#said b. cübeyr
Explore tagged Tumblr posts
Text
Saîd b. Cübeyr (rahmetullâhi aleyh) şöyle demiştir:
"Eğer ancak kendisinde hiçbir hata olmayan bir kimse emr-i bi'l-marûf ve nehy-i ani'l-münker vazifesini yapabilir dersek, dünyada hiç kimse hiçbir şeyi söyleyemez."
Saîd b. Cübeyr'in bu sözü İmam Mâlik'in hoşuna giderdi.
Gazâlî, İhyâ
22 notes
·
View notes
Text
Zilhicce’yi İhya Etmek
Oruç, Salih Amel ve Zikir Günleri
10 Günde Hatırlanacak 10 Tavsiye
1. Müfessirlerin çoğunluğu, Fecr sûresinin 2. âyetinde “on geceye yemin olsun” ifadesinde üzerine yemin edilen on gecenin zilhicce ayının ilk on gecesi olduğu görüşündedir. Abdullah İbn Abbas ve İmam Şâfiî (Radiyallahu Anhuma) “Bilinen günlerde Allah’ın ismini zikretsinler” âyetinde geçen (Hac 22/28) “bilinen günler” ifadesini zilhiccenin ilk on günü şeklinde yorumlamışlardır.
“Yemin olsun fecr’e (şafak vaktine)!
Ve on geceye!
Hem çifte ve teke!
Ve geçip giderken, geceye!
Bunda bir akıl sahibi için (ibret alınacak) bir yemin (bu yemine lâyık hakikatler) vardır, değil mi?” (Fecr, 1-5)
Zilhicce'nin ilk yarısındaki günler, yüce Allah katında değerli günler arasındadır. Fecr Sûresi’nde, “On geceye yemin olsun ki...” (Fecr, 89/2) diye üzerine yemin edilen Zilhicce ayının ilk on günü müminler için müjdeler taşıyan mübarek bir zamandır.
2. Allah Resûlü (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur:
“Sâlih amelin Allah’a en sevimli geldiği günler zilhiccenin ilk on günüdür.” (İbn Mâce, Sıyam, 39; Ebû Davud, Savm, 61)
3. Bu ayda Tesbih: Sübhanallah, Tahmid: Elhamdülillah, Tehlil: Lâ ilâhe illallah, Tekbir: Allahü ekber, gibi zikirleri, salavat ve duaları bolca yapmalı, Kur’an’ı anlamaya çalışarak okumalı, ilmî faaliyetlere devam etmeli.
"Duanın faziletlisi, arefe günü yapılanıdır." (Muvatta, Hacc 246)
4. Zilhicce ayının ilk on gününün fazileti çok büyüktür. Allah-u Teâlâ katında yılın en faziletli günleridir. Bu günlerde yapılan salih amel, Allah-u Teâlâ’ya en sevimli gelen ameldir. Bu günlerde bol bol salih amellerde bulunmak müstehaptır.
a) Abdullah ibni Abbas (Radiyallahu Anhuma) şöyle dedi:
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
“Kendisinde salih amel işlenen günlerin Allah’a en sevimlisi bu günler yani (Zilhicce’nin ilk) on günüdür.”
Sahabeler:
−Ya Rasulallah! Allah’ın yolunda yapılan cihad da mı (o günler kadar sevimli) değildir? diye sordular.
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
−“Evet, Allah’ın yolunda yapılan cihad da! Ancak canı ve malı ile cihada çıkıp da onlardan hiçbir şeyi geri döndürmeyen (yani şehid olan) hariçtir.” (Ebu Davud 2438, Buhari 928, Tirmizi 754, İbni Mace 1727, Tergib ve Terhib 3/20, Beyhaki, Taberani, Bezzar, Ebu Ya’la, İbni Hibban)
b) Cabir bin Abdullah (Radiyallahu Anhuma) şöyle dedi:
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
“Dünya günlerinin en faziletlisi Zilhicce’nin ilk on günüdür…” (Tergib ve Terhib 3/22, İbni Hibban)
c) Nebi (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’in eşlerinden bazısından rivayet edildiğine göre:
“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) Zilhicce’nin dokuz günü, Aşure günü, her aydan üç gün ve ayın ilk Pazartesi ve Perşembesi oruç tutardı.” (Ebu Davud 2437, Nesei 2410)
5) Bu ayın dokuzuncu günü olan “arefe” sene içindeki günlerin en faziletlisidir. Bu günlerde ve özellikle de Arefe gününde oruç tutulmalıdır. Ama bu oruç, hac görevini yerine getiren için geçerli değildir! Çünkü Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) hacda iken Arefe günü oruç tutmamıştır! Bilindiği gibi Arefe günü orucunun fazileti oldukça büyüktür.
