#seine nehri
Explore tagged Tumblr posts
haberolacom · 2 years ago
Text
2 notes · View notes
birguzelllincirkini · 29 days ago
Text
Jacques de Moley Templilerin son büyük üstadı 17 Mart 1314 yılında Fransa kralı tarafında Sein Nehri üzerinde ki küçük bir adada, şafak sökerken hafif hafif yanması sağlanmış bir odun ateşinde yakılarak idam edilir.
4 asır sonra, fransa kralı louis giyotinle idam edildi. o sırada bir vatandaş elini louis'in kanına daldırarak "molay, intikamın alındı" diye haykırdı. 
4 notes · View notes
tferyal · 1 year ago
Text
Tumblr media Tumblr media
Renoir'in “Tekne Gezisinde Öğle Yemeği” adlı eserindeki restoran Fournaise’de, aradan 140 yıl geçmesine rağmen bugün hala gidip yemek yiyebilirsiniz.
Seine nehri kıyısındaki restoran neredeyse aynı duruyor. Tente renklerine bile sadık kalınmış..🧡🤍🧡
CelilSadık
3 notes · View notes
yer-yuzuayetleri · 20 days ago
Text
görünenin ötesinde: monet
Tumblr media
hayatı : Oscar Claude Monet, 1840’ta Paris’te dünyaya geldi. Beş yaşındayken ailesiyle birlikte ekonomik sıkıntılar yüzünden Fransa’nın Manş Denizi kıyısındaki Le Havre kasabasına taşındı. Annesinin resim yeteneğini fark etmesiyle 11 yaşına geldiğinde dersler almaya başladı ve 15 yaşındayken yaptığı karikatürlerle ilk parasını da kazanmaya başladı. 19 yaşındayken o dönemin meşhur sanat okulu olan ve çok sayıda sanatçıyı yetiştiren Academie Suisse’e başladı. 20’li yaşlarını Paris’te geçirdi ve bu sürede resim anlamında kendini çok geliştirdi.
İki yıl Cezayir’de askerlik yaptıktan sonra Fransa’ya geri döndü ve üniversitede eğitim almaya başladı. Monet, üniversiteyi ve orada öğretilen sanat anlayışını tanımlarken hep kalıplaşmış ve hayal kırıcı kelimelerini kullandı. Tekniğini, kendi çağdaşları olan Renoir, Pissarro, Rodin, Maupassant, Manet, Bazille, Sisley ile birlikte geliştirdi. Boudin’den öğrendiği açık havada resim yapma tekniklerini bir üst seviyeye taşıdı.
Monet’nin tablolarında karşımıza çıkan kadın figürlerinden çoğu ise Camille Doncieux’ya ait. Tablolar için modellik yapan Camille ile Monet arasında zamanla duygusal bir bağ oluştu ve ikisinin de ailesi onaylamasa da çift, ilk oğullarının doğumundan üç yıl sonra evlendi. Aileler çiftin birlikte olmasına o kadar karşıydı ki; Monet’nin ailesinden maddi destek alabilmek için farklı şehirlerde yaşayarak ayrıymış izlenimi bile verdiler. Maddi olarak en sıkıştıkları zamanda Camille’in ailesinden gelen desteği, Monet’nin kullanmaması şartıyla kabul ettiler.
Sanatta yeni bir akım başlatan Monet’in kıymetinin bilinmesi uzun zaman aldı. Yaptığı resimler beğenilmediği için zor bir hayat süren Monet bir kez daha asker olmamak; Prusya savaşına katılmamak için İngiltere’ye kaçtı ve bir yıl sonra yeniden Paris’e döndü. 1878 yılında ikinci oğulları dünyaya geldikten sonra Camille zaten çok iyi olmayan sağlığını iyice yitirmeye başladı ve 1879 yılında hayatını kaybetti.
1892 yılında Monet, kısa süre önce kaybettiği arkadaşının eşi Alice Hoschedé ile evlendi. Sanatı için ona ilham veren; o dönem varoş bir yer olarak kabul edilen Giverny’e bahçeli bir eve taşındılar. Monet, 1926 yılında akciğer kanseri yüzünden hayatını kaybedene kadar da Giverny’de yaşadı.
https://www.oggusto.com/sanat/sanatci/claude-monet-hayati-eserleri-hakkinda-az-bilinenleri
eserleri:
Tumblr media
Claude Monet, “Impression, Sunrise” (İzlenim, Gün Doğumu); 1872
Academie Suisse’te tanıştığı Pisarro, Monet’nin sanat hayatındaki en büyük destekçilerinden biri oldu ve birçok adımı birlikte attılar. Pisarro, Renoir, Sisley ile birlikte yeni bir resim tarzı oluşturdular ve tablolarını ilk kez 1874 yılında, talep görmeyen eserlerin bir şans verildiği Salon des Refusés’de sergilendi. Bu sergide Monet’nin sisli bir sabah, ressamın büyüdüğü şehir olan Le Havre limanında güneşin denizin renklerini nasıl değiştirerek doğduğunu resmettiği tablosu en dikkat çekenlerden oldu. “İzlenim: Gün Doğumu” (Impression, Sunrise)” adı verilen tablo bu yeni resim akımının da adını verdi. Tablonun ilginç yanı ise izlenim kelimesini ilk olarak sergiyi beğenmeyen bir eleştirmenin kullanmış olması.
