#ve ipek ve ateş ve alev
Explore tagged Tumblr posts
denizeyuruyen · 2 years ago
Text
Tumblr media
"sana böyle akmaktan çok korktuğum için oldu her şey şelaleler de bu yüzden ilgilendiriyor beni
.. dünya çok üzücü bir yerdi, savaş filmlerini ve samurayları eskisi gibi sevmiyordum. bir boşluktan aşağı mı bırakıyordum kendimi. teller tenimi çizip canımı mı yakıyordu. mutsuzluğuma mı alışıyordum seni severken. yoksa kan kaybından mı ölüyordum. daha fazla parçalanacak parçam yoktu..
neyse sevgilim telefonun öbür ucunda ruffles yiyordu
ben meleğimin kanatlarını kırdım ordan geliyorum. siz yine de ikiz bardakları kırmayın. bir deliydim, elementlerin de ruhları olduğuna inanıyordum..."
- Birhan Keskin
13 notes · View notes
tumitutscanlation · 5 years ago
Text
Heavenly Blessing – 174. Bölüm
Mega // Drive // Wattpad
Bölüm 174: On Bin Tanrının Mağarası, On Bininin de Yüzü Saklı
Ancak yine de baskı yapmadı.
“San Lang bakmamamın daha iyi olacağını söylüyorsa, o zaman dikkatli olacağım.”
Hua Cheng hafifçe başını salladı ve yollarına devam ettiler. Tam bu sırada bir diğer çatala gelmişlerdi ve Hua Cheng doğrudan sola yöneldi. Xie Lian’ın adımları yavaşlayarak durdu ve onu takip etmedi. Hua Cheng arkasını döndü. “Ne oldu?”
“San Lang daha önce bu mağaraya hiç gelmedi değil mi?” Diye sordu Xie Lian.
“Elbette.” Diye cevapladı Hua Cheng.
“O zaman sola gitmemiz gerektiğinden neden bu kadar eminsin?” Xie Lian sorguladı.
“Emin sayılmam aslında.” Dedi Hua Cheng. “Öylesine seçtim.”
“Buraya daha önce gelmediysen nasıl körlemesine seçim yapabiliyorsun? Hangi yöne gideceğimizi daha dikkatli bir şekilde seçmemiz gerekmez mi?”
Hua Cheng gülümsedi. “Daha önce gelmediğimiz için körlemesine seçmemiz gerekiyor bence. Her şekilde, burası hakkında herhangi bir bilgiye sahip değiliz, bu nedenle şansımızı denememiz gerek ve benim şansım hep yaver gider.”
Her ne kadar mantıklı konuşsa da, asında, ikisi ne zaman bir yere gitseler, kararı veren hep Xie Lian olurdu. Hua Cheng’in onlara yol göstermesi ise çok nadiren gerçekleşirdi. Xie Lian başını salladı ve tam ikisi soldan gitmek üzereydiler ki, Xie Lian aniden konuştu. “Bekle! – San Lang, duydun mu?”
“Neyi?” Diye sordu Hua Cheng.
“Sağ taraftan.” Dedi Xie Lian. “Sesler geliyor.”
Hua Cheng’in yüzü hafifçe değişti ve bir süre dikkatle dinledikten sonra konuştu. “Gege bence yanlış duydun. Orada hiçbir şey yok.”
“Var!” Dedi Xie Lian. “Dikkatle dinle, bir erkek sesi!”
Hua Cheng dinlemeye çalıştı ve kaşlarını çattı. “Sahiden hiçbir şey duymuyorum.”
Xie Lian şaşırdı ve merak etti, Yine hayal mi görüyorum?
“Ekselansları, tuhaf bir durum söz konusu, bizi yanıltmaya çalışıyor olabilirler.” Dedi Hua Cheng. “Buradan kurtulduktan sonra tartışabiliriz.”
Xie Lian biraz tereddüt etti ama ardından kararını verdi. “Hayır! Nan Feng veya Fu Yao orada olabilir, gidip bakmamız en doğrusu olur!”
Ardından koşarak sağdaki tünele girdi, Hua Cheng arkasından bağırdı. “Gege! Koşma!”
Ancak silik bağırışı duyduktan sonra diğer taraftaki kişinin son derece tehlikeli bir durum içerisinde olduğunu ve gecikemeyeceğine karar vermişti. Xie Lian dikkatsiz davranmaya da cesaret edemiyordu bu yüzden hızla koşarak gitmişti. Tünelin derinliklerine doğru ilerledikçe, bir erkeğin öfkeli haykırışları daha da netleşiyordu.
Xie Lian çok sevinmişti, Bunlar Nan Feng ve Fu Yao!, diye düşünüyordu.
Xie Lian tünelde ne kadar zamandır koştuğunu bilmiyordu, ama en sonunda seslerin kaynağını bulmuştu ve devasa bir mağaradaydı. Bu mağarada ilahi heykeller yoktu, onun yerine derin bir çukur vardı ve Nan Feng ile Fu Yao’nun sesleri de oradan geliyordu. Görünüşe göre her ikisi de çukurun dibinde mahsur kalmışlardı ve yukarıya tırmanamıyorlardı. Ancak, hala birbirlerine bağıracak kadar enerjileri vardı, bu nedenle de şu anda yaşamlarını tehdit eden bir durum söz konusu olmamalıydı. Herhangi bir şey görebilmek için aşağısı çok karanlıktı ve Xie Lian avuçlarını ağzına götürerek yukarıdan bağırdı.
“HEY –!! SİZE NE OLDU?”
Dipteki ikili birisinin seslendiğini duymuşlardı ve hemen tartışmalarına bir son verdiler ve Fu Yao’nun sesi yükseldi. “EKSELANSLARI? SEN MİSİN? ÇABUK BİZİ YUKARIYA ÇEK!”
Diğer taraftan Nan Feng konuşmamıştı. Xie Lian şaşırdı. “Kendiniz tırmanamıyor musunuz? Çukur o kadar da derin değil gerçi, size ne oldu?”
Tüm yol boyunca kavga ettikleri için, Fu Yao öfkeyle doluydu. “SAÇMALIK! EĞER KENDİMİZ TIRMANABİLSEYDİK ÇOK YAPMAZ MIYDIK! EKSELANSLARI, KÖR MÜSÜN?”
Xie Lian gözlerini kıstı. “Net bir şekilde göremiyorum. Hala ruhani güçleriniz var mı? Bir avuç meşalesi yakın da aşağıdaki durumu görebileyim. Eğer yapamıyorsanız aşağıya bir alev topu atacağım…”
Ancak beklenmedik bir şekilde o daha cümlesini bitiremeden aşağıdaki ikili aynı anda bağırdılar. “YAPMA!!!”
Onu durdurmak için çıkarttıkları ses, panik ve dehşete eşdeğerdi.
Fu Yao tekrar seslendi. “KESİNLİKLE HİÇBİR TÜRDEN ATEŞ YAKMA!”
Eğer ateş yakamıyorsa, ortamı aydınlatmak için başka bir yol kullanabilirdi. Xie Lian’ın ilk tepkisi arkasına bakmak olmuştu. “San Lang…”
Ancak San Lang peşinden gelmemişti. Arkasında hiç kimse yoktu. Xie Lian şaşkındı; ilk başta endişelenmişti ama ardından kafası karışmıştı. Yolunu kaybetmiş olamazdı ya?
On Bin Tanrının Mağarasına girdiklerinden beri Hua Cheng oldukça tuhaf davranıyordu ama Xie Lian tam olarak nedenini çıkartamıyordu. Soluna ve sağına baktı, ardından omuzunda durmakta olan minik bir gümüş kelebek olduğunu fark etti. Hafifçe dokundu. “…Merhaba?”
Hayalet kelebek onun dokunuşunu hissettiğinde birkaç kez kanat çırptı ama uçup gitmedi; sadece ona kanatlarını gösterir gibiydi. Yolculuk boyunca, Hua Cheng ona gümüş kelebeklerin pek çok farklı çeşidi olduğunu söylemişti. Bu kelebeğin ise hangi kategoriden olduğunu bilmiyordu, görevinin ne olduğunu da, ama her ne için buradaysa, en azından biraz ışık çıkartabilirdi.
Bu nedenle sordu. “Aşağıya inip bakabilir misin?”
Sahiden de kelebek kanatlarını çırptı ve aşağıya uçtu. Xie Lian arkasından seslendi. “Teşekkür ederim!” ve onun çukurun dibine ulaşmasını bekledi. Yumuşak gümüş ışık aşağıdaki manzarayı aydınlattığı zaman Xie Lian’ın gözleri ardına dek açıldı.
Çukurun dibi ürpertici bir beyazlıkla sarılıydı; tüm çukur kalın bir ipek tabakasıyla örtülmüştü!
Nan Feng ve Fu Yao ipeklerin arasında iki kozayla sarılmışlardı, örümcek ağına yakalanmış iki küçük sinek gibiydiler. Her ikisinin de yüzleri siyah-maviydi, başları kanla kaplanmıştı, ama önceki kavgalarından mıydı bilmiyordu. Xie Lian biraz önce dikkatsiz davranmadığı için kendisini tebrik etti, eğer aşağıya bir meşale atacak olsaydı, tüm çukur alev alırdı.
“Neler oluyor?” Diye sordu Xie Lian. “Bunlar örümcek ağı mı? Bir örümcek ruhunun yuvasında mısınız yoksa?”
“KİM BİLİR!” Diye bağırdı Fu Yao. “HER ŞEKİLDE KURTULAMIYORUZ!”
Görünüşe göre kaçmaya can atıyordu. Nan Feng’in ise okunmaz bir yüz ifadesi vardı. İlk başta yardım çağıracak gibi görünmüştü ama gelen kişinin Xie Lian olduğunu fark ettiği zaman, katılaşmış ve kelimelerini yutmuştu. Onun yerine yorum yapmıştı. “Henüz aşağıya inemezsin, ipek çok kalın. Bir kez seni yakaladığı zaman kurtulması imkansız.”
“Aşağıya gelmeyeceğim.” Dedi Xie Lian.
Bir süre düşünüp taşındıktan sonra Xie Lian RuoYe’nin bir ucunu Fang Xin’in kabzasına bağladı ve aşağıya ulaşacak mı diye denemek için çukurun içine uzatacaktı. Ancak beklenmedik bir şekilde, RuoYe daha yolu yarıladığı örümcek ağları onları fark etmiş ve hızla yukarıya doğru atılmışlardı, kavgaya hazır gibiydiler. RuoYe ise korkuyla yukarıya kaçmıştı, ancak çok geç kalmıştı. Onu yakalayan örümcek ağları sıkıca düğümlenerek aşağıya çekiyorlardı, bir yandan da Xie Lian’ı.
Bu örümcek ağlarının bu kadar güçlü olmalarını beklememişti!
Xie Lian çukura düştüğü anda, ipek iplikler anında ona doğru uçmuş ve sıkıca sarmışlardı. Geriye kalan örümcek ağları ise yavaşça tırmanıyorlardı, Nan Feng ve Fu Yao’nun ‘koza’larına destek oluyorlardı. Fu Yao öfkeden köpürecekti. “Nasıl sen de düştün? Şimdi şu halimize bak, üç salak! Hep birlikte burada geberip gideceğiz!”
“Ne saçmalıyorsun sen?” Nan Feng karşılık verdi. “Bizi kurtarmaya çalıştığı için bu hale düştü!”
Diğer yandan Xie Lian ise kendisine daha fazla hakim olamadı. “Hahaha, hahaha, hahaha…”
İkisi şaşkın bir halde ona döndüler.
İlk konuşan Fu Yao oldu. “Düşerken kafanı mı çaptın? Aklını mı kaçırdın?”
Xie Lian gözlerinden gülmekten yaşlar geliyordu ve güç bela konuşabildi. “H… Hayır, hahaha… o örümcek ağları… çok… gıdıklıyor, ben… hahahaha…”
Düştüğü zaman ipek yatak onu oldukça nazik bir şekilde sarmıştı ve onu kozalamaya gelen örümcek ağları da oldukça nazikti. Onu hareket edemez hale getirirken, sürekli yumuşak bir şekilde ona sürtünüyorlardı, sanki onu gıdıklar gibiydiler. Xie Lian cenin haline gelmiş, onlara direnmeye çalışıyordu. “Hayır, durun, bekleyin! Durun! Durun! Pes ettim! DURUN!!!”
Ancak o zaman beyaz ipek ellerini arkasından bağladı ve durdu. Nan Feng ve Fu Yao onu izliyorlardı.
Bir an sonra Fu Yao kasvetle konuştu. “O ağlar neden bizi sararken o kadar kabaydılar da, seni bu kadar gevşek bir şekilde sarıyorlar? Yüzün bile açıkta.”
Xie Lian en sonunda nefesini toplayabilmişti ve konuştu. “Sizin, sizin yüzleriniz de açıkta değil mi?”
Fu Yao gözlerini devirdi ve konuştu. “Kapalıydılar, kendimize geldikten sonra dişlerimizle ısırarak açtık, yoksa ses çıkartabilmemize imkan yoktu.”
Xie Lian biraz mücadele etmeye çalıştı ama örümcek ağları sahiden sıkıydılar ve geri çekilmiyorlardı. Ayrıca biraz önce bağıra bağıra gülüyordu, kaburgaları o kadar acıyordu ki geçici olarak görev dışıydı. Bu nedenle bir süre dümdüz uzanmaya karar verdi.
“Peki ikiniz buraya nasıl geldiniz?”
“Bilmiyorum.” Dedi Fu Yao. “Çığ düştüğünde, kar sanki gökler yerinden düşermiş gibi üzerimize yağdı ve uyandığımızda çoktan buradaydık.”
“Hayır, hayır.” Dedi Xie Lian. “Demek istediğim Tong Lu Dağına nasıl geldiniz?”
Konu açılınca Fu Yao öfkeden köpürdü. “Kadın hayalet Lan Chang ve cenin ruhunu takip ediyordum ama ONUN neden burada olduğunu bilmiyorum!”
