#sırlı dünya
Explore tagged Tumblr posts
Text
Peki ya siz, gördünüz mü?
#shahinelected #cin #cinler #cinleralemi #psişik #ekstrasens #paranormalolaylar #gizem #gizemli
#shahinelected#cinler#cinler alemi#cin#psişik#ekstrasens#paranormal#paranormal olaylar#gizemler#gizemli#gizemli bilgiler#gizem#mistik#spiritüel#metafizik#allah#tanrı#tengri#yaratılış#yaratıcı#falcı#büyücü#büyü#sihir#sihirli#sırlar#sırlı#sır#sırlı dünya#sırlı alem
0 notes
Text
Dağlı Direk
Bir deri doğrayıcı, ayaz habercisi
Bir cehennemin en bağırışlı kesimi
Bir gün parmaklarının arasında güçsüz ateş böceği
Bir ömür beynimdeki uslanmayan başkişi
Böylece çok sen, bir ben varız burada
Hep merak ettiğim denizden çıkıp gökyüzüne karışıyor bütün bu savaş çığlıkları
Evine dönen birkaç ölü, yerde para bulan sokaksızlar, yanlarında dolanan, birse benim gördüğüm ense kılları
Arka bahçesinde karınca dövüştüren çocuk, karşısına dikilmiş kim varsa kılıcından geçirmiş savaşçı
Hepsinin bu alçak soluk fısıldaşmalar, esintilerin kokusu bu suçluların
Duyan, kaç bucak dolaşan kim varsa son durağında kalmış
Etraf ise aklımın en usta yeri kadar kuytu bir köşenin Ay'ı konuk edişiyle sessizleşiyor
Çıkıyorsun yokluğun en olmadık yüreğinden
Önceleri bir baston ucu, sonraları bilinmezliğin kulu, soruların tanrısı
Sonra bir baston ucu, sonra evrenin en güzel beyni, sonra bir baston ucu
Sonra bir baston ucu
Gezegenlerin etrafında döndüğü, yıldızların burunlarından fark edemedikleri, gök adaların olanca hızla gürledikleri
Bir soğuk dudaklar, bir tutulan omuzlar
Tutunca bırakmayan bozucu toplar, ellerinden düşmüş gibi yayılmış kumlar
İlerisi, göremediğimiz, henüz keşfetmediğimiz
Yüzü, gözleri ve saçları
Hangisini saysan borca bulaşık, hepsi için, bilinmeyen, hatta olmayanlar daha
Aklına ne gelirse söyle, onu da istiyorum
Tutuşmuş toprak birikintilerinin içindeyim bak
Suyun yükselişi akıl yitirten; vardiyanın dalgalarından geliyor
Burası bir, karın kıştan farkı yok, dağın çukurdan
Kanımın anasından uzanıyor
Bakarsın ki kurtulmuş kaçıp, devletin yüz binlerce sakini
Ben elimde çekicim, kulak arkamda birer kalemle yarım bir sarma
En ortasına yürüyorum
Hiç dünyalar gezmediğine inanıp, güneşin her saniyesiyle değişen ışıktan
Mevsim geçişi, farklı renklerden
Neyi bilirsem onun içinden, düşlerimde dolaşsın, koyacak yanlar bulup
Rezil bir caddenin sandalyesinde, bu dersi kutbun hakimine kim öğretti sanıla
Gözlerinin akı akmış, yüz elli adım ötesinde ciğerlerim ondan tıkalı
Seni görüyorum
Ne dil döksem küçümsenme meraklısı
En basiti tutunduğum su
Varlığıma tanıklığın onunla olsun diye
Öylece dururken ve izlerken sen, önce elin yükseldi yavaş yavaş, birkaç ömür sürdü her hareketi
Sonra yüzün eğildi biraz öne biraz yana,
Vücudun ileri yöneldi, hepsi birbiriyle buluştu
Mum tokatlarmış gibi sallandım o hareketiyle
Her an durulup yeniden coşmak, bir an duyup sağır kesilmek evrenin tüm gürültüsüne
Şiddetin doruğu kadar soğukken tüm dünya, bir anlığına sonsuza dek orada,
Mavinin isyanı kadar ferahlatıcı
Bilmem kaç avcının bıçaklarını çiğnedim de bitti duyulmayanlar
Üstüne ne söz edesim var karaca boynundan
Yalnız bu da yalnızca ilk baktığım andan
Ne de yüce görevlerden görev, ne büyük işlem
Ki bir saniye üçer çağ onları söylerken
Her açıdan bilmem gerek, dönmen ve dönmen
Orada her şey yitik, yol anlarının izi
Tükenmez bir yokluk başlıyor sırlı örekten
Sanı unutulmaz her kesit kesitten
Durağın ve balyozun en büyük kanıtı bu
Olmadıklarının, bilmediğimin
Ve bu yüzsüz cevelan hakkımdan geldi
Çırpınışları kanatsızlığından serçeler gibi
Fikri durmayan serin otlakların günlük örümcek yuvaları anlar
Usun nereden başlayıp neye yöneldiğini
Nitekim doğrulduğunda, kalkmaya başlayınca sen
İşte o, bambaşka bir ömrün hikayesi, saatimden gider yılları
Peşkirimin içinden çıkıp dökülür çatlaklara
Yayılımın toy bir kıyamet, bir tırnaklarımı söken, bir yüreğime saplanan
3 notes
·
View notes
Text
Yer Altında Bir Tık Yok
9¾ Numaralı Metro İstasyonu VDNKh
Dikkat! 9¾ Numaralı Metro İstasyonu VDNKh'a hoş geldiniz! Burası sadece Harry Potter dünyasında Hogwarts Ekspresi'nde bulunabileceğiniz meşhur bir istasyon değil, aynı zamanda Metro serisinin gerçek bir hayranının kalbini de kazanmış bir durak. Burada büyülü yaratıklar değil, hayatta kalma mücadelesi veren cesur savaşçılarla karşılaşacaksınız. VDNKh istasyonu, sizleri post-apokaliptik bir dünyaya davet ediyor. Burada paranormallerle savaşan, insanlığın umudu olan kahramanlarla tanışabilirsiniz. İçerideki atmosfer, sizi adeta distopik bir maceranın ortasına sürükleyecek. Ancak burada Hogwarts büyücülük okulundaki gibi sırlı koridorlar ya da uçan süpürgeler bulamazsınız. Bunun yerine, yoğun atmosferi ve savaşın getirdiği zorlukları deneyimleyebilirsiniz. Metro serisi, burada hayatta kalmak ve saf iyiliği korumak için verilen mücadeleyi anlatıyor. Siz de bu istasyonda, karakterlerle birlikte soluksuz bir yolculuğa çıkabilir, kendinizi post-apokaliptik bir dünyanın karmaşasında bulabilirsiniz. Kim bilir, belki de bu istasyon sizi kahramanlığa ve maceraya çağırıyor. 9¾ Numaralı Metro İstasyonu VDNKh'ta, düşüncelerinizi, gerçekliği bir kenara bırakıp hayal gücünüzü serbest bırakabilirsiniz. Unutmayın, bu istasyon herhangi bir büyüyle işlemiyor, ama içindeki hikayeler ve karakterler, sizi büyüleyecek kadar gerçekçi. Hazır mısınız? O zaman, Metro serisinin büyülü dünyasında 9¾ Numaralı Metro İstasyonu VDNKh'ye adım atın ve maceraya doğru yol alın! Unutmayın, burada gerçekçi bir distopya sizi bekliyor, ama esprili bir kapanışla da ayrılmak için hazırlıklı olun. İyi yolculuklar ve büyülü anılar dileriz! Aşağıdaki maddelere uymanızı temenni ederiz.
