#yanında mı diyor no
Explore tagged Tumblr posts
Text
+ gözlüğün var mı
- evet
+ takıyor musun
- hayır
+ yazalım mı tekrar, artmış numarası
- yazalım
+ kullanacak mısın
- inşallah
#yanında mı diyor no#e niye geldin o zaman demedi iyi ki#kadın doktor olsa hocam şalla gözlük hiç olmuyor derdim#desim astigmatı yazmıyorlar o yüzden takmıyorum taksam da görmeyeceğim için i#tamam yazıyorum kullan gözlüğünü dedi#birkaç defa kullan dedi ya cidden gözlük mü takacağız artık#ne var ki neyi göreceğiz#estağfurullah ya rabbel alemin#dedim numaralar 1buçuk falan ama ben sanki 7 8 gibi görmüyorum gibime geliyor#olur normal dedi#miyop astigmat bitirdin beni anacım ya oldu olacak yakın gözlüğü falan da alalım bu nedir#gözümün içine kaçacağından korkmasam lens yazdırırdık#ama ben bir sivri zekalıyım maalesef
4 notes
·
View notes
Text
Çok Hızlı! (13) (Orhan 36 Y., Bursa)
Sabah kalkınca da cenazem olduğunu söyledim Genel Müdürlük'teki müdürüme, izin aldım. Sabah gidip cenaze işlemlerini hallettim. Behiye sadece arabada oturup, bana her gittiğimiz yerde bir tomar para verip, iş hallettiriyordu. Mezarlıkta kazacak elemanlara 100'er dolar vermemi söyledi. "Manyak mısın, tüm mezarlığı başımıza mı toplayacaksın?" deyip, cebimden 3 kişiye birer paket sigara parası verdim. Sela okuyacak hocaya da para verdirdi, para saçıyordu sevincinden. Eve gittik, helallik verdik kapı önünde. Adamın cenazesini 20 kişi gömdük, hafızları falan ayarlamıştım. Lahmacunu söyledim, ayranı, şekeri, her işe yetiştim. Çoğunu da telefonla hallettim. Lokantacımı aradım. Akşam için 20 kişilik yemek söyledim birkaç çeşit, kim ne yerse diye.
Cenazeden sonra Behiye ablayı evine getirdim. Karım yanında kaldı, ben eve geçtim. Birkaç kadın vardı içerde, gözüm kaydı, kadınlardan biri Fatma idi. Kayınpederle oturduk. Bir saat sonra karım geldi. Çocuğu emzirip, "Hayatım, Behiye abla birşeyler diyor?" dedi. "Evet!" dedim. Kayınpeder, "Hayırdır oğlum?" dedi. "Baba arabayı değiştirdim ben, biraz param vardı, benim arabayı verdim, biraz da kredi çektim, yeni araba aldım!" dedim. "Hayırlı olsun evlat! Hesap numaranı söylesene?" dedi. "Hayırdır baba?" dedim. "Kenarda birikmiş 10.000 Dolarım var, geçeyim hesabına, kapat kredi borcunu!" dedi. İçimden, (Ooooo iyi yere tezgah açtık!) dedim. "Baba, birşey danışayım o zaman..." dedim. Kaynanamla karım da geldi. "Behiye abla, dün akşam hastanede ve bugün bu işlerde becerimi görünce bana iş teklif etti..." deyip, detaylı bir şekilde anlattım. Sikiş kısmı hariç :) Bunu yazılı bir sözleşme haline getireceğimi, cayma bedeli diye her iki tarafı bağlayacak, mesela 100.000 Dolar gibi bir rakam koyacağımı da belirttim.
Karım, daha çok zamanım kalacağı için kabul etmemi istedi. Kayınpeder de, "Bence de mantıklı!" dedi. Akşam yemekler geldiğinde Behiye ablalara geçtik. Hacer teyze, Ümit, Güzin, Fatma, Dr. Ahmet, Merve, karım, kayınpeder ve kayınvalide bir de merhum Mehmet amca'nın ablası olan kadın vardı. Fatma'yı nerden tanıdığını bilemiyordum. Ama Behiye abla açıkladı, "Fatma'nın rahmetli kocası ile Mehmet kadastroda beraber çalışırlardı, sonra emekli olunca da beraber bir süre müteahhitlik yaptılar!" diye tanıttı tanımayanlara. Masada 12 kişiydik 4 tanesi erkek, 8 tanesi kadın ve ben bu 8 kadından 5 tanesini sikmiştim :)
Ertesi sabah herzamanki saatte işe gittim. İstifa dilekçesini yazdım. Behiye abla ile yolda telefonla konuşmuştum, "İşi bıraksam bile ihbar süresi var!" diye. "Kaç paraysa ver parasını, hemen bırak işi!" dedi. İhbar tazminatını hesaplayıp muhasebeye gidip makbuzla yatırdım. Herkesle vedalaştım. Sevgi nerdeyse ağlayacaktı. Ona usulca, "Manyak, daha serbest olacağız, rahat ol!" deyince bir an gözleri parladı.
Öğlen eve gittim. Karım Behiye abla ile konuşmuş. Behiye abla, "Kızım siz gidin tatilinizi yapın, biz Orhan'la şu ölüm veraset vs. işlerini halledeceğiz zaten, meşgul olacağız!" demiş. Kayınpeder de yazlıktaki okey arkadaşlarını özlemişti, toparlanıp yazlığa gittiler. Ben de merhum Mehmet amcanın ablası olan 80 yaşındaki kadını evine götürdüm. Kadın yolda, "Bu behiye çok çekti bizim huysuzdan, azıcık rahat etsin bari garibim!" dediğinde hayret ettim.
Geri dönerken Fatma'yı aradım. "Buyur kocacığım!" diye açtı telefonu. "Geliyorum!" dedim, "Tamam!" dedi. Yine değişik birşeyler giymişti. Üzerinde bustiyere benzer kadife bir sütyenimsi ama göbeğe doğru inen kumaşı olan (ilk kez görmüştüm), altında yine siyah deri gibi bir G-String vardı. "Kocacığım gelmiş!" dedi. Rolünü sevdiğimi bilerek, "Ama pezevengim bugün yok, spaniyi ben alacağım!" dedi. Çıkarıp 100 Dolar koydum Portmantoya. "Oooo, başka müşteri almam bugün!" dedi. Hemen sikişe başladık. Amından ve götünden siktim. Bana, "Orospunu sen sat, pezevengimden memnun değilim, yeterince müşteri bulamıyor, bu amcık yaraksız kalıyor!" diye diye boşaldı ve boşalttı...
Fatma'yı oturttum karşıma, birer sigara yaktık. "Anlat bakayım Mehmet amca ile kocanı!" dedim. "Haa, beraber kadastroda çalıştılar, sonra da bu binayı yaptılar, binanın bu benim oturduğum kısmı benim, karşı daireler yukarı kadar Behiye'lerin, aşağıdaki dükkanlar da aynı. Kocam Mehmet'in birkaç yamuğunu yakaladığı için, bana bukadar yeter deyip ortaklıktan ayrıldı. Mehmet devam etti!" dedi. Ben de olayı anlattım ve "Behiye abla işlere yetişemiyormuş, onun için çalışmamı istiyor!" dedim. "Oooo desene kervana o da katıldı!" diye gülmeye başladı. "Yok be!" dedim. "Hadi hadi!" dedi, sonra da, "O kadın çok tehlikelidir, ama tuttuğunu da çok tutar. Gerçi kadın çok çekti Mehmet abiden, o yüzden ne yapsa hakkıdır!" diye de ekledi. Herkes seviyordu Behiye ablayı demek ki.
Sevgi de, Fatma da bahsetmemişti daha önce, ama Sevgi Fatma'nın kiracısıydı. Fatma'nın anlattığına göre, Mehmet amcanın ablası çok zengin bir adamla evliymiş, bir oğlu varmış, o da ticaret yaparmış, ama 3 yıl önce Yatıyla açılmış Gemlikten, Mavi yolculuğa çıkıyormuş, Yat batmış, kurtulan olmamış. "Hatice teyze birdenbire çöktü bu olaydan sonra, kocası da 6 aya kalmadı kahrından öldü. Şimdi onun malını mülkünü kim idare ediyor bilmiyorum, ama duyduğuma göre Behiye'deymiş vekaletler!" dedi. Fatma'ya teşekkür edip çıktım ordan...
Kendi evime geldim. Behiye ablanın zilini çaldım. Kapıyı açınca, "Muhittin burda!" dedi. Ama ikisi de giyinikti. Muhittin'e, "Sen git aşkım, bizim iş konuşmamız lazım, ben sana geleceğim en kısa sürede!" dedi. Koridorda eline sarı bir zarf verdiğini gördüm.
Muhittin gittikten sonra, bir muhasebecinin adını ve telefonunu verdi ve "Şimdi bu yavşağı aradım, senin evrakları alacağını söyledim. İlk önce öyle bir yer bulacaksın ki, ön tarafı büro olacak. Nasıl halledersin bilmem, arka tarafı tam teşekküllü daire olsun ki, misafirlerini ağırlayabilesin. Aradan gizli bir kapı yaptır, ama dairenin asıl giriş kapısı arkadan olsun, iki taraf ta birbirini görmesin, iki tarafında da park yeri olsun. Gerekirse arsa bul ve inşa ettir, ama çok hızlı davran, kaç para gerekirse harca!" dedi.
Sonra kalkıp, beni yatak odasına götürdü, kasayı açtı. 100.000 Dolar çıkarıp verdi. "Kasanın şifresi bu, ne kadar lazımsa gelir alırsın!" dedi, evin anahtarını da verdi ve "Bir de genel vekalet çıkartalım sana!" dedi. Hatice teyzeyi sordum. "O işler sonra, önce kendimizinkiler, sonra onu da anlatacağım. Nerden duydun?" dedi. "Senin Fatma!" dedim. "Benim Fatma, aaaa! dedi. Kadınla her hikayeyi anlatmıştım, ama yerini yurdunu söylememiştim. "O yapmazdı! Ona kaç kez dedim kocası ölünce, bulalım sana birini diye, ama kabul etmedi!" dedi. Ben de gülerek, "Ama ben yaparım!" dedim. "Beni Muhittin'e götür şimdi!" dedi. Götürüp bıraktım.
Aklıma Sevgi geldi, "Yalnız mısın?" dedim. "Fatma abla var!" dedi. "Daha iyi, geliyorum!" dedim. Birkaç bira aldım. Gidip Fatma ile Sevgi'yi evire çevire siktim. Bu kez onlar beni Jigolo olarak kiralamış rolü oynadılar ve gündüz bıraktığım 100 Doların üstüne bir 100 Dolar daha alıp çıktım.
Ertesi gün kalabalık olmayan bir yerde kiralık bir bina buldum. Bitişik nizam, 2 katlı, çift daire bir binaydı. Anında istenilen parayı verip kiraladım, tüm binayı satınalma opsiyonlu olarak. Hemen mühendis arkadaşımı çağırıp, ne istediğimi anlattım. Binanın iki tarafında da bahçesi vardı, oraları açtırıp otopark planladık. Planda, binanın giriş kapısının tersindeki dairenin dış duvarlarını yere kadar indirip, o dairenin iki odası ve salonunu, banyo tuvalet ve mutfağından oluşan bir büro, ileride lazım olur diye üst kata da bir merdiven koydurttum arka odadan. Merdiven altına bir dolap isteyip, arka odaya geçen gizli bir geçit koydurdum plana. Büronun ve üst katının bina içine açılan kapısını iptal ettirdim. Arkadaki daireyi de aynı şekilde altlı üstlü planladık.
Mühendis arkadaş ustabaşını çağırdı. Tüm yenilemeler vs. kaç günde biteceğini sordum. 1 ay dedi, fiyat çıkardı. "Gerkirse fazla adam çalıştırın, 10 gün sonra, yani 11. gün sabahı gelir içeri girerim!" dedim. Paralarını fazlasıyla vereceğimi söyleyip, çıkardıkları rakamın tamamını avans olarak verdim. Usta, "Tamam abi bu paraya!" dedi. Mühendis arkadaşa da izinler, hesaplamalar ve çizimler için istediği parayı fazlasıyla verdim.
