#sallamaya
Explore tagged Tumblr posts
susartikamk · 1 year ago
Text
5 yıldır 17 yasındaydım 18 oldum rahatlayabiliriz
5 notes · View notes
sensussinyor · 4 months ago
Text
Geçenlerde Talha'ya kahve yapıp yanına godiva çikolatalardan götürdüm ikram olarak. Mutfağa geri dönüp annemle bana ayrı yapacaktım, anneme dedim ki şimdi Talha'ya dikkatli bak, çikolata yerken nasıl mutlu olduğunu bi izle burdan çaktırma ama skkssk
Tabi ki eli hemen çikolataya gitti, beklemeyecegini biliyordum. Çikolatayı yerken bacaklarını mutlulukla sallamaya başladı, başı da eşlik ediyor falan. Annemle bi gülüştükdkdkd tabi. Yarimi çok iyi tanırım. Tam bir bebeksummm, onu öyle keyifle sevdiği şeyler yerken izlemeyi çok seviyorum ya asıl ben seni mutlu mutlu yerim aloooo ksksksk
🍫🍬🍦
21 notes · View notes
amezhu · 5 months ago
Text
Heaven Official's Blessing▪︎
201. BÖLÜM - Cennete ve Dünya'ya hükmetmek; Ocaktan bir şeyler çıkıyor - 3
İlk dağ ruhu çöktüğünde dev taş heykel yerden yavaşça ayağa kalkmaya çalışıyordu.
Xie Lian, önceleri TongLu Dağı’nda bulunduğunu söyleyen Hua Cheng’e seslendi, bu üç büyük dağ onları takip eden bir tehdit oluşturuyordu ve hafife alınmamalıydı. Xie Lian devasa heykeli kaldırıp çevirmeyi planlamıştı ancak bu zamana kadar hiç böylesine muazzam devasa bir heykeli kontrol etmemişti. Bu kadar karmaşık hareketleri yapamıyordu ve yapmadığından her şey daha da karışıyordu. Tekrar yukarı atlamaya çalışsa da başaramadı ve bir kez daha yere devrildi.
Gümbür gümbür! Neredeyse cennet ve dünya sarsılmıştı. Devasa taş heykel WuYong kraliyet şehri yakınlarına düştü ve tüm meydanı ezip enkaza çevirdi. Sadece hafif bir hareketle bile devasa taş heykelin altındaki göz kamaştırıcı evler ve saraylar toz dönüyor, parçalanma sesleri kulaklarda çınlıyordu. Bütün bu sarsıntılar devam ederken Xie Lian neredeyse yine havaya uçacaktı ama Hua Cheng onun elini sıkıca tuttu ve bağırdı: "Benimle gel!"
Xie Lian'ı alarak birkaç adımla o dev ilahi heykelin başına atladı. Görünüşe göre, bu devasa Çiçek Taçlı Savaş Tanrısı saçını bağlamak için adeta orada küçük bir balon varmış gibi küçük bir taç takıyordu. Böylece ilahi heykelin elinde veya omzunda durmaktansa daha düzgün durabilecekleri bir yer bulmuşlardı.
Henüz dinlenmeye fırsatları dahi olmadan Dağ ruhu geri gelmiş ve devasa taş heykelin birkaç adım geri gitmesi için sertçe vurmuştu. Neyse ki Xie Lian buna hazırlıklıydı ve düşmedi ancak kazara başka bir dizi evi ayaklar altına almış ve parçalamıştı. Xie Lian bu olanlar için üzülse de elinden gelen bir şey yoktu, içinden bağışlanmak için dualar etmişti. Xie Lian ilahi heykelin bu evlere zarar vermesinden kaçınırken ve beceriksizce kayıp gitmesini önlemeye çalışırken şaşkınlıkla ve merakla sordu, “Neden beni alt etmek için sürekli gelip duruyorlar? Bir şey mi yaptım?”
“Özellikle Gege’yi kovalamıyorlar, herkesi kovalarlar. Ve şu anda Gege özellikle onlar için dikkat çekici görünüyor.”
“O kadar büyük bir yaratık ki oldukça dikkat çekici...” daha düşünmesini bitirmeden heykeli parçalara ayırmak ve doğrudan merkeze doğru ezmeye çalışarak 3 dağ ruhu bir araya gelip etraflarını sarmıştı. Xie Lian hareket edemezken devasa taş heykel de bir parmağını bile oynatamıyordu. Heykeli geri çekmek için tüm gücünü kullansa da bir milim bile hareket ettiremedi, heykel artık savunma yapamayacak gibiydi!
