#tabi ki de ikisi için kardeş
Explore tagged Tumblr posts
Text
Çok dalgalı bir geceydi sabaha kadar deniz yatağının üzerinde uyumuş gibi kalktım, önce biraz şikayet edecek gibi oldum ama ahsen öyle bir mutlulukla uyandı ki çok güzeldi dimi anne,çok rahattı dimi anne deyince biraz ağzımı bükerek yutuverdim, düşününce bir yandan da uykumu almış gibiydim çok huyum değil ama uzatmadım. Kahvaltıyı hızlıca yapıp denize doğru yol almak için iki evlatta çok heyecanlıydı ama benim taşlara canım biraz sıkılıyordu o yüzden onları gönderip ortalıktaki işleri toparladım, geldiklerinde başka bir yerde denize girmenin planını çoktan yapmışlardı. Phaselisi geçen senede tecrübe etmiştik deniz kıyısında ufak taşlar yok değil ama içi tamamen kum ve uzun mesafe sığ tam benim çocukların istediği gibi. Nasıl girdilerse suya belki üç dört saat acıktık demediler hiç çıkmadıkları için, bu durum yarim saatte bir bişeyler yemek isteyen bebelerim adına olağandışı. Bende bu saat kadar kendimi keyiflendirdim diyebilirim kitabımı okuyarak, sağdaki benim adı çok manidar değil mi. Bir ara Gökbey geçti üzerimizden eşimin öğrencileri yapıyor onun keyfi benden daha çok yerine geldi, soldaki onun kitabı manid.. sabah uyanıp günü bitirdiğimiz süre boyunca eşimle hiçbir an için gerilmemenin, sorumlulukları birbirimize atmaya çalışmamanın, çocukları organize etmenin, konuşurken birbirimizi derin dinlemenin ve ne konuştuğu önemsiz bir karşılığını vermenin, tatlı esprilerle takılmaların olduğu gereksiz alınganlıkların olmadığı benim için uzak bir köyden daha uzak sandığım ama o köyün içinde güvenli,yakın,ait,sevgiyle inşa edilmiş bir odaya yerleştiğim hissinden mütevellit yüzümde bir gülümsemeyle gözlerimi yummak üzereyim.. Bu benim unutmak istemediğim çabayla gerçekleşmiş derin ilişkiler. Bazısı için kolay ama bizim için bir yerde artık çok zordu. 10 yılı aşmış bu evlilik güzel bir biçim almakta, kendi yuvasını ilişkisini bizim üzerimizden kuracak evlatlarımızın gözleri önünde.. gayretimize, hissettiğimiz güzel hislere bereket diliyorum. Kamp günleri part2.
16 notes
·
View notes
Text
Onward
Çok ama çok güzel içinizi ısıtacak bir filmle geldimmm!!
Sihrin var olduğu fakat unutulduğu bir dünyada, iki elf kardeş babaları ile son bir gün geçirmek için gerçek sihri kovalarlar! Biliyorum biraz çocukça geliyor kulağa, ama değil. Aksine tüm aile beraber izlenecek; çok kaliteli, çok komik ve de duygusal bir film.
Ses aktörleri SpiderMan olarak bildiğimiz Tom Holland ve
Mr. StarLord :D Chris Pratt
İkilinin didişme sahneleri Infinity War’ da ki hallerine o kadar çok benziyor ki aralarındaki abi-kardeş kimyasından dolayı cast seçildiklerini düşünüyorum.
Size bu ikisi ne kadar iyi bir iş çıkartmış anlatamam. ( ayrıca voice actorlerin karakterlere gerçekten ne kadar benzediğini fark ettiniz mi?) Kesinlikle orijinal şeklinde izlenmeli. Çizimler, detaylar ve günlük hayattan esinlenmeler bolca bulunuyor.
Hikaye sadece bu iki karakterin kendi ailesini değil, çevrelerindeki herkesin kendisini kabullenmesi ve sevmesi gerektiğini de anlatıyor.
Herkesin küçük kardeşinden ya da gıcık abisinden/ablasından çektiği zamanlar olmuştur fakat aile öyle bir şey ki... Yeri doldurulamaz.
Bazen arayıp durduğunuz hazine; en başından beri gözünüzün önündedir.
Samimi, sıcak ve tabi ki de kaliteli bir Disney işi olmuş. Gerçekten tavsiye ederim. Disney son zamanlarda filmlerinde geleneksel yollar yerine çeşitli twistler yapıyor ve gerçekten harika oluyor. Film ayrıca gerek sahneler gerek çizimler olsun adeta ayrıntılarda fotoğraf ve hatta film karesi gibiydi.
Animasyon deyip geçmeyin çünkü sahiden bize unuttuğumuz değerleri hatırlatacak değerli bir yapım olmuş. İyi seyirler 5/5
#onward#onward movie#disney#disney movie#disney movies#brothers#tom holland#chris pratt#voice acting#disney pixar#2020 movies#movie review#film yorumu#film yorumları#film önerisi#film önerileri#film#film incelemesi#ian lightfoot
17 notes
·
View notes
Text
Mo Dao Zu Shi - 114. Bölüm (Ekstra 1)
Mega // MangaTr
Ziyafet – Birinci Kısım
Lan WangJi, Wei WuXian’a döndü. “Beni bekle.”
Wei WuXian. “Seninle gelsem?”
Lan WangJi başını iki yana salladı. “Sen gelirsen daha çok sinirlenir.”
Wei WuXian bir an düşündü ve ona hak verdi. Lan QiRen onu her gördüğünde kalp krizi geçirmek üzere olan bir mum gibi titriyordu. Nefesleri bile ağırlaşıyordu hatta. Wei WuXian ona bir iyilik yapmak ve onu çileden çıkartmamak için gözüne gözükmemesi gerektiğini hissetti.
Lan WangJi bir şey söylemek istermiş gibi ona baktı. Wei WuXian hemen. “Tamam, biliyorum. Çok hızlı yürümek yok, yüksek sesle konuşmak yok, o yok, bu yok dimi? Merak etme. Buraya seninle geldiğim için duvarınızdaki herhangi bir kuralı ihlal etmemek için mümkün olduğunca dikkatli olacağım. Mümkün olduğunca.”
Lan WangJi’nin aklından geçen şey bu değildi. “Sorun değil. İhlal etsen bile…”
Wei WuXian hevesle teşvik etti. “Ne?”
Ancak Lan WangJi de söylemek üzere olduğu şeyin ne kadar uygunsuz olduğunu fark etmiş gibiydi. Bir an başını yana çevirdikten sonra tekrar ciddi bir yüzle ona döndü. “Bir şey yok.”
Wei WuXian şaşırmış görünüyordu. “Ne diyordun, kuralları ihlal etsem bile, ne olacaktı?”
Lan WangJi onun cevabı bile bile sorduğunun farkındaydı. Katı yüzünü korudu. “Beni dışarıda bekle.”
Wei WuXian elini salladı. “Beklerim o zaman. Bu kadar sinirlenme. Gidip tavşanlarınla oynayacağım.”
Ve böylece Lan WangJi, Lan QiRen’in dersiyle yüzleşmek için tek başına giderken, Wei WuXian hafif bir koşu tutturarak Minik Elma’yı peşinden sürükledi. Minik Elma Bulut Kovuğuna girdiğinden beri özellikle heyecanlı ve hareketli görünüyordu. Yeşil çimenlere doğru çekmek bile Wei WuXian’ın onu yavaşlatmasına yetmemişti.
Çimenlerin arasına sessizce kıvrılmış, yüzden fazla tombul, minik kartopları vardı. Pembe, üç parçalı ağızları titreyip duruyor, bazen de uzun, gül rengi kulaklarını sallıyorlardı. Minik Elma başı dik bir şekilde aralarına sıkışır ve kendine yer açarken, Wei WuXian yere çöktü ve eline bir tavşan alıp karnını kaşırken düşündü, Geçen sefer geldiğimde de bu kadar çok tavşan var mıydı? Bu dişi mi erkek mi? Ah… Erkekmiş.
Bunu düşünürken Wei WuXian’ın aklına daha önce Minik Elma’nın dişi mi erkek mi olduğunu hiç merak etmediği geldi. Ona doğru bir bakış atmaktan kendini alamadı. Ama daha henüz güzelce bakamamıştı ki, aniden bir ses duydu ve geldiği yöne döndü.
Elinde küçük bir sepetle, genç, minyon bir kız tereddütle ona doğru yaklaşıyordu. Wei WuXian’ın aniden ona döndüğünü görünce, bir anlığına ne yapacağını bilemedi ve tüm yüzü utangaç bir halde kızardı.
Kız GusuLan Sektinin cübbesine bürünmüş ve alnında da bulut deseni olmayan bir alın şeridi vardı. Wei WuXian, Olağanüstü! Gerçekten bir tanesiyle karşılaştığıma inanamıyorum!
Bir kadın efsuncuydu. GusuLan Sektinden bir kadın efsuncu.
Katı kurallarıyla bilinen GusuLan Sektinin kadın ve erkeklere verdiği dersler ayrıydı ve öğrencilerine on binlerce kez birbirleriyle fazla yakın olmamalarını söylerlerdi. Hem çalışma hem dinlenme alanları kadın ve erkek olarak kati suretle ayrılmış, böylece hiç kimsenin diğer tarafa kolayca geçememesi sağlanmıştı. Nadiren kendi bölgelerinden çıkarlardı ve gece avlarında bile çoğu zaman cinsiyete göre ayrılırlardı ya hepsi kadın ya hepsi erkek olur, neredeyse hiçbir zaman iki taraf bir araya gelmezdi. Böylesi bir katılık neredeyse korkutucuydu. Wei WuXian gençliğinde buraya geldiği zaman neredeyse tek bir kız bile görmemişti, öyle ki Bulut Kovuğunda sahiden hiç kadın olup olmadığını sorgulamıştı. Birkaç kez kadın sesi işittiğinde ise sahiden gidip bir bakmayı çok istemişti. Ancak anında devriye gezmekte olan birkaç kişi onu yakalamış ve Lan WangJi’yi çağırmıştı. Bu olay birkaç kez tekrarlanınca da Wei WuXian tüm hevesini kaybetmiş ve bir daha keşfe çıkmamıştı.
Ama şu anda, Bulut Kovuğunda gerçek bir kadın efsuncuyla karşılaşmıştı. Gerçek! Kadın efsuncu!
Wei WuXian ışıl ışıl gözleriyle anında doğruldu. Tam kıza yaklaşmak üzereyken Minik Elma’nın çoktan kıza doğru fırladığını fark etti, neredeyse onu ezip geçecekti.
Wei WuXian. “?”
Minik Elma kıza yaklaştıktan sonra uysal bir şekilde başını eğmiş, kendi isteğiyle alnını ve kulaklarını kızın eline götürmüştü.
Wei WuXian. “???”
Utanan kız Wei WuXian’a baktı ve şaşırarak dondu, ne söyleyeceğini bilmiyordu. Wei WuXian gözlerini kıstı, nedense bu kızın tanıdık geldiğini hissediyordu. Bir an sonra ise hatırladı – Mo Köyünden ayrılırken ve birkaç kez de Rinç Dağında karşılaştığı yuvarlak yüzlü kız değil miydi bu?