Ebu Katâde (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e Arefe günü oruç tutmak hakkında sorulunca, Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
“Arefe günü tutulacak orucun önceki ve sonraki senenin günahlarına kefaret olacağını Allah’tan ümit ediyorum.” [Tirmizî, Savm, 46 (749); İbn Mâce, Sıyâm, 40] Ebu Katâde (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
“Allah’ın, Arefe günü tutulan orucun, ondan önceki seneye ve ondan sonraki seneye kefaret etmesini umarım.” (İbni Mace 1730, Müslim 1162/197, Ebu Davud 2425, 2426, Beyhaki 4/286, 293, 300, Ahmed 5/297, Albânî İrva 952)
Said bin Cübeyr (Radiyallahu Anh) Zilhicce ayı’nın ilk on günü girdiğinde çok ibadet etmeye çalışır, hatta neredeyse ona güç yetiremez olurdu. (Terğib ve Terhib 3/20, Beyhaki)
6) Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bu günlerde kurban kesmek isteyenin, kurbanını kesinceye kadar vücudundaki kıllarından ve tırnaklarından hiçbir şey almamasını va’zetmiştir. Yani kurban kesecek kişi, Kurban Bayramı’na 10 gün kala vücut temizliğini yapar ve kurbanını kesene kadar vücudundan hiçbir şeyi kesmez!
Said bin Müseyyeb (Rahmetullahi Aleyh) şöyle dedi:
Ümmü Seleme (Radiyallahu Anha)’yı işittim şöyle diyordu:
Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’i işittim şöyle buyuruyordu:
“Herhangi birinizin keseceği kurbanlık hayvanı varken Zilhicce Ayının hilali görülürse artık o kimse kurbanını kesene kadar vücudundaki kıllardan, saçından ve tırnaklarından hiçbir şeyi almasın!” (Müslim 1977/42, Nesei 4373, 4376, İbni Mace 3149, 3150, Beyhaki 9/266, Ahmed 26536)
7) Unutulan sünnetleri ihya etmekte çok büyük sevap mevcuttur. Zira zilhicce ibadetleri unutulmaya yüz tutmuştur. Rasulullah Sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu: “Benden sonra unutulan sünnetlerden bir sünneti kim ihya ederse, sünneti işleyenlerin ecri kadar o kişiye verilir ve onların sevaplarından bir şey eksilmez.” (Tirmizi 7/443)
8) Müslim sahihinde Aişe Radiyallahu anha’dan rivayet edildiğine göre Rasulullah Sallallahu aleyhi vesellem şöyle demiştir: “Arefe gününde ateşten azad edildiği kul kadar başka bir gün yoktur, Yüce Allah o gün kullarıyla meleklerin önünde övünür ve şöyle der: bunlar ne istediler?”
9) İbn Ömer Radiyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre Rasulullah Sallallahu aleyhi vesellem şöyle dedi: “Yüce Allah Arefe akşamı meleklerin önünde kullarıyla övünür ve şöyle der: Bakınız kullarım saçları dağınık ve tozlu bir şekilde geldiler.” (İmam Ahmed, Elbani sahih demiştir.)
10) Arefe günü sabah namazından bayramın dördüncü gününün ikindi namazına kadar teşrik tekbiri getirmek.
Abdullah ibni Ömer ve Ebu Hureyre (Radiyallahu Anhum) bu on gün içinde çarşıya giderler, yüksek sesle tekbir getirirlerdi. Onları işiten insanlar da onlara uyarak yüksek sesle tekbir getirirlerdi. (Buhari 926, Begavi, Beyhaki)
Ali bin Ebi Talib (Radiyallahu Anh) Arefe günü sabah namazından sonra teşrik günlerinin son günü ikindi namazına kadar tekbir getirirdi. Son günün ikindi namazının akabinde de yine tekbir getirirdi.” (İbni Ebi Şeybe 2/72/1, Beyhaki 3/314, Albânî İrva 3/125)
Abdullah ibni Ömer (Radiyallahu Anhuma) o günlerde yani Mina günleri olan teşrik günlerinde namazların arkasında, yatağının üzerinde, çadırında, oturduğu yerde ve yürüdüğü yerde (yani aklına geldikçe) o günlerin hepsinde tekbir getirirdi. (Buhari 928, 929, İbni Münzir)
Kadınlarda teşrik gecelerinde mescitte, erkeklerle beraber tekbir getirirler. (Buhari 928, 929, İbni Ebi’d-Dünya Kitabu’l-Îyd)
Teşrik tekbirleri şöyledir:
“Allah-u Ekber Allah-u Ekber La İlahe İllallahu Vallahu Ekber Allah-u Ekber ve Lillahilhamd”
16 notes
·
View notes
Text
Rasûlullah'ın ص ashabı üç yerde "savaş anı, cenaze anı ve zikir anında" sesi yükseltmeyi kerih görürlerdi. Hasen el-Basri dedi ki; Rasûlullah'ın ص ashabı 'cenazede, Kur'an kıraatinde ve savaş anında' sesi kısmayı hoş görürlerdi.
Said b. Museyyeb, Said b. Cübeyr, Hasen, en-Nehâî, Ahmed ve İshâk cenazenin arkasından 'onun için bağışlanma dileyin' denilmesini kerih görürdü.
Ata ve Evzâî bunun bid'at olduğunu söylemiştir. İbn Munzir de bunu kerih gördüklerini söylemiştir.
| İbnu'l Munzir, el-İşraf 120.
2 notes
·
View notes
Text
Unutulan Bir Zikir “İstirca
اَلَّذ۪ينَ اِذَٓا اَصَابَتْهُمْ مُص۪يبَةٌۙ قَالُٓوا اِنَّا لِلّٰهِ وَاِنَّٓا اِلَيْهِ رَاجِعُونَۜ
– O (sabırlı) kimseler ki; kendilerine bir musibet ulaştığında: “Şüphesiz biz Allâh’a ait (kul ve köleler)iz ve kesinlikle biz ancak O’na dönücü kimseleriz!” derler.
