#tarih yazıcılığı
Explore tagged Tumblr posts
Text
0 notes
Link
0 notes
Text
Dijitalleşmenin Tarih Araştırma Ve Yazım Süreçlerinde Olumlu ,Olumsuz Etkileri
OLUMLU ETKİLERİ :
Teknolojide yaşanan dönüşüm ve gelişmeler, eğitim-öğretim süreçlerini de içeriyor. Özellikle öğrencilerin derslerle ilgili işlemlerine etkin bir biçimde katılımlarına ve derse yönelik olumlu duygular gelişmelerine katkı olan teknolojik gelişmelerin gelişmeye uygun hale getirilerek faaliyet gösterdiği görülmektedir. İnternet teknolojilerindeki gelişmelere paralel olarak ortaya çıkan sosyal medya ortamlarının bu türden gelişmelerden biri olduğu potansiyeller. Görülenlere duygu ve deneyimlerini paylaşma, iletişim kurma, bilgi edinme gibi olanaklar sunan sosyal medya ortamlarının genç bireylerin tarafından yoğun bir biçimde çalıştığı görülmektedir. Sosyal medyanın artması ve popülerliğinin giderek artması, bu ortamların ders kapsamında kullanımı gündeme geliyor. Sosyal medya ortamlarını kullanarak hem eğlenmesi hem öğrenmesi hem de bir ekip halinde kazanmak için alanyazında pek çok çalışma yapılmıştır. Bu başarılı da genel olarak ezberlenmesi gereken zor bir ders olarak algılanan ve genellikle geçmişle ilgili soyut bölümlerin oluşturduğu tarih derslerinin sosyal medya ortamları aracılığıyla öğretimi konusunda mevcut durum tarihin görünümün görünümün kesilmesi. Bu yetenek araştırması, nitel araştırma yaklaşımı ve nitel araştırma yaklaşımının içeriğine uyumlu biçimde olgubilim (fenomenoloji) desenine uygun olarak yürütülmektedir. Yarı görüşmelerle görüşme formülü aracılığıyla 32 tarih öğretmeni ile görüşme yapılmıştır. Elde edilen veriler içerik analizi ile çözümlenmiştir. Sonuç olarak; tarih öğretmenleri tarafından sosyal medya ortamlarının sunduğu pek çok avantajla birlikte bazı sınırlar da bununla birlikte, sosyal medya ortamlarının tarih öğretiminde kullanımı için önemli bir potansiyel taşındığı ifade edilmiştir. Katılımcıların hem sosyal medya okur-yazarlığı hem de sosyal medya ortamlarının eğitim pedagojisine uygun kullanımı için eğitim alma gerekliliği ön plana çıktı.
OLUMSUZ ETKİLERİ:
Bilgi Çağı’nın henüz başlangıcında olduğumuz, yaşamakta olduğumuz bu dönemde, mevcut bilgi, toplum ve kültürün geniş çapta değişime uğramasıyla karşı karşıya bulunuyoruz. Bu değişim, tarihin toplum hayatında daha geniş çaplı ve yaratıcı rol oynayabilme potansiyeline sahip olduğu bir döneme de işaret etmektedir. Dijital Çağ diye de adlandırdığımız Bilgi Çağı’nda, tarihin toplumu değiştirici rolünü iyi oynaması ancak, tarih araştırmalarında dijital yöntemlerden faydalanılması, ürünlerinin de dijital ortamlarda sunulması ile mümkün olabilecektir. Bu makale, konuya dikkat çekmek üzere kaleme alınmıştır. Bu kapsamda, Bilgi Çağı’nın altyapısını oluşturan faktörler ve gelişimine özetle değinmenin ardından, dijitalin ve dijital tarihin kapsamlı bir tanımı yapılarak, dijital veri türleri ve dijital tarih çalışmalarının niteliği üzerinde durulacaktır. Dijital tarih araştırmalarının avantajları ve dezavantajlarının tarih, tarihçi ve tarih yazıcılığı bakımından detaylı biçimde tartışılmasının ardından, geleceğe yönelik kapsamlı bir değerlendirme yapılacaktır.
1-Dijitalleşme Öncesi Tarih Araştırma
Araştırma Aşamaları
Analog Veriler
Arşiv Taraması
Yakın okuma
Bireysel Yazma
Metin
Olmak üzere altıya ayrılır.
2-Dijitalleşme Döneminde Tarih Araştırma
Araştırma Amaçları
Doğuştan Dijital Veriler
Çevrim İçi Tarama
Uzak Okuma
İş Birlikli Yazma
Hiper Metin
Olarak altıya ayrılır.
Bunlar; dijitalleşme öncesi tarihi ve dijitalleşme döneminde ki tarihin aşamalarıdır.
KAYNAKÇA
https://dergipark.org.tr/en/pub/tarihyazimi/issue/55064/694997
https://dergipark.org.tr/en/pub/tuhed/issue/49763/607642
9.SINIF TARİH DERS KİTABI
1 note
·
View note
Text
Ülkü Ocaklarından Gençlere Kutatgu Bilig Projesi
Malatya Ülkü Ocakları İl Başkanı Turgay Şengönül, düzenlediği basın toplantısında, 16 Türk devleti hakkında bilgi veren ‘Kutatgu Bilig’ projesini tanıttı. Konuyla ilgili olarak Malatya Ülkü Ocağında basın toplantısı düzenleyen Ülkü Ocakları İl Başkanı Turgay Şengönül şunları söyledi. “3 Yıldır görevdeyiz. Türk Gençleri için ciddi projeler yaptık. Yapmaya da devam ediyoruz. Bu vatanın, memleketimizin ayağa kalkması için tarafsızlığıyla, doğru haberi doğru bir şekilde iletebilmek için mücadele eden basın mensuplarıyla bir araya geldik. Ülkü Ocakları Genel merkezimizin başlatmış olduğu ciddi projeler var. Bu projeleri de sizin aracılığınızla tanıtmak istedik. Bu projelerimizden bir tanesi ‘16 Türk Devletinde Zamana Yolculuk’ projesi. Ülkü Ocakları Genel Başkanımızın kaynak kitap niteliği taşıyan çok önemli projelerinden biri. Yine bu kitabı digital ortamda kirlenen gençliğimize engel olmak için Genel Başkanlığımız tarafından kartlar bastırıldı. Gençlerimiz internet üzerinden okutacakları kare kod ile sisteme giriş yapıyor. Üyelik işlemlerini yapıyorlar. Burada, 16 Türk devleti hakkında bilgi veren tek kaynak olma niteliğini taşıyor. Çok önemli bir projedir. Sanal ortamda kirlenen, zihni bulanan gençliğimizi bu tarz projelerle kazanmaya çalışıyoruz. Yine ODAK 2023, gençlerimizin okuma hızını yüzde 300 oranında artıran bir proje. Buna da yine kare kod kullanılarak lisans anahtarı ile giriliyor. Buna tüm gençlerimiz internet ortamından şifreli bir şekilde ulaşabiliyor.
İlkokuldan KPSS’ye Kadar Dersler Var Turgay Şengönül, uygulamaya konulan projenin amaçlarını ise; “Buradaki amaç gençlerimizin hem okuma hızını, hem de okuduğunu anlama hızını artırmaktır. Bunun da sınavlarda ne kadar etkili bir yöntem olduğunu biliyorsunuz. Çünkü görüştüğümüz gençlerimiz zaman olarak yetiştiremediklerini söylüyorlar. Daha çok paradoks ve mantık soruları çıktığı için gençlerimizin sınava hazırlığı noktasında önemli bir projedir. Bir diğer projemiz, Ülkü Ocakları Uzaktan Eğitim Merkezi (UZEM). Bu projede İlkokuldan KPSS çağına kadar tüm canlı dersler var. Alanında uzman, kendini geliştirmiş Profesörler, bütün branşlarda canlı ders veriyorlar. Gençlerimiz lisans anahtarıyla girişini yapıyorlar. Bu kartı deprem döneminde konteyner kentlerde bayağı dağıttık. Bu kartı kullanan 10’larca kardeşimiz dershaneye gitmeden üniversiteyi kazandı. Bu birebir dershaneciliğin önüne geçmek, gençlerin sömürülmesini önlemek için yapılmış bir çok etkili bir projedir. Bu sistemi, KPSS çağındaki gençlerimiz bile kullanabiliyor. Her ay Ülkü Ocakları Genel Merkezimiz tarafından bir dergi basılıyor. O ay ki günden konusuna göre dergi işleniyor. Yine Genel Merkezimizin 2-3 ayda bir çıkaracağı Türk gençliğine hizmet yolunda en önemli projelerden birisi ‘Kutadgu Bilig’ gençlerimizin tarihi gelişimine katkı sağlamak için ve kendini yetiştirip tarih yazıcılığı noktasında bismillah demeleri için önemli bir projedir” şeklinde aktardı.
