#umarım yalandır
Explore tagged Tumblr posts
Text
GORİL FARUK 18 YAŞINDAYMİS??????
#ulan ben bu adamdan büyük olduğumu nas��l kabullenicem#CİDDEN YASLİYİM ARTİK SAKA GİBİ#umarım yalandır#nete soruyorum 4 ekim diyo napim ben 4 ekimi bana yil ver
0 notes
Text
Anlaşılmamak vebadır.
Bu bir vedaysa herkese eşittir,
Herkeste bulunmuş benleri geri çağırmak hepsini bir uçurumdan el ele aşağı atmaktır. Bir şişe şarabı tek başına kusmaktır, bir şarkıya tek başına ağlamaktır. Kapıyı boşa kitlemektir. Belki boşa anlatmaktır kendine dair. Koca bir yolculuğu tereddütsüz tamamlamaktır, gecenin bir yarısı uçağa atlamaktır, gidilecek yere varamamaktır. Ağlayamamaktır, boğazına kadar hüzne batmış canın delinir gibi yanmışken gözlerini doldurmamaktır. Arınmak bazen bomboş kalmaktır. Boş odaya hayalsiz dalmaktır. Eşyaları silmek evden kimsesiz kalmaktır. Terk edilmekle bir çocuğa inancı anlatmak hüzünlü bir şarkıda umudu anlatmaktır. Çocuk hiç tamamlanamayandır, inanmayandır. Oyunlar boşadır, üstüne boşanan yağmur içine açılmış yaralardır. Kendini bir çöp kutusu başından kusarken kaldırmak savaştır, çarptığın duvarlar düşmandır. Elini tutsun diye beklediğin tüm dostların başka dünyadır. Sesini kıstığın şarkıların anlamı kendi içine akarken duyulmayı beklemek sağırlıktır. Acı kollarını açmış beklerken pencereden dışarı umutla bakmak aptallıktır.
Omzun kendi ağırlığından düşerken, başkasının omzunda uyuyan sevgiliye mektup yazmak ahmaklıktır, yatağın yalnızken dardır, sulamayı unuttuğun çiçeklerin hayaletleriyle donanmış evin kendine zindandır. Pencereyi açmakla içeri dolan havanın manası kalmamıştır, umarım mutlusundurların çoğu yalandır.
3 notes
·
View notes
Text
37 notes
·
View notes
Text
İçimden bir ses 2021 daha beter olacak diyor umarım yalandır
#2021#hayat#hayatzor#hayat zor#bokmutluyuzaqq#spotify#karantina#beyza alkoç#3391kilometre#3391km#ay benim gece senin#beyzaaaasblog#karantina serisi
15 notes
·
View notes
Text
sanaldaki sahtekarlık üzerine şimdi gerçek hayata dönüyoruz veeee; üniversitede yakın bi arkadaşımın sevgilisi(ki onunla da yakındık) utandığı için nerede yaşadığını, kaç kardeş olduğunu falan 4 yıl boyunca yalanlar yalanlar daha bir sürü şey sıkmış bize. annesi de kanserden vefat etti son yıl, umarım o da yalandır
7 notes
·
View notes
Photo
Selahattin Demirtaş’ın bu tweet dizisini okuyunca nasıl bir kumpasla rehin tutulduğunu anlayacaksınız?
