#yakınlaştırdı
Explore tagged Tumblr posts
Note
Açıklamali ff?
@gecesayesinizz bu kişiyi çok seviyorum.Hayata tutunma sebebimin yarısından fazlası o.Her konuştuğumuzda iyi hissediyorum,yaşıyormuş gibi hissediyorum,değerli hissediyorum.bunalımdan onun sayesinde çıktım iyi ki var ve her zaman yanımda olur. o kişii ayrıca bana dileğin var olduğunu öğretti,dilek tutmayı öğretti.
@bengokyuzundekihilal bu kişi şuan bana sinirli çok kızgın.Ona hak veriyorum.Yanlışımı bilmeme rağmen çok kızdı onu da anlıyorum ama yine de ondan nefret ediyorum sevmiyorum fln hayatta demem.Onun sayesinde,onun yardımıyla çok güzel biriyle tanıştım,daha doğrusu bizi yakınlaştırdı diyebilirim onun için çok teşekkür ederim birşey olduğunda anlatmama da izin veriyor.
@ben-egeninincisi47 beni ilk takip eden kişi çok uzakta ama önemli değil.Lgsye çalısan birisi onu anlıyorum çok yoğun birisi bu aralar özellikle.dertlestiğim zamanlar da olmuştu.Umarım istediğin şeyi elde edersinn.
19 notes
·
View notes
Video
tumblr
Özür dilerim ama ben imparator olmak istemiyorum. Bu benim işim değil. Kimseyi yönetmek ya da fethetmek istemiyorum. Elimden gelse herkese yardım etmek isterim. Yahudi, kâfir, siyah, beyaz. Hepimiz birbirimize yardım etmek isteriz. İnsanlar böyledir. Bizler birbirimizin sefaleti için değil mutluluğu için yaşamak isteriz. Hor görmek ya da nefret etmek istemeyiz. Bu dünyada herkese yer var. Güzel dünyamız herkesi doyuracak kadar bereketli. Bu şekilde özgür ve güzel bir yaşama sahip olabiliriz. Ama biz yolumuzu kaybettik. Açgözlülük insanların ruhunu zehirledi aramıza nefret duvarları ördü bizi sefalete ve kan dökmeye sürükledi. Hızlı olmayı keşfettik ama kendimizi dört duvarın ardına hapsettik. Bolluk vadeden makineler bizi doyumsuzluğa sürükledi. Bilgimiz bizi alaycı, zekâmız ise zalim ve taş kalpli yaptı. Çok fazla düşünüp az hisseder olduk. Makinelerden çok insanlığa ihtiyacımız var. Zekâdan çok merhamet ve şefkate. Bu nitelikler olmadan yaşam çok acımasız bir hale bürünür ve biz yolumuzu kaybederiz. Uçak ve radyonun icadı bizleri yakınlaştırdı. Bu icatlar insanlığın iyiliğine evrensel kardeşliğe ve birliğe seslenmetedir. Şu an bile sesim dünyadaki milyonlarca insan tarafından duyuluyor. Milyonlarca çaresiz erkek, kadın ve küçük çocuk. Hepsi de insanlara işkence edip masum insanları hapseden bir sistemin kurbanı. Beni duyabilen herkese sesleniyorum. Umudunuzu yitirmeyin. Çektiğiniz bu sefalet, insanlığın gelişmesinden korkan açgözlü ve acımasız kimselerin devrinin kapanmak üzere olduğunun habercisidir. İnsan nefreti gelip geçicidir, diktatörler ölüp gider ve halkın elinden aldıkları güç elbet halka geri döner.Ve ölüm var oldukça özürlük asla yok olmayacaktır. Askerler! Zalimlere teslim olmayın! Sizi aşağılayan, hapseden yaşamlarınızı kontrol eden ne yapmanız, ne düşünmeniz ne hissetmeniz gerektiğini söyleyen sizi sömüren, besleyen, bir sürü gibi güdenlere teslim olmayın! Teslim olmayın bu insanlığını yitirmiş zihinleri ve kalpleri makineye dönüşmüş adamlara. Sizler makine değilsiniz. Sürü değilsiniz! İnsansınız! Nefret etmeyin. Sadece sevilmeyenler nefret eder. Sevilmeyenler ve insanlığını kaybedenler. Askerler! Kölelik için değil, özgürlük için savaşın! Güç siz halkın elinde. Makineleri icat etme gücü. Mutluluğu yaratma gücü. Siz bu yaşamı özgür ve güzel kılacak güce sahipsiniz. Onu harika bir serüvene dönüştürme gücüne de. O halde demokrasi adına bu gücü kullanalım! Birlik olalım! Yeni ve güzel bir dünya için mücadele edelim. İnsanlara çalışma fırsatı verecek gençlerimize bir gelecek, yaşlılarımıza güvence sağlayacak bir dünya. Zalimler bunun gibi vaatlerle başa geldi. Ama onlar yalan söyler. Sözlerini tutmazlar. Asla da tutmayacaklar! Diktatörler kendilerini özgürleştirir ama insanları zincire vurur. Bu sözleri gerçekleştirmek için mücadele edelim! Dünyayı özgür kılmak için! Ulusları ayıran sınırlardan, açgözlülükten nefret ve hoşgörüsüzlükten kurtulmak için. Sağduyulu bir dünya için mücadele edelim. Bilimin ve gelişmenin İnsanlığı mutlu kılacağı bir dünya için. Askerler, demokrasi adına birleşelim!
The Great Dictator (1940) Dir: Charles Chaplin
10 notes
·
View notes
Text
geçsin diye sokaklar boyu yürüdüm.geçtiği yerde olmayı beklerken kaybolduğum yerde buldum kendimi. her sokak başında bambaşka ruhlar tanıdım.bambaşka savruluşlar,bambaşka hikayeler,bambaşka kayboluşlar...onlarda bazen kendi kopuşlarımı gördüm.tekrar tekrar yaşadım kabullenmek istemediğim her duyguyu,anı. baktığım her yerde çıkmaz sokaklarla karşılaştım sandım.en çıkamam dediğim sokaktan bile kalbim acıya acıya çıktım.her çıkmaz sandığım sokak beni bana yakınlaştırdı. her sokaktan bi deneyim aldım,karşılığında doludizgin yaşadığım duygularımı aldı. bazen içim parçalanır gibi hissedip hıçkıra hıçkıra ağladım,bazen kimse duymasın diye hıçkırıklarımı yuttum,bazen ağlayamadım bile. şu an ise sadece anda kalmaya çabalıyorum.sokakları gezerek yaşamaya çalışıyorum.varoluş sancılarından kurtulmayı ümit ediyorum.kurtulamayacağımın da bilincinde.uyumak istiyorum.uyanmamak.
11 notes
·
View notes
Text
Pazarlama Sektörünün İlk Yapay Zekâ Konulu Kitabı TÜYAP Kitap Fuarı’nda
https://pazaryerigundem.com/haber/191932/pazarlama-sektorunun-ilk-yapay-zeka-konulu-kitabi-tuyap-kitap-fuarinda/
Pazarlama Sektörünün İlk Yapay Zekâ Konulu Kitabı TÜYAP Kitap Fuarı’nda
Tüyap Kitap Fuarı, bu yıl da İstanbul Büyükçekmece’deki TÜYAP Fuar ve Kongre Merkezi’nde kitapseverleri ağırladı. 41. İstanbul TÜYAP Kitap Fuarı’nda Yapay Zekâ & Dijital Pazarlama Aşkı Yazarı Yasin Kaplan imza günü etkinliğinde okuyucularıyla bir araya geldi.
İSTANBUL (İGFA) – Dijital Pazarlama Okulu Kurucusu Yasin Kaplan’ın kaleme aldığı ve pazarlama sektörüne yepyeni bir bakış açısı sunan ilk yapay zekâ kitabı geçtiğimiz ay raflarda yerini aldı. Yayınlandığı günden itibaren yoğun ilgi gören kitap, kısa sürede sektördeki profesyonellerin ve dijital dönüşüme merak duyan okuyucuların favorisi haline geldi.
Okuyucularla bir araya gelerek sektöre olan ilgi ve merakın arttığını görmekten son derece mutlu olduğunu belirten Yazar Yasin Kaplan, kitabın yola çıkış hikâyesini şöyle anlattı: “Dijital dünyanın getirdiği avantajlar hızla artarken yapay zeka alanındaki gelişmeler, bu iki kavramı birbirine yakınlaştırdı ve bu yakınlaşma aşka dönüştü. Bu başucu kitabında dijital reklamcılıkta yapay zekânın dokunduğu alanlar, makine öğrenimi kavramı ve yapay zekayı kullanarak geliştirebileceğiniz pazarlama aksiyonlarını ele aldım. Bu sayede süreci baştan sona kavrayacak, dijital reklam dünyasında yapay zekânın devreye girdiği alanlara hâkim olacak ve pazarlama kaslarınızı kuvvetlendireceksiniz.”
Yalnızca yapay zekâ teknolojisinin teorik yönlerini değil, aynı zamanda stratejik kullanımını da kapsayarak okuyuculara yol gösteren Yazar Yasin Kaplan’ın kaleme aldığı kitap, pazarlama sektörüne yepyeni bir bakış açısı sunuyor. Dijital pazarlama dünyasında inovasyonu yakalamak ve geleceğin teknolojilerine bugünden adapte olmak isteyen herkese eşsiz bir imkân sunan kitap; tüm D&R, İdefix, BKM, Pandora, Kitapsepeti, Trendyol, HepsiBurada ve İkinci Adam Dükkan gibi satış noktalarında okuyucuyla buluşuyor.