Tumblr media
Claude Monet, Nympheas, 1915
200 den fazla kez nilüferleri resmetmiştir.
Tumblr media
Claude Monet, “Morning On The Seine (Seine’de Sabah); 1897
Monet’nin kabul edilen özelliklerinden biri de aynı yeri, manzarayı günün ya da yılın farklı zamanlarında resmetmeyi sevmesi; aynı manzaraları tekrar tekrar tablolarına yansıtması. Bu tabloda da ona ilham veren Seine Nehri’ni görüyoruz. Bir yıl boyunca günün ilk ışıklarında uyanıp evinin yakınındaki Seine Nehri kıyısına giderek nehrin ve çevresindeki söğüt ağaçlarının ahengini bu tabloda göstermiş. Tablo bugün Tokyo’daki The National Museum of Western Art koleksiyonunda yer alıyor.
Tumblr media
claude Monet, “Japanese Bridge” (Japon Köprüsü); 1899
Monet’nin adeta takıntılı olduğu manzaralardan biri de Giverny’deki evinin bahçesine kendisinin inşa ettiği Japon köprüsü. 20’den fazla tablosunda farklı teknik ve desenler gördüğümüz köprü, etrafındaki ağaçlar, çimenler, nilüferler ve gökyüzünün yansımasıyla farklılaşıyor.
https://www.oggusto.com/sanat/sanatci/claude-monet-hayati-eserleri-hakkinda-az-bilinenleri
bahçesindeki çukur: Resimlerinde ilhamını sık sık doğadan alan ressam kendisinden önceki ressamları ve onların tekniklerini pek benimseme de ona yol gösteren Boudin sayesinde açık havada çalışmanın inceliklerini öğrendi. Devasa boyutta tabloları olan ressam, bu tabloların her yerine ulaşabilmek için bahçesine açtığı büyük çukurları kullandı. Bu sayede merdiven üzerinde resim yapmaktansa, tabloları çukur içerisine zarar görmeyecek şekilde yerleştirerek kendi boyu hizasında resmedebildi.
https://www.oggusto.com/sanat/sanatci/claude-monet-hayati-eserleri-hakkinda-az-bilinenleri
Tumblr media
 Claude Monet, The Beach at Pourville, Setting Sun (1882) 
en sevdiklerimden biri.
Morötesini Görmek:
monet, kataraktı yüzünden nesneleri olduklarından daha kırmızı-şarı görüyordu. bu da resim yapmasını güçleştiriyordu. 1923 Geçirdiği katarakt ameliyatı sonunda, Monet’in sağ gözündeki opaklaşmış lens çıkarılmıştı. Böylece, lensin UV süzme etkisi ortadan kalınca, gözündeki S hücreleri az miktarda da olsa normal insanların göremediği UV ışınları algılamaya başladı.
Bir gözü kataraktlı ve mor-mavi tonlarına neredeyse kör olan, ancak ameliyat olan diğer gözüyle morları, mavileri hatta mor ötesi tonları bile görmeye başlayan Monet, sağ ve sol gözüne ait renk algılarındaki derin fark nedeniyle, bir daha aynı anda iki gözünü kullanamadı. Ama tek gözünü kullanarak resim yapmaya devam etti. Çiçekler hala en sevdiği objelerdi, ancak artık onları daha farklı görüyordu. Pek çok kimse, nilüferlere baktığında onları beyaz renkte görür. Ancak Monet, katarakt ameliyatından sonra sağ gözüyle baktığı nilüferleri mavi-beyaz görmeye başlamıştı, ve bu çiçekleri tuvaline gördüğü tonlarda yansıttı.
Tumblr media
Monet’in “Gül Bahçesinden Görünen Ev” tabloları. Gördüğünüz iki tablo, aynı manzaranın Monet’in iki farklı gözüyle yaptığı resimler. Soldaki resim, kataraktlı olan sol gözünü kullanarak, sağdaki resim ise katarakt ameliyatı olan sağ gözünü kullanarak yapılmış. Sağdaki resimde, Monet’in UV ışıkları görebilmesinin sonucu ortaya çıkan baskın mavi-mor tonlar dikkat çekiyor.
barş özcan: https://www.youtube.com/watch?v=056_ytYysPU
https://isilarican.com/2012/07/02/morotesini-gormek/
wikipedia
Monet, tablolarını imha ettikten birkaç ay sonra, 5 Aralık 1926 tarihinde, 86 yaşındayken hayata gözlerini yumdu. Vasiyetinde, cenazesinde hiç bir çiçek olmasını istemediğini belirtmişti:
“Beni, buranın yerlilerini gömdüğünüz gibi, basit bir törenle gömün. Tabutumun arkasından sadece akrabalarım yürüsün. Unutmayın, cenazemde ne çiçekler ne çelenkler olsun istiyorum. Böyle bir gün için, bahçemdeki bu güzel çiçeklerin koparılıp öldürülmesi günahların en büyüğü olacaktır.”
https://isilarican.com/2012/07/02/morotesini-gormek/
0 notes
nadirsaltik · 2 years ago
Video
Sen Nehri – Paris seine
0 notes
mormanifesto · 2 years ago
Text
mind map
Paris'teki yaşama alıştıkça, şehrin kendine has bir ritmi olduğunu keşfettim. Sabahın erken saatlerindeki pazar telaşı, açık hava kafelerindeki sakin öğle yemekleri, Seine Nehri boyunca gezinerek geçirilen canlı akşamlar - tüm bunlar günlük rutinimin bir parçası haline geldi.