1-"Buraya adım atmadan önce, kesinlikle tahta bir bacağı olup olmadığınızı kontrol etmelisiniz. Hogwarts trenine yetişmek istemeyiz!"
2-"Burada trenler zamanın ötesinde hareket etmiyor, ama metroda seyahat ederken zaman hızla geçer. Acele etmek isteyenler, lütfen yanlış perona koşmasın!"
3-"Metroda her durak bir hikaye gibidir, ama VDNKh istasyonu tam bir sayfa çevirici! Etkileyici bir distopya ve hayatta kalma mücadelesi sizi bekliyor."
4-"9¾ Numaralı Metro İstasyonu VDNKh'ya gelen yolculara hatırlatma: Lütfen yanınızda büyülü asa, uçan süpürge veya zaman döndürücü getirmeyin. Gerekli eşyaları metro güvenlik kontrolünden geçirebilirsiniz."
5-"Burada büyülü yaratıklar değil, cesur savaşçılarla karşılaşabilirsiniz. Hazır olun, çünkü paranormallerle dolu bir dünya sizi bekliyor!"
6-"İstasyona adım atmadan önce hayal gücünüzü serbest bırakın ve gerçekliği bir kenara bırakın. Metro serisinin büyülü dünyası, sizi heyecanlandıracak ve şaşırtacak."
7-"Metroda karşılaştığınız her yolcu, potansiyel bir maceraya davetiyedir. Arkanızı kollayın, çünkü sıradan bir yolculuk olmayabilir!"
Metro 2033, Metro 2034 ve Metro 2035 kitapları, Rus yazar Dmitry Glukhovsky tarafından yazılan etkileyici bilim kurgu romanlarıdır. Bu roman serisi, post-apokaliptik bir dünyada insan doğasını, siyasi sistemleri ve insanlık üzerindeki felsefi etkileri derinlemesine inceleyerek okuyuculara düşündürücü bir deneyim sunar. Metro serisi, nükleer bir savaşın ardından insanların yeraltına sığındığı ve Moskova metrosunda yeni bir toplumun oluştuğu distopik bir geleceği konu alır. Bu ortamda, karmaşık karakterler aracılığıyla insan doğasının keşfi yapılmaktadır. Kitaplar, hayatta kalma mücadelesinde sınırlarını zorlayan ve zor kararlarla yüzleşen Artyom ve diğer karakterleri takip eder. Metro serisi, iyilik ve kötülük, toplumun düzeni ve anarşisi, inanç ve spiritüalizm gibi önemli kavramları ele alır. Kitaplar, insan doğasının karanlık yüzünü, inanç, düzen ve anarşi arasındaki çatışmayı, spiritüalizmi, insan doğasını ve saf iyilik ile ilişkisini derinlemesine inceler. Felsefi olarak, Metro serisi insan doğasının karmaşıklığını ve insanlık durumunu keşfeder. Kitaplarda hayatta kalma içgüdüsü, insanın korku ve umut arasındaki dengeyi nasıl koruduğu, toplumların nasıl oluştuğu ve yönetildiği gibi temalar işlenir. Seri, insanlığın nasıl bir dünya kurduğu ve başka bir felaketi önlemek için nasıl bir yol izlemesi gerektiği üzerine düşündürür. Metro serisi, okuyuculara hem eğlence hem de düşündürme fırsatı sunan derinlikli bir hikaye sunar.
Artyom, paranormal yaratıkları yok ederek metronun güvenliğini sağlama ve insanlığın hayatta kalmasını temin etme amacıyla hareket eder. Aynı zamanda, yüzeye çıkarak dış dünyayı keşfetmeyi ve insanların tekrar yer üstünde yaşayabileceği bir gelecek inşa etmeyi hedefler. Artyom, hayatta kalmak için sürekli bir mücadele veren ve umudu kaybetmeyen bir karakterdir. İnsanlığın soyunun tükenme tehlikesiyle karşı karşıya olduğuna inanır ve bu nedenle insanların umutsuzluğa kapılmadan mücadele etmeleri gerektiğine inanır. Artyom, güçlü iradeye ve cesarete sahip bir karakterdir ve insanlığın kaderine adanmıştır. Metronun sakinlerini koruma, düşmanları yok etme ve eski dünyayı yeniden kazanma amacı güder. Bu amaca ulaşmak için tehlikeli yolculuklar yapar, zorlu kararlar verir ve zaman zaman kişisel fedakarlıklar yapar. Metro serisi, mikro ve makro düzeyde bir dizi olayı ve tema işler. Artyom'un kişisel yolculuğu ve hayatta kalma mücadelesi mikro düzeyde anlatılır. Kitaplar boyunca, Artyom, metronun farklı istasyonlarını gezerken çeşitli insanlarla etkileşime girer ve bu etkileşimler onun düşüncelerini ve felsefesini şekillendirir. Artyom, metronun tehlikeleriyle yüzleşirken, iç dünyasını keşfeder ve inançlarını sorgular. Onun korkuları, umutları, fedakarlıkları ve hedefleri, okuyucunun duygusal bağ kurmasını sağlar. Ancak Metro serisi sadece Artyom'un maceralarını anlatmaktan öteye gider. Makro düzeyde, romanlar insan doğasının karmaşıklığını, toplumun nasıl şekillendiğini ve bir felaket sonrası dünyanın nasıl bir yere dönüştüğünü keşfeder. Kitaplar, hayatta kalmak için mücadele etmenin, korkunun insan davranışlarını nasıl etkilediğini ve umudun gücünü gösterir. Aynı zamanda, toplumun siyasi, dini ve sosyal dinamiklerini derinlemesine inceler. Metro serisi, okuyuculara düşündürücü bir deneyim sunar ve insanlığın durumunu ve potansiyelini sorgulatır. Siyasi göndermeler de Metro serisinin önemli bir parçasıdır. Kitaplar, Rus toplumunun tarihindeki siyasi sistemlerin etkilerini yansıtır. Glukhovsky, komünizm, totalitarizm ve kapitalizm gibi ideolojileri eleştirir ve toplumun manipülasyonu ve otoriterliğin tehlikelerine dikkat çeker. Kitaplar, Sovyet dönemine ve sonrasındaki Rus toplumunun karamsarlığına atıfta bulunur, güç ve iktidarın nasıl insan doğasını şekillendirdiğini ve toplumun geleceği üzerindeki etkilerini sorgular. Aynı zamanda, komünizm, totalitarizm ve kapitalizm gibi ideolojilere eleştiriler getirir. Glukhovsky, kitaplarda siyasi güçlerin ve ideolojilerin insanlık üzerindeki etkisini vurgular.