Dijital pazarlamanın henüz adının dahi bilinmediği bir dönemde sektöre adım atan Yasin Kaplan, Erciyes Üniversitesi’nde tamamladığı lisans eğitiminin ardından, kurucusu olduğu MooF Dijital Reklam Ajansı ve Dijital Pazarlama Okulu ile birçok kuruma dijital pazarlama ve girişimcilik alanlarında eğitimler vermeye vermiştir. Kaplan, dijital dünyanın hızla evrilen dinamiklerine öncülük ederek, sektörel bilgi ve deneyimini geniş bir kitleyle paylaşmış, sayısız kurumun dijital stratejiler oluşturmasına katkıda bulunmuştur.
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
Text
Merak etmiyor değilim, acaba bugün ağzına ilk sigaranı aldığında beni düşündün mü? seni bana yakınlaştırdı mı duman? tütünün kendine has tadının dudaklarına değişi, dudaklarımı anımsattı mı sana? öksürdün mü acaba merak ediyorum, elektronik sigara içsen de elinde bir dal olmadı hiçbir zaman... acaba Parliament mi içtin yoksa Marlboro mu? belki de Camel almışsındır bir paket.. Duman ruhunu benimkine bağladı mı sence?
1 note
·
View note
Text
Beklemediğim yerden kırıldım incindim ama yılmadım daha iyi tanıma fırsatı oldu insanları aksine biraz daha büyüdüm daha da kimseye güvenmemeyi öğrendim bir nevi beni bana daha çok yakınlaştırdı kendimle tanımasmama vesile oldu kararlarım da belirgin bir hal aldı böylelikle seçimlerim dogru kısa ve net artık .
0 notes
Text
Eski Yunanlıların tanrıları asla ortadan kaybolmadı. Modern dünyada hala etrafımızı sarıyorlar. Samhain'de bizi sevgili ölülerimizle yeniden buluşturmaları için Hekate ve Persephone'yi çağırıyoruz. Derinleşen bir aşkı düşünürken kalplerimiz biraz daha hızlı attığında Afrodit'in dokunuşunu hissederiz. Cadılar olarak, mükemmel büyüyü yapmak için uğraşır, çabalarımız başarılı olduğunda Athena'nın el emeğinin tadını çıkarırız. Ve bir athame veya kılıçla bir büyü çemberi oluşturduğumuzda, Hephaistos'un dehasının sonucunu ellerimizde hissederiz.
Yağmurlu gecelerde Zeus'un fırtınaları başımızın üzerinde kopar ve okyanus kıyılarında Poseidon'un gücünü çarpan dalgalarda hissederiz. Şarabın her yudumunda Dionysos'un sarhoş edici özünü hissederiz ve her hatada Eris'in varlığından haberdar oluruz. Demeter her sonbaharda büyüsünü örer, hasadın cömertliğini ve Gaia'nın, Toprak Ana'nın gücünü bizimle paylaşır. Apollon'un müziği bizi büyüler, Artemis ve Pan'ın ormanları bizi çağırır. Hayatlarımızın çarkı dönerken, bu dünyaya yeni bir hayat getirdiğimizde veya yeni bir birlikteliğe girdiğimizde Hera bize yardım eder. Ve son nefesimiz dudaklarımızdan döküldüğünde, Hermes bizi selamlayacak ve ölüler diyarı Hades'e götürecektir.
Tanrılar nasıl yorumlanırsa yorumlansın, her zaman mevcutturlar. Bazıları için onlar antropomorfik güçlerdir: doğal dünyada bulunan güce şiirsel göndermelerdir. Diğerleri içinse majikal alanların sık ziyaretçileri ve Cadılar olarak ördüğümüz büyülerdeki ortaklarımızdır.
Bazıları onları daha büyük bir bütünün parçaları olarak görürken, diğerleri bireyselliklerini tanımlayıcı bir özellik olarak görür. Olimpos Dağı'nın tanrıları dört bin yılı aşkın bir süredir şu ya da bu şekilde bizimle birlikteler ve antik Atina ya da Roma İmparatorluğu günlerinde olduğu kadar bugün de hayati önem taşıyorlar.
Mitoloji kitapları tanrıların hikayesinin sona erdiği izlenimini vermektedir, ancak hiçbir şey gerçeklerden daha farklı olamaz.
Tanrılar her zaman değişmiş ve adapte olmuşlardır ve olmaya da devam edeceklerdir. Sanata, şiire ve bağlılığa ilham verdikleri sürece hikayeleri de devam edecektir. Tanrılar kehribar içinde muhafaza edilen varlıklar değildir; onlar sürekli evrim geçiren güçlerdir ve değişme kabiliyetine sahiptirler. Geçmişi anlamak önemlidir, ancak şimdiki anı ve geleceği kucaklamak da aynı derecede önemlidir.
Bir yazarın üstlendiği her kitap bir yolculuktur. İfşaatlar ve keşifler vardır ve bazen beklenmedik şeyleri ortaya çıkarırsınız. Bu kitabı yazarken edindiğimiz bilgiler ikimizi de (Astrea ve Jason) çok sevdiğimiz tanrılara daha da yakınlaştırdı. Ancak antik Yunan tanrılarıyla yaşadığımız en değerli anları hiçbir zaman okuduğumuz bir kitabın sayfalarında bulmadık. Onlar, biz çalışırken ve kendimizden çok daha büyük güçlerle etkileşime girerken ortaya çıktılar.
Tanrıların çağrısını hissediyorsanız, bu kitabın yolculuğunuzda size yardımcı olacağını umuyoruz, ancak belki de daha da önemlisi, onlarla maji veya adanmışlık yapmanıza yol açmasını umuyoruz. Bu kitapta profili çizilen tanrıların çoğu yüce Olimpos'ta yaşarken, tanrılar sunaklarımızda ve ritüel alanlarımızda da yaşamaktadır. Bir sabbat kutladığınızda onları çağırın. Bir büyü yaparken onları çağırın. Ve belki de en önemlisi, koşullar böyle şeyler gerektirdiğinde onlarla konuşun.
Bazen tanrılar bizi seçmez, biz onları seçeriz ve bu sorun değildir. Eğer bir tanrıyı tanımak istiyorsanız, onlara adaklar ve libasyonlar bırakın, onlar için şiirler yazın ve onlara övgüler sunun. Tanrılar pohpohlanmayı severler ve isimleri söylendiğinde dinlerler. Tanrılara verilen hediyelerin maddi şeyler olması gerekmez; çoğu zaman samimi bir kalp yeter de artar bile.
Bu kitaptaki amacımız Antik Yunan tanrılarını dürüst ve düşünceli bir şekilde sunmak, geçmişlerini ve kökenlerini paylaşmak ve ayrıca günümüz Cadılığında etkilerini nasıl hissettirdiklerini anlatmaktı. Antik Yunan tanrıları çok uzun zamandır insanlıkla yeni ilişkiler geliştiriyor ve bu muhtemelen biz yok olduktan sonra da devam edecek. İnsanlık ve tanrılar arasında yeni bağlar kurulmaya devam ettiği sürece, hepimizin yürüyeceği yeni yollar olacaktır.
Tanrılara selam olsun!
Jason Mankey
Ağustos 2021
Modern Witchcraft with the Greek Gods: History, Insights & Magickal Practice - Jason Mankey and Astrea Taylor.
0 notes
Note
Tamam, Sokak Nöbetçileri'ni okursam ağlarım herhalde.
Aslı Arslan'ın diğer kitapları da böyle herhalde
Emare psikoloji bozacak dereceydi galiba
Beyaz Leke de üzücü olur
Süper ya of
Sinirim bozuldu
Sokak Nöbetçileri review verir misiniz plsss
emare okumadım henüz sn ve bl okudum
sokak nöbetçileri kitaplığımda baş köşede😍😍😍 sokak nöbetçileri asktırrrrrr
ama yankıya gıcık olduğum bi konu var
koza ile görüşmeye gittiklerinde elinş bırakmiyicam demişti ama bırakmıştı ve yankının bıraktığı eli bartu tuttu yani bu barhel ikilisini dahada yakınlaştırdı ama elini bıtakmiyicam demişti yankı sarcaya uyamayan bir hareketti elini bırakması
helinin kendisinş önderin silahı ile vurması da acımasızca tamam öndet ona işkence ederse canı daha az acısın diye yaptı ... bilemiyorum
1 note
·
View note
Text
İNSAN
İnsan için doğanın görüngüsü, bulgu, buluş ve üründür. İnsan topladığı-avladığı bulguyu, buluşu ve ürünü paylaşarak yaşar. Doğa ile ilişkiler, insanın tepkiden farklı ve basit sesler çıkarmasını sağladı. Ses-çağrı olarak bulgu, diğer bulgular çevresinde rastgele yaşayan insanı, kendi türüne yakınlaştırdı. İnsanı buluşturan her bulgu, doğadan öğrenme sürecindeki emeğin sonucudur. Buluşmalarda, bulguları paylaşan ve biriktiren insan, buraya değin organize değildi. Taşı kesici alet yapan düşünce ve bilim, farklı bulguları aynı bölgede toplayan ortak emekle oluştu. Paleolitik çağda, buluş için ortak emek, ilkel taş alet yapımına bağlı olarak organize oldu. Mezolitik çağda, beslenme-savunma için üretilen aletler ve buna bağlı gelişen düşünce, insanı toplantı için güvenli ve ortak alanlarda organize etti. Organize olmadan önce de kendi türünün farkında olarak yaşayan "kendinde tür" insan, buluşu ile ortak çıkarlarına bağlı olarak organize yaşayan "kendisi için tür" oldu. İnsan, doğaya ait üretim araçlarına bağlı maddi koşulların belirlediği devrimin sonucudur.
