#tiyatro eleştirisi
Explore tagged Tumblr posts
Text
quad | beckett'in yitiş tiyatrosunda post-dramatik izlek
Post-dramatik tiyatro kavramı, içinde post ön eki geçen bütün diğer akımlarda olduğu gibi, sonrasını getirdiği öncenin hararetli bir muhasebesini ve muhakemesini yaparak kendisine alan açar. Post-dramatik tiyatrodan söz edildiğinde, artık imkanlarını tüketmiş, anlam potansiyelleri kısıtlanmış ve şablonlaşmış bir “dramatik”ten de bahsetmiş oluruz. Dramatik kavramı; en temelinde özdeşleşmeci ve katharsis temelli, lineer akışlı bir yapıyı; olay örgüsünün hikayenin ve karakterlerin uyumlu ve gerçekçi bütünlüğünü çağrıştırır. Bu tarz bir kurgu; temsili de bir taklit, bir gerçeklik yansıması, duygu boşalımı için gereksinilecek bir aracı haline getirme tehlikesine teşnedir. Bu şekilde gerçekliğin örgütlenmesi, sabitlenmesi ve dayatılması, özellikle de bütünlük ve tamlık fantazmalarının sarsıntıya uğradığı bir çağda; gerçekliği deneyimleme ve sunma ile ilgili taleplerin karşılanamaması ve taze arayışlara güdüleyen isyancı hareketlerin doğması için de baskıcı bir güç oluşturmuştur.
Post-dramatik tiyatro her öğenin başka bir öğeye hizmet etmekten sıyrılıp sadece kendisi için sahnede var olacağı hiyerarşisiz bir öğeler arası iletişimi, aynı anda gerçekleşmekte olan birçok olay arasından alımlayıcının kendi sezgisel seçkisini yaratacağı simultan bir sahne durumu, metnin hakimiyetinin kırılıp bedenselliğin ve görselliğin ön plana çıkacağı bir ayinsel gösteri, kendiliğindenliğin ve anındalığın itkisine bırakılmış bir sahne akışı, gerçeklik çöküntüsünün gösterge yığını ve saldırısıyla ya da izleyicinin özdeşim kurmakta zorlanacağı soğuk- içi boş karakterlerle dışavurulduğu bir temsil, başı sonu belli olmayan ve öyküsel değil durumsal olan bir kopuk ve parçalı anlatımlar seçkisi, kelimenin manadan sese ve nidaya doğru kayarak destek verdiği insanın mitsel geçmişini anıştıran atonal bir müziksellik, şimdi ve şu anda olanın şiirsel ve yoğun anlatımda patlayıp yiten dışa vurumu gibi karakteristik özellikler gösterir. Bu açılardan post-dramatik tiyatro düşüncesinin Jarry ile önünün açıldığı, Brecht’le dramatik tiyatronun yaşadığı kırılmadan yolunu bulduğu, Artaud ile tohumlarının atıldığı, Absürd tiyatro ile serpilmeye başladığı, happinning ve dada kabaret ruhuyla paralellikler güttüğü ve günümüze kadar çok çeşitli sanatçılar ve sanat grupları tarafından geliştirip yorumlanarak özgünleştirildiği söylenebilir.
Beckett’in Quad’ı: Bitik
Beckett’in adı anılmadan eksik kalacak olan Absürd tiyatro düşüncesi; özellikle grotesk, robotik, cansız ya da aşırı dinamik ve de içi boşaltılmış karakterleri, başı sonu amacı belli olmayan, çizgisel düzlemde ilerlemeyen bozuk kurguları ve mekansallıkları ile, epik tiyatronun özdeşleşmeyi tam manasıyla kıramayan yabancılaştırma kavramını ve dramatik akışı tam manasıyla bozamayan epizodik anlatımını parçalayarak ileri boyuta taşımıştır. Yitiş ve tüketiş kurgularına aşina olduğumuz Beckett; kendisini ve yazınını da yiyen, kendisine yetişemeyen bir sarmalda ilgili kavramları derinleştirecektir.
Quad oyunu, apaçık tüketmenin, bütün olasılıkları yitercesine kat etmenin temsilidir. Bir diğer yanıyla, temsilden de öte gibidir. Oyun isimsiz, cinsiyeti ve karakter yapıları belirsiz, numaralandırılmış dört tane oyuncunun bir kare içinde, kendi belirli güzergahlarını yürüyerek verili alanları arşınlamalarından, yürüme kombinasyonlarını bitirmelerinden ibarettir. Oyunda bunun dışında dikkat edilecek diğer etmenler; her bir oyuncunun elindeki vurmalı çalgılar, oyuncuların ayak sesleri, ışıkların açılıp kapanma sesleri, üzerlerine vuran ışıklara karşılık gelen renklerdeki, başlıkları yüzlerini gizleyen etekleri yere değen kostümler, oyuncular girdiğinde açılan ve çıktığında kapanan, oyun boyunca yavaş yavaş sönen ışıktır. Oyunda ışıklarla, oyuncularla, müzikle katman katman tüketilen kombinasyonlar, matematiksel olasılıkların hepsini kat etme durumunun yarattığı katlanılmaz duygusal tükenme duygusunu içeriklerinde barındırmış olur. Deleuze’e göre “kombinasyon düzeni, mümkünü içerilmiş ayrıklıklarla tüketme sanatı ya da bilimidir”. İşte oyuncuların sadece düzenli bir şekilde ayaklarını hareket ettirerek, bu robotik eylemlerinin içinde barınan korkunç nihai eylemsizliğe (ölüm – bitmek) ulaşan sınırları zorlamaları, yürürken duruyordan farksız oluşları, durarak da yürüyor olmaları durumunun bilinç düzeyine çıkması oyunun temel enerjisini oluşturur.
Beckett’in durmak ve hareket etmek ile ölü olmak ve diri olmak arasındaki boşluğu hiçe çevirmesi, o boşluğu kat etmeye zorunlu bireyi bağımsızca varlık süren hür iradeli bir canlı olmaktan çıkarır. Onu sadece verili kombinasyonları tüketen herhangibir şey haline getirir. Beckett’in karakterleri bir şekilde dünyaya atılmışlardır, bir şekilde gitmek üzeredirler; onlar mekanları zamanları olayları tüketmekle yazgılıdırlar. Bu da döngüsel olarak tüketmeyi eyleme, eylemi durmaya, durmayı tüketmeye, tüketmeyi eylemsizliğe dönüştürerek iki uç arasındaki sınırları tekrar muğlak kılar. “Her defasında ötelenemez, ardı arkası kesilemez bildirim”. Beckett’in Eşlik metninde kurguladığı bu paradoksal labirent, oyun kişilerinin yazgısıdır.
Tüm bu düşünsel arka plana uygun olarak oyunda tüm teknik etmenler de; var ile yok arasında, ses ile söz arasında birbirlerinin yerinde ve görevinde bize görünür. Işık kombinasyonları da oyuncu kombinasyonları gibi tükenmektedir, çalgı kombinasyonları da, kombinasyonun kendisi de tükenmektedir. Oyuncuya vuran ışık olasılığı oyuncunun kostümünün rengidir, oyuncular harekete devam ettikçe çalgılar da ışıklar da yeni bedenlere yeni kimlikler vermekte, değiş tokuş edilen kimliklerin hepsi de tükenişe gitmektedir.
Beckett’in bu oyunu birçok post-dramatik nitelik taşır ve bir çok post-dramatik niteliğin de belirleyicisi olur. Oyun bir plan dahilinde işler, dolayısıyla bir kurgusu vardır. Ancak bu kurgu bütünlüklü ve başı sonu belli olan, naratif bir kurgu değildir. Oyunda söz namına hiçbir şey yoktur. Dolayısıyla anlam, sözcüklerden görüntüye ve sese kayar. Post-dramatik tiyatronun karakteristiği olan bedensellik, bu oyunun taşıyıcı kolonudur. Ancak bedenlerin devinimi anlık şiirsel yoğunluklarının dışavurumuyla post-dramatik olmazlar, onların devinimi Beckett’in öznelliğinden doğan şekilde, çevrilmiş bir çark gibi tüketmek, içi boş bedenler olarak eylemlerinin her anında ve en nihayetinde bütününde sessiz bir tepkisellik vasıtasıyla anlamı iletmekle yükümlüdürler. Doğaçlama, anın yüksek temsili bu oyunda yoktur. Her şey, öldürücü bir planlılık içinde akar. Bedenler oyuna yönelik aksiyonlarda bulunmazlar, oyunu bitiren aksiyonları vardır. Baş döndüren bir görsellik ve ses oyunda hakimdir. Bütün sahne öğeleri kendileri gibi olarak birbirlerini taşır, birbirlerinin içinde erirler. Ses aksiyonla birdir, ışık bedenle birdir, tüm hareketler birbirinin sonucu ve sebebidir. Bu paradoksal bir anlatım yaratır. Beckett’in tükenişe giden karakterleri, kimliksiz, anonim ve içi boş karakterlerdir ve belki bu sebeple çağlarının anlam dünyasında hakiki bir yere temas etmektedirler. Dolayısıyla postdramatik tiyatronun gerçekliğin çöküntüsü duygusuyla yakaladığı soğukluk, karakterlerin özdeşleşilemez kritik mesafesi anlatım kuvveti için elzemdir. Televizyonda izlediğimiz bu oyunda, sahne her yer olabilir. Uzam açık uçludur. Televizyonun içindeki bu görüntü, her yerde ve sahnede oynanabilecek bir etkileşim enerjisine sahiptir.
Oyunda izlek vardır, ancak odak yoktur. Seyircilerin zihni bir izlek dahilinde yürür ve bir sonu, bir nihailiği sezinler. Ancak seyirci için bir odak, giriş gelişme sonuç, izlenmesi gereken temel bir anlatı ve duyguları kamaştıracak bir sürpriz yoktur. Sahnenin her yanı sürekli olarak kullanımdadır. Seyirci odağını izlek dahilinde kendi belirleyebilir. Giriş gelişme ve sonuç bu oyunda iç içe geçmiştir, her şey birbirini müjdeler ve lanetler.Öğeler arasında hiçbir hiyerarşi yoktur, her şey kombinasyon kurgusunun soyut anlam alanına dolacak şekilde işler. Tükenerek ilerleyen ışık bir tür bitişi, belki bir tür ilerlemeyi çağrıştırır. Ancak bu ilerleme bir amaca, duygu boşalımı yaşatacak ya da çözüme vardıracak bir sona doğru yürüyen bir ilerleme değildir. Oyunun takip edilebilir bir kurgusu vardır. Ancak bu takip tek bir noktada, tek bir eylemde asılı kaldığı için, sürekli hareket eden bir durma vardır. Bu durma, algıda yürümenin kapısını açar. İzleyici durumda asılı kalır, olaya geçemez, ama olayı da sezinler. Şiirsel ve parçalı bir yoğunluk görürüz, ancak bu parçalılık diğer post-dramatik sahnelemelerde olduğu gibi her an farklı yeğinliklere doğru akmaz. Yoğunluk her anda sabittir, saf bir kütle şeklinde vurur, daimi tansiyon taşır. Parçalılık her an harekette ve ilginç bir şekilde bütünlüğe dahildir. Gösterge ve imge keşmekeşi yoktur, oyun son derece yalın ve yoksuldur aslında; ancak bu haliyle alımlayıcısına son derece karmaşık gelir. Bu basit yapılarıyla karmaşık olanı kendilerine çağırırlar, bir metin aracılığıyla karmaşık olanı açıklamaya ya da anlatmaya çalışmazlar. Beden devinimlerinin yarattığı, sesin ve ışığın sözden çaldığı boşluğa karmaşa kendisi dolar. Alımlayıcı anlam üretiminin faili olmak zorundadır.