Kendimi şehrin zengin kültürel olanaklarına kaptırdım, konserlere ve sergilere katıldım. Şehrin tarihi ve sanatı hakkında okudum. Eyfel Kulesi'nin ihtişamından,Marais bölgesinin büyüleyici arnavut kaldırımlı sokaklarına kadar şehrin mimarisini takdir etmeyi öğrendim gerçekten.
Fransızların hayata belli bir "je ne sais quoi"bakışları var, rahat zarafetleri görülmeye değer. Hem çekici hem de ( korkutucu bulduğum kadar) soğukkanlılar.
Ayrıca şehrin nabzının nasıl attığını, kendine özgü bir ritmi olduğunu da gözlemledim. Geceleri sokakların canlanmas��, insanların yemek ve sohbetlerle oyalanıyor gibi görünmesi - hepsi kendi ülkemin aceleci temposundan çok farklı hissettiriyordu. Sanatçılar ve entelektüellerden oluşan bir topluluğa dahildim. Şehrin zengin tarihi ve kültürel olanaklarından sürekli ilham alıyordum.
Şehrin yeni köşelerini keşfetmeye devam ettikçe, Bu güzel, canlı şehirde beni hangi maceraların ve fırsatların beklediğini kim bilebilir?
Bu hikayelerle dolu yerin güzelliği ve kültürü beni sürekli etkiledi. İkonik simgeleri ve çarpıcı mimarisiyle nefes kesici şehir manzarasından zengin ve çeşitli kültürel olanaklara kadar, keşfedilecek her zaman yeni ve heyecan verici bir şeyler vardı.
Özellikle büyüleyici bulduğum şeylerden biri de Fransız dilinin güzelliğiydi. Fransızların konuşma şeklini hareket halindeki bir şiir gibi buluyordum. Yuvarlanan r'ler ve dilin ahenkli ritmi kulaklarıma müzik gibi geliyordu.
Paris'le ilgili sevdiğim bir başka şey de şehrin sanatı kucaklıyor gibi görünmesiydi. Gittiğim her yerde yaratıcı ruhu kutlayan galeriler ve müzeler, tiyatrolar ve konser salonları buluyordum. Bu durumun, sanatın genellikle bir ihtiyaçtan ziyade lüks olarak görüldüğü kendi ülkemle tam bir tezat oluşturduğunu fark ediyordum.
Kentin büyüleyici sokaklarına ve hareketli kafelerine bakan şirin bir dairede yaşayabilirsiniz . Ben şehrin kalbindeki bir kafenin üst katındaki şirin küçük stüdyosunun balkonunda otururken,
Balkon korkuluğun dan önümde uzanan şehir manzarasını ve uzakta yükselen ikonik Eyfel Kulesi'ni görebiliyordum. Günlük hayatlarına devam eden, sohbet eden, gülen ve hayatın basit zevklerinin tadını çıkaran aşağıdaki insanları izlemeyi seviyordum.
İstanbul -Paris
En çarpıcı farklardan biri, iki şehrin yemeğe yaklaşımıydı. Paris'te, birden fazla yemek ve kaliteli şaraplarla yavaş ve özenli yemekler İstanbul'da, baharatlı kebaplar ve tatlı hamur işleri satan sokak satıcıları ve taze ürünler,baharatlar sunan hareketli pazarlarla yepyeni bir lezzet ve çeşitlilik dünyasıydi.
bir diğer farklılık da yaşamın temposuydu. Paris'te, uzun öğle yemekleri ve şehrin büyük bulvarlarında yavaş yürüyüşlerle daha yavaş ve rafine bir tempo var Ancak İstanbul'da, hareketli pazarlar ve kalabalık sokaklarla hayatın çok daha hızlı ve çılgın olduğunu biliyorum. İstanbul'un enerjisini ve canlılığını seviyorum ancak Paris'teki yaşamın daha yavaş ve düşünceli temposunu tercih ediyorum.
sanat ve kültüre yaklaşımındaki farklılıkları da fark ettim. Paris'te, ünlü sanatçıların eserlerinin sergilendiği büyük müzeler ve galerilerle daha resmi ve geleneksel bir yaklaşım var,
İstanbul'da sanatın, sokak müzisyenleri ve el yapımı el sanatları satan satıcılarla günlük yaşamın daha ayrılmaz ve organik bir parçası olduğunu düşünüyorum.