(Bakara Sûresi; Âyet: 156)
İstircâ´da bulunmak:
اِنَّا لِلّٰهِ وَاِنَّٓا اِلَيْهِ رَاجِعُونَۜ
İnnâ Lillahi ve İnnâ İleyhi Râci’ûn demek
İbn Mâce,
Sünen´inde şu rivayeti kaydetmektedir:
Rasûlullah Sallallahu ve Sellem şöyle buyurdu:
"Her kime bir musibet gelip çatarsa, o da musibetini hatırladığında yeniden istircâ´da bulunursa (innâ lillah ve innâ ileyhi râciûn, derse) o musibetten bu yana geçen uzun zaman olsa dahi ALLAH CC onun için o musibet ile karşı karşıya kaldığı günkü ecrin benzerini yazar."
İstirca:
înnâ Lillah ve înnâ İleyhi Râciun
"Muhakkak biz ALLAH’ınız ve muhakkak biz
O’na dönücüleriz”
Şanı yüce ALLAH CC bu kelimeleri musibetlere uğrayanlar için bir sığınak, türlü mihnetlerle karşı karşıya kalanlar için bir korunak kılmıştır.
Said b. Cübeyr (Yüce ALLAH´ın rahmeti üzerine olsun) der ki:
Bu kelimeler bizim Peygambe
rimiz Sallallahu ve Sellem’den
önce herhangi bir Peygambere verilmiş değildir.
Eğer Yakub (a.s) bu kelimeyi bilmiş olsaydı:
“Ey Yusuf’un ayrılığının kederi, gel, şimdi gelişi
nin tam zamanıdır!" demezdi.
Yusuf 84.Ayet-i Kerime
İkrime´nin rivayetine göre Rasûlullah Sallallahu ve Sellem’in kandili bir gece sönünce o da:
Muhakkak biz
ALLAH’ınız ve muhakkak biz ona dönücüleriz" der.
O’na:
Bu bir musibet midir?
“Ey ALLAH’ın Rasûlü? diye sorulunca şu cevabı verir:
"Evet, mü’mini rahatsız eden her şey bir musibettir."
Müslim Ebu Said el-Hudrî (r.a) ile Ebu Hureyre (r.a)´dan her ikisinin de “Rasûlullah Sallallahu ve Sellem’in şöyle
buyurduğunu dinlemişlerdir:
"Mü´mine isabet eden her bir bitkinlik, yorgunluk, hastalık ve üzüntü, hatta kişiyi üzen her bir keder dolayısıyla mutlaka
ALLAH CC günahlarından bir kısmını örter."
Müslim,Ümmü Seleme´den şöyle dediğini rivayet etmektedir:
Rasûlullah Sallallahu ve Sellem’in şöyle buyururken dinledim:
"Herhangi bir müslümana bir musibet gelip çattı mı o da aziz ve celil olan ALLAH CC'ın kendisine emrettiği şekilde:
Muhakkak biz ALLAH´ınız ve şüphesiz biz ona dönücüleriz.
ALLAH´ım, bu musibetimin ecrini bana ver, onun yerine bana ondan daha hayırlısını ihsan buyur, diyecek olursa mutlaka
ALLAH CC’da ona ondan daha hayırlısını verir."
2 notes
·
View notes
Text
“Kulun Rabbisine ibadet yolunda çalışıp yorulması, Rabbisine olan sevgisinin bir alametidir. Zira kul, rahat oturmakla Rabbisinin sevgisini kazanamaz.”
Said b. Cübeyr (radıyallahu anh)
#ibadet yolunda çalışıp yorulması#sevgisinin ne kadar olduğunu gösterir#ölçü#ibadet#sevgi#zikir#sahabei kiram#nasihatler
18 notes
·
View notes
Text
⚘⚘Said b. Cübeyr hazretlerine “İnsanların en çok ibadet ehli olanı kimdir?” diye sorduklarında, şöyle cevap vermiş:
“İşlediği günahı hatırladığında daha çok gayrete gelip salih amel işleyen kimsedir.”
2 notes
·
View notes
Text
Haniflik
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla…
Hanîf, sözlükte; “hanef” masdarından bir sıfattır. Hanef, dalaletten doğruluğa, çarpıklıktan düzgünlüğe meyletmek demektir. Nitekim doğruluktan eğriliğe, haktan haksızlığa meyletmeye de “cim” harfi ile “cenef” denir. Şu halde hanîfin asıl mefhumu; eğriliği bırakıp, doğrusuna giden demektir. Bu mefhum ile örfte İbrahim aleyhisselamın milletine isim olmuştur ki; batıl din ve batıl ilahlardan kaçınıp yalnız bir olan Allah’a eğilen “Müvahhid” demektir. Hanîf’in çoğulu ise Hunefâdır.
Bazı Müfessirler, haniflerin ‘hacılar, sünnetli olanlar, annenin ve mahremlerin nikahını haram tanıyanlar, namazda kıbleye yönelenler, İbrahim aleyhisselamın dinine uyanlar’ anlamlarına geldiğini yazmışlardır. Bunlardan başka Ebu Kilâbe’ye göre: “Peygamberleri arasında hiç birini ayırt etmeyiz” (Bakara: 285) âyetinin işaretiyle peygamberlerin hepsine iman edenler anlamına gelir. Dinin hepsini bir araya toplayanlar diye de tarif edilmiştir ki, bu son iki tarif, birbirine yakındır. Ancak, bu tariflerin çoğu mefhumu ile değil, bazı özel durumlarda tarif edildiği için tam bir tarif değildir.