#DemirtaşaÖzgürlük
1- Merhaba, umarım hepiniz daha iyisinizdir. Biz de iyiyiz. Sözde yargılandığım davaya dair biraz bilgi vermek istiyorum. Malum nedenlerle, medyanın önemli bir kısmı duruşmalarımı takip etmiyor. Ancak herkesin gerçekleri bilme hakkı var. 2- Belki biraz zamanınızı alacağım ama anlatacaklarımın tamamı gerçek ve çok önemli. Meydan meydan, kanal kanal dolaşıp beni “terörist, katil” ilan edenlere zaten inanmadığınızı biliyorum. Yine de bütün “iddiaları” bir de benden dinleyin lütfen. 3- İDDİA BİR: Mercek adlı gizli tanığın 2009 yılında verdiği sözde ifadeye göre, TBMM’de Kürtçe konuşma yapmak için KCK’den talimat almışım. (Kürtçe konuşmayı da Sn Ahmet Türk yapmıştı bu arada.) 4- Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı beni bu iddiayla tutuklattıktan iki yıl sonra, mahkemenin ısrarı üzerine gönderdiği yazıda, aslında böyle bir gizli tanığın hiç olmadığını belirtti. Bu fezlekeyi hazırlayıp TBMM’ye gönderen savcı Uğur Özcan, daha sonra Cemaat’ten tutuklandı. 5- İDDİA İKİ: PKK, Elazığ’daki bir aileye mektup yazmış ve bu mektubu Sn Gültan Kışanak ile benim elden teslim etmemizi istemiş. Mektup, güya eski Diyarbakır Sur Belediyesi Başkanı Sn Abdullah Demirbaş’ın bilgisayarından çıkmış ve PM üyemiz Ali Oruç bize teslim etmiş. Sene 2009. 6- Yıllar sonra yapılan teknik incelemede bu mektubun, A. Demirbaş’ın bilgisayarından usule aykırı bir şekilde oluşturulduğu/elde edildiği ortaya çıktı. A. Oruç, A. Demirbaş ve G. Kışanak bu suçlamalardan beraat etti. Ama dosyama konulan bu mektup, tutuklanmama gerekçe yapıldı. 7- Zaten kendilerine mektup yazıldığı iddia edilen aile de böyle bir mektubun olmadığını belirtti. Öte yandan, bu fezlekeyi hazırlayan savcı da Cemaat’ten tutuklanan Uğur Özcan. 8- İDDİA ÜÇ: 2008’de (ben grup başkanvekiliyken) KCK yöneticileriyle telefon görüşmeleri yapmışım. Milletvekili olmama rağmen telefonlarım yasa dışı bir şekilde dinlenmiş. Konuşma içeriklerinde suç unsuruna rastlanmamış ama konuştuğum kişiler örgüt yöneticisiymiş. 9- Kim oldukları fezlekede -özellikle- belirtilmeyen bu “örgüt yöneticileri” kimmiş peki? İşte tamamı parti yöneticilerimiz olan bu kişileri, örgüt üyesi gibi gösterip fezleke düzenleyen savcı da aynı: Cemaat’ten tutuklanan Uğur Özcan. 10- İDDİA DÖRT: Herkesin yakından bildiği Demokratik Toplum Kongresinin (DTK) konferans ve panellerine katılmışım. Toplantıların içeriğinde suç unsuru yokmuş ama DTK “terör yapılanmasıymış", ben de DTK yöneticisiymişim. 11- DTK legal, açık, meşru ve hali hazırda bile faaliyetlerini sürdüren bir platformdur. Anayasa yapımı çalışmalarında, görüş bildirmek üzere Meclis Başkanlığı tarafından TBMM’ye bile davet edilmiştir. 12- Hatta bu davet üzerine DTK, görüş ve önerilerini Anayasa Uzlaşma Komisyonuna yazılı olarak sunmuştur. 13- Suçlamaya konu DTK toplantılarının bazılarına -kaderin cilvesine bakın ki- AKP milletvekilleri Galip Ensarioğlu ve Yasin Aktay ile birlikte katılmıştık. Hepsi de basına açık, legal toplantılardı. 14- İDDİA BEŞ: KCK’nin Avrupa sorumlularından Faik Hoca adlı kişi, benim Avrupa’da bir konferansa katılmam yönünde aldığı talimatı Kamuran Yüksek aracılığıyla bana iletmiş. 15- Oysa Kamuran Yüksek, o dönemde eş genel başkan yardımcımız. “Faik Hoca” dedikleri sözüm ona KCK sorumlusu ise partimizin resmî Avrupa temsilcisi Faik Yağızay. Matematik öğretmeni olduğundan, kendisine parti içinde “Faik Hoca” diye hitap edilir. 16- Faik Hoca’yı, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu da tanır. Avrupa Konseyinde görüşmüşlükleri de vardır. Bu asılsız suçlamalar da 1 no’lu fezlekede bulunuyor. Bu fezlekenin savcısı yine Uğur Özcan, daha sonra Cemaat’ten tutuklandı. 