Beckett bu oyununda paradoksal bir hiçlik içinde askıda bıraktığı insanı, yazgısının lanetli itkisiyle hiçliği tüketmeye zorlar. Bu oyun aynı şekilde, post-dramatik tiyatro açısından da fazlasıyla özgün bir örnektir. Ne bu algının tamamen içinde, ne de tamamen dışında gözükür. Felsefesi ve meselesi bağlamında bu oyun dönemdaşlarıyla ortaklıklar taşır, ancak doğaçlama ve anındalığı, anda yoğunlaşan ve bir sonraki anda yoğunluğu değişen duygu dışa vurumlarını, törensel beden ve görsel kullanımlarını, tersinlenmiş gösterge yığmacasını yapısında dışlar. Post-dramatik algı; Beckett’in tekinsiz bir şekilde eylemin üstüne iğnelediği eylemsizliğin kuraltanımaz ve baş-son bilmez bir inatla yürümesinden -ki bu kesinlikle bir ilerleme değildir- doğan gerçeklik sarsıntısı ve insanı yakarak insandan kopan canlılığın nötr temsilinin, tuhaf, tezat soğukluğunda filizlenir.
#samuel beckett#beckett#postdramatik tiyatro#bitik#quad#absürd tiyatro#tiyatro yazıları#tiyatro inceleme#tiyatro eleştirisi#sanat#sanat yazıları
0 notes
Text
Moby Dick- Beyaz Balina
Hayat çatışmalar üzerine kurulu bir oyun sahnesi gibi, insanlar insanlarla çatışıyor, birileri üstünlük kurmaya çalışıyor, birileri tepişen fillerin altında eziliyor. İnsanlar doğa ile çatışıyor, ya o ya bu, mutlaka birisi bu çatışma halinden hüsranla ayrılıyor. Moby Dick işte bu çatışmaların hikayesini anlatıyor bizlere.
Moby Dick, çocukluğumuzda hepimizin kulaklarında yer etmiş bir isim, ya okuduk, ya izledik, ya da birilerinden dinledik. Anlatılmak istenen Kaptan Ahab ve Moby Dick ekseninde birey ve doğa çatışması olsa da aslında içince başka birçok çatışma da barındırıyor bu hikaye. Öğretmen İsmail bize gemi yolculuğunu anlatırken bizi bir hikayenin tam ortasına atıyor, Moby Dick ve Kaptan Ahab’ın zamanla kangren olmuş mücadelesine.
İsmail ayak bastığı dünyadan sıkılıp okyanusa açılmaya karar verince rotası geniş, uzunca süre yurda dönmeyecek bir gemi bulur ve hemen tayfa olarak gemiye yazılır. Gemi demir alır, okyanusa açılır. Tayfa halinden memnun yolculuğuna devam eder, balina sürülerini izler, balinalar yakalamaya çalışır. Zaten geminin amacı da odur, balina yakalamak. O zamanlar balina yağı aydınlanma için kullanılan, çok değerli bir yağdır, bunun için de balina avı güzel kazanç getirir. Elbette İsmail’in asıl amacı para değildir ama olsun, fazlasından zarar gelmez ya.
Zaman geçer, İsmail kaptanı göremez, sadece hakkındakileri işitir, kaptandan gıyaben korkar. Sonra onunla tanışır. Tek bacağını gemi kazasında kaybetmiş olan kaptan Ahab, İsmail’e hemen ısınır. Sert mizaçlı görünse de içinde sevgi kırıntıları olan biridir. Günler, fırtınalar geçer ve bir gün Kaptan Ahab’ın ayağını kaybetmesine neden olan albino balina Moby Dick görünür, gerisini de artık oyunda izleyeceksiniz.
Oyunun En Güçlü Yanı Dekor, Kostüm ve Müzik
Bu oyun sahneye hazırlanırken dekor sorumluları ve kostüm tasarımcıları oyuna oyunculardan sonra en güzel imzayı atmışlar. Şimdiye kadar izlediğim en güzel ve en yerinde kostümler bu oyundaydı. Ayrıca sahnenin hareketli kullanımı, konuya uygun dizaynı ve her bir bölmenin bir işlevinin olması seyirci için göz doldurucu bir detaydı.
Oyunda kullanılan canlı müzik ve oyuncuların hep bir ağızdan söyledikleri şarkılar çok güzel bir uyum içindeydi. Müziksiz yavan kalabilecek birçok boşluk işini hakkıyla yapan güzel sanatçılar sayesinde izlemesi keyifli bir şölene dönüştü.
Kaptan Ahab’ı canlandırabilecek oyuncu bulmak zor açıkçası, çok fazla uç noktaları olan bir karakter. Kimin üzerine dikseniz biraz potluk oluşturabilir, ancak Mesut Turan’ın üzerine tam olmuş bu rol. Zaten Mesut Turan’ı sahnede izlemek başlı başına bir keyif, insana oturduğu koltuğu, içinde yaşadığı dünyayı bile unutturuyor yeteneği ile. Bu güzel temsil için ayrıca tebrik etmek gerek kendisini. Caner Kadir Gezener de İsmail karakterine hayat veriyordu, Kaptan Ahab tüm sahnede krallığını ilan etse de kendisi oyunculuğu ile gölgede kalmamayı başardı. Diğer bütün oyuncular işleyen bir saatin dişlileri gibiydi, ne eksik ne fazla, hepsi rollerinin üstesinden çok iyi geldiler, hepsine ayrı ayrı tebrikler.
Moby Dick şimdiye kadar izlediğim tiyatro oyunları içerisinde en iyiler hanesine çoktan adını yazdırdı, en yakın sürede gidip izlemeniz dileği ile.
This slideshow requires JavaScript.
Moby Dick – Beyaz Balina – Ankara Devlet Tiyatrosu
2 Perde – 2 Saat
[spoiler title=”Oyun Detayı”]
“Herman Melville’in ünlü romanı Moby Dick’ten uyarlanan oyun, 19. yüzyıl balina avcılığının hikâyesini anlatmaktadır. Dünyayı görmek için her şeyi geride bırakan Manhattanlı öğretmen Ishmael’in, kaybettiği bacağının intikamını dev beyaz bir balinadan almak isteyen Kaptan Ahab’ın ve dünyanın dört bir yanından, kendi maceralarının peşine düşmüş tayfaların yolu Pequod isimli gemide kesişir.”
Yazan
Herman Melville
Çeviren
Burcu Boran
Oyunlaştiran
Stanton Jay Davis
Yöneten
Stanton Jay Davis
Dekor Tasarimi
Hakan Dündar
Kostüm Tasarimi
Çevren Sarayoğlu
Işik Tasarimi
Osman Uzgören
Müzik
Kemal Günüç
Koreograf
Korhan Başaran
Dramaturg
Canan Kirimsoy
Yönetmen Yardimcisi
Şevki Çepa
Asistan
Güneş Altinbaş
Plastik Makyaj Tasarimi
Dr. Yeşim Arsoy Baltacioğlu
Sahne Amiri
Belma Aslangiray
Kondüvit
Onur Ildegez
Işik Kumanda
Onur Üner
Suflöz
Kiraz Han
Dekor Sorumlulari
Hüseyin Kutum
Serdar Kizilirmak
Ferruh Tezsüren
Aksesuar Sorumlulari
Murat Üstün
Satilmiş Çakir
Kadin Terzi
Sevinç Akkuş
Erkek Terzi
Fatih Baguç
Perukaci
Hakan Işikdemir
Sinevizyon Sorumlusu
Erhan Yoldaş
Deniz Çağlar Yakar
Makyöz
Ayfer Zaim
Oyuncular
Mesut Turan
Caner Kadir Gezener
Abdullah Ceran
Yavuz Sepetçi
Buğra Koçtepe
Sanli Baykent
Deniz Keyf
Eda Aydinli
Cengiz Uzun
Kenan Yilmaz
Ulaş Karadağ
Seyfi Taşkin Ermişoğlu
Tolga Sarikaya
Handakiler/Kilisedekiler/Tayfalar
Kaan Çelikcan
Çağlar Turan
Hüseyin Acun
Arzu Çelik Albayrak
Bahar Aksoy
Anil Şimşek
Yildiz Şanli
Didem Çam Öztunç
Ahmet Onğulu
Saadet Aköz
Bariş Bölükbaşi
Ümit Baştuğ
Nahide Ayni
Belgin Yilmaz
Gizem Cengiz
Melek Yağmur Güler
[/spoiler]
Ankara Devlet Tiyatrosu oyunlarından Moby Dick'i sizler için değerlendirdik. #tiyatro Moby Dick- Beyaz Balina Hayat çatışmalar üzerine kurulu bir oyun sahnesi gibi, insanlar insanlarla çatışıyor, birileri üstünlük kurmaya çalışıyor, birileri tepişen fillerin altında eziliyor.
#ADT#Akün Sahnesi#Ankara Devlet Tiyatrosu#Beyaz Balina#bilet#bilet satın al#biletiva#Caner Kadir Gezener#Devlet Tiyatroları#devlet tiyatrosu bileti#eleştiri#Kaptan Ahab#Mesut Turan#Moby Dick#Tiyatro#tiyatro bileti#Tiyatro Eleştirileri#Tiyatro Eleştirisi#Tiyatro Oyuncuları#Tiyatro Yorumları#Yorum
2 notes
·
View notes
Text
En güzel şarkı içinde domuz eleştirisi olandır. Domuzluk burada kendi hâlinde medeniyetin dışında mükemmel hayat süren oynkoynkçenin hörkhörkçe lehçesini konuşanlar için geçerli değil. Onlar yaşanabilecek en mükemmel hayatı yaşıyorlar, John Stuward Mills ve Socrates'e göre. Namuslu domuzlar başım üzerine.
Selam vermeyenlerle işim yok. Aslında beni dışlayanlarla da işim yok. Kıyafetime falan, yani ben bir tiyatro oyuncusuyum. Artık derim de kalınlaştı. Ama bazen bir an oluyor, ben de dolmuşa biniyorum. Bir iyimserlik tüneline girmek istiyorum. Üzerinde "ye beni" yazan yemeklerden yemek istiyorum. Hep geç kalmak istiyorum. Ve her seferinde, her bir seferde, çin sofrasında uyanıyorum. Cin sofrası nedir bilmeyenler acil Spritted Away izlesin, ya da bir balıkçı bulsun bu hikâyeyi anlatacak. Ben de deneyeceğim anlatmayı.
