#soğan suyu
Explore tagged Tumblr posts
sifabul · 1 year ago
Text
Tumblr media
MİYOMLARI YOK EDEN SARAÇOĞLU SOĞAN KÜRÜ TEDAVİSİ Miyomlar rahimde en sık görülen ve anormal kas çoğalması olan iyi huylu tümörlerdir. Daha çok 30 – 40 yaş arasındaki kadınlarda görülür. Menopozla beraber hormon düzeylerinin azalması neticesinde miyomların boyutlarında küçülme yaşanabilir. SOĞAN KÜRÜ TEDAVİSİ: MALZEMELER: 1- Orta boy beyaz soğan 2- 2 su bardağı su Hazırlanışı: Soğanı dörde bölün. Kaynattığınız 2 su bardak suya bu soğanları ekleyin. Ocakta 5 dakika kaynatın. İçine bir şey eklemeden öğlen ve akşam yemeklerinden önce 15 gün boyunca bir bardak için. 15 gün düzenli içtikten sonra 6 ay ara verin. Ardından tekrar bu karışımı 15 gün boyunca için. Miyom için soğan kürü 15 günden fazla uygulanmamalıdır.
kadınhastalıkları #miyom #miyomtedavisi #miyomkürü #ibrahimsaraçoğlu #saraçoğlu #soğansuyu #soğansuyukürü #saraçoğlusoğansuyukürü #saraçoğlumiyomkürü #polip #polipredavisi #regldüzensizliği #regdüzensizliğitedavisi #reglsöktürücü #şifabul #şifabulun #sağlık #sağlıklıyaşam #sağlıklıbeslenme #sağlıkbilgileri #sağlıkhaberleri #sağlıktavsiyeleri #faydalıbilgiler
1 note · View note
rayhaber · 3 months ago
Text
Mevsim Geçişlerinde Saç Dökülmesine Karşı Doğal Çözümler
Mevsim geçişleri, doğanın canlanması ve değişimiyle birlikte insanların vücutlarında da bazı etkiler yaratır. Özellikle bahar ve sonbahar dönemlerinde yaşanan sıcaklık ve nem değişiklikleri, saç dökülmesi gibi sorunları tetikleyebilir. Saç dökülmesi, birçok kişinin karşılaştığı yaygın bir problemdir ve sıklıkla mevsim geçişlerinde artış gösterir. Bu durumun başlıca nedenleri arasında stres,…
0 notes
reyliika · 4 months ago
Text
Soğan suyu iyi geliyor diyordu biraz daha araştırdım derken tek bir kişi yok kullanmayın çok zararlı yazmış içime şüphe düştü şimdi 🤦🏼‍♀️
7 notes · View notes
aynodndr · 20 days ago
Text
Henüz İstanbul'un güzel zamanlarıydı.
Nüfus daha üç milyon bile olmamıştı.
İstanbul dediğiniz; sur içinden ibaretti.
Eyüp'te Rami'de, Zeytinburnu'nda oturan insanlar sokakta karşılaştıklarında, "Nereden geliyorsun, nereye gidiyorsun?" sorusuna "İstanbul'dan geliyorum, İstanbul'a gidiyorum cevabını verirdi."
Yani: Rami'de, Eyüp'te oturan İstanbulluyum demezdi, diyemezdi..
Zira İstanbullu olmak; Türkçesi, görgüsü, nezaketi ile ayrıcalıklı olmaktı ve başka bir şeydi.O zaman Eminönü gündüz milyon nüfuslu, gece mültecilerin, Arapların fink attığı bir semt değildi.
Azak yokuşunda tiyatro vardı.
Kocamustafapaşa'da merhum Nejat Uygur'un çevre tiyatrosu, tiyatro bitişiğinde zamanın assolisti Alâaddin Şensoy'un kafeteryası vardı ve daha da önemlisi o tiyatroyu her akşam dolduracak, o tiyatroyu ayakta tutacak kadar da seyirci vardı.
O yıllarda sanatçı dediklerimiz magazin haberleri ve burnundan kıl aldırmaz kibirli halleri ile değil, sanatları ve mütevazi kişilikleriyle anılırdı.
Alâaddin Şensoy; kafeteryası önünde bir çocuğa 25 kuruşluk dondurma doldururken, Nejat Uygur çocuklarla şakalaşırdı.
Günün 24 saati açık olan Koska kahvesi, Çakıl ve Gar gazinosu sanatçılarının program çıkışında gelmesiyle dolar, sanat sokağa taşardı.
Masmavi gözlü, bembeyaz saçlı, her gün düzenli tıraş olan Muratlılı muhacir Arif baba; nargile, ateş, çay servisini aksatmadan sürdürür, bir defa gelmiş ve iki saat oturmuş müşteriyi aylar sonra gördüğünde çayı kaç şekerli, kahveyi nasıl içtiğini hatırlardı.
Udi Hırant'ı da, Arif Sami Toker'i de orada tanımış ve dinlemiştim.
Marmara ve Küllük kahvehaneleri devrin aydınlarının ufuk açan sohbetlerine sahne olurdu.
Şehzadebaşı'nda, Çemberlitaş'ta sinema vardı.
Gedikpaşa'da cadde üzerinde bir bakkalın önünde bütün dekoru bir sandık üzerinde mavi muşamba ve camekan olan kimsenin ismini bilmediği "pala" namıyla maruf biri, torik lakerda satar, kunduracı kalfası öğle yemeğinde torik lâkerda-mor soğan yerdi.
O zamanlar Marmara'da torik olurdu, lâkerda da bir ayakkabıcı kalfasının yiyebileceği fiyattı.
Çarşıkapı'da Kubbealtı sebilinde börekçi İzmirli Cemal'de kuşüzümü ve fıstıklı kıymalı börek, Bulgar sütçü Nedelko'da
bal-kaymakla kahvaltı edilirdi.
Henüz İstanbul'un güzel zamanlarıydı..
Su deyince aklımıza, "Hamidiye ya da Taşdelen" suyu gelirdi, su da henüz pet şişeye girmemişti, "Cam sağlığı can sağlığıydı."
Naylon poşet, pet şişe, ve gürültü kirliliği yoktu.
Devir: Kese kâğıdı, file zembil sepet devriydi..
Cami avlularında güvercin, her yerde ağaç, ağaçta serçe, denizde yelkovan kuşları ile martı sesleri olurdu.
Nişanca Kumkapı sokaklarında eşek üzerinde tel dolapta güveç kaplarda yoğurt satan Bulgar sütçü Boris'in zilinin sesi, Nişanca-Soğanağa arasında günün en sessiz zamanı kaldırımda duyulan tak-tak sesleri ardından Davudî bir sesin, değme şarkıcıya taş çıkartacak biçimde icra ettiği bildiğim hiç bir şarkıya benzemeyen şarkı mı, gazel mi, mani mi? anlayamadığım bir musiki icrası..