Birbirlerini hiç tanımıyor olsalardı bile, yine de birkaç espri yapar ve hemen ortamı ısıtırdı, ama kız zaten birkaç kez karşılaştığı iyi birisiydi. Hemen ona el salladı. “Sensin!”
Kız onun yüzünü sahiden tanıyordu, ister boyanmış, ister boyanmamış olsun. Bir süre utangaç bir halde sepetini sıktıktan sonra sessizce cevap verdi. “Benim…”
Wei WuXian sevdiği ve cinsiyetine baktığı tavşanı bir kenara attı. Ellerini arkasında bağlayarak kıza birkaç adım yaklaştı. Sepetindeki havuçları ve marulları gördüğünde gülümsedi. “Tavşanları beslemek için mi geldin?”
Kız başını salladı. Lan WangJi olmadığı için Wei WuXian tam bir boşluktaydı, bu yüzden de fazlasıyla ilgiliydi. “Yardım ister misin?”
Kız ne yapacağını bilemiyordu. Ama en sonunda başını salladı ve Wei WuXian bir havuç aldı. İkisi beraberce yere eğildiler. Minik Elma başını sepete sokarak bir süre arandı, hiç elma bulamayınca da dişleriyle bir havuç kaptı ve kemirmeye başladı.
Sepetteki havuçlar oldukça tazeydi. Wei WuXian önce kendisi bir ısırık aldıktan sonra kalanını tavşanlara verdi. “Tavşanları sen mi besliyorsun?”
Kız. “Hayır… Sadece bir süredir geliyorum… HanGuang-Jun buradayken kendisi onlarla ilgileniyor. O olmadığında Genç Efendi Lan SiZhui ve diğerleri. Ancak onlar da olmadığı zaman biz geliyoruz…”
Wei WuXian, Lan Zhan tavşanları nasıl besliyor? Ne zamandır onlara bakıyor? O da buraya elinde küçük bir sepetle mi geliyor acaba?
Aşırı derecede sevimlilik içeren birkaç sahneyi kafasından atan Wei WuXian tekrar kıza döndü. “Artık GusuLan Sektinin bir üyesi misin?”
Kız uysal bir halde cevapladı. “Evet.”
Wei WuXian. “GusuLan Sekti baya iyidir. Sen ne zaman katıldın?”
Kız kabarık tüylü bir tavşanı severken cevapladı. “Rinç Dağından kısa bir süre sonra…”
Tam bu sırada, her ikisi de çimene basan çizmelerin çıkarttığı yumuşak sesleri duydular. Wei WuXian arkasına baktı. Tahmin ettiği gibi Lan WangJi yanlarına geliyordu.
Kız hemen telaşla doğruldu ve saygıyla selamladı. “HanGuang-Jun.”
Lan WangJi başını salladı, bu sırada Wei WuXian ise çimenlerde oturduğu yerden ona sırıtıyordu. Kız Lan WangJi’den epeyi korkar gibiydi – ki bu da normaldi, onun yaşında olup da Lan WangJi’den korkmayan tek bir kişi bile yoktu. Kız telaşla elbisesinin eteklerini tuttu ve koşarak gitti. Wei WuXian arkasından seslendi. “Genç hanım, Meimei! Sepetin! Hey Minik Elma! Minik Elma geri gel! Ne diye koşuyorsun sen?! Minik Elma!” *ÇN: Küçük kız kardeş anlamında samimi bir hitap şekli, Gege gibi.
Ne kızı ne eşeği durdurabilmişti. Wei WuXian’ın tek yapabileceği şey kalan havuçları sepete koyduktan sonra Lan WangJi’ye dönmekti. “Lan Zhan, kızı korkutup kaçırdın.”
Eğer Lan WangJi ayak seslerinin duyulmasını istemeseydi, ikisinin de duyabilmesine imkan yoktu.
Wei WuXian ona doğru bir havuç sallayarak sırıttı. “İster misin? Sen tavşanları besle ben de seni.”
“…” Lan WangJi ona baktı. “Ayağa kalk.”
Wei WuXian havucu bir kenara fırlatıp tembel tembel elini uzattı. “Kaldır.”
Bir an duraksayan Lan WangJi onu kaldırmak için uzandı, ancak Wei WuXian aniden tüm gücünü kullanmış ve onu üzerine çekmişti.
Bölgeleri tuhaf insanlar tarafından işgal edilince tavşanlar sanki korkunç bir düşmanla yüzleşmiş gibi ikisinin etrafında dönüp durmaya başladılar. Lan WangJi’ye oldukça alışmış olan birkaç tanesi ise sahipleri aniden yere düşünce sanki endişelenmişler gibi doğrulmuş ve yanında duruyorlardı. Lan WangJi nazik bir şekilde onları uzaklaştırdı, sesi oldukça sakindi. “Bulut Kovuğunun Kurallar Duvarındaki yedinci sekt kuralı – kadın efsuncuları rahatsız etmek yasaktır.”
Wei WuXian. “Kuralları ihlal etsen de sorun değil dedin.”
Lan WangJi. “Demedim.”
Wei WuXian. “Neden böyle yapıyorsun? Sırf cümleni tamamlamadın diye hiç söylememişsin gibi mi davranacağız? Artık HanGuang-Jun sözlerinin arkasında durmuyor mu?”
Lan WangJi. “Her gün.” *ÇN: Burada ‘Her gün her gün demektir’e gönderme yapılmış ancak İngilizceye çevrilirken anlam kaybolmuş, olabildiğince anlamlı hale getirmeye çalıştım. Ancak yine de saçma durdu tabi…
Wei WuXian onun yüzünü okşadı, tatlı bir sesle. “Amcan seni azarladı mı? Bana anlatabilirsin.
Gege’nin seni şımartmasına izin ver.”
Konunun aniden değişmesi bile Lan WangJi’nin aklını çelememişti. “Azarlamadı.”
Wei WuXian. “Ciddi misin? Ne dedi o zaman?”
Lan WangJi sessizce ona sarıldı. “Hiç. Nadiren bir arada olduğumuz için yarın bir ziyafet verilecekmiş.”
Wei WuXian sırıttı. “Ziyafet mi? Tamam, tamam. Uslu bir çocuk olacağım ve seni utandırmayacağım.” Aniden aklına Lan XiChen gelince sordu. “Peki ya abin?”
Lan WangJi bir an sessiz kaldıktan sonra cevapladı. “Onunla daha sonra görüşeceğim.”
ZeWu-Jun günlerdir inzivaya çekilmiş meditasyon yapıyordu. Lan WangJi’yla aralarında uzun ve içten bir konuşma geçeceği kesindi. Wei WuXian da Lan WangJi’ye sarıldı ve hafifçe sırtını okşadı. Hemen ardından ise tekrar başlamıştı. “Konusu gelmişken, SiZhui ve ekibiyle bu kez nasıl hiç karşılaşmadım?”
Eskiden o gençler dağın girişinde peşlerine takılır bir daha da yanlarından ayrılmazlardı. Onun SiZhui ve diğer gençlerden bahsettiğini duyunca Lan WangJi bir parça rahatlamış görünüyordu. “Onları görmeye gidebiliriz.”
Wei WuXian’ı Lan SiZhui, Lan JingYi ve diğerlerine götürdüğünde gençler sadece sevinçle onlara seslendiler, başka bir şey yapmadılar. Yapmak istemediklerinden değildi elbette, ama sahiden yapamazlardı.
Yaklaşık bir düzine genç, geçitteki verandada baş aşağı duruyordu. Hepsi dış cübbelerini çıkarmış, üzerlerinde sadece ince, bembeyaz iç cübbeleri vardı. Başları aşağıda ve ayakları yukarıda, önlerindeki boş kağıtlara ve mürekkeplere yüzleşiyorlardı. Sol elleriyle yere tutunurken, sağ ellerinde birer fırça vardı, müthiş bir zorlukla yazı yazmaya çalışıyorlardı.
Alın şeritlerinin yere değmesine izin veremeyecekleri için, uçlarını dişlerinin arasına almış, terden sırılsıklamlardı. Bu yüzden de konuşamamışlardı bile. ‘Seslenmeleri’ ise sadece ışıldayan gözleri ve boğuk seslerinden oluşuyordu. Sendeleyen, titreyen gençleri izlerken Wei WuXian sorudu. “Neden elleri üzerinde duruyorlar?”
Lan WangJi. “Cezalılar.”
Wei WuXian. “Onu biliyorum. Lan Sekti kurallarını kopyaladıklarını görebiliyorum – Doğruculuk’u çoktan ezberledim. Neden cezalandırıldılar.”
Lan WangJi’nin sesi ifadesizdi. “Bulut Kovuğuna belirlenen saatten sonra döndüler.”
Wei WuXian. “Ah.”
Lan WangJi. “Gece avında Hayalet General’e eşlik ettiler.”
Wei WuXian. “Hah! Bu ne cesaret!”
Lan WangJi. “Üçüncü kez.”
Wei WuXian elini çenesine götürdü, tüm kötülüklerden nefret eden Lan QiRen’in onu da bu şekilde cezalandırmasının son derece doğal olacağını düşünüyordu. Hatta onun sadece amuda kalkarak sekt kurallarını kopyalaması fazla basit kalırdı.
Lan SiZhui’nin önünde çömeldi. “Aa SiZhui, neden senin önündeki yığın daha kabarık? Bana mı öyle geliyor yoksa?”
Lan SiZhui. “Hayır…”
Lan WangJi. “Elebaşı oydu.”
Wei WuXian, Lan SiZhui’nin omzuna vurmak istedi ancak elini koyabileceği hiçbir yer yoktu. Bir an durduktan sonra elini aşağıya uzattı ve aşağıdan yukarı doğru hafifçe vurdu. “Biliyordum.” *ÇN: Bakınız. ‘Aslan oğlum benim’
Lan WangJi gençlerin etrafında dolaşarak önlerindeki kağıtları kontrol etti. Lan JingYi’ye geldiğinde durdu. “Uygunsuz yazılmış.”
Alın şeridini ısıran Lan JingYi gözyaşları arasında konuştu. “Evet. HanGuang-Jun. Bu kısmı tekrar yazacağım.”
Eleştirilmeyen diğerleri ise sınavı geçmişlerdi. Hepsi rahat bir nefes aldılar. İkisi verandadan ayrılırken Wei WuXian’ın aklı kendi cezalandırılma günlerine gitti, oldukça üzgün hissediyordu. “Olduğum yerde durmak bile benim için çok zor. Baş aşağı durmam gerekse yazamayabilirdim. Oturduğum zaman bile düzgün yazamıyorum.”
Lan WangJi ona bir bakış attı. “Evet.”
Wei WuXian, Lan WangJi’nin de sekt kurallarını kopyalarken onu gözlemlediği günleri yad ettiğini biliyordu, “Çocukken sen de böyle miydin?”
Lan WangJi. “Hayır.”
Elbette hayır. Lan WangJi çocukluğundan beri örnek öğrenciydi. Her bir kelimesi, her bir hareketi kitaptan çıkmış kadar düzgündü. Nasıl hata yapabilirdi? Ve eğer hata yapsa bile nasıl cezalandırılırdı?
