#sahabe icması
Explore tagged Tumblr posts
zerihcom · 16 days ago
Text
Hilafet, Ümmetin Değişim Projesidir Aksine Farzların Tacıdır
1 minute Kaynak: Hizb-ut-Tahrir Bu başlık altında, Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti, düzenli olarak gerçekleştirdiği Ümmet Meseleleri Forumu düzenledi. 1342 Hicri yılında Hilafetin yıkılmasının 104. yıl dönümünü anmak amacıyla Recep ayında böylesi bir forum düzenlenmesi amaçlanmıştır. Forumda iki sunum yapıldı; birinci sunumu, Hizb-ut Tahrir / Sudan Vilayeti Encümen üyesi Avukat Hatim Cafer…
0 notes
hattabi · 4 months ago
Text
"Kur'an ve Sünneti Nasıl Anlamalıyız?"
Ne yazık ki son zamanlarda bazı ferdlerin (tevhidi camia da dahil) sahabelerin sahih ve sarih bir şekilde ulaşan rivâyetlerine itibar etmediklerini, bir konuda kendi çıkarımlarına, reylerine ve hocalarının görüşlerine yer verdiğine şahit olduk. Kurân ve Sünneti anlama yolunda selefe ittibâ etmeyip bundan başka menhec edinen kimseler hakikate ulaşmada zıkzaklar çizmekte ve yoldan sapabilmektedir.
Allah Teâlâ Kur'ân'da selefin eserlerinin hüccet olduğunu bizlere söylemiştir. Allah'ın izniyle bununla alakalı Kur'ân, sünnet ve muteber imamlardan deliller aktaracağız.
Allah azze ve celle şöyle buyurmuştur:
〰وَمَن يُشَاقِقِ الرَّسُولَ مِنْ بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُ الْهُدَىٰ وَيَتَّبِعْ غَيْرَ سَبِيلِ الْمُؤْمِنِينَ نُوَلِّهِ مَا تَوَلَّى وَنُصْلِهِ جَهَنَّمَ وَسَاءَتْ مَصِيرًا
"Kimde hidayet kendisine apaçık belli olduktan sonra, Resul'e muhalefet eder ve müminlerin yolundan başka bir yol kendine seçerse, onu yöneldiği o yola havale eder ve sokarız. Ne kötü dönüş yeridir orası." (Nisa, 4/115)
İmam eş-Şâfii bu ayetin tefsirinde şöyle der:
لا يصليه جهنم على خلاف سبيل المؤمن إلا وهو فرض
"Her kim müminlerin yoluna muhalefet ederse cehenneme girmesi ona farz olur."
Allah azze ve celle şöyle buyurmuştur:
لَقَدْ مَنَّ اللَّهُ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ إِذْ بَعَثَ فِيهِمْ رَسُولًا مِّنْ أَنفُسِهِمْ يَتْلُوا عَلَيْهِمْ ءَايَتِهِ وَيُزَكِّيهِمْ وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَإِن كَانُوا مِن قَبْلُ لَفِي ضَلَالٍ مُّبِينٍ
"Andolsun ki: Allah müminlerin içinde, kendilerinden olan bir Resul göndermekle onlara iyilikte bulunmuştur." (Al-i İmrân, 3/164)
Yine Allah şöyle buyurmuştur:
حَرِيصٌ عَنتُمْ مَا عَلَيْهِ عَزِيزٌ أَنْفُسِكُمْ مِنْ رَسُولٌ جَاءَكُمْ لَقَدْ رَحِيمِ رَؤُفٌ بِالْمُؤْمِنِينَ عَلَيْكُمْ
"Andolsun ki size, içinizden olan, sizi zora sokan şeylerin kendisine ağır geldiği, size pek düşkün, müminlere karşı şefkatli ve merhametli olan bir Resul gelmiştir." (Tevbe, 9/128)
Yine Rabbimiz şöyle buyurmuştur:
وَاخْفِضْ جَنَاحَكَ لِمَنِ اتَّبَعَكَ مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَۚ
"(Şefkat) kanatlarını, sana uyan müminlere ger." (Şuarâ, 26/215)
Bu ayetlerde de yine aynı şekilde müminlerden bahsederken orada doğrudan bu müminlerin sahabe olduğu anlatılmaktadır. Buradan da anlaşılıyor ki kim sahabelerin yolunu değil de başka bir yol tutarsa ve tâbi olunulması farz olan esere tâbi olmazsa ve ona muhalefet ederse muhakkak sapıklığa ve delâlet yollarına girecektir.
İmam eş-Şâfii, (Nisa, 4/115) ayeti icmanın delili olduğunu söylemekle birlikte bu icmanında sahabenin icması olduğunu belirtmiştir. O yüzden onların eserlerine ittiba etmek farzdır.
Ebu'l-Hasan Ubeydullah İbn-i Hârûn el- firyabi diyor ki:
Ben Mekke'de iken Şafiî'den şöyle işittim, dedi ki: "Bana ne istiyorsanız sorun. Ben ise size Allah'ın kitabından ve Resûlullah'ın ﷺ sünnetinden cevap vereceğim. Ben içimden bu adam ne kadar cüretkârdır dedim. Sonra ona sordum dedim ki: Ey Ebu Abdullah! ihrâmda olan bir kişi bir arıyı öldürebilir mi? Bu konuda İmam eş-Şafiî "Evet" dedi. Delili nedir diye sordum. Dedi ki: Allah Teâlâ şöyle buyurdu: "Resul size ne vermişse onu alın ve sizi neyden nehyetmişse ondan uzak durun." (Haşr, 59/7) Sonra bir silsile rivayet ederek şöyle devam etti: Resulullah, Ebu Bekir ve Ömer için şöyle buyurdu: "Benden sonra bu iki kişiye güvenin, bu iki kişiye tâbi olun." Daha sonra İmam şöyle dedi: "Ömer ihrâmda olan kişiye, arı öldürmesini emretti."
İmam eş-Şâfii bir müçtehit olmasına rağmen bu ayeti nasıl istidlal etti ve anladı? Kendi reyi ile mi? Yoksa eser ile mi? İmam Ömer bu meseleyi bir nassa dayanarak mı söylemiştir? Yoksa kendi nefsinden mi hüküm vererek helal kılmıştır? Elbette ki kendi nefsinden hüküm vermemiştir. İşte tamda bundan bahsetmek istiyoruz.