17- İDDİA ALTI: 2009’da grup başkanvekiliyken, Cumhurbaşkanı ile bir yurt dışı gezisine katılmak için KCK’yi bilgilendirip izin istemişim. Oysa konuştuğum kişi benim Eş Genel Başkan Yardımcım Kamuran Yüksek. Kendisi Parti Genel Merkezi ile Meclis Grubunun ilişkisinden sorumlu. 18- Yani daveti, kendi partimin genel merkezine bildirmiştim. Öte yandan, bu telefon konuşmam da yasa dışı bir şekilde dinlenmiştir. Bu fezlekenin savcısı da Cemaat’ten tutuklandı. 19- İDDİA YEDİ: KCK’nin Türkiye siyasi alan sorumlularındanmışım ve “ele geçen bir listeye” göre 21. sıradaymışım. Oysa söz konusu liste, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Konferans Salonunda, DTK ile DTP’nin ortak düzenlediği “Yerel Yönetimler Konferansı” katılımcı listesidir. 20- Ben o konferansa grup başkanvekili sıfatıyla katıldım ve konuşmacıydım. Katılımcı listesinde 21. sıradaydım. 21- İDDİA SEKİZ: 6-8 Ekim olaylarına dair, HDP Genel Merkezi Twitter hesabından atılan şiddet içermeyen mesajlar konusu. 22- O günden bugüne yapılan tüm incelemelere rağmen, özel olarak bana ait tek bir çağrı bulunamamıştır. Bulunamaz da. Aksine 7 ve 9 Ekim’de şiddeti kınayan, durması için yapılmış iki çağrım dosyada var. 23- Ancak hiçbir delil bulunamayınca, Murat Karayılan adına açılmış sahte bir Twitter hesabından atılan mesajlar dosyaya konulmuştur. Saatler birbirini tutsun diye de HDP’nin twitlerinin saati değiştirilmiştir. 24- Bunlar dışındaki suçlamaların tamamı, basına açık konuşmalarıma dayandırılmıştır. Ki bunların tümünü, şu anda bile sosyal medyadan izliyorsunuz. Hepsi de ifade özgürlüğü kapsamındaki konuşmalardır. 25- Kaldı ki, ben bu düşüncelerimi TBMM’de de dile getirdim. O nedenle değil dava veya tutuklama, bunlar hakkında soruşturma bile açılamaz. Çünkü Anayasanın 83/1. maddesi aynen şöyledir: 26- Hakkımdaki "örgüt kurucusu ve yöneticiliği" suçlamaları tastamam bunlardır. Bir gece yarısı, kar maskeli polislerle evimi basarak, çocuklarımın gözleri önünde beni göz altına aldırıp tutuklatan ve iddianamemi hazırlayan savcıyı ise benden değil, Şamil Tayyar’dan dinleyin: 27- Tüm bu komplo ve kumpasları AYM’ye taşıdık. Ne hazindir ki, AYM bu sahte delilleri incelemeye bile tenezzül etmeden başvuruyu reddetti. AİHM’e başvurduk. AİHM, yargılamamın ve tutukluluğumun siyasi olduğuna karar verdi. Bu karara da, “bizi bağlamaz, tanımıyoruz” denildi. 28- Üç yıla yakındır ben ve milletvekili arkadaşlarım benzer kumpaslarla hücrelerde tutuluyoruz. Adaleti bir gün mutlaka bulacağımıza inanıyoruz. Bunu siyasallaşmış yargıya değil, halkımıza güvenerek, inanarak söylüyorum. 29- Bu anlattıklarım dışında söylenen her şey yalandır, iftiradır. Bizler barış ve demokrasi için, birlikte yaşam için büyük fedakarlıklar yaptık ve bedeli bu oldu. Ama yılmadık, boyun eğmedik, umutsuzluğa kapılmadık, direnmeye devam ediyoruz. Barı�� ve demokrasi kazanana kadar. 30- Hepinize sıcak selamlarımızı ve sevgilerimizi gönderiyoruz. Neden siyasi rehine olduğumuzun daha da iyi anlaşıldığını umuyoruz. #SelahattinDemirtaş
18 notes
·
View notes
Text
Bencillik büyücülüğün başlangıcıdır
Derslerinden daima çok k��ymetli şeyler öğrendiğim Ebubekir Sifil Hoca'nın bir keresinde 'tevekkül' bahsi içinde yeralan 'büyü' temalı bir hadis-i şerifi 'tevekkülsüzlük ve büyü arasındaki ilişki' ile anlamlandırdığını dinlemiştim. (Hocanın internette Riyazü's-Salihîn ve Mişkatü'l-Mesabih'ten başka hadis dersini takip etmediğime göre bu ikisinden birisinde olmalı o bahis.) O zamanlar tastamam kavrayamadığım bu meseleye daha sonraları kendimce bir miktar daha kafa yordum. En nihayet şöyle bir neticeye vardım: İnsan âlemin uyumunu ıskalarsa, daha doğrusu 'takdir edilen herşeyin tevhid uyumunun bir parçası olduğunu' göremezse, kendi parçası merkezinde evreni yeniden dizayn etmeye çalışıyor.