İnsan doğasının karanlık yüzü: Metro serisi, insanların hayatta kalma mücadelesiyle birlikte insan doğasının karanlık yönlerini ortaya koyar. Kitaplar, metronun sakinleri arasındaki çatışmalar, güç mücadeleleri ve hayatta kalma içgüdüsüyle şekillenen karmaşık ilişkileri ele alır. İnsanlar, sınırlı kaynaklar ve tehlikeli koşullar altında yaşarken, egoizm, şiddet, ihanet ve çıkar çatışmaları gibi insan doğasının karanlık yönleri açığa çıkar. Ayrıca, Metro serisi karakterleri aracılığıyla toplumun içindeki bireysel ve kolektif davranışları gözlemleyerek insan doğasını inceler. Serideki karakterler, zorlu kararlarla yüzleşirken, korkularıyla mücadele ederken ve kendi ahlaki değerlerini sorgularken insan doğasının çeşitli yönlerini temsil eder. Metro serisi aynı zamanda insanlığın nasıl bir dünya kurduğunu, toplumun nasıl şekillendiğini ve bir felaket sonrası dünyanın nasıl bir yer haline geldiğini gösterir. Kitaplar, insanların hayatta kalmak için nasıl mücadele ettiğini, sosyal yapıların nasıl oluştuğunu ve bu yapıların içindeki siyasi, dini ve sosyal dinamikleri inceler. Bu metronun karanlık ve tehlikeli koridorlarında geçen hikayeler, okuyuculara insan doğasının karmaşıklığını anlatırken, insanlık durumunu sorgulatır. Metro serisi, okuyuculara düşündürücü bir deneyim sunar, insan doğasının karanlık yönlerini derinlemesine araştırır ve toplumun üzerindeki felsefi etkileri ele alır.
İnanç: Metro serisinde hem bireysel karakterlerin iç dünyalarında hem de toplumun dinamiklerinde önemli bir rol oynar. Kitaplar, insanların hayatta kalma mücadelesiyle birlikte inanç sistemlerini, ruhani değerleri ve spiritüel arayışlarını keşfeder. Birçok karakter, çeşitli inanç sistemlerine bağlıdır ve bu inançlar, onların düşüncelerini, eylemlerini ve kararlarını etkiler. İnanç, insanların umutlarını, güçlerini ve yaşam motivasyonlarını besler. Metro serisinde, karakterlerin inançları, onları ayakta tutan bir güç haline gelir ve zorluklarla başa çıkmalarını sağlar. Aynı zamanda, Metro serisi inanç kavramını sorgular ve eleştirir. Kitaplar, dogmatik inanç sistemlerinin sınırlamalarını, fanatizmin tehlikelerini ve insanların kendi içsel gerçeklikleriyle yüzleşmelerini ele alır. Serideki bazı karakterler, inançlarını sorgularken ve değiştirirken, bireysel özgürlüğü ve gerçekliği keşfetme yolculuğuna çıkar. Metro serisi, inanç ile hayatta kalma mücadelesi arasındaki gerilimi ve dengeyi de vurgular. İnsanlar, umutsuzluğun ortasında inançlarını korumaya çalışırken, aynı zamanda pragmatik ve gerçekçi yaklaşımlar geliştirmek zorunda kalır. Bu gerilim, karakterlerin i�� çatışmalarını ve gelişimlerini şekillendirir. Kitaplar ayrıca, inanç kavramının toplumun düzeni ve sosyal dinamikleri üzerindeki etkisini de inceler. İnanç, toplumun değerlerini, kurallarını ve ilişkilerini şekillendirir. Metro serisi, inanç sistemlerinin toplumsal hiyerarşi, liderlik ve güç ilişkileri üzerindeki etkisini sorgular. Neticede Metro serisi, inançın insanların hayatta kalma, umut bulma ve anlam arama süreçlerindeki önemini vurgular. İnanç, karakterlerin içsel yolculuklarını, toplumun dinamiklerini ve insan doğasının derinliklerini keşfetmek için önemli bir araçtır. Kitaplar, okuyuculara inançın gücünü, sınırlamalarını ve insanların inançlarıyla nasıl başa çıktığını anlatarak düşündürür ve tartışma açar.
