteğini beline kadar sıyırıp, kalçalarını okşamaya başladım. Normal siyah bir külot vardı. Ben birkaç dakika hafif hafif okşadıktan sonra birden doğruldu ve "Yapma dedim sana!" deyip, çantasını kaptığı gibi kapıyı çarpıp gitti. Hiç endişelenmedim. Kimseye anlatamazdı nasılsa :)
Pazar günü ailemle Güzelbahçe'de muhteşem bir yemek yedik. Pazartesi piyasalar kötü açıldı. Ama yaptığım küçük hamlelerle kayıpları başka kanallarla kapatıp günlük harçlığımı kaptım :) Öğleden sonra saat 15:30 gibi kapının zili çaldı. Elif gelmişti. Açtım kapıyı. "Merhaba!" deyip şirinlik yapıyordu. Bu kez trip sırası bendeydi, "Bak, böyle habersiz gelme, bazen nadiren de olsa iş çıkışı karım uğruyor!" dedim. Suratını asıp, "İstemezsen bir daha gelmem! Mehmet 16:00 - 24:00 çalışıyor da, o servise çıkınca bir uğrayayım dedim!" dedi. "Öyle mi? Ne zaman istersen gel, ama habersiz gelme!" dedim, sonra da, "Bugün haberler kötü!" dedim. "Ciddi misin?" dedi. "Evet!" dedim. "Ne kadar kayıp var?" dedi. "Gel!" dedim. Gelip ekrana bakmaya başladı. Yine aynı pozisyondaydı, yine bol ince siyah fırfırlı bir etek giymişti diz hizasında.
Şaka yaptığımı, küçük de olsa kazancı olduğunu söyledim. Bir elimle ekrandan gösterirken, diğer elimi yine etek altına kaydırdım. Kalçalarını okşayarak ekranda anlatıyordum. İki parmağımı amına doğru indirdim külodunun üstünden. Çok hafif bir, "Immmhhh!" çıktı dudaklarının arasından. Bir dakika kadar külot üstünden okşadıktan sonra parmaklarımla ağ kısmını yana çekip, parmaklarım tenine değdiğinde, parmaklarını prize sokmuş gibi titredi. Sırılsıklamdı amcığı, parmaklarımı hiç içine sokmadan sadece okşuyordum. Elif arada ekrandan birşey gösterip, "Bu ne? Şu ne?" diyordu dudaklarını ısırarak. Anlatıyordum kısaca.
Orta parmağımı amının içine kaydırdığımda gözlerini kapatmış, dudaklarını ısırıyor, burun deliklerinden derin derin soluyordu. Koltuğumu geriye doğru çekip tam arkasına getirdim, eğilip amcığına dilimi sürtüp içine kaydırdım dilimi, parmaklarımla am dudaklarını ayırıp, amını yalamaya başladım. Daha dilim girer girmez titreyerek kasılmaya, "Evet, evet, eveet!" diye inleyerek orgazm olmaya başladı. Hiç kesmeden yalayıp dilimle sikerek, akan am sularını içmeye devam ettim...
Öne çekilip eteğini indirdi ve "Kusura bakma çok doluydum!" dedi. "Önemi yok! Neden doluydun o kadar?" dedim. "Evelki gün kalçalarıma dokunduğun an ıslandım, o andan beri de hiç kurumadı desem yeri var!" dedi. Elinden tutup kucağıma oturttum. Dudaklarını dudaklarıma alıp, kıvırcık kendinden kızıl saçlarını koklayarak, eteğinin altından dizlerinden kalçalarına kadar okşamaya başladım. Tişörtünü çıkartıp, kulak memelerinden yanaklarından boynundan sütyenine kadar indim. Bacaklarını açtırıp, bu kez külodunun içine soktum elimi, amcığını parmaklamaya başladım. Kendi eliyle sütyenini çözdü ve çıkarıp attı. Göğüs uçlarını dilim ve dudaklarımla ezerken, kolumla belinden kavramıştım, iki parmağım amına yarak gibi girip çıkıyordu...