“Ben mi?! Ben de çocukla annesini kovalamak için buradayım…” Diye cevapladı Nan Feng.
Fu Yao tükürdü. “Neden onların peşindesin? Neden bana vurdun?? Ben… Benim generalim cenin ruhunun onunla hiçbir alakasının olmadığını açıkça belirtmişti, o onları öldürmedi! İyi kalpliliği yüzünden aptal yerine koyuldu, gerçekten, iyi bir insan olmaya çalışmasına hiç gerek yok!”
Xie Lian alışkanlık gereği araya girdi. “Tamam tamam, kavga etmeyi kesin. Şu anki durumu anlıyorum. Kavga etmeyi ve tartışmayı bırakın. Biraz önce çığ düşmesine neden oldunuz, neden biraz ara vermiyorsunuz? Birlikte buradan kurtulmanın bir yolunu bulalım önce.”
Ancak Nan Feng de sinirlenmişti. “Generalin normalde nasıl birisi olduğunun farkında değil mi? Eğer insanlar ondan şüpheleniyorlarsa, boşuna şikayet etmesin!”
Fu Yao parladı. “Ne dedin sen?! Sıkıysa bir daha söyle!”
Nan Feng daha da sertti. “SÖYLERİM! Tekrar söylüyorum: Hiçbir iyi niyetin yoktu, sadece tahammül edemediğin insanlara iyiymiş gibi görünürsün, bu nedenle de içten içe kendine bayılıyorsun. Sadece başkalarının kendisini rezil etmesini bekleyerek tatmin oluyorsun. Bana sakın gelip ‘iyi niyeti suiistimal edildi’ saçmalıklarından bahsetme, kendini iyi birisi olarak görmeyi bırak! İyi insanlar sana hiç benzemezler, ASLA İYİ BİR İNSAN OLMADIN!”
Fu Yao’nun alnındaki damarlar fırladı, dudakları titriyordu. “HEPSİ SADECE SENİN HAYAL DÜNYANIN BİR ÜRÜNÜ, TÜMÜYLE SAÇMALIK!”
Nan Feng de bağırdı. “SAÇMALIK MI DEĞİL Mİ EN İYİSİNİ SEN BİLİRSİN, SENİ NASIL TANIMAM?!”
Fu Yao’nun damarları artık boynuna kadar inmişti. “BANA DERS VERMEYE NE HAKKIN VAR SENİN? İNSANLARA BU KADAR YÜKSEKTEN BAKMAYA DEVAM EDERSEN DÜŞÜP BACAĞINI KIRACAKSIN!”
“BEN HER AÇIDAN SENDEN DAHA GÜÇLÜYÜM!” Nan Feng karşılık verdi. “KİMSENİN SENİN NE BOKLAR YEDİĞİNDEN HABERİ YOK MU SANIYORSUN?”
Son kurduğu cümle Fu Yao’yu daha da kızdırmış gibiydi. “…EVET! YAPTIM, KABUL EDİYORUM! AMA SEN BENDEN NASIL DAHA GÜÇLÜ OLUYORSUN? KENDİNİ SADAKATİN VÜCUT BULMUŞ HALİ SANIYORSUN, EFENDİNİ KARIN GELİNCE TERK ETMEDİN Mİ? KARIN VE OĞLUN SENİN İÇİN DAHA ÖNEMLİ OLMADI MI?! HER KOYUN KENDİ BACAĞINDAN ASILIR, HERKESİN ÖNCELİĞİ KENDİSİDİR! O ESKİ BOKTAN MESELEYİ BENİM ÖNÜMDE AÇMAYA UTANMIYOR MUSUN?”
‘Karın ve çocuğun’ lafını duyunca, Nan Feng hepten kendini kaybetmişti. “SENİ SİKİK… SEN!... !? Sen?”
Her ne kadar ikisi de kımıldayamıyor olsalar da, birbirlerinin boğazlarına sarılmış gibiydiler ve o esnada birbirlerine ‘senin generalin’ ‘benim generalim’ diye hitap etmektense ‘sen’ ‘ben’ demeye başladıklarını fark etmemişlerdi, son derece sinirlendikleri için, bir şeyleri ifşa ettiklerinden bihaberlerdi, ama şimdi uyanmışlardı. Xie Lian uzun zaman önce konuşmayı bırakmıştı.
Nan Feng ve Fu Yao aynı anda başlarını ona doğru çevirdiler ve Xie Lian sessizce ipek yatakta dönmüş olduğunu gördüler, onlara sırtını dönmüştü. “Ee… ben hiçbir şey görmedim. Yani şey, hiçbir şey duymadım.”
“…”
“…”
Xie Lian taş duvarlara bakarken nazik bir sesle konuştu. “Daha devam edecek misiniz? Ee, tartıştığınız konuya gelince, tek yorumum eş ve çocuğun elbette daha önemli olduğu olacak. Doğrusu da bu zaten. En temel insani duygu. Bunlar sahiden çok eski meseleler, bu yüzden artık bunlara kafa yormayalım ve kaçmanın bir yolunu bulalım…”
Fu Yao sözünü kesti. “…Biliyor muydun?”
Daha fazla kaçamayacağını fark eden Xie Lian’ın tek yapabileceği boyun eğmekti. “Evet…”
Fu Yao inanamıyordu. “Ne zaman fark ettin? Nasıl anladın?”
Xie Lian’ın gerçeği söylemeye gönlü el vermedi. “Unuttum.”
Gerçek cevap ise: çok, çok uzun zaman önce’ydi. Yu Jun Dağından beri içinde bir şüphe vardı ama Ban Yue Geçidine ulaştıklarında emin olmuştu.
Orta Cennetten ast savaş tanrıları mı? Öyle bir şey yoktu. ‘Nan Feng’ ve ‘Fu Yao’, Feng ile Mu Qing’in yarattığı birer klondu sadece! *ÇN: Nan, Feng Xin’in ilahi unvanı olan ‘Nan Yang’ ile aynı kelimede, ‘Feng’ ise ‘Feng Xin’ ile aynı. Fu Yao’ya gelince kelime anlamı ‘uçmak/havalanmak’ gibi, ‘merdivenleri hızla tırmanan/hırslı’ anlamında.
Fu Yao kim olduğunun bu kadar kolay bir şekilde anlaşılmasına şaşıp kalmış gibiydi ve aman vermiyordu. “Anladığın neydi tam olarak? Nasıl? Bir şey ele vermiş olmalı, kusurum neydi?!”
“…”
Xie Lian sahiden gerçeği söyleyemeyecekti. Ele veren bir şey yoktu, ikisi de baştan sona kusurluydular!
Sonuçta üçü beraber büyümüşlerdi; Xie Lian onların nasıl hareket ettiğini, nasıl konuştuklarını bilmezdi? Baştan savma sahte isimlerden, asla değişmeyen karakterlerine… anlaması hiç zor olmamıştı. Eğer sahiden o ikisinin kim olduğunu anlayamasaydı, yüzlerce yıldır boşuna yaşıyor olurdu.
Ama, bazı şeyleri en iyisi kendine saklamaktı ve bazı şeyler hiç yapılmamalıydı. Örneğin, bir cennet mensubu olarak kimliğini önemseyen bir kişi gözlerini devirebilir veya lanet edebilirdi, ama bambaşka bir kimlikte çok daha rahat davranabilirdi. Bu nedenle Xie Lian onları ifşa etmeyi hiç düşünmemişti.
Fu Yao – hayır, artık ona Mu Qing demeliydi. Mu Qing dişlerini sıktı ve ürpertici bir sesle konuştu. “…Yani, demek uzun zamandır biliyordun, ama hiçbir şey söylemedin. Durduğun yerden rol yapmamızı izliyordun yani, öyle mi?”
 Çevirmen: Nynaeve
139 notes · View notes
macrofar · 5 years ago
Photo
Tumblr media
4.4.2020
4-4-4 PORTALI 
İKİ : İki sayısı “dualite yani kutupluluk” ilkesini sembolize eder. Kadın/erkek, dişil/eril, sıcak/soğuk, gündüz/gece gibi... İki z��t parçanın bir bütünü oluşturduğu bilgisini taşır.
DÖRT :
Dört sayısı “sağlamlık ve denge”yi sembolize eder. Bir masayı için en sağlam denge dört ayak üzerinde olur. Bir çok hayvan da dört ayağı üzerinde durmaktadır. İnsan da sağlamlık ve denge kurabilmek için emeklerken dört ayağı üzerinde emekler. Dilimizde varolan “dört elle sarılmak”, “gözünü dört açmak” gibi deyimler de yapılan işin nasıl sağlam olabileceğini belirtmek için kullanılır. Dört ayrıca dört temel yön ile de alakalıdır. Böylece etrafımızın dört parçaya ayrıldığını kabul edebiliriz. Aynen “dünyanın dört bucağı” deyiminde olduğu gibi. Dört sayısı aynı zamanda dört elementi de (Ateş-Hava-Toprak_su) sembolize eder. Böylece dört, dünyanın yapı taşı olarak da yer alır. Hıristiyanlıktaki haç, dört İncil, İslam’daki dört büyük melek, dört halife bu sembolizmle alakalıdır. Şimdi genel bilgilendirmeyi bırakıp günün enerjisi neyi anlatıyor ona geleyim. Değişim gezegenimizde başlamıştır. Yepyeni bir varoluş hâli için hazırlık sürecine girmiş durumdayız. “Hiçbir şey eskisi olmayacak”. Bu bizlerin içsel bilgisidir ve şu an herkeste uyanmış durumdadır. Çok uzatmadan 4.4.2020 yani 4-4-4 enerjisini nasıl kullanabiliriz onu anlatayım.
Sistem bize “dengelenin” diyor. Bugünün enerjisini lütfen şimdiye kadar ayağınıza bağ olan duygu ve düşünceleri geride bırakmaya niyet ederek kullanın. Babanıza kızgınsınız? Annenize mi? Kocanıza mı? Öğretmeninize mi? Kimin yüzünden oldu her ne olduysa?.... Kiminle mukayese edildiniz ve eksik hissettiniz? Kim sizce daha başarılıydı ve gölgesinde kaldığınızı düşündünüz? Kim size ihtiyacının olan desteği vermedi? Kim size yeterince destek olmadı yada sevmedi de böylesiniz? Bırakın. Bırakın artık....kaç senedir düşünüyor, kaç senedir öfkeleniyor, kaç senedir üzülüyorsunuz? Yetmedi mi bugüne kadar taşıdığınız?.... yorulmadınız mı? Daha da ziyade, SIKILMADINIZ MI?
35 yaşındasın diyelim, bi 35 sene sonra 70 yaşındasın. Hâlâ seni ağırlaştıran, yolunu kesen ve daha da keskinleşen aynı duygularla uğraşmak mı istiyorsun? Çok yazık olmaz mı dönüp baktığında? Bir ömür kızdığına değer mi? ....ve o zamanı beklemeden şimdi düşündüğünde çok sıkıcı değil mi?
İşte tüm bunlar şimdiye kadar içsel dengemizi bozdu. Enerji sürekli tek tarafa aktı çünkü. Şimdi gelin, vakit de var. Takkeyi önünüze koyun ve paçanıza yapışan ve sizi aşağıya çeken ne varsa ortaya çıkartın. Ardından onları geride bırakmayı seçin. “GEÇMİŞ GEÇMİŞTE KALDI”. Eğer fark etmek isterseniz gerçekten “YAŞANDI VE BİTTİ”. “Eski anılarınız için yeni göz yaşları dökmeyi de bırakın”. Tüm bunları geride bırakmayı seçerseniz eğer, şimdiye kadar bu konulara akan enerjiniz diğer yöne doğru akmaya başlayacaktır.
4-4-4 sizin dengelenme talebinizi destekleyecektir. Bu rakamlar, bu gökyüzü kombinasyonları, virüsler....bu zamana gelmesi tesadüf değil. Evren yüzümüzün nereye dönük olduğunu olduğunu biliyor. Denge, adalet ve birlik bilincini özledik, biliyor.
Bu sebeple bizlerden önce kendine içimizde dengelenmemizi istiyor. Yeni dünya düzenine uyumlanmamız için “eski olandan kurtul ve yeniye yer aç” diyor. ...ve bizi 4-4-4 portalı enerjileri ile destekliyor. Size hemen kolayca uygulayabileceğiniz birkaç çalışma tavsiye edeyim. Arınmak istediğiniz her ne varsa gözlerinizi  kapatıp bu duyguları, olayları, gökkuşağı renklerinden olan bir balonun içine koyup gökyüzüne doğru bırakıp özgürleştiğinizi vizyonlayabilirsiniz. Veyahut konu ya da kişilerle ilgili duygularınızı, kendinizden bile sakmayacak şekilde ifade ederek bir kapıda yazabilir ve bu kağıdı yakabilirsiniz.
Dengenizi bozan bir insan ise, yine gözlerinizi kapatıp bu kişiyi karşınızda hayal edin. Aranızda bir bağ var, bunu görmeye çalışın. Bu bağ boğazınız, karnınız, kollarınız gibi herhangi bir bölgede belirebilir. Bağı gördükten sonra elinize bir makas aldığınızı ve bu bağı tam dibinden kestiğinizi vizyonlayın. Ardından bağı yanınızda yanan bir “mor alev”in içine atın.