İsfahan da bir kuyu var
İçinde nane suyu var
Her güzelin bir huyu var
Ne yaman Acem güzeli
Nane suyu nane şeker
Benim canım her gün çeker
Mahmut Paşa meydanımız
Var tütüncü dükkanımız
Her güzele söz çakarız
Ne yaman acem güzeli
Nane suyu nane şeker
Benim canım her gün çeker
***
Diz altında iptidai bir tahta bacağıyla gezen nane şekeri satıcısının muhteşem sesidir bu ve o tak-tak sesleri de tahta bacağın kaldırımla buluşması ile musiki öncesi girizgâhı..
Boynunda çapraz biçimde asılı, deri kayışlardan oluşan bir kafes içinde billur kavanozda nane şekeri mi satmaktadır, ya da sanat icra edip şeker mi ikram etmektedir?.
Güneş yanığı bronz bir tenle inanılmaz tezat bembeyaz saç ve sakal, bir martının açık kanadını andıran gür, gümrah ve yine bembeyaz kaşlar..
Tepeden tırnağa sakız beyazı, kar beyazı bir gömlekle pantolon ve inadına dimdik, eyvallahı olmayan bir baş..
O sessizliğin hüküm sürdüğü tenhalıkta, açılan pencereler, hafif bir meltemde dalgalanan perdelerin ardında hayal-meyal genç, olgun, yaşlı kadın yüzleri ve caddenin iki yakasındaki açık pencerelerden kaldırıma düşen madeni paraların, yağmur taneleri gibi sessizliği delen sesleri...
Sokağa dökülen paraları toplayıp kanadı açık martı kaşlı, davudî sesli beyazlar içinde heykel duruşlu adama veren, onun verdiği şekerleri saygıyla alan çocuklar.
Sonra da aralık pencere, dalgalanan perdeler ardındaki meçhul ve müphem hanımefendilere bıçak sırtı gibi belli belirsiz bir tebessümle verilen baş selâmı.
Henüz İstanbul'un güzel zamanlarıydı.
Tepebaşı'nda çamlar vardı çamlar arasında da çay bahçesi, Şişhane'de Haliç manzaralı Kanun-i esasî kıraathanesi, Eyüp'te göç edemeyip insan merhametine sığınan leylekler...
Sirkeci'de Ali Muhittin Hacı Bekir'de demirhindi şerbeti, Kapalıçarşı'da çukur muhallebicide sakızlı muhallebi, Çemberlitaş'ta köfteci Saim babada başka hiç bir yerde bulamayacağınız Hıdrellez salatası ve şıra vardı.
İstanbul pet şişe, naylon poşet, çiğ köfte, arabesk ve mülteci istilası altında değildi.
Kebapçı deyince akla yumurtalı piyaz, Arnavut ciğeri, köfte ve külbastı yenilip, şıra içilen menüsü fakir ama lezzeti gani mütevazi Arnavut köfteciler gelirdi.
Çiçek pasajında madam Anahit sağdı ve akordeonuyla her masa müşterisine hitap edecek kadar zengin bir repertuarı vardı.
Sütçüler Bulgar, boza, dondurma, revani tulumba tatlısı satanlar Balkanlı, kasaplar Eğinli, en iyi aşçılar Bolulu, meyhanecilerin ünlüsü Rum olurdu.
Üsküdar'da Kanaat, Beyoğlu'nda Hacı Salih, Hacı Abdullah, Hacı baba, Mısır çarşısında Pandeli, Kapalıçarşı'da Havuzlu, Sirkeci'de Konyalı lokantaları İstanbullunun damağını şenlendirirdi.
Çatladıkapı'dan Yedikule'ye kadar olan sahilde "Lodosçu" denilen rızkını denizde, ve denizin karaya attıklarında arayan bir zanaat erbabı vardı.
Henüz İstanbul'un güzel zamanlarıydı.
Nüfus daha üç milyon bile olmamıştı.
Sokaklarında ayı oynatanlar, çubuğa dolanan rengârenk macun ve lahmacun satanlar vardı ve Gülhane parkı ayni zamanda hayvanat bahçesiydi.
Lâhmacun dedim de, lâhmacun: İstanbul'un yeni yeni tanıştığı üzeri beyaz muşamba kaplı oval tahta sandıklarda seyyar esnafça satılan sokak lezzeti, fukara taamıydı.
Beyoğlu İstiklal caddesinde, lâvanta ve kokina satan Roman kızları ile Beyoğlu çikolatası satan küçücük dükkânlar vardı.
Caddelerde troleybüsler, troleybüs içinde önden arkaya yürüyüp, mesafeye göre bilet kesen biletçiler..
Mecidiyeköy'ün dut bahçelerini hatırlamam ama zaman, Yedikule'de marul, Çengelköy'de salatalık, Arnavutköy'de çilek, Langa'da bostan, Kanlıca'da yoğurt, Beykoz'da paça, Emirgân'da çay, Sarıyer'de de börek, Vefa'da boza zamanlarıydı.
Kapalıçarşı'da ayakları dizden kesik Hamparsum, Eminönü'nde Nimet abla, kendisini tanımasak da; Galata köprüsü altında merhum uzun Ömer'in altı çok pençeli devasa pabuçlarının sergilendiği piyango satıcıları henüz talih ve umut satıyordu.
Galata köprüsü dedim de aklıma geldi; bir tane dolandırıcımız vardı Kız kulesi, Galata köprüsü ve Haydarpaşa garını satardı Sülün Osman'ı herkes tanırdı. Bunca yıl sonra bile tebessümle hatırlanır. Nice dolandırıcılar geldi geçti, ne adları kaldı ne sanları..
O yıllarda "Gangster" denirdi, bir tane banka soyguncusu vardı Necdet Elmas! adeta "Arkası yarın" izler gibi bir sonraki hamlesi "Arsen Lüpen" macerası gibi beklenirdi.
Radyoda radyo tiyatrosu, Orhan Boran'la Yuki, Müzeyyen Senar'ın ardında Yorgo-Aleko Bacanos'ların ismi anons edilirdi.
Merhum Selahattin Pınar'ın tamburu elindeyken kalbinin durduğu Kalamış'ta Todori, Beyoğlu Balık pazarında "Krepen'deki İmroz" Kumkapı'da kör Agop, Tarlabaşı'nda bir çok Yeşilçam filmine sahne olmuş İmrozlu Nikoli'nin işlettiği Hasır, Yedikule'deki Sefa, Kurtuluş'ta adına şiirler yazılan İlk kadın meyhaneci, madam Despina'nın meyhaneleri birer dünya markasıydı.
Samatya'da İstanbul'un belki de son koltuk meyhanesi Küçük Paris; şarabın bardakla satıldığı, birkaç leblebi iki dilim elmayla ayaküstü içen müdavimlerinin hizmetindeydi.