Düzen ve anarşi: Düzen, Metro serisinde metronun sakinlerinin hayatta kalma ve toplumsal düzeni sağlama çabalarının merkezi bir unsurdur. Metronun istasyonları, farklı gruplar arasında birer mikro toplum olarak işlev görür. Bu topluluklar, belirli kurallar, liderlik yapıları ve kaynak paylaşımı üzerine kurulu bir düzen oluştururlar. Düzen, güvenliği sağlamak, kaynakları korumak ve toplumun sürekliliğini sağlamak amacıyla önemlidir. Ama Metro serisinde düzen kavramı sadece pozitif bir şekilde ele alınmaz. Anarşi, toplum içindeki çatışmalar, çıkar çatışmaları ve liderlik mücadeleleriyle bağlantılı olarak kendini gösterir. Bazı gruplar, düzeni bozmaya, otoriteye karşı çıkmaya ve kendi çıkarlarını savunmaya eğilimlidir. Bu durum, metronun istasyonları arasındaki güvensizlik ve çatışma ortamını yaratır. Metro serisi, düzen ve anarşi arasındaki gerilimi, insan doğasının karmaşıklığını ve toplumun nasıl şekillendiğini derinlemesine inceler. Kitaplar, düzenin gerekliliği ve anarşinin özgürlük arayışı arasındaki dengeyi sorgular. Toplumun sınırları, otorite ve bireysel özgürlük arasındaki çatışmalar, kitaplar boyunca keşfedilen temalardır. Düzen ve anarşi temaları, Metro serisindeki karakterlerin içsel yolculuklarına da yansır. Bazı karakterler, düzenin korunması ve toplumun refahı için mücadele ederken, diğerleri anarşiyi savunarak bireysel özgürlüklerini ararlar. Bu çatışma, karakterlerin kimliklerini, değerlerini ve inançlarını sorgulamalarına neden olur. Kitaplar ayrıca düzen ve anarşi kavramlarının siyasi, sosyal ve etik boyutlarını da ele alır. Liderlik, güç mücadeleleri, toplumun adalet anlayışı ve kaynak dağılımı gibi konular, düzen ve anarşi arasındaki gerilimi şekillendirir. Metro serisi, düzen ve anarşi temalarını derinlemesine keşfederek okuyuculara insan toplumunun karmaşıklığını, güç mücadelelerini ve adalet arayışını düşündürür. Kitaplar, bu temalar aracılığıyla toplumun işleyişini, insan doğasının çeşitliliğini ve insanların nasıl bir düzen oluşturduğunu sorgular. Metro 2033, düzenin korunması ve anarşinin arasındaki dengeyi araştırır. Metronun yeraltı toplumu, katı bir hiyerarşi ve otoriter düzenle yönetilirken, diğer gruplar özgürlüğün ve bireysel özerkliğin savunucusu olabilir. Kitaplarda, bu iki yaklaşımın avantajları ve dezavantajları, insanların nasıl yaşadığı ve toplumun nasıl işlediği üzerine düşündürülür.
Spiritüalizm: Kitaplar, insanların nükleer bir felaketin ardından yeraltında yaşadığı zorlu bir dünyayı tasvir ederken, karakterlerin spiritüel deneyimleri ve inançları da öne çıkar. Metro serisindeki bazı karakterler, gizemli olaylar, paranormal varlıklar veya ruhani deneyimlerle karşılaşır. Bu deneyimler, karakterlerin düşüncelerini, inançlarını ve yaşamlarını etkiler. Spiritüalizm, karakterlerin içsel yolculuklarında ve düşüncelerinde büyük bir rol oynar. Kitaplar, karakterlerin spiritüel bir bağlantı arayışlarına, kendi iç dünyalarını keşfetmelerine ve yaşadıkları zorluklarla başa çıkmak için ruhsal güçlerden yararlanmalarına odaklanır. Spiritüel deneyimler, karakterlerin umutlarını ve güçlerini besler, onları motive eder ve hayatta kalma mücadelelerinde bir rehberlik kaynağı haline gelir. Metro serisi, spiritüalizmi farklı şekillerde ele alır. Kitaplarda, bazı karakterler mistik güçlere veya tanrısal varlıklara inanırken, diğerleri daha evrensel bir spiritüel bağlantıya yönelir. Bu, kitaplarda farklı inanç sistemlerinin ve spiritüel yaklaşımların çeşitliliğini ortaya koyar. Ayrıca, spiritüalizm kavramı, insan doğasının karmaşıklığını ve ruhsal arayışların önemini vurgular. Metro serisindeki karakterler, spiritüel deneyimlerle kendi korkularıyla yüzleşir, içsel savaşlarını aşar ve inançlarını sorgular. Spiritüalizm, karakterlerin kendilerini anlamlandırma, güçlenme ve umut bulma süreçlerine katkıda bulunur. Metro serisi, spiritüalizm temelinde insanın varoluşsal sorularını keşfeder. Kitaplar, okuyuculara hayatta kalmak ve insan olmanın ötesinde bir anlam bulma yolculuğunda spiritüel boyutun önemini hatırlatır. Bu seride, spiritüalizm, insanların içsel dünyalarını anlamak, hayatta kalma mücadelesiyle başa çıkmak ve insanlığın temel değerlerini yeniden inşa etmek için bir kaynak ve rehber olarak hizmet eder. Metro serisi spiritüalizm temasını keşfeden bir bilim kurgu serisidir. Kitaplar, karakterlerin spiritüel deneyimlerini, inançlarını ve ruhsal yolculuklarını anlatarak okuyucuları insanın içsel dünyasını ve yaşamın derin anlamlarını sorgulamaya davet eder. Metro serisinin başarısı, detaylı dünya tasarımında yatmaktadır. Glukhovsky, Moskova metrosunu bir mikrokozmos olarak kullanarak okuyuculara gerilim dolu bir atmosfer sunar. Her istasyon, farklı bir toplumsal yapıya ve karakterlere sahiptir. Yeraltındaki bu karmaşık dünyada, korku, umut, sadakat ve ihanet gibi duygular bir araya gelir ve okuyucuyu etkileyici bir deneyime sürükler. Metro serisi, sadece bir bilim kurgu hikayesi değildir. Glukhovsky'nin kalemiyle, insanlığın kaderine dair derin düşüncelere sahip, karanlık ve umut dolu bir evren yaratılmıştır. Okuyucu, Artyom'un maceralarında yer altında seyahat ederken, insan doğasının karmaşıklığını, inançların gücünü, toplumun yapısını ve korku ile umut arasındaki dengeyi keşfeder. Metro serisi, kendi düşüncelerimize meydan okuyan, sıradışı bir yolculuk sunar ve insanlığın ne olduğunu sorgulamamıza neden olur.