Yaklaşık 50.000 yıl önce, organizasyona bağlı dilin gelişmesi, insanı plan yapma ve sorun çözmede etkin yaptı. Organizasyon çıkarına bağlı olarak ahlak ve buna bağlı hukuk oluştu. Yaklaşık 40.000 yıl önce, müzik yapan, süs takan, simgesel düşünen insan, mağaralara resimler çizdi. Mağara çizimleri, insanın görüngüyü anlatma aracı olarak yazının başlangıcıdır. Doğanın farklı bölgelerinde, yaklaşık 12.000 yıl önce eriyen buzullar, ılıman iklimi başlattı. Farklı bölgelerde, mağaradan düzlüğe çıkan insan, mevsime göre yenebilir bitki ve av hayvanı bulunan bölgeler arasında hareket etti. Bulunduğu bölgede, karşısına çıkan aynı maddelere farklı isimler verdi ve aynı dili farklı kullandı. Ulus, rekabet aracı değildi ve ortak emekle yaşardı. Ulus, ürününü kendiyle paylaşan doğaya bağlı ve yurtseverdi. Uluslar arasında rekabet yoktu. Uluslar arasında işlev farkı yoktur ve ulusların görüngü farkı, doğadaki maddi koşullara bağlı farklılaşan her kalıt gibi dilin kullanım farkıdır.
Göçer insan için taşınabilir eşyalar dışında birikim yoktu. İnsanın iyi avcı-toplayıcı olması önemsizdi. Yaş ile cinsiyet önemsizdi ve ortak yetkeyle karar alınırdı. Hamile ya da emziren kadın, toplum çıkarı gözetildiği için avlanmazdı. Toplanan-avlanan her bulgu, toplum çıkarı için pay edilirdi. Aile yoktu ve toplumda her birey için toplum önemliydi. Göçer insan, av hayvanına ve topladığı bitkiye yakın yerde yaşamaya başladı. İnsan birlikte topladı, birlikte avlandı ve birlikte barınak yaptı. Ahlak, hukuk, gelenek, kültür ve bu süreçte doğayı açıklamada etkin olmayan bilimin boşluğunda doğayla ilgilenen din, doğa ve toplum arasındaki ilişkilere bağlı olarak toplum yetkesiyle belirlendi. Kalıt ve yeni olarak her bulgu ve buluş, insanı ortak çıkarları için eğitti. Sanatın etkin olduğu gelenek ve buna bağlı olarak kültürün görüngüsü oluştu. İnsan, önceki toplumun bulgu ve buluş kalıtı içinde yaşamaya başladı.
Neolitik çağda, dinin bilimden ayırt edilemediği süreçte, toplum için katkısız doğayı anlama aracı olarak doğayla ilgilenen din, doğal gözlem sonucu bitkiyi çözümledi ve tarıma uygun duruma getirdi. Doğa, yapısını belirlediği bağıl toplumla, kendine ait üretim araçları üzerindeki konumlandırma yetkisini paylaştı. Üretim araçları, ilkel, ortak ve yeterliydi. Toplumun, doğal üretim araçlarını konumlandırma yetkisi olarak egemenliği, insanı yaşadığı bölgenin konumunu ve kendi görüngüsünü belirlemede doğaya ortak yaptı. Yerleşik yaşam için toplum, doğaya ait altyapıyı kendi konumlandırdı. Konumu belirlenen üretim araçlarına bağlı olarak, tarım için yerleşik yaşam başladı. İnsan, yerleşik yaşama uyabilir hayvanlar buldu ve eğitti. Yerleşik yaşamda, toprağın düzenli işlenmesi ve besi hayvanlarının bakımı, çalışma düzenini değiştirdi. Toprağı ekip biçmek, yenebilir bitkilerin hazır bulunmasını sağladı. Ekicilik-biçicilik-besicilik yeni işlevdi. Yerleşik yaşam büyüdü ve barınak kalıcı maddeden yapıldı. Doğa ve doğanın bileşeni olarak toplumun altyapı üzerindeki ortak egemenliği, buraya değin üstyapıyı belirledi. Yerleşik toplum değerleri, göçer değerlere yakındı. Gün içinde, yaklaşık üç veya dört saat ortak emekle çalışan toplumda, buraya değin görüngü, doğal toplum içindi. Her bulgu gibi her ürün, toplum tarafından gereksinime göre pay edildi.
İlkel komünal toplum, altyapı ve üstyapı arasındaki ilişkilerde kendi konumunu belirleyen doğal toplumdu ve bu toplumda aylak-asalak olmaya temel olmadığı için sınıf yoktu. Birey ve toplum, doğal maddi koşulların belirlediği aynı süreç içinde ortaya çıktı. Birey, düşünce, dil ve sanat toplumsaldır. İlkel komünal toplumda, ahlak, hukuk, gelenek, kültür, ulus, din ve olgu olarak varlığı bilinmeyen bilim, doğal-toplumsal olduğu için insana yabancı değildi. Göçer yaşamdan yerleşik yaşama geçiş süreci, her bölgede eş zamanlı yaşanmadı. İlkel komünal toplum, göçer ve yerleşik durumda, doğanın ve toplumun ortak çıkarı için yaşadı. İnsanı insan yapan momentum, doğanın ve doğal bileşeni olarak sınıfsız toplumun ortak çıkarı için yaşamaktır.
#doğa#doğal insan#doğal yaşam#göçer insan#göçer toplum#göçer yaşam#ilkel komünal toplum#insan#sınıfsız toplum#toplum#yerleşik insan#yerleşik toplum#yerleşik yaşam
0 notes
Text
Üzgünüm! Ama ben imparator olmak istemiyorum. Bu, benim işim değil. Kimseye hükmetmek ya da boyun eğdirmek istemiyorum. Elimden gelirse, herkese yardım etmek isterim: Yahudi olan, olmayan, zenci veya beyaz… Hepimiz karşımızdakine yardım etmek isteriz; insanların doğası budur. Biz birbirimizin mutluluğu için yaşamayı isteriz, kötülüğü için değil. Birbirimizden nefret etmek, birbirimizi aşağılamak istemeyiz. Bu dünyada herkese yetecek yer var. Ve toprak hepimizin ihtiyacını karşılayacak kadar bereketli. Hayatın bize çizdiği yol, özgürlük ve güzelliklerle dolu olabilir ama biz onu yitirdik. Hırs ruhumuzu zehirledi, dünyayı bir nefret çemberine aldı, hepimizi kaz adımlarıyla sefalete ve kana sürekledi. Hızımızı arttırdık ve bunun tutsağı olduk. Bolluk getiren makineleşme bizi yoksul kıldı. Edindiğimiz bilgiler bizi alaycı, zekamızı ise katı ve acımasız yaptı. Çok fazla düşünüyor ama çok az hissediyoruz. Makineleşmeye değil, insanlığa muhtacız aslında. Zekaya değil, iyilik ve anlayışa… Bu değerler olmadan hayat korkunç olur, her şeyimizi yitiririz. Uçaklar ve radyo denen icat bizi birbirimize yakınlaştırdı. Bu buluşların varoluş nedeni, insanın içindeki iyiliği ortaya çıkarmak, evrensel kardeşliği inşa etmek ve birleşmemizi sağlamak. Şu anda bile sesim dünyadaki milyonlarca insana, acı çeken kadınlara, erkeklere ve çocuklara, suçsuz insanları hapse atıp işkence eden bir sistemin kurbanlarına bu sayede ulaşabiliyor. Beni işitenlere şunu söylemek istiyorum: “Umutsuzluğa kapılmayın.” Üstümüze çöken bela; vahşi bir hırsın, insanlığın gelişmesinden korkanların duyduğu acının bir sonucu. İnsanlardaki bu nefret duygusu geçecek, diktatörler ölecek. Ve halktan aldıkları güç, yine halkın eline geçecek. Son insan ölene kadar özgürlük yok olmayacak. Charlie Chaplin, Büyük Diktatör filminden
0 notes
Text
Yunanistan Dışişleri Bakanı: Türkiye ve Yunanistan'daki trajik olaylar iki toplumu yakınlaştırdı - Son Dakika Dünya Haberleri
Yunanistan Dışişleri Bakanı: Türkiye ve Yunanistan'daki trajik olaylar iki toplumu yakınlaştırdı - Son Dakika Dünya Haberleri - https://olaykibris.com/yunanistan-disisleri-bakani-turkiye-ve-yunanistandaki-trajik-olaylar-iki-toplumu-yakinlastirdi-son-dakika-dunya-haberleri/ #kıbrıs #kktc #haber #türkiye #dünya
0 notes
Text
DÜNE VE GELECEĞE DAİR
Hello, bugün 2023 yılının ilk günü.
Neredeyse bir ay önce yeni yıl hedeflerimi yazmışım deftere. Neler var neler... Hem biraz 2022'yi analiz edeyim hem de yeni yıldaki hedeflerimden bahsedeyim diye geçtim bilgisayar başına.
Kısa Bir 2022 Özeti
Aslında her şey güzel başlamıştı. Her zaman olduğu gibi gelen yıldan umutluyduk. Dünya barışı sağlanacak, savaşlar duracak; kadınlar, çocuklar ve hayvanlara işkence edenler cezalandırılacaktı. Fakat bunlar olmadı. Dünya ve ülke için istediklerimiz bir yana belki de kendi arzu ve isteklerimiz bile gerçekleşmedi zaman zaman.