İmam eş-Şafiî'nin delil olarak Ömer'den getirdiğine de eser denilmektedir. Sahabeden gelen eserin hükmü ise merfu babındandır. Yani sahabenin eseri merfu'dur onların sözleri mutlaka Resulullah'a ﷺ nispet edilmiştir bilhassa helal haram ve gaybi meselelerde. Çünkü Ömer kendinden/reyinden bunu söylemez! Demek ki bunu Resûlullah tan ﷺ duymuş ve böyle demiştir. İmam eş-Şafiî'de kendi nefsinden cevap vermemiştir, nitekim kendisine sorulan soruya evet diye cevap verdiği zaman ayet ile delil getirmektedir. Ayeti de bir sahabenin görüşüne, tefsirine göre daha açık bir ifadeyle sahabe nasıl anlamışsa ona göre almıştır. Allah Teâlâ aynen İmam eş-Şafıî'nin yaptığı gibi bizimde aynısını yapmamızı emretmektedir. Allah, İmam'a rahmet etsin!
İmam el-Firyâbî tahdîs etti, dedi ki: Abbâs b.Velîd Mezyed tahdîs etti, dedi ki: babam haber verdi, işittim dedi ki: el-Evzaî dedi ki:
الرجال وآراء وإياك ، الناس رفضك وإن ، سلف من بآثار عليك بالقول لك زخرفوا وإن ،
"Sana düşen selefin eserlerine uymaktır velev ki insanlar seni reddetseler bile! İnsanların görüşlerinden sakın velev ki kelimelerini senin için süsleseler bile. "
Yine İmam el-Evzaî dedi ki:
اصْبِرْ نَفْسَكَ عَلَى السُّنَّةِ، وَقِفْ حَيْثُ وَقَفَ الْقَوْمُ، وَقُلْ بِمَا قَالُوا، وَكُفَّ عَمَّا كَفُّوا عَنْهُ، وَاسْلُكْ سَبِيلَ سَ��َفِكَ الصَّالِحِ، فَإِنَّهُ يَسَعُكَ مَا وَسِعَهُم
"Sünnet üzere sabret. Onların (selefin) durdukları yerde dur. Onların söylediklerini söyle. Onların ilgilenmediklerinden yüz çevir. Kendinden önce salih (Selef) kimselerin yoluna uy. Onlara yeten sana da yetecektir. "
Bu kısma kadar anlatılan şeyler, bu problemlerin yaşanmasının asıl sebebinin, selefin anlayışının bir kenara bırakılıp hocalarının anlayışlarına ve kendi hevalarına ittiba edilmesinden dolayı olduğu ortaya çıkmaktadır.  Eğer gruplar ve fertler aralarındaki ihtilaflar ve meseleler hakkında selefın anlayışına müracaat ederse Allah'ın izniyle bütün problemler çözülecektir. Başarıya ulaştıracak olan yalnızca Allah'tır.
6 notes · View notes
cizgilibattaniye · 4 years ago
Text
Az önce fıkıh çalışırken şöyle bir şey fark ettim: İnsanlar yüzyıllar boyunca Kur'an-ı Kerim'de açıkça belirtilmeyen meselelerde (örneğin peygamber efendimiz (s.a.v) döneminde sosyal medya ve onun getirdikleriyle ilgili hükümler yoktu) nasıl hükme varılacağı konusunda gerek sahabe icması, gerek ictihatlar, gerek kıyas gibi delillerle güncel meseleler üzerine çözüm üretmeye çalışmışlar. Bunlar tabii ki kolay kolay halledilebilecek ya da kesin çözümler getirilebilecek mevzular olmayabiliyor. Bazı mevzular var ki günümüzde dahi herkes farklı açıklamalar yapıyor. Güvendiğimiz saygı duyduğumuz bir hoca veya profesör olmayacak ya da kendinden beklemediğimiz açıklamalar yapabiliyorlar. İnsanların merakını gidermek gidermek, hak bir çözüm üretmek kuşkusuz hepsinin niyeti (umuyorum ki). Fakat benim aklıma şu hadis-i şerif geliyor her şüpheye düştüğüm olayda: 'İyilik güzel ahlaktan ibarettir. Günah ise kalbini tırmalayıp durduğu halde insanların bilmesini istemediğin şeydir.' (Müslim,Tirmizi) Bu hadis bana şunu ifade ediyor: Rabbim her insanın ruhuna öyle bir mekanizma yerleştirmiş ki o mekanizma hatalı bir iş yaptığında otomatik olarak çalışıyor, seni rahatsız ediyor. Bu yaptığımı ailemden biri veya arkadaşım bilse rahatsız olur muydum? Onlara rahatlıkla anlatabilir miydim? Sorularıyla pek çok hareketimizin hayır mı şer mi olduğunu hissedebiliyoruz. O his sebepsiz değil. Sizler de zaman zaman acabaya düştüğünüzde bu basit formülünü uygulayabilirsiniz. Pratik ve günlük olarak birçok içsel hesaplaşmaya cevap olabilir.🌿
38 notes · View notes
abdullahimamoglu-blog · 6 years ago
Photo
Tumblr media
İslâm’ın esasını düşüncelerinin kaynağı hâline getirmediklerinden dolayı Batılı düşünürlerin/oryantalistlerin etkisinde kalan fikir-ilim adamlarının kalemleri ve ağızları batıl kusuyor. Söz konusu İslam’ın yönetim şekli olan hilafet olduğunda onun hakkında; olsa da olur olmasa da olur ya da tarihî bir kurumdur diye bahsediyorlar. Hilafet ne ihtiyari/tercihe dayalı bir meseledir ne de tarihî bir kurumdur. Bilakis hilafet şerî hükümlerdendir.
Hilâfet Şer’î Hükümlerdendir ve Farzdır
İslami hayatı başlatacak olan hilafetin ikamesinin Şari’nin kesin bir talebi olduğunu şerî delillerin ışığında inceleyelim inşaAllah.