Akşam gidip Behiye ablaya durumu aktardım. "Aslanım benim! Benim de sana bir sürprizim var!" dedi. Az sonra kapının zili çaldı. Behiye abla kapıyı açmaya gitti. "Abla beni çağırmışsın?" dedi tanıdık bir ses. Behiye abla da, "Geç Güzin, geç!" dedi. Güzin beni görünce kıpkırmızı oldu. Oturduk karşılıklı. "Kalk hepimize birer kahve yap bakalım!" dedi. Sonra telefonla birini arayıp, "Yarın işin var mı? İyi, saat 10:00'da hazır ol, kapıdan alırım!" dedi.
Güzin kahveleri getirdi. "Güzin kızım, Orhan yeni bir işyeri açıyor, benim işlerimi takip edecek büro olacak, oranın temizliğini yapacak, Orhan olmadığında çekip çevirecek, ağzı sıkı bir bayan personele ihtiyacı olacak, sen de kıt kanaat geçiniyorsun, orda çalışmak ister misin? Çay kahve yapar, temizlik yapar, telefonlara bakarsın. Sana ayda 500 Dolar da para. Kocana ne kadar teklif ettiler dersin sen bilirsin. Orhan sigortanı da yapar. Ama üç şartım var. Orda duyduğun gördüğün herşey orada kalacak, kimseye bahsetmeyeceksin. Açılacaksın, Orhan orada giyeceğin kıyafetleri sana temin eder. Son şartım da, ailen dahil kimse ziyaretine gelmeyecek, kocan gelecekse bile aramadan gelemeyecek. Bunları kocana nasıl anlatırsın bilmem!" dedi.
Güzin, "Abla, Ümit zaten kapanmamı istemedi, ben baba evinde öyle gördüm diye kapalıyım, o kolay dedi. Sır tutma konusunda sıkıntı da olmaz. Diğer mevzuyu Ümit'e nasıl açıklarım bilmiyorum..." dedi. O arada ben lafa girdim, "Çok misafir gelip gidiyor, Orhan bey ve Behiye abla kişisel misafirimin olmasını istemiyorlar dersin!" dedim. Behiye abla da gülerek, "Şimdi paranın ve sigortanın yanı sıra, Orhan istediği sürece rahat rahat da sikişeceksiniz! Şimdiden avans ister misin? Hadi Orhanım al götür yatak odasına, ver avansını orospunun!" dedi.
Güzin'in alıp yatak odasına geçtim, fakat kapıyı kapamadım. Üst kısmını soyup, cebimden çıkardığım paraları sütyenine kıstırdım ve "Al sana geçenki vizite ücretinin 4 katı!" dedim. Güzin sanki gidip staj görmüş gibiydi, değme orospulara taş çıkarıyordu. Güzel bir sakso faslından sonra sikişe başladık. Güzin sırtı bana dönük halde yarağımın üzerine oturmuştu. Her oturuş kalkışında göt deliği gözümün önündeydi. "Bana bak!" dedim, dönüp baktı, ama harekete devam ediyordu. O halde fotosunu çektim. Sonra orta parmağımı göt deliğine geçirdim. "Ohhhhh!" diye inledi. O anda Behiye abla yatak odasına geldi, çırılçıplaktı. Eğilip Güzin'i dudaklarından öpmeye başladı. Sonra da elinde tuttuğu simsiyah en az 30 cm'lik, taşakları da olan vakumlu yapay Zenci yarağını Güzin'in ağzına uzattı. Bir eliyle de Güzin'in göğüslerini okşamaya başladı...
Güzin ağzında Zenci yarağını iyice ıslatınca da, Behiye abla ağzından çekip bana uzattı, "Al bunu sok orospunun götüne!" dedi. Güzin gözlerini faltaşı gibi açıp, "Ama abla..." dedi. "Sus kız orospu! Vermedin mi aslanım bunun vizitesini?" dedi gülerek. Parmağımı çekip damarlı Zenci yarağını göt deliğine dayadım ve neredeyse kafası dahil 4 parmak kadar soktum. Güzin öne doğru fırlayınca yarağım amından flop diye çıktı. Ama götüne giren girmişti. Behiye abla uzanıp yarağımı Güzin'in amcığına yeniden yerleştirdi. Güzin, "Ahhh, yırtıldı götüm, ama çok iyiymiş, offf!" diye hem inliyor, hem orgazm oluyordu. Amındaki yarağımı hiç kıpırdatmıyordum, ama Zenci yarağı neredeyse yarısına kadar götünde çalışıyordu.
Güzin, "Offf, bu nasıl zevk böyle!" diye inleye inleye orgazm olurken, ben de arada kalçalarını tokatlıyordum. Güzin, "Ohhh, abla ben bu yaraklara istediğimde sikilip, bir de üstüne para mı alacağım? Abla ben üste verirdim!" deyip Behiye ablanın dudaklarına yumuldu. "Teşekkür ederim abla, teşekkür ederim Orhanım!" diye diye orgazm oluyordu. En sonunda bacaklarıma yığılıp kaldı ve Zenci yarağı götünden çıktı. Yarağımı amından çektiğimde, bacaklarımdan yatağa devrildi, bayılmıştı. Yaraktan bayılanı ilk kez görüyordum, ne yapacağımı bilemedim. Behiye abla, "Boşver orospuyu, ayılır şimdi, gel sen!" dedi, Güzin'in yanına uzandı, bacaklarını baldırlarından tutup kaldırdı, "Sok aslanım!" dedi. "Bunu mu, bunu mu?" dedim. "İkisini de :)" dedi.
Güzin ayıldığında, ben Behiye ablanın amındaki yarağımı pompalıyordum, Behiye abla da alttan tuttuğu Zenci yarağını benimle ters hareketle kendi götüne pompalıyordu. Güzin'e, "Bak bunlar böyle yenir, öğren orospu! Aval aval ne bakıyorsun, memelerimle ilgilen, hadi!" dedi. Güzin uzanıp Behiye ablanın göğüslerini emmeye, ısırarak somurmaya başladı...
Artık dayanamıyordum. Döllerimi Behiye ablanın göbeğine doğru fışkırtırken, Behiye abla Güzin'in kafasını tutup, Güzin'in yüzünü döllerime doğru çevirdi, saçlarına ve yüzüne boşalmamı sağladı.
[Orhan]
120 notes
·
View notes
Text
her şeyi içine atıp duruyorsun sonra bir şey oluyor tırnağın kırılıyor ağlamaya başlıyorsun yanında olan buna mı ağlıyorsun diyor ama bilmiyor ki kanatan darbe buydu o içinde ki sızıyı
119 notes
·
View notes
Text
İSTANBUL'DA KURYELİK YAPAN BİR KİŞİNİN MÜLTECİLERLE İLGİLİ İZLENİMLERİ.
Mülteci sorununu sadece sosyal medyadan ya da TV'den gördüğünüz kadar sanıyorsanız yanlıyorsunuz.
Gelin size ben gerçeği anlatayım:
Ben İstanbul'da kuryelik ve genelde
günde ortalama 200 km. yol yapıyorum.
Pendik'ten Silivriye her ilçeye
ve her mahalleye giriyorum.
Tahminime göre ESENYURT, BAŞAKŞEHİR, BEYLİKDÜZÜ, FATİH ve BAĞCILAR ilçelerine
bir süre sonra TC. VATANDAŞI giremiyecek.
Size kurye olarak gittiğim adreslerden bahsedeyim; Herşeyden önce hem Suriyeliler hem de bizim partililerden bazıları diyor ya "Suriyeliler ekonomik olarak bize çok faydalı", diye; bu söz külliyen yalan,
çünkü örneğin Esenyurt'ta telefonu bozulan
bir Suriyeli telefonunu Sirkeci'de işyeri olan
bir tamirciye gönderiyor,
ya da altın takı alacak olan Başakşehir'deki
bir Pakistanlı Bağcılar'daki Pakistanlı kuyumcudan kurye ile aldırıyor alacağını,
ya da Afganlar Fatih ve Yenikapı'da bulunan kendi marketlerinden alışveriş yapıyorlar...
Çünkü çok kere Afgan pirinci alıp teslim ettim.
Şimdi gelelim işin sağlık boyutuna;
Bu durum çok vahim.
İstanbul genelinde diş protezi yaptıran kişilerin %90'ı Suriyelilerin merdiven altı protezlerini ağızlarına takıyor ve diş klinikleri "ucuz" diye buraları tercih ediyorlar.
Size bir anımı anlatayım;
Bir gün Fatih'te bir adrese gittim.
Adres virane merdiven altı bile değil
eski müstakil bir gecekondu idi.
Neyse gittim kapıyı çaldım,
baktım protez imalatı yapılıyor.
Gönderiyi teslim aldım, Florya'da bir adrese,
bir diş kliniğine gittim.
Gittiğim yerin kalitesi ne Amerikan Hastanesinde ne de Memorial' da var.
Bu nasıl oluyor, diye düşünürken teslimatı alacak kişinin adresine baktım,
o da Suriyeli bir bayandı.
Bayanı çağırdılar ki doktormuş kendisi.
O esnada orada bekleyen şık giyimli bir bey de bekleme salonunda oturuyordu.
Bayan Doktor Türkçe "Ahmet bey proteziniz geldi, buyurun odama" dedi.
Ben şok oldum.
Benim ülkemde benim vatandaşıma sağlıksız medikal ürünle tedavi uyguluyorsun, neden? "Kendi vatandaşı kazansın diye".
Devam edeyim; yurtdışına çıkarken kovid testi yaptıran insanların %90'ı yine merdiven altı Suriyeli laboratuvarlarda karman çorman
hiç bir önlem olmadan coca cola dolaplarının içinde yüzlerce test tüpünün olduğu yerlerde testlerini yaptırdı!
Burada olabilecek en büyük sorun, "test sonucunun yanlış çıkmasıdır".
Ama gelelim en tehlikelisine; Başakşehir'de yine merdiven altı bir laboratuvar var
ve ben günde bir kez mutlaka gidiyorum; binlerce kurye var, biri giriyor biri çıkıyor.
Kan tüpleri yerlerde, kendim girip çıkarken maskesiz girmiyorum, çıkarken bildiğiniz dezenfektan ile banyo yapıyorum.
Bir tane cihaz var onun yanında da ev tipi Vestel, Arçelik buzdolapları, test tüpleri her yerde ve bu tüplerin yarısı idrar yarısı da kan.
Peki buraya bu tüpleri kim gönderiyor?
Özel hastane diye gittiğiniz çoğu hastaneler ucuz diye buraya yolluyor.
Gelelim zenginlerine; Başakşehir'de oturuyor çoğu.
Onlara neden gidiyorum biliyor musunuz?
Hani son zamanlarda vatandaşlık reklamı yapan vize şirketleri var ya onlardan
oturma izinlerini, vatandaşlık başvurularını,
vb. alıp götürüyoruz.
Hepsi lüks içinde yaşıyorlar.
Bir gün bir kargo görevlisine adres sordum,
"gel ben de oraya gidiyorum" dedi...
Elinde boyu kadar çuval sordum, "hepsi oraya mı?", diye "aynen oraya her gün bir çuval getiriyorum" dedi, içinde "hepsiburada, trendyol ve amazon kolileri".
Beylikdüzü ve Esenyurt tayfası mafyalaşmış!
Beylikdüzü'nde örneğin "İnovia siteleri" var, orada onların izni olmadan
ne ev tutabilirsiniz ne satabilirsiniz.
Esenyurt'ta zaten tam gettolaşma var.
Bazı mahalleler var ki gözünüzü kapatıp sizi oraya bıraksam gözünüzü açtığınızda
"eyvah Suriye'ye kaçırmışlar beni!" dersiniz.
Daha yüzlerce örnek var ama yazsan ne olacak, en azından sağlığınıza dikkat edin.
DOKTORUNUZA, DİŞ HEKİMİNİZE MUTLAKA çalıştıkları laboratuvarın neresi olduğunu sorun.