Read the full article
0 notes
Text
Tarih Felsefesi Ünite -10
Modern Tarih Düşüncesinin Sorunları Modern Tarih Düşüncesinin Sorunları Modern Tarih Düşüncesinin Sorunları Giriş Modern tarih yazıcılığı, tarihin Batı merkezli bir bakış açısıyla yazılmasından kaynaklanan çeşitli sorunlar barındırmaktadır. Özellikle ulusçuluk ve sömürgecilik ideolojileri, tarih yazımını şekillendiren önemli unsurlar arasında yer almıştır. Bu makalede, modern tarih…
0 notes
Text
Osmanlı’yı Ayakta Tutma Politikaları ve Türkçülük (2)
✍🏻 Metin Emre Kuşçu
https://www.gundemarsivi.com/osmanliyi-ayakta-tutma-politikalari-ve-turkculuk-2/
Osmanlı, 1718 yılında imzalanan Pasarofça Antlaşması ile Batı devletlerinin üstünlüğünü tam anlamıyla kabul ederek Lale Devri’ne girmiştir. O tarihten itibaren imparatorluk, ‘Batılılaşma ve Batı’yı takip etme’ politikalarını sürdürmüştür. Yani Osmanlı’nın Fransız Devrimi gerçekleştiğinde bundan bihaber olduğunu söylemek için tarih bilmemek gerekiyor. Fakat burada ince bir nokta var ki Osmanlı Avrupa’da ilk daimi elçiliğini 1793’te, yani Fransız Devrimi gerçekleştikten 4 yıl sonra açmıştır. Ve bu elçilik de Londra’dadır. Bu sebepten dolayı Osmanlı’nın 18.yy’ın tamamında Avrupa’yı sağlıklı bir biçimde izlediğini söylemek de mümkün değildir.
Ayrıca Lale Devri’nin zevk ve sefa ortamı ‘Batılılaşma’ fikrini tabana kötü yansıtmıştır. Bundan dolayı ‘Batı’yı izleme’ fikri halkta kötü bir izlenim uyandırmıştır. İkinci Selim döneminde yapılan siyasi ve askeri alandaki ıslahatlar, ‘Batıcılık’ fikrinin ilk doğru ıslahatlarındandır. Batı’yı taklitten anlama aşamasına da bu dönemde geçilmiş olur.
Türkçülük fikrine değinmek için Batıcılık fikrine değinilmesi gerektir, zira bize ulus anlayışı Batı’da gerçekleşen gelişmelerin ardından geçmiştir. Şinasi, Namık Kemal gibi Osmanlı aydınlarının, Batı’yı yakından tanımaları ve bilmelerine karşın kafalarındaki tabuları tam olarak yıkamadıklarını söylemek gerekir. Örneğin Namık Kemal Osmanlı’nın ‘’Milletçe İslam, Hristiyan ve Yahudiden meydana geldiğini’’ yazıyor. Yani ‘millet’ kavramını ‘ulus’ anlamında değil, dinsel topluluk anlamında ele alıyor ki bu Osmanlı’nın kuruluşundan o güne kadar gelen, aslında ‘millet’ olmayan ‘millet’ anlayışıdır.
‘Osmanlı’ kavramını bir millet anlayışına dönüştürmeye çalışan ‘Osmanlıcılık’ kavramından bir önceki yazımızda bahsetmiştik. Bilinen Osmanlı aydınlarının da ilk başta bu fikirden etkilendiğini söylemeliyiz. Ancak imparatorluk içindeki çözülmeler, aydınları farklı fikirlere sürüklemiştir. 1900’lere kadar Osmanlı’nın ululuğundan bahseden aydınlar, 20.yy’a gelindiğinde Türkler’in ululuğundan söz etmeye başlamıştır. Bu da Türkçülük fikrinin ideolojik olarak doğuşudur diyebiliriz.
Gelin bir de ilk Türk Ocakları nasıl kurulmuş, Doğan Avcıoğlu’nun anlattıklarına bakalım: 20. yy’ın başlarında Arap tıbbiye öğrencileri, ırkçı amaçlar güden bir cemiyet kurmuşlardır. Bu dernekteki öğrenciler, tıbbiyedeki Türk öğrencileri horlamış ve onları dışlamışlardır. Doğan Avcıoğlu’nun aktardığına göre bu Türk öğrenciler Karacaahmet Mezarlığında toplanır ve dertleşirlermiş. Yine böyle dertleştikleri bir günde bir Türk derneği kurmaya karar vermişler. Böylece ilk Türk Ocağı kurulmuş olmuş.
Ancak dönemin Türk Milliyetçilerinin Balkan ve Arap milliyetçilerine kıyasla bir dezavantajı olduğunu söylemeliyiz. Çünkü Osmanlı tarih yazıcılığı sadece saray ve çevresine odaklandığından – Fatih Sultan Mehmet döneminden itibaren yönetim ve askeri alanlarda Türklerin dışlanması durumunun da getirisi olarak – Türklüğe ve Türklere çok yer verdiğini söyleyemeyiz. Bu da bir Türk imparatorluğu olan Osmanlı’da Balkan ve Arap tarih yazıcılığının Türk Tarih yazıcılığına oranla daha gelmiş olmasına yol açmıştır.
Bu anlattığım durumun bir sonucu olarak ilk Türk milliyetçilerinin bilim ve teknolojik açıdan Batı’yı takip etme zorunluluğu doğmuştur. Yani bu da başta söylediğim gibi Batıcılık ile Türkçülük arasında olan bağı kuvvetlendirmiştir. Daha kısa bir tespit yapacak olursak Batıcılık, Türkçülüğün bir zorunluluğu haline gelmiştir.
Avrupa’da yapılan Orta Asya Tarihi araştırmaları bizdeki Türklük hakkında pek bir bilgisi olmayan ilk Türk milliyetçileri tarafından merakla izlenmiştir. Bu sırada Türk Milliyetçilerinin en çok ihtiyacı olan şey ortaya çıkmıştır. Bu şey, II. Göktürk Devleti’nin ileri gelenleri adına yazılmış bir kitabe olan Orhun Yazıtları’dır. Bu kitabe, Orta Asya Tarihi üzerine araştırma yapan Avrupalı bilim adamı Radlof tarafından araştırılmış ve çözümlenmiştir. Yani bu olay aslında bize ‘Türkoloji’ dalının Avrupa tarafından yapılan araştırmalar sonucu ortaya çıktığını gösteriyor. Demek ki Pantürkistlerin babası olarak bilinen Rıza Nur’un da dediği gibi ‘’Pantürkizm ve Panturanizmi, yabancılar doğurmuştur.’’ diyebiliriz.
Gördüğünüz gibi değerli dostlarım, bugün bize anlatıldığı gibi Osmanlı o kadar da ‘şanlı Türk Tarihi’ değilmiş. Hatta ölüm döşeğindeki Osmanlı, Türk milliyetçilerine sahip çıkabileceği bir tarih bile verememiştir. Kendilerine bir çıkar yol bulmaya çalışan Türk milliyetçileri, denize düşen yılana sarılır mantığıyla, Avrupa’nın Türk ve Orta Asya Tarihi hakkında yaptığı araştırmaları takip etmiştir. Ancak Avrupa Tarih yazıcılığının tarafsızlığını(!) da burada anlatmayacağım çünkü onu ‘Türk Tarih Tezi’ yazımda anlatmıştım. Dilerseniz ona da bakabilirsiniz.