Wei WuXian sırıttı. “Akıllara zarar kol gücüne bu sayede kavuştuğunu sanmıştım.”
Lan WangJi. “Ceza yoktu. Ama yine de bu şekilde çalıştım.”
Wei WuXian. “Ceza almadıysan neden böyle yaptın ki?”
Lan WangJi doğrudan ona baktı. “Zihni sakinleştiriyor.”
Wei WuXian, Lan WangJi’nin kulağının hemen dibindeydi, sesi görünmez bir kancaydı. “Buzdan HanGuang-Jun’un sükunetine zarar veren şey ne olabilir ki?”
Lan WangJi hiçbir şey söylemeden ona baktı. Wei WuXian şeytani bir zevkle karşılık verdi. “O zaman madem gençliğinden beri bu şekilde antrenman yapıyorsun, baş aşağıyken her şeyi yapabilirsin değil mi?”
Lan WangJi. “Mn.”
Gözkapaklarının sanki utanmış gibi alçaldığını görünce Wei WuXian’ın sözleri daha da cüretkar bir hal aldı. “Beni de baş aşağıyken yapabilir misin?”
Lan WangJi. “Deneyebilirim.”
Wei WuXian. “Hahahahaha… Ne dedin?”
Lan WangJi. “Bu gece deneyebilirim.”
Wei WuXian. “…”
32 notes
·
View notes
Text
Kufe emniyetinden sorumlu komutan olan İyas b. Mudarib Kufe valisi Abdullah b. Muti’nin yanına gidip:
“-Ben Kuhtar b. Ebi Ubeyd’in ortalığı karıştırmayacağından emin değilim.
Casuslarım onun hoşunuza gitmeyecek işler peşinde olduğunu bildirdiler.
Aynı amacı taşıyan bir takımadamlar onun etrafında toplanıyor, isyana hazırlanıyorlarmış.
Adam gönderip onu yanına çağır. Gelince halkın işi düzelene kadar sakın bırakma. Zindana at, orada tut” dedi.
Vali Abdullah b. Muti Muhtar’ın yakın adamlardan Zaide b. Kudame ile Hüseyin b. Abdullah’ı davet için Muhtar’ın yanına gönderdi.
Davet görevlileri Muhtar’ın yanına gelip:
“-Vali bir şey danışmak üzere seni yanına davet etmiştir. Valinin emrini yerine getirmede acele et” dediler.
Muhtar, valinin ara sıra kendisini bu tür işler için çağırttığını bildiğinden şüphelenmedi.
Gelenlere:
“-Siz benim için şurada az bekleyiniz de üzerime değişeyim. Valinin yanına çıkacak şekilde giyineyim” deyip yan odaya geçti.
Elbise giyilip çıkarılırken çıkan hışırtılar bulundukları yere kadar geliyordu.
Zaide b. Kudame dayanamayarak Enfal suresinin otuzuncu ayetini okumaya başladı.
Yüce Allah bu sure-i celilesinde şöyle buyuruyordu:
“Hani bir zaman o küfredenler seni tutup bağlamaları ve öldürmeleri yahut yurdundan zorla çıkarmaları için sana tuzak kuruyorlardı.
Onlar bu tuzağı kurarlarken Allah’da o tuzağın karşı tuzağını kuruyordu.
Allah tuzak kuranlara mukabele edenlerin en hayırlısıdır.”
Muhtar ayeti işitince kurulan tuzağın farkına vardı.
Giyindiği elbiselerini çıkardıktan sonra uşaklarını çağırıp:
“-Ben kendimi şiddetli hararet içinde buldum. Derinlerimden titreme de geliyor. Bu bir sıtma ateşi ve titremesidir. Üzerime yorganlar örtünüz.
Vali Abdullah b. Muti’ye de durumumu bildiriniz” dedi.
Zaide b. Kudame:
“-Ben senin sıtmaya tutulduğunu; ateşler içinde yandığını; için, için titrediğini, kalın yorganlar altında yattığını valiye söylerim” dedi.
Muhtar Zaide’nin yanında gelen Hüseyin b. Abdullah’a:
“-Ey Hemdan’lı kardeş!
Sende Zaide b Kudame gibi valinin yanında beni mazeretli göster. Bu senin için daha hayırlıdır” deyip tehdit etti.
Hüseyin b. Abdullah dediğini yapmaz ise açık ya da gizli şekilde öldürüleceğini hemen anladı. Can korkusuna düştü.
Bu nedenle:
“-Bende İbni Kudame’nin söylediğini söyler, mazeretini İbni Muti’ye iletirim” demeye mecbur kaldı.
Her ikisi de Abdullah b. Muti’nın yanına gidip Muhtar’ın sıtmaya yakalandığını, gelemeyecek kadar hasta olduğunu bildirdiler ve birbirlerini doğruladılar.
***
Muhtar b. Ebi Ubeyd’in kendisinin Muhammed b. Ali tarafından görevlendirilip gönderildiğini iddia etmesi ve Onun adına biatler alması etrafında toplananların sayısını artırmıştı ama içlerinde kimilerinin de şüphelerini çekmişti.
Şibam Abdurrahman b. Şureyh şerefli, itibarlı, sözünü esirgemeyen zeki bir adamdı.
Söz ve davranışlarında bazı tutarsızlıklar olduğunun farkına varınca Muhtar’dan şüphelendi. Dört arkadaşına şüphelerinden bahsetti.
Konuyu tartışmak üzere Siru’l-Hanefiyye’nin evinde toplandılar.
Şibam Allah’a hamd-ü sena etikten sonra şunları söyledi:
“-Muhtar bizleri ortaya çıkarıp ayaklandırmak istiyor. Kendisine bunun için biat etmiş bulunuyoruz.
Kendisi Muhammed b. Hanefiyye tarafından görevlendirilip gönderildiğini iddia ediyor ama bunu kesin olarak bilmiyoruz.
Muhtar’ın ağzı ise her zaman doğru konuşmuyor.
Ayrıca bu konuda yazıda göstermedi. Bu çok gariptir.
Yapılmak istenen iş Muhammed b. Hanefiyye’ye doğrudan ilgilendirir. İstemeden de olsa ona zarar verebiliriz.
Ben derim ki Muhammed b. Hanefiyye’nin yanına gidip bu işi ona soralım. İşin aslını öğrenelim.
Muhtar’a tabi olmamıza izin verir ise tabi olalım. Dediğini yapalım.
Bizi bundan yasaklarsa Muhtar’ın başında toplanmaktan kaçınalım.
Vallahi bizim için dünya işlerinden; dinimizin selameti kadar arzu ve tercih edilir bir şey olamaz. Bu iş, her işten önce gelir” dedi.
Arkadaşları:
“-Vallahi doğru görüş senin görüşündür. Allah seni doğru yolu göstermiştir. Sen bizi istediğin zaman, istediğin yere götür” dediler.
Bir kaç gün sonra başlarında Şibam Abdurrahman b. Şureyh olduğu halde Mekke’ye doğru yola çıktılar. Mekke’ye varıp Muhammed b. Hanefiyye’nin huzuruna vardılar.
Muhammed b. Hanefiyye Kufe halkının durumunu sorunca olup bitenleri ona anlattılar.
“-Biz yanına bir hacetimiz için geldik. İçine düştüğümüz şüpheden bizi kurtar” dediler.
Muhammed b. Hanefiyye’nin etrafında başka kişiler vardı.
Bu nedenle:
“-Hacetiniz gizli mi, açık mı?” Diye sordu.
Onlarda:
“-Açık değil, gizlidir. Ortada söylenmez” dediler.
Muhammed b. Hanefiyye:
“-O zaman siz biraz yavaş olunuz. Acele etmeyiniz. Uygun ortamın oluşmasını bekleyiniz” dedi.
Muhammed b. Hanefiyye biraz zaman geçip etrafındakiler dağıldıktan sonra onlara gelmeleri için haber gönderdi.
İlk sözü Şibam b. Abdurrahman alıp Allah’a hamd-ü senadan sonra şunları söyledi:
“-Allah siz ehl-i beyti faziletle, diğer insanlara üstün olmakla nasiplendirdi. Peygamberlikle şereflendirdi. Sizlerin bu ümmet üzerindeki hakkınızı büyük kıldı.
Hakkınızı ancak görüşte yanılanlar, nasipsizler; hak, hukuk bilmezler ret ve inkâr ederler.
Hüseyin (kendisine rahmetle anarım) ve siz musibet ve felaketlerin en büyüğüne uğradınız.
Sizlerle birlikte tüm Müslümanlarda felaketlere ve musibetlere uğradı.
Anneleri babaları öldürülmüş yetim ve öksüz çocuklar gibi kaldılar.
Sonunda Muhtar b. Ebu Ubeyd bize geldi. Kendisinin sizin tarafından vazifelendirilip gönderildiğini söyledi.
Bizlere Allah’ın kitabına ve Resulallah aleyhisselamın sünnetine, ehl-i beytin haksız yere dökülen kanlarını aramaya ve intikamlarını almaya, zalimleri zayıflar ve masumlar üzerinden defetmeye davet etti. Biz bu hususta ona biat ettik.
Sonra biz yanına gelip olup bitenleri sana anlatmaya ve görüşünüzü almaya uygun görüp yanına geldik
Eğer Muhtar b. Ebu Ubeyd’e biatimizi devam ettirmeyi uygun görür, bunu bize emrederseniz dediğinizi yaparız.
Eğer ona olan biatimizi geçersiz kılar, ona yaklaşmamızı yasaklarsan ondan kaçınacağız” dedi.
Diğerleri de Şibam Aburrahman’ın söylediklerine benzer sözler söylediler.
Muhammed b. Hanefiyye konuşmaları sonuna kadar dinledi.
Konuşmalar bitince uzun, uzun düşündü. Ardından Allah’a hamd-ü sena getirdikten sonra şunları söyledi:
“-Siz Allah’ın insanlar içinde fazilet ve üstünlüğü biz ehl-i beyte tahsis ettiğini söylediniz.
Şüphe yok ki Allah dilediğini dilediğine verir, dilediğini diğerlerinden üstün kılar.
Allah fazl-ü ihsan sahibidir.
Biz ehl-i beyte ihsan ettiği fazilet ve üstünlükten dolayı Allah’a hamdolsun.
Hüseyin b. Ali ile büyük bir musibete uğradığımızı söylediniz.
O büyük ve çetin öldürülme Hüseyin’in kaderinde vardı. O olay onun alın yazısı idi.
Allah Hüseyin ve yandaşlarını masum oldukları halde zulüm görerek öldürüleceklerini ezelden hükmetmiş ise bu onları şereflendirmek, derecelerini yükseltmek, onları öldürenleri de alçaltmak için nasip ve ihsan etmiştir” dedikten sonra Nisa suresinin 47nci, Ahzap suresinin 38 ayetini artarda okudu ayetini okudu.
Cenab-ı Allah bu ayetlerde şöyle buyuruyordu.
“Allah’ın emri muhakkak yerine gelir”
“Allah’ın emri er ya da geç ama kaçınılmaz olarak yerini bulan bir kaderdir”
Muhammed b. Hanefiyye devamla şunları söyledi:
“-Dökülen kanlarımızı aramaya ve intikamımızı almaya sizleri davet işine gelince; vallahi düşmanlarımıza karşı Allah’ın yarattıklarından dilediği kimse ile bize yardım etmesini umar ve özlerim.