Henüz ezan da merkezi sistemle okunmuyordu.
O meyhanelerden çıkıp çorbacıya, çorbacıdan çıkıp sabahçı kahvesinde kahve içmeye gidenler; hangi cami müezzininin sabah ezanının daha iyi kıraat ettiğini bilir ve sabahın o sessizliğinde gözlerinde yaş, dudaklarında pişmanlık ve tatlı bir ürpermeyle huşû içinde ezan dinlerdi.
Henüz İstanbul'un güzel zamanlarıydı.
Nüfus daha üç milyon bile olmamıştı.
Ve henüz İstanbul'un siluetinde gök kubbeyi delen gökdelenler de gürültü kirliliği de, tabelalardaki dil ve görüntü kirliliği de yoktu.
Cami avlularında güvercin, caddede ağaç, ağaçta serçe, denizde yelkovan kuşları ile martı sesleri olurdu.
Ve o zamanlar gerçekten güzel zamanlardı..
Selâm ve muhabbetle..
TC Yahya Kaptan
4 notes · View notes
bugunnepisirsek · 16 days ago
Text
Mercimek Köftesi Tarifi
New Post has been published on https://nepisirsek.net/mercimek-koftesi-tarifi/
Mercimek Köftesi Tarifi
Tumblr media
Lezzetli Mercimek Köftesi İçin En İyi Malzemeler Neler?
Tumblr media
Lezzetli Mercimek Köftesi İçin En İyi Malzemeler Neler?
Mercimek köftesi, Türk mutfağının sevilen ve sağlıklı bir atıştırmalığıdır. Hem vejetaryen hem de vegan diyetlerde sıkça tercih edilir. Bu lezzetli köfte, mercimek, bulgur ve çeşitli baharatlarla hazırlanır. Her lokmada sağlıklı besin değerleri ile dolu bir seçenek sunar. Özellikle sosyal etkinliklerde, pikniklerde ve davetlerde sıkça servis edilir. Mutfağınızda yer açın, çünkü bu tarifle birlikte herkesin beğenisini kazanacaksınız!
Malzemeler
Tumblr media
1 su bardağı kırmızı mercimek
1 su bardağı ince bulgur
1 adet soğan
2-3 dal yeşil soğan
1/2 su bardağı zeytinyağı
3-4 yemek kaşığı domates salçası
1 tatlı kaşığı biber salçası
1 tatlı kaşığı kimyon
1 tatlı kaşığı pul biber
Tuz (damak zevkinize göre)
Yarım limon suyu
Marul yaprakları (servis için)
Yapılışı
Tumblr media
Mercimek köftesinin yapılışı oldukça basittir. Öncelikle kırmızı mercimekleri iyice yıkayın. Sonra bir tencereye koyun ve üzerini geçecek kadar su ekleyin. Mercimekler yumuşayana kadar kaynatın. Kaynadıktan sonra, ocaktan alın ve mercimeklerin suyunu süzün.
Bir başka kapta ince bulguru, kaynar su ile ıslatın. Üzerini kapatıp bulgurların şişmesini bekleyin. Bulgurlar şiştikten sonra, mercimekleri ekleyin. Doğranmış soğanları, yeşil soğanları, zeytinyağını, salçaları ve baharatları da ekleyin. Karışımı iyice yoğurun.
Karışım homojen bir kıvam aldığında, limon suyunu ekleyin ve tekrar yoğurun. Son olarak, karışımı şekil vermek için şekillendirin. Servis tabağına marul yapraklarıyla birlikte dizin.
Nasıl Hazırlanır?
Tumblr media
Mercimek köftesinin hazırlanışı oldukça keyiflidir. İlk adımda, mercimekleri yıkayıp kaynatıyoruz. Kaynadıktan sonra, süzerek bir kenara alıyoruz. Bulguru ıslatmak için kaynar su kullanıyoruz. Bulgurlar yumuşadıktan sonra, mercimekleri ve diğer malzemeleri ekliyoruz.
Hepsini yoğurduktan sonra, limon suyu ilavesi ile lezzet katıyoruz. Son adımda, karışımı şekil verip marul yaprakları ile servis ediyoruz. Bu aşamada, istediğiniz şekli verebilirsiniz. İsterseniz yuvarlak, isterseniz oval yapabilirsiniz.
Hazırlama Süresi
Mercimek köftesinin hazırlanması toplamda yaklaşık 30-40 dakika sürmektedir. İşte detaylar:
Mercimeklerin haşlanması: 15 dakika
Bulgurun ıslanması: 10 dakika
Malzemelerin karıştırılması ve yoğurulması: 15 dakika
Besin Değerleri (1 Porsiyon İçin)
Besin Değeri Miktar Kalori 180 kcal Protein 7 g Karbonhidrat 27 g Yağ 6 g Fiber 5 g
Saklama Koşulları
Mercimek köftesini buzdolabında 2-3 gün saklayabilirsiniz. Daha uzun süre saklamak isterseniz, dondurucuda 1 aya kadar muhafaza edebilirsiniz. Dondurucudan çıkardıktan sonra, çözdürüp taze marul yaprakları ile servis edebilirsiniz. Her zaman taze ve lezzetli kalması için hava geçirmeyen bir kapta saklamanız önerilir.
Sıkça Sorulan Sorular (SSS)
Mercimek köftesi vegan mı? Evet, mercimek köftesi tamamen bitkisel malzemelerle yapılır.
Mercimek köftesi nasıl daha lezzetli olur? Baharatları arttırarak ve limon suyu ekleyerek lezzetini artırabilirsiniz.
Mercimek köftesi hangi soslarla servis edilir? Yoğurtlu sos veya tahin sos ile servis edebilirsiniz.
Mercimek köftesini dondurabilir miyim? Evet, dondurucuda 1 aya kadar saklayabilirsiniz.
Mercimek köftesi kaç kalori? Bir porsiyon mercimek köftesi yaklaşık 180 kalori içermektedir.