Tüm bu farklılıklara rağmen,
İstanbul'da en çok sevdiğim şeyin Paris'te sevdiğim şeyle aynı olduğunu fark ettim
- topluluk ve bağlantı duygusu. İstanbul'daki insanların her zaman durup sohbet etmeye, bir fincan çayı veya bir yemeği paylaşmaya istekli olmaları …
0 notes
masumcetin · 7 years ago
Photo
Tumblr media
Paul Celan’dan Ingeborg Bachmann’a … Paris, 20 Haziran 1949 Ingeborg, Bu yıl “belirsiz zamanda” ve geç geliyorum. Ama belki de, doğum günü sofrana gelincik, pek çok gelincik ve bellek, bir o kadar da bellek -iki büyük ışıl ışıl buket- bırakırken senden başka hiç kimsenin orada bulunmasını istemediğimdendir. Haftalardır bu anı bekliyorum. Paul
Ingeborg Bachmann’dan Paul Celan’a… Viyana, 24 Haziran 1949 (...) Bazen buradan ayrılmaktan ve Paris’e gitmekten, ellerimi tuttuğunu, bana çiçeklerle dokunduğunu hissetmekten başka bir şey arzulamıyorum, sonra nereden geldiğini, nereye gittiğini bilmek de istemiyorum. Benim için sen Hindistanlısın ya da daha uzak, karanlık, kahverengi bir ülkeden; benim için çölsün sen, denizsin, sır olan her şeysin. Hâlâ hiçbir şey bilmiyorum senin hakkında ve bu yüzden senin için korkuyorum, bizlerin burada yaptığı herhangi bir şeyi senin yaptığını hayal edemiyorum, ikimiz için bir saray kurmalı ve o sarayın içinde benim sihirli efendim olabilmen için seni yanıma almalıydım, orada halılarımız ve müziğimiz olacak, orada aşkı bulacağız.
Sık sık düşündüm, senin en güzel şiirin “Corona”, her şeyin mermere dönüştüğü ve ebedileştiği bir anın çok önceden kusursuz bir biçimde gerçekleşmesi o. Ama buradaki ben için “zaman” olmuyor. Elime geçmeyecek bir şeye açlık duyuyorum, her şey sığ ve tatsız, yorgun ve daha kullanılmadan yıpranmış.
Ağustos ortasında Paris’te olacağım, birkaç günlüğüne. Neden diye sorma bana, ama benim için orada ol, bir akşamlığına ya da iki, üç… Beni Seine Nehri’ne götür, küçük balıklara dönüşene ve birbirimizi yeniden tanıyana kadar bakalım sularına.                                                                                                                                             Ingeborg
Ingeborg Bachmann - Paul Celan, Kalp Zamanı (Mektuplar) s.14-15 Fotoğraf: Jean Roubier, Paris (Seine Nehri), 1940.
50 notes · View notes
turizmpostasi · 4 years ago
Text
Pariste görülmesi gereken 10 yer.
Pariste görülmesi gereken 10 yer.
Boulevard Saint-Germain’in kafe teraslarında güneş ışıl ışıl olsun veya Seine Nehri’nin melankolik sisleri Notre-Dame Katedrali’ni örtüyor olsun, Paris’in büyülü ambiyansı ziyaretçileri romantizm için bir yol sunar. Bu eşsiz şehir, Eyfel Kulesi, Arc de Triomphe ve Panthéon gibi görkemli anıtlarla doludur. Yine de Paris’in cazibesi küçük detaylarda yatıyor: ilginç arnavut kaldırımlı sokaklar,…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
epifizz · 5 years ago
Photo
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Seine Nehri Monet’in paletinde bulanıklaşır, durulaşır, kendini aşar ve her şeye; beyazın mora, morun yeşile karıştığı gibi karışır. Yalnız Paris’in kalbine değil, Monet’in iç içeliğinde göğe doğru akmaya başlar.
158 notes · View notes
vazgectimwagnerden · 6 years ago
Text
notre-dame yanıyor. çocukken londra köprüsünün yıkıldığını da duyduk, ama bir tekerlemenin içinde saklıydı, bu daha da fena. paylaşılan görüntülere bakıyorum, kulenin yıkılışı.. gökyüzü, seine nehri, her şey abartılı şekilde dokunaklı ve neredeyse bir mizansen gibi. görüntüler içinde en tuhafı şu, bir video var:  onlarca insan sessiz şekilde yangını izliyorlar. sessizler... sessizlik çok fena.
ağlayarak ateşe tapınıyoruz, çünkü yok edici gücü karşısında aciz hissediyoruz. acz bizi sessizleştiriyor, küçültüyor, yüceltiyor, tanrıların katına çıkarıyor ve oradan tepetaklak aşağı düşürüyor. 
ben yüzümdeki yanık izini -uzun süre sessizlik içinde izleyip ve nihayetinde cesaretlerini toplayıp- soranlara hep şu karşı soruyu sorarım: bir yangına bir yüzdeki yanık izinden şahit olabilir misiniz? eğer bu iz size o yangının anısını izletebilseydi, bu yangını izler miydiniz? yoksa oradan kaçmayı mı yeğlerdiniz. -kaçanları suçlayamayız, hayatta kalmak bu reflekse bağlıdır.
notre-dame yanıyor. görüntüleri izliyorum. itfaiyecilerin torunları onlardan nasıl da gururla bahsedecekler, bunu düşünüyorum. alt tarafı bir binaydı ama büyük büyük babam tarih yok olmasın diye canını hiçe saymıştı diyecekler. bir bina için. yangına karşı. insanın cehennemini kurguladığı güce karşı.
64 notes · View notes
izmirtv-blog · 7 years ago
Text
Paris’te şiddetli yağışlar etkili oldu
Paris’te şiddetli yağışlar etkili oldu
Fransa’nın başkenti Paris’te yağışlar nedeniyle Seine Nehri taştı. Paris sokakları sular altında kaldı.
Paris belediyesi tarafından temmuz ve ağustos aylarında suni plaj olarak kullanılan Seine Nehri kıyısı, tamamen sulara gömüldü.