Bu konuda söyleyeceğim söz bu kadardır.
Biz nerede olursa olsun Allah’ın hesap, sevap ve mükâfatını düşünürüz.
Ben kendim için dünyada haksız yere bir müminin öldürülmesini arzu etmem.
Size derim ki; yalancılardan sakınınız. Kendinizi ve dininizi gözetiniz.
Kendim ve sizler için Allah’tan yarlıganmak dilerim.”
Grup Muhammed b. Hanefiyye’nin yanından ayrıldı.
Muhammed b.Hanefiyye’nin sözleri arif olan anlar kabilinden ortada olan sözlerdi.
Grubun lideri konumundaki Şibam Abdurrahman:
“-Muhammed b. Hanefiyyenin bize olan emir ve öğüdü açık ve nettir.
Dökülen kanlarımızı aramaya ve intikamımızı almaya sizleri davet işine gelince; vallahi düşmanlarımıza karşı Allah’ın yarattıklarından dilediği kimse ile bize yardım etmesini umar ve özlerim sözleri ile Muhtar’a tabi olmamızı emretmiştir.
O bize aynı zamandan yaptığımız tüm işlerde Allah’tan korkmamızı, kendimizi ve dinimizi korumamızı da emretmiştir.
Eğer Muhtar’a tabi olmamamızı, ondan uzak durmamızı istese idi kesin bir dil ile yapmayın buyururdu” dedi.
***
Muhtar Muharrem ayında eyleme geçmeyi düşünüyor, buna göre hazırlıklar yapıyor, yaptırıyordu.
Muhtar’ın durumunu Muhammed b. Hanefiyye’ye sormak, gerçeği öğrenmek için içlerinden beş kişinin Mekke’ye gittiklerini öğrenen Muhtar taraftarları arkadaşlarının getireceği haberi beklediler, bu nedenle işi ağırdan alıp, savsakladılar.
Beş kişinin Muhammed b. Hanefiyye ile görüşmek üzere Mekke’ye gittiklerini öğrenince bu haber Muhtar’a çok ağır geldi.
Yanındakilere:
“-İçinizden bazı kişiler şüphelendiler, şaşırdılar, çekindiler, fitne fesat çıkarmaya, bozgunculuğa kalkıştılar.
Onlar sonunda pişman olmuş olarak gelecekler.
Onların yüzleri utançtan öne düşecek, hor hakir olacaklar. Kendilerini açığa vuracaklar, kabuklarından soyulacaklar, maskeleri düşecek ve helak olacaklar” demeye başladı.
Muhammed b. Hanefiyye ile görüşmek için Mekke’ye giden beş kişi Kufe’ye gelince doğruca Muhtar’ın yanına gittiler.
Muhtar onları görünce:
“-Sizler şüphelere düştünüz, fitneye tutuldunuz, imtihana çekildiniz.
Gittiğiniz kişiden bize ne haber getirdiniz?” Diye sordu.
Onlarda:
“-Sana yardım etmemiz emir olundu” dediler.
Muhtar bunu duyunca:
“-Allahüekber! Ben Ebu İshak’ım. Ehl-i beyt taraftarları yanımda toplansınlar” diye bağırdı.
Yakınlarında bulunan ehl-i beyt taraftarları etrafında toplandıktan sonra yüksekçe bir yer çıkıp:
“-Ey ehl-i beyt taraftarı cemaati!
İçinizden bazı kimseler size getirip tebliğ ettiğim şeyin doğru olup olmadığını öğrenmek istediler. Hidayet imamı Murteza’nın ve seçkin peygamberin gökçek huylu oğluna kadar gidip; size getirip, tebliğ etmiş olduğum şeyi kendisine sordular.
O da kendisinin veziri, yardımcısı, elçisi ve dostu olduğumu onlara bildirdi.
Gidenler şüphe ile gittiler, şüphesiz olarak geri geldiler.
Muhammed b. Hanefiyye haramları helalleştirenler ile çarpışmak, mümtaz peygamberimizin ehl-i beytinin kanlarını aramak ve intikamlarını almak hususunda sizlere yapmış olduğum davetime uymanızı ve boyun eğmenizi emretti” deyip bulunduğu yerden indi.
Grubun içinde olan Abdurrahman b. Şureyh ayağa kalkarak Allah’a hamd-ü senadan sonra şunları söyledi.
“-Ey ehl-i beyt taraftarları cemaati!
Biz hem kendimiz, hem de diğer kardeşlerimiz için Mekke’ye gittik. Çünkü bize yüklenen görev çok önemli ydi.
Amacımız durumu kaynağından öğrenip doğruyu tespit ile olabilecek her türlü şüpheden, zandan kurtulmaktı.
Huzuruna vardığımız Mehdi b. Ali’ye Muhtar tarafından bizlere yapılan daveti sorduk.
O bize; dökülen kanlarımızı aramaya ve intikamımızı almaya sizleri davet işine gelince; vallahi düşmanlarımıza karşı Allah’ın yarattıklarından dilediği kimse ile bize yardım etmesini umar ve özlerim buyurarak Muhtar’ın davet ettiklerinde kendisine icabet edip yardımcı olmamızı emretti.
Vallahi bizler Mehdi b. Ali’nin yanından şüphelerden kurtulmuş, yükümüzü indirmiş, hafiflemiş olarak, gönül hoşluğu ve rahatlığı ile döndük.
Allah bu yolda içimizdeki şüphelerin tümünü giderdi.
Düşmanlarımızla çarpışma konusunda görüşümüzü doğrulttu, gücümüzü artırdı.
Bu sözlerim hepinizedir. Burada bulunanlar bulunmayanlara tebliğ etsin. Savaş için hazırlanınız” deyip yerine oturdu.
***
Kufe valisi Abdullah b. Muti bir hile ile makamına getirip ardından zindana atma planı boşa çıkınca Muhtar b. Ebu Ubeyd’i daha yakından takip ettirmeye başlamıştı.
Muhtar b. Ebu Ubeyd’in ehl-i beyt taraftarlarını etrafında topladığı, kalkışma için hazırlandığı haberi hem valiyi, hem de Kerbela olayına karıştıklarından hedef durumunda olan Kufe eşrafını fena halde korkuttu.
Fena korkuttu çünkü bazı istisnalar dışında hemen, hemen hepsi az ya çok bu katliama bulaşmışlardı.
Panik halinde vali Abdullah b.Muti’nin yanına koşuştular.
Valiye:
“-Muhtar azim bir kıyama hazırlanıyor. Hedefinin bizler olduğundan, kılıçlarının bizlere doğrulacağından korkuyoruz.
Sen bu işe el at, tedbirlerini al ve bizi koru.
Çok geç olmadan Muhtar’ın üzerine yürü, onu ve yandaşlarını yok et” dediler.
Vali:
“-Görüşünüz iyi ve doğru bir görüş değildir.
Muhtar bir şeylere hazırlanıyor. Bu doğrudur.
Ehl-i beyt taraftarları daha öncede ibni Surad’ın etrafında toplanmışlar, düşmanlarımız olan Şamlıların üzerine yürümüşlerdi.
Üzerimize yürümeden üzerlerine yürür isek Şamlıların üzerine yürümekten vazgeçip üzerimize yürürler.
Eşek arısı kovanını bile, bile çomak sokmam.
Fakat yine de bazı tedbirler alacağım. Sizler de bana yardımcı olacaksınız” dedi.
Muhtar’a karşı birleştiler, olası bir savaşa hazırlandılar.
Bu hareket eşek arısı kovanına çomak sokma etkisi yaptı. Valinin korktuğu oldu.
0 notes
Text
Masum
Yazıma başlarken dizinin jeneriğini açtım. Yazarken içimde sakinleştiremediğim bir heyecan var. Bunun nedeni diziyi bitirir bitirmez yazmaya başlamam değil. Diziyi bitirince hemen yazmak istedim ama önce heyecanımın dinmesi için biraz beklemem gerekti, yani birkaç hafta kadar. İnkar edemem, hakkında düşündükçe, yazmaya çalıştıkça o kalp çırpıntısını, o heyecanı yeniden hissediyorum. Belki biraz abartıyorum diyorsunuz ama olsun abartacağım. Çünkü yerli dizilerimizin geldiği durum ortadayken, ekranlar iki buçuk saatlik zaman kayıpları, senaryo katledilişleri ve saçmalıklarla doluyken abartmamak elde mi?
Yeni yılın henüz başıydı sanırım, sosyal medyada gezerken Masum dizisiyle ilgili bir şeyler gördüm. “Türkiye'nin ilk büyük bütçeli internet dizisi!” Başta keyfim yerine gelse de çok sürmedi zira böyle kaliteli bir dizi çıkacağına hiç mi hiç inanmıyorum tabii ki. İnternette mi yayınlanacak, nasıl olur diye düşünürken açtım fragmanı hemen. "Bir baba evladı için neler yapar biliyor musun sen?" diyen Haluk Bilginer'in sesi. Ve ona cevap olarak Ali Atay’ın "Her şeyi" cümlesi. Yok daha neler canım diyorum. Büyük bütçenin çoğu nereye gitmiş anlaşıldı. Tam bir oyuncular şöleni! İsimlerini yeri geldikçe yazacağım, sabredin. Gergin bir müzik çalıyor arkadan ve birbirinden muhteşem oyuncuların yüzleri beliriyor.
Fragmanın heyecanı bitmemişken derhal Google amcadan bilgileri almaya başlıyorum. "Suç, drama, polisiye" konusu çıkıyor karşıma. Altın Portakal ödüllü bir yönetmen Seren Yüce ile tanışmış oluyorum. Berkun Oya'nın "Bayrak" adlı bir oyundan esinlenerek yazılmış. Bölüm sürelerinin ortalama altmış dakika olması da muhteşem. Bundan sonra tek yapabileceğim fragman çıkarsa onu izlemek ve diziyi sabırsızlıkla beklemek. Sekiz bölüm olacak dizi haftada iki bölüm yayınlanarak bitecek.
Diziyi henüz izlememişlere tavsiye vermek istiyorum. Diziyi hemen oturup bitirmeyin çünkü pişman olursunuz. Kötü olduğundan değil bilakis; tadını çıkara çıkara, böyle sindire sindire izlemenizi istediğimden. Ben yayınlandıkça ikişer bölüm izledim. En tadında olan bu sanırım. İzlerken diziyi durdurmaktan da çekinmeyin. Yönetmen aralara ipuçları yerleştirmiş. Fırsatınız olursa ve tekrardan oynanırsa "Bayrak" oyununu izlemek de harika olur. Oyunu izledikten sonra dizi sıkıcı olur diye düşünmeyin sakın. Senarist oyunu izleyenler için de diziye farklılıklar katmış. Mesela: Bayrak oyununda pek isim geçmiyormuş. Baba, anne, abi, polis gibi sıfatlar kullanılmış fakat dizide bu çok zor olacağından isimler var.