Kaçmak için bir şeyler düşünmeye çalışıyordu ki istemsizce birkaç adım gerileyerek bir göğse çaptı. Arkasında duran Hua Cheng’di, ona baktığında Hua Cheng Xie Lian’in omuzlarını kavradı, “ Her şeyi boş ver ve savaş! Merak etme onlar sana rakip bile olamaz. Bu dünyada sen bir adım attığında seni durdurabilecek tek bir şey bile yok!”
Hua Cheng’in göğüsleri Xie Lian’e tüm kalkanların en güçlüsü gibi geliyordu. Xie Lian’in içi özgüvenle dolmuş, vücudundan tazeleyici bir akım geçmiş gibiydi. Böylece o da karşılık vermek ve kuşatmayı kırmak için elinden geleni yaptı!
Gümbür gümbür! Üç dağ ruhunu zorla birkaç kilometre öteye ittirdi, her yer toz, dumanla kaplandı. Enkazlar ve kayalar etrafta yuvarlanıyordu. Ancak geri itildikten hemen sonra bir kez daha saldırmak için ileri çıkıp tekrar saldırıya hazır hale geldiler. Xie Lian hızlıca eliyle yeni mühürler oluşturmaya başladı, “YOLUMDAN ÇEKİL!!!”
O devasa taş heykel havaya sıçradı ve ayaklarını dağ ruhlarından ikisinin başına indirdi, geri kalan eli kılıcının kabzasındaydı –Kılıcını çek!
Tüm bu hareketler bulutların ve suyun akışı gibi akıyordu, dev ilahi taş heykel eylemlerini akıcı bir şekilde tamamlandı. Gerçek bir insandan farkı yokmuşçasına hiç tereddüt etmeden uzun bir gökkuşağı gibi uzandı. Bir nefes çekerek Xie Lian bağırdı, “SENİ PARÇALAYACAĞI… Ah! dur bekle, henüz değil!”
O, görkemli bir kılıcı sallamaya ve dağları vadilere ayırmaya çoktan hazırlanmıştı ki beklenmedik bir şekilde, kılıç çekildiğinde içinde bir şeylerin doğru olmadığını hissetmişti. Yukarı baktığında aniden soğuk soğuk terlemeye başladı. O devasa taş heykel kesinlikle kılıcı çekmişti ama… elinde sadece kılıcın kabzası vardı. Neler oluyor?
Kılıç nerede?
Xie, Lian şaşkına dönmüştü, bu arada Hua Cheng de yanında duruyordu. Yüzü düşmüştü, iki eliyle alnını destekledi, “… Gege, üzgünüm. Sana söylemeyi unuttum. Bu ilahi heykele kılıç oymadım. Benim ihmalim.”
“…”
Doğru ya!
Hua Cheng bu heykeli ocağın iç taş duvarlarının üzerine oymuştu, ilahi heykel ayakta duruyordu ve belindeki kılıç kollarının ve katmanlı cübbesinin altında kalmış, gizlenmişti, bu yüzden sadece oyulmuş bir kılıç kabzası vardı. İlahi heykele ruhsal güçler verilmeden ve hareket etmeye başlamadan önce özel olarak oyulmuş bir bıçağı olmadığından, doğal olarak bir bıçak büyülü bir şekilde öylesine ortaya çıkmayacaktı.
Hua Cheng hafifçe kaşlarını çattı, ifadesi ciddiydi, "Yanlış hesapladım. Bu heykel yeterince zarif değil, Bir dahaki sefere her ayrıntıyı oyacağım.”
Xie Lian oldukça ciddiydi ve hızlıca şöyle dedi, “Hayır, hayır, hayır! Gerçekten çok zarif. Cidden!”
Sonuç olarak ortada bir kılıç yoktu dolayısıyla dağları kesemeyecekti. Xie Lian hemen savaş taktiklerini değiştirdi—Süngü!
Aceleyle iki dağ ruhunun başları üzerinden atlaması için ve işe yaramaz kabzayı arkasına atıp delicesine koşması için ilahi dev heykele emir verdi.
Vahşi rüzgarlar yüzlerine doğru eserken, siyah saçları, beyaz cüppeleri ve kırmızı kolları sallanıp uçuşurken ikisi o ilahi heykelin başının tepesinde duruyordu. Kaçıyor olmalarına rağmen beraber çok güzel bir resim çiziyor gibiydiler. Bir gümüş kelebek Xie Lian’in kulağına yaklaşıp birkaç insan sesini ona iletti. Anında kelebeği yakaladı ve seslendi, “diğer taraftakiler Feng Xin ve Mu Qing mi? General Pei ve Yağmur Ustası da orada mı?”