Bencilin çevresine verdiği zarar da buradan doğuyor. Bencil insan olanları 'kaderde takdir edildiği şekliyle' kabullenemiyor. Kendi menfaatlerinin odakta olduğu, unutulmadığı, eksik bırakılmadığı, hatta özellikle gözetildiği bir düzende herşeyin yeniden şekillenmesini arzu ediyor. Hatta aksinin vukû bulmasını haksızlık addediyor. Bu da eşiti olan diğer parçalara karşı zalimleşmesine sebebiyet veriyor. (Günümüz teknolojisinin tabiata verdiği zarar da böyle değerlendirilebilir mi?)
Tevekkül, işte tam bu noktada, bir parça da 'kainatın tevhidî uyumuna karşı duyulan güveni' ifade ediyor. Yani mütevekkil insan herşeyin muradına göre gerçekleşmesi gerekmediğini kabulleniyor. Varlığın merkezinden isteklerini çekip Allah'ın takdirini oraya koyuyor. Diğer bir ifadeyle: Zaten orada olanı oraya koyuyor. Evrende değil kendi içinde yapıyor düzenlemeyi. Değişmesi gerekeni kendisi olarak görüyor. Bu nedenle arzusu hilafına gerçekleşirse bazı şeyler onlarla savaşmıyor. "Allah'ın takdiri buymuş!" deyip kaderiyle barışıyor. Uyumun parçası oluyor. Uyumla yaşamayı seçiyor. Uymayı seçiyor. Varlığa içinde tevekkül tevekkül yeşerttiği bir hudabinlikle bakıyor. Çabalıyor ama çabalarının sonuçsuzluğuyla da bahtına küsmüyor.
Büyüde ise tam tersi bir durum var: Büyü yapan bencilliğinden kurtulmuş değil. Arzusunun evrenle uyumunu arıyor değil. Tevhidî bütünlüğün parçası olmayı kabullenebiliyor değil. Ya? Menfaati ekseninde herşeyin şekillenmesi arzusunda. "(…) gülmeyi ağlamak, terhisâtı soymak ve talan etmek tevehhüm ediyor." Nasıl? Sevdiği adama/kıza meşru yollardan kavuşamıyor mesela. Doğru olan takdir-i Huda'yı kabullenip kadere tevekkül etmekken o başaramıyor. Teslim olmak yerine teslim almayı deniyor. Kendisi günaha girdiği gibi sevdiğine de zarar veriyor. Büyülediği ne kendisine ne de başkasına gönül huzuruyla yâr olabiliyor.
Nazara karşı "Maşaallah!" dememizde de böyle bir mananın izleri var sanki. Maşaallah ne demek arkadaşım? Ben şöyle biliyorum: "Allah dilemiş!" veya "Allah ne güzel dilemiş!" demek. Yani orada kendine birşey hatırlatıyorsun. Onun öyle olmasının Allah'ın takdiri olduğunu anımsatıyorsun. "Dur!" diyorsun tabir-i caizse kendine. "Dur bakalım! Çok beğendin. Hatta kıskandın. Başkasında olmasına içinden hüzünlendin. Hased ettin. Tamam. Ancak hatırla! Bu güzelliğin şurada olmasını takdir edeni hatırla. Onun öyle olmasını Allah diledi. Allah'ın dilediği elbet de en uygun olandır. Onun hikmetinden, rahmetinden, ilminden ve takdirinden razı ol. Rızasını ara. Düşün. Düşün ki, o neyi dilemişse, nasıl dilemişse, en uygunu odur." Evet. Kendi nazarımıza karşı dahi böyle bir tedbir alıyoruz. Tevekkül çağrılıyoruz.