Birgün karnımız aç ve susuzduk. Balina avından dönüyoruz, Sakarya nehrinde, üç arkadaşız. Ulan bir ışık, bir eğlence, bize bir hürmet, sofradaki yemekler, rakılar inanılmaz. Oturup yiyip içiyoruz. Uyuya kalıyoruz. Uyandığımızda ağzımız yüzümüz bok içinde, biz bir cin düğünündeymişiz.
Dezavantajlarım var domuzlara karşı onlar çok ben tek, onlar zengin ben fakir, onlar güçlü ben zayıf. Onlar ırkçı, cahil falan. Ben yalnızım. Ama sanki onlar çirkin ve ben güzelim. Ve o iktidar saçmalıkları ile işim yok. Yani modernist piramitleri dikkate almaya değer bulmuyorum. Ya kendini gerçekleştirmeye çalışıyor mal domuz, parktaki çocukların bıcırcasından korkuyor. Güya ilham verecekmiş insanlara, vampir domuz. İnsanlara bir şeyleri dayatmakla insanlara bir şeyleri vermek aynı şey değildir ki. Askerde insanın yediği her lokma burnundan getirilir, bu vatan, bu bayrak size her akşam yemek veriyor, neden neşeleniyorsunuz. Ya da arpanız fazla gelmiş sizin falan. Yani o domuzcuk insanlara kendisini tanrı sandığını gösterebilir, mesela beni güldürüyor yazdıkları şuan. Aşırı okumalarla kurulmuş bir tanrılık. Pasif agresifliğimin sebebi var. Dedikodu yapmayı o kadar istiyorum ki.
2 notes
·
View notes
Link
25 Mart 2020 Gülin Dede Tekin
Yeni tip koronavirüsün Türkiye’de görülmesi ile beraber ilk kapanan yerler kültür-sanat mekanları oldu. Özellikle bağımsız sahne ve kumpanyaların bu süreci ne tür bir mekanizma ile atlatacakları sorusu henüz belirsizliğini koruyor. Geçtiğimiz yıl hayata geçirilen Tiyatro Kooperatifi konuyla ilgili Kültür ve Turizm Bakanlığı ile görüşmeler yaptı. Detaylı bilgiye www.tiyatrokooperatifi.org/ sitesinden ilerleyen günlerde ulaşacağız.
Diğer taraftan birçok tiyatro da boş durmayarak kendi alternatif (yani dijital) sahne ve sahneleme biçimlerini devreye soktu. Sosyal medya aracılığıyla yayınlanan canlı performanslardan, sanal ortama taşınan arşiv kayıtlarına her geçen gün uzayan bir liste söz konusu. Bu aşamada yerli ve uluslararası toparlayabildiklerimizi iki haftada bir Açık Dergi’de yayınlanan tiyatro kuşağımız Tezahür’de sizlerle paylaşacağız.
TÜRKİYE’DEN ÖRNEKLER ÇOĞALIYOR
İlk haberlerden biri Türkiye’nin dans tiyatrosu konusunda en tanıdık isimlerinden Hareket Tasarım Atölyesi’nden geldi. Birçok gösterilerinin kaydını web sayfalarından izleme şansı bulabileceğiniz ekibe hareketatolyesitoplulugu.com sayfasından ulaşabilirsiniz. Sitelerindeki hakkımızda sayfasında ‘Şu bir gerçek ki bedenlerimizin hafızasını yeniden kurgulayabilmek için kendimize günlük hayatın dışında yaşama alanları yaratmamız gerek” yazan ekip bu dönemde de günlük hayatın dışında alan yaratmakta öncü oldu diyebiliriz.
Bu yıl 20. Yılını kutlayan ve yaptıkları birçok işle Türkiye tiyatrosu için öncü olan ekiplerden Kumbaracı50/Altıdan Sonra Tiyatro ekibi yine öncü bir hareketle hafta içi her akşam Yiğit Sertdemir sunumuyla canlı yayınlara başladı. “Kapı Açık Kalmış” mottosuyla her akşam farklı konuk ve konularla 20.30-22.00 arası izleyici ile buluşan ekip son yarım saatini ise bir oyun okumasına ayırıyor.
İstanbullu izleyiciler olarak düzenli takipçisi olamadığımız için hayıflandığımız Nilüfer Belediyesi Kent Tiyatrosu da eski ve devam eden oyunlarından 8 yetişkin ve 4 çocuk oyununu paylaşıma açtı. Bunların içerisinde, sahnelenmeye başlandığı günden bu yana oldukça ses getiren ‘III.Reich’in Korku ve Sefaleti’ ve benim en sevdiğim çocuk oyunlarının başında yer alan, bakış açısına hayran olduğum Güray Dinçol’un yönettiği, Pelin Temur’un yazdığı ‘Yeni Dünya-Bir Uzay Macerası’ oyunlarını mutlaka izlemenizi öneririm.
Bam İstanbul farklı bir yaklaşımla çıktı karşımıza. Her akşam evde kalınan bu süreçte yazılmış yepyeni bir metin, sevilen oyuncular tarafından okunuyor. #evde hashtagiyle yayınlanan okumaların ilk ikisi Murat Mahmutyazıcıoğlu tarafından kaleme alındı. “Ege Evde” Melis Öz tarafından okunurken, geçen Yaz Barış Gönenen ve Canan Atalay tarafından okundu. Emre Yüksel tarafındna yazılan “Tepeye Doğru” ise Başak Ertanoğlu tarafından seslendirildi.
Studyo 4, 18. İstanbul Tiyatro Festivali’nde sahnelenen, Fatih Gençkal’ın ilk yönetmenlik denemesi olan “Olmamış mı?” performansını yayınladı.
Bir kısmı Berlin’de tiyatro hayatını sürdüren Mekan Artı ekibi, 2013-2018 yılları arasında sahnelenmiş en beğenilen işlerinden, en genci 50 yaşında olan 4 trans bireyin Türkiye’de lubunya olmanın genel ve özel tarihini anlattığı “80’lerde Lubunya Olmak”ın kaydını Youtube üzerinden yayınlıyor.
Türkiye’de çağdaş dansın hayranı olduğumuz isimlerinden İlyas Odman arşivininin büyük bir çoğunluğunu paylaşıma açtı. Özellikle yakın zamanda, Sabancı Müzesi’ndeki Marina Abromoviç sergisinde 10 gün boyunca 8 saat sergilediği “One for The Road” isimli performansını da canlı olarak yayınlaması kalbimizi çarptırmaya yetti.
Troas’larıyla tanışıp, Salto’larını henüz izleyememiş olmanın üzüntüsünü yaşadığım Türk, Yunan ve Polonyalı sanatçılar arasında sanatsal ve yaratıcı bir diyalog oluşturmak adına kurulan Teatr Andra ise“Troas” performasını seyirciyle paylaştı. Üçer monologdan oluşan üç bölümün yer aldığı oyunda Kerem Karaboğa, Salih Usta ve Cem Yiğit Üzümoğlu’nu izleme şansı bulabilirsiniz.
Kalemine çok güvendiğim Firuze Engin’in yazdığı Selen Uçer’in tek kişilik performansı ile izlediğimiz ‘Güle Güle Diva’ Vodafone TV üzerinden yayınlandı. DasDas bünyesindeki diğer işler için tıklayın.
Kadro Pa, Shakespeare’in Macbeth’inden uyarlanmış bir obje tiyatrosu örneği olan oldukça keyifli bir iş olan ‘Macbeth Mutfakta’yı 27 Mart Dünya Tiyatro Günü’nde canlı olarak sahneleyecek.
Tiyatro Alesta’nın Pınar Selek’in araştırmasından yola çıkarak 2015-2018 sezonları arası sahneye koyduğu ‘Sürüne Sürüne Erkek Olmak’ da sanal olarak izlenebilecek oyunlardan.
Gazete Müstehak da yine canlı yayın yapan ekiplerden biri olarak çıktı karşımıza. Onları da her akşam sosyal medya hesaplarından farklı konuklarla canlı olarak izleme şansı bulabiliyoruz
Ödenekli tiyatrolardan Devlet Tiyatroları ise 24 Mart-1 Mayıs arası her akşam bir canlı tiyatro oyunu yayınlayacak. Evde kalınmasının tembihlendiği/gerektiği bir dönemde insanları bir araya toplayarak canlı oyun sahnelemeyi kendi adıma çok mantıklı bulmasam da meraklısına TRT2 ekranlarında olacakları bilgisini verelim. Ayrıca opera ve bale severler için de gösterimler olacak.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları da 27 Mart Dünya Tiyatro Günü’nde kayıtlı olan bir yetişkin ve bir çocuk oyununu paylaşıma açacağı bilgisini verdi.
İşsanat 'Evvel Zaman Dışından Masallar'ın müzik, dans ve eğlence dolu oyunu 'Orman Lokantası'nı Kumbara TV'de yayınladı.
YURTDIŞINDAN DA PEK ÇOK ÖRNEK VAR
Uluslararası yapımlarda şüphesiz en heyecanlandıran, Almanya’nın en büyük tiyatro topluluklarından biri olan Schaubühne’nin 21 Mart’tan 17 Nisan’a kadar her akşam 20.30’da bir oyununu paylaşıma açacak olmasıydı.
Dünyaca ünlü yönetmenleri izleme imkânı veren oldukça yoğun programda Peter Stein’in 10, Thomas Ostermeier’in ise 8 oyunu yer alıyor. 2017 yılında İstanbul Tiyatro Festival’ine güvenlik kaygılarıyla gelmekten vazgeçildiği için izleyemediğimiz Ostermeier’in III.Richard’ı da listedeki oyunlardan yalnızca biri. Her oyun öncesi oyuncuların evlerinden yapacağı okumalar ve doğaçlamalar da bonusu. Buradan takip edebilirsiniz.
Bu yıl İstanbul Tiyatro Festivali’nin en başarılı işlerinden, bir belgesel tiyatro örneği olan “Temiz Şehir”in methini duyanlardan sık sık duyduğum sorulardan biri, “belgesel tiyatro nedir?” olmuştu. Bunun cevabı bulmak isteyenler için kaçırılmayacak bir fırsat olarak belgesel tiyatro denince aklı ilk gelen ekip olan Rimini Protokol tüm arşivini erişime açtı.
Boş Alan kitabıyla geniş kitlelere ulaşan, dünya tiyatro tarihinin önemli isimlerinden Peter Brook’un Paris’teki tiyatrosu Les Bouffes Du Nord da bir tiyatro oyununu ve Samuel Beckett üzerine bir belgeseli erişime açtı.
Benim de Aylin Alıveren sayesinde keşfettiğim fiziksel tiyatro konusunda hatırı sayılır ekiplerden olan ‘Gecko’ya da sanal olarak ulaşabiliyoruz artık.
Polonya’nın en bilinen tiyatro topluluklarından TR Warszawa da Macar yönetmen Kornel Mundruczo rejisi ile bir prömiyer yapıyor. Aynı zamanda her Cumartesi 21:00'de yeni bir oyun kaydını da erişime açacaklar.
Berlin’in avangard gösteri sanatları merkezi HAU 19-29 Mart tarihleri arasında ikincisini düzenleyecekleri ve detayları çok önceden belli olan “Spy on me” başlıklı festivalini webe taşıma kararı aldı.