NEHİR TAŞTI
Kıyı şeridindeki ağaçlar nehrin ortasında bir görünüm sergiledi. Seine Nehri, yoğun yağış nedeniyle son yapılan ölçümlere göre yaklaşık 5,89 metre…
View On WordPress
0 notes
birguzelllincirkini · 27 days ago
Text
Malta,Kudüs düstükten sonra Hospitaliyenlerin merkezi oldu bunlar aynı zaman Sen jan Sövalyeleride denir.
Kudüs düştükten sonra uzun bir süre Akka'yı merkez üs olarak kullanan Templiler ise daha sonra Aslan Yürekli Richard'an satın aldıkları Kıbrıs'a Merkezlerini taşıdılar..
Fransa Kralın Templileri yok edeceği istihbaratından sonra Paristen bir gece gizli bir operasyonla Sein Nehri Üzerinden 18 gemi ile ayrılan Templiler ellerinde ki tarihi yazmalar ve eserler ile Avrupadan Bahamalar ve Cayman adalarına kaçtılar.
Yıllar sonra Bahama ve Cayman adalarında Amerikanın kesfinden önce Templilerin burada bulunduklarına dair arkeolojik kalıntılar bulundu.
Kristof Klomb'un kayın pederi aynı zamanda İspanya Mason Locasınonda üstadı idi..
Nerden nereye..
Bir kaç yıldır Sabancı Ailesi ve Koç ailesinden ve başka aileler Malta Vatandaşlığı satın alıp sermayelerini Maltaya aktarmakta..
Kıbrıs,Cayman ve Malta için kara para aklama yerleri denir ve genelde offshor hesapların açıldığı bankacılığın geliştiği yerler denir.
Ama her zaman servetlerin toplandığı tek yer İsviçre olmuştur.
Güven öyle bişeyki kökü 1000 yıl evveline dayanır hem malını hem canını güven içinde teslim edebilirsin.
7 notes · View notes
diehaberwebsite-blog · 7 years ago
Text
Paris'te Seine Nehri taştı
Paris’te Seine Nehri taştı
Taşkın nedeniyle 7 banliyö treni istasyonunun kapatıldığı açıklandı Fransa Demiryolları İdaresi SNCF’ten yapılan açıklamada, aşırı yağışlar nedeniyle başkentteki Seine Nehri’ndeki su seviyesinin aşırı şekilde yükseldiği belirtildi. Açıklamada, su seviyesinin cuma günü azami seviyeye ulaşacağı kaydedilirken, önlem olarak C banliyö hattının geçtiği 7 istasyonun kapatıldığını ifade edildi. Nehirde…
View On WordPress
0 notes
wozwaldllik · 6 years ago
Text
Jeanne d'Arc  (1412-1431)
Filmi: https://www.fullhdfilmsitesi1.net/elci-jeanne-darc-1999-turkce-dublaj-izle.html/2
Yazı filmin özetidir.
Yıl '1420, mekân Yüzyıl Savaşları'nın pençesinde kıvranan Kıta Avrupa’sı. Ortaçağ'ın kılıç sesiyle uyanıp, yüzünü kanla yıkadığı bir dönem. İngiltere Kralı V. Henry ile Fransa Kralı VI. Charles, Troyes Antlaşmasını imzalamıştır. Böylece VI. Charles ölünce Fransa, İngiltere'ye ait olacaktır. İki kral kısa aralıklarla ölür. Henüz birkaç aylık bebek olan VI. Henry, İngiltere ve Fransa'nın yeni kralı olmuştur. Lâkin Fransız tahtının veliahdı VII. Charles'ın, krallığı bir çocuğa bırakmaya niyeti yoktur. Savaş başlar, İngilizler Fransa'daki destekçileri Burgonyalılar'ın da yardımıyla Fransa'nın yarısını işgal eder. Aşılması zor, doğal bir sınır oluşturan La Loire nehri, geçit vermeyince, işgal ordusu hız keser. Bu arada Veliaht Vll. Charles, maiyetiyle birlikte bir şatoya sığınmıştır. Taç giymek için Rheims'e gitmek istemektedir. Ancak Rheims, İngilizlerin elindedir. Orleans gibi büyük Fransız şehirleri kuşatma altındadır. Halkı fakir ve bitkin, ordusu perişan Fransa, tarihinin en karanlık dönemini yaşamaktadır.
Tumblr media
Kendi hallerinde çiftçi bir aile olan Jacques d'Arc ve Isabelle'in beş çocuğu vardı. Üçüncü çocukları Jeanne (Jan), Fransa'nın taşrasındaki Domremy kasabasında dünyaya gelmişti. Çocukluğunun ilk yılları oldukça sıradandı. Kırlarda babasının sürülerine baktı, annesiyle dini sohbetler yaptı, ev işlerine yardım etti. Her şey olağan görünüyordu. Olağan olmayan tek şey, dine gösterdiği hassasiyetti. Daha genç yaşta ateşli ve oldukça da hassas bir dini duyarlılık geliştirdiği gözlerden kaçmıyordu.
   Jeanne d'Arc'ın çocukluğuna rastlayan dönemde, Fransa oldukça karışıktı. 1415'te İngiltere Kralı V. Henry, Fransız ordusunu Agincort'ta yenerek Fransa'yı işgal etmişti. İngilizlerin bu meşhur zaferi, Fransız soylularını dağıttığı gibi, ülkeyi de zayıf ve başıboş bırakmıştı. Ülkedeki temel çatlak, Dauphinlerle İngilizlerin desteklediği Burgonyalılar arasındaydı.