Elif göğüslerini avuçlayıp daha fazla ağzıma bastırarak, "Isır!" dedi. Uçlarından başlayıp altına kadar her santimine küçük ısırıklar atarken, yine kasılıp, "Evet, evet, eveet!" diye inleyerek amcığını parmaklarıma daha çok bastırıyordu. Kafasını geriye doğru atmış, "Ohhh, evet, ohhh, evet!" diyor, her ısırığımda sesi daha çok yükseliyordu. Ardı ardına orgazm oluyordu parmaklarımla...
Birkaç dakika boynuma yattı, boynumu öpüyordu küçük küçük. Ben parmaklarımı çekmemiştim, amı vıcık vıcıktı. Elif ayağa kalkıp eteğiyle külodunu çıkardı ve "Şimdi sikini içimde istiyorum!" dedi. Ben de kalkıp pantolonumu ve boxerimi çıkardım. Masaya ellerini dayayıp, sırtı bana dönük şekilde kucağıma oturdu. Hiç dokunmadan, götünü kıvıra kıvıra amına aldı yarağımı. "Ohhh, çok büyük, ohhh, çok kalın, doldurdun içimi!" diyor, masadan aldığı kuvvetle kalçaları kasıklarıma vura vura oturup kalkıyordu kucağımda...
Ellerimi öne uzatıp göğüslerini avuçladım. Isır dediğine göre acıdan hoşlanıyor, sert sikişmeyi seviyordu. Göğüs uçlarını parmaklarımla eziyor, çekiştiriyordum. "Ohhh, acıyor, ohhh!" diyerek daha hızlı oturup kalkmaya başladı. Bir elimi göğsünden çekip kalçalarını sertçe tokatlamaya başladım. Diğer elim göğüs ucunu koparacakmış gibi çekiştirirken, "Canımı yak, ohhh, canımı yak!" diye diye orgazm oluyordu. Kalçalarında elimin izi çıkmış, resmen parmak uçlarımın değdiği yerlere kan oturmuştu...
Sonunda ben de dayanamadım ve "Geliyorum!" dedim. Hemen yarağımdan inip, "Üzerine boşalacağın bir şey var mı?" dedi. Çekmecede, masanın tozunu silmek için falan bulundurduğum bir rulo kağıt havlu vardı, birkaç yaprak koparıp serdim bacaklarıma. Elif de yarağıma otuzbir çektirip kağıt havlunun üzerine boşalttı döllerimi. İkimiz de temizlendikten sonra kucağıma oturup, "Ben hayatım boyunca toplam bu kadar orgazm olmadım!" dedi ve beni öpücüklere boğdu.
Sonra, "Yakalanmadan gideyim mi ben?" dedi. Ona götünü gösterip, "Moraracak, nasıl açıklayacaksın kocana?" dedim. "Açıklamak zorunda değilim, 6 aydır eli elime değmedi!" dedi giyinirken. Giderken de, "Sabah 9:00'da oğlanı okuluna bırakıyorum, 9:30 gibi burda olurum, gelip sana Çay demlememi ister misin?" dedi. "Tamam!" dedim.
[Kerim]
180 notes · View notes
selcandy · 2 months
Text
Merhaba, merhaba, merhaba Tumblr’cım =D
Blogumu geri alabildim öncelikle, bu sırada soran eden ilgilenen herkese teşekkürlerim.
Hemen size olanı biteni anlatmam lazım, şiştim zaten anlatamamaktan.
Taa şurasından başlayayım; bizim üst komşudan aşağıda bahsettiğim, veterinere bıraktığım ve parmağı kırık olan kedinin üstüne bir de hamile olduğunu öğrenince Bodrum yolunda hemen post attım sizden yardım istemek için; kediye geçici olarak rahat doğum yapabileceği bir balkon / teras / ev bulabilir miyiz diye. Böyle durumlara hemmen el atan sizden hiç reaksiyon alamadım. Allah allah diyorum, imkansız bu, nasıl olur falan - sonra bir baktım ki kendi gönderimi kendi Dashboard’umda göremiyorum. Epey bir uğraştıktan, anlamaya çalıştıktan sonra aklıma Tumblr’a kaydolduğum mail adresime bakmak geldi, ana, ülkemin savcılarından biriyle onun avukatı, savcının nasıl görevden alındığından bahsettiğim bir yazı için bana erişime kısıtlama kararı aldırmış???