Peşindenhemen bu tarafa da tanıdık sesler gelmişti.
“ekselansları, bir şey söyleyeyim.” Dedi Pei Ming. “soru sorarken bu kadar bağırmaya hiç gerek yok”
“ah, kusura bakma. Şu an kontrol etmeye çalıştığım çok fazla ruhsal güç var bu yüzden…” dedi Xie Lian.
“...”
Ardından Mu Qing’in sesi de geldi, “Ne? Az önce çok fazla ruhsal gücün olduğunu mu söyledin? Sen mi?”
“hepiniz bir araya geldiniz mi?” Xie Lian sordu, “neredesiniz?”
“General Pei, General Küçük Pei ve diğerleriyle buluştuk. WuYong nehri yakınındaki bir ormandayız. Dışarı çıkmak üzereyiz.” Dedi Mu Qing.
Feng Xin seslendi, “orada neler oluyor? Güçlü, alışılmadık bir hareket sanki ocaktan gelmiş gibi görünüyordu! geri dönüp yardım edelim mi?”
Xie Lian hızlıca cevapladı, “gerek yok! Siz orada kalın biz hızlıca gelip sizi alacağız. Orada konuşuruz, neredeyse geldik!”
İleride kurumuş WuYong nehri vardı. Dev taş heykel vadiyi geçip yoğun ormanın yanına çömeldi. Tesadüfen Xie Lian, Mu Qing ve Feng Xin’in ormandan çıktığını gördü ve etrafına bakınarak muhtemelen onları aradığını düşündü. Ancak yanlış yöne bakıyorlardı ve yukarıya bakmak akıllarına gelmemiş, Hua Cheng ve Xie Lian’i hiç görmemişlerdi. Feng Xin kelebeğe doğru konuştu, “Ekselansları henüz gelmediniz mi? Neredesiniz?”
Xie Lian ellerini ağzına götürdü ve aşağıya doğru bağırdı. “KAFANI KALDIR! YUKARIYA BAK! ÇOKTAN GELDİK!”
“…”
Ancak o zaman ikisi de devasa bir gölgeyle örtüldüklerini fark ettiler ve aynı anda yukarıya baktılar.
Böylece ikisi de aynı zamanda kıyaslanamaz derecede devasa bir şey gördüler. “Xie Lian" şu anda ormanın yanında çömelmiş, aşağıya doğru onlara bakıyordu. Yüzünde çok arkadaş canlısı bir gülümseme bile vardı.
Hua Cheng aşağıdaki ikisine bir göz atmaya tenezzül etmedi ve kenarda durup kollarını birbirine bağladı, tavırları tembeldi. Xie Lian aşağıya doğru el salladı, “BİZİ GÖRDÜNÜZ MÜ? BURADAYIZ!!!”
Ancak “Xie Lian”in bu devasa versiyonu o kadar muhteşemdi ki ondan başka bir şeyi fark etmek çok zordu. Mu Qing’in tüm görüş alanı bu yüzle kaplanmıştı, yavaşça mırıldandı, “delirmedim ben değil mi? Yoksa delirdim mi?”
Feng Xin’in gözleri de bu görüntü ile boyanmıştı ve o da mırıldandı, “Bu ne lan? Bu nasıl bir şey? Ne s*kim şeyler oluyor bu dünyada?”
Xie Lian, “Ah…”
Hua Cheng kaşlarını kaldırdı ve kahkahasını tutmak için muazzam bir çaba gösterdi.
Doğruyu söylemek gerekirse bugüne kadar bu derecede gerçekçi, devasa ve inanılmaz zariflikle oyulmuş bir ilahi heykeli kimsenin görmüş olması mümkün değildi. Geçmişte en büyük ilahi heykel Jun Wu'ya aitti, ancak o bile bu heykelin yanında yarısı kadar bile gelmezdi.
Feng Xin ve Mu Qing, ikisi de şok olmuştu. Xie Lian, gerçek olan kendisinin onlar nerede olduğunu bulana kadar birkaç kez bağırmak zorunda kaldı. Diğerleri de birbiri ardına ormandan çıktılar, yukarı baktıklarında neredeyse hepsi bu devasa ilahi heykel karşısında o kadar şok oldular ki az kalsın secde edeceklerdi. Xie Lian gülse mi ağlasa mı bilemedi ve o devasa ilahi heykelin elini yere koymasını sağlayıp avcunu açtırdı, “Yanardağ patladı, yakında buralar ateşler içinde kalacak. Ayrıca üç dağ ruhu da bize yetişebilir. Hadi çabuk olun! Sizi buradan uzaklaştıracağız!”