Tumblr media
Jeanne d'Arc on iki yaşındayken halüsinasyonlar görmeye başladı. Kendi ifadesine göre, Tanrı Hz. İsa'nın havarileri aracılığıyla kendisiyle konuşuyordu. Bu halüsinasyonlar esnasında parlak bir ışık görüyor ve Aziz Michael ile Azize Catherine de bu ışığa eşlik ediyorlardı. Bu pek de sık rastlanır bir şey değildi.  Ama ne olursa olsun, genç kızda sıra dışı bir şeyler olduğu belliydi. Peki hiç kimseye anlatmadığı bu kendinden geçme seansları esnasında Tanrı'yla ne 'konuşuyor'du? Tabii ki Fransa'yı. Anlattığına göre Tanrı ondan Fransızları İngiliz boyunduruğundan kurtarmasını ve veliahdı tahta geçirmesini istiyordu. İstemek ne kelime, adeta onu bu işle mükellef kılmış, genç kızın omuzlarına kutsal bir misyon yüklemişti. Zamanla Jeanne d'Arc'ın dini hassasiyeti daha da arttı; günah çıkartmadığı tek bir gün bile yoktu. Jeanne halüsinasyonlarından bir süre hiç kimseye bahsetmedi. Lâkin 1428'de aldığı 'mesajlardan' biri, artık kendisine 'dinleyici' bulmasını söylüyordu. Misyonunu hayata geçirmeye başlayabilirdi. Okuması yazması olmadığı halde, kutsal misyonundan bahsettiği mektuplar yazdırarak, veliaht Kral Charles'a yollamaya başladı...
Tumblr media
En sonunda Jeanne'a izin çıktı. Veliahdın huzuruna kabul edilip derdini anlatacaktı. Jeanne atını dörtnala Charles'ın şatosuna sürerken, aynı esnada danışmanları ve başrahibi, Charles'ı, kızın, İngilizler tarafından tutulmuş bir suikastçı, o da olmadı, Tanrı tarafından lanetlenmiş bir şeytan olduğuna ikna etmeye çalışıyorlardı. Evet, bir şeytan ya da cadı. (Ortaçağ'da binlerce kadının cadı olduğu gerekçesiyle yakıldığını göz önünde bulundurursak, genç kızın aldığı riski anlamak zor olmasa gerek!) Her halükârda Charles'ın kaybedeceği bir şey yoktu. Eğer söylediklerinde samimiyse, 17 yaşındaki bu çiftçi kız, dindarlığı, inanmışlığı ve Fransa'ya olan sevgisiyle, kitleleri ateşlemek için ideal bir aday olabilirdi.
Tumblr media
Kız kendisini hiç görmemişti, öyleyse onu sınayabilirdi. Mademki Tanrı'nın elçisiydi, o halde kalabalık içinde dahi kralın kim olduğunu bulması gerekirdi! Sadık adamlarından birini yerine geçirdi. Jeanne huzura çıktı. Kalabalığın arasına karışmış Charles, meraklı gözlerle kendisini izlerken, Jeanne, veliahdı oynayan sadık adamın yüzüne uzun uzun baktı. Ve titrek bir sesle konuştu: "Siz iyi birine benziyorsunuz, ama kral değilsiniz. Lütfen, izin verin onunla konuşayım." Salondakiler şok olmuştu. Ortalığı hayret nidaları kapladı. Ve Jeanne'ın gözleri, onca kalabalığın içinde, Charles'a odaklandı. Yanına yaklaştı ve yalvaran gözlerle, neden geldiğini anlattı.
Genç kızın sınavları bir türlü bitmiyordu. Charles ile kurmaylarının ve rahiplerin de hazır bulunduğu bir mecliste yapılan muayene ile bakire olduğu anlaşıldı! Lâkin bu kez de din adamları, 'kutsal misyonunu' sorgulamaya giriştiler. Kendisinden bir mucize sergilemesini istediler. Öyle ya, Tanrı tarafından gönderilen biri ise, bu zor olmasa gerekti. Jeanne'ın cevabı, tüm şüpheleri silecekti.
“Ben buraya gösteri yapmaya gelmedim. Hepiniz benden daha zekisiniz, ben daha okuma yazmayı bilmem. Ama bildiğim bir şey var, Fransa’nın yoksul insanları kan içinde yatarken, sizler güzel kıyafetleriniz içinde beni aldatmaya çalışıyorsunuz. Ama tek kandırdığınız aslında kendiniz. Tanrı’nın temsilcisini istiyorsunuz yine de beni 500 fersah öteden düşmanların arasından yakalanmadan geçirip buraya getiren yol gösteren elini göremiyorsunuz. Başka işarete mi ihtiyacınız var…”
 Bu sözleri duyan Charles'ın en ufak bir şüphesi kalmamıştı. Genç kıza bir ordunun komutasını vermekte tereddüt etmedi. En deneyimli kumandanlarını, ömründe eline kılıç almamış, savaş görmemiş bu köylü kızının emrine verdi. Genç kızın Tanrı tarafından gönderildiğine duyulan katıksız inanç, Fransız askerlerine büyük bir moral destek sağlıyordu. Elinden hiç düşürmediği sancağıyla bu genç kız, hendekten hendeğe atlıyor, surdan sura koşuyor, bazen ayağına, bazen de omzuna saplanan oklara rağmen durmuyordu.