Masum izlemeyi tercih ettiğimiz o meşhur yabancı dizilerin tadını veriyor. Daha önce söylediğim gibi süresi de gayet makul. Bakışmalı saçmalıklar hiç yok. Bölüm sayısı az, rahatça izlemeye olanak veriyor. Filmin kurgusu da zekanıza hakaret etmiyor tersine çalışmasını sağlıyor. Birazcık karışık bir kurgusu olsa da bence izleyicisini içine çeken bir dozda. İnternette yayınlanmasının avantajı ise sansür yok! Hala mı ikna olmadınız? Jenerik müziği Selda Bağcan'dan! Diziyi izlemek için vereceğiniz paranın hakkını sonuna kadar alacaksınız. Ödediğiniz para o deneyime kesinlikle değer sakın bu nedenle izlememezlik etmeyin. Imdb'den 9,4 puan almayı da başarmış üstelik.
Diziyi henüz izlemediyseniz, umarım sizi ikna edebilmişimdir. Hemen diziyi izlemeye gidin ve yazının kalanını okumayın. Uyarmam gerekiyor ki bol bol spoiler gelecek. Sonra bana kızmayın, diziyi izledikten sonra da ilk işiniz tabi ki bu yazıyı okumak olsun. Son uyarım: Buradan sonra SPOİLER olacak!
Masum'u kısaca özetlemek istiyorum önce. Emekli bir polisimiz var dizide: Cevdet komiser. Emekliliğinden sonra eşiyle birlikte sakin bir yere taşınmış. Ailenin iki çocuğu var. İkisi de evlilik geçirmişler. Abi ve kardeşin eşi trafik kazasında hayatlarını kaybetmiş. Kardeş eşinin ölümünden sonra babasının ve annesinin yanına taşınmış. Psikolojik rahatsızlıkları var ve alkolik. Ve bir polisimiz var: Yusuf. Ailesi darmadağın olmuş, bir kızı var. Bir gün amirinden bir dosya geliyor. Dosya bahsettiğimiz abi ve kardeşin eşinin ölümü hakkında şüpheler olduğu yönünde. Yusuf eski meslek hocası olan Cevdet'in yanına gidiyor ve olayı yavaştan çözmeye çalışıyor. Durum trafik kazası değil tabii ortada cinayet var. Ama bunu aydınlatmak kolay değil. Zira hiçbir şey göründüğü gibi değil. Olayı sürpriz bir sonla çözmesine rağmen finalde bir kez daha şok oluyoruz. Nasıl mı, izleyin görün.
Masum'un ilk bölümleri yayınlanınca arkadaşımla tek seferde izledik. Jenerik etkilediği kadar geriyor aynı zamanda. Girişinden itibaren hemen sizi bağlıyor. Polisiye olunca başlarda silahların konuştuğu, bolca karakolda geçen bir dizi düşünmeyin. Karakolda geçen sayılı sahne var. Önce pür dikkat diziyi anlamaya çalışıyorsunuz. İlk iki bölüm de çok şahane açılış bölümleri olmuş. Sizi sıkmadan diziye adapte ediyor. Yusuf'un dinlenme amacıyla gittiğini düşünürken, Tarık ile karşılaşması hiç de tesadüf değilmiş. Tarık'ın hayal gördüğünü müzik sayesinde anında anlayıveriyoruz.
Her bölümün sonunda can alıcı sahne olacağını anlıyoruz artık. Cevdet ve Yusuf'un kozlarını bir anda dökmesini açıkçası hiç beklemiyordum. Burada dizimizin bizi kanser etmeden hızlıca açılacağını anlıyoruz. Dizimiz bir süre sonra flashback'lere başlıyor. Burada kurgu karışmıyor değil. Ama oyuncularımızın saç ve sakalları geri ve ileri tarihleri anlamamıza yetiyor. Emel'e hepimiz üzülüyoruz. Düşünsenize evleniyorsunuz ve eşiniz ağır psikolojik hastaymış ve zor da olsa ailesine söylediğinizde annesi sizi suçlayarak gece vakti dışarıdan mı yemek söylüyorsunuz, yemek yapmıyor musun gibi itamlar ile sizi suçluyor. Babası da çok basite alıyor olayı!
Dizi Yusuf komiserin etrafında dönecek zannederken başka bir hal almaya başlıyor. Olaylar Cevdet komiserin ailesi etrafında gelişiyor. Serkan Keskin'i ben İsmail abi olarak tanırdım. Taner olarak gördüğüm zaman çok şaşırdım. Dizide her şey karışmaya başlarken bir de şekerci psikopatımız Selim ekleniyor. Amacı ne anlamıyoruz ama Taner'in onu gömdüğünden emin oluyoruz. Olaylar gelişirken her şeyden bir haber masum Tarık da komutanıyla uğraşıyor. Okan Yalabık'ın oyunculuğu muhteşem! Bizi Tarık'ın zihninin derinlerine sokmayı başarıyor. Emel de aynı şekilde bize kendini anlatmaya çalışıyor. Tabii onu anlamaya çalışsak da, aldatmasını kabul edemiyoruz.
Her hafta diziyi beklemeye başladım yayınlandıkça hemen izliyorum. Ah o Haluk Bilginer'in tiradları ah! O anlatırken görsel bir şeye ihtiyaç duymuyorsun, zaten her şey kafanda canlanıyor. Güzelce ayarını veriyor her seferinde. Nur Sürer'e de değinmeden edemeyeceğim. Her sahnesini hayranlıkla izledim. Dizide oyunculuk hakkında bir sıralama yapacak olursam kendisini en üst sıraya koyarım. Ailenin neden oğullarını koruduklarını, motivasyonlarını tamamıyla anlıyoruz kendisinden.
Sanırım bu kısımları fazla uzattım, hızlıca toparlamaya çalışacağım. Hiçbir şeyin aslında göründüğü gibi olmadığını görmeye başlıyoruz demiştim evvelce. İlkin Emel'in masaya çarpmasıyla hemen ölmesiyle, Selim'in benzer şekilde duvara çarpıp hemen ölmesi bizi tatmin etmiyor. Zaten sonrasında da 'o şekilde' ölmedikleri ortaya çıkıyor. Katilimizin net motivasyonunu anlamasak da (katili söylemeyeceğim) Yusuf komiser olayları çözmesiyle kalıyor.
Adeta şok etkisi yaratan Tarık'ın finali (Tarık'ın finali diyeceğim çünkü bence dizide iki final var.) bizi ekran karşısında donduruyor. Beni ümitlendiren Cevdet komiser'in ölmemiş olmasıdır bu arada, umarım ikinci sezonu ve Cevdet komiserimizi görürüz.
Şimdi gelelim ikinci finalimize, Selahattin amirin göründüğü gibi olmaması! Yusuf komiserin beyninde flashback'ler yaşanırken anlıyoruz ki dizide bu olayın azar azar veriliyor, ama tabi ki de yeterli değil. Dizi biterken ikinci sezonu sabırsızlıkla bekliyoruz. Ayrıca dizinin jenerik sahnesinin son bölümünün giriş sahnesi olması da ayrı bir hava katıyor.
Oyunculuklardan bahsedelim, Haluk Bilginer'in oyunculuğuna aşık oluyoruz çünkü izleyiciyi ses tonu ve duruşuyla etkilemesi dışında Cevdet komiserin neyi neden yaptığını sorgulatmıyor bize. Aynı zamanda Nur Sürer bize anneliğin nasıl bir duygu olduğunu verirken, hafif huysuzlukları, konudan bağımsız sözleriyle diziye hoş bir duygu katıyor. Ali Atay da zaman zaman Mecnun etkileri hissetsem de bende o rolle yer edinmesiyle bağdaşlaştırdığım oluyor. Serkan Keskin! Biz onu dünyalar tatlısı İsmail abi olarak bilsek de Taner rolüyle tamamen farklı bir rolün üstesinden gelmiş. Okan Yalabık bizi Tarık'ın psikolojisine tamamen sokmayı başarıyor ve oyunculuk dersi veriyor. Emel'in psikolojisini anlayabildiğimiz gibi, Selim'in ruh halini de bir o kadar anlamıyoruz çünkü rolleri bunu gerektiriyor. Tülin Özen ve Bartu Küçükçağlayan bu rollari hakkıyla yerine getiriyor. Oyunculukların bu derece muhteşem olacağını zaten tahmin ediyorduk, herkes rolünün hakkını vermiş.
Dizinin internette yayınlanmasının birçok faydasını gördük. Rahatça küfür etmeleri samimiyet katsa da zaman zaman bunu abarttıkları olmuş. Hafta hafta yetiştirmek zorunlulukları olmadığından rahatça kurgu yapılmış. Örneğin geçmişte Serkan Keskin hep sakallı. Geçmiş sahneler çekildikten sonra rahatça diğer sahneler çekilmiş. Müzik kurgusunun biraz hatalı olduğunu düşünüyorum çünkü müzikler ile neler olabileceğini az çok tahmin edebiliyorsun. Ayrıca bu dizinin kırdığı çok güzel bir klişe var. Normalde başroller yakışıklıdır güzeldir, mükemmel erkek ve kadınlardır. Tabii ki böyle olmak zorunda değil! Başrol neden göbekli olmasın, kel olmasın? Bu örnekler hiç yok demiyorum fakat diziler izlensin diye oyuncuların sahte mükemmelliğinden hepimiz yorulmadık mı?
Masum'u fazlasıyla övdüm ve eleştirilecek yerleri olsa da bunu elimden geldiğince az yapmaya çalıştım. Zira bu tarz yapıtların desteklenmesi gerektiğini düşünüyorum. Yerli dizilerin ne hale geldiği ortada. İki buçuk saatlik tamamen zaman kayıpları. Ben zaten izlemiyorum demek kaçış yolu olmamalı. Ben neden mükemmel oyuncularımızın harcandığı dizileri izleyeyim ki? Sadece ve sadece kar amaçlı diziler olsun, reyting uğruna güzel olan diziler harcansın ki? Bu tarz diziler yeterli desteği ve izleyiciyi arkasına alsın ki bu gibi örnekler çoğalsın.
Dizi, film dediğin bir çok insanın emeğidir, iyi ve ya kötü olması ortada emek olmadığını göstermez. Bu sebeple güzel olanları destekleyelim ki kötüler doğal yollarla azalsın yerini güzel yapıtlara bıraksın.
O yüzden korsandan kaçınarak bu emeğin karşılığını vererek izleyelim. BluTV'nin açtığı bu yol sayesinde belki de birçok başyapıt izleyeceğiz. Bunun gibi birçok 'kaliteli' dizi ve filmin olmasını ümit ederekten yazımı bitiriyorum. Masum hakkında düşüncelerimi yazmaya çalıştım, umarım beğenmişsinizdir. Başka dizi yorumlarında görüşmek üzere!
0 notes
Note
bu gün bir film izledim son cadı avcısı onda çalıyordu bu şarkı Ciara - Paint It, Black heee başka istersen beni duygulandıran bir şarkı olarak da Lordi - It Snows In Hell heee ama ben hard seviyorum diyorsan ise CRADLE OF FILTH - Forgive Me Father yav bu çok haşin dersen de Linkin Park - From the inside ama kardeş biraz da siyasi dünya barışı falan istiyorsan Serj Tankian - Empty Walls ama bu serj tankian denen oç.(afedersin) türklere karşı tabi ki ermeni asıllı ve soykırım var demekte.