Grup ilahi heykelin eline tırmandı ve her biri kendine yerleşmek için bir yer buldu. Xie Lian havadaki boğucu kükürt konusunu hissetti ve geriye baktığında kara duman ve uçan tozların hızla yayıldığını gördü, ilahi dev heykelin avcunu kapatıp ayağa kalktı ve geniş adımlarda ilerlemeye devam etti.
Pei Ming ve diğerleri yaşadıkları şoku atlattıktan sonra kendilerine gelmişlerdi. Ama Feng Xin ve Mu Qing’in kafası hala yerinde değildi. Sebebi muhtemelen bu ilahi heykel sahibinin yüzünü, tavırlarını ve görünüşünü çok iyi bilmelerinden kaynaklıydı. Ve bu kadar devasa halini gördüklerinden dolayı şokları da bir o kadar devasaydı.
Feng Xin bu ilahi heykelin omzunun üstünde duruyordu ama hala hareketsizdi, inançsızlıkla sordu, “Bunu kim yapmış olabilir. Kimin eseri bu? Nasıl oldu da bu zamana kadar hiç görmedim? Ya da nasıl daha önce hiç duymadım?”
Hua Cheng sahte bir şekilde güldü, “Bu dünyada daha görmediğin o kadar çok şey var ki.”
Her ne kadar kim olduğunu açıklamasa da neredeyse herkes, özellikle de Feng Xin ve Mu Qing çakmıştı ve aynı anda bağırdılar, “BUNU! BU HERİF YAPTI!”
“Neredeyse inanamadım…”  dedi Mu Qing. “Bu şeyi nasıl hareket ettiriyorsun? Bunun için ne kadar çok güce ihtiyaç var?! yeterince gücün var mı ki? Hiç gücün olmadığını sanıyordum.”
Hua Cheng cevaplamadı. Xie Lian ona bir bakış attı ve yumruğunu ağzına bastırarak belirsiz bir şekilde cevap verdi, “um, şey…”
“Eğer yeterince yoksa ödünç alabilirsin. Yanlış mıyım? Çok basit bir şey.” Dedi Pei Ming.
“hahahha, evet…”
Yol boyunca çeşitli canavarlar ve iblisler lavların yağdığını, alevler saçtığını, çılgınca estiğini görünce işlerin ters gittiğini anladılar ve insanların o dev taş heykele tırmandığını gördüklerinde hepsi çığlık attı. “BENİ DE BEKLEYİN!”
“BENİ DE BENİ DE BENİ DE! BEN DE GELİYORUM!”
“BİZİ DE ALIN, BİZİ DE!”
Ama “geri çekilin.” dedi Hua Cheng. Gümüş renkli bir kelebek dalgası tüyler ürpertici bir ışık saçarak uçtu, sonrasında aşağıdan feryatlar ve ulumalar duyuldu.
Yin Yu, öylece uyuyan Gu Zi'yi kucaklıyordu ve aşağıdan seslendi. “CHENGZHU! Ekselansları! boş kabuklu insanlar ve daha önceki ceset yiyen fareler birdenbire gürültücü hale geldiler ve büyük gruplar halinde hareket etmeye başladılar, sanki TongLu Dağı'ndan çıkıyormuş gibi görünüyorlardı.”
Yağmur Ustası bir yandan kara öküzünü sürerek diğer yandan dikkatlice gökyüzünü izliyordu, “kara bulutun içindeki yaratıklar dışarıya doğru çıkmak istiyor gibi görünüyor.”
Dedikleri doğruydu. Kara bulutların içinde kıvranan yaratıkların hepsi taze, canlı ete susamış ve insanın yüz hastalığı haline gelmiş kederli ruhlardı. TongLu dağında yaşayan bir tane canlı yoktu. burada yalnızca nüfuz edemedikleri canavarlar, hayaletler ya da cennet mensupları vardı, bu yüzden elbette dışarı çıkmak istiyorlardı.