Allah Subhânehû ve Teâlâ, Rasulü Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem’den gönderdiği hükümlerle hükmetmesini kendisinden talep etmiştir. Şu ayet-i kerimelerde olduğu gibi:
فَاحْكُمْ بَيْنَهُمْ بِمَا أَنزَلَ اللَّهُ وَلا تَتَّبِعْ أَهْوَاءَهُمْ عَمَّا جَاءَكَ مِنْ الْحَقِّ
“Onların aralarında Allah’ın indirdikleri ile hükmet haktan sana gelenin haricinde onların arzularına uyma.”[1]
وَأَنْ احْكُمْ بَيْنَهُمْ بِمَا أَنزَلَ اللَّهُ وَلا تَتَّبِعْ أَهْوَاءَهُمْ وَلا تَتَّبِعْ أَهْوَاءَهُمْ وَاحْذَرْهُمْ أَنْ يَفْتِنُوكَ عَنْ بَعْضِ مَا أَنزَلَ اللَّهُ إِلَيْكَ
“Onların arasında Allah’ın indirdikleri ile hükmet, onların arzularına uyma. Seni, Allah’ın sana indirdiğinin bazısından saptırırlar diye onlardan sakın.” [2] Görüldüğü üzere Allahu Teâlâ indirdiği hükümlerle hükmedilmesini Rasulü’nden kesin bir emirle talep etmiştir. Sadece Rasul’e has olduğuna dair delil olmadığı müddetçe Allah’ın hükümleriyle hükmedilmesi gerektiği bizi de bağlayıcıdır ve farzdır. Hilafetin farziyetini ortaya koyan Sünnet’ten deliller ise şöyledir:
مَنْ خَلَعَ يَدًا مِنْ طَاعَةٍ لَقِيَ اللَّهَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ لا حُجَّةَ لَهُ وَمَنْ مَاتَ وَلَيْسَ فِي عُنُقِهِ بَيْعَةٌ مَاتَ مِيتَةً جَاهِلِيَّةً
“Kim itaatten elini çekerse kıyamet gününde lehine hiçbir delil bulunmaksızın Allah’la karşılaşacaktır. Kim de boynunda halifeye biat olmadan ölürse cahiliye ölümü ile ölür.” [3]
Bu hadisle Rasulullah Aleyhi’s Salatu ve’s Selam bütün Müslümanlara bir halifeye biati farz kılarak, boynunda biat olmadan ölen kişinin ölümünü “cahiliye ölümü” olarak tarif etmiştir. Burada geçen biat ancak bir halifeye yapılandır. Dolaysıyla bu hadis hiçbir tereddüte mahal vermeden her Müslüman’ın boynunda halifeye biatin farz olduğuna delalet etmektedir. İslâm’da yönetim şeklinin hilafet olduğunun en güçlü delili ise Ebu Hureyre’nin rivayet ettiği şu hadistir:
كَانَتْ بَنُو إِسْرَائِيلَ تَسُوسُهُمُ الانْبِيَاءُ كُلَّمَا هَلَكَ نَبِيٌّ خَلَفَهُ نَبِيٌّ وَإِنَّهُ لا نَبِيَّ بَعْدِي وَسَتَكُونُ خُلَفَاءُ تَكْثُرُ…
“İsrailoğulları nebiler tarafından siyase ediliyordu. Bir nebi öldüğünde onu başka bir nebi takip ediyordu. Artık benden sonra nebi yoktur. Fakat birçok halife olacaktır…” [4]
Sahabe’nin bu konudaki icmasına gelince Sahabe RadiyAllahu Anhum Rasulullah Aleyhi’s Salatu ve’s Selam’ın vefatından hemen sonra bir halifenin seçilmesinin zaruriliği üzerine icma etmişlerdir. Aynı Sahabe icması Ebu Bekir, Ömer, Osman ve Ali RadiyAllahu Anhum’a yapılan biatle tekerrür etmiştir. Nitekim Sahabe’nin bu icmasındaki kesinlik şu vakıayla da teyit edilmiştir:
Rasulullah Aleyhi’s Salatu ve’s Selam’ın vefatından sonra Sahabe onu defnetmek yerine bir halifenin seçimi ile meşgul olmuşlardır. Hâlbuki cenazeyle alakalı diğer rivayetlerden hareketle ölenin en kısa zamanda defni farz ve defnin ertelenip başka bir işle meşgul olmak ise haramdır.
Rasulullah Aleyhi’s Salatu ve’s Selam’ın cenazesinin teçhizi ve defni üzerlerine farz olan Sahabe’nin Rasulullah Aleyhi’s Salatu ve’s Selam’ın defni ile meşgul olmayı bırakıp halifenin seçimi ile meşgul olmuş olmaları Hilâfet’in önemine ve farziyetine delâlet eden bir delildir. Rasulullah Aleyhi’s Salatu ve’s Selam’ın cenazesinin defni beklerken halifenin seçimi ile meşguliyet şeklinde hâsıl olan bu icma göstermektedir ki halifenin seçilmesi insanların en hayırlısının cenazesinin defnedilmesinden daha mühim bir farzdır. Serdetmiş olduğumuz delillerden anlaşıldığı üzere Hilâfet’in ikamesi için çalışmak Allahu Teâlâ’nın kesin bir talebidir yani farzdır.
Hilâfet’in farziyetine dair delillerden, sonra hilafetle alakalı âlimlerin görüşlerini ve söylemlerini zikredelim…
İmam Kurtubi şöyle der: “Hilafet diğer sütunların kendisine dayandığı (asıl) sütundur.”
İmam Nevevi şöyle der: “Halife seçmenin tüm Müslümanlar üzerine farz olduğu konusunda âlimlerin ittifakı vardır.”
İmam İbn Teymiyye şöyle ise şöyle der: “İnsanlar üzerinde hükmeden hilafet makamının, dinin en büyük farzlarından biri olduğunu bilmek vaciptir. Aslında onsuz din müessesesi yoktur. Bu görüş aynı zamanda; el-Fadl İbn İyad, Ahmed bin Hanbel ve diğerleri gibi selefin görüşüdür.
Hilafet ihtiyari yani tercih edip etmemekte serbest olunan bir alan değildir. Bilakis farzların tacıdır. Ölüm-kalım meselesidir. Farzların tacı oluşundan kasıt ise diğer farzların yerine getirilmesinin ancak hilafet ile tamamlanacak olmasıdır. Zira fıkhi kaide şöyledir:
[ما لا يتم الواجب إلا به فهو واجب] “Vacibin ancak kendisi ile tamamlandığı şey de vaciptir.” Hilafeti kurmak ve halife var etmek farzdır. Çünkü hükümler ancak onunla uygulanır ve hadler onunla infaz edilebilir.
Âlimler Hilsfeti Konuşmalıdır
Mademki hilafet şerî hükümlerdendir, öyleyse özellikle günümüz âlimleri de bunu konuşmalı, konuşabilmelidir. Ancak istisnalar olmakla birlikte âlimlerimiz, hocalarımız İslam fıkhına dair teferruatları konuşuyor ve bunu Müslümanların gündemine bir vesileyle taşıyorlarken hilafet konusu nedense bir türlü gündem olmayı hak etmiyor onların nezdinde… Günümüzde Müslümanlar ibadetlerle alakalı her türlü teferruatlı bilgilere mevcut hocalar aracılığıyla kolayca ulaşabiliyor. Lakin ne yazık ki İslâm’ın kâmil manada yaşanabilir olmasını sağlayacak en önemli farz olan Hilâfet; hocalarımız tarafından konuşulmuyor, anlatılmıyor. Hilâfet konusunda âlimlerimizin suskunluğa bürünmüş olmaları; ya bu konunun cahili olmalarının -ki bu çok düşük bir ihtimal-  ya da İslam’a kin ve düşmanlık duyan kâfirlerin kirli planlarının isteyerek ya da istemeyerek bir payandası olmalarının bir ürünüdür.