Bu yazı serisinin ikinci kısmında Türkçülük ve onunla bağıntılı olarak Batıcılık fikrinin ortaya çıkışına değindik. Bu yazı serisinin devamında genç cumhuriyetin Türkçülükle olan ilişkisine ve devamında Turancılık fikrinin oluşum aşamasına değineceğiz. Tahmin ettiğimden uzun ancak bana ve size çok şey katacak bir yazı dizisi olacak. Sabırla bekleyiniz. Hoşça kalın, sağlıcakla kalın…
Metin Emre Kuşçu
0 notes
Text
Suraiya Faroqhi – Osmanlı Tarihi Nasıl İncelenir? (2024)
Tarih yazıcılığı nedir? Tarihî bilginin sınırları var mıdır? Tarihî kaynaklar nelerdir ve bu kaynaklar nasıl kullanılır? Politika, biyografi, ekonomi, toplum ve zihniyet ekseninde tarih biliminden nasıl yararlanılır? Araştırmacılar Osmanlı arşivlerinde neler bulabilir? Osmanlı coğrafyası nerede başlar nerede biter? Marksist Osmanlı tarihçiliğinin Türkiye’deki seyri nasıl gelişmiştir? Osmanlı…
View On WordPress
0 notes
Text
Bir anonim şunu yazmıştı ve bu yayınlanmamıştı çünkü aşırı Fayda içeriyordu, aşırı fayda içeren şeyler Tumblrda yasaklanıyor Ergen yaştaki zihinleri işgal eden kanserli kalp hücreleri tarafından. İşte o yazı:
zekice yorumlardan rahatsız OLUNMAZ saygı duyulur hatta o yorumlar alınır başa tac olarak konulur ki aptal yorumlara yer kalmasın diye... ama sen...sen ve senin rahatsız olduğun şeyler sadece karakterli harflerdir küfürsüz hakaretsiz ve sadece güzel cevaplar veriyor diye hatta Gururunuz ve egonuz cevap vermeye gücü yetmeyince "evet biz çok aptal şeylerle uğraşıyoruz o kadar aptalca şeylerle uğraşıyoruz şu Tumblra her duygusal durumumuzu yazarak aslında kendimizi mahvettik Sen haklısın çocuk" diyebilmek yerine Engellemeyi seçtin yani kendi karanlığa alışmış ve onu sevmekle meşgul olan bir nefret pıtırcığına dönüşüyorsun Ve en kötüsü de sen ve senin yandaşların Dönüştüğünüz bu durumun aslında farkında değilsinizç...Bireysel gelişimini tamamlamış herkes bu sonuca varır an be An ve Tumblrı Terk eder Çünkü artık uyanmıştır. Tıpkı bizim Uyanışımızı göreceğin gibi... pardon göremeyeceksin çünkü buraya kendini mahkum eden senin gibi Uyuyan tipler Uyananları görmeyi hak etmez. Sizler hafızanızı zayıflatan, beyinlerinizi küçülttükçe küçülten ve okuduğunu anlayamaz hale getiren bu Tumblr mecrasından kurtulup Uyananlardan olmayı hak ettiğiniz zaman işte o zaman kend kiurtuluş savaşınızı kazanabileceksiniz. Çünkü tarih zannedildiği gibi kitap sayfalarında değil kendi içinizde yaşadığınız savaşı başlatanlar başlatanlar tarafından yazılır.Gerçek tarih yazıcılığı böyle başlar ancak bilinmez duyulmaz ve görülmez çünkü tamamen size aittir. Siz kendi içinize bakın Yenildiğiniz duygulara Lezzetini yaşadıysanız bile geçmiş ve bitmiştir artık geriye sadece pişmanlığınız kalmadı mı? bunu daha ne zamana kadar devam ettireceksin? Ne zaman bile vereceğini bilmediğin son nefesinle mi? son nefesine bırakıyorsan sana hatırlatmak zorundayım bu şekilde yapmayı seçenlere İnsan denmiyor. İnsanın acısı insan olmayı tamamladığında bitermiş. Acı istemiyorsan bir hayvanın rolüne girmekten kurtul mesela bir şeyleri son nefesine bırakma hemen yap. Mesela sil tüm hesapları tüm arkadaşlıkları anla seninle yıllardır konuşmaya çalışan ve seni bekleyen Youtube videolarını...Hayalhanem Mehmet Yıldız Kanalını, Mesken Onur Kaplan kanalını, Mymecra Serdar Tuncer Kanalını Ben dahil binlerce insan bunlarla uyandırıldı artık sıra sende. bunu asla Beğenme. Sadece ne yapman gerekiyorsa Kendin İçin ONU YAP!
4 notes
·
View notes
Text
Aleviler: Cumhuriyet Tarihyazımında Unutulmuş Özneler? – Nokta Haber Yorum
https://noktahaberyorum.com/aleviler-cumhuriyet-tarihyaziminda-unutulmus-ozneler-elise-massicard-2.html
Aleviler: Cumhuriyet Tarihyazımında Unutulmuş Özneler?
Elise MASSICART
Birkaç sene önceki durumla karşılaştırırsak, günümüzde Aleviler üzerinde çalışmaların son derece gelişmiş olduklarını görüyoruz. Bugün konuyla ilgili yüzlerce kaynak bulabilmek mümkün. Ancak bu kaynakların büyük bir kısmı Aleviliği bir inanç sistemi, din ya da dünya görüşü olarak incelemeye çalışırlar. Bu çalışmaların oldukça doyurucu olmasına karşın, tarihsel ya da sosyolojik çalışmalar parmakla sayılabilecek kadar azdır. Bu tespit, Kürtler gibi diğer gruplar üzerine yapılmış çalışmalarla kıyaslama yapıldığında da geçerlidir.
Tarihyazımında Alevilerin yeri konusunda iki noktaya dikkat çekmek istiyorum: İlk olarak, Aleviler resmî tarihyazımı içinde neredeyse hiç yoktur; bu tarihyazımı, Türkiye’nin insani çeşitliliğini uzun süre nation-building [ulus-inşa] ideolojisi altında gizlemiştir. Bu ünitarist görüş, Türkiye hakkındaki Batılı tarihyazımı tarafından da sıkça kullanılmış ve Alevi olgusunun yeterince bilinmemesine neden olmuştur.
İkinci olarak da, 1980’lerden beri Aleviler kendi tarihlerini kendileri yazmaya girişmiştir. ‘Kendi’ tarihlerini yazma isteği, kimlik hareketlerinin hepsinde görülen ortak bir özelliktir, çünkü geçmişe yapılan gönderme, grubun varlığının ve birliğinin teyit edilmesini sağlar.[1] Ortak atalara ve paylaşılan bir kadere sahip olma inancı, aidiyet duygusunu güçlendirir. Aleviliğin köklerini tarihin derinliklerine doğru uzatmak, onu hiç görünürlük kazanmamış olmasına karşın bir süreklilik içinde olumlama olanağı sağlar. Daha önce Alevi tarihi, ancak kısıtlı ve dışarıya kapalı çerçeveler içinde sözlü olarak nakledilmiştir ve yazılmamıştır. Bu yüzden geçmişe yapılan bu başvuru daha da büyük bir önem kazanır.
Kimlik amaçlarına göre geliştirilen bu tarihyazımları, sık sık pek titiz sayılamayacak genellemelere yönelmekte ve çoğunlukla ideolojik önyargılara dayanmaktadır. Bu Alevi tarihyazımı, nadiren bilimsel unsurlara ve özgün araştırmalara dayanır ki zaten onun amacı da bilimsellik değildir. Kökenlere ilişkin temel soruya cevap vermesi beklenen bu tür tarih, Aleviliğin manasını ortaya çıkarmayı sağlayan bir teknik olarak algılanmaktadır.[2] Bu nedenle, geçmişin övgüyle yeniden yorumlanışının amacı, Alevilerin misyonunu ve tarihsel rolünü açıklamayı ve halihazırdaki statülerinin pazarlığını yapabilmektir. Güncel durumlarını ve hak taleplerini, yüzyıllarca sürmüş baskının mantıksal ve meşru sonucu konumuna yükselten erekbilimsel bir yoruma dayandırmaktadırlar. Bu sebepten dolayı da bu tür Alevi tarihi yazanlar, meslekten tarihçiler değildir. Tarih yazıcılığı dışında, dernek yöneticisi, gazeteci, entelektüel, dilbilimci, folklorcu da olabilirler. Bu tarih, çoğunlukta akademi dışında üretiliyor.
Bu Alevi tarihyazımı, aynı motifin sonu gelmez biçimde tekrarlanması olarak karşımıza çıkar. Katliam motifi, kurban, hatta şehit figürüyle birlikte, yinelenir durur. Travmatik olayların hatırlatılmasının uyandırdığı heyecanın, topluluk içi tutkunluğu sürdürmesi ve kimlik seferberliğine yardımcı olması beklenir. Alevilerin ellerinin altında bu tarz trajedilerden oluşan geniş bir yelpaze bulunmaktadır: Kerbela’dan Sivas ve Gazi olaylarına uzanan, bu arada Yavuz Sultan Selim’in on altıncı yüzyılda yaptığı katliamları ve Kahramanmaraş katliamını da içine alan yelpaze bir tarih sözkonusudur. Anma günleri, Alevi derneklerinin temel etkinliklerinden birini oluşturur. Bu bilinçli bellek siyaseti, resmî hatırlama işaretleri bulunmadığı için de ayrı bir önem kazanır.
Bu Alevi tarihyazımının özelliklerinden birinin, kitaptan kitaba tekrarlanan, araştırmanın ‘ön kabul görmüş fikirleri’ ya da kemikleşmiş kanaatler olduğunu kabul etmek gerekir. Bu konuda en önemli çalışma, herhalde Hamit Bozarslan’ın yazdığı makaledir3 ve maalesef bu çalışmanın tespitleri, on yıl sonra hâlâ geçerlidir. Bu varsayımların en önemlileri şunlardır: Günümüz Alevilerinde, yaşadıkları dönemin, ‘Sünni’ ve ‘despotik’ Osmanlı sarayının uyguladığına benzer bir baskı devri olduğu ve iktidara karşı her zaman muhalefette bulundukları yönünde ortak bir kanı mevcuttur. Daha sonra da, ‘laik’ Kemalizm’e dayanarak Sünni hâkimiyetine ve teokrasiye karşı doğal bir ittifak oluşturmuşlardır. Birçok yazar ve araştırmacı, Alevilerin Mustafa Kemal’e ve Cumhuriyet’e, kitlesel ve koşulsuz bir destek verdiğini varsayar.[3] Neden? Aleviler, tecrit halinden kurtulmak için Mustafa Kemal’e ihtiyaç duymuştur ve Mustafa Kemal de Kurtuluş Savaşı’nı kazanıp modern Türkiye’yi kurmak için Alevilere başvurmuştur.