Tamam eyvallah sağol aralarından bazılarına bakıcam şöyle bişey sorucam peki bunu iletiden de anlatmaya başlayabilirsin keyfin bilir tamamen sırf iki tane pentagram paylaştım diye ben şimdi satanizm yanlısıyım ve tamamen satanizme yönelicrm öylemi kusura bakma ben burda satanizmle alakalı fotoğraflar paylaştım çünkü görüntü olarak kendimi bildim bileli hoşuma gidiyo tıpkı korku filmi sevmek gibi ki ben şuanda tamamen çağana takmıç durumdayım ama bundan bi sene öncesindede deli gibi metalica dinlerdim bi grup vardı unuttum vs ben öyle bi insanımki kulağa hoş gelen tüm şarkıları müzikleri dinlerim yeri geldiğinde klasik müzik yeri geldiğinde rock müzik bunu yargılamak sana veya size düşmüyo benim müzik zevkim benim blogum fikrini isteğin kadar belirt eleştirini istediğin kadar yap ama böyle alaycı konuşarak kendici yüceltmiyo adrte küçük düşürüyosun dediğin şarkılara yavaştan bakıyorum ama anlamlarına direk ve şarkı o kadar saçma geliyoki müziğini de pek beğendiğim söylenemez ilk ikisi için söylüyorum ha ben satanistim diyosan iletiye beklerim satanizm hakkında neler biliyosun bi tartışalım bunu
1 note
·
View note
Text
Bahadır Efsanesi 2. Bölüm
Bahadır Efsanesi 2. Bölüm Yıllar geçti, Bahadır 14 yaşına geldi, Bahadır bu sürede tarlada babasına yardım etti, atlarla ve koyunları ile ilgilendi, defaatle koyunlar üzerinde yeni yeni deneyler yaptı ama en sonunda artık otları iyice anladığından onları hasta etmek yerine tedavi eder hale geldi. Zaman zaman atına atladı çevre köyleri gezdi, bazen biraz para kazanmak için topladığı şifalı otları sattı. Ancak bu sakin hayat Bahadır’a yetmedi. (Bahadır’ın çocukluğuna dair birkaç kısım daha yazmak niyetindeyim. Bu hikayenin son hali değildir) Bahadır bir gün babasına “Baba, izin ver okumaya gideyim, işim mesleğim olsun, sende artık beni düşünme, Anam için ağlayıp durma, halam sana bir kısmet bulsun, evlen.” Halil oğluna “Oğlum gitmek istersen git, yolun açık olsun. Evliliğe gelince, bana karışma.” dedi. Ardından “Sana verecek param yok fakat atının yanı sıra koyunları yanına al, koyunları kasabada sat, o para ile Taşhisar medresesine git, oradaki hocaların methini çok duydum. Her ne iş yaparsan yap o işin ustası ol oğlum.” Baba oğul kucaklaştı, Bahadır babasının tavsiyesine uyup yıllar içinde babasının baş edemeyeceği kadar kalabalıklaşmış yüz koyundan oluşan koyun sürüsünün yanına aldı, babası koyunlarla uğraşmak, çoban bulmak istemediğinden koyunların hepsini Bahadırın yanına vermişti, zaten atlar geleli beri tarlayı rahat işlediğinden ve tarlanın ürünü ona fazla fazla yettiğinden birde koyunlarla uğraşmasına gerek kalmamıştı. Bahadır koyunlar ile birlikte Taşhisar’ın yolunu tuttu Taşhisar uzaktı, yolda koyunlarını satacak bir yer arıyordu. Bu esnada yanına sürekli gülümseyen, bir adam yaklaştı. Adam “Merhaba arkadaş, ben Tahir, senin adın ne?” Bahadır “Bahadır” Tahir koyunları süzdü, niyetinin koyunlarla ilgili olduğu belliydi. Tahir, “Neden gelir nereye gidersin.” Bahadır “Yol beni nereye götürürse oraya.” Bahadır hemen bir bit yeniği sezmişti, tanımadığı bir adama lüzumundan fazla bilgi vermek istemiyordu. Tahir konuştu “Kardeş koyunlar satılık mı?” Bahadır “Hayır, değil.” dedi. Kestirip attı, fakat Tahir durmak bilmiyordu “Bana sat bunları, acele ihtiyacım var.” Bahadır “Niye?” diye sordu. “Ağamın kızı evleniyor, acele koyun almam gerekiyor.” Bahadır “Hangi köydensin?” Tahir “Aladağ” dedi. Bahadır kendi komşu köylerini bilirdi, Aladağ’ın ağasının hiç kızı yoktu, üstelik tüm bölgenin en büyük koyun sürüsü onundu. Bahadır zaten dolandırıcı olduğundan şüphelendiği Tahir’in dolandırıcı olduğundan iyice emin oldu. Bu esnada Tahir elini kesesine attı ardından keseyi Bahadır’a attı. Ardından Bahadır’a “Sürün etse etse yüz altın eder, ben sana iki yüz altın veriyorum, hadi sat” dedi. Bahadır keseden paraları tek tek çıkarıp kontrol etmeye başladı. Önce paranın sahte olduğunu düşünüyordu, ardından hepsinin gerçek olduğunu fark etti. Bahadır, Tahir’in derdinin başka olduğunu anladı, sürüy�� değerinin iki katına satmak da çok cazipti. Bahadır “Peki sürü senindir, dedi ve “Deh” diyerek biraz hızlandı. Tahir Bahadır’ın gittiğinden emin olana kadar sürüyü durdurdu ve bekledi. Bahadır kimsenin kasabaya az bir yol kalmışken iki saat fazladan yol gitmemek için yüz altın fazladan para vereceğine ihtimal vermiyordu. Bu işte bir iş vardı. Bahadır yanındaki çıkının içindeki ekmek parçasını ağzına tıktı ve çıkını dörde yırttı, ardından atının ayaklarının altına o kumaşları güzelce kat kat sardı. İyi eğitilmiş at sessizce sahibinin ayaklarını sarmasına izin verdi, ardından Bahadır uzaktan ve sessizce Tahir’i takibe başladı. Tahir bir kampa yaklaştı, orada yirmi kadar silahlı eşkiya vardı, bu adamların hepsi yörük çobanı kılığına girdiler ve silahlarını cüppelerinin ve çoban kepeneklerinin altına sakladılar. Bahadır olayı çözememişti, belli ki koyunları kendilerini daha iyi gizlemek için almışlardı. Fakat neden onun koyunları için fazla fazla ödemişlerdi üstelik niye Bahadıra para vermişlerdi, bu silahlı adamlar Bahadır’ı kolayca öldürebilirlerdi. Bahadır takibe devam etti, eşkıyalar sürüyü yanlarına katıp hızla ilerlediler, Yolda bir at arabası ile karşılaştılar, eşkiyalar koyunları at arabasının önünü kesmek için kullandılar ve ardından arabadakilere saldırdılar. Araba orta halli bir tüccarın at arabasına benziyordu, fakat arabadakilerin sahte yörükler gibi sahte olduğu çok geçmeden ortaya çıktı, arabayı kullanan adam ve arabanın içindeki üç kişi daha uzaktan erkek mi kızmı olduğu anlaşılmayan bir beşinci kişiyi korumak için çok büyük bir mücadeleye giriştiler. Bu adamlar o kadar iyi dövüşüyordu ki onlardan beş kat kalabalık eşkiyaların yarısı on dakika içinde ellerinde can verdi. Bu esnada Bahadır’ın Tahir olduğunu tahmin ettiği bir kişi arabanın ortasında sap gibi duran ve cesur muhafızların korumaya çalıştığı kişiyi kaptı ve birkaç eşkıya ile birlikte at üstünde kaçtılar. Bahadır’ın jetonu o anda düştü. Bahadır kendi koyunlarını kendi otlatan nadir insanlardan biriydi, normalde köylerde çobanlar herkesin koyunlarını toplu otlatırdı. Bu yüzden koyunlar sahiplerinin kim olduğunu göstermesi için (koyunlar karışmasın diye) farklı bölgelerinden kınalanırdı, mesela bir köylü koyunlarını ön sol bacağını kınalıyorsa başka biri arka sağ budunu kınalardı. Bu kınalar sayesinde usta ve kararlı bir subaşı koyunların hangi köyden olduğunu hatta kime ait olduğunu bulabilirdi. Muhafızlar son birkaç eşkıyayı da öldürdü, ellerinde tek biri sağ kalmıştı fakat o kendisine bir hançer sapladı. Bunlar eşkıya olamayacak kadar fedakârlardı. Muhafızlar iz aramaya başladılar. Fakat Tahir’in adamları pusu noktasını iyi seçmişti, arazi taşlıktı ve muhafızların takip edecekleri hiç bir iz yoktu. Koyunların Bahadır’a ait olduğunun ortaya çıkması ihtimali de yoktu. Kaçırılan baya kurnazdı ve muhafızları çaresiz ve hiç bir ipucu olmayan bir halde bırakmışlardı. Bahadır muhafızlardan daha şanslıydı, Tahir’in gitti yolu görmüştü, oraya doğru atını sürdü. Bahadır kısa sürede Tahir’in önce izini buldu ardından da kendisini. Atının ayaklarındaki çaputlar sayesinde sessizce Tahir’i izlemeye devam etti. Başka bir kamp alanında Tahir esir ettiği kişiyi yüzü örten kara miğferli, kızıl börklü, kara zırhlı adamlara teslim etti ve Tahir, Bahadırın altınla dolu olduğunu tahmin ettiği bir torbayı eline aldı ve uzaklaştı. Bahadır bu adamların kim olduğunu bilmiyordu. Fakat şimdilik hedefi Tahir’di. Bahadır, Tahir ve yanındaki iki adamını takip etmeye koyuldu. Tahir ve iki adamı gece vakti uykuya daldıklarında Bahadır koyun derisi yumuşak çarıkları sayesinde sessizce kamplarına yaklaştı. Bahadır şimdiye kadar öğrendiği şifalı ve zehirli otlardan elde ettiği, toz ve sıvıları taşıdığı bir kesesi vardı, o keseden çok daha küçük bir kese çıkardı bu kesedeki çok çeşitli zehirlerden biriydi. Adamların mataralarına zehir koydu ardından yavaş hareketlerle uzaklaştı, ertesi gün Bahadır hedeflerini takip etmeye devam etti. Zehir’in etkisi çabuk değildi, sabah hepsi su içmişti ve üç saat sonra sonra Tahir devrildi, iki adamı ne yapacaklarını bilmez halde hararetli bir tartışmaya girdiler, kan basıncının artması zehrin etkisini daha çabuk göstermesine neden oldu on beş dakika sonra diğer ikisi de yerdeydi. Bahadır kim olduğunu ne yaptıklarını tam bilmediği kişileri sorgulamadan öldürecek kadar gaddar biri değildi. Panzehiri geceden hazırlamıştı. Ne olup bittiğini koyunlarının neye alet edildiğini bilmesi gerekiyordu. Bahadır Tahir’in yanına geldi Yerde kıvranmakta