Başta ilgili gönderiye kısıtlama gelmiş ta 2023’te ama ben onu hiç görmemişim. Sonra muhtemelen yazı komple kaldırılmadığı müddetçe okunmaya devam ediyor diye bloga yasak gelmiş. Malumunuz babam avukat, adamcağız “BTK’ya başvurman gerekiyor” diyor ama içerik BTK, yani devletin kendisi tarafından kısıtlanmadığı, şahıs tarafından özel olarak çıkartılan bir kararla kısıtlandığı için o aşamada takılıyoruz direkt. Anne tarafından bir akrabamız savcı, onunla konuşuyorum, bana diyor ki “Selcan bu arada o kişi benim yakın arkadaşım, direkt konuşmamı ister misin” falan. Eziliyorum büzülüyorum çünkü neden arkadaşıyla benim için konuşsun yani, araları bozulacak bilmem ne olacak, iyice kafama takacağım.
En nihayetinde hem babam hem de tanıdık savcı, tatil dönüşünde kararın çıktığı mahkemeye hitaben itiraz dilekçesi vermemi söyledi ama o da ne, kısıtlama kararına itiraz süresi 14 günle sınırlı! Az önce de demiştim ya, karar çıkalı zaten 1 sene olmuş. Aynı şeyi bana Tumblr da söyledi, itiraz süresini kaçırmış olabilirsin falan dedi, epeyce onlarla konuştuk ne yapılabilir falan diye.
En sonunda Tumblr bana “sansürü asla desteklemiyoruz, seni buna sürüklemek istemiyoruz ama gönderiyi silersen blogu açabiliriz” falan dedi. Açıkçası ben ne yapacağımı bilemedim, mantıklı düşünmem gerekiyordu ve bunu başaramadığım için biraz da çevreye, konudan bahsettiğim insanlara danıştım ve en garantisinin ilgili gönderiyi silmek olduğuna kanaat getirdim. Hala bilmiyorum doğru bir şey mi yaptım ama aksi takdirde bu sorun çözülmeyecek gibi görünüyordu.
Neyse, hani Tumblr’ın sloganı “kültür, sanat, kaos” ya - bu sloganın hakkını dibine kadar veren bir kullanıcı olduğumu düşünüyorum. Kendimi bir şey sanmadım da değil çünkü yine Tumblr yetkililerinden öğrendiğim kadarıyla adını vermeyeceğim bir yazar da blogumdan bir gönderiye erişim yasağı aldırmış. Tasarımcı bir arkadaşım “sen blogun için SEO falan mı yaptırdın, niye arama motorlarında üstlerde çıkıp göze batıyorsun” diye sordu, öyle bir şey yaptırmadım, yapmamış olmama rağmen iyi ilerliyoruz demek ki. Ben sanıyorum ki siz ve ben biz bizeyiz, ben yazıyorum siz okuyorsunuz geçiyoruz. Öyle değilmiş özetle, zannediyorum ki 14 yıllık emek bana hatırı sayılır oranda uygulama-dışı organik trafik olarak geri dönmüş. : )
Tabii ki olay kendini bir şey sanmaya meyletmekten ibaret değil, ders çıkarmam ve daha temkinli takılmam lazım. Birisinin aldırdığı bir karar hem koskoca Cumhuriyet Gazetesi’ne hem Ekşi Sözlük’e hem de benim bloga erişim yasağı getirebiliyorsa, benim de kendime “sen kimsin olm bi dur” demem gerekiyordur bence. Ben yine müzikten, etimolojiden, kedilerimden dewamke. Üçüncü kez söylediğimi biliyorum ama sizi çok seviyorum <3
78 notes · View notes
uzaklarasavrulalim · 1 year
Text
Nasıl bir gündü anlamadım
4 notes · View notes
arbrenu · 3 months
Note
Sürekli “yanındayız” “buradayız” dememizden sıkılıyor musun? Şimdi fark ettim, bu cümleyi sürekli tekrar ediyoruz ama gerçekten bir şey olsa kimsenin bir şey yapamayacağını. İki üç süslü cümleden başka elimizden başka bişi gelmediğini. Bilmiyorum bunu demek çok acı benim adıma ama yanında olmayan herkes gerçek değil, Gökçe. Ve eğer gerçekten kötü bir şey olursa yine de paylaşmaktan çekinme, kim bilir belki o iki üç süslü cümle gününü güzelleştirir.