Nur Pasin'den
32 notes
·
View notes
Text
Annem geliyor diyor uzun aradan sonra başladım aldım ya bi cigaralık içicem başka çok ağzıma sürmicem diyip başladım içtim ya görünenden bahsediyorum işte tuvalete kalktığını anladım kokudan rahatsız olduğunu da nerde görsem tanırım sigara kokusuna uyanıp onu rahatsız ediyor hızlı içtiğim için kokusu yayılıyor önlem alsanda bu gene onun kokusunu alacağı gerçeği, kendi de içiyor ama sigara zararlıdır içmeyin içtirmeyin spotu diye alnında sigara düşmanı diye gezmiyor direkt kokuyu anlıyor gelmişim uzun zamandan beri aylardır ağzıma sürmemişim kapıları kapatsamda gene aldı meret kokusunu, sen sigara mı içtin diyor çok kokutmuşsun diyor. Böyle sesimi normalleştirerek ağladığımı göstermeyerek evet içtim bi tane diyorum sen kalkana kadar da içeceğım kokuya aldırış etme diyorum yanıma kadar da geldi dibimden camdan baktı belli etmiyorum işte sonra gitti ben devam ettim içmeye bi gün çok korkuyorum yakın zamanda gerçekleşir de yanında kendimi tutamam geçirdiğim krizi ona belli ederim diye, yaşadığı en kötü duyguları yaşatırım diye, hassas, bunların toplu sebebiyetinin ismi geçilen o kağıtta yazcağım kişilerinde kendisi olduğunu bilmiyor, geliyorsun evladının yanından geçiyorsun hüngür hüngür ağlıyorum krize giriyorum ve ana yüreği hissetmiyor bile, böyledir bu şeyler, kime kalbini açtıysan yaşadığın olayları sen anlatmadığın sürece anlayamaz, bende saklıyorum kendimi her defasında ağladığımı senelerdir belli ettirmedim bi kere bile kimse anlayamadı, odasından duymaya kalksa durmayan ağlama sesim yayılacakken içtiğim sigara kokusuna uyanıyor, çok komik ama napabilirsin duygularımı içinde yaşayan bi insanım, taştırdığımda olacak kıyametim ozaman başlıyor olacak
34 notes
·
View notes
Text
Heaven Official's Blessing▪︎
222. BÖLÜM - Hayalet Kral ile tanışma - Veliaht prensin sarayında saklanma - 2
Bunu dediğini duyunca Xie Lian arkasında bir titreme hissetti, iki kulağını da açtı.
Guoshi’nin Jun Wu’nun odasına gizlice girip maskeyi çıkarttığı geceki şeyleri hissediyormuş gibiydi, Jun Wu’nun masanın yanından kalkıp yavaşça kendine doğru gelen ayak seslerini duydu.
Hua Cheng yatağın yanındaki perdelerin tam arkasında duruyordu!
Xie Lian yatağa girdiğinde Fang Xin'i yastığın altına saklamıştı ve şu anda kabzadaki eli onu sıkıca kavramış, doğru anı bekliyordu ama aynı zamanda gerçekten doğru fırsatın gelip gelmeyeceğinden de şüpheliydi. Yine de beklenmedik bir şekilde Jun Wu perdelere gitmek yerine yatağın yanına geldi ve doğrudan vücudunun üzerindeki örtüyü kaldırdı. Xie Lian vücudunun ürperdiğini hissetti ve ayağa fırlayarak ona ters ters baktı ama Jun Wu ona sadece hesaplı bir şekilde baktı ve sessizce, "Bu cübbe sana yakışmıyor," dedi.
“…”
Ancak o zaman Xie Lian onun hala brokarlı Ölümsüzü giydiğini hatırladı!
Brokarlı ölümsüz şimdi beyaz bir cübbeye dönüşmüş olsa da, Jun Wu elbette bunu kaçırmazdı. Bir an için Xie Lian'ı hesaplı bir şekilde izledi, içini çekti ve "Beni dinlemedin. Yine sorun çıkarmaya gittin, değil mi?" dedi.
Xie Lian onu endişeyle izledi, aniden gözleri masaya kaydı ve üzerinde bir hediye kutusu vardı. Kutu çoktan açılmıştı ve içinde birkaç marul, bir miktar patates ve havuç vardı.
“…”
Görünüşe göre Yağmur Ustası Jun Wu’Yu durdurup ona bir şey vermeyi unuttuğunu söylediğinde Yu Shi krallığından getirdiği yetişmiş ürünleri kastediyordu.
Jun Wu’nun arkasında, Hua Cheng bir elini sessizce perdenin kenarını kaldırmak için kullandı, yüzü ortaya çıktığında gözleri Jun Wu’ya doğru bakan Xie Lian’ın gözleri ile karşılaştı. Elini yavaşça belinde asılı gümüş palanın kabzasına dayadı, ani bir hamle yapıp yapmamayı düşünüyor gibi görünüyordu. Xie Lian doğru zaman olduğunu düşünmüyordu, Jun Wu ile konuşmak istemiyor gibi davranırken, kafasını salladı.
“Ling Wen’i nereye sakladın?” Jun Wu sordu.
Tabii ki Ling Wen’i ona veremezdi. Ling Wen’i gördüğü an neler olup bittiğini ona sormaya gerek olmazdı; onun daruma bebek haline bakmakla Hua Cheng’in cennetin başkentine gizlice girmiş olduğunu anlayabilirdi.
Ama, Xie Lian merak etmekten kendini alamadı –cidden Jun Wu Hua Cheng’in çoktan içeri sızmış olduğundan şüphelenmemiş miydi?
Sonrasında Jun Wu yeniden konuştu, “Xian Le, ifaden "yanlış" diyor gibi görünüyor. Ne yanlış? Brokarlı ölümsüzden başka birini daha mı sakladın?"
Xie Lian'ın ifadesi o anda hiç değişmedi. Jun Wu onu çok iyi biliyordu. Jun Wu'nun arkasındaki Hua Cheng ile sessizce bakışıyorken Xie Lian kendini toparladı ve soğuk bir tavırla şöyle dedi, “Ne istiyorsan onu düşün. Her türlü zaten kimse çıkamaz yani yapabileceğim bir şey yok. Seni memnun eden şeyi yap, moruk.” Sonra tekrar geri yatıp örtüleri başının üzerine çekti. Jun Wu’ya gelince arkasını döndü ve odanın içinde yavaşça volta atmaya aramaya başladı.
Acele etmeden bir süre aradı ama hiçbir şey bulamadı, Jun Wu bir süre düşündükten sonra yine de perdelere doğru döndü ve elini uzattı. Perde kaldırıldığında hiçbir şey yoktu. Jun Wu bir an duraksadıktan sonra perdeyi indirdi ve yeniden masaya döndü.
Hâlâ yatakta yatan Xie Lian'a gelince, çarpan kalbi hâlâ rahatlamamıştı. Yorganın altında, Hua Cheng hemen yanında yatıyordu ve yüzleri son derece yakındı. Xie Lian'ın kalbi çok sert çarpıyordu, tüm vücudu gergindi. Hua Cheng gülümsedi ve sessizce, "Korkma, Ekselansları"
Jun Wu arkasını döndüğü anda Hua Cheng perdeleri kolayca indirdi. Jun Wu onun yanından geçtikten sonra perdelerin arkasından kolayca sıyrıldı ve sessizce Xie Lian'ın yatağının yanına gitti. Xie Lian onu yatağa çekip içeri tıktı ve tam Hua Cheng içeri girerken Jun Wu tekrar arkasını döndü.
Zamanlama kusursuzdu, ayrıca eşyalar da karmaşıktı, bu yüzden Jun Wu dağınık battaniyeler dışında hiçbir şey görmedi. Sonunda Jun Wu, "Xian Le, uyumayı bırak. Zaten uyuyamazsın. Kalk ve benimle gel." dedi.
Xie Lian cidden yatağın içinde gevşemek ve kalkmamak istiyordu ama eğer kalkmazsa Jun Wu gelip battaniyeyi kaldırabilirdi, yani yalnızca mavi Daruma bebeğini yastığın yanındaki kolunun içine saklayıp yataktan çıkabilirdi.
Jun Wu çoktan yatak odasından çıkmıştı, Xie Lian arkasına baktı. Hua Cheng çoktan yataktan kalkmıştı, gözleri kapkara ve beraber gitmeye hazırdı. Xie Lian ona el salladı ve her şeyin yolunda olduğunu, asla açığa çıkmamasını işaret etti.
Jun Wu çoktan çıkmış ona sesleniyordu, “sorun ne? Neden gelmiyorsun? Yatakta seni geride kalmanı sağlayan bir şey mi var?”
Xie Lian aniden odaya dönerek masanın üzerindeki sebze kutusunu alarak çıktı ve arkasından kapıyı kapattı. Kutunun içinden havuç alarak bir ısırık aldı ve kuru bir şekilde cevapladı, “Bir şey yok. Aç olamaz mıyım?”
Jun Wu elindekine baktı ve sıcak bir şekilde konuştu, “Eğer beğendiysen bende daha fazlası var. Bir dahaki sefer sana göndereceğim.
Xie Lian, “…”
Birkaç blok yürüdüler, uzaktan kargaşa yaratan bir ses duyuluyordu, “HAHAHAHHAHAHA! FENG XİN! SENİ İT! BU ŞEYTAN KRAL ŞU AN SENİN SARAYINI AYAKLARI ALTINDA EZİYOR, NE YAPACAKSIN!! NE! GEL DE BENİMLE DÖVÜŞ!! AHAHAHAH”
Yine Qi Rong.
Yaklaştıklarında tüm altın sarayın onun işgali altında olduğu görülüyordu, devasa ve çirkin “Qİ RONG BURADAYDI” yazısı her yere yazılmıştı. Qi Rong kiremitleri sökmek için çatıların üzerine bile çıktı ve içerideki cennet mensuplarına bağırıp çağırdı. Gu Zi onun yanındaydı, çok mağdur görünüyordu, konuşmak istiyordu ama kendini durdurdu.
Şu anda Nan Yang Sarayı'nın üzerinde zıplayıp tepiniyordu ve Feng Xin sıkıntılıydı ve bu yüzden onu tamamen görmezden geldi; Qi Rong bir süre bağırdı ama sıkıldı, bu yüzden Mu Qing'in sarayına gitti ve aynı şeyleri bağırdı.
Mu Qing onun maskaralıkları karşısında birkaç kez gözlerini devirmiş gibi görünüyordu, Qi Rong öfkeyle ayaklarını yere vurdu, her yerde zıpladı ve Quan Yi Zhen'in sarayının tepesinde zıpladı. Ancak daha ağzını bile açmadan, başı kıvırcık saçlarla dolu ilahi bir heykel aniden odadan fırladı ve uçarak geldi, önce kafasını çarparak onu çatıdan aşağı düşürdü. Bu, kendi ilahi heykelini bir silah olarak kullanan ve doğrudan ona fırlatan öfkeli Quan Yi Zhen'di! Gu Zi şaşkına dönmüştü ve çatının kenarına tutunarak "BABA! İYİ MİSİN?" diye bağırdı.
Qi Rong deliye dönmüştü, “QUAN Yİ ZHEN SENİ UTANMAZ APTAL! BANA EL ALTINDAN PUSU KURMAYA NASIL CÜRRET EDERSİN!”
Gu Zi bir anlık tereddüt etse de sordu, “Baba, nasıl el altından olur? Doğrudan heykeli sana fırlatmadı mı?”
Qi Rong bağırdı, “SENİ APTAL ÇOCUK! Bana karşı kazandığı sürece ne yaptığının ne önemi var, hepsi el altından! Aksi takdirde bu ataya karşı nasıl kazansın?”
“Oh…” Gu Zi cevapladı.
“…” sonuçta Qi Rong onun küçük kuzeniydi bu yüzden Xie Lian yüzünü kapamadan edemedi.
Jun Wu durdu, “Yeşil hayalet.”
Qi Rong bu sesi duyduğunda yüzü kasıldı, sürünerek yerden kalktı ve dikkatlice söyle bir baktı, Jun Wu’ya karşı dikkatli gibi görünüyordu. Bu bakışla ‘baba ve oğul’ ikisi de doğal olarak Xie Lian’ı da gördüler, Gu Zi mutlulukla bağırdı, “Hurdacı Gege!”
Diğer taraftan Qİ Rong sadece alaycı bir şekilde homurdandı, “Vay be! Bu da kim? Kuzen veliaht prens değil mi?”
Xie Lian onu en ufak bir şekilde bile kabul etmek istemedi ama o yine de onu rahatsız etmeye geldi ve laf atarak etrafında daireler çizdi, “Daha önce çok neşeli değil miydin? Arkanda iki dağ ile bana aşağı bakıyordun, şimdi neden kaybolmuş köpek gibi görünüyorsun?”