Ya da siz bildiğiniz, duyduğunuz başka bir yöntem varsa onu kullanın. Sadece bilin ki amacımız ÖZGÜRLEŞMEK, DENGEYE GELMEK ve YENİ DÜNYA DÜZENİNE KOLAYCA ADAPTE OLABİLMEKTİR. Şifa olsun
İpek Görür
3 notes · View notes
izbirakin · 6 years ago
Text
Oğul;
“İnsanlar vardır, şafak vaktinde doğar, gün batarken ölürler. Unutma ki dünya sandığın kadar büyük değildir. Dünyayı bize büyük gösteren bizim küçüklüğümüzdür. Hırsımız, bencilliğimiz…”
Dünya bir garip han, bir hoyrat mekan, İnsan bir garip varlık kabına sığmayan… Hayat bir yudum su, bir anlık rüya… Ömür bir kısa yol tekrarı olmayan…
Bu yolda nazarımızı sonsuzluğa dikip; büyük yürümek ve büyük ölmek gerek. Bu yolda hırs, diken; benlik ve kibir, engeldir oğul. Sakın ha kendine takılmayasın ve kendinde boğulmayasın. Teklik sadece Allah’a mahsustur, tek başına karara durup hoyrat dünyanın dayanılmaz ağırlığını kaldırmayasın. İşlerini ehil kişilere danışarak tutasın, danışırsan yol alırsın, danışmasan yolda takılıp kalırsın oğul.
“Güçlüsün, akıllısın, söz sahibisin; ama bunları nerede, nasıl kullanacağını bilemezsen, sabah rüzgarında savrulup gidersin.”
Bir dem gelir bir tekmeyle dünyaları yıkacak olursun, bir dem gelir yerdeki karıncaya mağlup olursun. Güç hayvanda bile mevcut. Akıl sadece anahtar. Anahtara takılmasın. Aslolan anahtarın açacağı kapılardır. Kapıların ardında hazineler, kapıların ardında sırlar vardır. Sırlar ki, ebedi muştuları koynunda barındırır; sonsuza kavuşturur. Aklını kullanıp dünyadayken cennetin kapılarını aralayasın oğul.
“Öfken ve benliğin bir olup aklını yener! Daima sabırlı, sebatlı ve iradene sahip olasın, azminden dönmeyesin. Çıktığın yolu, taşıyacağın yükü iyi bil, her işin gereğini vaktinde yap!”
Öfke ateş, öfke afet, öfke şeytandır oğul. İnsanoğlu dağları devirir; ama öfkesine mağlup olabilir. Öfkeyle savaşı daima taze tutmak gerektir.
“Yolcu, buruk baş gerek
Gözde daim yaş gerek Huy biraz yavaş gerek
Yoksa yollar aşılmaz.”. diyen ne güzel söylemiştir. Öfke benliğin yemi, en lezzetli gıdasıdır. Benlik semirdi mi irade yok olur gider. İradesi zayıflayanın ruhu intihar eder. Posalaşmış bir beden taşımak ne ağır zillet, ötelere kapalı bir ruh taşımak ne büyük ihanet.
Sabırsız olmaz oğul. Sabırsız menzile varılmaz. Kaf Dağı’na sabırsız ulaşılmaz. “Sabır kara bir dikeni yutmak, diken içini parçalayıp geçerken de hiç ses çıkarmamaktadır.” İnsan ocaklar gibi yanmalı, yanmalı da kimselere gamını ilan etmemelidir. Gözünü ötelere dikesin oğul, hesabını idealine göre yapasın. Şunu da asla unutmayasın: “Her şeyin vakti tayin edilmiştir. Vaktinden önce öten horozun başı kesilir.”
Vazifen çetin, yükün ağırdır oğul. Hizmette önde ücrette geride olasın. Vazifenin en ağırına talip olmakta kaçınmayasın. Vazifenin ağırlığı Yaratan’ın kullarına ihsanıdır.
“Açık sözlü ol! Her sözü üstüne alma! Gördüğünü söyleme, bildiğini bilme, sözünü unutma, sözü söz olsun diye söyleme.”
Bizler nefreti eritmek için, muhabbetin asaletini dünyaya yeniden hakim kılmak için çıktık yola. Bu yolda utanacak bir şeyimiz yoktur. Muhabbet yolunun gizlisi saklısı yoktur oğul. Ama altının değerini de sarraf bilir, sözünü muhatabına göre ayarlayasın. Cahilin karşısında altınlarını çamura atmayasın. Yiğit olan kördür, kötülüğü görmez; sağırdır, kem sözü işitmez; dilsizdir, her ağzına geleni demez. Bildiğini de her yerde ayaklar altına sermez. Yunus gibidir o; yüreği muhabbete, gönül ibresi Hakikate ayarlıdır. O bir defa söz verdi mi, onu namusu bilir.
“Ananı, atanı say; bereket büyüklerle beraberdir!”
Anadolu; içinden kıvrım kıvrım ırmaklar akan, ağıtları alev alev ciğerler yakan… “Ana”larla dolu olan…
Ana çile yumağıdır, oğul dua kaynağıdır. Ana yüreği narin bir ipek, ata bileği Hakk’ın diktiği en sağlam direktir. Ne ananın ince yüreğini yakasın, ne de babanın kapı gibi bileğini kırasın oğul. Yarın yuva kurduğunda ocağınla onlar arasında köprü olasın. Ana ve ata düşmemek için sırtımızı dayadığımız duvardır, yarın duvar yıkıldığında kıymetini anlarsın.
“Sevildiğin yere sıkça gidip gelme, muhabbetin kalkar, itibarın kalmaz. Düşmanını çoğaltma, haklı olduğunda kavgadan korkma! Bilesin ki; atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli derler!”
Her şeyin ortası makbuldür, sevginin de. Sevdiğini gereğinden fazla sevmeyesin. Sevgini de, sadece yüreğinin eline vermeyesin. En çetin imtihan “sevgi”yle olanıdır. “Kişi ne kadar bahadır olsa da, muhabbete tuş olur.” diyen atanın sözünü aklından çıkarmayasın. Böyle imtihan olmamak, istikbalde neslinden utanmamak için gecelerin bağrında, seherlerin aydınlığında duaya durasın. Senin ideallerin ve geleceğe dair hedeflerin var oğul.
Gönül adamı ömrünü boşa harcamaz, yüreğini ucuza satmaz, edep tacını başından almaz. Gönül erinin her zaman yüzü yerde, gönlü göktedir. Haklı olduğunda kavga vermesini bilir. Kavgayı sadece bileğiyle değil, ilmiyle ve yüreğiyle yapmasını bilir.
İyiliğe kötülük, şer kişinin kârı,
İyiliğe iyilik her kişinin kârı
Kötülüğe iyilik de, er kişinin kârıymış oğul.
Sen bizim rüyamız, sen bizim devâmız, sen bizim duamızsın oğul. Daima başın dik, alnın ak, gönlün pak olsun.
Z��mrüt-ü Anka’nı iyi seç ki Kaf Dağı sana yakın olsun. Yolun ebediyete kadar açık olsun.
24 notes · View notes
mehmetkali · 4 years ago
Text
SICAK HAVA BALONU TAŞIMACILIĞI https://ift.tt/3w2mdRZ
Genel havacılık faaliyetlerinin en popüler dallarından biri de sıcak hava balon taşımacılığı faaliyetleridir. Türkiye, sıcak hava balonculuğu alanında gerek trafik hacmi gerek yolcu sayısı gerekse uçulan gün sayısı bakımından dünyanın en büyük ticari operasyonunu yürütüyor. Ancak balonlar uçaklar kadar popüler olmadığından bu konu hakkında bilgisi olan insan sayısı çok az diyebileceğimiz seviyelerde. Gelin özellikle turistler tarafından ülkemizde bu kadar rağbet gören bu alan hakkında biraz bilgi sahibi olalım.
Uçmak dendiğinde bugün göz önüne daha çok uçaklar geldiğinden, ilk uçağın mucitleri Wright kardeşler, uçuşun da mucidi sanılabilirler. Oysa uçmayı başaran ilk araçlar uçaklar değil, sıcak hava balonlarıdır. İlk insansız sıcak hava balonu uçuşu, Annonay köyünde çapı 10,5 metre olan ipek ve keten bir torbayı sıcak havayla doldurduktan sonra bunu serbest bıraktıklarında balonun yükselmesi ile oldu. Tarih 5 Haziran 1783′ ü gösteriyordu. Bu balon, insanın uçurduğu ilk araçtı ve 450 metre kadar yükselerek 10 dakikada 2,5 km (1.5 mil) yol almıştı. Ancak ilk balon hidrojenle değil sıcak havayla doldurularak uçtu.
Sıcak hava balonunun ana parçaları nelerdir?
Balonlar yerçekimi ve sıcaklık transferinin temel prensipleri sayesinde uçarlar. Balonun içindeki hava ısındıkça balon yükselir. Balonun içindeki hava soğudukça balon alçalır. Balonu uçurmak için önce güçlü bir vantilatörle şişirilir, sonra da bu hava ısıtılır.
Sıcak hava balonu üç ana parçadan oluşur, balonun kendisi (kubbe), burner (yakma birimi) ve sepet.
KUBBE (Balonun kendisi=zarf): Zarf yapımında yırtılmaz naylon en yaygın şekilde kullanılan maddedir; ama polyester gibi başka maddeler de kullanılır. Balonun alt kısmındaki açık kısım (ağız) Nomex gibi ateşe dayanıklı bir maddeden yapılmıştır. Bu itfaiyecilerin kullandığı giysilerin kumaşına benzer bir maddedir.
SEPET; pilotu, yolcuları ve sıvı propan yakıt tanklarını taşımak içindir. Genellikle sazdan yapılan ve çelik tellerle güçlendirilmiş olan sepetler yolcuları koruduğu gibi hafif ve esnek olurlar. Sepette hafif, esnek ve kolay tamir edilebilir olmasından dolayı örgü saz ve bambu kullanılır.
BURNER (yakma birimi): Sepette pilot ve yolcuların başlarının üstünde yer alır ve balonun içindeki havayı ısıtmak için oldukça güçlü bir alev çıkarır. Balonun içindeki hava ısınınca, balon yükselir. Alçalmak için pilot balonun içindeki havanın soğumasına izin verir ve balon çevredeki havadan daha ağır olur. Pilot, balonun içindeki havanın sıcaklığını değiştirmek suretiyle balonun yükselip alçalmasını tamamen kendi kontrolü altında tutar.
 Balonlar nasıl yönlendirilir ?
Balonlara yön verilemez. Bağları gevşetirken balon yukarı kalkar. Yönü hava akımları ile belirlenir. Ancak farklı yüksekliklerde bu akımların farklı yönleri olabilir, bu nedenle yüksekliği kontrol ederek uçuş yönünü seçmek de mümkündür. Yükselmek istediğinizde veya yüksekliği korumak istediğinizde, brülörler devreye girer, ancak alçalmak için balonun içindeki hava soğuyacak ve ağırlaşacak şekilde devre dışı bırakılır, böylece alçalmaya başlar. İnişin çok hızlı olduğu gözlenirse, alçalma hızını düşürmek için brülörlerin tekrar çalıştırılması gerekir.
Balonlar ne kadar yükseğe uçar ?
Balonlar normalde Federal Havacılık Düzenlemeleri çerçevesinde 2000 feetin altında uçar. Çoğunlukla balon uçuşları ağaç boyu seviyelerinden başlayıp bir kaç bin feet’e kadar çıkabilir. Ulaşılabilecek yükseklik o günün hava koşullarına göre belirlenir. Bu da 500 – 1500 feet (150 – 500 metre) arasında değişir.
Neden balonlar sabah erken ve akşam geç saatlerde uçarlar?
Rüzgarlar genellikle gün doğumundan sonra ilk saatlerde ve gün batımından önce son saatlerinde en sakin ve elverişlidir. Günün bu vakitleri, rahat ve dengeli bir uçuş, yumuşak bir iniş ve maksimum kaldırma gücü için sakin ve serin hava şartlarını sağlar.
Burner(Yakma birimi)sönerse ne olur?
Eğer yakma birimi sönerse birinci burner iptal olacaktır. Eğer bu çalışmazsa balonu uçurmak için kullanılabilecek ikinci bir burner vardır. O da bozulursa üçüncü bir burner vardır. Eğer hiçbir burner çalışmazsa, balon bir paraşütle aynı hızda inecektir.
– https://ift.tt/34VU5E1
– https://ift.tt/3fWAMkn
SICAK HAVA BALONU TAŞIMACILIĞI yazısı ilk önce Aeroportist I Güncel Havacılık Haberleri üzerinde ortaya çıktı.