İKİ ÖNEMLİ KAYNAK DAHA
Uluslararası işlerde liste aslında çok daha uzun. Yerli ekiplerden de her gün listeye bir yenisi ekleniyor. Biz de bu listeyi hazırlarken özellikle uluslararası işler için, kendisi üniversiteden de hocam olan Mehmet Kerem Özel’in danzon2008.blogspot.com/ sayfasından çokça yararlandım. Kendisine çok teşekkür ederim. Yurtdışında sıklıkla oyun izleyen ve uluslararası tiyatro cenahına oldukça hakim olan Özel’in paylaşımları ve eleştirileri tiyatro adına yepyeni keşifler yapmanıza fırsat verecektir. Bir diğer tavsiyem de sevgili arkadaşlarım Melike Saba Akım ve Noyan Ayturan’ın tiyatro kuramı, eleştirisi ve dedikoduları hedefiyle yola çıkarak açtıkları sosyal medya hesabı Haus Bühne olacak. Burası da yine bu dönemde sanal etkinlikleri keşfetmenize ve Türkiye tiyatro çevresindeki tartışmalara eşlik etmenizi sağlayacaktır.
2 notes
·
View notes
Text
Üstüne pek çok şeyler söylenmiş, ama tartışma alanına girilememiş; çok şeyler yazılmış, ama aydınlığa çıkarılamamış bir ''Düşün'' adamımızdır ''Şeyh Bedreddin''.
Çağını çok aşan, hatta çağımızın bile kolay kolay sindiremediği düşünceleriyle bu büyük ''kuramcı ve eylemci'', ya kendi çağında olduğu gibi bağnaz düşüncenin, skolastiğin, dinsel hoşgörüsüzlüğün, karşısına dikildiği saray güçlerinin karaladığı bir din ve devlet düşmanı olarak yargılanmış, ya da çağımızda olduğu gibi kendi düşünce sistemi içinde değil de, şu ya da bu ideolojiye yatkınlığına göre benimsenmiş, ya da itilmiştir.
Birşeyleri değiştirebilmek umudu, birşeyleri değiştirebilmek inancıyla at başı yürür. Birşeyleri değiştirebilmek inancı ise, tabiatta ve toplumda en durağan sayılan şeylerin dahi değiştirilebilinir olduğuna inanmakla olur. Bu da ''Bedreddin''in gerek öğretisinde, gerek eylemindeki diyalektiği açığa vurur.
...''Not; 1969 yılında ''AST'' Ankara Sanat Tiyatrosunda oynanan bu oyun için o dönemin tiyatro yazar ve eleştirmenleri, oyun hakkında çeşitli gazetelerde, edebiyat ve tiyatro dergilerinde yazılar yazmışlar.
Bu tartışmalar bir örnek olsun diye ;
Tahsin Saraç'ın ''Bir Eleştiri ve Şeyh Bedreddin Yorumu Üzerine'' adlı bir yazısını kitabın sonuna ekledim. Tiyatro eleştirisi için bulunmaz bir yazı.
1 note
·
View note
Text
Bazı şeyler neden günah?
Nisa sûresinin 43. ayetinde geçen 'sarhoşken namaza yaklaşmama' yasağını (ki daha sonra içki tamamen yasaklanacaktır) düşünürken şöyle birşey aklıma geldi: İslam'da haram olan şeyler aslında İslam'ın içinde tezat olmadığının da delilidir. Yahut şöyle bir yerden akarak gelelim bu noktaya: Mürşidimin bir 'roman-sinema-tiyatro' eleştirisi vardır. Lemeat isimli eserinde geçer. Nedir bu eleştirinin temeli? Bu eleştirinin temeli 'modern tebliğcilerin' üslûp ve niyetleri arasındaki uyuşmazlıklardır. Bir saniye... Yine hızlı gittik. Önce üzerine konuşacağımız metni bir alıntılayalım: "Beşerin ağzına yalancı bir dil koymuş, hem insanın yüzüne fâsık bir göz takmış, dünyaya bir âlüfte fistanını giydirmiş, hüsn-ü mücerred tanımaz. Güneşi gösterirse, sarı saçlı güzel bir aktrisi kàrie ihtar eder. Zahiren der: 'Sefahet fenadır, insanlara yakışmaz.' Netice-i muzırrayı gösterir. Halbuki sefahete öyle müşevvikane bir tasviri yapar ki, ağız suyu akıtır, akıl hâkim kalamaz. İştihayı kabartır, hevesi tehyiç eder, his daha söz dinlemez." İşte, Bediüzzaman'a göre, 'Sefahet fenadır!' dediği halde 'müşevvikane tasvirini yapmak' bu 'modern tebliğcilerin' özlerinde yatan tezattır. Üslûp üzerinden 'ilgi devşirmek' isterler. Fakat bu ilgiyi amaçlarının(!) tam tersiyle kazanmaya çalışırlar. Hani meşhurdur, çokça dile getirilir, bir insan terörist olmak istese, terörü kötülemek amacıyla çekilmiş filmleri izlemesi yeter. Çünkü, her ne kadar genel anlamda terörü kötülüyor olsa da, içlerinde bir terörist adayına lazım olacak herşeyin bilgisi vardır. Hatta özentisi vardır. Hatta nasihati vardır. Şu da yerli-yabancı tüm yapımlarda dikkat çeken bir husustur: Kötü adamlar iyi adamlardan daha karizmatiktir. Bu Batı tebliğinin/sanatının en temel sorunsalıdır. Batı sanatı Settar ism-i şerifini bilmez. Kötülüğünü göstermek istediği şeylerin yayılmasına yardımcı olur. Bir noktadan sonra da o kötülüğün 'normalleşmesini' sağlar. Hatta 'artık anormal bulunmaması gerektiğini savunan' eleştirel(!) yeni yapımlarla karşımıza çıkar. Yıllar önce aristokrasideki 'ahlak düşüklüğünü' göstermek için(!) yazılmış bir roman, bir süre sonra yerini yaşananların 'düşüklük' değil 'normalite' olduğunu anlatmaya çalışan filmlere bırakır. Konuyu daha fazla dağıtmadan yazının başına dönelim. Haramları İslam'ın içinde tezat bulunmadığına nasıl delil olur? Bence bunu 'namaz' ile 'sarhoş olmamayı' birbirine bağlayan şu ayet pek güzelce söylüyor. Nasıl? Belki biraz şöyle: "Bakın. Görüyorsunuz. Allahımız, belirli vakitlerde, belirli cümlelerin, belirli bir düzende, belirli bir tekrar sayısıyla, belirli rekatlarda söylenmesini emreden bir Allah'tır. Yani ibadette 'gelişgüzelliği' değil 'nizamı' sever. Böyle bir ilah 'düzen bozuculuğu' beraberinde getiren bir sarhoşluğa nasıl razı olur?" Dahası da var. Hem buradan 9. Söz'deki 'namaz vakitlerinin hikmeti' dersine uzanacak olursak şunu da işitebiliriz aynı ayetten: "Allahımız, belirli vakitlerde namazı emrettiği gibi, belirli bir düzende, belirli periyotlarla, belirli yörüngelerde, belirli bir devridaimle, belirli bir tekrarla, belirli vakitlerde kainatı da bazı dönüşümlere uğratır." Namaz vakitlerindeki dönüşümün hatırlattığı çok dönüşümler vardır. Hem buradan da Tabiat Risalesi'ne uzanabiliriz: "Allahımız, belirli vakitlerde namazı emredip, kainatı da bu belirli döngüler içinde yarattığı gibi, yine belirli oranlarla, belirli ölçülerle, belirli matematiksel düzenlerle, belirli kıvamlarda, belirli kanunlar çerçevesinde, belirli şekillerde varlıkları da yaratır, dönüşüme uğratır." Yani nasıl geceyi gündüz kılar, gündüzü geceye çevirir; aynen öyle de; ciğerinize giren oksijeni karbondioksit kılar, ağaçların soluduğu karbondioksiti oksijene çevirir. Bütün bunlarla gösterir ki: Onun şan-ı Rububiyeti 'gelişigüzelliği' değil 'düzeni' sevmektedir. İşte, tam da bu noktada, içkinin haramlığı 'Cenab-ı Hakkın şan-ı Rububiyetinde bir çelişki olmamasının' gereğidir. Cenab-ı Hak her işinde böyle bir düzeni severken, düzen de dikkati isterken, insanı da böyle bir dikkat melekesi ile donatmışken; içki gibi birşeyin onun 'üzerine yaratıldığı fıtratı' bozmasına izin verir mi? Hem ibadetlerinde dikkat isteyip hem de bu dikkati gayet zedeleyecek olan içkiye müsaade eder mi? Hatta biraz daha ötesi arkadaşım: Hem bütün hayatını 'tam bir kulluk şuuru içinde' yaşaması isteyip insanın hem de 'o şuuru unutturacak olan müskirlere' izin verir mi? Evet. Elhamdülillah. Bu sıralar günahları bir de şu yönüyle tefekkür ediyorum. Aşağı-yukarı hepsinde de Cenab-ı Hakkın bir isminin 'aleyhinde' olmanın izlerini görüyorum. Yani, bana öyle geliyor ki, İslam'da böyle şeylerin haram kılınması, hidayet vermek için gönderilmiş bir dinin 'kendi içinde çelişkiler barındırmaması' noktasında da gerekli. Yoksa İslam'ın tebliği de 'roman-sinema-tiyatro' üçlüsünde eleştirdiğimiz arızaları taşımaya başlar. Hem 'düzeni' isterken hem de 'düzensizliğin zeminine' izin verir. Hem kötülüğü 'yasaklar' hem de 'eylenmesine müsaade eder.' Biz hem Allahımızı hem de İslamımızı böyle olmaktan tenzih ederiz.
1 note
·
View note
Text
Oyun bitti!
Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı’nın Washington’a yaptığı ziyaret, Fransız psikolog Emile Boirac’un deforme ederek psikolojiye adapte ettiği anlamdaki “dejavu” ile değil, tiyatro eleştirisi sanatındaki anlamda “déjàvu” kavramı ile izah edilebilir.
Şöyle ki; Tüm sosyal veya siyasi hareketlerde olduğu gibi mutlaka bu ziyaret de pek bir değeri olmayan detaylar farklılık taşıyabilir. Görüşmede taraflar, siyaset sanatının kıvraklığıyla farklı donatılmış, dijitalvirtual çağın renkli kostüm ve maskeleriyle zenginleştirilmiş, farklılaştırma gayretine girmiş, ancak esas hatlarda daha önce farklı aktörlerle de denenmiş senaryonun can sıkıcı tekrarının bütün özeliklerini sergilemiştir.
Kısa hatlarıyla: 2011 yılında Türkiye’nin Suriye’ye dikte ettirmek istediği konseptin esası Katar doğal gazının borularla Suriye üzerinden Türkiye gaz hattına bağlanmasıydı. Bu proje gerçekleşseydi Rusya, İran ve Kürdistan’dan bağlanacak doğal gaz boru hatlarıyla Türkiye kendi fosil enerji kaynakları olmamasına veya çok az olmasına rağmen enerji de dünyanın en stratejik ülkesi olacaktı.
Türkiye’nin bu konsepti tepkiyle karşılanınca Erdoğan da Cuma namazını Şam’da kılmak üzere düğmeye bastı.