Xie Lian şaşırmıştı, “arkanda iki dağ?”, sonra fark etti ki biri Hua Cheng diğeri de Jun Wu idi. Önünde duran Jun Wu’ya bir bakış attı, her türlü şeyi hissetmekten kendini alamadı. Aniden uzun zaman önce Hua Cheng’e Jun Wu’nun nasıl biri olduğunu sorduğunu hatırladı. O sırada Hua Cheng'in yanıtı şuydu: ‘Jun Wu ondan gerçekten nefret ediyor olmalı.’
Qi Rong devam etti, "Hehehe, sen Hua Cheng denen şerefsizi destek olarak kullanıp beni pusuya düşürmeden önce, ben senden intikam almaya çalışmadım bile ve başkası senden önce davrandı, gerçekten ne güzel bir karma!"
Jun Wu sessizce konuştu, "Yeşil Hayalet, Xian Le ile saçma sapan konuşmayı kes. Artık astlarını dışarı çıkarabilirsin."
Qi Rong geçmişte Jun Wu'nun arkasından çılgınca küfretmiş olsa da gerçekten Jun Wu'nun karşısına çıktığında asık suratla kuyruğunu kıstırdı. Yüz ifadesi ne kadar isteksiz olduğunu gösterse de başka bir şey söylemeden çatıya atladı, Gu Zi'yi aldı ve ayak işlerini yapmak için koştu.
Jun Wu daha sonra Xie Lian'a döndü, "Gidelim." Xie Lian, Jun Wu'nun onu götürdüğü yola baktı ve içten içe düşündü, 'Bu yön... Qi Rong'un astlarına mı gidiyor? Olabilir mi...' Bir süre sonra bir köşeyi döndüler ve ikisinin önünde görkemli bir dövüş sarayı belirdi.
Ming Guang Sarayı!
Sarayda zaten içeriden gelen kızgın kükremeler ve tutarsız bağırışlar vardı. Xie Lian paniğe kapıldı ve Jun Wu’Yu takip etmeyi önemsemeyi bırakarak içeriye doğru koştu.
Sarayın için tam bir karmaşaydı.
Pei Ming'in yüzü çelik gibi karanlıktı ve Xuan Ji bir engerek yılanı gibi ona yapışmış, bir düğüm atmaya ramak kala etrafını sarmış, uzun saçları dağılmış, yüzü yeşil, dişleri kırmızı, gözleri vahşi ve dik dik bakıyordu. Sanki Pei Ming'in boynunu ısırmak istiyormuş gibi görünüyordu ama kendisi de Ban Yue tarafından boğulmuş ve çekilmişti; diğer tarafta, kırık kılıç tam Pei Ming'in boynuna doğrultulmuştu, delip geçmek üzereydi ama Pei Su'nun elleri tarafından sıkıca tutulduğundan bıçak ilerlemiyordu; Ban Yue ve Pei Su'nun arkasında ise Ke Mo yumruklarını sallıyordu ve eğer onu aşağı çeken kül rengi yüzlü Pei Ming olmasaydı, Ke Mo'nun demir çekiçten daha büyük iki dev yumruğu muhtemelen Pei Su ve Ban Yue'yi dümdüz edecekti. Xuan Ji ve Rong Guang kimin ilk önce Pei Ming’i boğacağı veya bıçaklayacağı tartışıyor, birbirlerini itip kakıyor ve bağırıyorlardı. Xuan Ji çığlık attı, "KAYBOL! PEİ MING'İN BOKTAN HAYATI BENİM, BENİM, HEPSİ BENİM!!!"
Ming Guang kılıcına sahip olan Rong Guang da bağırdı, "SEN KAYBOL! NE CAHİL BİR KADINSIN! PEI MING'İN İSTEMEDİĞİ BİN TANE OLMASA BİLE EN AZ SEKİZ YÜZ KADIN VAR, YÜKSEK SIRADA OLDUĞUNU MU DÜŞÜNÜYORSUN? PEI MING'İN BOKTAN HAYATINI ALACAK OLAN BENİM!!!"
Pei Ming'in alnındaki damarlar şiddetle patladı, "...SİZ... İKİNİZ DE... KAÇIKSINIZ!!! HEPİNİZ KAYBOLUN!!!"
Xie Lian sonsuz bir sempati duyuyordu. Bir anlamda, bu muhtemelen aşırı popülerliğin talihsizliği olarak kabul ediliyordu. "General Pei, dayanın!" diye seslendi ve tam onu kurtarmaya gitmek üzereydi ki, beklenmedik bir şekilde, daha hareket etmeden bir el omzuna dayandı.
Arkasındaki Jun Wu konuştu, “XianLe, cidden seni buraya sadece iyi işler yapılmasına yardım etmen için mi çağırdığımı mı düşündün?”
Yaralanma ve hırpalanmanın ortasında Pei Ming ve etrafındakiler de onları fark etti, Ban Yue neşeyle seslendi, “General Hua!”
Jun Wu elini aşağı doğru bastırdığında, Xie Lian birdenbire tek bir kasını bile hareket ettiremedi, “O zaman neden beni buraya getirdin?”
Jun Wu elini onun omzunda tutmaya devam etti ve onu saraya doğru itikledi.
O içeri girer girmez, birbirine dolanmış kalabalık bir anda yere yığıldı, sanki güçleri emilmişti ve sadece birkaçı hala etrafta çırpınabiliyordu.
"Ming Guang." dedi Jun Wu.
Xuan Ji artık onu boğmuyordu ve Pei Ming'in yüzü nihayet düzeldi. Rahat bir nefes aldı ve "Lordum, gerçekten... bunun için teşekkür ederim" diye cevap verdi.
Ses tonu alaycı olmasa da sözlerinin kendisi oldukça ironikti. Jun Wu aldırmamış gibi göründü ve gülümsedi, "Bana bu kadar erken teşekkür etmene gerek yok, Ming Guang, bir şey yapmama yardım etmen için geldim."
“Nedir?” sordu Pei Ming.
“Kraliyet başkentinde, aşağı alemlerde,” dedi Jun Wu, “Şu anda bir insan rünü var.”
Biliyordu.
Jun Wu usulca söyledi, “İnsan rününü yık, ben de seni Kuzey’in savaş tanrısı pozisyonuna geri döndüreyim.”
Pei Ming Xie Lian'a baktı ve kuru bir şekilde kıkırdadı, “Çiçeği Arayan Kızıl Yağmur insan dizisine korumacılık yapmıyor mu? Onu zorla kıramayabilirim.”
“Tabii ki onu zorla kıramazsın.” Dedi Jun Wu, “Ama sana zorla kırman gerektiğini söylemedim.”
Pei Ming ise rünü kırmak gerçekten kolay olurdu. Yardıma gitmiş gibi davrandığı sürece Shi Qing Xuan elbette ona izin verirdi. Bir kere rüne girdi mi, aniden kaçarsa o zaman rün mahvolurdu.
Ayrıca Hua Cheng şu an kraliyet şehrini korumuyordu bile, yani düzeltemeye gücü yetmezdi!
#tian guan ci fu#xie lian#jun wu#feng xin#hualian#hua cheng#ling wen#heavenlyblessing#heaven official's blessing#jian lan#pei ming#mingguang#banyue#pei su
11 notes
·
View notes
Text
Yaşar Abi’yle anılar... anılar... Yaşar Abi aslında çocuk gibidir. Çabuk kırılır, çabuk küser. Ama içinde kötülük yoktur. Fakat kendine yapılanı da hiç unutmaz. Zaten hiçbir şeyi unutmaz ya, neyse. Şimdi sizlere bu konuyla ilgili birkaç anekdot anlatmak istiyorum. (...) Aziz Nesin, Yaşar Kemal ve Çiçek Arif Madem konu küslükten, dargınlıktan açıldı, o zaman bir de Yaşar Kemal Aziz Nesin hikâyesi anlatmalıyım size. Aziz Abi bir yazısında mı, yoksa bir sohbette mi ne Yaşar Abi’yle ilgili bir laf söylemiş. Yaşar Abi de bunu duymuş ve selamı sabahı kesmiş onunla; konuşmuyorlar. Türk edebiyatının ve kültürünün tepesinde oturan, uluslararası ünleri olan bu iki devin küslüğünden herkes rahatsız. Özellikle de dostları, arkadaşları tabii. Kimse de cesaret edip onları bir araya getiremiyor. Böyle de sürüp gidiyor bu durum. Bir akşamüstü Yaşar Abi, ben, Karanlık Cengiz ve Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın hem danışmanı hem basın sözcüsü, Büyükelçi Kaya Toperi dostumuzla Çiçek Bar’da muhabbeti kurmuşuz. Gülmecenin, fıkranın bini bir para. Erken bir saat olduğu için barda kimseler yok. Biz gülmekten kırılıyoruz. Tam tanımıyla yerlerdeyiz. Biz kahkahalara boğulurken bahçe kapısından Aziz Nesin girdi içeri. Yanında, son zamanlarda beraber olduğu kadın arkadaşı. Ölümünden üç beş ay önce olsa gerek. Artık, barda yalnız değiliz. Seslerimize çekidüzen verip biraz kısarak sohbetimize devam ettik. Ne de olsa barın sahibiyiz. İşin gereği bile olsa, ki o yüzden değil, gerçekten saygı duyduğum bir abi olarak Aziz Abi’ye hoş geldiniz demek için masadan kalktım. Aziz Abilerin masasına gidip, “Hoş geldiniz” dedim. Kısa bir süre için de olsa masalarına oturdum. Hoşbeşten sonra, lafı da döndürüp dolaştırıp, Yaşar Abi’yle olan dargınlıklarına getirdim ve niye konuşmadıklarını sordum. Aziz Abi de dargın olmadığından, bir konuşmasından dolayı Yaşar Abi’nin alınganlık gösterdiğinden söz etti. Aziz Abi’nin beni sevdiğini bildiğimden de cesaret alarak sordum: “O zaman Yaşar Abi’yi alıp masanıza getirsem bana kızmazsınız değil mi abi?” “Niye kızayım ki canım. O bizim küçük kör ayıcığımızdır” dedi. Bunun üzerine masadan izin isteyerek kalktım. Kafamda acele bir plan geliştirdim. O zamanki Çiçek Bar’��n şefi Cafer’i çağırıp, soğukluktan bir şişe Cordon Rouge şampanya çıkarıp, servise hazır hâle getirmesini söyledim. Çalışanlardan birinden de fotoğraf makinesini hazır etmesini istedim. Ben işaret ettiğimde hemen harekete geçersiniz, dedim. Sonrasında da gidip kendi masamıza oturdum. Oturur oturmaz da Yaşar Abi, “Aziz ne anlatıyor?” diye sordu. Ben de, o anda yazdığım senaryoyu okudum Yaşar Abi’ye. “Diyor ki Aziz Abi, ‘Ne o, bir şey mi var da Yaşar bana selam vermiyor. Hoş geldin demiyor? Sen bilirsin Arif?’ diye sordu” diyorum. “Peki sen ne dedin?” “Ben de bilmediğimi söyledim tabii.” “Hadi lan ordan. Aziz böyle şeyler söylemez. Düpedüz yalan söylüyorsun.” “Ben niye yalan söyleyeyim abi. Niye uydurayım ki? Ben, bana ne söylediyse onu söylüyorum.” “Beni kandırmaya kalkmıyorsun değil mi?” “Haddime mi düşmüş abi sizi kandırmak.” Yalandan kim ölmüş? Yemin billah ederek doğru söylediğimi, hatta, vakit geçirmeden masasına gitmemiz gerektiğini, yoksa çok ayıp olacağını söyledim. Kaya Abi de Karanlık Cengiz de beni desteklediler. Bana inanmasa da Aziz Abi’ye bir merhaba deme gereği duydu sanırım. “Hadi o zaman, yürü. Beraber gidiyoruz ulan” dedi. Masadan kalkarken bizim şef Cafer’e işareti çakıyorum. Bana tam inanmamış, ikircimli bir hâlde yürürken;