Bunun, savaşan bir ordu için ne kadar büyük bir ateşleyici olduğunu kimse inkâr edemezdi. Bir yıl geçmemişti ki, Jeanne d'Arc idaresindeki Fransız ordusu, Orleans, Patay ve Troyes'te zaferden zafere koşmaya başladı. Birçok Fransız şehri İngilizlerden kurtarıldı. İlginçtir, tüm bu çarpışmalarda Jeanne hiç kimseyi öldürmemişti! İnançları gereği şiddetten ve öldürmekten uzak durmaya çalışıyor, hatta savaş esnasında, düşmanları İngilizlere karşı aşırı ve gereksiz güç kullanılmasını reddediyordu. Yine tüm bu çarpışmalar boyunca, düşmana karşı 'nezaketi' elden bırakmayarak, her çarpışma öncesi yazdığı mektuplarla İngilizleri geri çekilmeleri için uyarıyordu: "Çekilmezseniz, bugün burada çok kan dökülecek. Ama inanın, bu bizim kanımız olmayacak..."
Tumblr media
Bu zaferlerin ardından Jeanne, veliahdın, VII. Charles olarak taç giymesi gerektiğini belirtmişti. Reims katedralinde yapılan taç giydirme törenine birlikte savaştığı kumandanlarla katılmış, bu onurdan kendine düşen payı almıştı. Böylelikle Charles, 17 Temmuz 1429'daki taç giyme töreniyle o çok beklediği tahtına şatafatlı bir şekilde oturmuş oluyordu. Savaşta gösterdiği destansı gayret ve katkılarından dolayı Jeanne d'Arc’a  asalet unvanı verildi. Genç kız aynı zamanda komuta ettiği askerlerin hayranlığını kazanmıştı.
Charles tacını giymişti giymesine ama Fransa halen tam bağımsız değildi. Paris, İngilizlerin elindeydi. Jeanne, gözünü Paris'e dikmişti. Ama o da ne? Krallığını sağlama alan Charles'ın havası değişmişti. İngilizleri ülkesinden savaşarak değil, konuşarak çıkarma niyetindeydi. Bu yüzden Paris'i kurtarmaya çalışan Jeanne ve komutanlarına, gereken desteği göndermeyecekti. Genç kız buna çok öfkelenmişti. Ve bir kral için, kim olursa olsun, otoritesini sarsan birinden daha tehlikeli bir şey olamazdı. Muhteris Charles, kendi ordularını zaferden zafere koşturan bu genç kızı gözden çıkartmıştı...
Jeanne d’Arc Belgeseli:
youtube
      Genç savaşçı, bir yıl geçmeden, Burgundian güçleri tarafından yakalanarak İngilizlere satıldı. Kendilerine kök söktüren bu köylü kızı, nihayet İngilizlerin elindeydi. İngilizler, Jeanne d'Arc'ın yargılanmasını bir şova dönüştürerek Fransızlara gözdağı vermek niyetindeydi. Genç kızı, cadılık ve 'erkek elbiseleri' giymesinden dolayı kâfirlik(!) suçlamasıyla yargılamaya karar verdiler. Oysa Jeanne d'Arc, emrindeki kumandanlar, bir kızdan emir almaktan rahatsız olunca, saçlarını kesmiş ve onlar gibi zırh kuşanmak durumunda kalmıştı.
Bu 'erkeksi' tavırları, o dönem Avrupası'nda 'kâfirlikle' suçlanması için yetiyor da artıyordu bile. Aslında tüm bu iddialar ve mahkeme, bir düzmeceden, İngilizlerin 'hâkim güç biziz' demesinden başka bir şey değildi. Bu orkestranın başında da İngilizlerin Fransa'daki sadık adamı olan ve Fransız ulusal kimliğini canlandırdığı için Jeanne d'Arc'a büyük bir kin besleyen Piskopos Pierre Cauchon vardı. Pierre Cauchon, makamını korumak için, okuma yazma bilmeyen Jeanne'a 'kâfir' olduğunu deklare eden bir belge imzalatmaktan kaçınmamıştı. Bunu kabul etmekle ömür boyu hapis cezası alan Jeanne'a hapiste de psikolojik baskı yapıldı.
Tumblr media
Fransız din adamlarının kızcağızı ömür boyu hapse mahkûm etmesi, İngilizleri tatmin etmemişti. Bir şekilde kızın ortadan kaldırılmasını istiyorlardı. Hapishanede Jeanne'a bir komplo düzenleyerek, tekrar 'erkek' elbiseleri giymesini sağladılar. Kilise mahkemesi bu durumu 'kâfirliğin' devamı şeklinde yorumlayarak, Jeanne'ın yakılarak idam edilmesine karar verdi. Jeanne d'Arc, 30 Mayıs 1431'de Rouen meydanında bir kazığa bağlanarak yakıldı ve külleri Seine nehrine savruldu. Aktarılanlara göre Jeanne'ın öldürülmesini izlemek için 10 bin kişi toplanmıştı.