Bu yorum, bazı gerçek unsurlara dayanmakla birlikte, geniş ölçüde ideolojik ön kabullerden kaynaklanmaktadır. Bu varsayımların da Aleviliğin tarihsel ve sosyolojik boyutlarını pek dikkate almadıklarını belirtmekte fayda var. Bunun ötesinde, bu varsayımlardan yola çıkan araştırmalar, araştırmanın başlangıç hipotezlerini doğru ve sorgulanamaz bir niteliğe sahipmiş gibi kabul ettiklerinden, varılan sonuçlar da pek tabii olarak bu hipotezleri hem içermekte hem doğrulamaktadır. Bu varsayımlar, hem Türkiye’deki hem de yurtdışındaki bilimsel araştırmaların içine bile bazen sızmaktadır.
Bu bağlamda Alevilerin tarihlerini nasıl önermeli? Bu ‘varsayım-sonuç’ denkleminin kırılarak, bunların ampirik ve mantıki bir sorgulamaya tabi tutulması zorunlu görünmektedir. Bu sunumda, erken Cumhuriyet dönemindeki Aleviler konusuna ilişkin bilgiler, belirsizlikler ve tartışmalar hakkında bir durum saptaması yapmak istiyorum. Kaynakların azlığına ve kullanım güçlüklerine karşın, olabildiğince çok somut unsura dayanarak bu geçmişe eğilmeyi deneyeceğim.
Kurtuluş Savaşı’nda Aleviler
Hemen söyleyeyim ki o dönemde Kemalizm ve Alevilik arasında bir ittifakın somut kanıtlarını bulabilmek zordur. Bu konuda elde yeterince monografi olmadığı açıktır. Peki ilk durak, Kurtuluş Savaşı’nda durum nasıl?
Çatışmalar sırasında büyük değişiklikler geçiren yerel durumlar hakkında kesin bir bilgi sahibi olmadan cevaplanması zor bir sorudur bu. Örneğin Çukurova’da Nusayriler, Fransız işgalcilere yakın davranmış ve 1919’da Kemalistlere karşı çıkmış gibi gözükmektedirler.[4]
Hülya Küçük gösterdi ki bazı nüfuzlu Bektaşiler –ilk sırada bizzat son dedebaba, ama aynı zamanda birçok Anadolu Bektaşisi– seferberliğe veya Kurtuluş Savaşı’nın meşrulaştırılmasına katkıda bulunmuş veya genç Cumhuriyet’in kurumlarına katılmış olsalar da, başkaları da tarafsızlığı seçmiş, hatta İstanbul’daki bazı tekkelerde görüldüğü üzere, sultanı desteklemişlerdir.6 Ancak burada Aleviliğin Bektaşilik ile aynı olgu olmadığını vurgulamak gerekiyor. İki kavramı karıştırmak, tarihin yorumlanması açısından problemli sonuçlara yol açmaktadır. Sosyal olguları sosyal dinamiklerle değil de, inanç sistemleri ile anlamaya çalışan metodun bu yanılgının en önemli nedenini oluşturduğunu söyleyebiliriz. Oysa konu üzerindeki araştırmalar, Alevilik ve Bektaşiliğin köken ve mahiyet itibarıyla aynı şey olmadıklarını, aynı coğrafyayı paylaşmadıklarını, aynı işleyiş mekanizmalarına ve kurallarına sahip olmadıklarını göstermektedir: Bektaşilik, bir dinî tarikat olma özelliği ile göze çarparken, Alevilik ise bir mezhep-cemaat niteliğine sahip bulunmaktadır. Asıl olarak şehirsel bir olgu olan Bektaşilik, sosyal olarak daha elit kesimlere dayanır ve iktidara oldukça yakındır. Alevilikte ise son zamanlara kadar esas olarak köylülük hâkimdi.
Bununla birlikte bazı Alevi toplulukları ile Mustafa Kemal arasında aracı gibi davranan dönemin dedegan kolunun başında olan Çelebilerin yaptıkları ayrıca çözümlenebilir. Mustafa
Kemal’in 1919 sonunda Hacıbektaş yöneticilerine yaptığı (daha sonra efsaneleştirilen) ziyaretten hareketle, Cumhuriyet’in kurucusu –ve Kemalizm– ile Bektaşiler veya Aleviler arasında koşulsuz bir ittifak kurulduğu sonucuna varmak –ki bu sık sık yapılan bir şeydir– somut hiçbir belgeye dayanmayan, abartılı bir yaklaşımdır. Nitekim bu buluşma, Mustafa Kemal’in yabancı işgalcilere ve İstanbul hükümetine karşı mücadele kapsamında, Hıristiyan olmayan bütün gruplardan oluşan geniş bir cepheyi toparlama çabalarının bir parçasıdır. Bu çerçevede İslam davasını da benimsiyormuş gibi yapar ve Sünni tarikatların nüfuzlu şeyhleri de dahil olmak üzere kendine müttefik arar. Alevilerin ve Bektaşilerin Kurtuluş Savaşı’nın bu çok geniş ittifak stratejisi içinde bir yeri olsa da, ayrıcalıklı bir yere sahip değildirler.
Ancak Cemaleddin Çelebi (1862-1921; 1904’ten ölümüne kadar ‘çelebi’) Kırşehir vekili olur ve ölünceye dek Millet Meclisi’nde başkan yardımcılığı görevinde kalır. 1922’de kardeşi Velieddin Çelebi (1867-1940, 1921’den ölümüne kadar çelebi), basına Bektaşilerin Millî Mücadele’ye desteklerini duyuran bir demeç verir.[5] Şapolyo’nun ifadesine göre[6] 1923’te Yeni Gün gazetesinde Alevileri Millet Meclisi için oy kullanmaya çağıracaktır ama böyle bir demecin varlığı tartışmalıdır.9 Bununla birlikte çelebilerin Kemalistlere desteği sık sık varsayıldığı kadar koşulsuz değilmiş gibi gözükmektedir. 1920’de Yozgat yöresinde çıkan Çapanoğlu İsyanı sırasında, Mustafa Kemal’in Cemaleddin’den Alevileri kendi yanında seferber etmesini rica ettiği, ama Cemaleddin’in hastalığını bahane ederek bu işe karışmadığı söylenmektedir. Koçgiri’deki Alevi isyanı (1920-1921) sırasında da arabuluculuk yapmak için hiçbir çaba göstermediği ileri sürülmektedir.10 Ayrıca Velieddin’in, ağabeyi Celaleddin ölünce onun yerine Meclis’e girmesi için Mustafa Kemal’in yaptığı teklifi de geri çevirdiği belirtilmektedir.[7] Bu reddin nedeni tam olarak bilinmezse de, bir siyasal uyuşmazlık ihtimali de göz ardı edilemez.
Peki ama Aleviler üzerinde çelebilerin gerçek etkisi ne kadardı? Alevilerin onları takip ettiğini kanıtlayan hiçbir şey yok. 1915’te Osmanlı hükümeti Cemaleddin’e çağrı yaparak, Dersim aşiretlerini askere alıp Kafkas cephesine göndermesini istemişti. Celaleddin önce Alevi gönüllülerden bir alay toplamış, sonra bu işten vazgeçmişti. Ona eşlik eden Kürt milliyetçisi Nuri Dersimi’ye göre, Celaleddin’in çabaları boşa çıkmış ve Alevi Kürtleri arasındaki ünü zedelenmişti.[8] Buna karşılık başka kaynaklar bu girişimde başarısızlığa uğrandığını belirtmiyor, hatta Celaleddin’e Alevilerin seferberliğinde önemli bir rol yüklüyorlar. Bu noktada da çelebilerin etkisinin nereye kadar uzandığını kestirmek güçtür.
Kemalist İktidar ve Aleviler
Peki, Kemalist iktidar yerleştikten sonra ne olur? Kemalizm’in, bir grup olarak Alevilere özel bir ilgi gösterdiğini söyleyebilir miyiz? O da pek mümkün görünmüyor. Yeni inşa edilen ulusal Türk kimliğinde Alevilerin yeri nedir? Kültürel açıdan kısmi bir bütünleştirme olmuştur. Kemalistler, İslam öncesi geçmişe ve Anadolu’nun halk kültürüne eğildikleri noktada Aleviler ile karşılaşır ve o andan itibaren onları Türklükle özdeşleştirirler.[9] Türkiye’deki Alevi araştırmalarının öncüsü, folklor incelemelerinin babası ve 1924’te Türkiyat Enstitüsü’nün ilk müdürü olan tarihçi Fuat Köprülü’den başkası değildir. Maarif müfredatında Osmanlı edebiyatı, yerini ‘ulusal’ olma iddiasındaki bir edebiyata bırakır: O zaman geniş ölçüde Alevi-Bektaşi geleneği içinde yer alan ve Arapça ile Farsçadan daha az etkilenmiş nefesler, deyişler yeniden itibar kazanır. Bazı kültürel boyutları meşru kılınırken, aynı zamanda yeniden benimsenen geleneklerin cemaat boyutları etkisizleştirilir. Buna karşılık heterodoksluğu ve Safeviler’e yönelik göndermeleri gibi kimi yanları da görmezden gelinmiştir. Metinleri bile değiştirilmiştir. Ulusal kimliğe göre belirlenen bu seçmeci yeniden sahipleniş, Kemalist devlet ile Alevilik arasındaki çelişkili ilişkinin de temellerini atar.