İnsan doğası ve saf iyilik: İnsan doğası, Metro serisinde merkezi bir tema olarak öne çıkar. Kitaplarda, karakterlerin hayatta kalma mücadelesi, çıkar çatışmaları ve zorlu kararlarla yüzleşmeleri, insan doğasının karanlık ve ışık yönlerini keşfetmemizi sağlar. Bazı karakterlerin bencillik, şiddet ve korku gibi negatif yönleriyle mücadele ettiği görülürken, diğer karakterler saf iyilik, fedakarlık ve umut gibi pozitif özelliklere sahiptir. Saf iyilik, Metro serisinde önemli bir temadır. Kitaplarda, karakterler arasında empati, yardımlaşma ve insanlık değerleri üzerine kurulu bağlar oluşur. Bu bağlar, toplumun varlığını sürdürebilmesi ve insanların bir arada dayanışma içinde yaşayabilmesi için temel bir gerekliliktir. Saf iyilik, karakterlerin fedakarlıkları, başkalarının hayatlarını kurtarma çabaları ve toplumun refahı için verdikleri mücadelelerle ortaya çıkar. Metro serisindeki karakterlerin içsel yolculukları, saf iyilik temasını güçlendirir. Zorlu koşullar altında, karakterlerin iyilik ve kötülük arasında seçim yapma süreçleri, okuyucuların insan doğasının karmaşıklığını anlamalarını sağlar. Bazı karakterler, kendilerini riske atarak başkalarına yardım etmeyi seçerken, diğerleri bencilce davranışlar sergiler. Bu çatışma, insan doğasının içindeki potansiyel iyiliği ve kötülüğü yansıtır. Metro serisi aynı zamanda insan doğasının üzerine çizilen sınırları da sorgular. Kitaplarda, karakterlerin yaşadıkları deneyimler ve zorlu kararlar, insanların nasıl birer kahraman veya canavar haline gelebileceğini gösterir. İnsan doğasının karmaşıklığı, kitaplardaki karakterlerin gelişimi ve değişimiyle birlikte anlatılır. Bu seride, saf iyilik teması, umut ve insanlığın geleceği için bir ışık kaynağıdır. Kitaplar, okuyuculara insanın içindeki potansiyel iyiliği, fedakarlığı ve umudu hatırlatır. Saf iyilik, insan doğasının karanlık yönleriyle mücadele etmek ve daha iyi bir dünya inşa etmek için bir ilham kaynağıdır. Metro serisi insan doğasının karmaşıklığını ve saf iyilik kavramını derinlemesine inceleyen etkileyici bir bilim kurgu serisidir. Kitaplar, karakterlerin içsel yolculukları ve toplumun varoluşu üzerinden insanın potansiyelini, fedakarlığını ve umudunu vurgular. Saf iyilik, Metro serisinde insan doğasının önemli bir gücü ve rehberi olarak yüceltilir.
Hepsini toparlayacak olursak Artyom, Metro serisinin kahramanı olarak, hem hayal dünyasında hem de gerçek hayatta iz bırakan bir karakterdir. Dmitry Glukhovsky'nin yaratıcılığıyla şekillenen Artyom, distopik bir dünyada insanlığın umudu ve hayatta kalma mücadelesinin bir sembolüdür. Artyom, savaşın, korkunun ve umudun ortasında büyüleyici bir yolculuğa çıkar bizi. Ancak onun hikayesi sadece bir roman kahramanının sınırlarında kalmaz, aynı zamanda gerçek hayata da göndermeler yapar. Artyom'un maceraları, insan doğasının karmaşıklığını ve karşılaştığı zorluklar karşısında nasıl şekillendiğini yansıtır. Bu, gerçek hayatta da geçerli olan bir gerçektir. Artyom'un zorlu kararlar verdiği anlar, aslında hayatta karşılaştığımız zorluklarla bağlantı kurmamıza yardımcı olur. Artyom'un cesareti ve iradesi, bizlere kendi korkularımızla yüzleşmek ve onları aşmak için ilham verir. Metro serisi, aynı zamanda toplumsal ve politik dinamikleri ele alan derin bir anlatıya sahiptir. Artyom'un yolculuğu, toplumun düzeni ve anarşisi arasındaki mücadeleyi yansıtırken, gerçek hayatta da bu tür mücadelelerin olduğunu hatırlatır. Karakterlerin inanç sistemleri, insanların farklı inançlar etrafında bir araya gelme ve dayanışma gücünü vurgular. Bu da gerçek hayatta da görülebilecek bir durumdur. Artyom'un hikayesi, bizlere gerçek hayatta da karşılaşabileceğimiz zorluklara meydan okumamız gerektiğini hatırlatır. İnsan doğasının karmaşıklığı, savaşın yıkıcı etkisi ve umudun gücü, Metro serisiyle gerçek hayat arasında köprüler kurar. Artyom, hem distopik dünyasında hayatta kalmak için mücadele ederken hem de okuyuculara gerçek hayatta değerli dersler verir. Onun cesareti, fedakarlığı ve insanlık için verdiği mücadele, bizi ilhamla doldurur ve hayatımızda kendi maceralarımızı yaratma cesaretini aşılar. Artyom ve Metro serisi, gerçek hayatta da iz bırakan bir etki yaratır. Hayatta kalma mücadelesi, inanç sistemleri, toplumsal dinamikler ve insan doğasının karmaşıklığı gibi temalar, okuyucuları derinden etkiler ve düşündürür. Bu nedenle, Artyom ve Metro serisi sadece bir roman karakteri veya kurgusal bir dünya değil, aynı zamanda gerçek hayatta da bizi etkileyen güçlü bir anlatıdır.
0 notes
Text
Görgüsüzü tanıma rehberi
Kültür ve terbiye bakımından bir insanı nasıl tanırsınız? Önce neresine bakarsınız mesela? Kılığına kıyafetine mi, yaşadığı meskûn mahale mi, yediğine içtiğine mi, lafına sözüne mi yoksa hayata kattığı değer nispetine mi? Bu bakışların hepsi inanın hayat değerinizin oldukça değişmesine sebep olan etmenlerdir. Misal diyelim önce modaya önem verelim yani kılığı kıyafeti hoş olsun diyelim karşınızdaki kişinin 🪡 eğer ki bu zat-ı muhterem kişi dünya nimetini üst başla sınırlı tutuyorsa muhtemelen sizinle iletişim hali de bu sırlı duvar nispetinden öteye geçemeyecektir. Dünya halinden dem vurmak şöyle dursun yakasında takılı olan işlemeli broşu saatlerce konuşabilir. Hatta bu nesnenin öyle bir hikayesini anlatır ki, şüphesiz dinlemeye vaktiniz varsa saatler sürebilir bu Troya savaşını aratmayan epiksel manzume... Diyelim yaşadığı yerin edebiyatını yapar olsun bu şahıs, o vakitte manzaraya dem olmaz misali sürekli bir pitoresk resme hapsolursunuz. Varsa yoksa kendi yaşadığı muhitin ne kadar üstün olduğu, yoksa var ise dünyanın başka bir yerinde böyle bir manzaranın yok olduğunu anlatır durur en şairane haliyle... Yemenin içmenin lafı edilmez normalde ama diğelim sayın gurmemiz bu ayaktan yol almakta. Pek ala bu şikenperveri dinlemek sizi oldukça acıktıracaktır. Efendim şöyle soslu, böyle fırınlanmış, şu şekilde terbiye edilmiş bu şekilde pişirilmiş ... Daha neler neler... Yani anlayacağınız bu sohbet sizin maalesef içinden kazınan midecağınızın daha da kazınmasından başka bir işe yaramaz. Bir diğer zat-ı alleri ağdalı konuşma ustası sayılan ama sahibi olmadığı değirmenden bir dirhem un çıkartamayı da beceremeyen laf ebesi tabiri ile bilinmiş sofist müneccim başıdır. Efendim bu kişi her naneyi kendi meşrebince bilir konuşur ve ahkâm keser. Belagati üstün, sözü kavi gibi görünen bu kişilerle muhabbet tez vakitte hır ve gür kardeşlerin çıkmasına da sebep olabilir. Zira bu tipler genelde kızım sana söylüyorum gelinim sen temrin et bakiyimci oldukları için hiç bir şeyi tam anlamıyla açıktan söylemezler. Bu yüzden karşısındaki kişinin zaaflarını, en hassas yaralarını tatlı dilleriyle öğrenip yine aynı bilgileri onun üzerinde kullanmaktan çekinmezler.