Âlimlerin bugün farzların tacı meselesini konuşmak yerine daha az ehemmiyet taşıyan konuları konuşmaları bana “Değirmen sele gitmiş, değirmenci şakşağını [5] arıyor!” atasözünü hatırlattı.
Bunun hikâyesi şöyledir ve âlimlerin ölüm kalım mesabesindeki bir konuyu es geçip, görmezden gelip çok detay ve daha ehemmiyetsiz konuları gündem yapmalarına yerinde bir teşbihtir diye düşünüyorum.
“Değirmen sele kapılmış, gitmiş. Değirmenci selin geride bıraktığı harabenin ardından aranıp duruyormuş. Bir şeyler aradığını görenler; ne arıyorsun hâlâ, diye sormuşlar. Değirmenci cevap vermiş: Şakşağı arıyorum.”
Ey âlimler! Allah’ın hükümlerini kâmil mana da hayata tatbik etmenin şerî yolu olan hilafet yıllardır hayatımızda yok ve siz hâlâ cennetin somut ya da soyut olduğunu mu konuşacaksınız?
Ey hocalar! İslam nizamı hayatımızdan kovulmuş, yerine beşeri küfür nizamları hâkim olmuş ve siz hâlâ abdesti nelerin bozduğunu mu anlatacaksınız?
Ey ilahiyatçılar! Demokratik laik nizamın getirisi gereği adaletsizlik, huzursuzluk ve güvensizlik hayatımızı çepeçevre kuşatmış ve siz hâlâ adaleti tarih kitaplarında okutmaya devam edip adaletin uygulayıcısı hilafet devletinden bahsetmeyecek misiniz?
Hilafet, İslâm dininin yaşanabilmesinin yegâne garantörüdür. Hilafet olmaksızın Allah’ın razı olduğu bir hayatın tesis edilebilmesi imkânsızdır. Öyleyse çalışanlar bunun için çalışmalıdırlar.
[1] Maide, 48
[2] Maide 49
[3] Müslim
[4] Müslim
[5] Şakşak, değirmen taşı üzerinde asılı küçük bir tahta parçasıdır.
1 note · View note
Video
youtube
Hilâfet; İslâm şeriatının hükümlerinin hakim kılınıp İslâm davetinin tüm insanlığa taşınması için yeryüzündeki tüm Müslümanların önderliğidir. Bu anlamda İmametle Hilâfet özdeş kavramlardır. Sahih hadislerde de her iki kelime aynı anlamda kullanılmışlardır. Kur'an ve sünnete ait hiç bir metinde İmamet ve Hilâfet bir birine zıt anlamlarda geçmemiştir. Bu nedenle İmamet ve Hilâfet kelimelerini birbirine tercih noktasında bir zorlamaya da gerek yoktur. Önemli olan kelimeler değil içerikleridir. Hilâfet’i yeniden kurulması dünyanın dört bir yanındaki tüm Müslümanlar üzerine farzdır. Tıpkı Allah'ın farzlarından bir farz gibi bu farz da seçme hakkının, ruhsatın olmadığı bir farzdır. Bu nedenle Hilâfet’i kurulması yolunda en ufak bir ihmal dahi büyük bir günah ve isyandır. Allah bu günahı işleyenleri şiddetli bir şekilde cezalandıracaktır. Hilâfet’i kurulmasın�� tüm Müslümanlara farz kılan deliller sünnet ve sahabenin icmaıdır. Sünnetteki delil Nafi'den rivayet edilen şu hadistir: "Hz Ömer bana dedi ki: Rasulullah [SallAllahu ‘Aleyhi ve Sellem]’in şöyle dediğini işittim: مَنْ خَلَعَ يَدًا مِنْ طَاعَةٍ لَقِيَ اللَّهَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ لا حُجَّةَ لَهُ وَمَنْ مَاتَ وَلَيْسَ فِي عُنُقِهِ بَيْعَةٌ مَاتَ مِيتَةً جَاهِلِيَّةً "Kim Allah'a itaatten elini çekerse, Kıyamet gününde lehine hiçbir delil bulunmaksızın Allahu Teâla’yla karşılaşacaktır. Kim de boynunda Halife’ye biat olmadan ölürse cahiliye ölümü ile ölür"[1] Bu hadisle Nebi [SallAllahu ‘Aleyhi ve Sellem] bütün Müslümanlara bir Halife’ye biatı farz kılarak, boynunda biat olmadan ölen kişinin ölümünü "cahiliye ölümü" olarak tanımlamıştır. Burada geçen biat ancak bir Halife'ye yapılandır. Rasulullah her Müslümanın boynunda Halife’ye biatın olmasını farz kıldı. Ancak burada asıl farz kılınan her Müslümanın Halife’ye biat etmesi değil, kendisine biatın gerçekleşmesini sağlayacak bir Halife’nin bulunmasıdır. İster bilfiil biat edilsin isterse edilmesin bir Halife’nin varlığı  tüm Müslümanların boynunda biatın bulunması anlamına gelir. Bu haliyle hadis, biatın farziyetine değil Halife’yi belirleme farziyetine delildir. Çünkü Rasulullah'ın yasakladığı şey ölene kadar bir Müslümanın boynunda biatın olmamasıdır ki Rasül [SallAllahu ‘Aleyhi ve Sellem] Müslümanların biat etmemesini kınamadı boynunda biatın olmamasını (Halife’nin olmamasını) yasakladı. Hişam b. Urve,Ebu Salih ve Ebu Hüreyre kanalıyla Rasul [SallAllahu ‘Aleyhi ve Sellem]'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: سيليكم بعدي ولاة فيليكم البر ببره والفاجر بفجوره فاسمعوا لهم اطيعوا في كل ما وافق الحق, فإن احسنوا فلكم وإن اساؤو فلكم وعليهم "Benden sonra sizi bir takım idareciler idare edecektir. Takvalı idareci sizi takva ile, facir (günahkar) idareci sizi facirce idare edecektir. Hakka uygun olan hususlarda onlara itaat edin. Bu yöneticiler iyilik yaparsa sizin lehinize, kötülük yaparlarsa hem sizin hem de kendi aleyhlerinedir" El A'rac'tan o