İslam ıstılahında ise genel olarak: Bütün bâtıl akidelerden İslam’a meyletmektir.
Kur’an-ı Kerimde ‘hanîf‘ ile ilgili bazı ayetlere bakacak olursak:
Allahu Teâlâ ayet-i kerimesinde:
“İbrahim ne bir Yahudî, ne bir Hristiyandır. Fakat o Allah’ı tanıyan (Hanif) dosdoğru bir müslümandı. Müşriklerden de değildi” (Al-i İmran: 67).
Buyurarak başka birkaç ayette daha olduğu gibi hanifliğin en güzel misallerinden İbrahim aleyhisselamın hanifliğini beyan etmiş ve O’nu, dolayısıyla da tüm O’nun yolunu takip eden hanifleri övmüştür.
Burada ‘İbrahim ne bir Yahudi, ne de bir Hristiyandır’ buyurulduğu gibi yine Bakara suresi 135. ayetinde de Yahudi ve Hristiyanlıktan ve ehli kitabın hasletlerinden beri olduğunun beyanı ve Yahudi ve Hristiyanların İbrahim aleyhisselamın kendi dinlerinden olduğu iddialarına da bir cevap teşkil ettiği anlaşılıyor. Zira O, azabı hak edecek ve dalaleti taşıyacak herhangi bir amel işlememiştir. ‘Fakat O Allah’ı tanıyan’ O’nu tanımış olmakla da rabbi olan Allah Subhânehû ve Teâlâ’dan gayrısını rahatlıkla ayırt edip reddedebilecek bir yapıya sahipti. O’ndan gayrisini tam bir teslimiyetle reddetmekte bir taviz vermeyen, özü sözü bir ‘dosdoğru bir müslümandı’. İbrahim aleyhisselam bu vasıflarıyla tam manasıyla olan bu doğruluğuna hiçbir eğrilik ve şirk katmamıştı. Bu özelliğiyle de O, ‘Müşriklerden de değildi.’
Taberî rahilmehullah şöyle demiştir: “‘Lakin hanif idi’ yani gerekleriyle emredilmiş olan hidayet delili üzerinde müstakim olarak Allah’ın emir ve taatine tabi idi. ‘Müslüman’ yani kalbi ile Allah’a huşu duyarak ve organlarıyla O’na yönelmiş bir şekilde, kendisine farz kılınan ve hükümlerinden kendisine şart koşulanlara farkında olarak itaat eden biri demektir.” (Taberî Tercüme, 1/258)
İbni Kesir rahimehullah şöyle demiştir: “Hanifdi, yani şirkten vazgeçip imana yönelendi, demektir.” (İbni Kesir Tercüme, 4/1278)
“De ki: Allah doğruyu söylemiştir. Öyle ise, hakka yönelmiş olarak İbrahim’in hanif dinine uyunuz. O, müşriklerden değildi.” (Ali İmran: 95)
Bu ayetle de İbrahim aleyhisselamı örnek alıp ona uyarak dinin hanîf bir şekilde yaşanması istenmiştir.
Allah-u Teâlâ hakkı ortaya koymuştur, uyulacak olan hak ortadadır. Böylece bundan sonra; müşrikler, Yahudi ve Hristiyanlar gibi yalan ve iftiralar ile Allah’a ortaklar koşmayın. Ortaya konan doğrulardan sonra size her türlü zulüm ve münkerât belli olmuştur. Böylece bu isyan ve şirk fiillerinden soyutlanıp ‘hakka yönelmiş olarak İbrahim’in hanif dinine uyunuz. O, müşriklerden değildi.’
“O halde sizler, Allah’ın seçtiği din üzere bulunduğunuza dair iddianızda samimi iseniz, tahrif edilmiş Yahudi ve Hristiyalığa değil Alllah’ın dostu olan İbrahim’in, hakka yönelen Hanif dinine tabi olun. İbrahim… Hanif didine mensuptu, müslümandı. ibadet ve itaati sadece rabbine yapardı.” (Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 2/319.)
“(Resûlüm!) Sen yüzünü hanîf olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise ona çevir. Allah’ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur; fakat insanların çoğu bilmezler.” (Rum: 30)
Müfessirler, âyet-i kerimedeki “fıtrat”ı, ‘hak dini kabule kabiliyetli’ anlamına hamlederler ki, ayetin gereği budur. Asıl yaratılış demektir.
İbn Atiyye diyor ki; “Fıtrat lafzının en iyi tefsiri, insanın Allah’ın yarattıklarını fark etmeye yarayan ve dünyevî işleri de birbirinden ayırabilmeye uygun bir kabiliyettir. Bu kabiliyet açıldıkça, kul yaratıcısını bilir ve bulur, şerîattaki güzelliği idrak eder.”
Fıtrî din, İslâm dinidir, tevhîd dinidir ve bir Allah’a imân dinidir. Âdem aleyhisselamdan Muhammed aleyhisselama gelinceye kadar bütün peygamberler fıtrî din olan İslâm dininin esaslarını ve tevhîd akidesini tebliğe memur edilmişlerdir.