Milyonlarca buruşmuş, eğri büğrü hale gelmiş insan yüzü gökyüzündeki şekli bozulmuş yılan ve solucanlar gibi dönen girdabın içinde sürükleniyordu. Xie Lian’in elleri hafifçe titrese de ağzından şunlar dökülüvermişti, “TongLu Dağı’nın bir bariyeri var ne içerdeki dışarı çıkabilir ne dışarıdaki içeriye girebilir. Bu acı içindeki kederli ruhlar şu anda buradan çıkamazlar.”
Daha lafını bitirmeden beklenmedik şekilde Hua Cheng onun elini sıkıca kavradı. Xie Lian’in kalbi bu hareketle aniden kasıldı ve o da onun ellerini sıkıca tuttu, “Ne oldu? Çok fazla mı güç kullandım? Üzgünüm, üzgünüm. İdareli kullanmam gerekirdi.”
Hua Cheng bir eli ile sağ gözünü kapatıyordu, “Hayır tabii ki, Gege bunun hakkında endişelenmesin. Sorun TongLu Dağı bariyeri. Kırılmış.”
Xie Lian sersemlemişti, “Ne? Kırılmış mı?” endişelenmemelerini söylemişti çünkü bariyer vardı, ama şimdi kırılmıştı! Neler oluyordu?!
“kırılmış.” Dedi Hua Cheng. “muhtemelen yüzü olmayan beyaz açtı. O şeyler artık dışarıya kaçabilirler.”
17 notes · View notes
yesiliris · 8 months ago
Text
Herkes ölümünü hayatı boyunca bir kere illaki düşünmüştür. Ben defalarca kez düşündüm. Bütün , hatırladığım kadarıyla, hayatımı düşündüm. Bi şarkıya sığdırmak istedim, Bi fotoğraf karesine, Bi mesaja belki de bilmiyorum.
Çocukken hatırladığım pek anım yok.
İncir ağaçları, uğurböcekleri, kırmızı bisikletim, oyuncak bebeklerim, arkadaşlarım..hepsini hatırlıyorum. Güzel anılarım var ama yaralarım da var. Her birini affettiğim ama kendi içimde hazmedemediğim yaralar,izler var.
Benim çocukluğum yaralı hâlâ ve deli gibi korkuyor.
Terk edilmiş parkta, sarı salıncakta kendini sallamaya çalışıyor hâlâ.
Biraz büyüdüm.
Aklım başıma daha çok geldi. Gördüm ve duydum. Gerçekten kaçtım. İlk şüphe tohumu 9 yaşımda düştü içime. Güvenmemem gerektiğini öğrendim. Sevgisizliğin sonuçlarının ne denli büyük olduğunu gördüm. Küçük yaşımda dedim ki;"Ben herkesi seveceğim belki o zaman onlarda sevmeyi bilir."
Çocukluğuma sözüm vardı. Sözümü tuttum. Herkesi çok sevdim.
Biraz daha büyüdüm.
Şimdi olduğum kişi oldum.
Savaştım, savaşırken sevilmemeyi öğrendim. Çabaların boşuna gittiğini, ne kadar istersek isteyelim bazı şeylerin olmadığını öğrendim.
Çok sevdim yinede.
Dostumun deyimi ile "Seninkiler seni istemediğini bas bas bağırıyor seni kullanıyorum diye"
Büyürken öğrendim. Sevginin en büyük silah olduğunu. Bu silahı karşı tarafa bizzat bizim verdiğimizi anladım.
Sonra dedim ki; "Sevsek de sevmesek de kötü olmak isteyen hep kötü oluyor."
Ve günümüzün saatiyle vazgeçtim.
Kan yok. Kelebek yok. Balık yok. Çığlık yok. Anlaşılmaya artık çalışmıyorum. Ne anlarsınız o. Ben biri işte, ben bugün son kez ölüyorum.
İyi geceler.
29 Kasım 2023
18 notes · View notes
akgunler · 7 months ago
Text
çünkü biz imkansıza zar sallamaya meyilli gençleriz...
13 notes · View notes
delininbirisss · 8 months ago
Text
Kendimi derse kaptırıp farkında olmadan masayı sallamaya başlayınca deprem oluyor diye ödüm koptu bir an yaa
8 notes · View notes
cemyafilmarsiv · 10 months ago
Text
Tumblr media
Pokorovski'nin son anları, yüreğimi en çok parçalayan ve ızdırapla dolduran anlar oldu. Katılaşmış diliyle sürekli bir şey rica ediyordu, ama söylediklerinden tek kelime anlayamıyordum. Acıdan yüreğim çatlıyordu! Bir saat boyunca telaşı dinmedi, bir şey nedeniyle sürekli acı çekiyordu, kanı çekilmiş elleriyle bir şeyi işaret etmeye çalışıyor, hırıltılı ve boğuk sesiyle içli içli rica edip duruyordu. Sözleri birbirinden bağımsız seslerden ibaretti sadece, hiçbir şey anlayamıyordum. Evdeki herkesi Pokrovski'nin yanına topladım; içsin diye su verdim, ama kafasını kederle sallamaya devam ediyordu. En sonunda ne istediğini anlayıverdim. Perdeyi açmamızı, son kez olsun gündüze, aydınlığa ve güneşe bakmak istemişti.