from Aeroportist I Güncel Havacılık Haberleri https://ift.tt/3w4HdHQ via IFTTT
0 notes
erdalcomert-blog-blog · 8 years ago
Text
Oğul
Oğul; “İnsanlar vardır, şafak vaktinde doğar, gün batarken ölürler. Unutma ki dünya sandığın kadar büyük değildir. Dünyayı bize büyük gösteren bizim küçüklüğümüzdür. Hırsımız, bencilliğimiz…” Dünya bir garip han, bir hoyrat mekan,
İnsan bir garip varlık kabına sığmayan…
Hayat bir yudum su, bir anlık rüya…
Ömür bir kısa yol tekrarı olmayan… Bu yolda nazarımızı sonsuzluğa dikip; büyük yürümek ve büyük ölmek gerek. Bu yolda hırs, diken; benlik ve kibir, engeldir oğul. Sakın ha kendine takılmayasın ve kendinde boğulmayasın. Teklik sadece Allah’a mahsustur, tek başına karara durup hoyrat dünyanın dayanılmaz ağırlığını kaldırmayasın. İşlerini ehil kişilere danışarak tutasın, danışırsan yol alırsın, danışmasan yolda takılıp kalırsın oğul. “Güçlüsün, akıllısın, söz sahibisin; ama bunları nerede, nasıl kullanacağını bilemezsen, sabah rüzgarında savrulup gidersin.” Bir dem gelir bir tekmeyle dünyaları yıkacak olursun, bir dem gelir yerdeki karıncaya mağlup olursun. Güç hayvanda bile mevcut. Akıl sadece anahtar. Anahtara takılmasın. Aslolan anahtarın açacağı kapılardır. Kapıların ardında hazineler, kapıların ardında sırlar vardır. Sırlar ki, ebedi muştuları koynunda barındırır; sonsuza kavuşturur. Aklını kullanıp dünyadayken cennetin kapılarını aralayasın oğul. “Öfken ve benliğin bir olup aklını yener! Daima sabırlı, sebatlı ve iradene sahip olasın, azminden dönmeyesin. Çıktığın yolu, taşıyacağın yükü iyi bil, her işin gereğini vaktinde yap!” Öfke ateş, öfke afet, öfke şeytandır oğul. İnsanoğlu dağları devirir; ama öfkesine mağlup olabilir. Öfkeyle savaşı daima taze tutmak gerektir. “Yolcu, buruk baş gerek, Gözde daim yaş gerek, Huy biraz yavaş gerek, Yoksa yollar aşılmaz.”. diyen ne güzel söylemiştir. Öfke benliğin yemi, en lezzetli gıdasıdır. Benlik semirdi mi irade yok olur gider. İradesi zayıflayanın ruhu intihar eder. Posalaşmış bir beden taşımak ne ağır zillet, ötelere kapalı bir ruh taşımak ne büyük ihanet. Sabırsız olmaz oğul. Sabırsız menzile varılmaz. Kaf Dağı’na sabırsız ulaşılmaz. “Sabır kara bir dikeni yutmak, diken içini parçalayıp geçerken de hiç ses çıkarmamaktadır.” İnsan ocaklar gibi yanmalı, yanmalı da kimselere gamını ilan etmemelidir. Gözünü ötelere dikesin oğul, hesabını idealine göre yapasın. Şunu da asla unutmayasın: “Her şeyin vakti tayin edilmiştir. Vaktinden önce öten horozun başı kesilir.” Vazifen çetin, yükün ağırdır oğul. Hizmette önde ücrette geride olasın. Vazifenin en ağırına talip olmakta kaçınmayasın. Vazifenin ağırlığı Yaratan’ın kullarına ihsanıdır. “Açık sözlü ol! Her sözü üstüne alma! Gördüğünü söyleme, bildiğini bilme, sözünü unutma, sözü söz olsun diye söyleme.” Bizler nefreti eritmek için, muhabbetin asaletini dünyaya yeniden hakim kılmak için çıktık yola. Bu yolda utanacak bir şeyimiz yoktur. Muhabbet yolunun gizlisi saklısı yoktur oğul. Ama altının değerini de sarraf bilir, sözünü muhatabına göre ayarlayasın. Cahilin karşısında altınlarını çamura atmayasın. Yiğit olan kördür, kötülüğü görmez; sağırdır, kem sözü işitmez; dilsizdir, her ağzına geleni demez. Bildiğini de her yerde ayaklar altına sermez. Yunus gibidir o; yüreği muhabbete, gönül ibresi Hakikate ayarlıdır. O bir defa söz verdi mi, onu namusu bilir. “Ananı, atanı say; bereket büyüklerle beraberdir!” Anadolu; içinden kıvrım kıvrım ırmaklar akan, ağıtları alev alev ciğerler yakan… “Ana”larla dolu olan… Ana çile yumağıdır, oğul dua kaynağıdır. Ana yüreği narin bir ipek, ata bileği Hakk’ın diktiği en sağlam direktir. Ne ananın ince yüreğini yakasın, ne de babanın kapı gibi bileğini kırasın oğul. Yarın yuva kurduğunda ocağınla onlar arasında köprü olasın. Ana ve ata düşmemek için sırtımızı dayadığımız duvardır, yarın duvar yıkıldığında kıymetini anlarsın. “Sevildiğin yere sıkça gidip gelme, muhabbetin kalkar, itibarın kalmaz. Düşmanını çoğaltma, haklı olduğunda kavgadan korkma! Bilesin ki; atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli derler!” Her şeyin ortası makbuldür, sevginin de. Sevdiğini gereğinden fazla sevmeyesin. Sevgini de, sadece yüreğinin eline vermeyesin. En çetin imtihan “sevgi”yle olanıdır. “Kişi ne kadar bahadır olsa da, muhabbete tuş olur.” diyen atanın sözünü aklından çıkarmayasın. Böyle imtihan olmamak, istikbalde neslinden utanmamak için gecelerin bağrında, seherlerin aydınlığında duaya durasın. Senin ideallerin ve geleceğe dair hedeflerin var oğul. Gönül adamı ömrünü boşa harcamaz, yüreğini ucuza satmaz, edep tacını başından almaz. Gönül erinin her zaman yüzü yerde, gönlü göktedir. Haklı olduğunda kavga vermesini bilir. Kavgayı sadece bileğiyle değil, ilmiyle ve yüreğiyle yapmasını bilir. İyiliğe kötülük, şer kişinin kârı, İyiliğe iyilik her kişinin kârı, Kötülüğe iyilik de, er kişinin kârıymış oğul. Sen bizim rüyamız, sen bizim devâmız, sen bizim duamızsın oğul. Daima başın dik, alnın ak, gönlün pak olsun. Zümrüt-ü Anka’nı iyi seç ki Kaf Dağı sana yakın olsun. Yolun ebediyete kadar açık olsun.
4 notes · View notes
fenrees · 4 years ago
Text
Sıcak Hava Balonu Nedir, Nasıl Uçar?
Sıcak hava balonu uçmayı başaran ilk cisimler olabilirler. Uçaklar, araçlardan önce balonlar havada süzülüyordu. Bir cisim eğer havaya yükseliyorsa, havadan daha hafif olmalıdır düşüncesi hakimdir. Bununla birlikte sıcak hava soğuk havadan daha hafiftir. Sıcak hava balonu çalışma prensibi işte bu düşünceye dayanmaktadır.
Sıcak hava balonu sıcak havanın hafifleşerek yükseğe çıkması mantığıyla ilk defa Joseph Montogolfier kardeşler tarafından keşfedilmiştir. İpek bir balon sıcak hava ile doldurulmuştur. Serbest bırakıldıktan sonra balon havaya doğru yükselmeye başlamıştır. Kardeşler bu olaydan sonra çok sayıda deney yapmaya başlamışlardır. 5 Haziran 1783 tarihinde ise ilk sıcak hava balonu uçmaya başlamıştır. İnsanın uçurduğu ilk araç böylece sıcak hava balonu olmuştur. Bu araç gökyüzünde tam 2,5 km yol almayı başarmıştır. Ne var ki balonların yönlendirilmesi kolay değildir. Günümüzde sıcak hava balonlarının yerini uçaklara bırakmasının bir nedeni budur.
Sıcak Hava Balonu Nedir konusuna kısaca değindik. Şimdi Sıcak Hava Balonu Nasıl Uçar konusuna geçelim.
Mantolama nedir, faydaları nelerdir? Bilgilerine de bakabilirsiniz.
Sıcak Hava Balonu Nasıl Uçar?
Sıcak hava balonu uçması basit bir ilkeye dayanmaktadır. Sıcak hava ısındığı zaman yükselir. Balonun sıcaklığa dayanması açısından ana gövdesi yanmaz kumaşlardan yapılıyor. Balon ana gövdesi altında sepet bulunuyor. Bu sepet havayı ısıtmaya yarıyor. Gövdenin tepesinde ise paraşüt valfı bulunuyor. Balonun içinde yer alan hava bu donanım sayesinde kontrol ediliyor. Balon ne zaman yükselmek istense, ateşleyici bölümü aktif hale getiriliyor. Bunun için sıcak hava balonundaki ipler çekiliyor. Bu şekilde balon yükselmeye başlıyor. Balon gövdesindeki hava soğuduğu zaman, balon alçalmaya başlar. Balon yalnızca aşağı yukarı hareket etmez. Rüzgarlar sayesinde balon hareketi çok yönlü oluyor. Atmosferin farklı yüksekliklerinde farklı yönde rüzgarlar eser.
Sıcak Hava Balonu Nasıl Kontrol Edilir?
Sıcak hava balonu kontrol edilmesi zordur. En usta balon pilotları bile balonu kontrol ederken zorlanırlar. Kimi zaman rüzgarların istenmeyen yönden estiği olur. Balonların kontrol edilmesi kolay olmadığından ekipteki birinin balonu yerden otomobille izlemesi daha güvenli olur. Bu şekilde balonun nereye indiğini de kontrol etmiş olurlar. Uçuş yapılmadan öne mutlaka hava durumunun kontrol edilmesi gerekir. Rüzgar için yönlerin saptanması ve esiş hızlarının da ölçülmesi önem taşır. Bütün bu veriler kontrol edildiği zaman daha konforlu bir uçuş mümkün olur.
Sıcak Hava Balonları Nerelerde Kullanılıyor?
Sıcak hava balonlarının kullanılması geçmişte gözetleme, askeri görevler ve keşif için tercih edilirdi. Günümüzde sıcak hava balonları daha çok turistik amaçlarla kullanılmaktadır. Çevre güzelliklerini fark etmek, huzurlu vakit geçirmek isteyen kişiler sıcak hava balonlarını tercih edebilirler. Özellikle Türkiye’de Antalya ve Kapadokya bölgelerinde çok sayıda sıcak hava balonu bulunmaktadır. Sıcak hava balonları geçmişten günümüze kimi insanlar için özgürlük, kimi insan için zamansal kazanç ve bazı insanlar için yalnızca merağı temsil ediyordu. İnsanlar her ne kadar uçuşun ilk defa Wright Kardeşler tarafından bulunduğunu düşünse de aslında uçuşun mucidini sıcak hava balonlarının mucidi gösterilebilir.
Sıcak Hava Balonu İle İlgili Video Anlatımı
Sıcak hava balonu nedir konusuyla ilgili bilgilendirici bir video.
youtube
İlk İnsansız Sıcak Hava Balonu Uçuşu Ne Zaman Gerçekleşti?
İnsansız sıcak hava balonu uçuşu Annonay Köyü’nde gerçekleşmiştir. 10,5 metre olan keten ve ipek torba ilk uçuş için sıcak havayla doldurulmuştur. Daha sonra bu bez parçası serbest bırakılmıştır. Uçuş bu şekilde gerçekleşmiştir. Tarihler 5 Haziran 1783’ü gösterdiği zaman, 10 dakika içinde balonun 2,5 km yol alması mümkündür. Ne var ki ilk balon günümüzdekinden farklı olarak hidrojenle değil, sıcak havayla doldurulmuştur. Öz ağırlık açısından sıcak havanın soğuk havadan daha düşük olduğu bilinir. Sıcak hava bu özelliği nedeniyle bacadan tüten havaya benzer şekilde yukarıya doğru yükselir. Günümüzde halen kullanılan balonların uçma tekniği budur.
Sıcak Hava Balonları Uçması için Nasıl Hazırlanırlar?
Sıcak hava balonlarının uçmaya hazırlanması için yalnızca bir iki adımın tamamlanması yeterli olur. Yer ekibi balon ekipmanlarını tamamlar. Daha sonra muhafaza aracından bu ekipmanlar çıkarılır. Dikey askılar sepete bağlanırken, zarf kablolar ise askılara bağlanır. Zarf serilir ve şişirme vantilatörü kullanılarak soğuk şişirme işleminin başlanması için balon ağzı açılır. Zarfın kapasitesinin yüzde 75’e kadar dolması gerekir. Bu kapasitede bile balon halen yana yatmış şekilde durmaktadır. Pilot tarafından zarf içine propan ısının aktarılması gerekir. Balon yukarı dikilir.
Sıcak Hava Balonları Ne Kadar Hava Tutabilir?
Sıcak hava balonunun tuttuğu hava miktarı standart bir balon için 90 bin fit küp olarak ölçülmüştür. Bu miktar 2 milyon 548 bin 515 litreye eşittir. Kaldırma kapasitesi ancak deniz seviyesinde ölçülmektedir. Hava sıcaklığının ölçüm sırasında 65 Fahrenheit olması gerekir. Bu derece 18’dir. Brüt kaldırma kapasitesi bu ölçülere göre 725 kg olacaktır. Balonlar uçuş için hazır hale geldikleri zaman yaklaşık 317 kg ağırlığa ulaşır. Bu nedenle balon içindeki yolcular için 408 kg kapasite kalmış olur. Orta büyüklükte bir balon içinde yaklaşık 4 kişinin seyahat emesi mümkündür. Ancak daha yüksekler için kapasite 2 kişi kadar olacaktır. Kişi kapasitesi balon türüne göre değişiklik göstereceğinden en iyisi konu hakkında bilginin hizmet alınan firma aracılığı ile alınmasıdır.
Gezegenler ve özellikleri hakkında detayları da inceleyebilirsiniz.
Sıcak Hava Balonları ile Ulaşım Yapmak Mümkün müdür?
Sıcak hava balonu ile ulaşım yapmak mümkün olsa da, balonlar ulaşım için el verişli araçlar değildir. Balonlar rüzgarın hızına bağlı uçarlar. Rüzgarın hızının ve yönünün kontrol edilmesi mümkün değildir. Farklı yükseklikte balon rüzgara tahmin edilemeyen tepkiler verebilir. Havacılık tarihine bakıldığında sıcak hava balonları yerini uçaklara bırakmıştır. Bunun nedeni sıcak hava balonlarının ulaşım için el verişli olmamasından kaynaklanmaktadır. Balonlara yön vermek pilotlar için de dahil olmak üzere kolay değildir. Balonun yapısı aero dinamik değildir. Yani dış etkilere açık bir yapısı vardır. Balon rotası belirlenirken pilotun dikkatli olması gerekir.
Sıcak Hava Balonlarının Parçaları Nelerdir?
Sıcak hava balonlarının parçaları temelde 3 tanedir. Bu parçalar şu şekilde sıralanabilir:
Burner,
Sepet,
Kubbe balonun temel parçaları arasında yer alır.
Kubbe balonun kendisi olarak da bilinir. Kubbenin yırtılmayan, naylon ve hafif bir malzemeden yapılması gerekir. Burner kelimesi İngilizcede yakıcı anlamına gelir. Sıvı propan bu kısım tarafından gaza çevrilerek yakar ve balon içindeki hava ısınmış olur. Sepet kısmı hasır malzemeden yapılır. Yolcular, pilot ve sıvı propan sepett kısmı tarafından taşınır. Zarf yapımında genellikle naylon malzeme kullanılmaktadır. Bazen polyester de kullanılır. Balonun alt kısmının ateşe dayanıklı olması gerekir. Bunun için nomex adı verilen bir madde tercih edilir. İtfaiyeciler de iş kıyafeti olarak bu maddeden yapılmış giysi giyerler.