Ebu Hüreyre’nin rivayet ettiği bir hadiste Rasulullah aleyhisselam şöyle buyuruyor: “Her doğan çocuk muhakkak İslâm fıtratı üzerine doğar. Sonra anası ile babası ona yahudî yahut hristiyan veya mecûsî yaparlar. Nasıl ki, her hayvanın yavrusu tam azalı olarak doğar. Hiç o yavrunun burnunda, kulağında eksik, kesik bir şey görülür mü?”Sonra Ebu Hüreyre radıyallahu anh; “(Rasûlüm!) Sen yüzünü hanîf olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise ona çevir. Allah’ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur; fakat insanların çoğu bilmezler.” (Rum: 30) mealindeki ayet-i kerimeyi okumuştur (Buhârî, Cenâiz, 80).
Bir hadis-i kudsîde Allah’u Teala şöyle buyuruyor: “Ben kullarımı hanifler olarak istikamet ve selâmet üzere yarattım” (Aynî, Umdetü’l-Kârî, VIII, 179).
İnsan islam fıtratı üzerine yaratılmıştır, yani islamı kabullenmeye kabiliyetli bir yapıdadır. Doğumundan itibaren islam hükümlerinin hakkında icra edilmesinde bir sıkıntı ve zorluk yaşamaz ve buna tabi olur, kabul eder. İnsanın azıcık akletmesi ve düşünmesiyle de bulabileceği tevhiddir bu. Ve yaşayacağı tevhid dinidir. İşte insan hanif olarak yani fıtri yapısını kullanıp azıcık düşünüp, şirkin ve küfrün yanlışlığını idrak edip bundan beri olarak yüzünü bunlardan alıkoyup üzerinde yaratılmış olduğu dine, tevhid dini olan islama çevirmelidir.
“Hanîf olarak” tabiri ise; tahrif edilmiş, nesh olmuş bütün dinlerden uzaklaşmış olarak, tam bir itidal ve denge ile yönel, demektir.” (Kurtubi Tercüme, 13/471-472.)
Bu azıcık fıtri düşünmeye Allah-u Teâlâ Rum suresi 28. Ayette değinmektedir:
“Allah size kendinizden bir temsil getirmektedir: Mülkiyetiniz altında bulunan köleler içinde, size verdiğimiz rızıklarda -birbirinizden çekindiğiniz gibi kendilerinden çekineceğiniz derecede sizinle eşit (haklara sahip)- ortaklarınız var mı? İşte biz ayetlerimizi, aklını kullanacak bir kavim için böyle açıklıyoruz.” (Rum: 28)
Allah-u Teala bu gibi ayetlerde insanların kendilerine verilen akıllarını kullanmalarını ve kabule kabiliyetli yaratıldıkları İslam dininde kalmaları için tevhidin ilk rüknü olan reddi, şirkin ve küfrün her çeşidine karşı yapmalarını istemektedir. İşte kişi bu şekilde şirkin ve küfrün kötülüklerini anlayarak, bunların bir zulüm olduğunu kavrayıp tam manasıyla bunlardan soyutlanmasıyla hanîf sıfatını kazanır. Ve böylece hanîf olarak tevhidin rükünlerinden olan reddi ve bu reddin akabinde kabulü bilinçli bir şekilde gerçekleştirir.
“İşlerinde doğru olarak kendini Allah’a veren ve İbrahim’in, hanif dinine tâbi olan kimseden dince daha güzel kim vardır? Allah İbrahim’i dost edinmiştir.” (Nisa: 125)
Yer yüzündeki en mükemmel din islam dinidir. Onun en iyi icrasıda İbrahim aleyhisselam gibi hanif olarak dini güzel bir şekilde yaşamaktır.
İmam Taberi diyor ki: “Hanîfen, yani onun metod ve yolu üzerinde dosdoğru olarak.” (Taberi Tercüme, 1/410.)
İbni Kesir ise: “Hanif, şirkten bilerek yüz çeviren, yani basiretle şirki terk eden, bütün bedeniyle hakka yönelen ki onu bundan ne bir engel alıkoyabilir ne de uzaklaştırabilir, demektir.” (İbni Kesir Tercüme, 5/1944)
“Halbuki onlar Allah’a Onun dininde ihlas sahibi ve hanifler (müvahhidler) olarak, ibadet etmelerinden, namazı dosdoğru kılmalarından, zekâtı vermelerinden başkasıyla emr olunmamışlardı. En doğru din de bu idi.” (Beyyine: 5).
“Bu âyet Allah-u Teâlâ’nın şu kavli gibidir: “Senden önce gönderdiğimiz her peygambere: Benden başka ilâh yoktur, Bana kulluk edin, diye vahyetmişizdir.” (Enbiyâ: 25)
Burada dini yalnız Allah’a tahsis ederek O’na kulluk etmek anlamına “hanîfler” buyuruluyor. Yani şirkten tevhide dönenler. Bu, Allah-u Teâlâ’nın şu kavli gibidir: “Andolsun ki her ümmete: Allah’a ibâdet edin ve putlardan kaçının, diye peygamberler göndermişizdir.” (Nahl: 36) (İbn Kesir Tercüme, 15/8562-8563)
bütün dinleri bir kenara bırakarak, İslâm dinine yönelerek… demektir. İbn Abbas şöyle diyordu: Hanifler, İbrahim (a.s)’ın dini üzere olanlar, demektir. Hanif’in; sünnet olan ve hacceden kimsenin adı olduğu da söylenmiştir ki bu açıklamayı Said b. Cübeyr yapmıştır. Dilciler de şöyle demiştir: Bu lafzın aslı “İslâm’a yöneldi” demek olan; ” İslâm’a hanif oldu (yöneldi)” ifadesinden gelmektedir. (Kurtubi, Tercüme, 19/257-258.)