İnsancıklar
9 notes · View notes
sakligecmiseyolculuk · 27 days ago
Text
Nedendir bilmem artık yalnız kalmak istemiyorum. Hatta aksine kalabalığın tam ortasında hissediyorum kendimi. Beynim artık etrafımdakileri gürültü olarak tanımlamıyor. Aksine sesler sustukça kendimi başka yerlerde buluyorum. Bilmiyorum, bunun tanımı belki de alışmaktır. Ama ben alışmışım gibi hissetmiyorum. Ben, ben gibi hissediyorum, gerçek ben. Belki daha önce hiç tanışmadığım gerçek benliğim. İçimdeki değer verdiğim o küçük kızın da hayallerinin olduğunu unutmuştum belki de. Ona baktığımda acımak yerine elinden tutup kaldırma gücünü kendimde bulamamıştım belki de. Belki de tüm bunlara katlanmayı göze alarak kendimi hapsetmiştim yıkamadığım duvarlarımın ardına. Hala yıkamadım o duvarları, ama şimdi o küçük kız korkusuzca sallamaya başladı.
. 18.10.24
2 notes · View notes
kurtarici0 · 2 months ago
Note
Sorular öyle basit değil ama çünkü senin hayatını etkiliyor hep sallamaya çalışıyorum ama o sorular illaki tekrar karşıma çıkıyor şimdi olduğu gibi ve bu artık can sıkmaya başladı hayatımi düzene sokmaya çalışıyorum bibde bakıyorum orda kalan bir şeyler var kafa kucaklıyor boşver deyince boaverilmedigini biliyorsundur bence
Sen bi ara iletiye gel ben sana uzun uzun konuşurum brom no problem
2 notes · View notes
benmisim · 3 months ago
Text
allahım ağustos bitmedi ya. bak gene tövbe yarabbim ne boktan gündü bu böyle. tamam öyle demeyelim de. karabasanlar çöktü ruhuma da vücuduma da. dün halbuki çok iyiydi. çok güzel beslendim, hiç abur cubur yemedim, spor yaptım, saçıma yağlar sürdüm bakımlar yaptım bi tazelendim bi kendime geldim, akşam ali uyuyunca da ömer’e bırakıp çıktım bir buçuk saat yürüdüm, kitapçıya uğradım kitapları karıştırdım bi tane de kitap aldım, eve geldim oh mis kahvemi yaptım yeni aldığım kitabımı okudum. gün bitti. başından sonuna çok iyiydi. bugün? allahım….. kendi kendime nazar etmişim gibi ali sabahtan akşama çığlık attı. delirdim delirdim. her şeye bağırıp çağırıyor. ve sırf yapabildiği için yapıyor bunu bence fmvkf normalde oturur kendi başına bi yarım saat oyun oynayabilirdi, ben de koltukta kahve içip kitap okuyabilirdim. ama bugün durmadı ya. haa bi de saçlarımı çekiyor ya! çok canım acıyor ve çok sinirleniyorum. tutuyor bırakmıyor fövkf ve bi anda yakalıyor anlayamıyorum, saçım toplu da olsa faydası yok, boneyle gezicem artık clvkv bütün günüm “ne istiyorsun çocuğum neee” demekle geçti. yemek yaptırmadı, o kadar bağırıyor ki. yarım kaldı yemek. adam akıllı yemedi. bana da tam yedirmedi. ve en kötüsü uyumadı. iki saat, evet iki saat uyutmaya çalıştım. normalde saati geldi mi iki sallamaya tık uyur yani, bazen uzatır, ama nadiren en fazla bir saat tutar seni. bugün iki saat sırtım belim her yerim koptu. sinirimden oturdum ağladım artık hüngür hüngür. ama sessiz ağladım, başımı öne eğdim ali’ye göstermedim föckc yavrum……. zaten sabahın 7sinden beri full mesaideyim. yıprandım lan. babamla alakalı bir şeylere de canım sıkılmıştı zaten. offff gerçekten çok zor bi gündü. güya ali uyuduktan sonra spor ya da yoga falan yaparım kitap okurum bişiler bişiler planlar yapıyodum. hiç enerjim kalmadı. üstüne yarın sabah kayınvalidemle kayınbabamın bizde olacakları haberini aldım. tam da aliyi uyutmak için mücadele verdiğim sırada aldım bu haberi. bu da moralimi bozdu. of dedim ev nasıl dağınık, bunca yorgunluğun üzerine bir de temizlik mi yapıcam…. allahtan ömercim erken geldi o yaptı. bi de gelir gelmez alelacele yapıyor neymiş gs maçı varmış. çok önemliydi sanki. daha mutfak duruyor aloo. neyse aman bırak dursun kalsın hiç kimseye toplu ev borcum yok dkvkfkv
5 notes · View notes
flinnwantstobeahiddleston · 3 months ago
Text
Seabrook ༘˚⋆𐙚。⋆𖦹.✧˚
Amerika Birleşik Devletleri/Kaliforniya
Uçağın harekete geçmesini bekleyen iki kız birbirlerine baktı.Juliette iç çekti.