Kemalist devlet, bunun yanında dinî açıdan Alevileri kayırmış mıdır? Genç Cumhuriyet’in laikleştirici önlemleri sanki bunu göstermektedir. Bununla birlikte devletin Alevilere karşı siyasal tavrının ayırt edici niteliği, karmaşıklığıdır. Öyle ki, öncelikle Kemalist devletin Sünnilikten kopuşunu mutlaklaştırmamak ve laikliğin aslında ne olduğunu anlamak gerekir. Bu reformlar, devlet ile din işlerini birbirinden ayırmaktan çok, özellikle Diyanet İşleri Reisliği kuruluşuyla dinin devletleştirilmesine yöneliktir. Böylelikle Kemalist devlet de
Osmanlılardaki dinsel alanı devlet tekeline alma iddiasını sürdürmektedir. Hatta, milletler yok olduğu, tarikatlar yasaklandığı, tarikatlara ilişkin makamlar (Alevilerle ilgili dede ve çelebi makamları da dahil olmak üzere) kaldırıldığı ve tekkeler de kapatıldığı için, din üzerindeki devlet tekeli güçlenmiştir. Demek ki bu vesayetten, Aleviler ve Bektaşiler de yakalarını kurtaramamışlardır.
İslam’ın ulusal versiyonu nasıldır? Modern ve üniter olma iddiasındadır. Kemalizm, her türlü farklı unsura gözlerini kapayan bir ulusal topluluk yaratma projesine uygun olarak, din ve mezhep çoğulluğunu görmezden gelir ya da reddeder. Pratikte ise, Sünniliği gıyabında milletin resmî dini konumuna yükseltir. Demek ki Türk laikliği, dinler ve mezhepler arası eşitliğin kabulünü gerektirmez; tam tersine, Aleviliğin dinsel açıdan dışlanması üzerine kuruludur. Kimi zaman alınan, açıkça din karşıtı nitelikteki önlemler, İslam’a karşı bir mücadeleden çok, Sünniliği devlet adına sahiplenerek ‘gericiliği’ etkisizleştirmeye yöneliktir. Özellikle de kimlik belirleme ve karşı-iktidar oluşturma potansiyelini dinin elinden almak söz konusudur; bu kaygı, Aleviliği de kapsamaktadır.
Kemalist devlet, siyasi açıdan Alevileri kayırmış mıdır? Birinci Millet Meclisi’ndeki Alevilerin sayısı oldukça sınırlıydı. Bu konuda ayrıntılı araştırma olmadığından, Alevi mebusların sayısını bilmek zordur. Bazı tahminlere göre, Birinci Meclis’in 400 üyesinden aşağı yukarı onu Alevi’dir ve Bektaşiler de hesaba katıldığında sayıları en fazla on beş[10] olmuştur.[11] Bu sayılar, tespit edilen 72 Kürt mebusa[12] göre çok sınırlı kalıyor. Alevi vekilleri her şeyden önce ileri gelenler (aşiret reisleri, büyük toprak sahipleri) arasından belirlenmiştir ve böyle bir şahsın bulunmadığı yerlerde Alevi temsili çok aza, hatta sıfıra inmiştir. Bu vekillerin seçilme nedeni muhtemelen Alevi olmalarından çok, peşlerinde belli bir kitleyi sürükleyebilecek potansiyele sahip olduklarının düşünülmesidir. Bu mebusların da Kemalist karar mercilerindeki konumları –zaten hasta olan Cemaleddin Çelebi’den hariç- son derece marjinaldi.
Başbakanlık Cumhuriyet Arşiv belgeleri, rejimin Alevilere karşı belli bir kuşku beslediğini ele verir. 1949’da CHP tarafından hazırlatılan gizli bir rapor tek partinin Aleviler arasında hiç kök salmadığını, onları çok az tanıdığını gösterir:
Aleviler, CHP’nin Bektaşi tekkelerini kapattığından, âyinleri kovaladığından (!), seyyitlerin nüfuzunu kırma gayretinden dolayı müahaze ederlerse de, hilafeti ilga ettiğinden, ehlisünnet fıkhini, mesihati ve medreseleri kaldırdığından ve layiklikten dolayı severler (…) Umdelerimizden Cumhuriyetçilik onlara aykırı gelmez. Milliyetçilik anlayışları henüz olgun değildir, fakat anlatmak müşkül olmaz. Devletçilik kendilerinde insiyak olarak mevcuttur. Fakat onların devletçiliği bir nevi tekke sosyalizmidir (komünistlik de bu zümreye bu yolla girebilir). Halkçılık seyyitlerin işine gelmezse de intibakları da gecikmez. Lâyiklik ve inkilapçılığı devlet çapında doktrinler olarak boş telakki ederler. Gizli zümrecilikleri bakımından şimdilik kuşku duymaları tabiidir.[13]
Rapor, artık seçim mantığı ile hareket etmek zorunda olan CHP’nin Aleviliğe duyduğu ilginin çok yeni olduğunu göstermektedir.[14]
Demek ki kurumların Alevilere karşı takındıkları tavra, çok temel bir anlam karışıklığı damgasını vurmuştur: İnşa halindeki ulusal kimlik içinde Alevi kültürüne kısmen yeniden sahip çıkılırken, Alevilik dinsel açıdan ise dışlanmıştır. Ayrıca Kemalist iktidar, Alevilere karşı sadece derin bir bilgisizlik göstermekle kalmamakta, aynı zamanda belli bir siyasal kuşku da beslemektedir.
Aleviler ve Kemalist iktidar
Kemalist iktidar yerleştikten sonra Alevilerin Cumhuriyet’e karşı tavırları ne olmuştur? Alevilerin hepsini Mustafa Kemal’in ve getirdiği reformlarının koşulsuz destekçileri haline getiren tez konusunda birçok çekince ileri sürülebilir. Bu konuyu aydınlatabilecek kaynak sayısı pek azdır, çünkü tanıklıkların çoğu genç Cumhuriyet’in kuruluşundan daha geç bir döneme aittir. Erken Cumhuriyet döneminde Alevi cemaatin iktidara destek verdiğini gösteren hemen hemen hiçbir bulgu yoktur.
Laik reformlar Alevileri bir ölçüde Sünni egemenliğinden kurtarmış ve rejimle özdeşleşmelerine olanak tanımıştır. Alevilik, hilafetin kaldırılmasında ve laikleşme tedbirlerinde bir destek unsuru olmuştur. Birçok Alevinin Mustafa Kemal’i ilahlaştırdığı veya onu Ali’nin tecessümü olarak gördüğü ileri sürülse de[15] bu hadisenin ne derece yaygın olduğunu saptamak güçtür. Bektaşi tarikatının yasaklanmasının bu destek üzerindeki etkisini ölçmek de karışık bir iştir. Örneğin Mustafa Kemal’e yakın bazı Bektaşiler, onun kendilerinin aleyhine olan tutumu açıklık kazanınca yanından uzaklaşırlar. Buna karşılık Ziya Bey gibi başka Bektaşiler ise tekke kapatma yasağını memnuniyetle karşıladıklarını, çünkü yeni rejimin tarikatın felsefesine uygun yönelişinin Bektaşiliğin varlığını zaten gereksiz kıldığını açıklamışlardır.[16]
Ancak Alevilerin rejime karşı tutumunu belirleyen, sadece din alanında izlenen siyaset değildir. Aslında gerçekliğin çok daha karmaşık olduğu bir noktada, siyasal bir tavrın sadece dinsel boyutunu dikkate aldığı ölçüde bu, indirgemeci bir nitelik taşımaktadır. Köylülük üzerindeki sömürüye bağlı olarak kırsal yaşam koşullarının bozulması ve yerleşikleşmenin hızlanması gibi başka etkenler de bu tutumda rol oynamış olabilir. Bu hadiseler, o sırada büyük çoğunluğu kırsal nüfus içinde yer alan Aleviliği doğrudan etkilemektedir.
Son olarak, önce Koçgiri, sonra da Dersim isyanları (1936-1938), Alevi muhalefetinin varlığını göstermektedir. Burada bu isyanların ayrıntılarına giremezsek de tespit edelim ki Alevilik-Kemalizm ilişkileri konusundaki araştırmalarda nedense bu isyanlardan genellikle bahsedilmez. Gerçi bunlar Alevilik adına yapılan ayaklanmalar değildir, ancak Alevilik de kitle örgütlenmesinde önemli bir etken olmuştur. Demek ki Ankara’ya karşı tüm isyanlar, kitleleri mezhep temelinde seferber etmektedir: Aleviler ve Sünniler birlikte ayaklanmamışlardır. Koçgiri ve Dersim isyanları Kürt Alevilerden destek görmüşken, 1925’teki Şeyh Said İsyanı Kürt Sünnilerden destek görmüş ama Alevilerden destek görmemiştir.