Hayır, sıkılmıyorum ama beni yazar olarak tanıyıp biliyorsunuz haliyle ve günün sonunda benim kişisel olarak olduğum kişinin yaşadıklarımın zorluklarımın önemi olmuyor, o yazarla ilgili oluyor her şey ve buna göre yorumlanıyor ki bunu normal karşılıyorum aslında hep böyle bakıyordum zaten ama sonra bir yanım bu sözlerinize ve desteğinize tutundu ve fazla güvendi galiba ve sonra yaşanılanlar kırıcı oldu hepimiz için bu yüzden artık beklentileri azalttım ki yine herkes adına tekrar yaşanmasınlar bu noktada da eminim bazılarınız kalpten söylüyordur ama günün sonunda bazı sözlerin sadece mevcut koşullar altında olduğunu bilmek sözlerin sahiciliğini kırıyor ve ben çok içime kapanık biriyim incindiğimde etrafıma sadece duvar örmüyorum kendimi kaleler içine hapsediyorum ve bu da farklı yorumlanıyor. Mesela cumartesi günü aldım ben bu haberi ve o gün aslında çok iyi bir haber almıştık herkes çok mutluydu aile içinde, haberi ilk öğrenen ben oldum başımı kaldırdım herkes çok mutluyken nasıl söyleyeyim bunu dedim, söylemeye içim el vermedi herkes pazartesi iyi haberler alacağımıza çok inanıyordu, çıktım dışarıda tek başıma ağladım bütün gün kendimi tuttum kimseye belli etmedim. Sonra doktoruyla konuştum, yeni süreci hazırladım, günleri belirledim nasıl ilerleyeceğimizi ilaçları her şeyi ayarladıktan sonra hastaneye gideceğimiz gün geldiğinde kendini hazırlasın diye anneme söyledim haliyle o da yıkıldı ama o birilerini aradı acısını paylaştı bu beni çok şaşırttı çünkü benim ilk tepkim yaşadığım o kırıklığı başkasının yaşamasını istememem olmuştu çünkü o haberi değil bir gün bir saat sonra bile öğrenmeyi çok isterdim çünkü ben de böyle biriyim benim yaşadığımı başkası yaşasın istemem, ben sırtlanırım ben halledeyim diye uğraşırım, çok yorulurum ama başıma bu geldi, bana bunu yaptılar, çünkü böyle oldu diye kimseye söylemem söyleyemem yani
71 notes · View notes
life-crazy · 3 months
Text
Tumblr media
SİGMA
SPOLİER
Sigma yavrum sen nasıl 3 yaşındasın?
Sadece animeyi izleyen ve Sigma yüzünden Dazai'ye kin besleyenleri anlamıyorum.
Sigma ölmedi, hem ölse bile bu Dazai'nin suçu değil tamam birazcık-sadece biraz(!)- manipüle etmiş olabilir ama Sigma bunun farkında. Gitcekti Fyodor'un kafasına sıkacaktı mermileri- diyemiyorumda iyi ki yapmadı öyle bir şey... ama Fyodorun kullandığı kişilik bozukluğu numarası çok adiceydi basitti yani, ben direkt çaktım olayı Asagiri bu kadar kolay bir yola başvurmazdı zaten. Neyse Sigma'nın yaşaması ve umuyorum ki kendine gelmesi ile büyük bir gizem çözülcek!