Sonuç olarak:
Buraya kadar naklettiğimiz nakillerden ve açıklamalardan anlaşıldığına göre hanif, kasıt ve basiretle şirki, şirkin kötülüğünü, zarar ve yıkımlarını bilerek terkeden ve Allahın dışındakileri bir yana bırakıp, onları reddedip, ihlâs ile Allah-u Teâlâyı ilah olarak birlemeye yönelen kişi demektir. Ki bu, şirk koşmaktan uzak, rabbi için islam üzere dosdoğru olan kişi demektir.
Rabbim cümlemize bu dini İbrahim aleyhisselam gibi hanîf olarak yaşamayı nasib etsin. Allahumme amin…
1 note
·
View note
Photo
Rabbimiz Allah şöyle buyurur: "Size yasaklanan büyük günahlardan kaçınırsanız, sizin kusurlarınızı örteriz ve sizi, onurlu üstün bir makama sokarız. [Nisa, 4/31. Mü'min müslümanların, Rableri Allah ve önderleri Rasulullah (s.a.s.) tarafından kendilerine yasaklanan, yani haram kılınan büyük günahlardan sakındıkları, veyahud "Nasuh Tev-besi" ile tevbe ettiklerinde, küçük günahlarının affolunacağını Rabbimiz Allah beyan buyuruyor... Büyük günahların neler olduğuna dair, daha önce naklettiğimiz hadis~i Şerifi, öneminden dolayı tekrar hatırlatalım... Ebu Hüreyre (r.a.)'ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur: "Helak edici olan yedi şeyden çekininiz!" Sahabiler: Ya Rusulallah, bu yedi şey nedir? diye sordular. Rasulullaah (s.a.s.): "Allah'a ortak tanımak, Sihir yapmak, Allah'ın haram kıldığı bir canı öldürmek, haklı öldürülen müstesna, Riba (faiz kazancı) yemek, Yetim malı yemek, Düşmana hücum sırasında savaştan kaçmak, Zinadan kal'aya girmişçesine korunmuş olup hatırından bile geçirmeyen mü'min kadınlara zina iftirası atmak." buyurdu. [Sahih-i Buhârî, Kitabu'1-Vesay a, B. 24, Hds. 29. Sahih-i Müslim, Kitabu'1-İman, B. 38, Hds. 145. Enes b. Malik (r.a.) anlatıyor: Rasulullah (s.a.s.), büyük günahları zikretti, yahud kendisine büyük günahlardan soruldu da: "Allah'a ortak tanımak, insan öldürmek, anneye-babaya isyan ve ezâ etmektir." buyurdu ve şunu ilâve etti: "Dikkat edin! Size, büyük günahlardan en büyüğünü haber veriyorum: Yalan söylemektir, yahud yalan şahidliği yapmaktır[Sahih-İ Buhârî, Kitabu'1-Edeb, B. 6, Hds. 8.Kitabu'ş-ŞehâdâtB. 10, Hds. 18-19. Sahih-i Müslim, Kitabu'1-İman, B. 38, Hds. 144'ün devamı. Sünen-i Tirmizî, Kitabu Tefsiru'İ-Kur'ân, B. 5, Hds. 3206-3207. Sünen-i Neseî, Kitabu Tahrimu'd-Dem, B 3, Hds. 3997-3998. Abdullah ibn Mübarek, Birr ve's-Sila, çev. Tevhid Ajans, İst. 1998, Sh. 23, Hds. 106-108 et-Taberî, A.g.e. C. 2, Sh. 505 Said b. Cübeyr (rh.a.), Mücahid (rh.a.), Dehhak (rh.a.) ve Abdullah ibn Abbas (r.anhuma)'dan nakledilen görüşe göre büyük günahlardan maksad, Allah'ın, işleyenleri cehennem azabına koyacağı ile tehdid ettiği günahların tümüdür. Buna göre, işlenildiğinde onu işleyenin cehennem azabına konulacağı veya Allah'ın gazabına yahud lanetine uğratılacağı beyan edilen günahların hepsi büyük günahlardır. [et-Taberî A.g.e. c. 2, Sh. 504.Ahmed Dav. C. 1, Sh. 371. Tavus (rh.a.) derki: İbn Abbas'a: Büyük günahlar yedi tane midir? diye sorulmuş; O: Hayır, yetmiş olma ihtimali daha yakındır, demiştir. Said b. Cübeyr (rh.a.) de der ki: Bir adam, İbn Abbas'a: Büyük günahlar yedi tane midir? diye sormuş. Oda: Hayır, yedi olmasından daha yakın bir ihtimaldir. Şu kadar var ki, istiğfar ile beraber büyük günah(ın günahı) kalmaz, ısrar ile küçük günah (küçük günah olarak) kalmaz.