İlginç olan şudur: Koçgiri İsyanı’nın Nurettin Paşa tarafından bastırılması Meclis’te gergin görüşmelere yol açar; görüşmeler birkaç Alevi mebusun muhalefetlerini de gösterir. Alevi -ve Sünni- mebusların baskısı sonucu Mustafa Kemal askerî harekâtı durdurmak ve Nurettin Paşa’yı geri çağırmak zorunda kalır.21
Dersim bölgesi esas olarak Aleviliğinden değil, öncelikle Kürtlüğünden ve devlete karşı isyankâr olarak kabul edilen aşiret niteliğinden ötürü baskı görmüştür. Bununla birlikte söz konusu baskı, muhtemelen iktidar ile Alevilerin bir bölümü arasındaki ilişkileri de bozmuştu. Alevilerin çoğunluğunun Cumhuriyet’e destek verdiği ilk evrenin ardından, 1938’de Mustafa Kemal’in ölümü ve rejimin sertleşmesi, ekonomik durumun kötüye gitmesi, vergilerin ağırlaştırılması ve Dersim isyanının bastırılmasıyla birlikte belki de Aleviler daha mesafeli bir tutum içine girmişlerdi. Ancak bu noktada da elde somut işaretler yoktur. Sadece şunu söyleyebiliriz ki 1946’da Sivas ilindeki CHP üyelerinin köy köy sayısı, tek partiye yazılma oranının bütünü içinde yüksek olduğunu (kırsal nüfusun %10’undan fazla) ve bu oranın Alevi/Sünni aidiyetine göre fazla değişmediğini göstermektedir.[17]
Demek ki Alevilerin ne iktidarı koşulsuz destekledikleri, ne de genel bir nefret içinde bulundukları sonucuna varılabilir. Yeni rejime karşı alınan siyasal tavrı açıklamakta Alevilik tek başına bir anlam ifade etmemektedir ve aslında ‘Alevi tavrı’ diye bir şey var olmamıştır.
Sonuç
Sonuç olarak, Aleviler ve Kemalistler arasındaki koşulsuz şartsız ittifakın büyük ölçüde, 1960’larda ve 1970’lerde tarihin yeniden yazılmasıyla ortaya çıkan bir mitos olduğunu söyleyebiliriz: Bu yıllarda Sünnilerin dinsel faaliyeti tam bir atılım içine girmişken, Alevi gençliğinin büyük bir bölümü Kemalizm’i bir kurtuluş ideolojisi, hatta deyim yerindeyse sosyalist bir ideoloji haline getirmiştir. Bu tarih yorumu, 1990’larda kendilerini siyasal İslam’ın atılımına karşı Kemalizm’in payandası olarak gören birçok Alevi tarafından yeniden canlandırılmıştır. Bu tür yaklaşımlar, daha çok ideolojik düzeydedir.
Bununla birlikte, Alevilerin ‘bir’ tarihi yoktur; daha çok bazı ortak kısıtlamalar ve nitelikler ve birçok farklı (özellikle de yerel) eğilim söz konusudur. Bu nedenle önemli sorunlardan biri de Aleviliğin hangi durumlarda, ne zaman ve niçin Alevilerin toplumsal güzergâhlarını etkileyebildiğini anlamaktır.
Sonuç olarak, burada bir kere daha Alevilerin tarihi konusunda ciddi tarihsel ve sosyal bilimsel araştırmaların gerekliliğini vurgulamak isterim. Buradaki en büyük zorluk Alevilerin özellikle kırsal niteliklerinden dolayı ve organizasyonlarının gayri resmî olmasından dolayı kaynakların az ve parça parça olmasıdır. Bu arada CHP arşivleri kısmen açıldı ve bu arşivlerde henüz bu bakış açısıyla ilgili sistematik araştırma yapılmadı. Ancak burada özellikle Tarih Vakfı’nın girişimleri ve metotları önemli gelişmelere yol açabilir. Hem sözlü tarih hem de yerel tarihin, Alevilerin tarihi konusunda çok verimli olabileceğine inanıyorum. Dersim olayları üzerinde yeni çıkan çalışmaları, bu açıdan değerlendirmek gerekir. Tarih Vakfı Türk tarihinin sorunlu birçok konusunda bu revizyon hareketinde öncü olmuştur ve olmaya da devam edeceğine inanıyorum.
Kaynak: Bülent Bilmez (derl.) Cumhuriyet Tarihinin Tartışmalı konuları, Tarih Vakfi yayınları, 2013 p.140-150
[1] Elise Massicard, L’autre Turquie. Le mouvement aléviste et ses territoires, Paris : Presses Universitaires de France, 2005. Türkçe çev., Türkiye’den Avrupa’ya Alevi Hareketinin Siyasallaşması, İstanbul: İletişim, 2007, s. 29, 106.
[2] Hamit Bozarslan, “L’alévisme, la méta-histoire et les mythes fondateurs de la recherche”, Isabelle Rigoni (yay. yön.), Turquie: les mille visages içinde, Paris: Syllepse, 2000, s. 80, Türkçe çev., “Araştırmanın Mitosları ya da Tarihsel ve Sosyal Bir Olgu Olarak Aleviliğin Değerlendirilmesinin Zorunluluğu Üzerine”, Ismail Engin, Erhard Franz (yay. yön.), Aleviler. Alewiten içinde, Hamburg: Deutsches Orient-Institut, 2000, s. 23-38. 3 Hamit Bozarslan, “Araştırmanın Mitosları…”, agm.
[3] Altan Gökalp, “Les alevî”,Les Turcs: Orient et occident, islam et laïcité, Paris: Autrement, Eylül 1994, s. 119121; Faruk Bilici, “Les alévis, alliés naturels du kémalisme en Turquie?” Michel Bozdémir (der.), Islam et laïcité: approches globales et régionales, Paris: L’Harmattan, 1996, s. 281-298; Rıza Zelyut, Öz kaynaklarına göre Alevilik, İstanbul: Anadolu Kültürü, 1990, s. 286. Kurtuluş Savaşı için bkz. Battal Pehlivan, Aleviler ve Diyanet,
İstanbul: Pencere, 1993, s. 158; Baki Öz, Kurtuluş Savaşı’nda Alevi-Bektaşiler, İstanbul: Ant, 1994 [1989], s. 81, 286.
[4] Bkz. Pierre Redan, La Cilicie et le problème Ottoman, Paris: Gauthier-Villars, 1921, s. 61. 6 Hülya Küçük, Kurtuluş Savaşında Bektaşiler, İstanbul: Kitap Yayınevi, 2003.
[5] Hâkimiyet-i Milliye, 5 Mayıs 1338 (1922).
[6] Enver Behan Şapolyo, Mezhepler ve Tarikatlar Tarihi, İstanbul: 1964, s. 284-285. 9 H. Küçük, age., s. 140-141. 10 H. Küçük, age., s. 200.
[7] Krisztina Kehl-Bodrogi, Die Kızılbaş/Aleviten. Untersuchungen über eine esoterische Glaubensgemeinschaft in Anatolien, Berlin: Klaus Schwarz, 1988, s. 59.
[8] Mehmet Nuri Dersimi, Kürdistan Tarihinde Dersim, Halep: Anil, 1952, s. 101.
[9] Baha Sait’in çalışması için bkz. Baha Sait, “Türkiye’de Alevi Zümreleri”, Türk Yurdu, Eylül 1926, no: 21, s. 204. Nejat Birdoğan, İttihat-Terakki’nin Alevilik-Bektaşilik Araştırması, İstanbul: Berfin, 1994, s. 22.
[10] G. Civaoğlu, “Kuçaklaşma–Milli Mücadele’de Aleviler”, Milliyet, 21 Mayıs 1998. Ayrıca John K. Birge, The Bektashi order of Dervishes, London: Hartford, Hartford Seminary Press, 1982 [1937], s. 16, Aksaray mebusu olan Bektaşi Besim Atalay’dan bahseder.
[11] Cemal Şener, şu isimleri saymaktadır: Erzincan’dan Girlevikli Hüseyin (Aksu), Denizli’den Bektaşi Hüseyin Mazlum Baba, Kars’tan Pirzade Fahrettin Bey [Erdoğan]. (Cemal Şener (Atatürk ve Aleviler, İstanbul: Ant, 1991, s. 73)
[12] Hans-Lukas Kieser, “L’alévisme Kurde”, Peuples Méditerranéens, no 68-69, 1994, s. 298.
[13] Hasan Reşit Tankut, “Aleviler”, Mehmet Bayrak (der.), Açık-Gizli/Resmi-Gayri Resmi Kürdoloji Belgeleri, Ankara, Öz-Ge, 1994, s. 296-299.
[14] H. Bozarslan, agm.
[15] Markus Dreßler, Die Civil Religion der Türkei. Kemalistische und alevitische Atatürk-Rezeption im Vergleich, Würzburg, Ergon Verlag, 1999.
[16] “Bektaşilik” dizisi, Yeni Gün, 26 Ocak-8 Mart 1931. Bkz. J. K. Birge, The Bektashi order… age., s. 35. 21 Bkz. Elise Massicard, “The Repression of the Koçgiri Rebellion, 1920-1921”, Online Encyclopedia of Mass Violence, published on 28 September 2009, accessed 22 February 2012. (www.massviolence.org/The-Repressionof-the-Kocgiri-Rebellion-1920-1921, ISSN 1961-9898)
[17] Topladığı CHP arşivlerine başvurmama izin verdiği için Horst Unbehaun’a teşekkür ederim.