“Bak Arif, yanlış bir şey olursa seni asla affetmem. Bunu bilesin” dedi. “Bilmez olur muyum abi? Tamam, affetme” diyerek yüreklendirdim onu. Ama onun bu konularda bana pek güvenmediğini de biliyordum. Bu yüzden beni tehdit ederek, giderayak işin doğru olup olmadığını öğrenmeye çalışıyordu. Ne kadar yalan söylemeyen adamı oynasam da Yaşar Abi yine de benim işgüzarlık yapabileceğimi biliyor. Benim yaptığım da riskli bir iş ya, neyse. Aslında ben, Aziz Abi’nin sevgisine ve bilge kişiliğine güvenerek buna yeltenmiştim. Yapacak bir şey yoktu artık. Aziz Abi’nin masasına gelmiştik bile... Arkamızdan şef, garsonlar, komiler eşliğinde şampanya tepsisi geliyordu. Yaşar Abi; "Vay Aziz! Hoş geldin!” deyince, Aziz Abi de, "Nasılsın Yaşar?” dedi ve kucaklaştılar. Aynı anda şampanya da bütün gürültüsüyle “bom” diye hemen arkamızda patladı. Onların ürkmüş, şaşkın bakışları arasında bizim masadan bir alkış koptu. O sırada bir yandan da fotoğraflar çekiliyor. Daha sonra Kaya Toperi de gelerek Aziz Abi ile Yaşar Abi’yi kutladı. Şampanyalar içtik. Böylece uzun zamandır süren küskünlük de son bulmuş oldu. Bu işe en çok sevinenin ben olduğunu söylememe gerek yok sanırım. Neyse bu kez, kazasız belasız çıktık işin içinden. Bu olaydan üç beş ay sonra Aziz Abi’yi kaybettik. Türkiye büyük bir değerini yitirmişti. Yaşar Abi, Aziz Abi’nin ölüm haberini alır almaz bana geldi. Üzgün... "Aferin ulan Arif. Ne iyi ettin de Aziz’le beni barıştırdın. O gün söylediklerinin hepsinin yalan olduğunu biliyordum. Ama bak Aziz öldü. Sen bizi o gün barıştırmasaydın, bugün birbirimize küs gidecektik. Bu da benim için daha büyük bir acı demekti. Sağ ol lan Hasan Emmimin oğlu. Yalan malan ama iyi ettiğin belli” deyip boynuma sarıldı. Dokunsalar ağlayacak hâldeydi. O an yüreğinden kopmuş gelen iki damla gözyaşı, kirpiklerinin arasından yere düşmek için sabırsızlanıyordu... Aziz Abi’nin yokluğuna alışmak hepimiz için zor oldu. Hâlâ ülkenin çözümsüz sorunlarına, ondan gelecek çözüm önerilerini bekler dururum. Kimsesiz çocuklar için kurduğu vakfının bahçesinde, nerede yattığı bilinmeyen mezarında, ışıklar içinde yat Aziz Abi! Tüm çiçekler üstüne açsın. Yıldızlar üstüne yağsın! - Arif Keskiner, Yaşar Kemal’li Anılar / Binbir Renk Binbir Çiçek - Fotoğraf: Yaşar Kemal, Aziz Nesin, Arif Keskiner
#Arif Keskiner#Yaşar Kemal'li Anılar#Binbir Renk Binbir Çiçek#Yaşar Kemal#Aziz Nesin#Çiçek Arif#Çiçek Bar#Yaşar Abi'yle Anılar#Anı#Anılar#Hatıra#Hatıralar#Kemal Sadık Gökçeli#Yazar#Şair#Yürekbalı#Küsmek#Barışmak#Tüm çiçekler üstüne açsın#Yıldızlar üstüne yağsın#Yaşar Abi#Aziz Abi#Sevgi#Sevmek#Karanlık Cengiz#Kaya Toperi
24 notes
·
View notes
Text
Aşk, kimyasal bir süreç değil mi zaten? Beynin kıvrımlarında bir ışık yanar, vücudun serotoninle yıkanır, o ünlü "kelebekler" karın boşluğunda dolaşmaya başlar. Bilim diyor ki, serotonin salgısı iştahı keser, işte o yüzden aşkın ilk günlerinde yemek yemeyi bile unutursun. Çikolatalar boşa çıkar, mis gibi kokan taze kahve bile çekici gelmez. ‘Ne yedim, ne yemedim’ derken bir bakmışsın ki tartının üzerinde dans ediyorsun; hem hafif hem de sevdanın ağırlığıyla.
Ama zaman geçer… Serotonin biraz geri çekilir, kelebekler kanatlarını biraz dinlendirmek ister ve sen bir bakmışsın ki yemek masasında sevgilinle, akşam yemeğinin ortasındasın. Ne de güzel yemek yapar o! Veya birlikte dışarıda yemek yemeyi alışkanlık haline getirirsiniz. Sadece yemek mi? Sabahları birlikte yapılan kahvaltılar, akşam üzeri çayın yanında kurabiye, hatta gece bir fincan sıcak sütle uzayıp giden sohbetler…
Ve tabii ki birlikte geçen huzurlu anlar.
Sonra bir gün sevgilin kilo almaya başlar. Bir taraftan bilim kafanı kurcalar: "Serotonin iştahı kesiyordu, öyleyse bu aşk mı?" Aklında sorular dolaşır. "Ya bu ilişki düşündüğüm kadar heyecanlı değilse? Aşk mı, alışkanlık mı?"
Dur hemen telaşa kapılma. Kilo almak, aşkın bitişini işaret etmek zorunda değil. Belki de bu, aranızdaki en derin sevginin işareti. Çünkü aşk, sadece serotoninle açıklanacak bir şey değil. Gerçekten yakın hissettiğin biriyleysen, kendini daha rahat, daha güvende hissetmez misin? Artık o heyecanlı flört döneminin stresi ve adrenalin patlaması azalmıştır, yerini huzur ve beraber yapılan akşam yemeklerinin keyfi almıştır. Aslında, sevgilin biraz kilo aldıysa bu ilişkinin güvenli ve huzurlu bir limana dönüştüğünün işareti olabilir.
Sonuçta, aşk sadece iştahı kesmek değil, aynı zamanda birlikte yaşamanın, yemekten keyif almanın, hatta kilo almanın bir yolu olabilir. Hem, belki birlikte yürüyüşe çıkarsınız, belki de o birkaç kilo sadece sizi daha çok sarılabilir hale getirir.
Ne demişler: "Aşk karın doyurmaz ama güzel bir sofra kurmayı öğrenir." Sevgiliniz kilo aldıysa, ilişkinizin sonunu değil, belki de en keyifli dönemini yaşıyorsunuzdur.
Ama siz yinede ilişkinizi bir gözden geçirin..
7 notes
·
View notes
Text
Meursault’la Konuşmalar 30
Çay sofrasından saatin geç olduğunu düşünerek kalktım, hızlıca yarışa geçtim, telefona baktım saat 23.04. Neyse yavaş yavaş uykum gelir dedim ama gelmeyeceğini de biliyorum. Halbuki uykum da var gibi ama uyumam o kadar üzülen sürüyor ki en son sızıyorum. Uyuyamamak çok sancılı bir şey, yaşamayan bilemez. Çıldırtıyor beni.
Yatarken bir yandan başladığım her şeyi yarım bırakışımı düşünüyordum. Dün ne güzel kremimi sürüp yatmıştım bugün çat diye geçtim yatışa derken on dakikalık iç muhasebemin sonucunda kalktım yüzümü temizleyiciyle yıkayıp kremimi sürdüm. Bu cica krem güya yüzümün yaralarına merhem olacaktı ama hiçbir etkisini görmedim. Allah’ın cezası mhrs’de cildiyeye bırak randevu almayı talep bile oluşturulamıyor. Olmadı özele gideceğim artık.
Şimdi durup dururken pazartesi günü pazara gitme sırasının bende olduğunu hatırladım. Hafta sonu da evi temizleme sırası bende ama muhtemelen kavga çıkacak. Çünkü ben şehir dışındayken eve misafir geldi, ablam o gün evin yarısını süpürüp bırakmış. Yapmış sayılmaz, bu hafta da o süpürsün beni bağlamaz şeklinde itiraz edeceğim.
Benim acilen iş bulmam lazım. Annemin her alışveriş önerimde “çok kazanıyorsun herhalde” iması yapmasından gına geldi. Hayatımda ilk defa kazandığım parayı faturaya şuna buna yatırmadan harcama lüksüm var ama bu lüksü sağlayan şey annemlerle yaşamak, bu yüzden böyle bir handikapı var. Kardeşim hiçbir şeyim yok deyip habire pahalı sezon ürünlerinden alışveriş yapıyor ona bir şey demiyor ben indirimli çok makul şeyler alıyorum lafını ediyor. Sanırsın üvey evladım. Kendince hepimize eşit davranıyor ama öyle değil. Yıllar önce Nizip’te oturuyoruz, ablam o dönem kursta hoca, bana çoğu zaman para yetmiyor denirken (ki yetmiyordu çünkü babam bir devlet dairesi olan iş yerinde bütçe kalmayınca cepten harcıyordu) ablam her ay yeni bir elbise diktiriyordu. Hiç unutmuyorum, sık sık görüştüğümüz birinin evine oturmaya gittik, bir ara dedi ki Erva sizin evin sindirellası mı, B’yi (ablam) ne zaman görsem başka bir elbiseyle, şıkır şıkır, S. (kardeşim) desen yine öyle sen de hep şıksın ama Erva’yı hep aynı kıyafetlerle görüyorum. O gün eve gidince çok ağlamıştım odamda. Ben gerçekten de öyleydim, hala da öyleyimdir. Ne zaman üst baş almaya gitsek annem pahalı bulurdu. Tesettür markalarından hiç pardösü almadım mesela. Durumumuz olmadığından değil, babam bir devlet kurumunda idareciydi ama annem bilinçaltında onaylamadığı giyim şeklime para harcamayı bir türlü oturtamıyordu. Hala devam ediyor bu. Kız kardeşimle aynı şekilde giyiniyoruz, o bir şeye çok para verince annem “e daha ucuzu yok ki” diyor (piyasadan asla haberi yoktur) bana gelince hayırlı olsun demeden parasını soruyor. İlk başlarda bir de uyguna aldığıma inanmama huyu vardı. Ben her şeyin nereden alınacağını bilirim genelde, çok şükür Allah o konuda bir merak ve isabet kabiliyeti vermiş, en uygununu bulurum bir şekilde. Misal geçen sene bayramdan sonra gerçekten giyecektir şeyim kalmadığı hatta bu yüzden bayramda misafirlerin yanında hep feraceyle durmak zorunda kaldığım için bir elbise almıştım, fiyatına inanmadı, mümkün değil diyor ama nasıl emin mümkün olmadığından, faturasını mı göstereyim ne yapayım mümkün işte dediğimde göster demişti ve ciddi ciddi bakmıştı. Önceki hafta da iki demet frezya bir dal sümbül almıştım çingenelerden. Ben yokken konuşmuşlar belli ki annem iki gün sonra imalı bir tonda Erva bu çiçeklere kaç para verdin dedi. 150₺ niye sordun dedim, bu çiçeklerin çok pahalı olduğunu öğrendim de dedi. Ablam da o sırada odadaydı, mümkün değil dedi. Gayet de mümkün, demeti 50₺ hepsi 150₺ dedim. Sürdürdüler aynı muhabbeti, inanmıyorsanız keyfiniz bilir deyip geçtim. Sonraki hafta yine aldım, yine aynı muhabbet. Annem gerçekten 50₺ mi diye sordu. Dedim anne bir dahakine alırken satıcıyla video çekerim annem inanmıyor gerçeği söyle kaç para diye. Güldü, güldük geçtik. Ama içimde birikiyor bunlar, geçmiyor. Çıldırasım geliyor bu tavra. Diyalogları tırnak içinde yazmam gerekirdi ama çok üşendim, sorry.
Blogun adını değiştirmeyi düşünüyorum. Evet benimle özdeşleşti ama aynı zamanda anonimliğini de yitirdi. Geri istiyorum onu.
Hala uykum gelmedi. Halbuki telefonumu yatmadan çok önce geçirdim kırmızı ışık moduna. Girmiyor bir türlü düzene. Acaba melatonin mi alsam? Gerçi önce iyot alacağım. Depresyonla mücadelede çok etkiliymiş, biri kitap da önerdi bununla ilgili. Hemen şimdi uygulamaya geçip iyot siparişi vereyim. Kitabı da koyayım buraya merak eden varsa.