da Ebu Hüreyre'den rivayetle Nebi [SallAllahu ‘Aleyhi ve Sellem] dedi ki: إِنَّمَا الإمَامُ جُنَّةٌ يُقَاتَلُ مِنْ وَرَائِهِ وَيُتَّقَى بِهِ "Muhakkak ki imam (Halife) kalkandır. Onunla savaşılır ve korunulur"[2] Müslim, Ebu Hazim'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: قَاعَدْتُ أَبَا هُرَيْرَةَ خَمْسَ سِنِينَ فَسَمِعْتُهُ يُحَدِّثُ عَنِ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ كَانَتْ بَنُو إِسْرَائِيلَ تَسُوسُهُمُ الانْبِيَاءُ كُلَّمَا هَلَكَ نَبِيٌّ خَلَفَهُ نَبِيٌّ وَإِنَّهُ لا نَبِيَّ بَعْدِي وَسَتَكُونُ خُلَفَاءُ تَكْثُرُ قَالُوا فَمَا تَأْمُرُنَا قَالَ فُوا بِبَيْعَةِ الاوَّلِ فَالاوَّلِ وَأَعْطُوهُمْ حَقَّهُمْ فَإِنَّ اللَّهَ سَائِلُهُمْ عَمَّا اسْتَرْعَاهُمْ "Ebu Hüreyre ile beş sene beraber oldum. Rasulullah [SallAllahu ‘Aleyhi ve Sellem]' den şunu işittiğini söyledi:  "İsrail oğulları Nebiler tarafından siyaset (idare) ediliyordu. Bir Nebi öldüğünde onu başka bir Nebi takip ediyordu. Artık benden sonra Nebi yoktur. Fakat bir çok Halife olacaktır" Oradakiler dediler ki; Bu durumda bize ne yapmamızı emredersin? Dedi ki: "İlk biat edilene vefakar olunuz onlara karşı olan vazifelerinizi yerine getiriniz. Muhakkak ki Allah size karşı olan vazifelerini yapıp yapmadıklarını onlara soracaktır"[3] İbni Abbas'tan rivayetle Rasul [SallAllahu ‘Aleyhi ve Sellem] buyurdu ki: مَنْ كَرِهَ مِنْ أَمِيرِهِ شَيْئًا فَلْيَصْبِرْ عَلَيْهِ فَإِنَّهُ لَيْسَ أَحَدٌ مِنَ النَّاسِ خَرَجَ مِنَ السُّلْطَانِ شِبْرًا فَمَاتَ عَلَيْهِ إِلا مَاتَ مِيتَةً جَاهِلِيَّةً "Kim emirinden (idarecisinden) hoşuna gitmeyen bir şey görürse sabretsin. Çünkü insanlardan kim olursa olsun sultadan (Halife’nin otoritesinden) bir karış uzaklaşırsa o kişi ancak cahiliye ölümü ile ölür"[4] Bu hadislerde Rasulullah [SallAllahu ‘Aleyhi ve Sellem] Müslümanları bir takım valilerin (idarecilerin) yöneteceğine işaret ettiği gibi Halife’nin Müslümanların "kalkanı" (korunağı) olduğunu da ifade etmiştir. Rasulün imamı "kalkan" olarak tanımlaması imamın varlığının faydaları hakkında bir haberdir. Haber ise bir taleptir. Bu nedenle hadislerde imamın seçilmesine yönelik bir talep söz konusudur. Eğer bir hususun Allah ve Rasulü tarafından bildirilmesi yani haber verilmesi bir yerme ifadesi içeriyorsa, ortada o şeyi terketmeyi gerektiren bir talep (nehiy) var demektir. Eğer söz konusu ifadede bir övgü varsa bu da fiilin yapılmasını gerektiren bir talep anlamına gelir. Talep edilen fiilin yapılması şer’î bir hükümü yerine getirmeyi gerektiriyorsa ya da söz konusu fiilin yapılmaması hükmün terkini beraberinde getiriyorsa talep kesin olur. Rasulullah'ın adı geçen hadislerinde; Müslümanları yönetecek kişilerin Halifeler olacakları  bildirilmiştir. Bu demektir ki bu haber bir Halife’nin tayin edilmesini gerektiren taleptir. Ayrıca bu hadisler Müslümanların otoritenin emrinden dışarı çıkmalarını haram kıldığı gibi kendileri için bir yönetim sistemi kurmalarını, Halifelere itaatı ve Hilâfetleri hakkında onlarla çekişenlerle savaşmayı da farz kılmıştır. Müslimden rivayetle Nebi [SallAllahu ‘Aleyhi ve Sellem] söyle buyurmuştur: مَنْ بَايَعَ إِمَامًا فَأَعْطَاهُ صَفْقَةَ يَدِهِ وَثَمَرَةَ قَلْبِهِ فَلْيُطِعْهُ إِنِ اسْتَطَاعَ فَإِنْ جَاءَ آخَرُ يُنَازِعُهُ فَاضْرِبُوا عُنُقَ الآخَرِ "Kim bir imama biat edip elini sıkar ve kalbinin meyvesini verirse (rıza gösterirse) gücünün yettiği kadar itaat etsin. Eğer (iktidarı ele geçirmek için) onunla çekişecek bir kişi ortaya çıkarsa bu kişinin boynunu vurun"[5] Halife’ye itaatle ilgili emir Hilâfet’i kurulması için bir emir demektir. Ayrıca Halife ile çekişen kimse ile savaşmaya dair emir tek bir Halife’nin bulunmasındaki devamlılığa kesin bir işarettir. Sahabelerin bu konudaki icmaına gelince: Sahabeler (r.d) Rasulullah [SallAllahu ‘Aleyhi ve Sellem]'in vefatından hemen sonra bir Halife’nin seçilmesinin gereği üzerine icma etmişlerdir. Aynı sahabe icmaı Ebu Bekir (r.d)'a, Ömer (r.d), Osman (r.d) ve Ali (r.d) 'a yapılan biatle tekerrür etmiştir. Nitekim sahabenin bu icmaındaki kesinlik şu olayla da te'yid edilmiştir: Rasulullah [SallAllahu ‘Aleyhi ve Sellem]'in vefatından sonra sahabeler onu defnetmek yerine yeni bir Halife’nin seçimi ile meşgul olmuşlardır. Halbuki ölünün en kısa zamanda defni farz kılınmış ve ölüyü defnetmenin kendilerine farz olduğu kişilerin defni erteleyip başka bir işle meşgul olmaları da haram kılınmıştır. Rasulullah'ın cenazesinin techizi ve defni üzerlerine farz olan sahabelerin bir kısmı Rasulullah [SallAllahu ‘Aleyhi ve Sellem]'in defni ile meşgul olmayı