Asıl söylemek istediklerime geleyim hızlıca. Bugün Kur'an okurken iki ayet arasındaki ilgi dikkatimi çekti. Yunus sûresi 2. ve 3. ayetler. Kısa bir mealiyle bize şöyle buyururlar kendileri: (2): "İnsanları (eğri yolun sonundan) korkut, inananlara Rableri nezdindeki yüksek makamları müjdele, diye içlerinden bir adama vahyimizi göndermemiz onlara tuhaf mı geldi? Kâfirler: 'Hiç şüphesiz bu besbelli bir sihirbaz!' dediler." (3): "Rabbiniz o Allah’dır ki, gökleri ve yeri altı günde yarattı, sonra arş üzerine istiva etti (hükmü altına aldı), işi tedbir eyliyor. İzni olmaksızın hiçkimse şefaatçi olamaz. İşte Rabbiniz olan Allah budur. Ona ibadet ediniz! Hâlâ düşünüp ibret almayacak mısınız?"
İşte burada da Ebubekir Sifil Hoca'nın öğrettiği 'tevekkülsüzlük-büyü' ilişkisinin izlerini gördüm ben kendimce. "Allahu'l-a'lem" kaydıyla diyelim. İzahına girişelim. Öncelikle şuradan başlayalım: 3. ayette kâfirlerin 2. ayetteki tuhaf buluşlarına Cenab-ı Hakkın eserlerinden isimlerine-sıfatlarına-şuunatına çıkan bir bakışla cevap var. Deniliyor ki âdeta 3. ayette: Gökleri ve yeri altı günde yaratan, arşı hükmü altına alan, bunca varlığın tedbirle işini gören, izni olmaksızın şefaat edilemeyen böyle bir Rab, böyle bir Allah, böyle bir Subhan, mümkün müdür ki sizin işlerinizi başıboş bıraksın. Nübüvvet eliyle onlara karşı da tedbirler söylemesin. Vahyiyle bizzat ikazlarda bulunmasın. Kainata böylesine anlarına/zerrelerine sirayet eder bir ilgi göstersin de sizin gibi pek kıymetli sanat eserlerini ilgisiz bıraksın. Bunu tuhaf bulmanız normal mi? Aslında sizin bunu tuhaf bulmanızı tuhaf bulmak lazım. Demek ki siz Rabbiniz olan Allah'ı hakkıyla tanıyamamışsınız. Marifetinizdeki eksikten dolayı böylesi herzeler yumurtluyorsunuz. Utanmadan 'büyü' diyorsunuz.
'Büyü' ne demek? Yani siz bu olanı, size içinizden peygamber gönderilmesini ve onun da size vahyi iletmesini, kainat algınızla uyumsuz gördünüz. Evrenin sizce devam edegelen düzenine bir arsız müdahale tevehhüm ettiniz. Arıza sandınız. Halbuki bu dediğiniz yalandır. Kainatın her neresine bakılsa nübüvveti ve vahyi gerekli kılacak, şahidi olacak, isbat edecek bir tedbir, bir düzen, bir ilgi görünür. Yani esasında bakış açınızdır tuhaf bulunması gereken. Çünkü âlemin her parçasını büyük bir uyumla idare eden, tedbirini gören, hükmü altına alan elbette insanı görmezden gelmez. Cenab-ı Hak böyle bir eksiklikten sonsuz derece yücedir.
Evet. Arkadaşım. Bu yazı da böylece hitama erdi. Umarım hisseni aldın. Alamadınsa bir de mürşidimin şu sözlerine kulak ver. Vaktiyle bana iyi gelmişlerdir. Sana da tesir ederler: "Ey ahmak nokta-i sevda! Hâlıkın ef'âli sana nâzır değildir. Ancak Ona bakar. Kâinatı senin hendesen üzerine yapmış değildir. Ve seni hilkat-i âlemde şahit tutmamıştır. İmam-ı Rabbânî'nin (r.a.) dediği gibi: Melikin atiyelerini ancak matiyyeleri taşıyabilir."