Sonuç; 7 milyondan fazla göçmen, yüzbinlerce ölü, tarihi zenginlikleri yağmalanmış, binlerce ton kimyasal madde kullanılması suretiyle toprağı zehirlenmiş, tümüyle, her alanda tahribe uğramış bir ülke, savaş ve insanlık suçları işleyenlerin mağdurları olmuş değişik halk ve etnisitelerden milyonlarca insan. Bu ülke sınırları içindeki topraktan şimdilik Türkiye’ye kalmasına müsaade edilmiş sadece 20 km bir alan…
Öte yandan Katar gibi “zengin” ama küçük bir ülkenin bu “projeye” ya da çılgınlığa finans sağlamasının temelinde Türkiye’ninkinde olduğu gibi salt ekonomik nedenler yatıyordu. Katar “göz kamaştıran” zenginliğini doğal gaza borçlu olan bir ülke. Doğal gazın satılabilmesi için öncelikle eksi 125 dereceye düşürerek dondurması lazım. Bu işlem de enerji ve finans açısından oldukça pahalı bir süreç.
Obama’ya söz dinletemeyen Amerikan sermayesinin bir kesiminin petrol fiyatlarını enerji uzmanlarını bile şoke edecek şekilde varilini 50 USD altına çekmesinden sonra hem Katar’a ve hem de Suudi Arabistan’a harcamalarında gerekli kısıtlamayı yapmamaları halinde 5 yıl içinde devlet olarak iflasın ışığı görünmeye başlamıştı. Bu gelişmelerin ardından Katar ve Sudi Arabistan’ın Türkiye’nin çılgın projesine destekleri sınır tanımaz oldu.
Obama’nın enerji alanında stratejik olan bu bölgeye dair bir konsepte sahip olmaması, Amerika’da kimi çevrelerin kendi planlarını (olayların ortak özelliklerini içine alan ve onları bir ortak ad altında toplayan genel tasarım) oluşturup Obama’ya rağmen harekete geçmeye başlamasına neden oldu. Bu yeni konsepte Katar-Türkiye doğal gaz hattına yer yoktu ve Suudi Arabistan-Türkiye petrol boru hattına da.
Amerika’nın sorumluluk taşıyan strateji uzmanları açısından bu planın bir diğer nedeni de 11 Eylül saldırısı ve hatta biraz daha öncesine kadar gidiyordu. Sermayenin çılgınlaştırdığı Batı medeniyetinin Avrupa’sını, Türkiye ile Amerika’sını da sermaye ve terörle esir almak isteyen Arap sermayesini durdurma planı Obama’ya rağmen üretildi ve yaşama sokuldu.
Bu başlangıçta tinanik sendromunun özeliklerini taşıyan projenin Ortadoğu kısmında Türkiye, Katar ve Suudi Arabistanı rahatlatacak, saldırganlıklarına, şantajlarına koz verecekti. Ancak boru hatları projesine tabi ki yer yoktu bu planda.
Buna alternatif olarak bölgede İsrail’in yanında güvenilir ve mert bir halk olarak Kürdler geleceğin istikrarı, dengeleyici ikinci ana direği olarak yeniden keşfedildiler.
Bu ikinci sabit dengeleyici sütununun ayakta durabilmesi için maddi açıdan Türkiye’den bağımsızlığı temel ihtiyaçtı. Bu kapsamda tarihte farklı yollarla Akdeniz’e açılması öngörülen Kürdistan fosil (petrol+gaz+kömür) enerji kaynaklarının II. Dünya Savaşı sonrası üretilen ama uygulamaya geçirilmeyen güzergah değiştirilerek Rojava üzerinden Akdeniz’e ulaştırılması planlandı.
Bu proje kapsamında Rojava kantonlarının birleştirilmesi ve Afrin’den sonra Akdeniz’e ulaşılması için geriye kalan 6 bin 70 km şerit için sahada, sahayla sorumlu kişilerin çözümüne bırakıldı.
Erdoğan’ın bu planı bozmayı amaçlayan ABD ziyareti başlarken, yani uçağı Washington’a indiği saatlerde, ABD’nin IŞİD’le Mücadelede Özel Temsilcisi olan Brett McGurk da yine daha önce bir kaç kez benzeri anlarda sahneye çıktığı gibi ama bu kez daha büyük bir ekiple hem de Pentagon’un uçağıyla doğrudan Rojava’ya inerek kameralar karşısına çıktı.
Aynı McGurk, Başkan Yardımcısı Jo Bieden İstanbul’a Erdoğan’ın ağzına bal sürmek için geldiğinde de Kobanê’de kameralar karşısındaydı, Salih Müslim’le Erbil’de Barzani’yi bir araya getirdiğinde de.
ABD’nin stratejisinin Türkiye engeli olmadan hayata geçmesi için açıktan destek ihtiyacını görmüş olacak ki Erdoğan’ın Beyaz Sarayı 20 dakikalık ziyareti öncesi her zaman tüm eleştirilere rağmen Erdoğan’ın eline su dökmesiyle bilinen Angela Merkel de tarzına uymayan, Erdoğan yönetimini hedef alan sert bir açıklama yaptı. Başını çektiği AB’yle Trump’a “yanındayız” dercesine…
Aksaray’ın Reisi Kürdleri karşısına aldığı sürece, “Les jeux sont faits in” Sartre’ın kullandığı anlamda değil, Monte Carlo kumarbazlarının jargonundaki anlamıyla “oyun bitti” olduğunu anlamalı. Aynı oyun son iki yıl içinde o kadar tekrar edildi ki artık izlemek bile “dejavu’nun” getirdiği can sıkıcılıkla donanmış. Evet, les jeux sont faits Monsieur!!!
0 notes
Text
heiner müller'in "hamlet makinası" | oyun incelemesi
Heiner Müller Hamlet Makinası’nda kendi deyimiyle “nasıl sahneleneceğini bile bilemediği” bir oyun yaratmıştır. Müller oyunu sadece kafasında oynatabildiğini söyler. Aynı şekilde metnin tavrı da sese ve görüntüye taşınma konusunda direnmekte, dil akışındaki kırılmalar ve burkulmalarla kendisini yazı sahasına tutundurmaktadır. Artaud’ya ve onun kıyıcı tiyatro düsturlarına göz kırpan bu metin, onun yakıcı şiirselliğiyle birlikte pratikte deneyimlediği sıkıntıları da bünyesinde taşımaktadır.
Bu oyunda Müller an’da patlayan ve oluş halinde görünüp yiten çoklu imgelerin sürerliğiyle şiirsel bir yoğunluk yakalamıştır. Patlayan anlar bir sonraki anı sakatlamakta, oyun git gide daha topal ve daha hastalıklı bir anlatım sancısıyla ilerlemektedir. Bir önceki kelime bir sonraki kelimeyi yakasından tutar ve yavaşlatır; sonraki kelime kendisini kendisinden azad eder ve havada imgesel boşlukların kokusu kalır. Bu takip ve sakatlamalar belleğe dair değildir; tam tersi şablonik tuzaklarla oyun, belleği tam anımsama eylemi üzerindeyken, varlığını en canlı ve yalın halinde sergiliyorken yıkımın içine atar. Hava boşlukları kendilerine yeni manaları çağırırlar; böylelikle oyunda okuyucu metne ustalıkla yabancılaştırılsa da, çiğ bir dürtüye kendisini bıraktığında kalıplardan soyulmuş bir yeniden var olma alanını da sezer. Ancak oyun bu yeniden var oluşu okuyucusuna umutla sunmaz, okuyucu yitip giden bir hisle sezdiği sade ve huzurlu dünyanın içinden birden tarihin, cinsiyetin, iktidarın ve savaşın kendisini kalıtsallaştırdığı çöplüğe düşer. Müller belki de bu sebeple oyununda şiirsel dili gereksinmiştir. Aynı şekilde bu dil, alımlayıcısını yapay ben idealinde hakikat ve hakimiyet sahneleri kurmaktan men eder.
Bu kısa oyun, beş ayrı bölümden oluşur. Bu bölümlerden her biri kendilerine özgü oluşlar içerir. Sezilebilecek ölçüde birbirlerinin içine girip çıkarlar ancak çizgisel bir zamanı hiçbir zaman işaret etmezler. İlerleme, bellek, akış yoktur. Müller bu oyunda üç evreli zaman kavramını siler. Geçmişin kalıntısını ve geleceğin tasarısını da şimdide kurgulanmakta olan benliğinde dışavuran insan, aslında zamanı eşzamanlı olarak deneyimlemektir. Bu eşzamanlılık kendisini us’ta değil ancak duygu köklerinde belli eder. Bu nedenle Müller’in klasik zamanı yok sayması, anda patlak veren görüntülerle seyircinin “aklını” kemirecek “veba”yı doğurma itkisini destekler. Zamanın ve belleğin göz ardı edildiği bu oyunda tarih ve iktidar da kendisine alan bulamayacaktır. Ancak Müller mitler aracılığıyla sık sık bu kavramlara gönderme yapar, sadece onlara kendilerini temsil etmeye ve yargıçlık oynamaya yarayacak yapay sahneyi kurmaz. Mitler, kendilerini döngülerle, yoğunlaşmalarla ve kurgularla var ederler. İnsanlar mitleri, hakikatin örtülmesinden doğan gerilimi içlerinden kopardıkları hayat parçalarına ekleyip parçaları dışarıdaki putlarla tanımlayıp yüceleştirerek oluştururlar. Müller de Brecht’ten aldığı epik mirası farklı bir yaklaşımla oyunlarına taşıyan biri olarak, özellikle bağ kurduğu komünizmin mitlerle yaşadığını görmekten çekince duyar. Hamlet Makinası taraflar ve kutuplar oluşturmadan, iktidarın geçmişini, geleceğini ve türevlerini sarsmakla ilgilenir ve çok yönlülüğe açılır.
Tragedyaların beş bölümünü anımsatır bir şekilde bölünmüş bu oyun, tragedyanın varlığına tamamen tezat bir parçalanmışlıkta ilerler. Seçilen karakterler ve çağrıştırdıkları anlamlar düşünüldüğünde, oyunun derdini yenilenme ve değişme talebi üzerine kurduğunu, bunu da kocaman ve irrasyonel bir çığlık sesiyle yaptığını söyleyebiliriz. Oyunun ilk bölümünde Hamlet’in derdi ödipal üçgenledir. “Herkesten her şeyi alan insan”ın yattığı tabutu durdurur, onu “kılıcıyla” açar, bu kesici ve sivri yapay uzuvla yaratıcısının etini parçalar. Onu yoksul insanlara dağıtır. Hamlet töreni dondurur, temsili dondurur, ağlaşmayı dondurur, ölü eti işleyişe sokar, onu canda tanımlar. Yoksul olana yoksul bırakanın etini sunar. Yapay bir törenle kıpırtısızlıktan coşkuyu, arzunun döngüsünü türetir. Bu döngü Hamlet’in kendisine gelene dek bütün sözde canlılığı, kurgulanmış sahneleri yakıp yıkacaktır. Bu, arzunun özünde barındırdığı istemeden istediğini alan kendiliğinden devrimci güçtür. Hamlet putları doğrar, arzunun alevini yakar. Yazar şiirsel bir terörizmle tüm kutupları imleyen ve sonra parçalayan bir yoğun göstergeler sistemi kurar. “Bu umut çağında çürümüş olan bir şeyler var”dır, kan dökene karşılık kan dökerek iktidara gelen amcasına karşı da aynı şiirsel yıkıcılığı takınır. Annesinin bacaklarını açar, amcasına yardım eder. Hamlet anasının delikten yoksun olmasını diler, onu yeniden bakireye dönüştürmeyi diler. Kutsanmış doğurganlığı kırar, yılan yuvası dediği rahmi örtmek ister; varlığından vazgeçmek bu uğurda seve seve ödeyeceği bir bedeldir. Kurulmuş ödipal üçgende barınmak istemez, erk istemez, ana istemez. Onun iktidar şehvetini replikleriyle onayacak anayı yahut onun duruşunu dikleştirecek bir Horatio’yu istemez. Onun gerçek dramında bu karakterlere yer yoktur.