"Okulu bırakıp İtalya'ya gittiğime inanamıyorum"
Flinn inanamayarak ona baktı.
"Ben de senin sadece bunu düşündüğüne inanamıyorum"
"Okul benim için önemli Flinn biliyorsun"
"Lucia şu an daha önemli"
Flinn, Juliette'in elinde tuttuğu ders kitabını alıp kapattı.
"Odaklan Juliette"
"Neye odaklanayım?Cesedi saklayacağız falan deme sakın Flinn"
Flinn aceleyle etrafına baktı ve ona dönüp fısıldadı.
"Sessiz konuş"
Juliette gözlerini devirdi ve uçak hareketlenmeye başlayınca arkadaşının elini sıkıca tuttu.
İtalya/Floransa
Lucia koltukta oturarak şok içinde yerde kanlar içinde yatan genç kıza bakmaya devam etti.Bir sağa bir sola doğru gergin bir şekilde yürüyen Darrel'ın kanlı ellerine baktı.
"Neden yaptın?"
Darrel anlamamış bir şekilde ona baktı.Sinirle ayağa kalkan Lucia konuştu.
"Neden kızı öldürdün?!!!"
Darrel yerde yatan kıza baktı.
"Ben... yanlışlıkla oldu yemin ederim"
Lucia dolmaya başlayan gözlerini kırpıştırdı.
"Bütün suç bana kalacak...senin yüzünden"
"Su�� nasıl senin üstüne kalabilir ki?!!"
"Çünkü beni bu kızla aldattın Darrel!!!!Ve kızın ölüsü şu anda benim evimde!!Ben değil de kim suçlu olacak?!"
"Seni aldatmadım Lucia"
"Konumuz bu değil!"
Darrel iki elini onun omuzlarına koyunca Lucia aceleyle geri çekildi ve onu itti.
"Kanlı ellerinle sakın bana dokunma!!"
Darrel iç çekip yere oturdu ve cesede baktı.
"Ne yapacağız?"
"Ne bileyim ben?!"
Lucia arkasını dönüp camdan dışarıya baktı.
"Flinn'e ne dedin?"
Lucia yutkundu.
"Cinayeti benim işlediğimi söyledim"
Darrel kaşlarını çattı.
"Neden?"
"Çünkü senin işlediğini söyleseydim buraya gelmezlerdi"
"Onların yardımına ihtiyacımız yok"
Lucia ona doğru döndü.
"Onlar senin gibi oturup mal gibi cesede bakmazlar Darrel merak etme"
Darrel yenilgi içinde başını eğdi.
"Audria?"
"Grayson ile geliyor"
"O herif niye geliyor?"
"Senin gibi sevgilisini terk etmektense her zaman yanında olmayı tercih ediyor."
Darrel başını kaldırıp ona baktı.Lucia iç çekip koltuğa geri oturdu ve dizlerini kendisine doğru çekip başını dizlerine gömdü.
Uçakta başını Grayson'ın omzuna yaslayan Audria gergin bir şekilde bacaklarını sallamaya devam etti.Grayson onun bir bacağına elini koydu ve hafifçe sıktı.
"Sakin ol"
"Olamıyorum"
Grayson onun elinden sıkıca tuttu.
"Ben yanındayım Audria"
Audria derin nefes alıp ona baktı.