Sepet pilot ve yolcuların başının hemen üzerinde yer alır. Bu kısımdan sıcak hava balonunun ısınması için oldukça güçlü bir alev çıkar. Balonun içindeki hava ısındığı zaman, balon yükselmeye başlar. Balon alçalsın diye pilot balonun içinde yer alan havanın soğumasını bekler. Soğuyan hava çevreden daha ağır olarak, yer çekiminin etkisine girer ve alçalmaya başlar.
Kolostomi nedir? Bilgilerine yazımızdan bakabilirsiniz.
Sıcak Hava Balonu nedir konusuyla ilgili yorumlarınızı ve sorularınızı bekliyoruz.
Kaynak: https://www.zovovo.com/sicak-hava-balonu/
0 notes
guncelpdfindir-blog · 7 years ago
Text
99 Soruda Antep ve Savunması
99 Soruda Antep ve Savunması Albay Andrea Doğuda Askeri Yaşam adlı broşüründe edeplice yazıyor: ”Arama yapmak için her köye bir tabur gönderdik. Yirmi kadar tüfek topladık. Sadık’a ait 60 ton arpaya, yüz kadar öküze 500 koyuna el koyduk. Evlerde pek az insan kalıyor. Bunlara ‘Milliyetçilerle işbirliği yaptıkları için bunun bir ceza olduğunu, itaat etmeleri koşuluyla Fransızlardan korkmalarına gerek olmadığını açıkladık.’Gilbert yazıyor:“ Avcılarımızın tavuk çalmakta üstlerine yok. Sonra köyleri ateşe veriyoruz…. Bu yoksul evleri yakıp yıkmak üzücü bir iş. Benim en çok ağırıma giden sepetlerinin içinde sakin sakin dut yapraklarını yiyen sayısız ipek böceği sepetlerini kızartmak. İşimizi bitirince son sürat köşeyi kırıyoruz…. Ne olursa olsun sonunda bu işler iyi bir vurgunla sona eriyor…. Özellikle mitralyözcülerimiz sayesinde korkunç bir insan kıyması yaptık: Kadın, erkek, çocuk,hayvan sürüleri vb. Taş üstünde taş, omuz üstünde baş bırakmadık… Gözlerimin önünde hâlâ alev alev yanan tavuk salkımları ve yüzlerce dana ve at görüntüleri var…Bu yağmalama iyi sonuç veriyor; Dana etiyle,tavukla, yağlı böreklerle besleniyoruz…
99 Soruda Antep ve Savunması
0 notes
genredysphoria · 7 years ago
Text
sana böyle akmaktan çok korktuğum için / oldu her şey / şelaleler de bu yüzden ilgilendiriyor beni / [...] / ben meleğimin kanatlarını kırdım / ordan geliyorum. / [...] / aklıma suyun intiharı geliyordu hep / şelale deyince / divaneliği söylüyordum
[it all happened / because i was afraid of flowing to you like this / this is why waterfalls also interest me / [...] / i broke the wings of my angel, / that’s where i’m coming from. / [...] / the water’s suicide was always on my mind / when i said “waterfall” / i was talking madness]
—birhan keskin, “ve ipek ve ateş ve alev [and silk and love and flame]”
0 notes
tumitutscanlation · 6 years ago
Text
Heavenly Blessing - 57. Bölüm
Mega // MangaTr
Bölüm 57: Geçmiş Arayışı, TaiCang Dağına Dek Geri Dönmek
Xie Lian kenara çekilerek nesneden kaçındı. İlk başta kırılmış bir dal veya bir yuva olduğunu sanmıştı ama yakından bakınca eskiden ne olduğu anlaşılamayacak kadar çürümüş ve paslanmış bir tahta parçası olduğunu fark etti, her iki yanında zincirler vardı. Başka birisi olsa ne olduğu bilmeyebilirdi ama Xie Lian anında onun bir salıncak olduğunu anlamıştı.
TaiCang Dağında her yerde salıncaklar vardı, hem eğlence hem de eğitim için kullanılıyorlardı. Xie Lian’ın daha hatırlayabilecek kadar yeni büyüdüğü günlerde, bir keresinde ailesiyle birlikte dua etmek için Kutsal Kraliyet Köşküne gelmişti ve bir grup genç aceminin salıncaklarda dövüştüğünü, döndüğünü, çırpındığını görmüştü. Heyecan verici bir sahneydi; kral ve kraliçe beğenmişti, ve Xie Lian ellerini ağzına götürerek takdirini bağırmıştı. Kral ve kraliçe o kadar memnun olmuştu ki genç acemilere oldukça büyük bir ödül vermiş ve o günden sonra kendini geliştirmek Xie Lian için eğlenceli ve harika bir şey olarak Xie Lian’ın kalbinin derinliklerinde yer etmişti. Ancak sonraki senelerde resmi bir şekilde kendini geliştirmek için bir sekte katıldığı zaman işin eğlenceli kısmı kaybolmuştu.
Bir süre dinlendikten sonra Xie Lian tırmanmaya devam etti. Yukarı çıktıkça çalılar daha da kalınlaşıyordu ve sık sık kemirgenler yanından geçerek kabarık bir kuyruğun gölgesini ona gösteriyorlardı. Ağaçlarda dolaşan sincaplar da vardı, kozalaklarını dişlerken davetsiz misafiri gözlüyorlardı.
Dikenler yolunu kesti, kıyafetlerini ve uzuvlarını yırtıyorlardı ama Xie Lian fark etmedi bile. En sonunda Veliaht Prens Zirvesine ulaşmıştı.
Elbette ilk adı Veliaht Prens Zirvesi değildi, ama Veliaht Prens Tapınağı inşa edildikten sonra isim değiştirmişti. Çalıların ve otların arasında, hala çakıllı yeşil yerler bir yerlerde görülebiliyordu, geniş, yanmış bir temelin gizlendiğinin izleriydi. Bir zamanlar bir tapınağın temeliydi. Üzerinden geçerken, molozlar ve kalıntıların, cam parçalarının arasında, kırılmış eski bir kuyu vardı.
Yukarıdan dibine bakarken oldukça uzun bir zaman önce kuruduğunu söylemek kolaydı; dibi sadece birkaç metre derindeydi, çamur görünebiliyordu. Xie Lian tereddüt etmeden bacaklarını çaprazladı ve aşağıya atladı.
Çamurlu zemine çarpmadı, onun yerine illüzyonun içinden geçti ve birkaç metre sonra sert bir zemine indi.
Etrafı o kadar karanlıktı ki ellerini görebilmek için kolunu kaldırması gerekirdi. Başını çevirerek yukarıya baktı, gün ışığı da sanki kalın bir kumaşla sarınmış gibi görünmüyordu. Xie Lian kuyunun dibinde birkaç tuğlaya dokunduktan sonra belli bir sırayla bastırmaya başladı. Bir gürültüyle birlikte kenarda küçük bir kapı açıldı. Xie Lian yere çömeldi ve yavaşça küçük kapının açtığı patikada emeklemeye başladı. İçeri girdiği zaman bir gürültü daha duyuldu, kapı kapanmıştı. Birkaç dakika sonra en sonunda tünelin ucuna ulaşmıştı. Xie Lian ayağa kalktı ve sırtını dikleştirdi, parmaklarını şıklatarak küçük bir ateş parçası yarattı.
O küçük ışık alev aldığında, sanki karşılık vermek istercesine yakın bir mesafeden sanki derin uykusundan uyanmış, parlak gözlerini açan bir inci gibi başka bir soluk ışık belirdi.
Kısa bir süre sonra başka inciler de yandı, yayılarak bir yeraltı sarayının Büyük Salonu her an daha berrak bir şekilde aydınlatmaya başladılar. Büyük Salonun üzeri binlerce parlak yıldızlarla bezenmişti.
Antik Xian Le Krallığının, İmparatorluk Mezarlığının TaiCang Dağının yanmış topraklarının altında gizlendiğini hayal etmek güçtü. O parlak yıldızlar gece incileriydi ve tavana elmaslar işlenmişti; gece incileri ışıkla aydınlanırken elmaslar da onları yansıtıyordu. Yolları kesiştiği zaman, parlaklıkları bir rüya kadar büyüleyiciydi. Sanki yerin altında minik bir samanyolu vardı.
Gece incileri ve elmaslar paha biçilemezdi; her biri tüm bir hayatı refah içinde geçirmeye yetecek kadar değerliydi. Ancak Xie Lian onları bir kez bile dönüp bakmadı ve doğrudan Büyük Salona ilerledi, en sonundaki türbeye girdi.
Büyük Salona kıyasla bu türbe fazlasıyla sadeydi, çünkü oda tamamlanamamıştı, bu yüzden görkemli dekorlar yoktu, sadece iki tabut vardı. İki tabutun ortasında müsrif giysilere bürünmüş, yüzünde altın bir maskeyle kılıcını ona uzatmış, çarpıcı ve etkileyici birisi vardı.
Ancak, bu kişi olduğu yerde duruyor ve hiç hareket etmiyordu. Xie Lian yaklaştı, kendi işine bakarak o kişiye ikinci bir bakış atmadı. Xie Lian altın maskenin altında bir yüz olmadığını biliyordu, o müsrif giysilerin altında hiç kimse yoktu. Sadece kurumuş samanlarla doldurulmuş boş bir yığındı.
Uzun zamandır bu zarif giysiler ve maske onun yerine tek başına tabutların başında bekliyordu. Tabutların başlarında altın tabaklar vardı ama tabakların içindekiler berbat bir haldeydi: meyveler kurumuş ve çekirdeğine dek buruşmuştu ve kararmış, çürümüş, ne olduğu anlaşılamayan sert parçalara dönüşmüşlerdi. Xie Lian içeri girdikten sonra onları temizledi ve bir kenara attı. Ceplerini ve kol yenlerini karıştırdı. Normalde yanında yarı yenmiş bir çörek vardı ama onu Hua Cheng’e verdiği için elinde artık hiçbir şey yoktu. Bu yüzden konuştu. “Baba, anne, çok özür dilerim. Ziyaret ederken yanımda hiçbir şey getirmedim.”
Doğal olarak ona kimse cevap vermedi. Bu yüzden Xie Lian yavaşça oturdu ve tabutlardan birine yaslandı.
Bir süre dalıp gittikten sonra tekrar konuştu. “Anne, Qi Rong’u gördüm.
“Qi Rong ölmemiş, bir iblis olmuş. Geçen yüzlerce yılda nasıl hayatta kaldı bilmiyorum.”
Xie Lian başını iki yana salladı. “O bir sürü insanı… öldürdü ve şimdi peşinde onu öldürmek isteyenler var. Cennette onu affetmeyecektir. Aaah, sahiden onunla ne yapacağımı bilmiyorum.”
Bir şeyler daha söylemek istiyordu ama aniden, oldukça yakın bir yerden, hafif bir inlemenin sesi yükseldi.
Xie Lian dondu, yüz ifadesi aniden değişmişti.
Yakından dinledi, yanılmamıştı. Sahiden bir ağlama sesiydi. Kısık, yumuşak bir sesti ve eğer dikkatle dinlemese fark edemeyebilirdi. Ses tizdi, ya bir çocuğa ya da bir kadına aitti.
Ses yakından geliyordu, sanki aralarında sadece ince bir duvar vardı, çok yakınlarından çınlıyordu. Xie Lian başını aniden çevirdi ve en sonunda doğruladı – ses yaslanmakta olduğu tabuttan geliyordu!
Şok içinde farkında olmadan sesi bilinçsiz bir neşe içeriyordu. “Anne, sen misin?!”
Ancak Xie Lian hemen kendine geldi, çaresizce ümit ettiği şeyin asla gerçek olamayacağını biliyordu. Annesi sekiz yüz yıl önce ölmüştü, işkence çekmemiş ve asla intikam peşinde bir hayalet olarak doğmamıştı. Duyduğu ağlama sesleri de umutsuzluktan değil korkundandı.
Tam olarak bu sırada, kim annesinin tabutuna saklanmış ağlıyor olabilirdi ki?!
Xie Lian bir saniye daha dayanamayacaktı, sol eliyle tabutun kapağını açtı, sağ elinde Fang Xin’le saldırmaya hazırdı. Ama içeride ne olduğunu gördüğü anda kılıcı donakaldı.
Tabutun içinde, tek başına, narin, siyah giysilere bürünmüş, yüzü kapalı birisi vardı.
İçeride olabilecek tek kişi annesiydi, ama tabutun içindeki kesinlikle o değildi. Küçük ve kısaydı, bedeni tümüyle farklıydı ve en önemlisi titriyordu – içeride gerçek, canlı bir insan vardı!
Xie Lian yüzünü açtı. Kumaş parçasının altında küçük bir çocuğun yüzü vardı!
Bir an için hareket edemedi. Ardından çocuğu tuttu ve kaldırdı, sesi şaşkınlıkla doluydu ve paniklemişti. “Annem nerede? ANNEM NEREDE?! ANNEMİN BEDENİNE NE YAPTIN??”
Her ne kadar üzerindeki siyah giysi sıradan bir şeye benzemiyor olsa da, gerçekte inanılmaz nadir bir böceğin yaptığı ipekten üretilmişti. İpek küçük yabancı bir ulusun adağıydı ve bir ustanın elinde karmaşık bir şekilde dokunmuştu. İçinde hoş kokulu bitkisel çantalar vardı ve tabuta mühürlenmişlerdi, böylece içerideki beden binlerce yıl boyunca korunacak ve ölü olan hala canlıların diyarındaymış gibi görünecekti. Ancak o anda, siyah giysi çocuğun üzerindeydi, o zaman annesinin bedeni nereye gitmişti? Şu anda ne durumdaydı?