İş, güç, evliliğe giden sağlıklı bir ilişki yine tozlu rafların arasından bana gülümsedi. Şubat ayında çok sevdiğim ve hayatta kalan tek büyük ebeveynim hastaneye kaldırıldı. 30 günü aşkın süre sonunda maalesef kendisini kaybettik. Çok üzüldüm, ağladım. Ama cenazede değil. Evde yalnız kaldığımda, odamda. İnsanların içinde ağlayamayıp, üzüntümü gösteremedim. Ama bilirsiniz, herkes farklı yaşar acısını. Ben de geceleri ağlıyordum. Bir süre gelemedik kendimize sevenleri olarak. İki üç ay sonra anca anca yokluğuna alışabildik.
Üzüntümü yaşarken bende de değişen bir şeylerin olduğunun farkındaydım. Hayata bakış açımın tamamen olmasa da azar azar değişmeye başladığını sezinliyordum. Korona ve onun korkusu, benim için artık koca bir hiç idi.
Yaz ortalarına doğru güzel bir tatil kafamı ve yüreğimi toplamamda yardımcı oldu. Bu arada bu sene sanırım eski sevdiğim insanları ve çocukluktan hayranlık beslediğim ünlüleri görme yılımdı. İlk önce aynı gün, 9 Mayıs'ta hem eski sevgilimi hem de 13-14 yaşlarında hayranlıkla izlediğim bir filmin başrol oyuncusunu gördüm. Onu Ünsal'ın yanına giderken heyecanlıydım ama eski özgüvensizliğim yoktu kendime karşı. Eski sevgilimi görmem ise bence tesadüftü. Biraz konuştuk ve sarıldık. Ama sarılmamız, iki eski aşığın sarılması değil de iki eski arkadaşın sarılması gibiydi. En azından benim için öyle.
Aylar geçti ve ben insanlara o kadar da çok güvenmemem gerektiğini öğrendim. Şu yaşıma kadar yaşadığım en büyük hayal kırıklığını yaşadım. Net. Asla kendime haksızlık yapmamayı öğrendim ama. Bazen hayatımda kötü giden şeyler olduğunda ister istemez kendimi suçlardım. Diğer insanlara şefkatli kendime ise acımasız davranırdım. Hani zaman zaman dalga geçilen kişisel gelişim kitaplarında yer alan 'öz şefkat' kelimesi var ya, o bende yoktu. Başkalarından çok kendimi eleştirirdim. Ama hayır ya, neden kendime böyle davranıyordum ki.
Yaşadığım olaylar beni kendime daha da yakınlaştırdı. Öncelikle kendimi sevmemi ve insanların yaptıkları şeyler yüzünden kendimi suçlamamayı öğrendim. Öğrendiğim daha birçok şey vardı. Ne yaparsan yap, insanlar değişmezdi. İçinde eğer bir kötülük varsa her ne şekilde olursa olsun ortaya çıkardı. Onlar bazı etkenleri gösterirlerdi yaptıkları için, ıh ıh, içinde olmasaydı o kötülük, ne olursa olsun yapmazdı, çıkmazdı.
İnsanların düşüncelerini çok önemserdim. Asla soğukkanlı değildim. Hazır cevap zaten olmadım, ama çalışıyorum. Hakkımda ne konuşurlarsa konuşsunlar şimdi, umurumda değil. Zaten insanlar hep konuşur. Ne yaparsan yap. O yüzden, bildiğin yoldan yürümeye devam.
Yeni terimler öğrendim bu sene. Mesela aşk bombası. Bir ilişkide karşı tarafın ilk başlarda aşk ve ilgi seline tutmasıymış seni. Her gün aramalar, hediyeler, seni çok seviyorumlar, canımlar... Sonra birden azalıyormuş bütün bunlar. Bilmem nedense yazasım geldi. Fakat dedim ya bu sene hele son iki üç ayda bana bir şey oldu. Kim olursa olsun, ne yaparsa yapsın, şaşırmıyorum. Şaşırma yetimi kaybettim.
Bu sene, hiç yapmadığım bir şeyi de yaptım. Kalktım atış poligonuna gittim. Elime ilk defa silah aldım. Benim için güzel bir aktiviteydi. Devamı da gelecek. Şu aralar gitmiyorum ama unuttum sanılmasın. Bu arada tekrar dil ve konuşma terapistine başladım. Kasım'dan beri gidiyorum. İyi geldi, Bostanlı'yı da özlemişim.
Son zamanlarda konserlere gittim. Çocukken izlediğim bir yarışma vardı: Passaparola. Sunuculuğunu Metin Uca üstleniyordu. Yıllar önce bir alışveriş merkezinde imza günü vardı. Orada kitabımı imzalatıp fotoğraf çektirmiştim. Geçen hafta ise kısa bir aradan sonra gördüm, hem de aynı haftada iki kez.
Ekim ortasından beri bir medya kuruluşunda yazmaya başladım. Neredeyse her hafta bir film yahut dizi yayınlıyorum. Kurucusu ise benim Eskişehir'den bir hocamın kızıymış. Hayat oldukça küçük ve bu tesadüfler beni mutlu ediyor. Kendisi birkaç hafta önce bir setten çok sevdiğim bir oyuncu ile görüşmüş. İlker Kaleli, 'Enola Holmes' yazımı okuyup selamını iletmiş. Çok mutlu oldum. Yıllar önce yazı yazmak boş işler demişti biri. Bense yazmanın hayat amacım olduğunu söylemiştim kendisine. Sonra beni engellemişti, gereksizce. O tür insanlara bir 'kapak' olarak görüyorum bunları. Neyse, kudurtmaya devam.
Kısaca 2022 böyle geçti. Beni büyüterek. Yaş 31 ama hala öğreniyorum. Hayat da tam böyle bir şey. Deneyimliyor ve öğreniyoruz. Dersler çıkarıyoruz, iyi-kötü insanı ayırıyoruz. Ayırmak zorundayız. Kötüleri hayatımızdan çıkarmamız, çıkaramasak bile uzak durmak zorundayız. Güvenli alanımızı çizmek durumundayız. Ve benim gibi önceden saf niyetli olanlar dediklerimi daha iyi yapmak zorundalar. Yoksa bu kötülüğün içinde ilk önce biz kayboluruz.
---
2023 Hedefleri
Gelelim yeni yıl hedeflerine. Deftere yazdığım hedeflerin en komiğini ama en gerçeğini yazacağım şimdi size. Lütfen ama lütfen biriyle sevgili olmadan önce onu iyi tanı, demişim. Yazma şeklim komik olsa da bunu uygulamam gerekiyor. Hani insanlar birileriyle tanışır, sonra tanır daha sonra sevgili olur ya. Bende bu durum biraz değişik. Ben genelde, gerçekten genelde, önce tanışıyorum sonra sevgili olup daha sonra tanıyorum. Benim için neyin iyi, neyin kötü olduğunu bilmiyorum, inanın. Ama bir de ilk söylediğimi denemek istiyorum.
Kitap okuma, romanı bitirme hedeflerimle devam edeyim. 'Kaybolan'ı da bitirmem lazım. Sera ve Pınar karakterlerini özledim. Moda girip, birkaç bölüm birden yazsam süper olur. Asıl romanın ise ilk bölümü tamam sayılır. İlham perileri gelirse devam edeceğim. En az 60 kitap bitir demişim. Bence daha iyisini yapabilirim.
Alkolü azalt yazsam da bir süreliğine bırakma kararını zaten almıştım. En son Aralık ortasına doğru içmiştim. Daha doğrusu içmeye çalıştım, ama yarısında tıkandım. İçimden de gelmiyor artık.
Para biriktirme konusunu es geçmemişim. Her yıl aynı konu. Ama asla birikmiyor. Ya da ben beceremiyorum bu işleri. Bilemiyorum, yine de bu sene daha iyi bir iş çıkaracağımı düşünüyorum.
Tumblr'ı çok boşladım. İki günde bir mutlaka yazmam gerektiğini düşünüyorum. Her gün yazsam çok iyi olur ama yazabilir miyim bilmiyorum. Ama çabalayacağım.
Daha bir sürü hedef yazmışım, spor ve yeni bir hobi edinmek de dahil buna. Öyle bir ev, araba alacağım şeklinde büyük hedeflerim yok. Duvar, küçük taşlarla örülür. Her şeyin bir yeri ve zamanı var. En azından benim için böyle.
Şimdilik benden bu kadar. Hayatıma ve yaşadıklarıma dair elbette yine yazacağım. Mutlu yıllarınız olsun.
1 note
·
View note
Text
Cafenin Mutfağında Yediğim Yarak! (Pınar 22 Y., İstanbul)
Merhaba 31 Seks Hikayeleri okuyucuları. Bu siteyi uzun zamandır takip ediyorum. Bundan kısa bir süre önce yaşadığım olayı sizinle paylaşmak istedim. Ben 1.70 boyunda, 54 kiloda, esmer güzeli bir bayanım. Eski sevgilimle Beşiktaş'ta herzaman gittiğimiz bir Cafe vardı. O Cafeyi de, sahiplerini de, ikimiz de çok severdik. Hatta yiyişmelerimizin, elleşmelerimizin çoğu o Cafede olurdu. Ben sevgilimden ayrıldıktan sonra Cafeye vakitsizlikten gidemez oldum.