İkinci bölümde Ophelia saatten yüreğini söküp atar, tarihten soyunur, ölüm yuvası olan evini terkeder, rahminden kurtulur, selamete ulaştıracak sefalet çığlıklarını kırık camlar arasından kucaklar. Kostümlerini, kaderini ve kimliğini yırtar. Üçüncü bölümde cinsiyetler soyulur. Tarihin diktatörlüğünü imleyen ölüler üniversitesinin önünde Hamlet fahişeliğe soyunur. Ölü kadınların parçaladığı giysilerin içinde Hamlet kadınsal olana öykünür, yaşamın kaosunu terörle sarmalar. Yazarın kullandığı fahişelik imgesi, hem toplumsal kimlik hem de anonim beden bağlamında Hamlet’in ödipal yazgıyla dalga geçmesidir. Madonna’nın göğüs kanserinin ışığı evrende parıldamaktadır; başka mesih olmayacaktır. Dördüncü bölümde yazar tüm bu anlatılanların ve düşünülenlerin kutsallığını bozar, oyununda maskesini düşürür. Hamlet makyajını siler. Önce ödipal üçgenden sonra da tarihten ve cinsiyetten çıkan Hamlet şimdi de oyundan ve bütünlükten çıkmaktadır. Bu bölümde Hamlet ayaklanmadan ve gerçek sorunlardan bahseder. Dramasının yalın özünü anlatır. Hamlet dekorun tarihi göstergeleyen bir anıt olduğunu söyler. Bu esnada arkasına yeni putlar, yeni dekorlar ve iktidar aygıtları gelir. Arzuyu reaktifleştirip boğmakla imlenen teknolojinin demirbaşları televizyon ve buzdolabı, Hamlet’in ayaklanma konuşması sırasında arkasında durur. Bu konuşmada az önce rolünden sıyrılmış olan Hamlet, yeni bir sahne ve yeni bir kutup kurar önce. İsyan duygusunun içinde gezinir, özgürlük talebinin koşul ve haklılıklarına değinir. Derken bu öyküleştirme birden iki kutbun şiddet ve iktidar bağlamında yer değiştirmesiyle birlikte tavan noktasına ulaşır; tam bu anda Hamlet iki kutbun da içinde dramını kurmak isteğini dile getirir. Ve çizgiler karışır, Hamlet aynadaki kendisine yumruk atmaktadır. Hamlet kendi hürcesinin gardiyanı olur. Hamlet tüm bu kutupların içini boşaltır, bezginliğini kusar. O bir daktilodur, işlem bankasıdır, onun hikayesi hiç olmamıştır. Anlatılan hikaye, iktidarın ve aygıtlarının kurguladığı sahnede oynanan, dövülenin dövdüğü kişide kendi eksik babasını gördüğü ve sakladığı hakikatin çirkin yüzünü onda inşa edip putuna saldırdığı sürekli bir mazoşist oyundur. Bu yüzden Hamlet kostümünü çıkarır; onun metni kayıptır, istifa eder, kin kusar. Tiksinti kendisini duyurur. Aşağılanmış kadın bedenlerinin, kuşakların dalga geçilen umutlarının, ayrıcalıklı insan mitinin, modern caddelerin gizlediklerinin, öldürme araçlarının, cinayetlerin ve örtük suçun, sinsiliğin tiksintisi. Hamlet artık nefes almak sevmek ve yemek istemez; yanılsama onların içine dahi sızmıştır. Tiksinti büyür. Müller Hamlet’in tiksintisini kendi içine, kendi dışkısına, kanına kapatma isteğinde boğar. Buzdolabından tiksintinin kanı sızar, dişil liderler aynı anda konuşur, rolüne yeniden giren Hamlet yazgısını hayırlı bir iş için kullanır, Marx Lenin ve Mao’nun başlarına balta vurur ve buzulçağı başlar. Orphelia Elektra’nın sesiyle görünür. Anaçlığa ve doğurganlığa karşı Elektra konuşur, Orphelia’nın belden aşağısı yoktur. Elektra memelerindeki sütle bütün nesli zehirleyecektir; saflık adına, üremesi emredilen rahmin iradesini kullanıp erki boğması adına, rahmin ve insanlığın teslimiyetinin mutluluğunu yıkmak adına. Tanımlarından azade olmuş kadın sahnede yalnız başına ve beyazlara sarınmış bir şekilde kalır. Erkekler çıkar. Eli bıçaklı kadın, kaosu geri çağıracaktır.
Bütün bu algılama çabalarını öznel, öznel olduğu ölçüde biricik; ama evrensel akıl ölçüsünde önemsiz kılan bu oyun, biçimiyle de içeriğiyle de kaosla barışıktır. Bu bir söylemi olmadığı anlamına gelmez, bariz bir şekilde büyük dertleri vardır. Ancak bu metin içeriğinde bahsettiği yaşamsal çığlığı destekler nitelikte biçiminde de ehlileştirilmekten ve noktalardan uzak durur. Oyun hiçbir zaman diyaloglaşmaz, ikiliği yada çokluğu hiddetle tükürülen monologlarının içinde bulur. Müller için esas dert ve esaslı bir derdi paylaşmanın yordamı budur.
#heiner müller#hamlet makinası#tiyatro#tiyatro yazıları#dramaturji#tiyatro eleştiri#postdramatik#absürd tiyatro#performans#sanat#sahne#sanat eleştirisi#tiyatro inceleme#çağdaş tiyatro
0 notes
Photo
#Repost Teşekkürler @hulyacilan ・・・ 🍂Oroonoko soylu bir adam ve gelecek kral gözüyle bakılırken köle olarak bulur kendini.İçindeki ateş ve aşk ise bir an bile yalnız bırakmaz onu. . 🍂Kısa ve tam anlamıyla bir roman olarak adlandırılamasa da Oroonoko bazı açılardan çok değerli.Örneğin kölelik ve din eleştirisi,”beyaz adamın vahşiliği” konusunda korkusuz ifadeleri açılarından..Ne kadar o dönem açısından farklı olsa da ırkçı ifadeler de barındırıyor içinde. . 🍂John Sutherland,Edebiyatın Kısa Tarihi’nde yazardan şu şekilde bahsediyor: . “Eaffrey (kendi seçtiği adıyla Aphra) Johnson iç savaş sırasında büyüdü.Nüfuzlu müşterilere sahip bir berber olan babasının yanında çalıştı.Babası 1663’te İngiltere’nin Güney Amerika’daki sömürgesi Surinam’a vali olarak atandı.Aphra babasının ölümünün ardından Surinam’a ilişkin korkunç izlenimlerle birlikte İngiltere’ye döndü. . 1670’lerin başında tiyatro oyunları yazmaya başladı.Bunu yapan ilk kadındı. . Aphra Behn,Westminster Katedraline defnedildi;bu onura layık görülen ilk kadın yazardı. . Virginia Woolf,Behn’in mezarının başında “Bütün kadınlar birleşip onun mezarına çiçekler bırakmalı..Çünkü kadınlara konuşma hakkını Aphra Behn kazandırdı.” demiştir.” . 🍂Sadece İngiliz edebiyatı için değil dünya edebiyatı için önemli bir eser.Zamanın zincirlerini kırmak için çabalamış,cesur bir kadının hayat verdiği.. https://www.instagram.com/p/Bp39OLEFUmG/?utm_source=ig_tumblr_share&igshid=z8v6icx8yuj
0 notes
Text
Gayri Resmi Hürrem
“Sen bensen, ben kimim Hürrem?”
Bir gün seçin kendinize, dış dünyadan arınmış, sizi sadece içinizdeki siz ile baş başa bırakabilecek bir gün. Kendinizi tartın, kendinize dönün, hırslarınızı, arzularınızı, hedeflerinizi tartın terazide ve hedefleriniz için neleri riske atabileceğinizi masaya yatırın. Sonra o gün olduğunuz yeri düşünün, oraya nasıl geldiğinizi, oraya gelmek için neler yaptığınızı, hangi kararların sizi o koltuklarda oturttuğunu iyice analiz edin. Kendinize benliğinizi tanımak için zaman verin.
Gayri Resmi Hürrem, Hürrem’in Hürrem olma yolculuğunu anlatıyor. Ancak bunu bizim bildiğimiz yollardan değil de, daha çok kendi dilinin döndüğünce, önünü arkasını sorgulayarak ve bize de o sorgulamayı keyifle izleterek yapıyor. Oyun iki kişilik olmasına karşın İpek Atagün Gezenler ve Gülin Ersoy’un muhteşem oyunculuklarıyla adeta iki sesli dev bir koro oluşturuyor. Elbette bu izlenimi edinmemizde sahnede bolca yararlanılan kuklaların ve seslendirmenin de hakkı büyük. İki başarılı kadın oyuncu sahnede öyle hoş bir uyumla oynuyorlar ki, sanırsınız bir dans gösterisi izliyorsunuz.
Sahne gizli bir oda gibi şekillendirilmiş, gizli bir geçitten geçilebilen, kimsenin bilmediği gizli bir oda. Bu odada pek fazla eşya olmasa da oyuncuların kostümleri, makyajları, ara sıra kullanılan ağaç dekorları ve aktif bir şekilde kullanılan kuklalar sayesinde o gizli oda koskocaman bir dünyaya dönüşüyor. Zaten hayal etme yeteneğinize oynayan birçok unsur var oyunda, bu konuda fazla da ayrıntı vermek istemiyorum. Gidip görmeniz gerek.
Oyuna gideceklere tavsiyem, Osmanlı’dan bir kesit görmek amacıyla gitmeyin, elbette ki kostümler ve dekor sizi biraz geriye götürecek ancak adına fazla aldanmayın. Her ne kadar adı Gayri Resmi Hürrem olsa da, bu her dönemin oyunu olabilecek bir oyun, mutlaka izleyin.
This slideshow requires JavaScript.