4 notes
·
View notes
Text
Merkez Bankası Londra’da 25 milyar dolar Altın sattı diyorlar !!! Umarım yalandır
0 notes
Text
15 yaşında başarısız bir hoşlantı olarak gördüğüm kişiden 17 yaşında tekrar hoşlanmak -ki hoşlanmak anlatmaya yeter mi hislerimi bilmiyorum- cehennemde yanmaya devam etmek oluyor. buna güle oynaya izin de veriyorsun, al ömrümü koy ömrüne hesabı. o kadar çok direndim ki bu hisse, korktum çünkü. başlangıcından belliydi ne kadar ağır olacağı. uzak durmaya çalışmam yetmedi, uzak durması için de yalvardım içten içe. ben yapamıyordum belki ama o hiçbir şeyden haberi olmadan yapar diye bekledim. yine biliyorum bir şey olmayacağını, yine farkındayım her şeyin. ama bu sefer gözüm hiçbir şeyi görmeyecek gibi. sanki biraz daha konuşsak ben sana çok aşığım diye itiraf edecekmiş gibi rahatım. canımı yaktığı zamanlar oluyor, çok kötü oluyor o zamanlarda da be. o iyi olsun ve ben de yanında olayım da diğerleri önemli değil, ne olduğumuz, neyi bildiği önemli değil. tek taraflı bir ilişki mi bilmiyorum, belki yalandır hepsi ve ben izlediğim ve okuduğum o çok acıklı ama hep mutlu sonla biten filmlere ve kitaplara takılıp kalmışımdır. tüm aptallıklarına, tüm kabalıklarına rağmen içimde öyle tuhaf bir şefkat var ki ona karşı. geçip gitse, bitse bile niye sevdiğimi, nasıl sevdiğimi hep hatırlayacağım biri olacak. ilk aşkım diyebileceğim biri olacak. umarım gün gelir de her şey biterse aramızdaki, ne arkadaşlık ne de tanışıklık kalırsa ve zaten romantik açıdan birlikte değilsek de o zaman, yine iyi hatırlarım seni.
0 notes
Text
Aşk; bence aşkı tanımadan bile yorumlayan insanların uydurduğu onca teorinin yalan olduğu gibidir. Aşk baştan sona yalandır. Yanlışların peşinde koşmaktır. Yokuş aşağı bisiklette pedal çevirmek gibidir. Hem cezbeden hem de heyecanladırandır. Günümüz aşkları.. eksiktir. Herbir kişilikte değişen; yalan seviyesi, kandırılmışlık, güvensizlik, yanlışlık oranıdır aşk. Tabi bir de gerçek olanı vardır.. bilmiyorum ama vardır umarım ve günümüz aşklarına hiç benzemiyordur..
Sence aşk nedir
7K notes
·
View notes
Text
YERLİ MALI YURDUN MALI
Soner YALÇIN
Balkan Savaşları…
Osmanlı, 500 yıllık topraklarından çıkmak zorunda kaldı. 1.5 milyon Türk yollara düştü…
Saraybosnalı Ali Haciç, hamile eşi ve beş çocuğu bu göçmenlerden idi…
Çileli yolculuğun son durağı Manisa oldu…
Salih Haciç bu zorlu göç yolunda, trende dünyaya geldi! Sekiz yaşında ayakkabı kunduracısının yanına çırak verildi. İzmir'deki dört yıllık askerliğinde mesleğini ilerletti; subaylara ayakkabı yaptı.
O artık zanaatkar idi. Mesleğini ilerletmek için 1936 yılında İstanbul'a göç etti. Eminönü'nden Beyazıt'a çıkan Mercan'da küçük ayakkabı atölyesi açtı. Yıl, 1938 idi.