Geçenlerde Beşiktaş'ta işim vardı, evrak almam gerekiyodu, ama 13:30'da alabileceğimi söylediler. Saat daha 11:30 idi. Ne yapabilirm o saate kadar diye düşünürken, o Cafeye gitmeye karar verdim. Hem uzun zamandır da gitmiyordum, özlemiştim. Cafenin sahbibi Serhat, uzun boylu, 30'lu yaşlarda, esmer ve bekar biri. Anladığım kadarıyla iyi niyetli, Cafe de onun ve abisinin. Abisi de çok dürüst biri, namazında niyazında bir adam. Bir de Kemal var, orda çalışıyor, evli ve 3 yaşında bir kızı var. Kumralımsı sarışın, benden 4-5 cm uzun, çok tatlı, güler yüzlü biri. Serhat'la Kemal çok çok yakın arkadaşlar. Aralarında patron çalışan ilişkisi asla yok, zaten gören kimse de öyle demiyor. İkisi de eşit şartlara sahipler, Kemal sadece ortak değil.
Oraya gittiğimde Cafe boştu, Kemal bilgisayar başındaydı. Beni görünce, "Ooo kimler gelmiş!" dedi. "Nasılsın, nasıl gidiyor?" muhabbetinden sonra yanıma oturdu, "Birşeyler içer misin?" dedi. "Çay alırım." dedim. Çayımı getirirken, ona gülerek, "Sen evde karına da böyle hizmet ediyor musun?" dedim. "Yok yaa, evde çay yemek ne gezer?" diye bir cevap verdi. "Eşin sana yemek yapmıyor mu?" dedim. "Yok yapmaz, ben de ona yapmam!" dedi. Belli ki araları açıktı. Biraz dertliydi herhalde. Eşiyle arasının kötü olduğunu, sadece 3 yaşındaki çocukları için devam ettiklerini söyledi. "Zaten karım bana güvenmez, bizim aramızdaki herşey bitti!" dedi. "Kağıt üzerinde evlisiniz yani?" dedim. "Evet!" dedi. Bunları anlatırken bir yandan da bacaklarıma dokunuyordu. "Ya işte böyle Pınar!" deyip dizime hafifçe vuruyordu.
Üzülmüştüm karısıyla kötü olmalarına. Evliliğe çok soğuk bakıyordu, bıkmıştı, mutsuzdu. Biz konuşurken bir yandan da müşteriler gelmeye başlamıştı. İki tane kız sandviç istedi. Sonra Kemal beni mutfağa çağırdı, orda işi uzundu. Bu arada sabah Cafeyi Kemal 10:00'da açıyor, akşam 20:00 gibi çıkıyor, Serhat ise öğlen 14:00 gibi geliyor, gece 23:00'de kapatıyor. O yüzden yalnızdık. Kemal diğer müşterilerin siparişlerini alırken, ben de domatesin kabuklarını soydum, ince ince doğradım. Kemal yanıma geldi, sandviçleri hazırlamaya başladı. Sandviçleri o iki kıza götürdükten sonra yanıma geldi ve bir anda sarıldık. Aslında benim açımdan masum bir sarılmaydı bu. Ama o dudaklarını boynuma koymuştu, nefesini kulağımda hissettiriyordu, hiçte masumca değildi. Bana, "Çok cana yakınsın!" dedi. Ben o hareketinden dolayı şok olmuştum, ondan böyle bir hareket beklemiyordum. Açıkcası onu tahrik edecek birşey de yapmamıştım...
Halen birbirimize sarılır vaziyetteydik. "Ben su içeceğim!" deyip kollarından çıktım ve bardak alıp su doldurdum kendime. O da gelen müşterinin siparişini almaya gitti. Elmalı nargile istemişlerdi, böyle şeylerden hiç hoşlanmam, nasıl yapıldığını da bilmiyordum. Kömür gibi birşeyi ateşin üzerine koydu, alevler çıkyıyordu. Biraz ürkütücü bir manzaraydı, ama o çok alışkındı tabi. Ben tezgaha dayanmıştım, bacaklarım çok hafif ayrıktı. Kemal bacaklarını benim bir bacağımı hapsedecek konuma getirmişti, sikini bacağıma değdiriyordu, bir yandan da konuşuyotduk. İnanın ne konuştuğumuzu bile hatırlamıyorum. Sertleşmiş sikini resmen bacağıma dayıyordu. Ben hiçbir şey olmamış gibi sohbete devam ettim. Sonra bir anda yüzünü yüzüme yakınlaştırdı ve dudaklarıma çok sakin bir öpücük kondurdu. Ama kendini geriye çekmemişti, benim de ona karışılık vermemi bekliyordu. Karşılık vermedim, ama kendimi geri de çekmemiştim.
Yani öpmesine izin vermiştim. Daha da gevşedi, artık rahat hareket ediyordu. Müşterilerden kaçtıkça yanıma gelip, bana sarılıyordu, kokluyordu. Sarılırken bit ara eli kalçama doğru kaydı. Sonra tekrar yukarı doğru çıkarttı. O içeri giderken kendimi biraz suçlu hissediyordum, onunla öpüştüğüm için değil, evli olduğu için. Kendimi yuva yıkan biri olarak düşünmeye başlamıştım. Aslında bu konuda kendimi rahatlatabiliyordum. Hatta inanın bana, evliliğini kurtarmasını bile istiyordum. Ondan hoşlanmıyordum, etkilenmiyordum, kalbim pır pırr da değildi. Hiç bir aşk belirtisi de yoktu. Sadece o anki heyecan hoşuma gidiyordu. Sonra saatin geç olduğunu farkettim, "Ben gidip evrağımı alayım, geç oldu!" dedim. Kemal, "Ben de seninle geleyim!" dedi. Çünkü Serhat gelmişti.
Yolda yürürken bazen koluna girdim, bazen de el ele tutuştuk. O benim belime sarılıyordu, göbeğime dokunuyordu. Ben de elimi boynundan göğsüne doğru uzattım ve göğüs kıllarıyla oynamaya başladım, "Huylanıyor musun?" dedim. "Hayır ama..." dedi ve güldü. Ben de hafifçe vurdum göğsüne. Tahrik oluyordu belli ki. Bilerek yapıyordum, farkındaydı. Biryandan da tahrik edici şekilde ona bakıyordum. Bunu farketti ve "Bana öyle bakma, trafikte fena olur!" dedi. Gülümsedim, hiçbir şey demedim. Sonra beni vapura bindirdi ve beni arayacağını söyledi. Uzaklaştım.
Eve gelip yatağıma yattım ve olanları düşündüm. Amım sırılsıklamdı, sanırım heyecan beni bu hale sokmuştu. Onu düşünüp mastürbasyon yapmaya başladım. Beni öptüğünü, deli gibi yiyiştiğimizi, göğüslerimi, kalçalarımı avuçladığını düşündüm. Bunların hiç biri gerçekleşmedi. İyiki de yapmamışım diyorum, hayali de yetiyor. Mastürbasyon yaparken dudaklarımı ısırıp yalıyordum, bunun nedeni onunla yiyişmediğimiz içindi. İçimde kalmıştı, tam olarak birbirimizden tat alamadık. Akşam beni aradı, halimi hatırımı sordu, kısa konuştuk. "Kocaman öpüyorum!" dedi. "Ben de!" dedim ve kapattık. Ama yolum tekrar Beşiktaş'a düşerse yanına uğramayı planlıyorum. Onunla gezmek tozmak istemiyordum, sadece mutfakta küçücük kaçamaklar yapmak istiyordum. Hem zaten onun da benimle ciddi düşündüğünü zannetmiyordum.
O olaydan 5 gün sonra dayanamadım ve sabah erkenden Cafeye gittim. Çok erken bir saat olduğu için kimse yoktu. Kemal'i görünce heycanlandım ve birbirimize sarıldık. Bir anda beni duvara yasladı, deli gibi öpüşmeye başladık. Çok özlemiştim onu, deli gibi de arzuluyordum. Bir eliyle göğüslerimi elliyordu, diğer eliyle de kalçalarımı avuçluyodu. "Çok güzel tenin var, çok güzelsin!" deyip duruyordu. Ben sadece şuursuzca inliyordum, tırnaklarımı omzuna geçirmiştim bile. Sonra beni kucaklayıp masaya oturttu. Bacaklarımla belini sardım, biraz da öyle öpüşmeye devam ettik. Öpüşmek hafif kalır, dilini boğazıma kadar sokuyordu resmen, somuruyordu beni, dudaklarımı hareket bile ettiremiyordum. Bana, "Senin heryerini yalamak istiyorum!" dedi. Ses çıkaramadım. Masaya doğru yatırdı, üzerime çıktı. Elini şortumdan içeri soktu, külotumun üzerinden amımı okşuyordu. Islanmıştım. "Harikasın!" diyordu...
Bir anda altından kalktım ve onu ayağa kaldırdım, masaya dayadım. Sexy bakışlarımı atarak yavaşça aşağıya doğru çömeldim, niyetimi anlamıştı, hafifçe gülümsedi. Kemerini ve pantolonunun düğmesini açtım, daha sonra fermuarını indirdim. Siki zaten pantolonunu zorluyodu. Boxerını görünce mimiklerime hakim olamadım, çok şaşırmıştım, siki kalın birşeye benziyordu. Daha fazla dayanamadım ve boxerını da indirdim. Gerçekten kalın bir siki vardı. Birazcık inceledikten sonra dudaklarımı değdirmeye başladım. Dilimle başını yalıyor, başını ağzıma alıp emiyordum. İyice delirmişti, hırıltılarından belliydi. Sonra köküne kadar ağzıma almak için biraz nefes aldım. O sikin tamamını ağzıma sokunca, öyle bir Ohhh'ladı ki, tahrik olmamak imkansızdı. Eliyle başıma bastırıyodu. İyi bir ritim yakalamıştık...