2 notes · View notes
musfika-hanim · 8 months ago
Text
mutfağa beraber girdik onlar akşam arkadaşları ile pikniğe gidecekler diye çayın yanına sütlü bir tatlı yapıyorlardı ortancayla bende mantarları ayıklayayım, ıspanakları da yıkayayım bir yemek yaparız dedim. sonra english teacher mantarlı pilav yapayım dedi tamam ama bana mantarlarından ayır ben bulgurlu yapayım kendime dedim (sağlıklı beslenme modundan devam ediyorum çok şükür ve bu olaya fevkalade alıştım) sonra ıspanakları doğrarken çorba yapmak aklıma geldi onu da çorba yaptım. instagramda karşılaştığım bir tarif soğan, minik doğranmış havuç, ben kırmızı biber de ekledim, küçük doğranmış ıspanak, sonra bir avuç kadar haşlanmış nohut veya kuru fasulye ve yoğurt-un ikilisini çırpıp, çorbanın suyundan da ekleyip pişiriyorsunuz. harikulade bir çorba oldu çok beğendiler hatta iki kase içtiler. tavuk suyu hep vardır dondurucuda ben tavuk suyu kattım ve baharat da ekleyince tadı daha da iyi oldu. insan sebzeleri farklı öğelerle birleştirince, içine kendinden fikir de ekleyince ki mutfak keşiftir bence çok değişik ve güzel lezzetler çıkıyor ortaya. benim kalıplarım yok mutfakta, bir tarifi uygularken listenin dışına çıkabilirim, ekleyebilirim bu benim çeşitliliğimi, yemek bilgimi artırıyor. yemek yaparken sınırları, adetlere, sayılara takılı olanlarla yemek yapmakta zorlanırım.
öyle işte.
*yemek tarifi de sıkıştırdım arada :)
2 notes · View notes
avalonunezgisi · 1 year ago
Text
kulağımda bu ezgi, bir saat kadar önce en sevdiğim sahilde hafif esinti varken oldu. şimşekler çakıyor ara ara, fırtına söylentileri. derken aniden tüm köyde elektrikler kesildi, kapkaranlık. o kadar şaşırmadım ki sanki bunu bekliyordum. ve tam da o ân başımı gökyüzüne kaldırmış, ışıklardan gözükmeyen yıldızları seçmeye çalışırken hayatıma mematıma bakıyordum. garip teselli. o zaman gördüm, çıkartılırdı yıldız haritası. etkilenmemek elde değil, hülya gibi. büsbütün rü’ya gibiydi. gökyüzüne baktığımız yok, ama burası… sahil kasabası tüm dertlere deva. cildin hafif yanık hâliyle sağlıkla ışıldar, iştahın açılır, tüm her şey muazzam leziz, esintili hava her dâim, bayılırım. sonra yavaş her şey, sabah namazında fırından ekmek çıkıyor çıtır, suyu denizi berrak. gece yıldızları, az çeşitli ama güzel dondurması. beraberinde oldukların, artık tanıdık köy insanı. her gün tepeden güneşin batışını izlediğim dalgakıran, kayıkların suda nazik sallanışları, her sabah bizi uyandıran erkenden yola çıkan motorlu teknenin sahibi, câmii cemaatinden meczup, kahvede oturan amcalar, son soğan ören birkaç kişi. bal kavun, arkamızda yemyeşil tepe, bir tarafı hep sisli.
öyle ki, şehre dönüş zor. insan her daim alışmaya mahkum. yıldızlarımı ve gençliğimin bir parçasını her yıl burada bırakıyorum.
8 notes · View notes
zeynepzahide · 10 months ago
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Merhabalar...
Mantarın en güzel halinin tarifini vereceğim, her mevsim yapılabilen...
İlk olarak, yarım kilo mantarımızı yıkarız. Genel bir ayrım konusudur, mantar yıkanır mı, yıkanmaz mı? Ben yıkayanlardanım, aksi takdirde illâ ki toprak ve de böcek kalıyor. Yıkandıktan sonra sirkeli karbonatlı su da yarım saat kadar bekletiriz. Beklettiğimiz suyu süzüp, mantarın üzerinde ki zarını soyup, iyice mantarı elimizle sıkıp, suyunu sıkarız. Kullanıma hazır...
Tavamıza 1 adet kuru soğan, 2 adet sarımsak ve 3 adet sivri biberi doğrayıp, 3 yemek kaşığı zeytinyağı ile soteleriz. Arasıra doğradığımız mantarları üzerine ilave edip, 1 tatlı kaşığı tuz ve 2 tatlı kaşığı toz biber ilave edip pişirmeye bırakırız.
Diğer taraftan bir güveç kabına ya da fırına dayanıklı bir kaba patates püremizi koyayız. Patates püresi tarifini daha önce vermiştim, ama kısacık tarifini vermek gerekirse; 2 adet büyük patatesimizi(miktarı aslında size bağlı, püreyi kalın isterseniz 3 patates olur) soyup, küp küp doğrayıp üzerini hafif geçecek şekilde su ve süt ilave ederiz. Kısık ateşte haşlarız. Haşlanan ve suyunu çeken patateslerimize 1 çorba kaşığı tereyağı, 1 tatlı kaşığı tuz ve arzu edilirse 1 çay kaşığı karabiber ilave edip ezerek, püre haline getiririz.
Mantarlarımız pişince güveç kaplarında ki püremizin üzerine mantarımızı yerleştirip, üzerine rendelenmiş ya da yassı kesilmiş kaşarlarımızı ilave edip fırına yollarız. Üzeri kızaran kadar pişsin...
Kaşarların üzeri kızarınca,afiyet olsun...
Dip not; mantara salça ve domates asla koymuyorum. Domates mantarı çok sulandırıyor, salça da ekşimsi bir tat katıyor. Konulmadığı taktirde kebap lezzetini alıyor ve bu tarif, tavuk ve etle de nefis olmaktadır...
3 notes · View notes
baybaykus · 2 years ago
Text
AÇIK KONUŞMAK GEREKİRSE... !!YATACAK YERLERİ YOK.
Sabah kalktın tuvalete gittin tuvalet kağıdın ithal, lavaboya geldin kağıt havlun İthal.
Traş oldun, Gillette tıraş kremi ve traş bıçağı Mach3, ithal...
Kahvaltıya oturdun Nutella ithal,
Çay içersen Lipton, kahve içersen Nescafe ithal...
1-Ferrero Türkiyenin yerli fındık piyasasını yönetiyor.
Ferrero Nutella İtalyan ya da Unilever Lipton İngiliz ve Hollanda yabancı marka,
Yörsan, Dubaili Abraaj Group’un,
2- BİM’in pazarladığı meşhur Dost süt ve süt ürünleri ve Ülker markasıyla üretilen süt, ayran, yoğurt, peynir markaları Fransız gıda devi Groupe Lactalis’in,
Margarin ve sıvı yağ sanayinin yüzde 90’ına yakını İngiliz Hollanda ortaklığı Unilever’in...
3-Dişlerini fırçalayacaksın Sensitive, Colgate, Signal, Sensodyn, White Now vb. diş fırçası ve macunu ithal...
Ayakkabını giydin Nike, Converse, Adidas, Slazenger, Salomon, Jump, vb. ithal...
4-Kapını açtın asansöre bindin, Schindler, Kone, Valter, Otis, Siemens marka ithal. Çin ve Hindistan’ın ardından dünyanın en büyük asansör pazarıyız...
5-İşe gideceksin arabana bindin BMW, Mercedes, Opel, Volkswagen, Peugeot, Volvo vb. ithal, benzin, mazot, LPG ithal...