Kadın ve erkek ayakkabısı yapıp sattığı 35 metrekarelik dükkanına “Hotiç” adını koydu. Dört yıl önce çıkan soyadı kanunuyla “Hotiç” soyadını almıştı çünkü…
Salih Hotiç, Fatma Remziye ile evlendi; ikisi kız altı çocukları oldu. Fatih semtindeki Bosna Apartmanı'nda çocuklar derinin kunduranın içinde büyüdü. Büyüdükçe hepsi babalarına yardım etti; mesleği çocukken öğrendiler. Kimi zaman -Serdar Hotiç gibi- falçatayla parmağını keserek…
Çocukların tatilleri köprü altında, semt pazarlarında terlik satarak geçti.
Zaman zamanı kovaladı…
Çocuklar büyüdü…
Gözyaşlarını tutamadı
Babaları Salih Hotiç, “halk tipi” el işi ayakkabı yapıyordu…
Altı çocuktan “dört numara” Serdar işin başına geçti; ve “modern” ayakkabı yapmak için İtalya'dan teknoloji getirdi; büyük atölye ve tasarım ekibi kurdu. Üretim teknolojisini, el işçiliğinin kalitesiyle birleştirdi…
1979'da Bağdat Caddesi'ne ikinci mağazayı açtılar. Ardından Caddebostan mağazası geldi…
Yıl, 1987. Serdar Hotiç, farklı sektörlerde iş yapan Mehmet, Ahmet ve Sermet'e “beraber olalım” çağrısı yaptı. (Örneğin Mehmet Hotiç, Altınyıldız'ın genel müdürlüğünü yapıp “Network” ve “Fabrika” markalarının yaratılmasına katkıda bulundu.)
Kardeşlerin birleşmesiyle Hotiç daha da büyüdü. Hotiç Ayakkabı Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi'ni kurdular.
İlk ayakkabı ihracatını Saraybosna ve Üsküp'e gönderdiklerinde Salih Hotiç gözyaşlarını tutamadı…
Hotiç kısa sürede ihracatını yedi katına çıkardı.
Türkiye'den dünyaya çıkan ilk ayakkabı markamız oldu.
Zamanla -Moğolistan'dan İsviçre'ye- dokuzu yabancı ülkede 160 mağazaya ulaştı.
ABD dahil onlarca ülkeye ayakkabı satmaya başladı.
Tüm satın almalarını yurt içindeki tedarikçi partnerlerinden yaparak, Türk ayakkabı ve çanta üretiminin gücünü de arkasına aldılar.
Binlerce çalışanları oldu. Senede 150 bin çift ayakkabı üretmeye başladılar.
Ne yazık ki:
İlk darbeyi 2001 krizinde yediler. Dört gayrimenkullerini satarak atlattılar.
Türk ekonomisindeki kriz kasırgası hiç bitmedi ki…
Yurtseverlik nedir
Krizi 2001 yılında atlatmayı başaran Hotiç bu yıl yine yaşamaya başladı:
– Türk Lirası'nın aşırı değer kaybetmesi…
– Piyasadaki nakit sıkıntısı…
– Faiz politikası…
Birçok perakendeci gibi dünya markası Hotiç'in de ticari faaliyetini etkiledi; kısa vadeli ödeme sıkıntısına düştü.
Lider ayakkabı, çanta, aksesuar markası Hotiç, 80 yaşında konkordato ilan etti. Yani…
Yeni piyasa koşullarına uyum sağlamak, mevcut ödeme yapısında sürdürülebilir değişikliklere gitmek, bazı tedbirler almak ve yasal süreçleri devreye koymak için yeni yapılandırma sürecini başlattı…
Umarım… Bayileri, tedarikçileri ve çalışanlarıyla Hotiç ailesi elbirliğiyle bu zorlu dönemi geride bırakır.
Gelelim asıl konuya; neden Hotiç'i yazdım:
Bundan üç yıl önce Hotiç Paris'te mağaza açmak istedi. Bir binayı beğendiler ve tam el sıkışacakken yerel yönetim izin vermedi. Dediler ki:
– “Bu sokakta bir başka ayakkabı mağazası var; onun cirosunu düşürebilirsiniz, ticaretini etkileyebilirsiniz; siz başka sokakta mağaza bulun!”
Demek istediğim bu:
Serbest piyasa koca yalandır.