Daha sonra beni masaya oturtturdu. Tekrar boynumu, göğüslerimi emmeye başladı. Eliyle de amımı yokluyordu. Deli gibi inlediğimi hatırlıyorum. Şortumun düğmesini açtı ve bacaklarımdan aşağıya indirdi. Külotumun üzerinden amımı dillemeye başladı. "Erkeğimmm!" diye inliyordum. Sonra külotumu indirdi. Bacaklarımı iyice ayırdı, bir gözlerime bakıyodu, bir amıma. Amıma bakarak, "Muhteşem!" dedi. Klitorisimi yalamaya başladı. Biraz yaladıktan sonra parmağını amıma sokmaya başladı. Nefes alışverişlerim değişmişti. Bir yandan klitorisimi emiyordu, diğer yandan parmağını sokuyordu amıma. Deliriyordum. Kaç kere orgazm olduğumu inanın bilmiyorum. Amımdan akan sular bacaklarımdan aşağı süzülüyordu, hissediyordum...
"Gir artık içime erkeğim!" dediğimi hatırlıyorum. Dudaklarıma öpücük kondurduktan sonra bacaklarımı omzuna aldı. Amıma ilk girdiğinde gözlerim fal taşı gibi açıldı. Sadece, "Hayvan! Yavaş!" diyebildim. Özür dileyip biraz bekledi ve sonra devam etti. İçime git gel yaparken, "Çok sıcaksın, çok darsın, mahvediyorsun beni!" diyodu. Ben de, "Tek erkeğimsin, bu am hep seni bekledi, deli gibi sik beni sevgilim!" diyordum. Sonra posizyon değişikliği yaptık ve ellerimi masaya dayayıp beni önünde domalttı. Amıma 10-15 dakika da öyle git gel yaptı. Artık gözlerimi kapamış, anın tadını çıkartıyordum, dizlerimin de bağı çözülmüştü...
"Boşalacağım!" diyerek sikini amımdan çıkardı. Hemen önüne eğildim ve ağzıma aldım, biraz sikini yaladıktan sonra göğüslerime doğru haykırarak boşaldı. Ben de spermlerini göğüs uçlarıma iyice sürdüm. Sonra kalktım ve "Mükemmeldin sevgilim!" deyip boynundan öptüm. Giyindikten sonra koltuğa geçip oturduk. Halen nefes nefeseydik. Saatte 11:00'e yaklaşmıştı, "Müşteriler gelir..." diyerek Cafenin kapısını açtı. "Ben de gitmeliyim!" diyerek çantama doğru yöneldim. Kolumdan tuttu ve mutfağa doğru çekti. Sırtımı duvara yaslayıp, dudaklarıma yumuldu. "Aşkım yeter!" diyordum, fakat dinlemiyordu. Kalçamı öyle bir avuçladı ki, yürürken bile zorlandım. "Hoşçakal erkeğim!" diyerek Cafeden çıktım...
Bundan sonra ilişkimiz ne olur, nasıl olur bilmiyorum, ama ondan çok etkileniyorum. Olgun tavırları beni öldürüyor, mahvoluyorum. O derin, samimi bakışları hiç bir erkekte görmedim.
[Pınar]
100 notes
·
View notes
Text
Torunlar ve büyük anne diyaloğları
1. Daha önce defalarca yaptığım gibi banyoda makyajımı yapıyordum, genç torunumun gözlerinin altında da makyaj yapıyordum. Rujumu sürüp gitmeye başladığımda ufaklık dedi ki: ′′ Ama büyükanne, tuvalet kağıdını öpmeyi unuttun!" Tuvalet kağıdını öpmeyi düşünmeden bir daha asla ruj sürmeyeceğim. ....
2. Genç torunum geçen gün doğum günümü kutlamak için aradı. Kaç yaşında olduğumu sordu, ben de 72. dedim. Torunum bir an sessiz kaldı, sonra da ′′ 1 ' den mi başladın?" diye sordu. :)
3. Büyükanne torunlarını yatağa yatırdıktan sonra, eski pantolonu ve droopy bluzünü giyip saçlarını yıkamaya başladı. Çocukların odalarında artan gürültüleri duydukça sabrı giderek azaldı. Sonunda, kafasının etrafına bir havlu attı ve odalarına daldı, sert uyarılarla onları tekrar yatağa yatırdı.
Odadan çıkarken üç yaşındaki çocuğun titreyen bir sesle
′′ O kimdi?" dediğini duydu.
4. Bir büyükanne küçük torununa kendi çocukluğunun nasıl olduğunu anlatıyordu.
′′ Dışarıda gölette kayardık. ön bahçemizdeki ağaçtan asılı lastikten salıncağım vardı . Atımıza vardı binerdik. Ormanda vahşi ahududu topladık." Küçük kız gözlerini faltaşı gibi açıp, hepsini dikkatle dinliyordu.
Sonunda dedi ki: ′′ Keşke seni daha önce tanıyabilseydim!"
5. Torunum bir gün ′′ Büyükanne, sen ve Tanrı'nın nasıl olduğunu biliyor musun?" (Ortak özelliğinden bahsediyor herhalde) diye sorduğunda, hayalimde zihnen düşündüm ve
′′ Hayır, nasıl birbirimize benziyoruz?" dedim.
′′ İkiniz de eskisiniz," dedi.
6. Küçük bir kız dedesinin daktilosunu özenle kullanıyordu. Büyük annesi ne yaptığını sordu. Ona bir hikaye yazdığını söyledi.
′′ Konu nedir?" diye sordu.
′′ Bilmiyorum," dedi. ′′ Okuyamıyorum."
7. Torunum henüz renklerini öğrenip öğrenmediğini bilmiyordum, bu yüzden test etmeye karar verdim.
Bir şeye işaret eder, hangi renkte olduğunu sorardım. Bana söylerdi ve her zaman doğruyu biliyordu.
Benim için eğlenceliydi, ben de devam ettim.
Sonunda (Galiba sıkılıp) kapıya doğru yöneldi ve ′′ Büyükanne, bence bu renklerin bir kısmını artık kendin öğrenmeye ve çözmeye çalışmalısın!" dedi.
8. Torunum Billy ve ben tatil kulübemize girdiğimizde, sinir bozucu böcekleri çekmemek için içeride olana kadar ışıkları kapalı tuttuk. Yine de, birkaç ateş böceği bizi takip etti. Ben daha önce fark ettim, Billy şöyle fısıldadı: ′′ Dedem işe yaramaz. Şimdi sivrisinekler el fenerleriyle peşimize düşüyor."
9. Torunum bana kaç yaşında olduğumu sorduğunda, dalga geçerek ′′ Emin değilim ′′ dedim. ′′ İç çamaşırına bak, dede," tavsiyesinde bulundu. Benimki 4 ila 6 yaşındayım diyor. ." (VAY! Bunu gerçekten beğendim -- Sadece '38' olduğumu söylüyor!)
10. İkinci sınıf öğrencisi okuldan eve geldi ve büyükannesine dedi ki: ′′ Büyükanne, tahmin et ne oldu? Bugün bebek yapmayı öğrendik." Büyükanne, birazdan çok şaşırdı, sakinleşmeye çalıştı. ′′ Bu ilginç." dedi. ′′ Nasıl bebek yapıyorsun?" ′′ Çok basit," dedi kız. ′′ Sadece ' y ' i ' i ' i ' değiştir ve ' e ' i ' ekle."
11. Çocuk Mantığı: Bir öğretmen çocuğa ′′ Bana bir iş kolunda çalışanın yaptığı iş hakkında bir cümle yaz," dedi .
Küçük çocuk yazdı: ′′ İtfaiyeci merdivenden hamile düştü." Öğretmen çocuğun hatasını düzeltmek için kenara çekti.
′′ Hamile ne demek bilmiyor musun?" diye sordu.
′′ Elbette," dedi genç çocuk kendine güvenerek.
" Çocuk taşımak demek."
12. Bir dede bir gün torunlarını evine götürürken itfaiye aracı yanından geçerler ve itfaiye aracının ön koltuğunda oturan Dalmaçyalı bir köpek görürler.
Çocuklar köpeğin itfaiyedeki görevlerini tartışmaya başladı.
′′ Kalabalığı geride tutmak için onu kullanıyorlar," dedi bir çocuk.
′′ Hayır ′′ dedi bir başkası. ′′ O sadece iyi şans için."
Üçüncü bir çocuk tartışmayı yakınlaştırdı. ′′ Köpekleri kullanıyorlar," dedi, ′′ Yangın musluklarını bulmak için."
13. Arkadaşı 6 yaşındaki çocuğa büyükannesinin nerede yaşadığı soruldu. ′′ Oh," dedi, ′′ Havalimanında yaşıyor ve onu istediğimizde gidip alıyoruz. Sonra, ziyaretini bitirdiğimizde, onu havaalanına geri götürüyoruz."
14. Çocuk: Büyükbabam dünyadaki en akıllı adam! Bana iyi şeyler öğretiyor, ama onu onun kadar akıllı olacak kadar göremiyorum!
15. Büyükannem ve büyükbabam komik, "eğildiklerinde gaz sızıntılarını duyuyorsun ve köpeklerini suçluyorlar."
Bunlar da benden olsun
16 - dedesi torununu tuvalete götürdü. çocuk içeride iken dedesi "Oğlum güzelce yıkayıp temizledin mi?" diye sordu.
Torunu nereden bileyim dede görmüyorum ki, Yıkadım işte" dedi.
TORUNLAR ONLARIN GÜNÜNÜ GÜZELLEŞTİRECEK
.