Annemin ablamı ve kardeşimi daima benim önüne koymuş olmasını bunca saat terapiden sonra sindirebilmiş olmam gerekirdi ama gel gör ki ben tam iyileşme emaresi göstermeye başladığımda ailece yaşamaya başladık. Başa sardık yani. Şimdi her gün aynı şeye yeniden şahit oluyorum ve sinirlerim tekrar tekrar yıpranıyor. Buraya kadar okumaya sabreden varsa bana dua edebilir mi? Çok yoruldum. Oradan bakınca basit bir geçimsizlik hatta belki kıskançlık gibi görünüyor olabilir ama değil ve gerçekten çok yorucu.
Doktora evlenememe meselesini bu ara tekrardan takmaya başladığımı, geçen gece bu yüzden ağladığımı söyledim. Ve dedim bütün dualarımda “kendi düzenim olsun” derken buluyorum kendimi. Muhtemelen kendi evime çıksam bu kadar çok takılmayacağım bu konuya, doktorun da böyle düşündüğüne adım gibi eminim ama ayda 40-50k gelirim bile olsa bizimkiler ayrı eve çıkmama ikna olmazlar biliyorum. Ben de zaten ayrı eve çıkmak değil sevilmek, ince ince düşünülmek istiyorum. İnce düşünülmek çok etkiliyor beni. Misal geçen arkadaşım paylaştığım sümbülü görünce mesaj attı, istemediği bir şehre gitmek zorunda kaldı, burada bu çiçekler hiç yok dedi, saksıda satan bir fideci bulup odasına sümbül gönderdim kargoyla. Beni böyle düşünen bir arkadaşım yok. (Gerçi bir kere Beyza chado’nun şişesini çok beğendiğimi söylediğim tiviti görüp hediye almıştı, tek örnek) arkadaşlarımı, dostlarımı çok seviyorum, harikalar ama bu bir fıtrat ve odak meselesi. Sevgisiyle beni sarıp sarmalayacak, hayatının merkezine alacak, küçük hediyeler alarak beni mutlu edecek, duygu değişimlerimin farkına varacak birini istiyorum. Çünkü öz annem bile farkına varmıyor ruh halimin.
Doktor her şeyin adım adım olacağını ama önce tezi bitirmem gerektiğini hatırlatıyor her seferinde. Ben ise giderek açıyorum arayı tezimle. Ama buna bir dur diyeceğim. Elimdeki dosya biter bitmez teze döneceğim inşallah. Ve bitecek hayırlısıyla
Şimdi her şeye yeniden başlamadan önce uyuyup dinlenmeliyim. Uyuyabilirim inşallah
15 notes
·
View notes
Note
trabzonsporlu Randy
KESİNLİKLE CANON
SAYFANIN TRABZON LORE U VAR GEÇENLERDE BİR HEMŞERİMLE HAMSİ HAMSİYE BUNU TARTIŞTIK HATTA (asteriks koyduğum yerler onun fikriydi)
memleket ve takım headcanonlarını saycam şimdi öhöhöh
randy angaralı ama tarbzonspor kitlesini aşırı benimsemiş durumda
sahalara atlıyor elinde sandalyeyle koşuyor
götünde fişek patlatıyor
61. dakikada çıldırıyor
yüz taşak kendini bordo maviye boyuyor*
hakemi dövüyor
aziz yıldırımdan nefret ediyor
trabzonspor müzesine gidip 2012 kupasının olası gereken boş büstün yanında foto çekiniyor tripli captionlar atıyor
fenerliler dni kjpfreojprvpohvrwpoj gidiyor kaleciye sövmek için karşı tarafın kalesinin arkasındaki koltuğu kapıyor*
tsli oyunculara topunuz olurum diye bağırıyor*
kanıt olarak bir tane beyzbol bölümü vardı orada zaten ne kadar agresif bir taraftar olduğunu görüyoruz
randynin stan e dans etmeyi ��ğrettiği bir bölüm vardı orada türk olsalar kolbastı öğretirdi stan e KESİNLİKLE ZORLA TS TUTTURURDU
randy öyle bir kaptırmış ki evde sürekli kazım koyuncu ve volkan konak çalıyor kyle stanin eve girince diyor ki amk ben ben bile bu kadar trabzonlu değilim
kyle da karadeniz müziklerinden mağdur çünkü kendisi trabzonlu ve ailecek geziye gittiklerinde aynı kazım koyuncu kasetini 6572657423657342 kere dinleme durumunda kalıyor
trt müzikçi sheila canon bu arada kendisi gidip karadenizli müzisyenlerin çıktığı programları kaydedip tekrar tekrar açıyor
evde sürekli hamsi pişiyor evde yedi yirmi dört çay demleniyor
ike çay sevmiyor sheila zorla çay içiriyor*
gerald marketlerdeki çayı sevmediği için kaçak kaliteli çay getirtiyor*
çay konusunda acayip seçiciler eve poşet çay sokamıyorsun o derece
kyle kaçak olarak papatya çayı içiyor kendisini ilaç kesmediği için
kyle da tam ben trabzonluyum diye ts tutmak zorunda değilim tmm mı diye geçinen gs taraftarı tipi var
CARTMAN FENERLİ BU ARADA
kyle fındık tarlasına üni parası çıksın diye gidiyor yanında kenny i de götürüyor*
kyle çok güzel istanbul türkçesi konuşuyor ama sinirlendiğinde sinir hastası doğu karadenizliliği tutuyor lazca küfretmeye başlıyor* (trabzon yöresinde çok laz yok biliyorum ama bunların uzaktan akrabaları artvinden trabzona göçmüş olabilir diye düşündüm)
kanıt olarak its a jersey thing bölümünü gösteriyorum eğer sp türk dizisi olsaydı bu bölüm kesinlikle trabzonu hedef alırdı
YA BİLDİĞİN BİZE HER YER TRABZONUN ABD PARALELİ YAŞANIYOR BÖLÜMDE ŞAKA GİBİ
kyle dönüşüm geçiriyor sarı yağmurluğu çizgili bereyi geçiriyor fjhhıeıajjjalfjjkdslldj
cartman kyle ı sinir etmek için ona arada temel diyor
doğum gününde hamsi kalem alıyor
kyle bunu dövüyor ama sonradan mürekkebi iyi diye o kalemi kullanıyor
içten içe uğurlu kalemi diye düşünüyor hatta*
bu arada alakasız ama kenny nin abisinin ösym kalemini tüm eğitim hayatı boyunca kullanması canon
kyle ıspanak yiycenni*
KYLE IN DOĞUM GÜNÜNDE MISIR EKMEĞİNE MUM DİKİP OKULA GETİRİYORLAR
cartmanın cartman finds love da kyle a mimoza çiçeğimi söylemesi fikri kabuslarıma giriyor ama buraya yine de yazacam
cartmanın memlekete gelelim bir de
şimdi liane izmirli ve cartman memleketim çok iyi diye herkesin memleketiyle istediği kadar dalga geçebileceğini düşünüyor
sonra jack tennormanin babası olduğunu öğreniyoruz
jack tennorman konyalı ngkrsşojvrsjoşre
(ya aslında yozgatlı da olabilir çünkü kızıl saçlı ve zamanında yozgata sürülmüş keltler de var ama neyse)
cartman o bölüme paralel bir şekilde babamı öldürdüm diye ağlamak yerine ben konyalı mıyım şimdi diye ağlıyor zırlıyor
kenny kesinlikle bjk li
çarşıcı kenny gerçek
kennynin memleketi tam kestiremiyorum tunceli olması komik geliyor ama ankara mamak headcanonu da çok sarıyor beni of
wendy sadece milli takımı tutuyor ve kendisi volaybol izlediği için kadın voleybol takımlarına daha ilgili
wendy ankaralı sürekli tren kullanan eryamanlı havası alıyorum
stan çankaya bebesi
craig ve tweek fenerli zaten fenerli logosu gibi geziyorlar amk
sivaslı craig gerçek
tweek istanbul fatihli
butters takım tutmuyor cartman ona soğan diyor bu yüzden
butters bursalı yüzde yüz eminim yemin ederim ama kanıtlayamam
bebe izmirli ve takım tutmuyor
tamam fikirlerim tükendi bu kadar
trabzonlu admine iyi denk geldin bütün bilgimi döktüm buraya anonsu inş beğenirsin
#ask#türkopark headcanonları dvslşjdsbonldbs#çok yardımı dokunmuş canım hamsime teşekkürler bir tanesin
17 notes
·
View notes
Note
Hamira çok üzülmek günah mıdır? Günahımıza ve halimize çok üzülmek günah mı? Bir diğer sorum da kadere tedbir alınabilir mi? Geçmişte olan herşey kader midir, seçim midir?
Esselam.
Öncelikle şunu belirteyim bir şeye günah, sevap helal haram dememiz için nasslarla sabit olması veya içtihat olması lazım o yüzden bir hüküm belirtemem ama şunu söyleyeyim bir şeyin 'çok, fazla' olanından sakınmamız gerekiyor. Yani yemek yemek helal ama fazlası sıkıntı, sevmek helal ama haddi aştı mı azap vs vs. Hadislerde de geçtiği üzere bize her konuda mutedil olmamız emredilmiştir.
Hadis, zühd kitaplarına bakın günah için ağlamanın, üzülmenin fazileti ile ilgili çok fazla rivayet bulursunuz ama nasıl bi üzülme, ağlama? İnsanız günah işleyebiliriz gayet normal ama günahın bizde asılı kalması sıkıntı. Büyük günahlardan birisini işleyen bir insan düşünün; pişman olmuş, mahcup olmuş, böyle bir şey yaptığı için sürekli kendisine kızıyor hatta öyle kızıyor öyle üzülüyor ki, sürekli depresif bir modda geziyor, üzüntüsü yüzünden elini kolunu kaldıracak hali yok o yüzden de devamlı yatıyor. Sizce bu üzüntü o insan için hayr mıdır? Yoksa bir başka insan daha düşünün ki, işlediği büyük günahtan dolayı yine aynı şekilde pişman mahcup olmuş ama bu üzüntü onu dini konusunda daha da hırslandırmış. O günahından tevbe etmiş Allah'ın da tevbesini kabul etmesini umuyor, Allah adına bir hayat yaşamak için kendisine söz veriyor ve hayatındaki hayrları çoğaltmak için azmediyor. O günahından da kimseye bahsetmiyor, bu durum daha hayrlı değil midir sizce? Pasif bir üzüntünün ne dünyamıza ne de ahiretimize faydası vardır. Bizi dinimiz hususunda azme sevk etmeyen, Kitab'ı anlamaya, sünneti temsil etmeye yöneltmeyen düşünme bizim için yüktür. O yüzden günahlarımız için üzülelim elbette ama bu üzüntü bizim imanımızı arttırsın. Rasûlullah aleyhisselamın yaptığı şu duayı da dilimizden düşürmeyelim: “Geçmişin üzüntüsünden, geleceğin kaygılarından (sıkıntılarından) Sana sığınırım.“(Buhari, 6369)
Diğer meseleye gelince itikadi mezheplerin sayfalarca delillerini savunduğu mevzuyu burada açıklamamı istiyorsunuz :) uzatmadan açıklayayım inşaallah.
Kardeşim Rasûlullah aleyhisselam İbn Abbas radıyallahu anh'a vasiyetinde şöyle diyor: “Delikanlı! Sana bazı şeyler öğreteceğim. Allah’ı gözet ki Allah da seni gözetsin. Allah’ı gözet ki Allah’ı (daima) yanında bulasın. Bir şey istediğinde Allah’tan iste! Yardıma muhtaç olduğunda Allah’tan yardım dile! Şunu bil ki bütün insanlar sana fayda vermek için toplansa Allah’ın takdiri dışında sana fayda veremezler. Ve yine bütün insanlar sana zarar vermek için toplansa Allah’ın takdiri dışında sana hiçbir şeyde zarar veremezler. Bu konuda kalemler kaldırılmış (karar verilmiş), sayfalar kurumuştur (hüküm kesinleşmiştir).” (İbn Hanbel, I, 293; Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 59)
De ki: "Allah bize ne yazmışsa başımıza ancak o gelir, O bizim Mevlamızdır." Müminler yalnız Allah'a güvenip dayansınlar. | Tevbe, 51
Kader için aldığımız tedbir de kaderdir :) ki şöyle bir şey var kime karşı tedbir alıyoruz? Her şeyi bilen, bizi bizden daha iyi bilen bir Rabbimiz varken onun takdirinden kime sığınacağız? Haşa. Toplum içinde yaygın ama yanlış olan kader anlayışı da kaderin her şeyin Allahtan geldiği bizim etkisiz olduğumuzdur evet doğru her şey Allah'tan lakin bize bir irade veren de Allah. Zaten kader, Allah'ın bizim yapacaklarımızı önceden bilmesidir. Her şey O'nun ilminde. Mesela küfre düşen bir insanın durumunu Allah bildiği için onun şakilerden(kıyamette bedbaht olanlar) yazdı yoksa o Allah yazdığı için şakilerden olmadı. İsteye isteye bile bile kendi iradesiyle isyana yöneldi. Yani biz fiillerimizden mesulüz. Acizane tavsiyem kader mevzusunu fazla kurcalamamanız. Selametle.