68 notes · View notes
endergelisenataklar · 4 months
Note
"ender gelişen osasuna atakları" nı açıklar mısın?
"yaşım 32, annemle yaşıyorum. babam da var; ama o oturma odasında yaşıyor. annemle ben salondayız. bir bankada orta kademede çalışıyorum. hiç sevgilim olmadı. bir keresinde, üniversitenin ikinci yılında gönül diye bir kızla yakınlaşmıştım. okul çıkışları yürürdük. dünyayı konuşurduk, sevgiyi konuşurduk, birlikte dans kursuna gitmemiz gerektiğini konuşurduk. iki kez de sinemaya gitmiştik. biri forget paris öteki de braveheart. geceleri uykuya dalmadan önce onu düşünürdüm. sabahları uyandığımda aklıma gelen ilk o olurdu. okul partisinde onu cem’le öpüşürken gördüm, sonra... gittiğim ilk maç fenerbahçe–beşiktaş arasındaydı. 1979 yılıydı galiba. süleyman’ın cemil’i marke ettiği maçtı. sahadaki tek sarışın süleyman’dı, ben de beşiktaş’ı tutmaya karar verdim. insanlar cemil turan, lefter, metin oktay, şeref gibi futbolcuları görüp takım tutar. ben gidip adı şanı bilinmeyen, şu an esamesi bile okunmayan bir defans oyuncusu sayesinde beşiktaş’ı tuttum. bir de çocukken trt’de ilker yasin’in sunduğu avrupa’dan futbol programını hiç kaçırmazdım. ispanyol liginde osasuna diye bir takım vardı. hâlâ var. osasuna denen bu takım diğerlerine nazaran zayıf bir takımdı ve ilker yasin sürekli “ender gelişen osasuna atakları” diyip dururdu. osasuna takımı ender geliştirdiği ataklar sayesinde avrupa’da tuttuğum takım oldu. aynı dönemde liverpool, bayern, nottingham forrest gibi takımlar havada uçuşurken, ben osasuna sempatizanı olmuştum. okuduğum bütün okulları birincilikle bitirirdim. bu çok istediğimden olmadı. yapacak daha iyi bir şeyim yoktu. hep ders çalıştım. futbolcu olmak isterdim; ama mahallede beni pek takıma almazlardı. zaten çok yeteneksizdim. beden derslerini de hiç sevmezdim. uzun mesafeli koşularda diğerlerine kronometre tutarlardı. beden hocası benim koşacağım gün kronometre yerine takvimle gelmişti. herkes çok gülmüştü. ben de çok gülmüştüm. masa tenisinde kimse yenemiyordu ama… çok arkadaşım yok. liseden bahadır var. o da amerika’da şimdi. sürekli çağırıyor; ama gidemem. uçaktan çok korkuyorum. yalnızlık gibi bir sorunum yok. insanlar beni seviyor; ama sadece o kadar. oraya buraya pek çağırmıyorlar. şirket eğlencelerinde yeterince sosyalleşiyorum zaten. çok kitap okuyorum; ama hemen unutuyorum. konsantrasyon sorunum varmış. bunu bir yerde okumuştum. bir de karmaşık insan ilişkilerine bulaşmamak daha iyi oluyor galiba. çok emin değilim; ama içiniz boşalmıyormuş. bunu da bir yerde okumuştum. içiniz boşalmıyor… yani sizi siz yapan özelliklerinizi yitirmiyorsunuz. yani hayat boyu bakışlarınız değişmiyor. çocukken nasıl baktıysanız, hayat boyu öyle bakıyorsunuz. ama itiraf etmeliyim ki bir kız arkadaşım olsa çok iyi olurdu. öyle sevişmek için falan değil, birlikte bir sürü şey yapmak için. ne biliyim, birlikte yemek yapardık, masa tenisi oynardık, kim 500 milyar ister’i birlikte izlerdik. erenköy sahilinde yürürdük. işte böyle şeyler. bir de bol bol konuşurduk. benden yazmamı istediler. yazacak kadar çok şey bilmiyorum ki. ısrar ettiler… peki yazıyim de ne yazayım? kendini yaz, yaşadıklarını yaz dediler. içimden “yaşadıklarımdan ancak kutu oyunu yapılabilir, başka bir halta yaramazlar” demek geldi. sonra düşündüm, herkesin her şeyi bildiği bir ülkede, bir şeyleri bilmemek üzerine ne yazılabilir diye… yazılarımı birileri okur mu diye hep merak ettim, neden olmasın? ender gelişen osasuna atakları beni heyecanlandırmıştı. belki bir gün sizleri de heyecanlandırır."