Kültür ve Merak
8 notes
·
View notes
Text
Clara Zetkin’in anısına - N. Krupskaya
İnsanlığın kurtuluş mücadelesinin Almanya topraklarındaki yılmayan savaşçılarından Clara Zetkin’in aramızdan ayrılışının 82. yılı. Tüm yaşamını devrim ve sosyalizm mücadelesine adamış komünist bir kadın olarak hayata veda eden Clara Zetkin’in ölüm yıldönümü vesilesiyle Nadejda Krupskaya’nın Zetkin için kaleme aldığı yazıyı yayınlıyoruz:
"Clara Zetkin öldü. Yayınlanan pek çok mükemmel makale onun yaşam yoluna, bir devrimcinin yoluna, inanmış bir Marksist-Leninistin yoluna ışık tutuyor. Bu makale ve konuşmalarda sevgi ve saygı çınlıyor. Ben burada onun çalışmasının gazetelerde pek fazla değinilmeyen yanlarına ışık tutacağım.
Marx ve Engels’in öğretilerini özümledi
Clara 1857’de Almanya’da (Sachsen) doğdu; babası bir köy öğretmeniydi. O köyde büyüdü ve köy yaşamını yakından tanıdı. O sıralarda Sachsen’de tekstil sanayii hızla gelişiyordu; işçiler (kadın ve erkek dokumacılar) henüz köy yaşamına sıkıca bağlı idiler. Clara, köylülerin ve işçilerin durumunu salt kitaplardan değil, yaşamın kendisinden öğrendi. Bunun daha sonra ona çok yararı oldu; o, köylülere ve kadın ve erkek işçilerin en geri katmanlarına ulaşmayı beceren ender kişilerden biri oldu.
Clara öğretmen olmaya karar verdi, Leipzig’e gitti ve orada kız öğretmen okuluna girdi. Orada Karl Marx ve Friedrich Engels’in öğretileriyle yüzyüze geldi; işçi toplantılarına gitmeye başladı ve Partinin çalışmalarını tanıdı. Ondokuz yaşında okulu bitirdiğinde, fabrikatör kızlarına ders vermek zorunda kaldı, köy öğretmeni olmak ona kısmet olmadı. 1878’de Almanya’da Sosyalist Yasa (Anti-Sosyalist Yasa Ç.N.) yürürlüğe girdi; sosyal-demokrat parti illegal konuma düştü ve koğuşturmalar başladı. Bir çok sosyal-demokrat Almanya’yı terketmek zorunda kaldı. Bunların içinde Rus göçmeni bir işçi olan, Clara’nın arkadaşı Üssip Zetkin de vardı. Clara da ülkeyi terketti, Zetkin’in karısı oldu ve 12 yıl -önce İsviçre’de, sonra Fransa’da- göçmen olarak yaşadı. Göçmenliğin tüm zorluklarını tanıdı, çok çile çekti; kocası öldü, kendisi iki çocukla çok zor bir durumda kaldı. Bütün bunlara rağmen göçmenlik sırasında çok şey öğrendi ve Marx ve Engels’in öğretilerini mükemmel bir şekilde özümledi.
Emekçi kadınların kurtuluşuna adanan bütün bir yaşam
Göçmenlikle çeşitli sosyalist partilerin çalışmalarını gözlemleme olanağı buldu; bu onun siyasi ufkunu genişletti ve onu özellikle uluslararası işçi hareketinin görevlerine yakınlaştırdı. Clara kelimenin gerçek anlamıyla bir enternasyonalistti. O, uluslararası ölçekte kadınlar arasındaki çalışmayı da yönetiyor, zamanının büyük bölümünü buna ayırıyordu. 1889’da II. Enternasyonal’in I. Kongresi’nde, kadınların politik yaşama katılma hakkına kavuşmalarının gerekliliği üzerine mükemmel bir konuşma yaptı.
Clara Zetkin tüm yaşamını emekçi kadınların kurtuluşuna, kadın işçilerin işçi sınıfı davası uğrunda mücadeleye katılmalarına adadı. Clara bu sorunu bir Marksist olarak ele aldı; bu sorunu işçi sınıfının kurtuluşu mücadelesiyle, sosyalizm mücadelesiyle sıkı bağ içerisinde gördü. Clara Zetkin, kadınların hak eşitliği sorununu sınıf mücadelesinden, köylü ve işçi kadınların yaşam ve çalışma koşullarından kopuk bir sorun olarak gören feministlere karşı sürekli mücadele verdi. Clara, yalnızca sosyalizmin işçi ve köylü kadınları tümüyle kurtarabileceğini açıkladı. Ve tam da bu yüzden kadın işçiler Sosyalizm için savaşanların saflarına katılmalıydılar.
Yalnızca sosyalist devrim kadının kişiliğini özgürleştirebilir
Clara sosyalizmi kaba bir şekilde kavramadı; onu bütün yönleriyle derinlemesine inceledi. Ocak 1889’da bir açık öğrenci toplantısında “Kafa Proleterleri, Kadın Sorunu ve Sosyalizm” üzerine verdiği konferans son derece ilginçtir. Bu konferansta, gelişen kapitalizm koşullarında burjuva ve proleter ailenin çökmesinin sebeplerini gözler önüne serdi. O, burjuvaziye ve entelektüel çevrelere özgü kadın hareketi tipini inceledi; bu hareketin yanlış yolda yürümesinin nedenlerini tahlil etti; burjuva bilim adamlarının (Rusya ve Amerika hariç) kadın hareketine düşman tavırlarının nereden kaynaklandığını açıkladı. O, yalnızca sosyalist devrimin kadınlara her yönlü gelişmeyi ve anneliği toplumsal faaliyet ve mesleki çalışma ile birleştirme olanağını sağlayabileceği; yalnızca sosyalist devrimin kadının kişiliğini özgürleştirebileceği ve tamamiyle gelişmesinin olanağını sağlayabileceği üzerinde durdu.
“Emekçi kitlelerin ekonomik bakımdan sömürüsünü ve özgürlükten yoksun oluşunu ortadan kaldıran, böylece her bireye cinsinin en özgür şekilde gelişmesinin, en yüksek kültürün ve en yüksek mutluluğun güvencesini veren sosyal devrim,”
Böyle bir devrim, toplumun kültürel yaşantısının parlak dönemi için gerekli bir önkoşuldur.
Clara, aydın proletaryayı, öğretmenleri, yazarları, doktorları, sanatçıları proleter sınıfıyla birleşmeye, proleter hareketin saflarına girmeye çağırdı.
Bu yazının ilginç olmaması mümkün değildi. Clara, Friedrich Engels’in mücadele arkadaşı idi. Engels ise, kadının kurtuluşunun; onun işçi sınıfı hareketine, sosyalizm uğruna mücadeleye çekilmesinin ateşli savunucusuydu. O henüz yirmi yaşında bir genç iken şöyle yazmıştı:
“Ama, biz yeni’nin çocuklarının onunla birlikte ayakta durduğu ya da düştüğü düşünceler eğer gerçek ise, o zaman kadın kalbinin modern aklın düşünce çiçekleri uğruna -şimdi babaların mutaassıp inançları uğruna çarptığı gibi- sıcak sıcak çarpacağı dönem uzak değildir. Ve ancak genç kuşak bunu ana sütüyle özümsediğinde yeninin zaferi kapıyı çalacaktır!”
Engels’in “İngiltere’de İşçi Sınıfının Durumu”, “Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni” adlı eserleri, işçi kadınların durumunu ve kadınların kurtuluşunun yolunu aydınlatıyor.
“Kadınların Karl Marx’a Borçlu Oldukları Şey”
1923’te “Kadın Komünist”in 12. sayısında, Clara Zetkin’in redaksiyonu altında çıkan Alman gazetesi “Eşitlik”ten alınan, Clara Zetkin’in "Kadınların Karl Marx’a Borçlu Oldukları Şey” adlı fevkalade bir makalesi vardır.
“Materyalist tarih anlayışı ile”, diye yazıyor Clara Zetkin, “gerçi o bize kadınlar sorununda hazır reçeteler bırakmadı, ama daha iyisini, onu araştırmak ve kavramak için doğru ve isabetli yöntemi verdi. İlk kez materyalist tarih anlayışı bize, kadın sorununu genel tarihi gelişmenin akışı içinde, genel sosyal bağıntılar ışığında, onun tarihi olarak koşullanmışlığı ve meşruluğu içinde açık bir şekilde anlamamızı, onun itici ve taşıyıcı güçlerini, bunların erişmek istedikleri amaçları, ortaya atılan sorunların ancak hangi koşullar altında çözülebileceğini anlamamızı sağladı.”