Gayri Resmi Hürrem – Ankara Devlet Tiyatrosu
2 Perde – 1 Saat 50 Dakika
[spoiler title=”Oyun Detayı”]
“Hurrem Sultan hayatının muhasebesini yaptığı bir gün, vaktiyle yaptırdığı gizli bir odaya girer. Odada hafızasını kaybetmiş bir cariye ile karşılaşır. Beraberce Hurrem Sultan’ın hayatından sahneler oynarlar, oyunlarla yaşarlar.Ancak bütün oyunlar en tehlikeli oyunla kesilir. Belki tek çıkar yol vardır. Belki de birden çok yol vardır. Hayat, iki kadına da, bizlere de sürprizler hazırlamaktadı…”
Yazan
ÖZEN YULA
Yöneten
ÖZEN YULA
Dekor Tasarimi
Hakan Dündar
Kostüm Tasarimi
Funda Karasaç
Işik Tasarimi
Yakup Çartik
Koreografi
Banu Demir
Müzik
Turgay Erdener
Yönetmen Yardimcisi
Caner Kadir Gezener
Asistan
Gizem Türker
Sahne Amiri
Turgay Erel
Kondüvit
Tayfun Gültutan
Işik Kumanda
Baki Koca-Alper Öğüt
Suflöz
Kevser Burcu Tezel
Dekor Sorumlusu
Semih Kolaç
Aksesuar Sorumlusu
Mustafa Mert
Kadin Terzi
Mehriye Taşdelen
Makyöz
Kadriye Polat
Oyuncular
İpek Atagün Gezener
Gülin Ersoy
Cariyeler:
Gizem Türker
Handan Kiliç
Pelin Gülten
Ezgi Özer
Melis Kizilaslan
Şükran Dama
Kanun:
Deniz Ertürk
Sesler
Kanuni Sultan Süleyman:
Erdal Küçükkömürcü
Handan Sultan:
Özlem Ersönmez
Muhafiz:
Caner Kadir Gezener
Yeniçeriler:
Esat Tanriverdi
Ergin Özdemir
Serhat Yazici
Burgaç Döğüşçü
Öncü Kamişli
Gökhan Burak Ansen
Müzik Kayit
Kanun:
Ahmet Baran
Viyolonsel:
Onur Şenler
İbrahim Aydoğdu
Köklü Yiğin Tan
Yaz Irmak
[/spoiler]
ADT'den Gayri Resmi Hürrem oyununu sizler için değerlendirdik. #tiyatro Gayri Resmi Hürrem “Sen bensen, ben kimim Hürrem?” Bir gün seçin kendinize, dış dünyadan arınmış, sizi sadece içinizdeki siz ile baş başa bırakabilecek bir gün.
#ADT#Ankara Devlet Tiyatrosu#bilet#bilet satın al#biletiva#Devlet Tiyatroları#devlet tiyatrosu bileti#eleştiri#Gayri Resmi Hürrem#Gülin Ersoy#İpek Atagün Gezenler#Tiyatro#tiyatro bileti#Tiyatro Eleştirileri#Tiyatro Eleştirisi#Tiyatro Oyuncuları#Tiyatro Yorumları#Yorum
0 notes
Text
Radyo Benjamin
Radyo Benjamin Walter Benjamin Metis Yayınları
Şu lafı sık sık duymuşsunuzdur: “Tanrım! Bizim gençliğimizde bu kadar iyi imkanlar yoktu. Biz o zamanlar derslerden kaç alacağız diye korkardık; sahilde yalın ayak yürümemize izin verilmezdi. ” Peki şunu duydunuz mu hiç: Tanrım! Ben çocukken bu kadar güzel oynamazdık. Veya: Ben küçükken böyle güzel hikaye kitapları yoktu. Hayır. İnsan çocukken ne okur veya ne oynarsa, onu hem en güzel ve en iyisi olarak, hem de, çoğu zaman, hatalı da olsa, eşsiz bir şey olarak hatırlar.
Walter Benjamin gibi bir düşünürün karşısına radyoda program yapma, çocuklara, gençlere ve yetişkinlere ulaşma imkanı çıksaydı ne tür programlar yapardı? Böyle bir dinleyici kitlesine nelerden söz ederdi? Ve belki daha da önemlisi, söyleyeceklerini nasıl söylerdi?
Benjamin, 1929-1933 arasında Frankfurt ve Berlin radyolarında 80’i aşkın yayın yaptı. Bu programlarda sunduğu metinlerin önemli bir kısmının yer aldığı derlemede, eşitlikçi bir pedagoji anlayışıyla kaleme alınmış çok sayıda deneme, öykü ve radyo oyununun yanı sıra düşünürün yetişkinler için yaptığı programlarda sunduğu çeşitli edebiyat eleştirisi metinleri ve radyo hakkında yazdığı kimi yazılar da yer alıyor.
Benjamin okurlarının yanı sıra eğitim, çocukluk, medya çalışmaları ve tiyatro gibi temalarla ilgilenenlerin de severek okuyacağına inanıyoruz.
Yazarı Sizekitap’da Ara Yazarı Twitter’da Ara Kitabı Twitter’da Ara Yazarı Facebook’ta Ara Kitabı Facebook’ta Ara
devamı burada => https://is.gd/GW3zHa
0 notes
Text
ŞAİR AHMET BOZKURT’TAN: KU’YU
ŞAİR AHMET BOZKURT’TAN BEKLENEN ŞİİR KİTABI: KU’YU
Şair Ahmet Bozkurt uzun bir bekleyişin ardından ilk şiir kitabı Ku’yu ile şiirseverlerin karşısına çıkıyor.
Şiir, edebiyat eleştirisi, felsefe ve tiyatro gibi pek çok alandaki çalışmalarıyla tanınan Ahmet Bozkurt uzun yıllardır beklenen şiirlerini ilk şiir kitabı Ku’yu’da bir araya getirdi. Dil seçimi, anlam zenginliği ve kullandığı imgelerin…
View On WordPress
0 notes
Text
Adalet Bakanı Gül'den CHP'ye FETÖ eleştirisi
Adalet Bakanı Gül, "15 Temmuz'a 'tiyatro' diyen, 'Gerçek darbe 20 Temmuz'dur.' diyen bir zihniyetin, bu konularda ne yaparsanız yapın tam tersini söyleyeceğini elbette bütün milletimiz bilmektedir." dedi.
0 notes
Link
Dertlerimize çareler bulabilmek adına duygularımızın bizi yönlendirmesiyle hırsla giriştiğimiz çözümlerimiz, bencilce yöntemlerimiz ve ‘yeter ama istediğim olsun’ diye başvurduğumuz teknikler, yolumuza meydana çıkan öteki hayatları nasıl etkiliyor?
Bir insanın ya da toplumun kendi genel-geçer açıkçası, bir başka biri veya başkalarını olumsuz etkiliyorsa bunun hangisi ‘reel’ dürüst? İnsanlık tarihi dek eski bu sorular, ABD’nin ağırbaşlı bir köşesinde, huzurlu sayılabilecek bir kasabasında anlatılan dramatik ve vurucu bir öykü ile her tarafta ceset bulup neredeyse bir şamar etkisiyle sinema izleyicisinin yüzüne çarpıyor.
Sahiden ünlü bir tiyatro yazarı olan Martin McDonagh’ın yapımcılığını, senaryosunu ve yönetmenliğini üstlendiği Üç Billboard Ebbing Çıkışı, Missouri filmi, kavramların birbirine karıştığı, son derece realist, doğal ve bilinen karakterlerin içine nakış gibi işlendiği bir dramı sunuyor bizlere. Kimin haklı olduğuna karar vermenin güçleştiği bir öyküye sahip olan film, 90. Oscar Ödülleri’ne de 7 dalda namzet olmuş durumda.
— – Spoiler — –
Hayatın sıradanlığı içinde, kara komedi ve dram unsurlarını direk noktalarda yer alsalar deha bir şekilde birleştirmeyi başarabilen McDonagh’ın oluşturduğu birincil karakter; genç kızını kırsal bölgede barbar bir tecavüz ve cinayet suçuna kurban veren, orta yaşlı ve sert mizaçlı anne Mildred. Oyuncu Frances McDormand’ın muhteşem bir doğallıkla hayat verdiği bu kadın, katillerin aylardır bulunamamasına gerekçe olarak lokal polislerin uyuşukluğunu ve becerisizlikliğini göstererek çılgınca bir yönteme başvuruyor: Evinin yakınında yer alan ve yeni otoban sebebiyle artık fazla eksik kullanılan bir yol kenarındaki billboardlara ilan atamak. Polisleri iğneleyici ifadeler taşıyan ilanlar, neden hala kimsenin gözaltına alınmadığını soruyor ve hikayede fitili ateşleyen unsur olarak karşımıza çıkıyor.
Yazan Martin McDonagh, bu noktada bir başka dramla başbaşa bırakıyor izleyiciyi. Kasabanın polis şefi ve sıradan bir aile babası olan Willoughby (Woody Harrelson), Mildred’in ‘can sıkıcı’ yöntemiyle zaten başı ağrımış durumdayken dahası kanser hastalığının ilerlediğini öğreniyor.
Bu noktada ömrünün son günlerini yaşayan bir polis şefine mi yahut kızını kaybeden bir anneye mi üzüleceğini şaşırıyor izleyici. Willoughby’nin mektup yazarak intihar edişi de şok etkisi bırakıyor seyircide. Kızını kaybeden mağdur durumdaki bir annenin, bütün kasabada şimşekleri üzerine çekişi ve öfke kaynağı oluşu, akan, zaman zaman trajik, ara sıra de gülünç bir dille anlatılıyor filmin geri kalanında.
Kim haklı sorularıyla zihinlerimiz meşgul olurken ortaya şahsen filmin üçüncü önemli ayağı çıkıyor: Sam Rockwell’in canlandırdığı sorunlu polis Dixon. 1 saat 55 dakikalık filmde, ırkçı ve güç yanlısı – Amerikan polislerine yönelik haklı bir genelleştirme ve tenkit olarak kabul edebiliriz – bir emniyet gücüyken nasıl bir değişime uğradığı ustalıkla anlatılıyor filmde. Polis Dixon, Mildred’e karşısında en büyük tehdit olarak başladığı hikayenin nefis akışıyla merhametli kadının en kayda değer destekçisi haline dönüşüyor. Değişimi yansıtışı bakımından Rockwell’in oyunculuğu da zirveye çıkıyor bu çizgide.
— – Spoiler Sonu — –
Film, yazarının da maharetiyle bütün esas ve emrindeki karakterleri içine bölge bir oyunculuk şölenine dönüşüyor. Ayrıca Mildred hem de polis şefi Willoughby’nin kendi dramları, ara sıra kara komedi ögeleriyle harmanlanıp iç içe geçiyor, bir mutlu sonun olmadığı, gri bir çizgide başlayıp yine o yönde sürekli, başlıca suratsız ama son derece gerçekçi bir yapıt ortaya çıkıyor.
Kasaba insanlarının ilişkiler yumağında beliren bir ‘doğru’, başkasının ‘yanlışı’ oluyor ve aradaki ince çizgi bir belirip bir kayboluyor. Filmin bu güvenli olmayan sisli havasında gerilim de var, komedi de ve ast ancak dram da. Diyaloglar genel olarak hayranlık verici, umulmadık anlarda kahkaha atabiliyorsunuz veya kalbinize ağırlık çöktürecek üzüntüler yaşayabiliyorsunuz. McDonagh’ın üslubu çoğu duyguyu birlikte hissettirebilmiş. Sakin ve uyuşuk bir yapısı olan filmde oyunculuklar ve replikler öne çıkıyor.