والله أعلم..
13 notes
·
View notes
Text
Çok Hızlı! (18) (Orhan 36 Y., Bursa)
Karımın 40'ı çıkana kadar öyle böyle idare ettim. Akşamları iş çıkışı gidip kızımı seviyor, kayınvalide ile yemek yiyor, sonra evime gelip yatıyordum. Bir akşam eve geldiğimde Behiye abla kapıyı açtı, "Konuşmamız lazım!" deyip içeri çekti. Çok güzel bir masa kurmuştu. Rakıları doldurdu. Dertleşip içmeye başladık. Sonra, "Hayat devam ediyor!" deyip, günlük işlerden konuştuk. Gecenin ilerleyen saatlerinde de elimden tutup yatak odasına götürdü. Gayet normal bir seks yaptık. Zaten nerdeyse 1.5 aydır boşalmamıştım. O akşam 3 kez boşaldım ve orda uyudum.
Sabah güzel bir kahvaltı hazırladı. Beraber çıkıp evlerin inşaatına gidip durumu kontrol ettik. Sonra da Fatma'yı alıp yemeğe gittik. Yemek dönüşü üçümüz Behiye ablanın özel odasına gittik. 1.5 ay sonra hapımdan almıştım o gün. Behiye abla, "Sen otur aslanım!" dedi. Fatma da, "Senin yokluğunda birbirimizle idare ettik!" dedi. Sırayla belden bağlamalı yarakla birbirlerini siktiler. Sonra da beni yatağa aralarına alıp, biri yarağımı emip amına alırken, diğeri ağzıma oturup amcığını dilletti. Akşama kadar çeşit çeşit pozisyonlarda sikiştik, defalarca boşaldık...
Akşam üzeri telefonuma baktığımda Nur'dan mesaj gelmişti. Kocası bir iş görüşmesi için Konya'ya gitmiş, orada ortak olarak tekrar dükkan açmayı konuşuyorlarmış. "Ne zaman dönecek?" dedim. "En az bir hafta yok!" dedi. "Ozaman, Güzin'e 3 gün izin istediğini, Konya'ya gidip kocanla konuşman gerektiğini söyle!" dedim. Altınoluk'taki otel sahibi aradı o anda. Daha önce zaten, Assos'da bir otel olduğunu, onu almak üzere görüşmeler yaptığını söylemişti. "Yarın toplantı var, gelebilir misin?" dedi. "Gelirim!" dedim. Behiye ablaya anlattığımda, "Tamam beraber gidelim!" dedi. "Ben yalnız gidip 1-2 gün kafa toplamak istiyorum!" dedim. "Tamam aslanım, nasıl istersen!" dedi. Güzin'i aradım, "Ben yarın Altınoluktayım!" dedim. "Ya Nur böyle böyle diyor, 3 gün izin istiyor?" dedi. "Yalnız idare edebilir misin?" dedim. "Ederim!" dedi.
Nur ile anlaştım, ertesi gün için Konya'ya 3 günlük gidiş dönüş bilet aldı. Beraber Altınoluğa gittik. Yolda arabada bile, elele, konuşa konuşa kararımızı verdik, kocasından boşanacaktı. Nur'u otelde bırakıp toplantıya girdim. Otel Assos yolunda bir yerdeydi. Çok güzel işlek bir oteldi. Fakat sahibi çok yaşlanmış, son birkaç yıldır işletmecilere kiralamış, ama ne gereken özeni göstermişler, ne de paralarını tam tahsil edebilmiş, birkaç defa otelin üstüne çökmeye kalkmışlar. Oturup konuştuk ve oteli almaya karar verdik. Yarı yarıya ortak alacaktık. Altınoluğa dönüşte Behiye ablayı arayıp anlattım ve "Hayırlı olsun, bir otelin daha oldu!" dedim. "Otelimiz aslanım!" dedi...
Akşam Cunda da, Nur ile elele gözgöze bir rakı, balık, ayvalık yapıp otele döndük. Odaya çıkınca soyunup birer duş alıp gecenin bulanıklığını attık. Duştan çıkan meleğime baktım bornoz içinde, yanıma çekip bornozunun bağını çözdüm. Islak saçlarını koklayıp her santimini öptüm, yaladım, hatta küçük ısırıklar attım. Defalarca birbirimizi emerek, içinde dakikalarca kalarak, Ahlar Ohlar Aşkımlar arasında boşalıp, duş alıp seviştik. Sabah seherinde ikimizde yorgun ama mutlu uyuduk. İkinci gün gezip dolaşıp ikinci geceyi de zevk denizinde geçirdik. Üçüncü gün sabahtan Çanakkale'ye geçip, orda gezip dolaşıp Bandırma üzerinden Bursa'ya döndük.
Onu evinin yakınlarında bırakıp büroya geçtim. Güzin gülümseyerek karşıladı. "Hayırlı olsun!" dedi önce, sonra da, "Nur ile 3 gün nasıldı, doydunuz mu?" dedi. Ulan biz biletleri bile alıp, mevzuya kılıf hazırlamış, ama oteli unutmuştuk. Muhasebeci ile konuşurken öğrenmiş. Behiye abla da biliyormuş, patronu aramış hayırlı olsun diye, o da Nur hanım var yanında demiş. Aman sanki hesap verecektim. "Ne o kız, kıskandın mı?" deyip elini tutup arka tarafa geçirdim, güzel bir sakso ile ağzına yüzüne boşaldım. Sonra da domaltıp güzelce götünden siktim. Güzin, "Sen hepimize yetersin Orhanım!" diye diye orgazm oldu. Bilse takviye hapı olmasa...
Akşam çıkınca çocukluk arkadaşım Murat'ı aradım, uzun zamandır oturmamıştık. Bir yere oturup konuştuk. Onun işsiz olduğunu öğrenince, "Yarın büroya gel, bakalım!" dedim. Kafam çakır olmuştu, ama kızımı özlediğimi farkettim. Kaynanayı aradım. "Gel, uyumuştu ama az sonra uyanır, mama saati yaklaşıyor!" dedi. Kızım 1.5 yaşına gelmiş, tam sevilme çağında, baba demeyi öğrenmiş, çok tatlı bir çocuk olmuştu...
Mamasını yerken biraz sevdim. Ama, "Uyku düzeni bozulmasın, kal burda, sabah seversin!" dedi kaynanam, yatırdı kızımı. "Ben gider sabah gelirim!" dedim. "Bak alkollüsün, gir yat, oda çok!" dedi. O zaman, "Dolapta var mı bir şeyler?" dedim. "Olacak!" dedi. Rahmetli de benim gibi akşamcıydı. Birşeyler getirdi. Bir bira da kendine açtı ve "Beni de alıştırdı rahmetli, arkadaşlık ederdim ona. Zaten kız da mamasını yedi, sabah ancak uyanır!" dedi. Konuşmaya başladık. "Tekrar evlenecek misin?" diye sordu. "İstemiyorum, ama kızıma..." dediğimde susturdu, "İstemiyorsan evlenme, ben onu büyütürüm, dert etme, ama çok gençsin, yalnızlık zor gelirse?" dedi sustu. Kaynanam 47 yaşındaydı. "Sen de çok gençsin, kıza bakacağım diye köreleceksin. Bir yol bulmalıyız!" dedim. "Sen beni düşünme, ben başımın çaresine bakarım. Sen kıza sevgini göster, babalığını eksik etme yeter!" dedi. "Tamam, anlaştık!" dedim, kadeh tokuşturup anlaşmamızı onayladık.
Sabah uyandım. Salonda üçlü koltukta sadece boxerla, üzerimde bir pike örtülü, masa dağınık, ama üçlü koltuğun önündeki sehpada bardaklar, bira boşları hatırlamaya çalışırken, içerden kızımın sesi geliyordu. Koridora çıktım. Yatak odasının ve kızımın odasının kapıları açıktı, oraya doğru yürüdüm. Kaynanam sırtı dönük, götünün arasına girmiş pembe bir tanga ve pembe bir sütyen takımla, yatakta domalmış, yatağa yatırdığı kızımı seviyor, "Uyanmış mı prensesim?" deyip, güldürüyor, mıncıklıyordu.
Birkaç dakika seyrettim. Yarağım kalkmaya başlamıştı Kaynanam taş çatlasa 65 kiloda, tahmini 1.70 boyunda, çok güzel bir kadındı, ama bugüne dek hep kaynanamdı. Kızımla oynarken, (tam domaltılıp arkadan amına pompalanma pozisyonunda) tangasının yanlarından amının dudakları taşmış, kızımı severken yaptığı hareketler yüzünden götünü sallıyordu. Yarağım resmen taş kesilmişti, sanki kaynanamı değil, sikişmek üzere eve attığım bir kadını seyrediyordum...
Ne kadar sürdü bilmiyorum, ama kızım parmağıyla beni gösterip, "Ba-ba!" dediği anda, kaynanam yatağa kızımın yanına devrilip, pikeyi üstüne çekti. Ben de, "Gel kızım babana!" dedim elimi uzatıp, ama orda boxerla dimdik yarağımla dineliyordum. Kaynanam benden tarafa bakmasa da, yandaki makyaj aynasından yarağıma baktığını görüyordum. Kızımı kucağıma alıp içeri gittim. Birkaç dakika sonra kaynanam üzerine geçirdiği günlük bir elbise ile gelip kızımı kucağımdan aldı. "Mamasını yedirip, sana kahvaltı hazırlayayım!" dedi. "Gerek yok, hazırlanın dışarı kahvaltıya gidelim!" dedim. "İşin yok mu?" dedi kaynanam. "Bugün yok!" dedim. Hatırladım ki gerçekten günlerden pazardı.
Çıkıp FSM'de güzel bir kahvaltı mekanına gittik. İlanlarından görmüştüm. Çocuk oyun alanı ve animatörler vardı. Oturduktan sonra, kızımı cam kaplı devasa bir alandaki çeşit çeşit oyuncakların olduğu bakıcı dolu bir bölüme aldılar. Kızım ne kadar mutlu görünüyorsa, kaynanam o kadar düşünceliydi. "Sabahki olay için kusura bakma, geçip gitmeliydim, tuvalete kalkmıştım, ama manzara karşısında çivilenip kalmışım, özür dilerim!" dedim. "Asıl dedi ben özür dilerim, beni öyle gördüğün için! Ama gece çok fena sarhoş olduk ikimiz de, gece fena sıcak bastı, üstümdekileri çıkardım, ama senin içeride uyuduğunu unuttum!" dedi. "Gül hadi, olur bunlar!" dedim, hafif tebessüm etti.
"Yalnız ben masadan sonrasını hatırlamıyorum, kopmuşum valla!" dedim. "Ben de parça parça hatırlıyorum!" dediğinde, "Bir şey yapmadık değil mi?" dedim dalga geçer gibi. "Masada belim ağrıdı deyip koltuğa geçtin, sonra ben çerezleri tazelerken bira alıp geldin mutfaktan, ben de 3'lü koltuğa yanına geldim. Bir ara sarılıp karşılıklı ağladık. Sonra sızacak gibi olunca kayınpederinin şort tişörtlerinden vereyim dedim, pantolonu sıyırıp ha boxer ha şort sıcak zaten dedin. Kaldırıp odaya yatağa götüreyim dedim, ilk an ayağa kalktın, koltukaltına girip yürütmek isteyince, eğilip beni öpüp sağol dedin, sonra da koltuğa bırakıp kendini horlamaya başladın, ben de üstünü örtüp gidip yattım!" dedi. Biraz utanır gibi oldum.