Hattı zatında Dikkat ederseniz çevrede bunlardan bir hayli vardır... Gelelim son kişiye, bu hayata ve kendine bir şeyler katarak hayatını sürdüren zat-ı şahanelerine.. Gerçi bu tabir onları kızdırsa da yinede içindeki latif duygu biraz gururunu okşar şeklindedir. Efendim bu ikbal sahibi kişi öncelikle kendini bu dünyaya uydurmaya sonrasında da bu uygunluğu en saf haline getirmek için öğrenmeye azimlidir. Bu tip kişiler temiz ve yakışanı giyerek toplum içinde abartıl�� gözükmekten imtina ederler. Yaşadığı yer dünyanın en güzeli yeri değil ve fakat güzel denilecek bir hayat hatırasına ev sahipliği yapacak kadar tertipli ve şendir. Tabiatın verdiği rızkın verdiği ile yine tabiata ait midenin aşırı dolması onlar için büyük sıkıntıdır. Ne zaman ki şişkin bir mideleri olsa başkasının nafakısını çalıp yemiş kadar ardan edepten uzaklaşmış sayarlar kendilerini... Emmarenin tuzakları o kadar keskin ve yuvarlaktır ki, bu kadar pürüzsüz olması kandırıverir yaratılmış en asil yaratının o halis ruhiyetlerini... Başka bir dert sarmalı daha vardır bu kişilerin benliklerinde; bildiklerini öğrendiklerini paylaşmak isterler. Zira bilgi ekmek gibidir. Paylaşmak farzdır onlar için... Velhasıl diyeceğim o ki görgü öyle gösterişi yapılan bir şey değildir azizim. Gören göze görgü ne lazım, o asıl gözleri âmâ olanın yalancı dünyasının bir yansımasıdır sadece.... içaforiz
1 note
·
View note
Link
Bir kutu Krispy Kreme sırlı çörek. - Krem peynirKrispy Kreme, 13 Kasım Pazartesi günü Dünya İyilik Günü şerefine, katılan her lokasyondaki ilk 500 müşteriye bir düzine parasız "Orijinal Sırlı Donut" sunuyor.Bir benzersiz Çikolatalı Buzlu Kalp çörek ve on bir Orijinal Sırlı çörek, bu muhteşem Orijinal Sırlı düzineyi oluşturur. Promosyon, katılımcı işletmelerin otomobile servis ve perakende mağazalarında mevcuttur. Krispy Kreme internet sayfasında katılan tüm detayları ve lokasyonları görüntüleyin.“Dünya İyilik Günü, eli bol davranarak pozitif bir fark yaratmak için bir fırsattır; bunun için ödeme yapmaktan birbirimizle anlamlı bir halde bağlantı kurmaya kadar. Tatlı bir ikramı paylaşmak da dahil olmak suretiyle rahat ilgi ve teşekkür jestleri bunu yapmanın mükemmel bir yoludur” dedi Krispy Kreme Global Marka Baş Sorumlusu Dave Skena. "Bir düzine Orijinal Sırlı donutun (biri sizin için ve birçoğunu başkalarıyla paylaşacağınız) milyonlarca ufak nezaket eylemine esin vereceğini umuyoruz."TarihDünya İyilik Hareketi, dünyanın dört bir yanından benzer düşüncelere haiz kuruluşları bir araya getirmek amacıyla 1997 senesinde Japonya'nın Tokyo kentinde açılış toplantısını gerçekleştirmiş oldu. İşte Dünya İyilik Günü'nün zamanı işte o vakit başladı. Birleşik Arap Emirlikleri, Avustralya, Kanada ve Nijerya da dahil olmak suretiyle birçok ülke bu günü kutluyor. Gün, 1998 sonrasına kadar resmi olarak senelik bir etkinlik olarak kurulmamıştı.Bunu takiben iyilik hareketi internasyonal ilgi görmüş oldu. İyilik Hareketi 2005 senesinde İngiltere'de başlatıldı ve Singapur 2009'da katıldı. 2010 senesinde Birleşik Krallık'ta başlamış olan Dünya İyilik Hareketi, 2019 yılına kadar 27 ülkeye yayıldı: Fransa (2015), ABD (2018), Avustralya (2012) ve Birleşik Krallık (2010).Onlarca senedir savaşım eden Dünya İyilik Hareketi, İsviçre'de resmi bir STK olarak tanındı.EhemmiyetDünya Nezaket Günü, tüm insanları birleştiren empati ve iyimserliği öne çıkarırken çeşitli endişelere ilişkin farkındalığı çoğaltmak için nezaketten yararlanmak amacıyla oluşturuldu. Nezaket, ulusal, etnik, dini, cinsiyet ve coğrafi sınırları aşan insan deneyiminin mühim bir yönüdür. Dünya İyilik Hareketi, Dünya İyilik Günü'nün resmi olarak tanınması ve tüm üyelerinin Dünya İyiliğini devamlı olarak bir "Destek Bildirgesi" ile kutlaması talebiyle BM'ye doğru ilerleyen en büyük internasyonal örgüttür.
0 notes
Text
Şüphesiz ki, Yahya Kemal, aynada görünenin arkasında görünmeyen gizli bir dünya keşfetmiştir. Bu dünya ölüm servileriyle dolu, gidenin bir daha geri gelmediği başka bir dünyadır. Gönlü aşkla yanan o aynada sır olur. O ayna aynı zamanda Neşati’nin aynasıdır ki, arkası sırlı, kendi sırlı, içi sırlıdır.
0 notes
Text
SÖYLEYEN OLMAK NEDİR?
GÜVEN KAPISI
"Güven Kapısı, bir mistiğin Kalple Hesaplaşmaları yolundaki en önemli Kapıdır.
Bu Kapıdan gecen mistik kendisini yalnızca Tanrı'ya açmanın doğru olduğunu idrak eder ve buna alışır.
O'nu en yakın dostu bilir ve tamamen her şeyde O'na güvenir.