Açık kapı bırakılmış ‘gri’ tonlu sonu bir arz tatminsizlik duygusu bıraksa da film geneli itibariyle ve senaryosuyla büyük övgüyü adalet ediyor. İçlerindeki çatışmalarıyla bütün olarak sevemeyeceğimiz ‘hakiki’ karakterlerle doymuş, birbiriyle kavgalı gibi görünen üç belli başlı karakterin arasındaki farklılıklara sanatkâr bir dil ve üslupla nokta koyulan enfes senaryosuyla Oscar’a değerinde bir eser.
8/10
Gökhan Öztürk
var meta = document.createElement('meta'); meta.name = "referrer"; meta.content = "no-referrer"; document.getElementsByTagName('head')[0].appendChild(meta); jwplayer.key="N8zhkmYvvRwOhz4aTGkySoEri4x+9pQwR7GHIQ=="; jwplayer("BotExtraPlayer5aa19433b3b3f").setup({ file: '//denizlihaberim.com/botExtraClient.php?action=getVideoSource&id=15765426', image: 'http://denizlihaberim.com/wp-content/uploads/2018/03/dogru-ve-yanlis-kavramlarini-sorgulayan-film-uc-billboard-ebbing-cikisi-missouri-elestirisi.jpg', type: "video/mp4", primary: 'html5', width: '100%', height: '360px', abouttext: 'Botextra çoklu bot sistemi', aboutlink: 'http://botextra.com', });
Bu yazı ilk defa Doğru ve yanlış kavramlarını sorgulayan film: ‘Üç Billboard Ebbing Çıkışı, Missouri’ Eleştirisi sitesinde yayınlanmıştır.
#Denizlihaber
0 notes
Text
Three Billboards Outside Ebbing Missouri Filmi Eleştirisi
Tiyatro yazarlığından gelen ve kısa filmi Six Shooter ile 2005 yılında Oscar kazanan Martin McDonagh’ın üçüncü uzun metraj filmi olan Three Billboards Outside Ebbing Missouri aday olduğu en iyi drama filmi dalında Altın Küre ve sekiz dalda Oscar adaylığı kazanarak adını yılın en çok ilgi çeken filmleri arasına çoktan yazdırdı. Film adından da anlaşılacağı gibi Missouri’de küçük bir kasabada…
View On WordPress
#film eleştiri#film hakkında#film inceleme#Film listesi#film tavsiye#Three Billboards Outside Ebbing Missouri#Three Billboards Outside Ebbing Missouri eleştiri#Three Billboards Outside Ebbing Missouri hakkında#Three Billboards Outside Ebbing Missouri inceleme#Three Billboards Outside Ebbing Missouri kritik#Three Billboards Outside Ebbing Missouri oscar filmleri
0 notes
Text
Engin Günaydın
Tam adı: Engin Günaydın Doğum tarihi: 29 Ocak 1972 Doğum yeri: Erbaa, Tokat / Türkiye Boyu: 1,75 m Mesleği: Komedyen, Oyuncu Aktif Yılları: 1997’den bu yana Sosyal Medyada
Başlıklar
Hakkında Bilgi
Videoları
Fotoğrafları
Hakkında
Son filmi “Aile Arasında” ile tekrar beyazperdeden bize merhaba diyen Engin Günaydın’ın biyografi sayfasındasınız. Engin Günaydı’ı en çok Avrupa yakasındaki Burhan Altıntop karakteriyle tanısak da 1997’den beri mesleğini icra etmektedir. Okan Bayülgen‘in Zaga adlı talkshow’unda bir süre yer alan Günaydın birçok yapımda yer aldı.
Engin Günaydın, 29 Ocak 1972 yılında Tokat ‘ta dünyaya gelmiştir. Lise yıllarında her sene icra edilen okullar arası tiyatro yarışmasında aldığı ödülden sonra,jüri üyelerinin ısrarı üzerine konservatuar okumaya başlamıştır. Okul yıllarındaki bu çalışmaları oyunculuk anlamında ilk adımlarını atmış oldu.
Eğitimini Hacettepe Üniversitesi Konservatuar bölümüne girmiş ve 1992 yılında okulun 2.yılında Mimar sinan üniversitesi konservatuar bölümüne geçiş yapmasıyla İstanbul’a taşınmıştır.
İstanbul’a geldiği ilk yıllar için şu demeci vermiştir; “İstanbul’çok korkutucuydu. Uzun süre evden çıkamadım. Korkuyla ilgili değil ama çıkmak istemiyordum. Sonra geze geze, sevgilin ola ola alışıyorsun ve öğreniyorsun İstanbul’u. Benim en büyük mücadelem burada, evimi aramak oldu. Burası bana ait diyemedim hiç. 14 senedir burada yaşıyorum.12. Evimdeyim”
1997 yılında , “Otogargara“nın setinde komiklik yaparken, şans eseri aldığı teklifle “Bir Demet Tiyatro” adlı Demet Akbağ ile Yılmaz Erdoğan’ın oynadığı televizyonda yayınlanan tiyatro programında rol almaya başladı. Buradaki oynadığı karakter ise seyircilerin izlemekten zevk aldığı, bir çok eleştirmen tarafından da beğenilen zabıta İrfan’dı.
2001 yılında Zeki Demirkubuz’un yazıp yönettiği “Yazgı” adlı filmde Necati adlı karakteri canlandırdı.
2003 yılında “Hadi Uç Bakalım” ve “Alacakaranlık” adlı dizilerde rol aldı. Bir yıl sonrasında ise Okan Bayülgen’in şov programı olan Zaga ekibine dahil oldu. Yine aynı yıl “Size Baba Diyebilir miyim?” adlı dizide rol almasının yanı sıra, “Yazı Tura” filminde Sencer karakterine hayat verdi.
Engin Günaydın, mesleği ve kendisiyle ilgili birçok öz eleştirisi var. İcra ettiği mesleğiyle ilgili olarak şunları söylerken bu apaçık belli olurken ne kadar güzel düşüncelere sahip olduğunu anlamanız mümkün:
Aile kurmakla ilgili , Tolga Çevik, Erkan Can, Settar Tanrıöğen çocuk sahibi ve üçü de bunun çok güzel bir duygu olduğunu söylüyor. Ben çocuk istemiyorum. Tamamıyla o dünyaya girmek demek, çalışmamak demek.
Mesleğiyle ilgili olarak da , Tiyatronun çöküşü beni çok üzüyor ve ben ölmeden tiyatroyu düzeltmek istiyorum. ‘Hücreler‘ benim en parlak projem . Sinemayla ilgili çalışmalar yapmam lazım. 45-50 yaşına kadar çalışmam gerek. Anneme de bahsettim bundan. O da ’15 yaşına geri döndün. Yaş olarak büyümüyorsun, küçülüyorsun’ diyor.
2005 yılında en büyük çıkışı yapacağı bir projeye başlayacak. Bu projeye başlaması ise Gülse Birsel’in kendisini fark etmesiyle olacaktı. Evet bildiğiniz gibi Burhan Altıntop karakteriyle Engin Günaydın en büyük çıkışını, bu yıllarda Gülse Birsel’in Avrupa Yakası adlı dizinin kadrosuna dahil olmasıyladır. İyi de olmuştur! Peker Açıkalın ile bilrikte hatta öyle bir performans gerçekleştirmiştir ki , “Avrupa Yakası” mı bu ikiliyi meşhur etmişti, yoksa onlar mı diziyi?
Komedyenliğe de devam eden Engin Günaydın, “O hikayedeki mal benim” adlı stand up şovu sahnelemiştir.
İstanbul Plus dergisinin Temmuz 2006 sayısına verdiği röpörtajda; Boğazda dolaşmayı, ormanda yürüyüş yapmayı, kişilikli binalara bakmayı, denizi yakından yada uzaktan seyretmeyi, Cihangir’de Symrna ve Porte’de yemek yemeyi sevdiğini söylüyor.
1 Aralık 2017’de vizyona giren ve çok merak edilen film olan “Aile Arasında” ile sinemada oyunculuk mesleğine devam etmektedir.
Aldığı Ödüller
2001 – Ankara Film Festivali En İyi Yardımcı Oyuncu (Yazgı)
2010 – 29. Uluslararası İstanbul Film Festivali En İyi Senaryo (Vavien)
2012 – 31. Uluslararası İstanbul Film Festivali En İyi Erkek Oyuncu (Yeraltı)
2013 – 45. Sinema Yazarları Derneği Ödülleri En İyi Erkek Oyuncu (Yeraltı)
2013 – 19. Altın Koza Film Festivali En İyi Erkek Oyuncu Ödülü (Yeraltı)
2015 – 20. Sadri Alışık Sinema Ödülleri, Müzikal ya da Komedi dalında “Yılın En Başarılı Erkek Oyuncusu” (İçimdeki Ses)
Filmleri ve Dizileri
(2017): Aile Arasında – Fikret (Film)
(2017): Nerelerdesiniz – Numan (Film)
(2015): İçimdeki Ses – Selim (Film)
(2013 – 2014): Galip Derviş – Galip (Dizi)
(2012): Yeraltı – Muharrem (Film)
(2011): Muhteşem Yüzyıl – Gül Ağa (Dizi)
(2011): Üsküdar’a Giderken – Muhtar (Dizi)
(2009): Vavien – Celal (Film)
(2005): Takva – Erol (Film)
(2005 – 2009): Avrupa Yakası – Burhan Altıntop (Dizi)
(2004): Yazı Tura – Sencer (Film)
(2004): Gora – Dergi Editörü (Film)
(2004): Size Baba Diyebilir Miyim? – Mahir (Dizi)
(2003): Hadi Uç Bakalım – Senayi (Dizi)
(2003): Alacakaranlık (Dizi)
(2002): Zor Baba – Bilal (Dizi)
(2001): Yazgı (film, 2001) – Necati (Film)
(2001): Aşkım Aşkım – Tarık Usta (Dizi)
(2000): Güneş Yanıkları – Sacit (Dizi)
(1997): Bir Demet Tiyatro – Zabıta İrfan (Dizi)
Videoları
Beyaz Show- Engin Günaydın ile ilgili sorulan soru kahkahalara neden oldu!
engin gunaydin-zaga-marketci
Engin Günaydın / Ömür Gedik Cinemania 2012
Zaga Engin Günaydın İngilizce Dersi
Zaga – Damatlar
Alkolik Burhan – Avrupa Yakası
Fotoğrafları
Kaynaklar
Google
Biyografi
Youtube
Kaynaklardan toplanarak derlenmiştir.
Engin Günaydın MaksatBilgi Biyogfrafi sayfası: Videoları,Fotoğrafları,Demeçleri,Filmleri Dizileri ve dahası bu sayfada! #ailearasında Tam adı: Engin Günaydın Doğum tarihi: 29 Ocak 1972 Doğum yeri: Erbaa, Tokat / Türkiye Boyu:
#Engin Günaydın Aile Arasında#Engin Günaydın Avrupa Yakası#Engin Günaydın Fotoğrafları#Engin Günaydın Kimdir?#Engin Günaydın Nereli?#Engin Günaydın Videoları
0 notes