Eline telefonunu aldın, I-Phone, Samsung, Huawei, LG, Asus , Sony vb. ithal...
Saatine baktın Raymond Swiss, Pierre Cardin, Ferrucci, Rolex, Casio ithal...
6-İşe geldin masana oturdun bilgisayarını açtın, Dell, Apple, Toshiba, Sony, HP, Lenovo, LG vb. marka ithal...
Fotokopi makinasına ve tarayıcıya ihtiyacın oldu HP lazer jet, Samsung, Sharp, Olivetti, Lexmark vb. ithal,
7-Sinirlendin, yoruldun başın ağrıdı, Majezik, Brufen, Avreles, Apranax Forte, Aleve, Nurofen vb. aldın ithal, yada lisanslı yabancı ürün, kullandığımız ilaçların çoğu ithal ya da lisanslı ürün,
8-Acıktın bir yemek yiyeyim dedin , Fast Food gıda Mc Donald’s, Burger King, Subway, KFC, Wendy’s, Domino's, Sbarro, vb hep yabancı...
9-Evde Tost yapayım dedin, Tost, hamburger, sandviç ekmeği başta olmak üzere unlu mamüllerin bir numaralı ismi UNO’nun yarısı İspanyol Vedanta Equity firmasının...
10-Sucuk ve pastırma üreticisi Namet, Bahreynli Investcorp, tavukçu Banvit’ de Brezilyalı BRF ile Katarlı Qatar Investment Authority firmasının...
11-İzmirli Ege-Tav, Japon Nippon Ham Foods’un, CP Standart Tayland merkezli grubun, Patates cipsi Amerikan markası, Frito-Lay ve Pringles’ın, Ceviz ve badem Amerikan firmalarının...
Sabancılar’ın Peyman’ı da artık Çin menşeili Bridgepoint’ın..
12-Nuhun Ankara Makarnası ve Filiz makarna İtalyan Barilla G.e.R Fratelli S.p.A. ve Japon gıda devi Nisshin Foods ve Marubeni Corporation’ın...
13-Cola, Fanta Amerikan şirketlerinin, şalgam, turşu suyu veya salataların vazgeçilmez sosları, limon ve nar ekşileri ile bir Türkiye klasiği olan Kemal Kükrer artık Japon Ajinomoto’nun...
14-Ülker Grubuna ait Çamlıca gazozu, Cola Turka, Sırma su firmaları, Japon DyDo Drinco Grubu’nun...
Bir kahve içeyim Starbucks’a gideyim dedin ithal...
Alkollü içecekler ve tütün mamülleri tamamına yakını Amerikan şirketlerinin...
15-İnek bizim, çayır bizim ineği biz sağıyoruz süt bizim ama sütünü şişeleyip bize satanlar, peynir yapıp bize satanlar hep yabancı, şimdi artık etler de ithal oldu, inekler de dışarıdan gelmeye başladı...
16-Soframız, yabancı şirketlerin kontrolünde artık.
Yabancılar etimizi, sütümüzü, suyumuzu, unumuzu, yağımızı, tavuğumuzu, yumurtamızı, çayımızı, meyve ve sebzelerimizi neyimiz varsa ambalajlayıp bize satıyor...
17-Bir bardak su içeyim dedin bütün sular Nestle, Coca Cola, Pepsi ve Danone’ye ait... Hayat su Danone’nin, Damla su Coca Cola’nın, Erikli Nestle’nin, Aqua ise Pepsi’nin, Sırma su, Japon DyDo Drinco Grubu’nun...
18-Evine biraz alış-veriş yapayım dedin, balık-Norveç, Fas, İspanya'dan, mohut - Meksika, Hindistan, ABD, Arjantin'den,
Elma – Şili, Sarımsak – Çin'den, Kavun, Karpuz ve kuru soğan – İran'dan, Kuru Fasulye - ABD, Kırgızistan, Kanada, Peru, Etiyopya, Mısır, Bangladeş ve Çin'den...
19-Kereviz – İspanya'dan,
et - Çek Cumhuriyeti, Fransa, Sırbistan, Brezilya'dan, bezelye - Rusya Federasyonu, ABD, Kanada, Macaristan ve Almanya'dan, ithal...
20-Hastalandın, hastaneye gittin MR cihazı, röntgen, tomografi gibi tıbbi görüntüleme cihazları, ameliyathane ve solunum cihazları, radyo terapi sistemleri, fizik tedavi cihazları, işitme cihazları, optik cihazlar, protezler, ortezler vb. hep yabancı, hep ithal...
21-Uçağa bindin Airbus, Boeing vb ithal...
Hızlı trene bindin Siemens, CAF vb. ithal...
Dükkan kiraları, ev kiralarının çoğu dövizle, bazı satılan binalar yine dövizle...
22-Yabancıların istediği gibi tam bir tüketim toplumu olduk...
Döviz kurlarında en ufak bir artış olsa bunların hepsi yedek parçasıyla birlikte artıyor...
Peki o zaman TL ile aldığımız maaşlarla bu döviz ödemelerini nasıl yapacağız, nasıl geçineceğiz?
23-Bizler üretmez isek nasıl kazanacağız? Cari açığı ve işsizliği nasıl önleyeceğiz?
Tüm bunları önlemek için, yabancılara bağımlı olmamak için mutlaka milli sanayimizi kurmamız, ithalatı durdurmamız gerekiyor. Yoksa tüketim denizinde boğulacağız.
24-Artık ülkeler savaşla değil, ekonomik olarak malları ile ülkeleri ele geçiriyor. En kritik sanayi ve bankalarını ele geçiriyor.
MİLLİ SANAYİSİNİ KURAMAYAN TOPLUMLAR ASLA ÖZGÜR OLAMAZ, ANCAK GELİŞMİŞ TOPLUMLARIN HİZMETÇİSİ OLURLAR... !!
(Fevzi M Gultekin’e teşekkürlerimle.)