(Kalbin Görevlerine Yön Verme Kitabı', Ben Joseph ibn Paquda)
"...Garip bir ortamda, gümüşümsü-mavi ışık altında (genelde ayın yüzeyine benzer bir yer olurdu) sert ve kaba kılıflara benzer garip kıyafetlerdeki birtakım insanlarla beraber, bilmediğimiz ortam sebebiyle zorlanarak, yavaş yavaş bir yöne doğru yürüyoruz. Sonra "sizleri söylemek için hazırlıyoruz" cümlelerini işitiyoruz Sesin..."
Tam yeni binyılın eşiğindeyken (1998 senesinde) tekrar tekrar gördüğüm bu sanrının tam olarak ne anlama geldiğini henüz o yaşlarda anlamıyordum...
"Söyleyiniz" emri kimden, hangi kaynaktan geliyordu? Kamera arkasındaki yönetmen sesi gibiydi ve görünmüyordu, ama şöyle bir durum vardı (çoğumuz yaşamışızdır bunu farklı rüyalarımızda) kendim hem "sahnedeydim' hem sahne arkasından da bakıyordum. Günlük telaşların arasında da ve yalnızlık anlarımda uzun uzun düşündüğüm oldu bu sanrının anlamını Neydi o Söylenmesi gereken'? Hadi yanımdakiler neyse... Peki ya ben? Bizzat kendim; ne hakkında, kime, ne söylemekle mükelleftim?
Bildiğim şeylerin hangisi o kadar önemliydi ki?
Insanlara anlatabileceğim bir şeyler olduğuna inanamıyordum. Iki küçük çocukla evden günlerce çikinadan stradan işlerle uğraşan ve hir zamanlar çok okuyan, yazan ve resimler çizen biri olduğunu bile neredeyse unutmuş genç bir kadındım sadece. Ama kalbim sevgiye, umuda doluydu... En azında, içimdeki tedirginlikler ve arada uğrayan umutsuzluğa karşın pes etmiyordum. 90 ların krizli, afetli, çok acılar ve değişimler içerdiği dönemdeki hallerimi çok iyi hatırlaya biliyorum. Ama o rüyadan sonra ardı ardına devam etti farklı rüyalarım ve ben birkaç gün içinde başka bir benlik potansiyelimle tanışmaya başladım. İlginç ki, hiçte yabancı gelmeyen bir benlik; fakat daha cesur, daha güçlü, yine de bir o kadar da meçhul kalmaya kararlıydı güya. Bir sırlı rehberiyetle çalışmaya davet edilmişti benim içsel Rehberim, ona akan bilgileri dünya ifade üslüblerine çevirmek gibi bir işlemin içine düşmüştüm. Yoğun bir tempoyla durmadan yazılar, şiirler yazmaya, ardı ardına tablolar yapmaya başladım. Bir süre sonra şuna ikna oldum: bu arka planda yaşayan farklı benliğimdi, meğer dışarıda sıradan bir kişilik bırakıp, kendisini daha içeri almış, ancak durmadan bu Aktif Döneme hazırlanmış gibiydi. Coşuyor, döküyor, arttıkça artıyor ve taştıkça çoğalıyordu.
Önce ortaya çıkan tablo ve yazılara bazen bakıp kaldığım olurdu, hatta ne yapayım ki şimdi ben bunları, gibisinden bir duyguyla ortaya çıkan çalışmalarımı yabancılıyordum da... Ama bir dönem geldi; bütün bu kalabalık birikim, yeni dönemimin ilk sergi ve kitaplarımı kendileriyle ayağa kaldırmış olarak, kültür hayatına giriverdiler. Oysa yazıp çizerken, bütün bu coşkunluk, ileride böyle olacak deseler, bütün samimiyetimle gülüp geçer, yanlarından geçip giderdim hiç birine inanmadan...
Nodira Güçsav
Gizli Kapı kitabından bir bölüm...
0 notes
Note
Hayırlı bir evlilik için dua söyler misin ablacığım
Şifâsı ile henüz nasiplenmedim (zahirde) lâkin Furkan suresinin 74. ayetini okurum ;
وَالَّذ۪ينَ يَقُولُونَ رَبَّنَا هَبْ لَنَا مِن�� اَزْوَاجِنَا وَذُرِّيَّاتِنَا قُرَّةَ اَعْيُنٍ وَاجْعَلْنَا لِلْمُتَّق۪ينَ اِمَامًا
Yine onlar ki: “Rabbimiz! Bize zevcelerimizden ve nesillerimizden göz aydınlığı olacak (sâlih) kimseler ihsân eyle ve bizi takvâ sâhiblerine imam (her hususda kendisine tâbi‘ olunan rehber) kıl!” derler.
Birde bu acizin yaptığı bir öneri olarak her gün ( şuan evli olmasanız bile dahi tanımıyor bile olabilirsiniz ) eşiniz olacak kişiye Cumâ suresi okuyabilir ona duâ edebilirsiniz . Özel bir sebebi yok. Ahvaline şifâ niyetine. 😊 Belki de sizin okuyup hediye ettiğiniz ayetler hürmetine hakiki yolu bulur. Sırlı bir dünya. Allâhuâlem..
49 notes
·
View notes
Text
⭐⭐⭐⭐⭐
Hani her hanede vardır ya, sular durulsa da sahil-i selamete çıksak diye tirtir titreriz Celăl dalgaları arasında bazen.
Azıcık Celãl edip sonra kucak dolusu Cemal veren Zat,
kozmik oyunda katılımcıları bir nebze yorarak oyun ve eğlenceden ibaret olan şu dünya hayatını interaktif tutuyor zannımca ❤️
Iyi ki Allah bizleri dünyaya tek tek göndermemiş,
biri ömrünü tamamlayınca diğeri sahneye çıkacak şekilde ayarlamamış düzeni.
İyi ki yalnız bırakmamış dünya üzerinde. Adem as ve Havva annemize kural ihlali yapışlarının bedelini ödetisi misali...
Bir Adem bir Havva,
koca yeryüzü,
birbirlerinden kilometrelerce uzaktalar, başka ademoğlu yok,
zaten henüz Adem’in oğlu yok… Derin pişmanlık, samimi af dileme,
haddini bilip hiçliğin itiraf etmeye karşılık Allah da Kendi’ne yakışanı yapıp bağışlamış ikisini de.
Oyuna kaldığı yerden start vermiş.
Iyi ki hep beraberiz.
Zaten hakikat yolculuğunda insansız kalacağımız tek yer kabir, o da belirli bir süreliğine.
Ondan sonra ver elini cennet bahçelerinde yarenlik etmeler yeniden...
Iyi ki denecek onca güzel şey var ki sağımızda solumuzda.