Xie Lian’ın daha fazla düşünmeye cesareti yoktu ve alabileceği tek cevap elindeki bu bilinmeyen çocuktaydı. “Annem nerede? Sen kimsin? Neden buradasın? Annemin bedenine ne yaptın??”
Ama gözyaşlarına boğulmuş bir çocuk nasıl onun sorularını cevaplayabilirdi? O kadar korkuyordu ki konuşamıyordu bile. Xie Lian onu tabuttan çıkarttı ve hareket ettiği anda siyah giysilerden dökülen kül rengi beyaz tozları fark etti.
Yüzü kağıt kadar beyazladı, tabuta baktığı zaman içinin de beyaz tozdan ince bir tabakayla kaplandığını fark etti. Dünya etrafında döndü ve Xie Lian’ın kalbi bir an için durdu. Tutuşu gevşeyince çocuk serbest kaldı ve kendisi tabutun önünde diz çöktü, uyuşmuştu.
O toza eliyle dokunmaya cüret edemiyordu, ama tütsü külleri gibi rüzgarla dağılırlarken sadece oturup bakamazdı da. Her ne kadar inkar etse de içten içe biliyordu.
Zorla gömü giysilerini kaldırdı anda, sekiz yüz yıl önce ölmüş bir cesede başka ne olabilirdi?
Xie Lian’ın zihni bir kaosa kapılmıştı, düşünemiyordu; başını ellerinin arasında aldı, kulakları çınlıyordu. Tam bu sırada sırtı gerildi, iç güdüleri arkasında bir hançerin olduğunu söylüyordu ve başını çevirdiği anda, elleri de bir yıldırım kadar hızlıydı ve yakaladı, çıplak elleriyle bıçağı yakalamıştı. Arkasındaki birisi onu bıçaklamaya çalışmıştı ve bu kişi bir saman yığınıydı!
Görünüşe göre uzun zaman önce içeriye birisi sızmıştı, kendisini görkemli giysilerle sarmış ve maske takmıştı, cansız bir ahşap parçası kılığına girerek sessizce onu bekliyordu. Yüksek bir çınlama sesi yankılandı ve Xie Lian o bıçağı çıplak elleriyle ikiye böldü, avucundan kanlar fışkırırken yüz ifadesi değişmemişti bile. Bir an sonra bacağını kaldırdı ve karşısındaki kişinin karnını tekmeledi, sertçe yere düşmüştü. Göğsüne sertçe basılınca, yerdeki kişi çizmesini yakaladı ve mücadele etti ama yere çivilenmişken hareket edemiyordu. Xie Lian eğildi ve bir eliyle altın maskeyi çekti, altındaki genç adamın yüzü ortaya çıkmıştı. Xie Lian bağırdı. “Sen kimsin?? Mezar hırsızı mı?? İçeriye nasıl girdin???”
Tam bu sırada çocuk ağladı. “Baba!”
Ağlamasıyla Xie Lian hatırladı. Bu çocuk ve adam ona tanıdık gelmişlerdi – Yeşil Cin’in ininde Qi Rong’un neredeyse pişirip yemek üzere baba oğul değiller miydi?!
Xie Lian saniyesinde olan biteni anlamıştı ve yumruğunu bir yıldırım gibi adamın çenesine indirirken gürledi. “QI RONG, DEFOL GİT! SENİ ÖLDÜRECEĞİM!!!”
Adam güldü ve kan tükürdü. “Kuzenim veliaht prens! Ne hoş bir tesadüf! Yine karşılaştık! Hahahaha!”
Her ne kadar yüzü farklı olsa da böylesine hasta bir kahkaha Qi Rong’dan başka kime ait olabilirdi? Bedeni yok olduğu zaman, genç babanın bedenini ele geçirmişti!
Başka açıklamaya gerek yoktu ama bedeni Lang Qian Qiu tarafından kazana atılıp eridiği zaman ondan kurtulmak için herkes kaçarken genç adamın bedenini ele geçirmiş ve Xian Le’nin İmparatorluk Mezarına gelmiş olmalıydı. Yoksa, sıradan bir insan Xian Le kraliyetinin mezarlığını nereden bilebilirdi? Ayrıca bu kadar kısa bir süre içerisinde nasıl gelebilirdi?
Yanında getirdiği çocuk belki de sadece bir yemekti veya belki de Xie Lian’ın dikkatini dağıtmak ve arkadan saldırmak için getirip tabuta saklamıştı. Qi Rong yüzüne dokundu, Xie Lian’ın yumruğu sanki yanlış bir şeymiş gibi bakıyordu ve bağırdı. “Kuzen neden bu kadar kızdın? Seni bıçaklasam ölecektin sanki, hehehehhehe!”
‘Pat, pat’ ve Xie Lian ona iki yumruk daha indirmişti, gözlerinin kenarları kızarmıştı. “Annem sana nasıl davranırdı? Ve sen ona ne yaptın?! Nasıl, ona, nasıl – ?!!”
Qi Rong homurdandı. “Teyzem uzun zaman önce öldü. Artık yaşamıyor, bedenle küllerin ne farkı var? Cesedi sadece değişti, hala orada değil mi? Gelmiş sen de ağlıyor ve burnunu çekiyorsun, An Le’yi öldürürken çok serttin ama? Canım kuzenimin bu kadar iki yüzlü olduğuna inanamıyorum, hehe!” yüzü bir anda değişti ve tükürdü. “Ona nasıl mı böyle davranırım? Suç sende! Hatalarını düşünüyor musun hiç? Hepsi senin hatan! Sen Şanssızlık Tanrısının, Xian Le’nin soylu mezarlığına gelip ağlamaya yüzün var mı?!”
Xie Lian tekrar sert bir yumruk attı ve Qi Rong çığlık attı, ağzından kanlar damlıyordu ama hala heyecanlı görünüyordu, iki eliyle birden çoktan kanlarla kaplanmış çizmeye tutunmaya devam ederken uluyordu. “EVET! EVET DOĞRU! AYNEN BÖYLE! SEN BUSUN İŞTE! DÖVÜŞ, DÖVÜŞ, ÖLDÜR, ACIMADAN VUR! GADDARCA ÖLDÜR! Ağza alınmaz bir günahla yıkılmışsın gibi yüzünde aziz bir ifadeyle bana bakma! İğrenç! ARH!”
Çocuk sürünerek yanlarına geldi ve mücadele etti. “Aaah! Baba! Baba iyi misin!” Neler olduğunu anlamıyordu, tek bildiği şey babasının üzerine basıldığıydı. Onun bakış açısına göre Xie Lian vahşi bir iblisti ama babasını kaybetmekten de çok korkuyordu, olduğu yerde duramazdı bu yüzden babasının göğsündeki çizmeyi çekmeye çalışmıştı. O genç adam kan kusmayı bırakmadığı için çocuk ölümüne korkmuştu ve sanki kanamayı durdurabilirmiş gibi elleriyle babasının ağzını kapatmaya çalıştı. Bunu görünce Xie Lian sakinleşti, bedenin gerçek sahibinin masum olduğunu fark etmişti ve ayağını hafifçe çekti. Fang Xin’in ucunu yere çevirerek Qi Rong’n yanağını dürttü ve ne cevap alacağını bile bile konuştu. “Qi Rong, cehenneme tek başına git. Dilinin ucundan ruhunu almam sanma!”
Teknik olarak bir başkasının dilini kökünden çıkartınca, kişi kesinlikle musallat olmuş olan ruhu da beraberinde çekebilirdi. Qi Rong alayla haykırdı. “Yapmayacağım! Defolup gitmeyeceğim! Ne yapacaksın? Hadi, çeksene! Gel, gel gel, beni öldürecek misin? Gerçekten ölebilirim, bence fırsatı tepme, yoksa tüm hayatın boyunca benim küllerimi bulamayacaksın!”
Bilerek dilini bile çıkarttı, sanki Xie Lian’ın tehdidini yerine getirmesini ve o kanlı yöntemi kullanarak etten bedeninden ruhunu çekmesini beklemeye dayanamıyormuş gibiydi. Hakaretler yağdırdı. “Ele geçirdiğim kişi önemli birisi değil zaten, neden yapmıyorsun? Kimse öğrenemez, kimse umursamaz, ekselanslarının kutsal ışıltısına zarar da gelmez. Bak! Anneni küle çevirdim, beni öldürmeyecek misin? Hahahahaha…”
Çocuk Xie Lian’ın çizmesini bırakamıyordu bu yüzden bacağına asılarak daha da ağlamaya başladı. “Babamı öldürme! Babacığımı öldürme!”
Xie Lian’ın nefesleri gittikçe sıkışıyordu, başı dönüyor, tüm bedeni titriyor ve elleri Qi Rong’un kafasını parçalamak için kaşınıyordu, ama yapamazdı. Qi Rong ellerini açtı. “Hahahaha, kuzen veliaht prens, nasıl bir hayal kırıklığısın, başarısızlık örneğisin!”
Xie Lian onu yerden aldı, yumruğunu kaldırdı ve bir dizi yumruk Qi Rong’un yüzüne yağmur gibi indi, her yumruğunda bağırıyordu. “KAPA ÇENENİ! KAPA ÇENENİ! KAPA ÇENENİ!”
Ama o ne kadar sinirlenirse Qi Rong o kadar mutlu oluyordu. İkisini aynı cehenneme çekebilmesiyle, Qi Rong mest olmuştu, gözleri ışıl ışıldı. “Gördün mü! Bu senin gerçek yüzün! Kuzen veliaht prens, seni bu dünyadan benden daha iyi kim tanıyabilir? Herkesin kafasına basabileceği zavallı, boğulmuş bir köpek gibi görünebilirsin, ama ben biliyorum. İçten içe hala gururlusun; başkalarının sana hayal kırıklığı demesine dayanamıyorsun! Öyle dediğim için benden nefret ediyor olmalısın! Kalbini kanatacak kadar yaralayabildim mi? Hadi! Gel! Yoksa bana bu beden masum olduğu için, onu korumak adına beni öldürmeyeceğini mi söyleyeceksin? Gel! Bana ne yapacağını göster!”
Kendini beğenmiş, deli kahkahalarla birlikte böyle bir kışkırtmaya Xie Lian daha fazla dayanamadı.
Bir çınlama sesiyle Fang Xin kınından çıktı.
Bir ışık parlamasıyla, meşum siyah kılıç aşağıya indi!
 Birinci Kitabın Sonu
Çevirmen: Nynaeve
140 notes · View notes
paralarevolucion · 7 years ago
Text
I. Bu insanlar dev midir Yatak görmemiş gövde midir
Bir yara açar boyunlarında Kolkola durup bağırdıklarında
-Ya kurbanın olam Dağlar önüme durmuş Ki dağlanam
Çekip pırıl pırıl mavzerler çıkardılar oyluk etlerinden Durdular ite çakala karşı yarin kapısında
1.
Yedi adam biri bir gün bir kan gördü gereğini belledi yari alsa koynuna Ayırmaz kanı yanından
Beyaz haberlerim var kardeşlerim -Bir güzel ince gelin Kabartır göğsünü toz duman içinde gelinliği durur çıkartıp bıraktığı yerde İçerlerden bir taşlı tarladan Kaynayan nehrin gözünde unutmuş gelin alınlığını Avuçları sıcacık yumulu beline dayalı Kalın bilekli badem topuklu Seyirtir o ince gelin grevli'ler şifalar götürmek için
Beyaz haberlerim var kardeşlerim -Gölgesiz meydanlara aklı yağmalayanlara arasından yayılırsa karanlık fısıltılar Ya da güzel dışlı yapa çiçekleri Muhtemel bir genç kızın Başına atılırsa
Yedi adamdan biri Bir gün bir kan göreni Kabukları soyulmuş Taze devrilmiş bir ağaç gibi Çeker çıkarır kendi kadınlardan Fırlar yataklarından tatlı uykudan Çıplak çıkarır kendi kadınlarından Fırlar yataklarından tatlı uykudan Çıplak yalın ve güzel adaleli O er alarak Seğirtir danseder gibi -Önce sağlam olmalı arkam O ince gelin Belirir hemen ardında erin 1000 yıl durmadan en atmış bir çınar gibi
Gidiyor dansöz gibi Yere ve göğe açık avucunda o kan O işlem onda güvercin ve sevap Onlarda en ağrımalı yara Ve yollanıyor o güvercin onlara Güvercin değişiyor gittikçe ondan Güvercin değişiyor vardıkça onlara + ve aman ne uzun sürüyor bir düşman öldürmek+ Yedi adam artık bir kan göreni Varıyor dengede Kuğu gibi sarkıyor onlara akıyor onlara şiirler söylüyor ve mısralarında işlek çelik kümeleri ve kalkıyor her bir ulaşmasında iki yanında sülüs ve yay gibi bir vuruşta öldüren elleri -Karanfil serpercesine Bir kez daha vurdum ya Allah diye açtığım yaralara
-Güzelin düşmanı güzel olur Güzelin yari güzel olur
O varıyor tüm meydanlara Kanı okşayarak ve kabartarak
Kanı okşa ve kabart Ve sonra sabah kahvaltısında İçinden geçirmekle varsın sofrana Çocuklarımızın ellerinde büyüyen gagalı şeylerin Tanrının buyruğu ile ortaya çıkarttığı Gürbüz bir yumurta
II.