Devlet pazarda yer almalıdır. Almakla kalmayıp milli-yerli markalarımıza zor dönemlerinde yardımcı olmalıdır…
Hotiç 80 yılda dünya markası oldu. Bir devlet, “ne halleri varsa görsün” diyemez. Derse, Türkiye üretimini büyütemez.
Şirketlerin daha sağlam ve kararlı adımlar atmasına yardımcı olmak zorundadır devlet…
Sadece devlet mi?
Peki sen değerli vatandaş!
Milli bir değerin yok olmasını sadece seyredecek misin? İstanbul'a döndüğümde hemen bir Hotiç mağazasına gidip ayakkabı alacağım. Yerli markamızı taşıdığım için gurur duyacağım…
Siz de gidin bir ayakkabı, bir çanta ya da bir aksesuar alınız. Hotiç'i azgın krize yem yapmayınız!
Sadece Hotiç değil…
Artık… Tüm yerli markalarımızı satın alınız. Aldığınız için kendinizle gurur duyunuz; yerli malı yurdun malı! Yurtseverlik böyle zor zamanlarda belli olur arkadaş!
Kendine… “devrimci”, “milliyetçi”, “ulusalcı”, “ülkücü”, “Müslüman” diyenler; sağcılar-solcular size sesleniyorum:
Ticaret savaşı verilmeden anti-emperyalist mücadele kazanılamaz.
#soneryalçın
1 note
·
View note
Note
Selam 😊 geçenlerde yine gerçek hayattaki yazarların olaylarına denk geldim de bi tanesi biraz komikti. Chuuya yine bi gün barda dazaiyle kavga edip sonra bunu evine kadar takip ediyo hatta kapıyı dazainin karısı açıyo uyuyo falan demesine rağmen yukarı çıkıp onu rahatsız ediyo ekxsknsosnsksnsk Neden ki ya jzhsksj Dan sanırım onu dışarı çıkartıyo. Umarım yalandır çok güvenemiyorum malum. Belki ilerde gerçek hayattaki yazar iliskilerinden bahsedersin
Bu arada spoiler olcak dikkat, Oda'nın vampir olma teorilerine ne diyosun ?
Bahsederim tabii, hatta böyle bir seri yapmayı bile planlıyorum.
Bu tarz hikayeler genelde halk dedikodularına dayanıyor o yüzden doğruluğu veya yanlışlığı tespit edilmesi daha zor. Böyle bir hikayeye duymamıştım daha önce ama gerçekse şaşırmam snmsmsks
Spoiler!!!
İhtimal veriyorum, en son vampir çıktı artık gözümde her şey mümkün ama çok ihtimal vermiyorum. Oda'nın bedeni artık çürümüştür ve böyle bir şey olmasını da istemem.
33 notes
·
View notes
Text
Burasının tadı hep başkaydı. 3,5 kisi var biliyorum , o kişiler bu yazıyı okumicak bunuda biliyorum . Başlıyorum
Herşey o kadar yolunda gitmiyorki düzenim bozuldu. Enerjik olamıyorum. Salak salak haraketler yapmaya bayılırrdim, her Allahın günü otostop çekerdim, mal mal şeyler konuşurdum. Şimdi yokum artık. Hiç halim yok . Sadece yatmak zevk veriyo .
Veee Saree harika bir haberle karşınızda. Şok annem babamı aldatıyor. Ve ben hala yüzüne gülüyorum biliyomusunuz? 6 aydır biliyorum bunu. Yalandır dedim . Arkadaşıdır dedim . Yapmaz benim annem dedim ama yaptı. Biliyorum inanmadınız biliyorum acitasyon yaptığımı düşünüyorsunuz. Ama ne umrumdaaaa. Yorulmuş hissediyorum gerçekten. Herşeyden uzaklaşmak istiyorum . Ama bazende eski dünyama dönmek istiyorum . Yine aptalcana haraketler yapıp, hiçbişey bilmemek istiyorum .
O kadar uzun süredir biliyorum ki . Bunu babama söylemedigim için hergun daha çok nefret ediyorum kendimden . Hala yüzüne güldüğüm için o kadın tiksiniyorum kendimden . Ama ne olucak , kimin umurundaki. Neyse boşverin.
Umarım hepiniz çok iyisinizdir. :)
0 notes