67 notes · View notes
noksanbiri · 5 months
Text
en dipte olduğumu hissetmek istemiyorum. beni öldürmeyen acı güçlendirsin de istemiyorum. sanki denizde boğuluyorum ama aynı zamanda da yaşıyormuşum gibi hissediyorum. nefes almak ama boğulmak. gülümsemek ama mutluluk hissetmemek gibi. içten içe ölüyorum gibi. zaten yaşlandığımı da şu sıralar çok fazlasıyla hissediyorum nedense. parkta oynayan bir çocuk gördüğüm de. insan büyüdüğünü hisseder herhalde bu yaşlarda ama gerçekten bunu hissetmiyorum. direkt yaşlanma boyutunda ilerliyorum gibi. insanların anlattıkları kadar aslında sustuklarıdır da. sanki batarken anlıyorsunuz batmak zorunda olduğunuzu. en dibe varıyorsunuz. işin tek iyi tarafı bir daha battığınızda her şey o kadar tanıdık gibi hiç yabancılık çekmiyorsunuz. korkmuyorsunuz. dedim ya öldürmeyen acı güçlendirsin istemiyorum diye aslında Nietzsche haklı bir taraftan öldürmeyen şey güçlendiriyor ama her kazanç farklı bir hayal kırıklığı ve kayıplarla geliyor. binevi her gün güneş alan bir evin önüne kocaman bir bina yapılıyor ve güneş alan kısım minimum düzeye düşüyormuş gibi düşünün. yani karanlık ışığınızın çoğu kısmını yutuyor. yaaani. uzun lafın kısası. düşerken en dibe çokta fazla efor sarf etmeyin. boğuşmayın. çırpınmayın. gücünüzü çıkışa saklayın. bir şarkıyla noktalıyorum bu yazımı. herkese sevgiyle ve hoşça.
127 notes · View notes
siyahtanbiiradam · 9 months
Text
Hani bazen "neden yaşıyoruz ki, amaç ne" tribine girer ya insan, herkes gibi bana da olmuştu. Tam tarih veremesem de önemli olan bu değil zaten. Şöyle ki; o anda ben sadece hayattaki güzel anlar için yaşadığımı fark ettim. Mutlu olduğum, bir şey başardığım, güldüğüm, eğlendiğim anlar. Sonra o güzel anları düşündüm, hangi sıklıkla güzel şeyler oluyordu hayatımda? Sanırım pek sık sayılmazdı. Tanıyorum kendimi az çok. Öyle mutlu olmak için kocaman mutlulukları beklemem. Ufak şeyler de sevindirir beni (herkese olduğu kadar), ama buna mutluluk demek kelimenin içini boşaltır biraz. İnsanın mutluluğu kendi içinde bulabileceği safsatalarına inanmam şahsen. Yok yani, bildiğin aldatmaca. Biraz kafası çalışan mutsuzların, mutluymuş gibi hissetmek için uydurdukları yöntemler, gerçek mutluluğun önünü tıkayanlar bir bakıma. Mutluluk dıştan gelen etkenlerle tetiklenen sonra da bünyenin mecburen verdiği bir tepkidir bana göre. Yine de bilimsel dayanağı yok, şu an uydurdum. Şimdi bakıyorum hayatıma, şöyle bir genel tarıyorum. Güzel şeyler var elimizde, efendim iyi okul, tam iyi diyemesek bile bir aile, iyi bir kaç arkadaş. Ama bunlar artık sindirilmiş şeyler. Mutluluk cepten yemek değildir, olmamalıdır. "Ne güzel her şey yolunda, hayat çok güzel" kandırmacasına doyuyorsun bir şeyden sonra. Her şey yolunda değil aslında, her şey sıradan. Depresif belirtiler