Yedi adam biri bir gün bir aşk bir gün gereğini belledi ölüm girse koynuna Ayırmaz aşkı yanından
Beyaz haberlerim oluşuyor kardeşlerim
Daha ne kadar saklanabilirdik seninle: Yaylalardan nasıl geçtik Çobanlara yetişemedik ama uzaktan zahmetsiz ve hiç kimseye değil gibi konuşan ağızlardan Ne bilge sözler dinledik Sığındığımız Ve içinde saçlarımız göle girmiş ıslanan O dev O kabul eden O sizin veren mağaralar Yine açık yine buyur’lu Çekildi üstümüzden. -Çalıların Bilen duruşlarıyla karşılaşırdık koşuşurken gizlilere
Güneşi tez gördük dağlarda Ormanın ay çiçeği gibi uyanan hayvanlarıyla İlk iş gövdemizin acıktığını anlamak oldu Gittik kokladık ekmeğimizi tarlalarda
O gün gezdim seni ellerimle Söyledin: Geniş vuruyor yüreğin
Ülkeyi tez giden ayaklarımla varıyorum Kanım temizliği seven bir kolla atılıyor durmadan Yıkanmış güneşte yeni kurumuş çarşaflar gibi Serin ve ürpertici gövden Yaklaşmaktasın ve / çok yakınıma taşıdığın / güller Sana canı gönülden âşık oldum meleğim Kollarına gümüş bilezikler düşündüm Dostlar buldukça onlara Kalın kaşlarını övdüm Güzeldin Gövden gerilmiş devinmekteydi Bir tabloda gibi her bakmaya değişen Karanlık anlamlardan arınan yüzünle Hakkı verilmiş Zehirleri alınmış kazanlarda Demirle birlikte çeliğe koşmaktaydın Ve döllenmekteydin mengenelerle kucaklanarak
İşçi eğilir bükülür ve doğrulur Köylü bükülür doğrulur eğilirken İnsan iyi maden kuyumcuda
Güzeldin / Gövden Yeni bir iklim gibi yayılmaktaydı karalara Ağaçlar, kırdaki hayvanlar kasabadaki insanlarca İşte davetliydin Acıktık bıçaklarına kanımızı gütmekteymişin gibi Gelip acı sözlerin için Bir çekmece koydun yaralarımıza
Ve ellerin uçuşan yapraklar gibi Birden Nasıl yalnız olduğumuzu anladım Kimseler yoktu ikimizden başka birbirine bakan
Susuyor sessizce Aşkla ilerliyorum Milletim bileniyorum Devirmeye Devirmeye safrası beynimi üleşen Elleri karımın üstünde birleşenleri
Bundan böyle yekinmeye hevesli yüreğim /sanatsever halkımıza duyurulur/ Aklım eski izlerde şimdi İz demek Bir geniş Bir kendine dönük bir en ileriye Yol demek
Usulca kalkıp gedene: Dur Ki çevrileceksin
Toydun cesurdun Gençtin atıldın Bilmezdin atıldın Kabuğu oydun oydun Kabukta kaldın
Sis iner örter mermeri ağacı binayı
Sis kalkar kalkmaz Görünür mermer Ağaç ve dev Bu kadınlar dev midir Yatak özlemez gövde midir Gül açar boyunlarında Kolkola durup bağırdıklarında Bomba düşmüş gibi deprenir toprak Konuştuklarında
-Yar kurbanın olan dola yaşmağını bileğime Ki düşmanı güzel vuram
Çekip mavzerler çıkardılar oyluk etlerinden Durdular ite çakala karşı yarin kapısında
III
Yedi adam biri bir gün bir yar gördü gereğini belledi yari asla koynuna Ayırmaz yari yanından
Alev gerekli kentliye Bu ısıtma devleri kente bir an önce inmeli oğlum
/bütün gün badem çırptım üzümün tehini armudun çürüğünü ayıkladım uykuya geç vardım yatağın içine elimi daha yeni koydum rahatıma doymadım ama.../
ÜMMETİ GÖZETMEN GEREKLİ Ben seni beyaz haber ustası Olasın DİYE boğmadım -DOĞURDUM
Beyaz haberlerim için hazır olun kardeşlerim
Anam su döküyor ellerime Bedenim hızla kaçıyor Gözlerime toprak atan uykudan Suyu çarptıkça yüzüme ve gözlerim yalnız Yanıyorlar
Yemi torbanın dibine gelince beygir İri saman saplarının arasından İri etli dudaklarına Küçük zor bulunan arpaları topluyor
Bir parça daha yükselen Bir parça küçülen Bir parça daha uzak duran yıldız Beygir ve yanında duran semeri Evin gerisinde yığınla odun- badem dalları Ve kuru alıç kökleri Ve ben o zaman bilmezdim halka Ateş gerektiği Çalışır gün boyu koru ağaçları devirir Badem çırpar budardım yaban çalıları
Gün tepeme değsin öğleye durayım
Gün tepene değsin öğleye durasın Kökleri hem derinleri hem sığları sarmış Durmaksızın nimet devşiren Ceviz ağacının altında.- Öğleye durmayı Hiç düşündüm mü ağaç neden havyan değil: Çünkü kan'dır hayvan Damardır ağaç
O ceviz ağacının altında Dallarına ve köklerine Bir öz su damarı gibi bağlanarak Onlar ve ağaçlar Toprak ve kalbinden doyurduğu hayvanlar İşitmişler bakın onlarla Onlar ve yapraklar Geniş bir ağızla üfürülüyormuş gibi kımıldamaya başladılar
Onlar ve tüfeğimi doğrulttuğum kuşlar Şimdi öldürme vaktim değil
Başına omuzlarıma konun Dudaklarımdan ve kalbimden dinleyin /işte bakın ekmek böyle tutulur/ öğleye durarak bağlıyorum bu tepeleri O tepelere
Eğlenme doğada - kentte bu gece ışıklar yanmadı Damlardan Çorba dumanı yükselmemekte Yufka ekmeği Toprak ve ağaç kokulu ellerimle / işte bakın ekmek böyle tutulur/ Şu en artist Ve lokmayı taşıyan parmakların ucunda Pıt pıt bir damar gibi atan Yemin ve billah Sıcak bulgur aşının kalbidir
Dedim çünkü kalk Yoksa sütüm helal olamaz
Düşündüm sol kolları kesik insanların Ne denli mahir olduklarını sağ kollarında Beyaz haberlerim için toplanan kardeşlerim
-Adım Mustafa ve Niyazi ve Abdurrahman Kafkas yaylalarında çadırlarımın Sürülerimin ocak taşlarımın İzleri vardır/doğup yürümeye başlayınca Çıplak basmıştım toprağa/
Yine de ana'vâzın duymasam hiç uyanmam Bedenim öylesine yorgun babam öylesine ölü Ölü gibi kımıldamıyor dedem Sini belli kendi belli değil Ne bir hak torunlarında ne yaşayan bir arzusu
Ellerim yumruk dizlerimin arasında (tam üç yüz yılı) Etim etimin sızını alsın diye
Kalk çünkü sabah yıldızı Bir mızrak boyu yükseldi + iri ve zeki uçları nemli bir göz gibi+
IV
Yedi adam biri bir gün bir bela gördü gereğini belledi Yalvarsa evleri harap kadınlar ve ağlayan birkaç çocuk Kamalar salınsa karnına ayrılmaz belalı yanından
Haberlerime kulak asmayıp-Duymadık Demeyesiniz kardeşlerim
Ülkem bugün Yariyle buluşmuş gizlilerde Tepeden tırnağa yeni yıkanmış Ve örtüler içinde Göz kapakları kale kapıları Gibi örtülü Yassı gözlü kabarık alınlı Kalbine ve beline zengin Düzgün bedenli bol saçlı erkekler gibi
Ülkem Tepeden eteğe yıkanmak için Aşıdan sonra paklanan Ovalara yayılmış kadınlar Evi uçsuz bir yol gibi bekleyen Yavruya yerinde bekleten O kadınlar gibi ülkem
-Yürürüm bayırlarda Gücüm ne merkezde tartmak için Kulak verir Dinlerim ağacı
Geçerken beton döşeli apartman kaykılı toprakta Sesim nasıl etkili yoklamak için Durdurur sorarım kentliyi Ne haber böyle: Nereye:
Bela üreten elim Nasıl davranır belalar içinde Sınamak için Uzanır okşarım saçlarını ey yarim Bakarım hoyrat ve âşık ellerime
Bir gün sapsarı kesildim Öyle bir tabiat vardı ki gövdemde İnsanları görmezdim bile yanımdan Bir hava bulutu gibi geçerlerdi İçimden Gidip dağlara Kafa tutmak gelirdi
Bir gün ben İri ve kaslı gövdem Sapsarı kesildim Hali harap bir dev çıktı önüme Gözlerini öyle açtı ki yüzüme ve ağlamış Sonra söyleştik
Bu bir nöbet devriydi kardeşlerim
Bizimle aşkta olanların Eline su döksünler Çadırlarının önüne o küçücük Kilimleri sersinler
V
Yedi güzel adam Biri bir gün bir dağ gördü Gereğini belledi. Ki o dağ Ağaçsız ve yalnız Gökte alıp veriyordu. Rüzgârla ürperir gibi olurdu Beygirin derisi nasıl ürperirse boydan boya Dokununca. Yılanla akreple kertenkele Tavşan keklik kurtla Onlarla Hayvanlarla kımıldanırdı
Dağ bu Serpilmiş atılmış yer kapmış Başa kurulmuş. Böbürlenmeden iri kendiliğinden koca
Dağ bu Devir, söz gelsin, kervan devri Eteğinde ipek yolu zencefil yolu Kara ve beyaz yolu zenci. Develer İçerek karınlarından tüylerinden geçirerek Dağı yiyerek, söz gelsin, beslenirlerdi
Dağ bu Devir kuş devri Geçerdi kartal
İşte o kartal Renksiz ısı vermeden Ürkmeden ürkütmeden Kendinden geçerek süzülür Dikine batar dikine çıkar Coştumu Vurur kendini dağa - ölürdü parçalanarak
Dağ bu Devir aslan devri Yer yer toplaşarak Erkekli dişili Sık sık oynaşarak
Devir insan devri Geçti geçti İnsan geçti Et geçti kan geçti Göz geçti Gelenler Yeni gelen yeniden sonradan gelen Geçti geçti
Dağ bu Yılanla kımıldanırdı Yılanla kımıldanırdı
Yedi güzel adamdan biri Bir gün bir dağ göreni Durdu sevmeden bilmeden devinirken Durdu durdu seyreyledi
Sordu: dağ nicesin günde mi gecede misin geçmişte şimdide yoksa gelecek bir düşte misin
Dağ serpildi Atıldı yeniden yer tuttu İlk kez yılanla kıpırdanmadı
Gözü görür görmez Dağa göçtü güzel adam Eteğinden yukarıya üç gün Yürüdü. Bir yılda dolandı Çevresini. Eğlenerek kayalarda geceleri Yürüdü günde ve bir kuş gibi Görerek de
Durmadan dolandı dağın çevrisini Artık dağ yılanla kımıldamadı Kımıldardı onunla
Hırçındı adam hep hırsla Yaralıymışça inlerdi Yüzü durgun gözler duru berrak Hırslanırdı ayağıyla- avuçlarından ter akar Omuzlarını burardı.