bırakıp Halife’nin seçimi ile meşgul olurken bir kısmı da cenazeyi defnetmeye ya da defne engel olan seçime engel olmaya imkanları olduğu halde defnin iki gece ertelenmesi karşısında sessiz kaldılar ve defnin geciktirilmesine iştirak ettiler. Peygamberin cenazesinin defni beklerken Halife’nin seçimi ile meşguliyet şeklinde gerçekleşen bu icma göstermektedir ki Halife’nin seçilmesi insanların en hayırlısının cenazesinin defnedilmesinden daha önemli bir farzdır. Üstelik sahabelerin, Halife’nin seçilmesi hususundaki icmaları yaşadıkları sürece devam etmiştir. Sahabeler arasında kimin Halife olacağı konusunda ihtilaf olabildiği halde Rasulullah'ın ve Raşit Halifelerden her birinin vefatından sonra bir Halife’nin seçilmesi konusunda kesinlikle ihtilaf olmamıştır. İşte sahabelerin bu icması Halife’nin tayini farziyetinin açık ve kuvvetli bir delilidir. Aslında, dinin hakim kılınması, dünya ve ahiretle ilgili şeriat hükümlerinin uygulanması subutu ve delaleti kesin delillerle tüm Müslümanlar üzerine farzdır. Bu farzın gerçekleşmesinin şartı ise sulta (otorite) sahibi bir idareci yani Halife’nin varlığıdır. "Bir farzın yerine getirilmesi için gerekli olan şeyler de farzdır" şer’î kaidesi gereği bir Halife’nin belirlenmesi farzdır. Bunlara ilaveten, Allahu Teâla, Müslümanlar arasında Allah'ın indirdikleri ile hükmetmesi için Rasul [SallAllahu ‘Aleyhi ve Sellem]'e kesin bir şekilde emir vererek şöyle dedi: فَاحْكُمْ بَيْنَهُمْ بِمَا أَنزَلَ اللَّهُ وَلا تَتَّبِعْ أَهْوَاءَهُمْ عَمَّا جَاءَكَ مِنْ الْحَقِّ "Onların aralarında Allah'ın indirdikleri ile hükmet haktan sana gelenin dışında onların hevalarına (arzularına uyma)"[6]وَأَنْ احْكُمْ بَيْنَهُمْ بِمَا أَنزَلَ اللَّهُ وَلا تَتَّبِعْ أَهْوَاءَهُمْ وَلا تَتَّبِعْ أَهْوَاءَهُمْ وَاحْذَرْهُمْ أَنْ يَفْتِنُوكَ عَنْ بَعْضِ مَا أَنزَلَ اللَّهُ إِلَيْكَ  "Onların arasında Allah'ın indirdikleri ile hükmet, onların heva ve heveslerine uyma ve seni, Allah'ın sana indirdiğinin bazısından saptırırlar diye onlardan  sakın"[7] Allah'ın hitabının sadece Rasülüne has olduğuna dair bir delil olmadıkça Rasule hitab onun ümmetine bir hitaptır. Söz konusu ayetlerin Rasule has olduğuna dair bir delil olmadığından, bu ayetler yönetim otoritesini kurmalarına yönelik Müslümanlara bir hitaptır. Halife’nin seçilmesi de kesinlikle aynı anlama gelmektedir. Nitekim Allahu Teâla, kendilerinden olan ulul emre itaati bütün Müslümanlara farz kıldı. Bu emir de veliyul emrin yani Halife’nin bulunmasına delalet eder. Allahu Teâla şöyle buyurmaktadır: يَاأَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا أَطِيعُوا اللَّهَ وَأَطِيعُوا الرَّسُولَ وَأُوْلِي الامْرِ مِنْكُمْ "Ey iman edenler! Allah'a itaat edin, Rasule ve sizden olan ulul emre itaat edin"[8] Allahu Teâla olmayan bir şeye itaatı emretmeyeceğine göre bu ayet veliyul emrin var olmasının farziyetine delalet eder. Veliyul emrin varlığı da şer’î hükümlerin tatbikini gerekli kılar yokluğu ise şer’î hükümlerin yürürlükten kalkması anlamına gelir. Sonuç olarak veliyu'l emrin bulunması farzdır. Veliyul emrin bulunmaması ya da bulunması için çalışılmaması şer’î hükümlerin hayattan uzaklaşması gibi bir haramın gerçekleşmesine sebep olur. İşte tüm bunlar Müslümanların kendilerine bir idare ve sulta kurmalarının üzerlerine farz olduğuna dair açık ve net delillerdir. Yine söz konusu deliller idarenin başında bulunacak ve ümmetin işlerini yürütecek bir Halife’yi seçmenin Müslümanlara farz olduğunu çok açık ve net bir şekilde göstermektedir. Burada kasdedilen sulta, soyut bir sulta ve idare olmayıp şeriatı uygulamaya yönelik bir otoritedir. Müslim'in Avf b.Malik El Eşcai'den rivayet ettiği Rasulullah'ın şu sözü de bu konuda bize fikir vermektedir: خِيَارُ أَئِمَّتِكُمِ الَّذِينَ تُحِبُّونَهُمْ وَيُحِبُّونَكُمْ وَيُصَلُّونَ عَلَيْكُمْ وَتُصَلُّونَ عَلَيْهِمْ وَشِرَارُ أَئِمَّتِكُمِ الَّذِينَ تُبْغِضُونَهُمْ وَيُبْغِضُونَكُمْ وَتَلْعَنُونَهُمْ وَيَلْعَنُونَكُمْ قِيلَ يَا رَسُولَ اللَّهِ أَفَلا نُنَابِذُهُمْ بِالسَّيْفِ فَقَالَ لا مَا أَقَامُوا فِيكُمُ الصَّلاةَ "Sizin hayırlı imamlarınız şunlardır: Siz onları seversiniz onlar da sizi severler. Onlar sizin için dua ederler, siz de onlar için dua edersiniz. Şerli imamlarınız ise sizden nefret ederler siz de onlardan nefret edersiniz, siz onlara lanet edersiniz onlar da size lanet ederler"  Denildi ki; "Ya Rasulullah onlara kılıçla karşı çıkmayalım mı? Dedi ki: "İçinizde namazı ikame ettikleri  sürece hayır"[9]   Bu hadis açık bir şekilde imamların hayırlı ve şerlisini bildirdiği gibi