gösterdiğimi fark ediyorum bazen. Tabi bunu kendi başıma keşfettiğim için yanılma payı da bıraktım. Olmaya da bilirim. "hayattan sıkıldım" çerçevesinde bir şeyler yazacaktım. mutluluktan girdim, çıkamadım bir yerden. Evet Mehmet Pişkin’e geldik. Uzun zamandır tasarladığım hayalimdeki şeyi yapmış adam. Kullandığı cümleler, motivasyonu, düşünceleri ve realizmiyle adeta kendimi ekranda izliyormuş gibi hissettim. Tam aklımdaki şey buydu aslında ve kendisine aşk olsun, benden daha önce davrandığı için. İnsanoğlunun bütün bu gerzek çırpınışlarına ve bir zavallı gibi mutlu rolü yapmaya çalışmasına inat, göte göt demiş ve gitmiş. Mutsuz olduğu her halinden belli ve bununla yüzleşebilecek kadar cesur. Her gün, bıkmadan usanmadan mutluluk rolü yapanlara ve mutsuz olduğunu anlayamayacak kadar moron olanlara inat. Hangimiz kaçıp gidebilme cesaretini gösterebiliriz bu adam gibi? Aslında hayat çok güzel bak kuşlar çiçekler böcekler zırvalıklarına kanmadan hepsine bir siktir çekip gidebiliyoruz? Birçok insanın cesaret edemediği şeyi gerçekleştirmiş, hayatına son verme hakkını kullanmış. İnsan için en iyi ikinci şeyi bir parça geç de olsa kendi isteğiyle yerine getirmiş, iyi de yapmış. Ve açıkçası şanslı bir ölüm olmuş onun için. Herkes, istediği şekilde, son kez bir kadeh şarap, bir sigara içerek ve en önemlisi en sevdiği şarkıyı son kez dinleyerek ölemez. Ve belki bu kadar zaman niçin dünyada var olduğunu öğrenmiştir ölünce. “İnsan için en iyisi hiç doğmamış olmaktır. ikinci en iyi şey ise hemen ölmek." Siyahtanbiiradam olarak eski hesabımla birlikte yaklaşık 6-7 yıldır buradayım. Bu platformda çok güzel dostluklar edindim çok güzel insanlar tanıdım eğer bilmeden istemeden birinizin kalbini kırdıysam af ola. Hep beraber, bir şeyler denemeye devam. Hoş çakalın aşkla yaşayın çok güzel olsun hayatınız. Genellikle derin bir ıstırap içinde olsam da içimde hâlâ sükûnet, kusursuz düzen ve ahenk var. Çiçekler solar, kitaplar biter, şiirler olur, bana da elveda demek düşer. Zamanınızı çaldığım için özür diliyorum.
141 notes · View notes
hiraset · 6 months
Text
Tumblr media
Kadına süs yakışır. Kadın kendine özen göstermeli, bakımlı olmalıdır. Bir erkeğin bir kadına baktığında hoşuna gidecek şey, güler yüzden sonra kadının süslenmiş olmasıdır. Bakımlı ve süslenmiş bir kadına bakan koca, sevinç duyar. Erkekler için görünüş çok önemlidir. Günümüzde boşanma sebeplerinde erkeklerin en çok gösterdiği sebep, “Kendine hiç bakmıyordu” oluyormuş.
İyi yetişmiş bir eş ve anne olarak kadın, yuvanın baş aktörüdür ve içinde bulunduğu toplumun da mimarıdır.
Hiçbir şekilde gönül bağlamaya değmeyen bu dünyanın en değerli varlığı, Resûl-i Ekrem Efendimiz tarafından;
“Dünyanın fayda sağlayan en hayırlı varlığı, saliha (yani dine bağlı) kadındır.”
56 notes · View notes