[İmam Kurtubî C. 5, Sh. 157. "Ulemâ hazerâtı, küçük günahı işlemeye ısrarla devam etmenin onu, büyük günaha çevireceğini söyler. Hz. Ömer'le İbn Abbas ve diğer bazı Ashab-ı Kiram (r.anhum): İstiğfarla büyük günah, ısrarla da küçük günah kalmaz, demişlerdir. Bu sözün mânâsı: İstiğfarla büyük günah affedilir, fakat işlenirse küçük günah büyük günah olur, demektir. Acaba ısrarın hududu nedir? Bu hususta, Ebu Muhammed İzzüddin ibn Abdisselâm (rh.a.) şunları söylemiştir: Israr: Dinine ehemmiyet vermediğini gösterecek şekilde küçük günahı tekrar etmektir. Muhtelif nev'îlerden küçük günahlar bir araya gelir de mecmu'u, günahların en küçüğünün verdiği kanaati husule getirirse hüküm, yine böyledir. İbn Salâh (rh.a.)'e göre ise, küçük günaha ısrar: O günahı işlemeye devam etmek ve büyük denilecek şekilde onu devam üzere işlemek azminde bulunmaktır. Bunun için zaman ve sayı tahdidi yoktur. ] Yegâne Rabbimiz Allah'ın yasakladığı, yani haram kıldığı büyük günahlardan sakınan ve onlara yaklaşmayip küçük günahları da işlemekte ısrarlı olmayıp devamlı tevbeye sarılarak, salih amel yapmaya gayret eden mü'min müslümanların cennete gireceğini, önderimiz Rasulullah (s.a.s.) müjdelemektedir... Ebu Eyyub el-Ensarî (r.a.)'ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur: "Allah'a kulluk edip hiçbir şeyi Allah'a ortak koşmayan, namazı kılan, zekatı veren ve büyük günahlardan sakınan kimse, cennetliktir." Kendisine: Büyük günahlar nelerdir? diye sorduklarında: "Allah'a şirk koşmak, haksız yere müslüman öldürmek ve savaş günü, savaştan kaçmak." buyurdu. [Sünen-i Neseî, Kitabu Tahrimu'd-Dem, B. 3, Hds. 3996. et-Taberî, A.g.e. C. 2, Sh. 505. İbn Kesir, A.g.e. C. 4, Sh. 1660. Ahmed b. Hanbel, (Müsned, C. 5, Sh.413)'den. Ebu Hüreyre (r.a.) ve Ebu Said (r.a.) anlatıyor: Rasulullah (s.a.s.), bir gün bize bir konuşma yaparak üç defa: "Kuvvet ve iradesiyle yaşadığım Allah'a yemin ederim ki" dedi ve sonra ağlamaya başladı. Bunun üzerine hepimiz ağlamaya koyulduk. Rasulullah (s.a.s.)'in niçin yemin ettiğini bilmiyorduk. Daha sonra Rasulullah (s.a.s.), başını kaldırdı, yüzünde sevinç alâmetleri vardı. O'nun bu hâli, bizim için kırmızı develerimizin olmasından daha sevinç verici idi. Rasulullah (s.a.s.), daha sonra şöyle devam etti: "Beş vakit namaz kılan, Ramazan orucu tutan, zekat veren ve yedi tane büyük günahtan sakınan hiç kimse yoktur ki cennet kapılan kendisine açılıp da ona, 'selâmetle gir' denilmesin![Sünen- i Neseî, Kitabu'z-Zekat, B. 1, Hds. 2431.İbn Kesir, A.g.e. C. 4, Sh. 1658. Hakim ve İbn Hıbban'dan. İmam Kurtubî, A.g.e. C. 5, Sh. 155. Ebu Hatim el-Bustî'nin Sahih Müsned' inden. Ebu Hüreyre (r.a.)'dan. Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur: "Büyük günahlardan kaçımldığı takdirde, beş vakit namaz, iki cuma ve iki Ramazan, aralarındaki günahlara keffarettirler. [Sahih-i Müslim, Kitabu't-Tahare, B. 5, Hds. 16. Sünen-i Tirmizî, KitabuVSalat, B. 160, Hds. 214. Sünen-i İbn Mace, Kitabu İkametu's-Salâ, B. 79, Hds. 1086. Abdullah ibnti'1 -Mübarek, Kitabu'z-Zühd, Sh. 239, Hds. 905. Rabbimiz Allah şöyle buyuruyor: "Ve (müttakîler,) çirkin bir hayasızlık işledikleri ya da nefislerine zulmettikleri zaman, Allah'ı hatırlayıp hemen günahlarından dolayı bağışlanma isteyenlerdir. Allah'dan başka günahları bağışlayan kimdir? Bir de onlar, yaptıkları (kötü şeylerde) bile bile ısrar etmeyenlerdir. İşte bunların karşılığı, Rabblerinden bağışlanma ve içinde ebedî kalacakları, altından ırmaklar akan cennetlerdir. (Böyle) yapıp edenlere ne güzel bir karşılık (ecir var). [Âl-İ İmrân, 3/135-136
0 notes
Text
O sabredenler, kendilerine bir belâ geldiği zaman: Biz Allah’ın kullarıyız ve biz O’na döneceğiz, derler. (Bakara Suresi 156. Ayet)
“İsâbet”, “Hatâ”nın karşıtı olan bir kelimedir. “Musîbet” insanın başına gelen hoşa gitmeyen bir durumdur. Bu konuda Peygamber Efendimiz (s.a.): “Mü’mine eziyet veren her şey, onun için musîbettir.” buyurur.