Jeanne'ın ölümünden 26 yıl sonra İngilizler nihayet Fransa'dan sürüldü ve gıyabında yapılan yeni bir mahkemede aklanan Jeanne d'Arc, 1920'de kutsanarak azize ilan edildi. Ve o tarihten bu yana Fransa'nın koruyucu azizesi olarak anılan, 19 yıllık ömrüne büyük bir dini bağlılık, adanmışlık ve cesur bir ruh sığdıran Jeanne d'Arc, Fransa'nın önde gelen kurucu sembollerinden biri olmayı sürdürüyor...
youtube
Yazı Kaynağı: (Ali Çimen, Tarihi Değiştiren Kadınlar)
21 notes · View notes
lachambreclaire · 6 years ago
Text
Tumblr media
Antonio Banderas'ın Hitler rolünde Picasso'yu canlandırdığı diziyi izliyorum. Dün gece ressam Henri Rousseau (Gümrükçü) diziye konuk oldu. Dünya dışı masumiyetiyle acı alayların, en çok da Giyom Apollinaire'in yapmacık sarkazmının hedefi olarak. Apollinaire'den oldum olası haz etmem. Mirabeau köprüsünün altından Seine nehri akar, onunla birlikte aşklarımız da alttan akar şiirini okulda ezberlemek zorunda bırakıldığımı hatırlıyorum. İşte bu Apollinaire dün gece Gümrükçü Rousseau'yla alay edip durdu. Üstelik kendisi Paris avangardında sergüzeşt peşinde dönüp durduktan sonra akşam eve gittiğinde annesinden dayak yiyormuş. Koca kazıkken hem de. Tam bir Stephen King yeniyetmesi.
Bir ara o dönemin ünlü sanat simsarı Ambroise Vollard'ın anılarını Türkçeye çevirmiştim. Vollard o kadar dedikoducu biri ki yazarının muazzam egosuna rağmen çevirdiğim en eğlenceli kitaptı diyebilirim. Vollard, Gümrükçü Rousseau'nun naifliğine ilişkin böyle bir sürü hikaye anlatıyordu. Mesela bir gün Gümrükçü saflığından dolayı hapse giriyormuş. Bir yandan resim yapıp bir yandan yandan gümrükte çalışırken, aynı zamanda yaşadığı fakir semtteki genç işçilere (Vollard'a göre kıt kanaat müzik bilgisiyle) müzik dersi veriyormuş. Bu işçilerden biri günün birinde Rousseau'ya sahte çek verip bankada bozdurmasını istemiş. Bizimki de saf saf bankaya gittikten sonra güvenlik nezaretinde karakola götürülüp mahkemeye çıkarılmış. Hikayenin asıl dokunaklı kısmı, avukatın Rousseau'yu beraat ettirmek için ressamın bir tablosunu hakime göstermesi. Tabloyu görünce hakim bu kaçık sahte çek işine giremez diye Rousseau'yu salıvermiş.
Bir başka gün Henri Rousseau, Vollard'ın galerisine gelip kendisinden "Henri Rousseau Ressamdır" diyen imzalı, tasdikli bir belge istemiş. 54 yaşındaki nişanlısının babasına verilmek üzere. Çünkü adam kıt maaşlı bir gümrük memuruna kızını vermemekte diretiyormuş.
Apollinaire'in son herzesi olarak da şöyle bir Rousseau fıkrası anlatıyordu Vollard. Gogol'ün Palto'sunu aratmayacak bir hikaye. Gümrükteki ofisinde Rousseau'ya bir adamın hayaleti dadanmış. Kulağını çekiyor, burnunu sıkıştırıyor, hiç rahat vermiyormuş. "Peki bu adamın hayalet olduğunu nerden çıkardınız?" diye sormuş Vollard. Gümrükçü Rousseau "Mösyö Apollinaire öyle söyledi," diye cevap vermiş.
Tumblr media
Gümrükçü Rousseau çakalın teki olsa o gün ve bugün neler değişirdi acaba? Modernitenin en atipik ressamı değil mi? Hele bütün o tropik manzaraları Paris'in dışına bir kez olsun adım atmadan, resimli dergilere ve hayalgücüne sığınarak yaptığı düşünülünce. Ama belki öyle olsaydı, Rousseau'nun Rüya'sı böyle olmazdı.
0 notes
gastrogezgin · 6 years ago
Photo
Tumblr media
Günaydın 🌞 Paris denince her ne kadar akla ilk gelen Eiffel Kulesi olsa da, şehrin tarihi, Seine Nehri üzerinden iki yakayı minik dikişler gibi bağlayan 37 köprünün etrafında şekilleniyor. Paris’in en eski ve en ünlü köprüsü, adının aksine, “yeni köprü” anlamına gelen 1578 yılında yapımına başlanan Pont Neuf. Pont Neuf ve diğer onlarca güzelim köprüyü ve çevresindeki tarihi binaları yaklaşık 1 saat süren bir tekne turu satın alarak izlemek çok keyifli. Ücreti yetişkinler için 14€ çocuklar için 9€. ⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀🇬🇧 Admire the iconic sights of Paris on a Seine River cruise. ⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀⠀ #seine #bestview #river #cruise #travelwriter #travel #instatravel #travelgram #travelblogger #wanderlust #travelling #ilovetravel #instatravelling #igtravel #instavacation #travelblog #traveltheworld #travelpics #travelphoto #travelphotography #arountheworld #worldcaptures #worldplaces #iloveparis #thisisparis #visitparis #parisian #paris (at Paris, France)
1 note · View note