6 notes · View notes
acid-gramma · 2 years ago
Note
ben çok resgl ağrısı çeken biriyim soğan suyu annem zorla içiriyordu kötü tadı ama içe içe alışıyorsunuz hdksjds ve işe yarıyor miğdemide bozmadım çarrsiz kalımca insam içiyor işte
valla yazik... bnm agri kesici toleransim cok dusuk(zorunda olmadikca hic icmedigim icin, kicim basim agrio diye atmiyorm yani adam gibi cekiyorum acimi) nse, bu sayede tek hapla kurtuluyo gunum coksukur arveles🫶🏼
3 notes · View notes
yemekmoda · 2 years ago
Video
tumblr
Merhaba ❤️ Ispanaklı Lazanya daha önce denemediyseniz mutlaka tavsiye ederim. Kıymalı ve Ispanaklı Lazanya (6kişilik) Malzemeler: 18 adet Lazanya yaprağı ▫️▫️▫️ İç harcı içi için: 280g kıyma 150g Ispanak 1 adet kuru soğan 2 diş sarımsak 1 adet havuç 1 adet kapya biberi 400g Domates konservesi 200ml Sıcak su 1 yemek kaşığı salça 3 yemek kaşığı zeytinyağ 1,5 tatlı kaşığı tuz,kırmızı toz biber 1 çay kaşığı karabıber 1 çay kaşığı fesleğen Bir tutam şeker ▫️▫️▫️ Beşamel sosu için: 2 yemek kaşığı tereyağ Tepeleme 2 yemek kaşığı un 3,5 su bardağı soğuk süt Karabiber, tuz, muskat ▫️▫️▫️ Üzeri için: rendelenmiş kaşar peynir ▪️▪️▪️ Hazırlanışı: Uygun bir tavaya zeytinyağını kızdırın.Soğan ve sarımsağı içersinde soteleyin. Ardından havucu ekleyip az daha soteledikten sonra kapya biberini ekleyip pişirmeye devam edin. Daha sonra kıymayı ekleyip, kavurmaya devam edin. Salçayı ekleyip az kavurduktan sonra domates sosunu, doğranmış ıspanağı, şeker, tuz ve baharatlarını ekleyin. 1-2 tur karıştırdıktan sonra üzerine sıcak suyu ekleyip kapağı kapalı bir şekilde ocağın en düşük ayarında 30dk pişirin. ▪️▪️▪️ Besamel sosu için tencereye tereyağını alın ve eritin. Üzerine unu ilave edip kavurun. Un kokusu çıktığında aynı anda karıştırarak soğuk sütü ekleyin. Sürekli karıştırarak koyulaşsana kadar pişirin.En son tuz ve baharatlarını ekleyip ocaktan alın. ▪️▪️▪️ Fırın kabının tabanına biraz iç harçtan yayıp lazanya yapraklarını dizin. Sırasıyla üzerine ıspanaklı/ kıymalı sos, beşamel ve tekrar Lazanya yaprağı olacak şekilde sırasıyla 5 kat olacak sekılde tekrarlayın. En üstü sadece lazanya yaprağı ve beşamel sos olmalı. Son olarak bolca kaşar peynirle kaplayın. Önceden ısıtılmış 175 derece fırında üzeri kızarana kadar pişirin. Fırından çıkan lazanyayı 5 dakıka dinlendirip öyle dilimleyin. Afıyet olsun
2 notes · View notes
ozlemekk · 2 years ago
Text
hazır evdeyken saçlarıma soğan suyu yapıcam belki annemin y��llardır övdüğü arkadaşının kızının saçı gibi olur saçlarım
4 notes · View notes
aynodndr · 14 days ago
Text
Tumblr media
Henüz İstanbul'un güzel zamanlarıydı.
Nüfus daha üç milyon bile olmamıştı.
İstanbul dediğiniz; sur içinden ibaretti.
Eyüp'te Rami'de, Zeytinburnu'nda oturan insanlar sokakta karşılaştıklarında, "Nereden geliyorsun, nereye gidiyorsun?" sorusuna "İstanbul'dan geliyorum, İstanbul'a gidiyorum cevabını verirdi."
Yani: Rami'de, Eyüp'te oturan İstanbulluyum demezdi, diyemezdi..
Zira İstanbullu olmak; Türkçesi, görgüsü, nezaketi ile ayrıcalıklı olmaktı ve başka bir şeydi.O zaman Eminönü gündüz milyon nüfuslu, gece mültecilerin, Arapların fink attığı bir semt değildi.
Azak yokuşunda tiyatro vardı.
Kocamustafapaşa'da merhum Nejat Uygur'un çevre tiyatrosu, tiyatro bitişiğinde zamanın assolisti Alâaddin Şensoy'un kafeteryası vardı ve daha da önemlisi o tiyatroyu her akşam dolduracak, o tiyatroyu ayakta tutacak kadar da seyirci vardı.
O yıllarda sanatçı dediklerimiz magazin haberleri ve burnundan kıl aldırmaz kibirli halleri ile değil, sanatları ve mütevazi kişilikleriyle anılırdı.
Alâaddin Şensoy; kafeteryası önünde bir çocuğa 25 kuruşluk dondurma doldururken, Nejat Uygur çocuklarla şakalaşırdı.
Günün 24 saati açık olan Koska kahvesi, Çakıl ve Gar gazinosu sanatçılarının program çıkışında gelmesiyle dolar, sanat sokağa taşardı.
Masmavi gözlü, bembeyaz saçlı, her gün düzenli tıraş olan Muratlılı muhacir Arif baba; nargile, ateş, çay servisini aksatmadan sürdürür, bir defa gelmiş ve iki saat oturmuş müşteriyi aylar sonra gördüğünde çayı kaç şekerli, kahveyi nasıl içtiğini hatırlardı.
Udi Hırant'ı da, Arif Sami Toker'i de orada tanımış ve dinlemiştim.
Marmara ve Küllük kahvehaneleri devrin aydınlarının ufuk açan sohbetlerine sahne olurdu.
Şehzadebaşı'nda, Çemberlitaş'ta sinema vardı.
Gedikpaşa'da cadde üzerinde bir bakkalın önünde bütün dekoru bir sandık üzerinde mavi muşamba ve camekan olan kimsenin ismini bilmediği "pala" namıyla maruf biri, torik lakerda satar, kunduracı kalfası öğle yemeğinde torik lâkerda-mor soğan yerdi.
O zamanlar Marmara'da torik olurdu, lâkerda da bir ayakkabıcı kalfasının yiyebileceği fiyattı.
Çarşıkapı'da Kubbealtı sebilinde börekçi İzmirli Cemal'de kuşüzümü ve fıstıklı kıymalı börek, Bulgar sütçü Nedelko'da
bal-kaymakla kahvaltı edilirdi.
Henüz İstanbul'un güzel zamanlarıydı..
Su deyince aklımıza, "Hamidiye ya da Taşdelen" suyu gelirdi, su da henüz pet şişeye girmemişti, "Cam sağlığı can sağlığıydı."
Naylon poşet, pet şişe, ve gürültü kirliliği yoktu.
Devir: Kese kâğıdı, file zembil sepet devriydi..
Cami avlularında güvercin, her yerde ağaç, ağaçta serçe, denizde yelkovan kuşları ile martı sesleri olurdu.
Nişanca Kumkapı sokaklarında eşek üzerinde tel dolapta güveç kaplarda yoğurt satan Bulgar sütçü Boris'in zilinin sesi, Nişanca-Soğanağa arasında günün en sessiz zamanı kaldırımda duyulan tak-tak sesleri ardından Davudî bir sesin, değme şarkıcıya taş çıkartacak biçimde icra ettiği bildiğim hiç bir şarkıya benzemeyen şarkı mı, gazel mi, mani mi? anlayamadığım bir musiki icrası..