Ve devamla:
“Burjuva hanımlarıyla proleter kadınları sözümona birleştiren "yüce kızkardeşlik” üzerine sevgi gevezelikleri, materyalist tarih anlayışının havasında, renk renk parlayan sabun köpükleri gibi patladılar. Marx proleter ve burjuva kadın hareketini birbirinden ayıran kılıcı döktü ve nasıl kullanılacağını öğretti; ama o aynı zamanda, birincisini sosyalist işçi hareketiyle kopmaz şekilde birleştiren, proletaryanın sınıf mücadelesine bağlayan anlayışlar zincirini de oluşturdu. Böylelikle o, mücadelemize berraklığı ve ululuğu, hedefimizin yüceliğini verdi. “Kapital”de, kadınların çalışması, işçi kadınların durumu ve işçileri koruma yasalarının gerekçeleri üzerine paha biçilmez bir olgu, anlayış ve ilham zenginliği vardır. Bu, güncel taleplerimiz uğruna mücadelemiz için olduğu kadar, gelecekteki sosyalist hedef için de tükenmeyecek bir zihinsel cephaneliktir. Marx bize, proleter kadınların savaşma yeteneklerinin artmasında acil bir gereklilik olan küçük güncel çalışmalara gereken değeri vermemizi öğretiyor. Ama o bizi aynı zamanda proletaryanın iktidarı ele geçirme büyük devrimci mücadelesini sağlam ve uzak görüşlü bir şekilde değerlendirme bilincine çıkartıyor. Bu olmaksızın, sosyalist toplum ve kadın cinsinin kurtuluşu parlak bir rüya olarak kalacaktır. O, bizi öncelikle, günlük çalışmaya önem ve değer veren şeyin yüce amacımız olduğu inancı ile dolduruyor. O, böylelikle hareketimizin büyük ilkesel özünün tek tek olayların, görev ve başarıların kalabalığından zarar görmesini engelliyor ve yıpratıcı günlük çalışma içinde, ötesinde yeni bir çağın şafağının sökecek olduğu geniş tarihsel ufku kaybetmememizi sağlıyor. O, devrimci düşüncenin ustası olduğu kadar, devrimci mücadelenin de önderi olarak kalacaktır; onunla aynı cephede savaşmak, proleter kadın hareketinin görev ve gururu, mutluluğu ve şanıdır.”
Bu makale Clara’nın Marksistliğini en isabetli bir şekilde karakterize ediyor. Clara Zetkin’in “Günümüzde Kadın İşçi ve Kadın Sorunu” adlı broşürü herkesçe bilinmektedir. Orada “Çocukların Eğitimi ve Kadın” bölümünde söyledikleri, Marx, Engels ve Lenin’in bu konuda düşündükleri ve yazdıklarıyla uyum içindedir.
8 Mart’ın Uluslararası Kadınlar Günü olarak kabulü
Clara Zetkin’in uluslararası kadın hareketi için kazanımları büyüktür. Clara 1892’de “Kadın İşçi” adlı gazetenin yazı kurulu yöneticiliğini üstlendi. Kadınlar arasında ajitasyon ve propaganda için parti komisyonlarının oluşturulması da aynı döneme rastlar. Alman hükümeti bu komisyonları 1895’te yasakladı; bu komisyonlar ancak 1907’de yeniden canlandırıldı. Parlak bir konuşmacı ve örgütleyici olan Clara Zetkin, işçi kadınları sosyal-demokrat işçi hareketine çekmek için muazzam bir çalışma yaptı. 1907’de II.Enternasyonal’in VII. Kongresi ile birlikte ilk sosyalist kadın konferansı da toplandı. Alman sosyal-demokrasisi içerisinde kadın parti üyelerinin sayısı 1907 yılında sadece 10.000 iken bu sayı 1913 yılında 150.000’e ulaştı. Aynı hızda olmamakla birlikte, diğer ülkelerde de kadınlar arasındaki çalışma gelişme kaydetti. 1910’da Kopenhag’da, her yıl 8 Mart’ın Uluslararası Kadınlar Günü olarak kutlanması kararının alındığı İkinci Uluslararası Kadınlar Konferansı toplandı.
“Kafaları ve yürekleriyle” komünizmden yana...
Clara Zetkin, II. Enternasyonal’in sol kanadındandı ve her türden oportünizme karşı enerjik mücadele yürüttü. Savaş çıktığında Rosa Lüksemburg, Karl Liebknecht ve Franz Mehring ile birlikte emperyalist soygun savaşına karşı enerjik bir şekilde mücadele verdi. 1915’de Uluslararası Kadınlar Konferansını örgütledi ve onun adına savaşa karşı bir manifesto yayınladı. Bundan dolayı tutuklanıp hapse atıldı. Ekim Devriminde Clara Zetkin’in tüm sempatisi Sovyet iktidarından yanaydı. 27 Haziran 1918’de üçüncü bir kişiyle Lenin’e bir mektup göndererek, kendisi, Mehring, Rosa Lüksemburg ve Karl Liebknecht’in "kafaları ve yürekleriyle” komünizmden yana olduklarını açıkladı. Bu dönemden itibaren Clara bir komünist, ve Sovyetler ülkesi de onun ikinci vatanı oldu. Sovyetler Birliği’ni ilk kez 1920 sonbaharında ziyaret etti. Her köşeden işçi ve ve köylü kadın delegeleri, milli azınlıkların kadın delegeleri onun yanına akın ettiler. Clara büyük bir arzuyla, kabaran devrimin etkilerini özümledi. Almanya’ya döndüğünde "Rote Fahne”de şunları yazdı:
"Kapitalizm tarafından kendisinin çarmıha gerilmesine hâlâ izin veren, açılan yaralardan kanayan, kültürel seviyesi yüksek bir proletaryanın olduğu bir ülkeden gelen kişi rüya görüyor sanır ama, gördüğü gerçektir. Gerçek, gözlerinde devrimci tutkunun ve sınırsız fedakârlığın Promete kıvılcımları parlayan, devrimci iradeleri "Enternasyonal”in ritmleriyle gürleyen sayısız binlerce kadın ve erkek proleterde cisimleşiyor. İnsanlıklarını kapitalist sömürü ve kölelik tarafından daha fazla çiğnetmek istemeyen proletarya kitleleri Rusya’da Kasım Devriminin yaşayan itici güçleriydi. Bedeni ve ruhu öldüren kapitalizmin geri gelmesine hisleri, düşünceleri, iradeleriyle ihtirasla başkaldıran; bu geri dönüşe her ne pahasına olursa olsun, -şimdiye kadar görülmemiş zorlukların altında ve binlerce fedakarlık ve bizzat yaşam pahasına- karşı koymaya kararlı proleter kitleler! Sovyet iktidarına can veren ve onu ayakta tutan güç işte bu proleter kitlelerdir.”
Rus proletaryasının tamamı, komünist Sovyet iktidarının üssü ve taşıyıcısıdır. Haklarından yoksun bırakılmış Almanya proletaryasının ve tüm dünya proletaryasının bu proletaryadan öğrenebileceği çok şey vardır. Clara "Kızıl Bayrak”taki makalesini "Rus proletaryası kılıç ve kepçeyle felsefe yapıyor” diye bitiriyor. Komintern’in III. Kongresinde Clara Zetkin Yürütme Komitesi üyeliğine seçildi ve ölümüne kadar öyle kaldı.
Zafer konusunda bir an bile şüpheye düşmedi
1920’den itibaren, SBKP Merkez Komitesi tarafından, kadınlar arasındaki çalışmaya ayrılan "Kadın Komünist” adlı gazete çıkarıldı. Clara bu gazetenin 10 yıllık yayın döneminde buna da katıldı. Bu gazetenin 3. yıldönümü vesilesiyle sıcak selamlar gönderdi. Bütün ülkelerin proleter kadınları ve en ileri kadın savaşçıları adına gönderilen bu mesaj öylesine coşkuludur ki, bugün aradan 10 yıl geçtikten sonra bile, okurken duygulanmamak elde değil.
Clara Zetkin, Gerçek Üyelerinden biri olduğu Komünist Akademisi’nin çalışmalarıyla da ilgilendi. Kadın hareketinin incelenmesi bölümünü yönetti. Yoğun devrimci çalışmasına, yaşına ve hastalığına rağmen, o burada da kadın hareketinin sorunlarının bilimsel araştırılmasını doğrudan ya da mektupla yönetmeye zaman ayırdı.
Clara tüm hayallerinin gerçekleşmesini, bütün toplumsal yaşamı ve insani ilişkileri değiştiren devrimci sosyalist inşada görüyordu. O, mücadelenin henüz bitmediğini, devam edeceğini, korkunç zorlukların henüz önde durduğunu görüyordu ama, zafer konusunda bir an bile şüpheye düşmedi.
Adı geçen mesajın yazılmasının üzerinden 10 yıl geçti. Bu yıllar Clara’nın kendini çetin devrimci mücadeleye tümüyle adadığı yıllar idi. Köylüler arasındaki kolektifleştirme hareketini nasıl da selamlamıştı! 1931’de tamamıyla bozulmuş bir sağlıkla SSCB’ne geldiğinde, ilk talebi Orta Asya kolhozlarına gitmek oldu. O, geçtiğimiz yıl, her zamanki cesaretliliğiyle, tutuklanma ve hatta faşistler tarafından katledilme tehlikesinin bilincinde olmasına rağmen, Reichstag’ın açılışı için Almanya’ya gitmek üzere son gücünü toparladı.
"(Meclisin en yaşlı üyesi olma sıfatıyla-ÇN) Yaş başkanı olarak Sovyet Almanya’nın ilk Sovyet kongresinin açılışını yapma mutluluğunu tatmayı umut ediyorum” sözleriyle Reichstag’ın açılış konuşmasını bitirdi. Umutları gerçekleşmedi ama, o son dakikaya kadar, son nefesine kadar nöbeti tuttu.
Sevgili Clara, senin örneğin Komünizm davasının tüm savaşçılarını coşkuyla doldurmalı. Senin örneğin bilinçli erkek ve kadın işçileri, bilinçli erkek ve kadın kolhozcuları coşkuyla dolduruyor. Biz daha ciddi, daha iyi, daha tam bir örgütlenme ile çalışacağız; nöbeti devredeceğimiz bütün ülkelerin komünist gençlik birliklerine yardım edeceğiz; çocuklarımızı, komünizmin inşasını sonuna kadar götürecek savaşçılar olarak eğiteceğiz!
1933"
(Clara Zetkin, Kadın Sorunu Üzerine Seçme Yazılar, İnter yayınları, 3. Basım, s. 187-195. / Kızıl Bayrak)
9 notes
·
View notes