Kahvaltıdan sonra hayvanat bahçesine gittik. Kızım çok mutluydu, ama huysuzluk etmeye başladı. Yolda arabada koltuğunda uyudu. Eve gidip kızımı yatırdık. Kayınvalide birer neskafe yaptı. Sigara yapıp balkona oturduk. "Birşey soracağım!" dedim kaynanama. "Sor!" dedi. "Ben başımın çaresine bakarım dedin akşam, o nasıl olacak?" dedim. Kızardı ve "Konuşturma beni!" dedi. "Merak ettim, bu senin kadar beni de ilgilendiriyor!" dedim. "Rahmetli şeker hastasıydı. Zaman zaman sorun yaşardı. O yüzden bana birkaç oyuncak almıştı!" dedi. "Anladım, ihtiyacın olursa söyle, internetten getirtirim!" dedim. "Niye sana söyleyeyim, ben de alırım!" dedi. "Oldu, kurye eve plastik yarak getirsin!" lafı ağzımdan çıkıvermişti. "Haklısın, onu düşünemedim!" dedi. "Sen beğendiğini yolla bana whatsapdan, ben büroya getirtir, sonra sana getiririm!" dedim.
"Sabah ne kadar seyrettin beni?" dedi. "Bayağı uzun!" dedim. "Evet, önünden belli oluyordu!" dedi gülümseyerek. Sonra, "Soru sırası bende!" dedi ve "Hiç olmadın mı biriyle 2 aydır?" dedi. "Olmadım!" dedim. "Dokunmadın bile mi?" dedi. "Dokunmadım!" dedim. Biraz utanır ve suçluluk duyar gibi, "Ben dayanamadım!" dedi. "Aaaa!" dedim. "Evet, sanırım ben de orda buldum yastan çıkış yolunu. Sabah ondan kazık gibiydi seninki, yoksa bana kalkmadı!" dedi gülerek.
"O manzaraya kalkmaması mümkün mü?" dedim. "Hadi ama, pörsüdüm!" dedi mutfağa girerken. Arkasından gidip tezgah ile arama aldım. Yüzü bana dönüktü. Bacağımı iki bacağının arasına sokup belinden kavradım. Dizimle amına baskı yaparken dudaklarına uzandım. "Yapmamalıyız!" dedi. "Neden?" dedim. Tekrar, "Yapmamalıyız!" dedi, ama pozisyonda kalmaya devam etti. Kalçalarını avuçlayıp tezgaha oturtum ve "Emin misin?" dedim. "Bilmiyorum, bana zaman ver!" dedi. "Peki!" dedim, yanağından öpüp, tezgahtan indirdim, mutfak masasına geçtim. O ara kız uyandı, onunla oynadım bir saat kadar (o ara hiç konuşmadık). Sonra çıktım evden.
56 notes
·
View notes
Text
Eşimin ailesiyle aramız iyi değil hiç bir zaman da olmadı. Düzeltmeye çalışıyoruz gidiyoruz geliyoruz ama yine olmuyor. Ya ben çok düşünmeyip her şeyi göz ardı edeceğim, ya onlar biraz ince düşünüp saygıyı öğrenecekler ama ikisi de olmadığından bizim aramız hep böyle gelgitli gider. Küçük görümcem ile de görünce konuşuyoruz ama aşırı bi samimiyetimiz yok. Ablası ve eniştesi ile daha samimiler evleri de çok yakın sürekli birbirlerine gelir giderler. Ama ne oluyorsa gece demez, gündüz demez, pazar demez abisini çağırır. Çocuk hastalandı gel abi, pazar günü tek tatil günün çocuğunla vakit geçir demez, gel bizi al hastaneden der. Bugün de gece 11 gibi bize gel hemen demiş. Eşim de gitti tabi. Bunların apartmanda sarhoşun biri varmış tüm apartmanın ziline basmış. Git polisi ara ya o sarhoş benim kocama bir şey yapsa hiç mi aklına gelmiyor. Eşim yanında durdu 1 saat kadar eve geldi. Eve geldikten sonra bir daha aradı bizi gel annemgile götür diyor. Sonrası tabi biz eşimle bir birimize girdik. 5 yıl oldu evliyiz tek kavgamız ailesi. Artık dayanamıyorum. Yoruldum artık. Kardeşiyle ortak arabamız var bayram arefesinden beri arabanın bize gelmesini bekliyoruz, tenezzül edip araba size lazım mı demeyi bırakın arabayı istediğimiz de ya vermiyor ya telefonları açmıyor. Akşam Hüma beni babam sallasın dediğin de ben yoruldum dediği için Hüma'yı zorla ben uyuttum ama o yorulan adam akşam kaç kere kardeşi gel dedi diye git gel yaptı. İşte ben buna dayanamıyorum. Kocamın ailesini çok sevdiğini düşünmüyorum ama hayır diyemiyor koca adam. Karakterli bir duruş sergileyemiyor onların yanında.
8 notes
·
View notes
Text
Bugün sahilde biraz yürüdük eve dönüyoruz. Karşı caddede bırakması gerekiyor beyefendinin arabayı. Seni eve bırakıp mı geleyim yürüyebilir misin diyor.
Yanında prenses gibi hissettiğiniz insanlar eksik olmasın...
2 notes
·
View notes
Note
Ya sen bir sussana ergen ergen konuşmayı bırak araya kaynamaya çalışma, farkında mısın bilmiyorum ama olayın şuuruna varmanı istiyorum bu adam 2 hafta önceye kadar mavi ile sevgiliydi şimdi de kalkmış neler neler diyor şu an senin karşı safta durman gerekiyor onun yanında değil benim mavim üzülsün ama bu adam rahatça sevgilim yok ilgimi çeken biri var desin ben susamam tamam mı? Sen abin için susmuyorsan ben de kız kardeşim için susmayacağım ve onu sonuna kadar savunmaya devam edeceğim.
Kız kardeşim dediğin kız benim her şeyim bilip bilmeden konuşmamanız gerektiğini daha kaç kere demem gerek? İlgisini çeken biri yok iletisindeki tek kişi benim inanmamak için bu kadar ısrarcı olmayın. Kimsenin yanında olduğum yok iki üç anonim cevabıyla adamın her şeyini biliyor gibi konuşuyorsunuz sanarsın benim veya mavimin yerindesiniz. Biz ne olduğunu biliyoruz diğerlerinin ne düşündüğü hiç önemli değil fakat olmayan bir şey yüzünden hiç kimse abime ağza alınmayacak şeyler söyleyemez.
4 notes
·
View notes
Text
15 Eylül 2023
"Fiziği güçlü insanın zihni de güçlü olur." diyor Ali.
Belki artık benim için de bütün bu hayat yorgunluğunu bırakıp güçlü kadın olma vakti gelmiştir.
Dün gece oturduk. Sadece ikimiz... Ona neden intihar girişiminde bulunduğunu sordum.
Önce yalnızlıktan söz etti. Kalabalıklar içinde yalnız hissetmenin ağırlığından. Hayatın, yaşamanın anlamını bulamamaktan söz etti.
"Yaşamanın bir anlamı da yok zaten aslında. Benim yaptığım yaşamak için yaşamak. Şu an kafamda 'en iyi nereyi görebilirim' düşüncesi var. Bunu merak ediyorum." dedi.
O dönemlerde dedesini kaybettiğinden cenazesine bile gidemediğinden bahsetti. O zamanki kız arkadaşı da Ali bu durumdayken Ali'nin ona yeterince ilgi göstermediğini söyleyerek terk etmiş onu. Her şey üst üste gelmeye devam ederken bu düşünce Ali'nin hep aklındaymış.
"Mutfakta bir şey doğrardım mesela, ' Acaba şu bıçağı boğazıma saplasam ne olur?' diye düşünürdüm. Dışarı çıkardık, mekana giderdik. Hep cam kenarında otururdum ben. 'Acaba buradan atlasam ölür müyüm' diye düşünürdüm. Öyle bir psikolojiydi. Hep aklımdaydı.
Sonra bir gün, evdeyim ama çok rahatım. Odamdayım, banyoda suyu açmışım. Odada müzik çalıyor. Sigaramı içiyorum. Not falan yazıyorum. Bunu düşünürken 'Bir gün böyle bir şey yaparsam herkese her şeyi uzun uzun, sayfalarca sebepleriyle yazacağım.' derdim. İçim öyle bi doluydu ki konuşmak istiyordum deli gibi anlıyor musun? Ama o gün şu kadarcık yazı yazdım." dedi eliyle işaret parmağı ve başparmağı arasında ufak bir boşluk yaparak.
Sonra jileti çıkarmış. Banyoya girmiş.
"Bir anda," dedi. "Hiç düşünmeden vurdum jileti bileğime. Sonra baktım, kan önce doldu oraya. Sonra akmaya başladı. Sonra ikinci kesiği vurdum. Ama ara ara kan böyle duruyormuş gibi oluyordu. Sonra ben o damarın am1ına koydum bildiğin." dedi gülerek.
Her şeyi bana benziyordu. Her anlıyor musun diye sorduğunda, onu gerçekten anladığımı bilmiyordu. Ölümle sevişmiş bir adam gülerek anlatıyordu bu anıyı. Tıpkı benim gibi.
Küçüktüm ama ben, senden de küçüktüm diyemedim.
"Sonrası var ya, dünyanın en boktan hissi. Başın dönüyor, miden bulanıyor... Artık var ya, diyorum hadi öleyim de bitsin. Ama can bedenden öyle kolay çıkar mı? Çıkmıyor işte."
Ali tüm bunları bana anlatırken ufak bir mola verip derin bir nefes aldı. Ardından gülümseyerek konuşmaya devam etti.
"Ev arkadaşım buldu beni. Ama nasıl sövüyor bana. 'Ali sen naptın oğlum senin kafanı s1keyim nasıl yaparsın...'
Havlu falan sardı işte bileğime. O ambulansı aramaya çalışıyor, ben 'Bana eşofman getir.' dedim mesela. Öyle garip bi' kafa. Bunu hatırlıyorum mesela.
(Ali anlattıklarının çoğunu kendine geldikten sonra başkalarından dinlemiş. Bileğini kestiği kısımdan sonra anlattıklarına dair kendi hatırladığı tek şey eşofman istemesiymiş.)
"Sonrası işte hastane, 'Ben bunu aileme nasıl açıklayacağım' korkusu, polis..."
Polis niye diye sordum ona bu noktada. Kendisinin yapıp yapmadığını anlamak için geliyormuş.
"Psikiyatrist falan geliyor saçma sapan bir biçimde. Öyle... Ertesi gün hastaneye tek başıma gitmeye başladım..."
Ali'nin bu cümlesinden sonra hastane bahçesinde tek başıma kitap okuyarak randevu saatimin gelmesini beklediğim günler geldi.
"İzi kaldı mı?" diye sordum ona bir ara. Kaldığını biliyordum. Önce sadece "kaldı" demekle yetindi. Ardından saatini çıkararak bileğindeki iki yara izini gösterdi.
O yara izini gördüğümde öpmeyi hayal ederdim her zaman. Ancak o an sadece bakakaldım. Aklımda tek bir şey vardı: Ali hiçkimseyi aramamıştı. Ev arkadaşı onu bulmasaydı, ölmüş olacaktı. Ben onu hiç tanıyamadan geçip gidecekti bu dünyadan. Yasını bile tutamayacaktım.
Kafe kapanınca biraz da arabanın yanında, sokak lambasının altında sohbet ettik. Kuzenimin ölümünü beklediğimden bahsettim ona.
"Ölecek biliyorum."
"Öyle düşünme," dedi Ali. "Ölüm gerçek, bunu biliyoruz. Sonuçta hepimizin sonu o. Ama henüz yaşıyorken bunu düşünme."
Sonra eve bıraktım onu. İnmeden bir garip, birbirimize baktık. Gülümsedi. Sarılsam mı bilememiştim. O da bilemedi sanki. Elimi sıktı sonra.
Bana yaşama tutunuşuyla ilham veren bu garip adam belki de bana "yeniden doğma"nın anlamını gerçekten öğretecek olan o adamdır.
Belki bu yeni hayatıma onun öğrettikleriyle güçlü başlayacağımdır.
3 notes
·
View notes