İsfahan da bir kuyu var
İçinde nane suyu var
Her güzelin bir huyu var
Ne yaman Acem güzeli
Nane suyu nane şeker
Benim canım her gün çeker
Mahmut Paşa meydanımız
Var tütüncü dükkanımız
Her güzele söz çakarız
Ne yaman acem güzeli
Nane suyu nane şeker
Benim canım her gün çeker
***
Diz altında iptidai bir tahta bacağıyla gezen nane şekeri satıcısının muhteşem sesidir bu ve o tak-tak sesleri de tahta bacağın kaldırımla buluşması ile musiki öncesi girizgâhı..
Boynunda çapraz biçimde asılı, deri kayışlardan oluşan bir kafes içinde billur kavanozda nane şekeri mi satmaktadır, ya da sanat icra edip şeker mi ikram etmektedir?.
Güneş yanığı bronz bir tenle inanılmaz tezat bembeyaz saç ve sakal, bir martının açık kanadını andıran gür, gümrah ve yine bembeyaz kaşlar..
Tepeden tırnağa sakız beyazı, kar beyazı bir gömlekle pantolon ve inadına dimdik, eyvallahı olmayan bir baş..
O sessizliğin hüküm sürdüğü tenhalıkta, açılan pencereler, hafif bir meltemde dalgalanan perdelerin ardında hayal-meyal genç, olgun, yaşlı kadın yüzleri ve caddenin iki yakasındaki açık pencerelerden kaldırıma düşen madeni paraların, yağmur taneleri gibi sessizliği delen sesleri...
Sokağa dökülen paraları toplayıp kanadı açık martı kaşlı, davudî sesli beyazlar içinde heykel duruşlu adama veren, onun verdiği şekerleri saygıyla alan çocuklar.
Sonra da aralık pencere, dalgalanan perdeler ardındaki meçhul ve müphem hanımefendilere bıçak sırtı gibi belli belirsiz bir tebessümle verilen baş selâmı.
Henüz İstanbul'un güzel zamanlarıydı.
Tepebaşı'nda çamlar vardı çamlar arasında da çay bahçesi, Şişhane'de Haliç manzaralı Kanun-i esasî kıraathanesi, Eyüp'te göç edemeyip insan merhametine sığınan leylekler...
Sirkeci'de Ali Muhittin Hacı Bekir'de demirhindi şerbeti, Kapalıçarşı'da çukur muhallebicide sakızlı muhallebi, Çemberlitaş'ta köfteci Saim babada başka hiç bir yerde bulamayacağınız Hıdrellez salatası ve şıra vardı.
İstanbul pet şişe, naylon poşet, çiğ köfte, arabesk ve mülteci istilası altında değildi.
Kebapçı deyince akla yumurtalı piyaz, Arnavut ciğeri, köfte ve külbastı yenilip, şıra içilen menüsü fakir ama lezzeti gani mütevazi Arnavut köfteciler gelirdi.
Çiçek pasajında madam Anahit sağdı ve akordeonuyla her masa müşterisine hitap edecek kadar zengin bir repertuarı vardı.
Sütçüler Bulgar, boza, dondurma, revani tulumba tatlısı satanlar Balkanlı, kasaplar Eğinli, en iyi aşçılar Bolulu, meyhanecilerin ünlüsü Rum olurdu.
Üsküdar'da Kanaat, Beyoğlu'nda Hacı Salih, Hacı Abdullah, Hacı baba, Mısır çarşısında Pandeli, Kapalıçarşı'da Havuzlu, Sirkeci'de Konyalı lokantaları İstanbullunun damağını şenlendirirdi.
Çatladıkapı'dan Yedikule'ye kadar olan sahilde "Lodosçu" denilen rızkını denizde, ve denizin karaya attıklarında arayan bir zanaat erbabı vardı.
Henüz İstanbul'un güzel zamanlarıydı.
Nüfus daha üç milyon bile olmamıştı.
Sokaklarında ayı oynatanlar, çubuğa dolanan rengârenk macun ve lahmacun satanlar vardı ve Gülhane parkı ayni zamanda hayvanat bahçesiydi.
Lâhmacun dedim de, lâhmacun: İstanbul'un yeni yeni tanıştığı üzeri beyaz muşamba kaplı oval tahta sandıklarda seyyar esnafça satılan sokak lezzeti, fukara taamıydı.
Beyoğlu İstiklal caddesinde, lâvanta ve kokina satan Roman kızları ile Beyoğlu çikolatası satan küçücük dükkânlar vardı.
Caddelerde troleybüsler, troleybüs içinde önden arkaya yürüyüp, mesafeye göre bilet kesen biletçiler..
Mecidiyeköy'ün dut bahçelerini hatırlamam ama zaman, Yedikule'de marul, Çengelköy'de salatalık, Arnavutköy'de çilek, Langa'da bostan, Kanlıca'da yoğurt, Beykoz'da paça, Emirgân'da çay, Sarıyer'de de börek, Vefa'da boza zamanlarıydı.
Kapalıçarşı'da ayakları dizden kesik Hamparsum, Eminönü'nde Nimet abla, kendisini tanımasak da; Galata köprüsü altında merhum uzun Ömer'in altı çok pençeli devasa pabuçlarının sergilendiği piyango satıcıları henüz talih ve umut satıyordu.
Galata köprüsü dedim de aklıma geldi; bir tane dolandırıcımız vardı Kız kulesi, Galata köprüsü ve Haydarpaşa garını satardı Sülün Osman'ı herkes tanırdı. Bunca yıl sonra bile tebessümle hatırlanır. Nice dolandırıcılar geldi geçti, ne adları kaldı ne sanları..
O yıllarda "Gangster" denirdi, bir tane banka soyguncusu vardı Necdet Elmas! adeta "Arkası yarın" izler gibi bir sonraki hamlesi "Arsen Lüpen" macerası gibi beklenirdi.
Radyoda radyo tiyatrosu, Orhan Boran'la Yuki, Müzeyyen Senar'ın ardında Yorgo-Aleko Bacanos'ların ismi anons edilirdi.
Merhum Selahattin Pınar'ın tamburu elindeyken kalbinin durduğu Kalamış'ta Todori, Beyoğlu Balık pazarında "Krepen'deki İmroz" Kumkapı'da kör Agop, Tarlabaşı'nda bir çok Yeşilçam filmine sahne olmuş İmrozlu Nikoli'nin işlettiği Hasır, Yedikule'deki Sefa, Kurtuluş'ta adına şiirler yazılan İlk kadın meyhaneci, madam Despina'nın meyhaneleri birer dünya markasıydı.
Samatya'da İstanbul'un belki de son koltuk meyhanesi Küçük Paris; şarabın bardakla satıldığı, birkaç leblebi iki dilim elmayla ayaküstü içen müdavimlerinin hizmetindeydi.