olan adamlara elindeki küçük şişeyi salladı, “Sizi ben zehirledim, iki saate kalmaz ölürsünüz, tabi bu elimdeki Panzehirden içmezseniz.” Tahir “Sen kimsin, ne yaptığını sanıyorsun.” öksürüğe boğuldu ardından. Bahadır gülümsedi. “Soruları ben sorarım, yaşamak istiyorsanız siz cevaplarsınız.” Tahir “Ne istiyorsun!” Bahadır “Kaçırdığınız kimdi?” Tahir “Bizi öldürürler.” diye inledi Bahadır “Konuşmazsan zaten öleceksin dedi. Tahir “Yüksekhisar beyinin kızı Belma” Bahadır kafasını kaşıdı “ İyi de bir bey kızının kendi babasının kalesinden bu kadar uzakta ne işi var?” Tahir “Bize panzehiri ver sana altın veririz.” Bahadır güldü “Altınlarınızı siz öldükten sonrada rahatlıkla alabilirim.” Tahir’in adamlarından biri “Ailelerimizi öldürürler, ne olursun.” dedi. Bahadır “Aslına bakılırsa ailelerinizin sağ kalmasının tek yolu konuşmanız, çünkü ben gördüklerimi Akhisar beyine haber edeceğim.” Akhisar beyi Bahadır’ın yaşadığı bölgenin beyiydi. Sultanın haklı sebeplerle en güvendiği valilerinden biriydi. Bir bey kızının kaçırılmasını, hele ki kendi sorumluluğunda olan topraklarda kaçırılmasını hiç hoş karşılamayacaktı. Tahir kuş gibi ötmeye başladı “Lütfen, kızıl Kağan’ın adamları ailelerimizi öldürür.” Daha önce hiç konuşmamış adam “Susalım, ailelerimizin yaşaması için tek şansımız bu.” Bahadır tiksinmiş bir ifadeyle adamlara baktı ve iğrendiğini belli eder şekilde tükürdü. Kızıl Kağan pek çok devleti yıkarak ülkelerinin sınırına gelmiş girdiği yerleri yakıp yıkan son derece kurnaz ve aynı derece acımasız bir adamdı. Ordularının gücüne rağmen, savaşçılarının yeteneğine rağmen askerlerini telef etmez gireceği ülkeleri önce karıştırır sonra zayıf anlarında işgal ederdi. Bahadır Kızıl Kağan’ın Moğol askerlerinin önünden kaçan sefil olmuş insanları çok görmüştü. Ülkesinin işgaline sessiz kalacak bir hain değildi o. Tahir ve adamlarına tekrar sorular sormaya başladı. “Görüştüğünüz kişi kimdi? Kaç kişiler? Belma midir nedir kızı ne yapacaklar? Planlar ne?” Tahir ve adamları çenelerini tutup konuşmadı. Bahadır dediğini yaptı, onlara konuşmazlarsa panzehiri alamayacaklarını söyleyerek iki saat bekledi. Konuşmadılar. Öldükten sonra üstlerini aradı, içinde bin altın olan torbayı ve üstlerinde ipucu teşkil edebilecek birkaç eşyayı aldı. Ölüleri bırakıp atların aldı ve dörtnala at değiştirerek gitmek suretiyle normalde bir gün uzakta olan Ak hisar kalesine doğru son sürat yola koyuldu. Bahadır son surat Akhisara vardı, şehrin dış duvarının açık kapısından hızla geçti. Hiç bir yere takılmadan Hisar’ın (Dış duvarın içindeki kale, hisar kelimesi bu kitapta iç kalesi bulunan duvarlı şehir anlamında da kullanılmıştır.) kapısına vardı. Kale muhafızları dörtnala gelip kan ter içinde “Beyle acele görüşmem lazım.” diyen delikanlıya “Bey halkı cuma namazı sonrası dinler, o zaman görüşürsün” dediler. Bahadır “Eğer beyle hemen görüşmezsem ben sizle yarın, hep beraber idam sehpasında sallanırken görüşürüm” dedi. Muhafızlar böyle bir tehdit eden ve buraya kadar atları koşturduğu belli olan gençle fazla uğraşmak istemediler. Akhisar beyi tam olarak Bahadırın beklediği gibiydi, kaytan bıyıklı, yakışıklı, kırklı yaşlarının başında bir adam. Ak hisar beyinin adı İsmail’di ve başında Ak hisar beylerinin hep takmayı nesilden nesile adete dönüştürdüğü ak tolga (miğfer) vardı. İsmail bey konuştu “Söyle bakalım genç ne oldu da böyle kan ter içinde buraya geldin. Bahadır derin bir nefes aldı “Beyim söylediklerim size inanması zor gelecek. Fakat inanın doğruyu söylüyorum. Bir gurup haydut bizim topraklarımızda Yüksekhisar beyi’nin kızı Belma’yı kaçırdılar.” Bey gülümsedi “ E kimmiş bu haydutlar?” Bahadır “Bilmiyorum, fakat kızıl kağan için çalışıyorlar.” Bey bu mendeburun adını nasıl anıp benim tadımı kaçırdın dermişçesine bir tiksinti ile baktı. İsmail bey “O şerefsizleri bizim topraklarımızda mı gördün? “ Bahadır “Kara zırhlı, koyu kırmızı börklü adamlar gördüm.” İsmail bey elini çenesine yasladı. “Yüksek hisar beyinin kızının bizim topraklarımızda işi neymiş” diye mırıldandı Bahadır “Bilmiyorum. Fakat Kızıl Kağan adisinin adını duyar duymaz buraya geldim.” Bey “En baştan bir anlat bakalım ne oldu.” Bahadır anlatmaya başladı. “Babamın izni ile Taşhisar’a tahsile gidiyordum, babam bana satmam ve tahsilde kullanmam için koyun sürümüzü verdi. Yolda bir adam bana sürümün değerinin çok üstünde bir para vererek sürümü satın aldı. Bende kendini Tahir olarak tanıtan bu adamın bu koyunlara niye bu kadar para verdiğini merak edip takip ettim. Yolda taşlık bir bölgede pusu kurdular. Orta halli tüccarın at arabasına benzetilmiş sivil giyimli dört muhafız ve Ak hisar beyinin kızı Belma olduğunu öğrendiğim bir korunan kişinin bulunduğu arabaya saldırdılar. Koyunlarımı bir arabanın yolunu kapamak için kullandılar. Muhafızlar kızı korurken Tahir ve iki adamı kızı kaçırmayı başardı. Daha sonra bahsettiğim kara zırhlı kimselere teslim ettiler. Tahir ve adamlarını takip ettim, gece vakti sularını zehirledim. Sabah ise konuşmadıkları takdirde öleceklerini söyledim. Ailelerinin güvenliği ve kızıl kağan hakkında bir şeyler sayıklayıp ölümü yaşama tercih ettiler.” Bey “Söylediklerin inanması güç ama doğru ise ihmal edilmeyecek kadar önemli bir durum.” Yumruğunu çenesine dayadı ve düşünmeye başladı. Bahadır “Muhafızları en son Elekli köyü yakınındaki taşlık arazide gördüm, kızıl börklüleri ise İştence köyü yakınındaki boş alanda, adının Tahir olduğunu söyleyen kişi ve iki adamının cesetleri ise buraya bir gün mesafede Ahırlı köyüne yakın bir tepeciğin üstündeler.” Bahadır beyin önüne birkaç eşya dizdi ve anlatmaya başladı “Bu eşyalardan bu kişilerin bu civarlardan olduğu anlaşılıyor ama işi bilen birileri incelerse belki hangi köylerden olduklarını da çıkarır. Söyleyeceklerim bu kadar beyim. Ne olduğunu bilmeniz önemliydi, ben devletime olan vazifemi yaptım, gidiyorum.” Bahadır arkasına bile bakmadı ve beyin el koyma ihtimaline karşı sırtına çanta gibi bağlamış olduğu çuvalın içindeki bin altın hakkında tek kelime bile etmedi. Bahadır Kızıl Kağan’ın köyünü yakmaması ve ailesini kendisini sefil etmemesi için üstüne düşeni fazlasıyla yaptığı kanaatindeydi. Artık bundan sonrası beyin bileceği işti. Mustafa Söylemem Bölüm İçin TIKLAYINIZ Bölüm İçin TIKLAYINIZ Bölüm İçin TIKLAYINIZ Bölüm İçin TIKLAYINIZ Bölüm İçin TIKLAYINIZ Bölüm İçin TIKLAYINIZ Bölüm İçin TIKLAYINIZ Read the full article
0 notes
Text
Usta! Bi’ Karışık, Ortaya.
Merhabalar efendim,
Büyük bir keyifle ve hevesle yazdığım ‘Bir Mayıs Havası’ndan sonra hayat ve Cebrail çok pis üzerime gelmeye başladı. Cebrail kısmını siz de yaşıyorsunuzdur, tabi Antalya, İzmir gibi ülkemizin güzide kentlerinde değilseniz. Memleket bahar yüzü göremiyor, değil yaz... Muz çoraplardan, montlardan, şallardan kurtulamadık. Sanki Şubat. Bu yüzden mutsuzum, bitkinim ve sıkılıyorum.
Bu sefer kaybeden canlı sendromuna devam edecek ve kendimi gömecektim, ancak bugün hiç havamda değilim. O günden bu güne neredeyse bir ay oldu. Aynı psikolojiyi yakalayabilmem mümkün değil. Zaten neyime güvendiysem. Zira yarım saat arayla ruh durumu değişen bir insan için, bir sonraki sefere söz vermek pek de doğru bir tutum değil.
Maceralardan, hikayelerden uzaklaştığımın farkındayım. Burayı günlüğe çevirdiğimin de...
Elbette mazeretlerim var. Teyzemle bir türlü kavuşamıyoruz. Seyahatler, işler, programlar... Bitmiyor. İlk görüşmemizde yanıma 1000 yapraklık bir defter almayı planlıyorum. Kim bilir neler olmuştur, oluyordur.
Retro denilen zımbırtı yeniden başladı sanırım. Olmayacak insanların aklına düşme kapasitem baya arttı. İlginç mesajlar, garip telefonlar silsilesi. Hayır, ilginç olan bir kısmından dökülen sözcükler yaşadıklarımı sorgulamama sebep oluyor.
Mesajları görseniz, konuşmaları duysanız ‘kesin bir şeyler yaşanmış’ dersiniz. Ucundan kulağından alakası yok halbuki.
Hele biri her retro benim kıyılara vuruyor ya da kafa iyice seyahatlerde... Mesajlarını süper zamanlamayla gönderiyor. Beynimin bir kısmı hala ayık olmasa, ‘hayırdır kardeş, bana mı yürüyorsun’ diyeceğim; ama ayık kısmım cevap vermememi sağlıyor. Neyse ki. Gerçi haksız da çıkmam hani. Sadece aramızdaki ilişkiyi laçka bir hale getirmek istemiyorum.
Bir ikisi de var ki, durumun benimle hiç ilgisi olmadığını anlamsız bakışlarla ve durmaksızın konuşarak anlatmaya çalışıyorum. Doğru bir taktik olmadığı kesin.
Bir tanesine de saatlerce, günlerce düşünüyor sonra da cevap veremeyince kendimi daha da zora sokmamak için mesajı siliyorum, ki unutayım.
Neyse, Retro burada kalsın. Başka bir şeyden daha bahsetmek istiyorum.