Ola ki anlatsa dağ Der hırcındı adam ince bilekli Azgın topuklu İnce uzun parmaklı karınsız Karşı koyan omuzlu Yerken güzel yer doymadan kalkar Oturarak ve hayvanlarda bile Gizlenerek işerdi
Adam hırçındı-saçları uysal akardı Rüzgârla kardı Esinti olmadan zaten akmaktaydı Uzun boylu değildi Ama kendinden uzunu yoktu - yalnızdı
Geçince önünden Mağaralardan kuş tavşan kurt yavrusu Dağa vururlardı Serçe tohum düşürürdü ağzından Tavşan yeşerince onu Yerdi kökünden
Ot üremedi Ağaç üremedi
Dağ ağaçsız ve yalnızca Gökte alıp veriyordu Adam küçük bir kaya düzlüğünde Toprakta mağra içinde mağra kapısında Kaynak başında kuru yamaçta Dururdu Eğilip alnını Yaydıkça yere iki elinin arasına Göksü çatırdayarak eğilir Parçalanarak doğruldukça Dağ cezbelenir En yüksek zirvesini kayalı alnını Yamaçlar yamaçlara yayılan yüzünü Adam eğilip koydukça yüzünü toprağa Eğilip koyacak yer arardı
Dağ cezbelenince Doğrulup eğildikçe Ovaya bir anda Kentler serilir Yollar fabrika çevrekleri bentler
Yedi adamdan biri Bir gün bir dağ göreni Yeni bir soluk çekti içine Değişti aynı kalarak İndi kente Dağıyla Esen başı
Serin başı geniş kollarıyla Gözleri yüzünü kaplayacak gibi büyüyerek Ve şakaklarında Avuçlarımın arasında güçlükle tuttuğu Bir şey duruyordu
Yedi adamdan bir dağ göreni Buyruğu dağa yiyeni Dağdan buyrukla kente ineni Suları yürüyerek geçeni Çekip mavzerini çıkardı oyluk etinden Durdu yarin kapısında
(BEN DİRİMLE DOĞRULURKEN)
Sis boruları ötmeye başladı yavrular şimdi oradalar-Aşk delice kımıldamalı yatağından Sen bir yıldız kaymasıyla yatağından Üstüne alevleri alarak Kemikli bir aşk gencinin kollarından tutarak Sen kanın damarlara tutamadığı anlardan Beni karnınla Bir göz boğuşmasına daha kandırarak Bul içe kapanık hayvanlarımı yalvarmalarınla Üzülmüş Belki dünyayla horlanmışım
Ansızın çok oradan görün orada Bu siyah basmış kara akar deme- Başka olmalı gövdemi denetleyişin aşka hazır olan ...LARDAN. O KADIN'lardan
Halk aşksızca sokaklar banka dükkânlarıyla doludur Ellerimi kalp olmayan sularla ıslamaya alışır o kızlar
-işte artık kaçmak işte durmadan karşımızdayken bile -ılık ev girintileri gizlesin daha köprüler karanlık bedenleri
Her şey onlara göre - yamandırlar Ansızın melek bekliyorum eski türk ezgileriyle Senin asya'dan hiç yontmadan zarif bir cep saati yapışın Asya Asya ve Asya diye yalvarışın Sana ansızın alınyazımı ve kendimi ekliyorum Aşka hazır aşka aç ve davetli Ansızın melek bekliyorum Asyayla ayağa kalkan Melekler ellerinde gelenekle İçinden hızla süt akımı geçiren mızraklar
Boydanboya girdirmektedirler gövdelerin içine Nar doğuran - dikkatle nar doğuran Hayvanı ve insanı aynı teklifle doyuran Nazlı baharlarla
Hiç ağlanmadı ‘Biz çetin adamız ha’ ayrıca söylenmez Anlaşılır Ne yavuz kışlar Kurt sıyrığı ayazlarla Ne evren debdebesi bahar Gerdan kırıp mendil düşüren kızlarla
Ayrıca söylenmez ‘Biz çetin adamız ha’
Doymuştur aşk bu gece en son buluşlarına kadar Sen meleksi kadın bu gece kendini vermekle İkiye yarıldın Sen meleksi kadın bu gece 1000 yıl adına bilinmekle
Sen melek uyarmalarıyla Uyarılan erkek Bu gece bir şehvet azarladın Hayvan kovdun Yatağını yüceltenlerden oldun
Şimdi ev gebedir
Dağ kuşlukla uyanır -varsın uyansın- Önce hafif bir uyku sisi Tanrı evvelsiz sonrasız bir iklim gibi ordadır Daim Melek kanatlarından hava görünmez Uzaklar yine de görünür Ay dostlukla anılan bir komşu evidir
Kıl çadırlarla devinen o kavim göçü İşte o kavim göçü Dağlar ilk bez bizi Çıplak ete kavuşan aşk sandı
Kadife döşer gibi toprağa işte öyle yürüyen Ilık bir hava bürüyen Gözleri o -rengârenk gözleri çocuk gözleri develerin Çözülür ayakları
Kavim bu Boynuna kan yürümüş (Gözüne bir şey görünmüş) -Nedir o görünen/ susalım/ Hayat her zerresi uyarılmış gibidir -Çok acele Kalp bir bohçanın içinde atmaktadır
Omurgasından mızrak yürüyor kavmin boynuna Devler en som bir duruşla - Raptedilmiş Çocuklar ağızlarından Ey Nazlı Ölüm Ey Nazlı Bahar Marşlarıyla
Bütün bunlar nedir - sorulsa Sorusuna Ne can cevap kalmıştır Kavim donmuş deve mıhlanmış Kadın ateşle ateş doğumdan önce Sığırlar kendi kendileriyle Göz göze kalmıştır
Kavim seferidir evinden ayrılmıştır ama Kendine varılan iklim ve toprak /VAKİTTİR/ namaza durmuştur Bin bireydir kavim Bir tür kararla eğilip doğulmakta Her candan bir cana Bir candan bir cana Sonsuza değin Bir tavır bolluğudur kavim ama Nihayet vaktidir VAKİT
Bu duruş en zarifi duruşların Gidip endamlı dağlara Beğendirmek için yeni gelinleri O iklim kullandı hep İnsanın en bilgelerini Onlarla karşılanmak için baharda İklim aranır her şeyden önce her olayda Şerbet taslarında Bir toprak okunmuş şeker dedenin avucunda Genç bir kız kadar ağırdır Bileceksin ey çocuk Tatmıştın onu geçen baharda da
Kavim uyanan toprağı Karşılarken - uyanıktır Kavim Toprağı Devirirken - uyanıktır Kavimden biri varırken toprağa -Uyanıktır O ve Kavim Vardıktan sonra toprağa Gaflet uyandırılmaz - kavim uyanıktır O anne gibi verimlidir besmele çocuk için O erkek Karpuz dilimi gibi ortadır O en yaşlı gelin Ocaktaki çorbayla birlikte tütmektedir O kavim için
‘Kışları göç içinizedir’ buyuruluyor Büyük çadır en sevgili düşmana emanettir Çorba dağıtılsın nefes ve el dağıtılsın Yer ötesi ve yer eşit alınsın Kadın ve erkek eşit durmaktadır-kadın arkadadır İnsan hayada ve tanrıdadır Ki kış ortasında kardan-bir duayla sıyrılıp O derviş ağaç kupkuru dallarında O meyvayı büyütüyor O tiyek Bir salkım -müthiş- üzüm Uykuya tez doyanlar için
Saçlar uçuşur havalara sevinçle şarkı şarkı içine Cenkle bir üstün haberleşme ile İnsandan insana hep akıl ve sezgilerle O coşkun mutlu savaş dülgerleri Kalbi çoğaltan bayramlar açtılar Şimdi de açtılar İşaret verin ve açtılar bütün köprüleri Deniz yüce bir soluk denizidir-rotalar denizin kendisindedir Kaptan sancakta bir tek an yaşamak yoluna Bütün bir ömür ağartmıştır
Işıklar çoğalıyor içimizden birine Kime bu davet Limanı dolduranlar yanan insan meşaleleri Yüzbinler taş kulelere yaslanmış söylüyorlar -Rüzgâr nereden eserse essin güzeldir Alevler bir ayrı alemdir Dirlik sevinçtir - göç içimizedir.
Aşktan sonra sarhoşluk günümüz ülkemizde Sevine sevine Sağlımın elleri uzansaydı dağların eteklerine yer'in şarkılarına Aşkın mağara kovulduklarındaki şarkılarına İlkel bir duyguyla bağırır kalırdım Yöremde mor lekeler gibi duran Bir basamaklı melekler ve gelenler olur birden Bütün meleklerden bir melek -Bak diyor bakıyorum ve bak diyor
Ellerimi bıçakla yontacağım deniyor İlkel bir sevinç ve kan şiir en safından sonra soyut heykeller
Hiç düşmanım yok-üzgün söyleniyor -Olmayacak mı hiç Eziyor gururum onları -Görün ey güzel düşman ey güzel düşman Saraylarda geçti ömrüm seninle
Yüzüm aydınlık bakar elemlere Yangın yerlerine Coşkuyla selamladım bütün bayrakları Düşman kadınlarını
Tanrım bu dağları da sen yarattın Bana kattın Bir bir okşadım Sema yapan kırları
Âlemlere kalbimizi yeniliyoruz ve tutuşmuş geliyoruz Yeryüzü batarsa batsın dayanamayıp o kavmin çadırlarına
Develer de tutuştu Onlarla ayarlandık bir devinim bir devinim arkasında bütün devinimler Kum kendi raksında beden aynı raksta Karın bacaklara ulaşır öper onları ve uzaklaşır Aynı yönde ve aralarında bir dünya vardır Göğüs ahenkle havanın direncini kırmaktadır Kalp ve balçıklı toprağı Ağacın ve kayanın dizilimini
O tek kuyun yalnızca süzülüşünü Ani bir haber gibi salt bir kez ötüşünü Dinliyor kumu balçıklı toprağı Ağacı kayayı ve kuşu
Uyku beladır göç içinizedir Sabır ve zaman içinizdedir Kadın ve çocuk içiçedir
Güneş vurmuyor -öyle söyleyin- üzerine döşeklerimizin -Sokuluyoruz besmele ile kadının toprağına (işte böyle söyleyin) Öyle ki o kadınlar Bağlasınlar doğanları tanrı bağlarına
Melekler kırmızı yanar Kalbe tutuşan her şey kırmızıdır Hele kalp hazırsa “kentten” bir er kalkar - Onun eri Kollar semayı deryayı korkularından Yoksa aşk hemen kaçmak mıdır dağımıza Söyleyelim ya hay ya huu -Yolları aydınlık kıl yaradan
Kanla bir sabah Akşam kanla
‘...ateş... ve öldüm...’ deniyor -Oysa sorular verilmişti ona
Sorular yığılmış aynı kaynaktan olana Işık ve karanlık hakkında
Bu nasıl uzun uyanılmaz gibi -Ateş ve öldün uykuyla
-Kurşunla yoklanması bir sorudur geri kalanlara Taze doğanlara Şehzadelerden de sorular kalmıştı ona
'Biz artık gitmeliyiz dağımıza anneciğim Yorgun geldim savaşmadım ama Bir ceset gibi ayaklarının dibindeyim'
'Biz artık Gitmeliyiz dağımıza' -Hayır olmaz Durmalıyız burada şahinim
'Kezzap içsem Daha kuvvetle can çekişirdim' (dertten çıktık) söylendi (güzel bir kurtuluşa yöneldik) dendi
Heykel bekleyen kımıldamış Abesle elele ahbap gibi Avazı çıkanca bağırmıştır
-Durmadan deniyor ki vatanım neredir Heykel ne diyor Konuşmaz heykel Felçtir
Karşılıklı -Kaslarımız karşılıklı kasılsın Olsun -(Kalbimiz tüm insanın namına) iddiasında -Dertten çıkmışsın ötekine kavuşmuşsun da Diyor ki diyor ki Geçmiş nedir kavim kimdir dert nerdedir
Kırbaçla ayağa kalkarlardı 'biz artık... anneciğim... dağımıza...' ruhum geçer bedenine yüz bin kara nokta yemiştir soyrad ... ve nasıl olan oldu - o ve yeni uygar dostları Bir noktalar anlaşmasıdır fabrika baca ve duman Anne onları kapıya kadar uğurla gel
Delinen böğrüme bir set ger 'yapmayın yapmayın' çığlıkları Güneş doğsun mu doğmasın mı kararsızım Başlarını bana çevirmiş büyük baş hayvanlar londra moskova vaşington berlin pekin hava cereyanları sarsılan ikindiler korkularımız intihar dönemlerinde kötü bir alışkanlık peyda olmuştur bağ budama hasat zekât evlenme hoş görme Buğday ve ekmeğe saygı göreneğine doğru -İnce bir düşman yönelmiştir -Hayır içimizden yönelmiştir -Oh oh dıştan yönelmiştir -Dıştan ve içten mi yönelmiştir -Ne yönelmiş ne yönelememiştir -Yönelememiş önele Miş
'Ey örtülerle donatılmış Mustafa'
-Oğlum sen artık şarapnel gibi yağmalısın düşmanı güzelce vurmalısın
'... biz artık dağımıza... anneciğim...'
(Komşudan o ölü de kalktı Boşluğuna bir kırbaç uzatıldı)
(Çoktandır şu maraş kalesi hatıraları elinden alınmış bir taş yığınıdır. -onların yerine bilardo masaları konmuştur -şalvarlı şövalye ve kovboylar bilardo oynamaktadırlar)
-Uykum geliyor kaderim yorula geliyor buz gibi eller Bu yaz hayatı beğenemedin aklımda kandan gökdelenler
Ey aşk /... ve ey aşk mı dedin.../ Onlar küçücük küçücük gördü sana seslenenleri Gücendirilmiş gibi kayboldun Yerine piç döller yolladın
Komşudan o ölü de kalktı Köyde devinimdir kırışık alın derileri kımıldar Kaş ve kalp zorla - kıvranarak Erkeklik ve kadınlık Ölümün önünde değersiz ama siperdedirler
Bir değişime gibidir azrail- Mezarla uğraşmaz toprağı insan kazar O yere o ölü insan kalabalığında ansız bir boşluk açılmıştır alın kımıldasın kalp kıvransın Gölden ansız bir tabutluk su alınmış gibi Bütün köy kımıldayacaktır/göl gibi
Azrail devinimle çevirir bir köyü Bir insan kası - kadını kavrayan elleri mezar kazar toprak karşı komaz aralanır İnsan mezar kazar arada bar bar bağırarak -Ey süleyman oğlu nalbant izzet - nice rençperlik ettin Güneşin alnında bakır gibi göverdin
Toprak kaz arada bir ölü görünürlerde mi bak -ahmet mehmet hasan hüseyin paytak mahmut babası hacı izzet süleyman oğlu hey nice öldün neyledin nasıl becerdin
Köyden o ölü kalkar Süslenmiş kurdelalar takılmış bir koç Kapıda tabut tahtaları arasında beklemektedir Bayram değil seyrandır Aşk aceleyle oraya buraya göz gezdirir Sevgi sabırla ahır kapılarından süzülmektedir
Köyden o ölü de kalktı -Sen de kalk sesini hayvan sesleriyle yuvarla Köy bir ahenk kuşu sesi çıkararak Kasabaya bir ölü haberi uçursun Minarelerden ölgün bir kol gibi sarksın ölü selâsı /.Ölü ilk kez müezzin-minare uyarmalarıyla dirilmektedir Köyden kasabayı dürtmektedir./ Bedir efendi durur selâyı dinler -Kim'ola- -(Ben yüz yıl oldu babasızım) boğuk (Çukurovada eski kale burçlarıyla itişirdi akranlarım) (Sağ elim sualtı zengin bir köydü damağımıza kadar pancar)
(O ufak çocuklardık - Bakışları) (Olmaza karşı koyuşları) (Şimdi köy acı'dan eğilmiştir) Ben ölümle eğiliyorum) (Barsakları düğümlendi koyunlarımın) Bedir efendi durdu selâyı dinledi -Kim'ola- Evlerden yarış atları gibi çocuklar fırlar Daha ilk nağmesinden alırlar ölüyü Burunlarıyla kim ölmüş sorusunu soluyarak Yokuşlara bir nefeste bayılırlar -Öyle bir çocuk tanıdım Karşılaşınca başka çocuklarla hızlandı
Minarenin kapısında bir çocuk halkası Müezzinle inecektir ölü Ölü çağırır çocukları alıştırır camiye Ve ölüyü eve ulaştıran çocuk Kutlu çocuktur Taşıdığı haberle masum onunla dopdolu ve büyük Ölü adı taşıyan çocuklar dönüşlerinde Şehri ağırlaştırırlar - Minare yükünü atmış Yeniden serpilmeye başlamıştır Süleyman oğlu hacı izzet evlere bir sepet incir gibi dağıldı evlere süleyman oğlu hacı izzet
Müezzin kıs kıs gülmektedir kasabada evler -bir hacı izzettin varlığını bilmemekten- keder içindedir
nine: kim'ola hacı izzet birazdan halk top gibi patlar -kasabalı değil hacı izzet bülbüllüdenmiş -oh oh bülbüllüdenmiş bütün evlere şimdi büyük büyük bir memnunluk çağlamaktadır
Cahit Zarifoğlu
0 notes