Sabredenlere bir belâ eriştiği zaman: “Biz Allah’ın kullarıyız.” Kul ise elinde bulunan her şeyle beraber efendisine âiddir. Allah isterse sâhip olduğumuz şeyleri bize bırakır, dilerse geri alır. Fakat bütün bunlar, O’nun mülkü olduğu için biz asla sızlanmaz, sabrederiz. Yaşarsak rızkımız O’na âiddir. Ölürsek dönüşümüz O’nadır. O, bizim mükâfatımızı verecektir. Biz onun hükmüne râzıyız. Rabbimizin bize verdiği her şey O’nun fazlındandır. Bir borç gibi verdiği şeyi geri almak O’nun keremine yakışmaz. O bunları, bizim için bir azık olsun diye yanında alıkoymaktadır.” derler.
“Biz Allah’a âidiz.” sözümüzle Allah’ın tek mâlik olduğunu ve her şeyin mülkiyetinin O’na âid bulunduğunu; “Ve biz O’na döneceğiz.” sözümüzle ise nefislerimizin helâke mâruz olduğunu ikrâr etmiş bulunuyoruz.
Allah’a dönmek, bir yöne veya bir yere intikalden ibâret değildir. Çünkü böyle bir durum, mekândan ve cihetten münezzeh olan Allah için muhaldir. O halde bu dönüşten maksad, Allah’dan başka hükmetmeye kimsenin hakkı olmadığı bir yere varmaktır. İşte burası âhıret yurdudur. Orada ne hakîkaten, ne de mecâzen Allah’dan başka hiçbir hâkim yoktur. Dünyâda ise Allah’ın dışındaki kimseler, mecâzî ve zâhirî olarak hükme mâlik olmaktadır.
Musîbete uğrayan kişinin: “Biz Allah içiniz ve O’na döneceğiz.” demesinde pek çok fayda vardır. Şöyle ki:
1- Bu sözü söylemekle meşgul olmak o anda insanın ağzından uygunsuz birtakım sözlerin çıkmasını engeller.
2- Belâya uğrayan kişinin kalbi tesellî bulur ve üzüntüsü azalır.
3- Şeytanın o kişiye uygunsuz söz söyletme arzusu kesilir.
4- Bu sözü duyanlar, aynı şeyi tekrar ederek ona uyarlar.
5- Diliyle bunu söyleyenin kalbine güzel düşünceler ve Allah’ın kazâ ve kaderineteslimiyet arzûsu gelir. Çünkü bir hadiste bildirildiğine göre:
“Belâya uğrayan kişi: “Biz Allah’a âidiz ve O’na döneceğiz. Ya Rabbi bu musîbet sebebiyle bana ecir ver ve bana aldığından daha hayırlısını bağışla.” derse, Allah onu mükâfâtlandırır ve ona daha hayırlı şeyler verir.”
Said b. Cübeyr şöyle demiştir: “Musîbete uğrayan hiçbir kimseye, bu ümmete verilen: “Biz Allah’a âidiz ve O’na döneceğiz.” sözü verilmemiştir. Eğer daha önce birisine bu söz verilecek olsaydı muhakkak o Ya’kûb (a.s.) olurdu. Çünkü O, Yusuf’u (a.s.) kaybedince: “Ey Yûsuf hakkındaki üzüntüm, gel senin zamanındır.” (Yûsuf, 12/84) dedi.
Sadece dil ile istircâ’da bulunup “innâ lillâh...” âyetini okumak, sabretmiş olmaya yetmez. Sabredenlerden olmak için ne maksadla yaratıldığını düşünerek Allah’ın bütün tekliflerine boyun eğmek; aldığı ve verdiği her şeyde kalben O’nun kaderine ve kazâsına teslim olmak gerekir. Çünkü bütün mülk ve hükümranlığın Allah’ın olduğuna inanan kimse, nasıl olur da kendi mülkünde O’nunla çekişmeye kalkışır ve kazâsına râzı olmaz?
Mülk âlemindeki her şeyin Allah’a âid olduğunu düşünmek, kişiye Allah’ın nimetlerini hatırlatır. Allah’ın nimetlerini hatırlatmak ise Allah’ın bıraktığının geri aldığından kat kat fazla olduğunu bilmeyi gerektirir. Bu bilgiye erişen kişi artık ne Allah’a karşı gelir, ne de sızlanır.
Bir önceki âyette “sabredenleri müjdele!” buyurulmuş, bu âyette müjdelenenlerin kimler olduğu açıklanmıştı. Fakat müjdelenen şeyin ne olduğu zikredilmedi. Bunu da peşinden gelen âyet-i kerîme izah etmektedir.
İsmail Hakkı Bursevî (k.s)
Rûhu’l Beyân c2s156
2 notes
·
View notes
Text
Said b. Cübeyr:
"Dünya, eğer seni ahiret için çalışmaktan alıkoyuyorsa, bir aldanma metaı olur; yok eğer seni, Allah'ın rızasını ve ahireti kazanmaya davet ediyorsa, ne güzel meta ve ne güzel vesiledir!"
2 notes
·
View notes