Henüz ezan da merkezi sistemle okunmuyordu.
O meyhanelerden çıkıp çorbacıya, çorbacıdan çıkıp sabahçı kahvesinde kahve içmeye gidenler; hangi cami müezzininin sabah ezanının daha iyi kıraat ettiğini bilir ve sabahın o sessizliğinde gözlerinde yaş, dudaklarında pişmanlık ve tatlı bir ürpermeyle huşû içinde ezan dinlerdi.
Henüz İstanbul'un güzel zamanlarıydı.
Nüfus daha üç milyon bile olmamıştı.
Ve henüz İstanbul'un siluetinde gök kubbeyi delen gökdelenler de gürültü kirliliği de, tabelalardaki dil ve görüntü kirliliği de yoktu.
Cami avlularında güvercin, caddede ağaç, ağaçta serçe, denizde yelkovan kuşları ile martı sesleri olurdu.
Ve o zamanlar gerçekten güzel zamanlardı..
Selâm ve muhabbetle..
TC Yahya Kaptan
4 notes · View notes
bugunnepisirsek · 15 days ago
Text
Etli Kestaneli Pilav Tarifi
New Post has been published on https://nepisirsek.net/etli-kestaneli-pilav-tarifi/
Etli Kestaneli Pilav Tarifi
Tumblr media
Nefis Etli Kestaneli Pilav İçin Gerekli Malzemeler Nelerdir?
Tumblr media Tumblr media
Nefis etli kestaneli pilav, özellikle kış aylarında sofraları süsleyen, doyurucu ve lezzetli bir yemektir. Kestane, pilava tat katarken, etin yumuşak dokusu ile birleşince ortaya harika bir tat çıkar. Bu tarif, misafirlerinizi etkilemek ve ailenize özel bir yemek sunmak için ideal bir seçenektir. Şimdi, bu leziz pilavı hazırlamak için gerekli malzemelere ve adımlara birlikte göz atalım.
Malzemeler
Tumblr media
300 gram kuzu eti (kuşbaşı doğranmış)
150 gram kestane (haşlanmış ve kabukları soyulmuş)
2 su bardağı pirinç
1 adet soğan (küçük doğranmış)
3 yemek kaşığı zeytinyağı
4 su bardağı sıcak su
1 tatlı kaşığı tuz
1 çay kaşığı karabiber
1 çay kaşığı pul biber (isteğe bağlı)
1 dal taze kekik veya kuru kekik
Yapılışı
Tumblr media
Öncelikle, taze malzemelerinizi hazırlayın. Kuzu etini, kestaneleri ve pirinci elinize alarak başlayabilirsiniz. Zeytinyağını bir tencereye dökün ve ısıtın. Isınan yağa doğranmış soğanı ekleyin ve pembeleşene kadar kavurun. Ardından kuzu etlerini ilave edin ve etler suyunu salıp çekene kadar pişirin.
Etler piştikten sonra, pirinci ekleyin. Pirinci 2-3 dakika kavurun. Sonrasında sıcak suyu, tuzu, karabiberi ve pul biberi ekleyin. Karıştırdıktan sonra, kestaneleri de tencereye ilave edin. Kısık ateşte 15 dakika kadar pişirin. Piştikten sonra, taze kekik ekleyin ve 10 dakika dinlendirin.
Hazırlık Süresi
Bu nefis etli kestaneli pilavın hazırlanma süresi yaklaşık 20 dakika, pişirme süresi ise 30 dakikadır. Toplamda yaklaşık 50 dakikada sofranızda olacaktır.
Besin Değerleri (1 Porsiyon)
Besin Öğesi Miktar Kalori 350 kcal Protein 25 g Karbonhidrat 45 g Yağ 10 g Fiber 2 g
Saklama Koşulları
Etli kestaneli pilav, buzdolabında 2 gün boyunca saklanabilir. Eğer daha uzun süre saklamak isterseniz, dondurucuda 1 aya kadar muhafaza edebilirsiniz. Tüketmeden önce, ısıtarak servis yapmayı unutmayın.
SSS (Sıkça Sorulan Sorular)
1. Kestaneleri nasıl haşlayabilirim? Kestaneleri kabuklarını kestikten sonra kaynar suya koyarak 10-15 dakika haşlayabilirsiniz.
2. Pirinci önceden ıslatmam gerekli mi? Evet, pirinci 30 dakika önceden suya ıslatırsanız, daha iyi pişer.
3. Hangi et kullanmalıy��m? Kuzu eti en ideal tercihtir ama dana eti de kullanılabilir.
4. Pilavı nasıl daha lezzetli yapabilirim? Tavuk veya et suyu kullanarak lezzetini artırabilirsiniz.
5. Farklı malzemeler ekleyebilir miyim? Evet, sebzeler veya farklı baharatlar ekleyerek çeşitlendirebilirsiniz.
0 notes
musfika-hanim · 2 years ago
Note
Selamun aleykum ablacım :)
Benimde misafirim olacak rica etsem, mezelerinizin tarifini yazabilir misiniz?
Şimdiden çok teşekkür ederim, hayırlı ramazanlar 🤍🌼
aleyküm selammm🌼
Allah sofranıza bereket hanenize huzur ve afiyet versin.
ben sebzeleri farklı kullanmayı seviyorum, çeşit üretmeyi. aslında bilinen tarifler ben bazen gördüğüm tarifleri birleştiriyorum, içine ekleme falan yapıyorum :) bugün yemeklerin yanına yoğurtlu taze fasulye kavurması ve pancar salatası yapmayı düşündüm. taze fasulyeyi yazdan dondurucuya atmıştım. fasulyeyi haşlıyoruz sonra iyice süzüyoruz. başka bir tencereye bol soğan doğruyoruz piyazlık doğranmış olacak. sarımsak da ekleyip iyice kavuruyoruz. pul biber ve kara biber, sonra fasulyeleri de ekleyip beraberce kavuruyoruz. üzerine yoğurt döküp pul biber sosuyla servis ediyoruz.
pancar salatası da gayet basit. kırmızı pancarı rendeliyoruz, maydonoz, yeşil elma, ceviz ekleyip limon, yağ, tuz sosuyla harmanlayıp servis ediyoruz. müthiş oluyor. birde patlıcan kızartması yapmak istedim domates soslu. sosunu domates, bir çay kaşığı şeker, iki üç diş sarımsak ve nane ile yapıyorum. yiyenlere şifa olsun inşallah. çok tarif var böyle bende de aklıma gelince yazarım :) hayırlı ramazanlar sevgilim kardeşim. rica ederim ne demek 🌸🤍
*tarifleri yazarken ağzımın suyu aktı :)
6 notes · View notes
tripuck · 4 months ago
Link
0 notes