1 note
·
View note
Text
Sene 1912,
İtalya Libya'yı işgal etmiş, Osmanlı ordusu Libya için savaşıyor.
Güney Afrika'dan Osmanlı başkonsolosumuz Ohannes Bey İstanbul'a yazıyor:
"Akmal adında Hintli bir Müslüman düşman gemilerini tahrip eden bir cihaz icat etmiş, Osmanlı donanmasına hediye etti"
Tarih yazıcılığı, teoriler üzerine değil belgere yansıyan olayların analiziyle topluma ders verir.
Meselâ Hilafet şuydu, İslamda vardır yoktur mülahazaları ile değil resmi yazışmalarda ne hükmü vardı, nasıl bir misyona hizmet etti noktasından ele alınması daha faydalı olacaktır.
4 notes
·
View notes
Text
Hüseyin Kuvvetli 2021 Tarih 9
Hüseyin Kuvvetli 2021 Tarih 9
10 sonuç Boyut Önizleme İndirme Ünite 1 Tarih Ve Tarih Yazıcılığı Tarih – Alonot.comHÜSEYİN KUVVETLİ SEYHAN ÇEP MTAL TARİH 9 Ünite 1 TARİH VE TARİH YAZICILIĞI İNSANLIĞIN HAFIZASI TARİH Tarih: İnsanların geçmi teki her türlü KAYNAKfaaliyetlerini, …Kaynak: https://alonot.com/wp-content/uploads/2021/01/9.sinif-tarih-1-2.Ünite-Drs-Notu.pdf KB Önizle İndir Avusturya İle Uzun Savaşlar Dönemi…
View On WordPress
0 notes
Text
0 notes
Text
KÜRESEL ÖRGÜTLER DOSYASI : Rothschildler ve Osmanlı İmparatorluğu
KÜRESEL ÖRGÜTLER DOSYASI : Rothschildler ve Osmanlı İmparatorluğu
Rothschildler ve Osmanlı İmparatorluğu Yıl 2017, Cilt 12, Sayı 2, 267 – 271, 01.06.2017 Necati ÇAVDAR Öz Eser; Başlarken, beş bölüm, Sonuç, Kaynaklar ve Dizin kısımlarından müteşekkildir. 536 sayfadan ibaret olan eser Erguvanî Yayınevi’nden 2017 yılında çıkmıştır. Osmanlı’da gayrimüslimler konusu, hem Türk tarih yazıcılığı hem de tarih okuyucuları nezdinde her zaman ilgi duyulan bir saha…
View On WordPress
0 notes
Text
MİLAT VE YÜZYIL ( ASIR ) KAVRAMLARI VE KULLANILIŞLARI
MİLAT KAVRAMI:
Bugün dünyanın büyük kısmının kullandığı Miladi takvime başlangıç yani "0" yılı olarak
kabul edilen olaydır. Bu takvimdeki son düzenlemeyi Papa 13. Geregorius yaptığı için takvim
Hz. İsa'nın doğumu ile başlamaktadır. Zaten Milat kelimesi doğum anlamına gelmektedir.
Tarih'te Hz. İsa'nın doğumundan önce gerçekleşen olaylar Milattan önce ( MÖ ), Hz İsa'nın
doğumundan sonra meydana gelen olaylar ise Milattan sonra ( MS ) ile gösterilir. öte yandan
Milattan önceki bir tarihi mutlaka MÖ ile belirtmek zorundayken Milattan sonrası için böyle
bir zorunluluk yoktur.
Ayrıca Şu noktalara dikkat etmeliyiz:
Milattan Önceki tarihler, rakamsal değerler açısından günümüzden uzaklaştıkça
büyümektedir.
Milattan sonra ise rakamlar büyüdükçe günümüze yaklaşmaktadır.
Milattan önceki iki tarih arasındaki farkı bulmak için iki rakam birbirinden çıkarılır.
Milattan önceki iki tarih arasındaki farkı bulmak için iki rakam birbirinden çıkarılır.
Tarihlerin biri milattan önce, diğeri milattan sonra ise aralarındaki farkı bulmak için
bu rakamı toplarız.
YÜZYIL (ASIR) KAVRAMI:
Zamanı daha kolay algılayabilmek, tarihi daha kolay araştırıp öğretebilmek (Tıpkı çağ
kavramı gibi) için takvim yüzer yıllık dilimlere ayrılmıştır. yüzyıl konusunda hepimizin
yaşadığı en büyük sıkıntı takvimin "0" dan başlaması ve ilk yüzyılın "0" ile "99" arasında
yaşanmış olmasıdır. bu yüzden yapmamız gereken bir rakamı yüze bölüp bir eklemektir.
PRATİK YOL:
Bir tarihin son iki rakamını yok sayıp +1 ekliyoruz.
Örneğin: 1879 tarihi 18 + 1 = 19. Yüzyıl
751 tarihi 7+1= 8.Yüzyıl
2020 tarihi 20+1= 21. Yüzyıl
Milattan önce yüzyılı bulurken değişen hiçbir şey yoktur. Yine aynı işlemi yaparız.
Örneğin: MÖ 1879 tarihi 18+1=19. Yüzyıl
MÖ 751 tarihi 7+1= 8.Yüzyıl
MÖ 2020 tarihi 20+1= 21. Yüzyıl
Yüzyılların yarı ve çeyreklerini ise aşağıdaki tablodaki şekilde belirleriz.
https://tarihdersi.net/
E. TARİH YAZICILIĞI
BELLİ BAŞLI TARİH YAZICILIĞI TÜRLERİ
1) Hikâyeci (Nakilci) Tarih:
Yer ve zaman belirtilir,
Fakat neden-sonuç üzerinde durulmaz.
Olaylar efsanelerle dolu, masal türü bilgiler içerir.
Hikâyeci tarih çeşidi M.Ö. 5.Yüzyılda Herodot’la başlar.
2)Kronik (Yıllık) Tarih:
Olaylar arasında bağlantı kurulmadan her yılın olayları sırasıyla yazılır.
Hititler’ de ki Anallar bu tarih çeşidine örnektir.
3) Öğretici (Pragmatik-Akılcı-Faydacı) Tarih:
Okuyucuya ahlaki ve milli duyguları aşılama, geçmiş olaylardan ders alınmasını
sağlamak için yazılan tarih çeşididir.
Olayların anlatımında his ve heyecan ön plandadır.
Olaylarda kişiler kahramanlaştırılır.
Bu tarzın ilk temsilcisi Thukidides’tir. XIX. Yüzyıla kadar bu türde tarihi eserler
yazılmıştır. (Homeros; İlyada ve Odesa)
4)Sosyal Tarih:
Olayların duygusal yanlarını almayarak toplumun her türlü faaliyetlerini inceleyen
tarih çeşididir.
5) Bilimsel (Neden-nasılcı/araştırmacı) Tarih:
Olayların neden ve sonuçlarını inceleyerek, aralarında bağlantı kurmaya çalışan tarih
çeşididir.
Olaylar ince ayrıntılarına kadar incelenir.
XIX. Yüzyılda gelişmeye başlamıştır. Tarih yazıcılığının son aşamasıdır
TÜRKLERDE TARİH YAZICILIĞI
Orta Asya Türkleri;
Konar-göçer yaşadıkları için yazılı edebiyat gelişmemiştir. Dolayısıyla tarih yazıcılığı da
gelişmemiştir. Bu konudaki ilk adım Orhun Abideleri olarak kabul edilebilir.
Şehnamecilik:
Türklerin İslamiyet’i kabulü ile birlikte hayatlarına girmiş, İran, Hint geleneğinde yaygın
olarak görülen tarih yazıcılığı şekildir. Büyük insanların hayat hikâyelerini, kahramanlıklarını
anlatır. Bunu yaparken kahraman yüceltilir. Daha çok manzum şekilde yazılmıştır.
VAKANÜVİSTLİK:
Osmanlı devletinde 17.Yüzyıldan itibaren görülmeye başlanan tarih yazıcılığı şeklidir.
Vakanüvistler resmi saray tarihçileridir. ( dolayısıyla objektif olmaları beklenemez ) İlk
vakanüvist Mustafa NAİMA efendidir.
19. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren;
Ülkemizde bilimsel tarihçilik gelişmeye başlamıştır. Bilimsel tarihçilik diyince ülkemizde
akla gelen ilk kişi Tarihçilerin Kutbu olarak bilinen Halil İNALCIK’TIR.