Lütfen, bloğu arkadaşlarınıza önerirken ya linkini gönderin ya da unutulmayacak, karıştırılmayacak şekilde tam ismini verin.
Malum, orijinal isim biraz uzun. Alan adıysa ismin bir kısaltması. Tabi, ben bloğu açarken kısaltmayı o an aklıma gelen ilk şekilde yazdım. Kredi kartı şifresini bile hatırlayamayan bir insanın o kısaltmayı hatırlayabileceğini düşünmüyorsunuzdur, eminim.
Kısaltmayı tam olarak hatırlayamadığım için Google amcaya sorun diyorum, ‘teyzemin maceraları ve benim hikayelerim’ yazarsanız kesin bulursunuz. Yok. Yok. Öyle bir dünya yok. Ben zor duruma düşüyorum, siz düşmeyin.
Efendim, ben ne kadar masum ve alelade düşüncelerle bu ismi koyduysam da bu kalıpları erotik malzeme olarak kullanan arkadaşlar olmuş. Bizim mevzulara gelene kadar onlarca sayfa erotizme, pornografiye maruz kalıyorsunuz.
Bu bir kere başıma gelince ikinci ve üçüncü defa aynı yolu denemek, benim kerizliğim. Kabul. Öğrendim ama, artık direkt link gönderiyorum.
Bir blog açacaksanız, isim arıyorsanız ‘hikaye’ ve ‘macera’ kelimelerinden kaçının derim. Naçizane...
Son olarak, bazen yolunu kaybeden arkadaşları görüyorum takipçiler arasında. Aradığınızı bulamazsınız canlarım. Ayrı dünyaların insanlarıyız. Bir kısmı durumu fark edip gitti, ama hala şansını deneyenler var.
Hepinizi öpüyorum.
Meşe P.
1 note
·
View note
Text
NASIL BIÇAKLANDIĞIMI ANLATIYORUM
4 Haziran 2017. Cumartesi akşamı. Okuldan İzmirli bi arkadaş telefon edip akşam kadıköy yapalım dedi. Pezevengi severim bok gibi bi adamdır. Evi de benim eve yakın ama öyle ara sıra görüşürüz. O böyle arayınca dedim canı sıkıldı herhalde.
Benimde o akşam bi işim yoktu. Bi kızla konuşuyodum ama onada yol vermek üzereydim. Çünkü kastı kendini. Bilen bilir benim pipim kesik olmadığı için biraz popülerimdir. Baya bi kızın poposuna yazık ettim yani. He bunu nerde biliyolar derseniz açıp gösteriyorum oldu mu aq... Neyse. İşte bu kızda ondan yazdı bana önce bi kaç zarf atmalar falan. Sepet gibide götü var görseniz hak verirsiniz. Kızla muhabbet on numara fakat ciddiye bağlama niyetinde. Bende birine ümit verip hayatını sikmektense doğrudan götünü siker geçerim. Bence daha iyi yani.
İşte bu kızlada o gece oluru yok diye tamam gideriz dedim çocuğa. Kararlaştırdık falan. 8de rexxin önünde buluşuruz dedik. Evler yakın ama çocuk başka yerden gelcekmiş falan.
Grafik tasarım okuduğum için rahatım yani öyle pek kastırmalı derslerim falan yok o yüzden hafta sonu olsun hafta içi olsun takılırım öyle. Bide para kazanmak için resim atölyelerinde resim öğrencilerine modellik yapıyorum. O da ayrı konu.Neyse kafası rahat biriyim yani.
8de buluştuk biz çocukla. Ama biraz sıkıntılı gibi yani. Böyle eli koyu ayrı oynuyo, eli kolu dursa vücudu oynuyo. Dedim hayırdır moruk bi sıkıntın mı var senin. Kızla kavga ettim dedi. Ulan dedim içimden bu gavat kızla kavga edip kafa dağıtmak istedi onda da dışarı çıkmak için bula bula beni buldu. Neyse siktir ettim olan olmuş artık gelmişiz beylikdüzünden kadıköyüne. Napıyım siktir lan dönüyorum mu dicem. Gittik kargaya oturduk muhabbet ediyoruz. Bu anlattıkça anlatıyo. Kızın anneannesinin nasıl felç olduğuna kadar anlattı la herif.
Çok içmedik daha ikinci biralardaydık ama bu biraz sersem gibi oldu. Ama anlattıkçada anlatıyo yani. En son muhabbet bana patlıcak farkındayım. Bu pezeveng anlatıp suscak sonra toplaması bana kalcak falan. Gerginim yani.
Derken deniiiiiz diye tiz bi ses duydum. Allahı duymuş gibi kafasını çevirir mi insan vallahi çevirdim. Bizim okuldan oyunculuk okuyan ara sıra selamlaştığım İrem. Leş gibi bi kız normalde. Akıntısının bile koktuğuna eminim yani gerisini siz düşünün. Ama o an ben muhabbetten kurtulmak için bunla bi muhabbet bi ilgi. Uzaktan gören kıza yürüyorum sanır o derece.
Arkadaşlarla geldik siz iki kişiyseniz eğer gelin masamıza dedi en sonunda. Bende bizimkini dürtükleyip kanına girdim dedim kalk lan bak kalabalık ortama gir az kafanda dağılır falan. Gittik oturduk. Bunlar iki kız bi deyyus olmak üzere üç kişi oturuyolar.
Deyyus biraz rahatsız oldu biz gelince. Sonuçta iki kızla tek başına oturuyodu herif bi anda masadaki deyyus sayısı arttı haliyle lavuk bozuldu. Konu İremin tokmakçısının onu aldatmasına gelince bizim salakla ortak nokta bulmuş oldular ve ikisi konuşmaya başladı.
Bunların iklsi ortamdan frekansı kesti. bi o anlatıyo bi bizim salak anlatıyo falan.Bende neyse muhabbet olsun diye diğer deyyusu zarflıyorum hani ne var ne yok neler yapıyosun falan. Ben bu deyyusu zarflarken o bizle frekansını kesen halden ne ara çıkıpta ortaya deniiiiz sünnetsiz bilioomusunuz diye ne ara dedi irem anlamadım aq. Millet duyunca bi şok tabi.
Diğer kız aa hristiyanmısın dedi. Durumu izah ediyorum kıza şaka gibi. sonra buda anlatmaya başladı yok erasmusa gidince sünnetsiz sevgilim olmuştuda farklılıklar iyidirde. türkiye gibi bi ülkede dikkat çekersinde falan filan demeye.
kafamda kuruyorum kızın gideri var. Belli biraz zarflandıda. Bende buna oynamaya başladım haliyle. ben oynadıkça daha saldı kendini. tamam dedim bu anlık bi isteğe düştü vururum ben buna.
O 10 dakkalık süreçte nolduysa artık nasıl bi aşağılık kompleksi nasıl bi gerginlikle dile geldiyse pezevenk. Birader 10 dakka oldu geldiniz masamıza oturdunuz hadi iremin arkadaşısın bişey demedikte sikinimi konuşacaz burda aq diye yükseldi birdenbire.
Bi durdum önce. öyle iri yarı bişey değil. kısa boylu dar omuzlu böyle torbacıyı arayıp hacı 50 liralık alacam ya diyen götten bacak tiplerden. Dedim kardeş mevzu bu değil zaten mevzuyu ben açmadım. Hayırdır sen sike takılmışsın demek ki dedim.
hayırmı ogliim ne diyon sen diyince bu film koptu. Bizim dalyarak frekansa geri geldi iremle beraber ama konuya dahil olmaya çekiniyo pezevenk. Kavgadanmı korkuyo nedir artık. İrem bi yandan ya sakin olun diyo, diğer kız gergin ayyy nolcak şimdi der gibi bakıyo falan bizi mekandan attılar tabi.
Mekanın kapısı önüne çıkınca bizim laflı sözler itişmeye dönüştü ve bi kaç itişmeden, iremin bi kaç çığlığından sonra bu pezevenk neyse irem ben gelcem birazdan deyip topukladı siktirdi gitti. Ben anlamadım nereye gitti bu lavuk diye ama elim ayağım titriyo böyle bu kesmiş bi haldeyim.
Ama normal değil yani böyle bildiğin elim ayağım titriyo. Hani sinirle bu kadar olmaz yani allah allah ne iş derken benim tisörtün altında bi ıslaklık var gibi oldu bi baktım kan. ben onu farkedince iremle kız çığlı bastı. O itişmede bıçaklamış beni amına soktumun oğlu.
Çevredekiler falan koşturdu geldi o sırada. Zaten cumartesi diye ortam kalabalık. Ben sinirden ne diceğimi bilmiyorum. Beni yere yatırdılar bastırmaya çalışıyolar falan. En son bıçaklandım amınakoyum dediğimi hatırlıyorum ağzımı sikiyim.
Neyse ambulans geldi. Ambulanstanda bi benim yaşlarımda erkek bi dalyarak bide sapsarı boyalı saçlı mankenmi sağlıkçımı ne idüğü belirsiz bi orospu indi. Tabi benim acımı anlamak yok aq durgun durgun sakin sakin bakışları var. Sakin bi mevzu olmamış falan gibi bindirdiler beni ambulansa. İki laflarından biri sakin ol sakin ol. Ulan ben sakinim dedim aq. Ama siz benden daha sakinsiniz ne iş yani.
Oğlum benim pantonumu donumu falan çıkardılar ambulansın içinde işte yaraya bişeyler yapıyolar falan. Karıya dedim ki üstüme bişey örtün ayıp oluyo böyle. Ama duymadı tabi beni hiç. Cevap vermedi kaşar.
Hastaneye geldik hastanede bi telaş. Ama böyle uykum geldi yani nerdeyse uyumak üzereyim. uyursam bidaha uyanamam falan korkusu aldı beni uyumamaya çalışıyorum ama vücudum titriyo aq. üşüme geldi. Anca bi kesi acısı kadar acı varken doktor denen dallama parmağını yaranın içine bi soktu valla anırdım herhalde mcnnasn
Dal taşak ortadayım lan resmen. Bide altıma işemişim galiba ama neden işediğimi bilmiyorum. Normalde sikimin ortada olmasından gocunmam sonuçta kendimize güvenen insanız ama orda, o hemşireler falan hiç ilgilenmeyip bakmıyolar ya o koyuyo adama. Hani benim sikim uğruna ne kızlar yola geldi siz kimsiniz de benim sikime bakmıyosunuz laaaan diye sorasım geldi yani. Bide üstümede bişey örtmediler ne meraklılar millete izletmeye. Kafayı yemişler.
Doktor verilmiş sadakan varmış falan dedi. Bikaç santimle yırtmışsın dedi. 2 hafta kaldım hastanede. ama iki haftalık süreçte 3 hemşireyle muhabbet bağladım. Bi tanesi sordu çünkü niye kesik değil diye. Onun numarasını aldım aslında sonrasında konuştuk biraz ama polis sevgili yapmış kendine sonrasında görüşmedik. Zaten bu ciddi meslek grupları hep ciddi meslek gruplarıyla takılıyo. Para tatlı geliyo bence bunlara.
Neyse bi anlatıyım dedim işte. ama ne kadar ilgilenmeselerde acilde 2-3 hemşire sikimin dedikodusunu yaptı onuda biliyorum. OROSPULAR
0 notes