dini  uyguladıkları sürece onlara kılıçla karşı koymanın haramlılığına da delalet etmektedir. Hadisteki namazı ikame etmek dolaylı bir anlatımdır ve dini hükümleri tümü ile tatbik etmek anlamına gelmektedir. Buraya kadar verilen delillerle İslâm’ın hükümlerini uygulamak ve İslâm davetini yüklenmek için bir Halife’nin bulunmasının bütün Müslümanlara farz oluşu sahih  şer’î nasslarla sabit olmuştur. Bir Halife’nin seçilmesinin Müslümanlar üzerine farziyeti başka açılardan da bir gerekliliktir.Allahu Teâla İslâm’ın hükümlerinin uygulanması için bir idari yapı kurulmasını ve Müslümanların her türlü varlıklarının korunmasını Müslümanlara farz kılmıştır. Bu farzı uygulamanın şartı ise bir Halife’nin bulunmasıdır. Ancak bu farz bir farz-ı kifayedir bir takım Müslümanlar bu farzın gereğini yaparlarsa diğerlerinden bu farz kalkar. Fakat bu farzı bir kısım Müslüman ikame edemiyorsa, ikamesi için hali hazırda çaba sarfediyor olsalar bile bu farziyet diğer Müslümanlar için de bağlayıcı bir farz olarak kalır. Müslümanlar Halifesiz oldukları müddetçe bu farz hiçbir Müslümanın üzerinden kalkmaz. Müslümanların, tüm Müslümanları bağlayıcı tek bir Halife’nin varlığı  için çalışmamaları en büyük günahlardan birisidir. Çünkü bu hayati bir farzı terk etmek anlamına gelir. Halbuki dinin hükümlerinin tatbiki ancak bu farzın yerine getirilmesi ile mümkündür. Hatta İslâm’ın hayat sahasındaki varlığı ancak bu farzla mümkündür. Bu nedenle Müslümanların bir Halife’nin bulunması için çalışmamaları ya da bu çalışmalardan geri kalmaları halinde dünyanın neresinde yaşıyorsa yaşasın hepsi günahkar olurlar. Eğer Müslümanlardan bir kısmı Halife’nin varlığı için çalışırsa günah çalışanlar üzerinden kalkar ancak çalışmayanlardan kalkmaz ve farziyet  Halife seçilinceye kadar devam eder. Bu farzın ikamesi için çalışmak, farzı geciktirmek ve yerine getirmemekten doğacak günahı düşürür. Zira farzın gerçekleşmesini engelleyen faktörler kendi dışında gerçekleşmektedir. Farzı yerine getirmek için çalışmaya teşebbüs etmeyenler ise Halife’nin yok olduğu üçüncü günden Halife’nin varlığına kadar geçen süredeki günahın sahibidirler. Allahu Teâla kendileri üzerine farz kıldığı halde onlar bu farzı yerine getirmedikleri için Allah'ın azabına müstehak oldukları gibi dünya ve ahirette rezil ve zelil olmayı hak ederler. Allah'ın yapılmasını emrettiği bir farzı terk etmek açıkça Müslümanı azaba müstehak kılar. Özellikle bu farz bir Halife’nin varlığı için çalışmak gibi İslâm’ın en önemli farzlarından biri olursa. Zira bu farz diğer farzların tatbiki için de gerekli bir farzdır. Bu farz yerine gelince dinin hükümleri tatbik imkanı bulur, İslâm’ın şanı yükselir, Allah'ın kelimesi (dini) İslâm memleketlerinde ve tüm dünya da yücelir. İnziva veya insanlardan uzaklaşarak sadece şahsi, özel meseleleri ile ilgili dini hükümlere bağlanmak hakkındaki hadisler Halife’nin varlığı için çalışmamak veya geri kalmaktan doğacak günahı Müslümanlardan düşürmek için delil olarak gösterilemez. Çünkü söz konusu hadisler bir Halife’nin var olması için çalışmamaya cevaz vermez. Bu konulardaki hadisleri dikkatlice inceleyen kimse bunların Halife’nin tayini için çalışmamak ya da çalışmaktan geri kalmak için ruhsat olmadıklarını aksine dine sımsıkı bağlanmakla ilgili emirler olduklarını görürler. Bişr İbni Ubeydullah El Hadrami, Ebu İdris El Hulani'nin Huzeyfe İbn El Yeman'dan şu hadisi işittiğini rivayet etmişti: كَانَ النَّاسُ يَسْأَلُونَ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّه عَلَيْهِ وَسَلَّمَ عَنِ الْخَيْرِ وَكُنْتُ أَسْأَلُهُ عَنِ الشَّرِّ مَخَافَةَ أَنْ يُدْرِكَنِي فَقُلْتُ يَا رَسُولَ اللَّهِ إِنَّا كُنَّا فِي جَاهِلِيَّةٍ وَشَرٍّ فَجَاءَنَا اللَّهُ بِهَذَا الْخَيْرِ فَهَلْ بَعْدَ هَذَا الْخَيْرِ مِنْ شَرٍّ قَالَ نَعَمْ قُلْتُ وَهَلْ بَعْدَ ذَلِكَ الشَّرِّ مِنْ خَيْرٍ قَالَ نَعَمْ وَفِيهِ دَخَنٌ قُلْتُ وَمَا دَخَنُهُ قَالَ قَوْمٌ يَهْدُونَ بِغَيْرِ هَدْيِي تَعْرِفُ مِنْهُمْ وَتُنْكِرُ قُلْتُ فَهَلْ بَعْدَ ذَلِكَ الْخَيْرِ مِنْ شَرٍّ قَالَ نَعَمْ دُعَاةٌ عَلَى أَبْوَابِ جَهَنَّمَ مَنْ أَجَابَهُمْ إِلَيْهَا قَذَفُوهُ فِيهَا قُلْتُ يَا رَسُولَ اللَّهِ صِفْهُمْ لَنَا قَالَ هُمْ مِنْ جِلْدَتِنَا وَيَتَكَلَّمُونَ بِأَلْسِنَتِنَا قُلْتُ فَمَا تَأْمُرُنِي إِنْ ��َدْرَكَنِي ذَلِكَ قَالَ تَلْزَمُ جَمَاعَةَ الْمُسْلِمِينَ وَإِمَامَهُمْ قُلْتُ فَإِنْ لَمْ يَكُنْ لَهُمْ جَمَاعَةٌ وَلا إِمَامٌ قَالَ فَاعْتَزِلْ تِلْكَ الْفِرَقَ كُلَّهَا وَلَوْ أَنْ تَعَضَّ بِأَصْلِ شَجَرَةٍ حَتَّى يُدْرِكَكَ الْمَوْتُ وَأَنْتَ عَلَى ذَلِكَ "İnsanlar  Rasulullah  [SallAllahu ‘Aleyhi ve Sellem]'e hayır hakkında soruyorlardı. Fakat ben, bana dokunmasından korkarak şer hakkında soruyordum. Dedim ki; "Ya Rasulullah biz cahiliye ve şer içindeydik Allahu Teâla bize bu hayrı getirdi. Peki bu hayırdan sonra şer var mı?" Dedi ki; "Evet fakat içinde karışıklık ve şer var" Dedim ki; "O karışıklık nedir?" Dedi ki; "Bir takım insanlar benim gösterdiğim yolun (hidayetin) dışında benim sünnetimin tersine ümmeti idare edecekler. Onları bileceksiniz ve onları kabul etmeyeceksiniz." Dedim ki; Bu hayırdan sonra şer var mı?" Dedi ki; "Evet. Cehennemin kapılarında davetçiler olacaktır. Kim onlara uyarsa onu cehenneme atacaktır" Dedim ki; "Ya Rasulullah, bize onları tarif et? Dedi ki; Onlar bizim milletimizden (dinimizden) insanlardır. Bizim aziz duygularımızla seslenerek) bizim dilimizle konuşurlar" Dedim ki; "Bunların zamanı bana yetişirse bana ne emredersiniz?" Dedi ki; "Müslümanların cemaatından ve Halifesinden ayrılmazsın" Dedim ki; "Eğer Müslümanların cemaatı ve Halifesi yoksa" Dedi ki; "O zaman bütün cehenneme davet edenlerden uzak dur. Velev ki bir ağacın köklerini ısırıp kalsan da ölüm sana gelinceye kadar o durum üzere kal"[10] Bu hadis; Rasulullah [SallAllahu ‘Aleyhi ve Sellem]'in Müslümanların cemaatına ve Halifesine bağlanmayı Müslümanlara emrettiği gibi cehennem davetçilerinden de uzak kalmayı emrettiğini açık şekilde göstermektedir. Soru soran, Rasul'e Müslümanlar için bir Halife ya da cemaat olmazsa cehennem davetçilerine karşı ne yapılması gerektiğini sorduğunda; Rasul [SallAllahu ‘Aleyhi ve Sellem] ona bu gruplardan uzak durmayı emretti, uzlete çekilip Müslümanlardan uzak durmayı ya da Halife’nin ikamesinden geri kalıp vazgeçmeyi değil. Rasul [SallAllahu ‘Aleyhi ve Sellem] soru sorana: فَاعْتَزِلْ تِلْكَ الْفِرَقَ كُلَّهَا "O grupların hepsinden uzak kal" diye açık ve net olarak emretti. Hatta ona bir ağacın köklerini dişleri ile ısırıp kalsa dahi o cehenneme çağıran grupları terk edecek ve ölüm kendisine ulaşıncaya kadar o durumunu muhafaza edecektir. Hadis, böylesi bir ortamda yaşayan kimsenin dinine sımsıkı sarılmasını ve  cehenneme davet edenlerden uzak durması gerektiği anlamını vurgulamaktadır.Bu hadiste, Hilâfet’i kurulması için çalışmayı terk etmeye dair hiçbir mazeret ve ruhsat yoktur. Hadis kişinin dininin selameti için ağacın köklerini yese dahi Cehenneme davet edenlerden uzak kalmasını emretmektedir. Kim ki bu hadisi delil gösterip Hilâfet’i kurulması için çalışmazsa  bu farzın günahı üzerinde kalır. Müslümana, Müslümanların cemaatından uzak kalması ya da dinin hükümlerini uygulamaktan ve Hilâfeti kurmaktan uzak durması emr olunmamıştır. Yine Buhari Ebu Said El Hudri (r.d)'dan Rasulullah [SallAllahu ‘Aleyhi ve Sellem]' in şöyle dediğini rivayet etmiştir:ُوشِكُ أَنْ يَكُونَ خَيْرَ مَالِ الْمُسْلِمِ غَنَمٌ يَتْبَعُ بِهَا شَعَفَ الْجِبَالِ وَمَوَاقِعَ الْقَطْرِ يَفِرُّ بِدِينِهِ مِنَ الْفِتَنِ "Öyle bir zaman gelecek ki, Müslümanın en hayırlı malı kendi dinini fitnelerden korumak için dağ başlarında gezdirip (birikmiş) yağmur  suyu başlarında güttüğü davarlar(dan ibaret) olacaktır."[11] Bu hadisten de çıkan anlam yeryüzü bir Halifeden yoksun olduğu zaman Müslümanların cemaatından uzak kalmak ya da dinin hükümlerinin hakim kılınması ve Hilâfet’i kurulmasından geri kalmak değildir. Hadis, fitne günlerinde Müslümanın malından hayırlı olanı ve fitneden kaçmak için ne yapacağını beyan etmektedir. Hadis, inziva ve insanlardan uzak durmayı teşvik amacını gütmeyen bir hadistir. Sonuç olarak diyebiliriz ki; yeryüzü Hilâfet’ten yoksunken Müslümanların dini hakim kılmak ve Hilâfeti kurmaktan geri kalmasına hiçbir şekilde mazeret ve ruhsat yoktur.  Yeryüzünde Allah'ın tayin ettiği sınırları korumak için hadleri uygulayan ya da dinin hükümlerini yerine getirip "La ilahe illallah Muhammedun Rasulullah" sancağı altında Müslümanların cemaatını birleştiren bir devlet olmayınca Hilâfeti kurup Halife’yi tayin için bir çalışma yapmaktan geri kalmak için hiçbir mazeret ve ruhsat yoktur. İçindekilere Dön[1] Müslim K.  İmara H. No:  1851[2] Müslim K.  İmara Bab 9 H.  No:  1841[3] Müslim K.  İmara Bab 10 H.  No:  1842[4] Müslim K.  İmara H.  No 1849/47[5] Müslim K.  İmara Bab 10 H.  N:  1844[6] Maide 48[7] Maide 49[8] Nisa 59[9] Müslim K.  İmara Bab 17 H.  No:  1855[10] Buhari Fiten-12,  Tecrid C.  9 S.  297 H.  No: 1471[11] Buhari K.  Fiten Bab 15 S.  94http://www.hilafet.com/html/hlft/hlft.html
(Hiçbir beşeri sistem, topluma rağmen ayakta kalamaz (VİDEO) gönderdi)
0 notes