0 notes
Photo
(Şair Aşık Paşazade Hakkında Bilgi gönderdi)
Fatih devrinde tarih yazıcılığı da önemli yer tutar. Ömürleri II. Bayezid devrine uzanan ancak Fatih zamanında yetişen bu yazarların Âşık Paşazâde (öl.1484’ten sonra) ilkini teşkil eder. XIV. yüzyıl şairi Âşık Paşa’nın (öl. 1332) torunlarından, asıl adı Derviş Ahmed
0 notes
Text
Türk Tarih Tezi
✍🏻 Metin Emre Kuşçu
https://www.gundemarsivi.com/turk-tarih-tezi/
Çoğumuz Mustafa Kemal Atatürk’ü savaşlarla ve cumhuriyet döneminde büründüğü cumhurbaşkanlığı göreviyle biliriz. Ve ne yazık ki bunun en büyük sebebi okullardaki müfredatlarda Atatürk’ün neredeyse yer almamasıdır. Onu diğer dünya liderlerden ayıran en büyük özelliği meraklı ve araştırmacı bir yapıya sahip olmasıdır. Öyle ki matematik ve geometri terimlerini sadeleştirip Türkçeleştirdiği Geometri, toplum ve toplum düzeni üzerine düşüncelerini topladığı Medeni Bilgiler gibi kitapları bunun en büyük örneklerindendir. Bugün ise sizlerle Atatürk’ün meraklı araştırmacı kimliğinin en önemli örneklerinden olan Türk Tarih Tezi’ne bakınacağız.
Öncelikle bu tezin öne sürülme nedenini açıklayalım: Sanayi devriminin ardından değişen dünyada Avrupa devletleri zenginleşmiş, Doğu devletleri ise fakirleşerek dünya siyasetindeki etkinliklerini kaybetmişlerdir. Bunun sonucu olarak Avrupa halkları kendilerini uygarlığın beşiği olarak görmüş ve medeniyetin kendilerinden çıktığını iddia etmeye başlamıştır. Avrupa devletleri bu üstün halklar mottosunu kullanarak Doğu halkları üzerinde baskı kurmuş ve onlara üstünlüğünü kabul ettirmeye çalışmıştır. Fakat milli mücadele ile itilafların emperyalist emellerini başlarına yıkan Mustafa Kemal, bu sefer ise Avrupaların Batı Merkezli Uygarlık tezini çürütmek için çalışmalarına başlayacaktı!
Atatürk tarihe çok meraklıydı. Tarih kitapları okur ve onları analiz ederdi. Bunun yanında Osmanlı İmparatorluğu’nun taraflı ve yanlı tarih yazıcılığını da çok eleştirirdi. İlerleyen zamanlarda bu konuya şu sözleriyle değinecekti: “Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan yapana sadık kalmazsa, değişmeyen hakikat, insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır.”
Evet! Atatürk haklıydı. Yanlış ve yanlı tarih yazıcılığı insanlığı yanıltmaktan başka bir şey yapmıyordu. Osmanlı’nın bu yanlı tarih yazıcılığı ise Avrupa’nın sahte tarih tezine kesinlikle ses çıkaramıyordu. Atatürk, 7 Temmuz 1922’de yaptığı bir konuşmada “Türkiye; mevcut tarih kitaplarının gereklerini değil, tarihin hakiki gereklerini takip edecektir.” demişti. Yeni Türkiye’nin tarih anlayışı buna göre şekillenecekti. Tüm bunların sonucunda da Atatürk, Türk Tarih Tezi’ni hazırlamaya koyuldu.
Atatürk araştırmalarına H. G. Wells’in Dünya Tarihi’nin Ana Hatları kitabıyla başladı. O, uygarlığın oluşumunda Türklerin kesinlikle payının olduğunu düşünüyordu. Böyle düşünmesindeki sebep ise hangi tarih kitabını okursa okusun Türklerin bir türlü karşısına çıkmasıydı. Bunun yanında Atatürk, yeni kurduğu Türk devletine de sağlam bir tarihi dayanak bulmak istiyordu. Ancak bu tarihi dayanak uydurma ve çarpıtma değil asıl olan tarihe sadık olacaktı.
Niyazi Berkes Atatürk’ün bu tezi oluşturma isteğini şöyle açıklıyor: “Atatürk, ulusal Türk devletinin bir tarihi dayanağı olmasını düşünüyordu. Bunun çözümü ne İslamcı, ne Osmanlıcı, ne Turancı, ne de Türk düşmanlığını en yükseğe çıkaran Batı taklitçiliğinde buluyordu. Yeni bir tarih görüşünü Türk’ün kendisinin bulup geliştirmesi zorunluğu ile karşı karşıyaydı. Wells’in tarihinde Atatürk’ün bu görüşlerinin tohumları vardı.”
Atatürk uygarlığın kökenlerini ararken Churchward’ın Kayıp Kıta Mu kitabıyla karşılaştı. Churchward bu kitabında tüm dinlerin tek bir ata dinden geldiğini, o dinin de bir zamanlar dünyanın en büyük uygarlığı olan Mu ülkesinin dini olduğunu söylüyordu. Mu ülkesi teknoloji ve maneviyat anlamında çok gelişmişti. Churchward’a göre teknolojik anlamda yer aldığı medeniyetten daha ilerde olduklarını söylüyordu. Hatta ona göre, bu medeniyette yaşayanların telepati yeteneği dahi vardı.
Bu araştırmanın Türk Tarih Tezi ile olan alakası ise Churcward’ın bu araştırmalarını yaparken Meksika’da karşılaştığı Nakaal tabletleriydi. Bu tabletlerde çok gelişmiş bir medeniyetten bahsediyordu ve bu medeniyetin tanrının sınırlanırına ulaşmıştı. Tanrı ise onları bir deniz taşkını ile cezalandırdı. Churcward’ın ata din tezi de buradan çıkıyordu işte. Chrucward’a göre bu Nakaal tabletlerinde bahsedilen deniz taşkını Kitab-ı Mukaddes’te bahsedilen Nuh Tufanı idi. Ve bu hikayeye göre tanrının yardımıyla kaçmayı başaran Nuh’un oğlu Yafes’in soyu Türkleri oluşturmaktadır.
Churcward, Sümerlerin yazılı kalıntılarında da bu olayın benzerine rastlanmasını Sümerlerin yok olan kıta Mu’dan gelmesine bağladı. Yine aynı şekilde Uygur Türklerinin kullandığı dil ve alfabenin de Sümerler ve Nakaal tabletlerindeki dil ile benzerliğini görmüş ve Türklerin de Mu’dan gelen bir topluluk olarak görmüştür.
Churchward’ın bu araştırmaları Atatürk’ü çok etkilemiştir. Hatta Churchward’ı konuşmak için Türkiye’ye davet etmiş ancak Churchward yaşı sebebiyle gelememiştir.
Bunun yanında Türk Tarih Tezi’nin diğer bir safhası ise Truvalılar ile Türkler arasındaki bağdır. Alman araştırmacı Schliemann, Homeros’un destanvari İlyada’sından yola çıkarak 1871’de Çanakkale Hisarlık’ta kazı çalışmalarına başlamıştır. Ve inandığı gibi Truva uygarlığına ait kalıntılar bulmuştur. Bu arkeoloji çalışmaları dünya tarihini yeniden yazacaktı…
Homeros’un İlyada’sı tam olarak olmasa da gerçekti. Gerçekten Truva uygarlığı vardı. Çok gelişmiş bir uygarlıktı. Ayrıca düşmanlarının barış için gönderdiği tahtadan bir at ile sonları gelmişti. Schliemann haklı çıkmıştı!
Atatürk’ün ise başka bir düşüncesi vardı. Atatürk, Türklerin kökeninin bu Truva uygarlığına dayandığını düşünüyordu. Atatürk’ün böyle düşünmesine neden olan somut bir şey yoktu aslında. O sadece Truva uygarlığı ile Türklerin benzerliğine odaklanmıştı. Truvalılar vakti zamanında Anadolu’yu batıdan korumuşlardı. Ancak ancak batı, savaşı kuralına göre oynamayarak yani hile yaparak Truva uygarlığına son vermişti…
Atatürk Truvalıların Türklüğü konusunda araştırmalar yaptı. Ancak Atatürk bu araştırmalarını sağlam bir temele dayandıramadı. Bir hışımla ortaya atılan Truvalıların Türklüğü meselesi bir düşünceden öteye geçemedi.
Bana göre, Atatürk’ün bu araştırmaları yapmasının aslında tek bir nedeni vardı. O da Batı ve Avrupa merkezli tarih tezlerini çürütmekti. Kısmen başarılı oldu da aslında. Ancak Atatürk’ün özellikle bu konuda bir karşı tez oluşturma fikri ile çok uçuk fikirlere gittiğini görürüz. Ancak yine de bu araştırmaların hiçbir işe yaramadığını da söylemek imkansızdır. Çünkü bu araştırmalar sayesinde görülmüştür ki Türkler, Uygarlığın beşiği olmasa da uygarlığın oluşturucularından biri olmuştur. Ve yine Uygarlığın beşiği olduğunu iddia eden Avrupa devletlerinin uygarlığa pek de bir şey kazandırmadığı ve çoğu reformunu Doğu Uygarlığının sayesinde yaptığı ortaya çıkmıştır.
Ayrıca bugün dünyaya medeniyet satan birçok Batı devletinin de çok değil, birkaç asır önce medeniyetten bihaber olduğunu görürüz. Doğrusunu da söylemek gerekirse Batı, geçen bu sürede de medeniyet ve uygarlık adına pek bir şey öğrenememiştir.
Metin Emre Kuşçu
0 notes