"Korkuyorum...ya Lucia.."
Audria sesini kısarak konuştu.
"Ya hapse girerse?"
Grayson başını olumsuz anlamda salladı.
"Belki de sadece yanlış anlamıştır?Öldürme falan yoktur sadece karşısındaki kişi baygındır?"
"Sanmıyorum"
Grayson iç çekip saate baktı.
"Biraz uyumaya ne dersin?"
"Bu halde uyuyamam"
"Her şey yoluna girecek.Sadece biraz dinlen"
Audria gözlerini kapatıp başını tekrardan onun omzuna yasladı.
"Oldu mu?"
Grayson onun saçlarına öpücük kondurdu.
"Oldu"
Amerika Birleşik Devletleri/Kaliforniya
Juliette'in evinin kapısını çalmaya devam eden Dean sıkıntıyla etrafına baktı.Yaklaşık 10 dakikadır kapıyı çalıyordu.Bu saatte Juliette'in dersleri çoktan bitmiştir diye düşündü.Elindeki çiçek buketini daha sıkı tuttu ve saatine baktı.İç çekip kapının önüne oturdu ve kız arkadaşının evine dönmesini beklemeye başladı.Bilmediği şey ise sevgilisinin başının çok büyük belada olduğuydu.
2 notes · View notes
kbra-09 · 4 months ago
Text
Tumblr media
Âşık olduğumuzda, o büyük duygusal deprem ruhumuzu antik Yunan kentleri gibi sallamaya başlayıp sütunlarımızı, kubbelerimizi, kemerlerimizi yıkarak, o yıkıntılardan sevdiğimizi de içine alacak yeni bir kent yaratmak için geldiğinde, mutlu bir varoluşla kederli bir yıkılış aynı anda dikilir önümüze. Gücümüzü sınar.
4 notes · View notes
Text
Tumblr media Tumblr media
paytak paytak yürüyorsun. kimden kaptın bilinmez ha bire kaş çatmaya başladın. hala tey tey deyince ayağındaki çorabı çıkarıp sallamaya başlıyorsun. ve tüm gün her duyguya aynı kelime fakat farklı bir tonlamayla cevap veriyorsun: annniiiiiiii
21 notes · View notes
theedictofthestar · 5 months ago
Text
ben zaten alıştım üzülmeye gidenlerin arkasından el sallamaya
boşver hiç gerek yok beni düşünmeye biraz içmiştim o yüzden ağladım
5 notes · View notes
tukenmislerdenizim · 1 year ago
Text
Yonca evcimik sallayalım dünyayı dinleyerek hayatımı sallamaya çalışıyorum
12 notes · View notes
palyacolardankorkmuyoruz · 2 years ago
Text
Güvensizlik, korku ve dışlanma. Size neyi hatırlatıyor? Neden bir insana güvenebilmek için aylar geçmesi lazım gerçi yıllar bile geçse sonuç değişmiyor. O kişiye o kadar çok değer veriyorsunuz ki istemsiz bir şekilde güvenemeyip şüphe duygusuna kendinizi kaptırdığınızda kendinizden şüphe duymaya başlıyorsunuz. Şüphelerinizle beraber korkularınız ordan el sallamaya başlıyor. Hoş, korku olmadan şüphe olamaz. Bahsettiğim korku ise normal bir korku değil , kaybetme korkusu. Sonradan şüpheler gerçek olmaya başlıyor, korku artıyor ve onun hatalarını görmezden gelmeye başlıyorsunuz. Sizin suçunuz değil , hiç olmadı. Daha sonra ise o kişi sizden uzaklaşmaya ve bulunduğunuz ortamlardan dışlamaya başlıyor. Tanıdık geldi değil mi? Ona verdiğiniz değer gitmek istemiyor adeta sizi boğuyor ama sevmekten başka çareniz yokmuş gibi hayata devam etmeye çalışıyorsunuz. O kişinin yanına gidince suratınıza bir huzursuzluk oturuyor ve sahte gülüşler saçmaya başlıyorsunuz. En son sizden tamamen uzaklaşıyor, bünyeniz alışmış o yüzden tepki bile veremiyorsunuz. Bir de ne olsun! Yalnız kalmış ve kapınıza kadar gelmiş. Sizi kimsenin bilmediği bir şehrin en uzak mahallesindeki iğrenç kokan bir çöp kovasına attıktan sonra... çünkü yalnız kalmış. Hemde siz ruhunuzun kullanıldığının yeni farkına varmışken.
22 notes · View notes