Ondan mahrum olanı göz görünce, akıl yeni baştan idrak ediyor hele ki.
Misalen: tencere kaynamış, taşmış, ocağı batırmış diye söylenirken;
kaynayacak tenceresi olmayan saçı sakalı karışmış bir evsiz gözümün önüne geliverdi; eve mi tencereye mi kapağa mı kirlenen ocağa mı sarı beze mi şükredeyim bilemedim.
Entipüften dertlerin egzajere yasını tutuyoruz🙄
Bir de nasıl bir oyunbozansa nefs-i emmare, ki “Nefis seni abdest almaya havuz başına götürür, bir tekme basar havuza yuvarlar” diye okumuștum bir yerde...
Başkasının iyisini kendisinin kötüsünü görüyor niyeyse hep.
Başkasında nedense hep güzel haller görüyoruz ama o insanın arka plandaki elemini, kederini, derdini, tasasını bilmiyoruz.
Hele bir de sırlı bir insansa,
kapı kapı gezip derdini tabak tabak dağıtmıyorsa eșe dosta; hakkaten hergün helva yiyor zannediyoruz.
Komedi amacı gütmüyorsa kimse
instagrama kirli çamaşır, dağınık mutfak, kabarmamıș kek, kırıșmıș cild, sarkmış vücut, evde kös kös oturmalar çekip koymuyor. çoğunluk iyi olan, güzel olan ne varsa onu paylaşıyor.
Allah daha da artırsın herkesin iyiliğini hoşluğunu.
Sanal kimlikler
sanal hayatlar bunlar.
Hayal alemime hoşgeldiniz diyerek hayăl kuruyorum... Hayal güzel, hayal tatlı, hayal teta dalgalarında titreșmek demek.
Bir kural olsun:
birinin hayatının renkli yanlarına özenen, o insanın imtihanlarına da maruz kalsın. Var mısınız ?
Ben kesinlikle yokum.
Kapasitesi, kaldırabileceği fazla olan bir insana,
Hakk’ın ikramı da fazla fazla oluyor zannımca. Bu sebepten taş yerinde ağır. Herkes yaşadığı hayatın içinde pek de güzel duruyor.
Yaşanacak bir hayat veren, Ya Hayy olan Allah’a şuan yaşattığı ve yașatacağını vaad ettiği alemler adedince şükürler olsun.
Vakit Akșam... Gecenin Sahibine Emanetsiniz... 🌺
________________°🌺💞🌸°_________________
🎀
14 notes
·
View notes
Text
CAN SUYUM
Uyumaktan gözleri şişmiş, toprağın içinde güzel rüyalar gören bir tohumdum ben. Birden biri bana birkaç damla “can suyu” verdi. Hareketlendim, coştum, dirildim, heyecan yaptım. İçimdeki, zerrelerimdeki tüm “Hak” bilgiyi çıkarmam ve dirilmem emredilmişti. Emir; can suyum ile birlikte gelmişti, suya yazılmıştı. Gizli olanı çıkarıp önce bir fidana, sonra da dalları ulu göğe, kökleri dipsiz yerin altına uzanan bir ağaç olabilecek miydim? Şüphem vardı, evet. Yoksa güdük bir fide, verimsiz bir ot mu olacak ve kuruyup gidecek miydim, yeni bir tohum vermemek üzere? Suya verilen emirleri doğru düzgün anlamış mıydım? O suyu kana kana içmiş miydim?
Toprakta benim dışımda her nevi tohum da vardı, biliyorum. Bazıları benim gibi (nasılsam artık), bazıları çok sert-taş gibi-aksi, bazıları GDO’lu eciş bücüş, bazıları benim aksime hareketlenmek için oldukça isteksiz. Suyun getirdiklerini her tohum ne kadar anlamıştı? Her tohuma verilen su aynı mıydı? “Yanıt bulmak için doğru soruyu sormak lazım” diyerek devam ettim seyrime.
“Su” nedir, ne işe yarar, değeri nedir?
“Allah’ın yarattıklarının başında gelir su” der, Münir Derman Hocam. Biraz kimya/fizik bilgisiyle başlayalım. “Formülü H2O dur ya da insan vücudunun şu kadarı sudur” gibi sıradan bilgileri geçtim gitti. Karbon temelli bir yaşam için, yani bu dünyadaki canlılar için su, vazgeçilmez bir madde. Hidrojen bağları nedeniyle suyun kutupsal bir özelliği var ve bu sayede sıra dışı akışkanlığa sahip. Kanımız iyi ki damarlarımızda akıyor (suyun müthiş kohezyon özelliğinden bahsetmedim bile) ve besinleri hücrelerimize taşıyor. Suyun aktif bir kimyasal madde olduğunu biliyoruz. Reaksiyonları katalize ediyor, yönlendiriyor, bozmuyor. Vücudumuzda proteinlerin sentezinde en verimli mekanizma yine su kimyası sayesinde gerçekleşiyor (Bkz. Erimiş globül teorisi). Hücre zarlarının besin alışverişi ve suda çözünmüş besinlerin bulunması suyun kutupsal özelliği nedeniyle gerçekleşiyor. Enerji alışverişi prensipleriyle suyun geç ısınıp, geç soğuduğunu biliyoruz. Bu özelliği ile de hem vücudumuz ani ısı değişimlerinden korunuyor, hem de deniz canlıları rahatça hayatlarını sürdürüyor.
Biz Türkler suyun bu kadar değerli olduğunu biliyor muyuz? Öncelikle aynen toprak gibi, vatandır su bizim için. Yer ve su sahipsiz bırakılmaz. Göktürk yazıtlarında; Tanrının, Türk’ün yeri ve suyu sahipsiz kalmasın diye, kağanları Türk milleti üzerine getirip koyduğu yazar. “Yukarıda Türk Tanrısı, Türk’ünün kutsal yeri ve suyu şöyle yapmış: ‘Türk Milleti yok olmasın’, diye, ‘bir millet olsun,’ diye, babam İl-Teriş Kağan’ı, annem İl-Bilge Hatun’u Tanrı tepesinden tutup yukarı götürmüş (Kültigin yazıtı, D10-11)”. “Kağanından, beylerinden, yer ve suyundan ayrılmazsan iyilik göreceksin” diye eklenir (Bilge Kağan yazıtı, K13). Bu bir buyruktur. Yer ve suların ruhları, Türkler vatanlarında kalsınlar diye her zaman yardım etmişlerdir. Tonyukuk yazıtı 2.taş B3: “Düşman buralardan gelmiş olmaları zor dedi ve geldiğimizi farketmedi. Hiç şüphe yok ki Tanrı, Umay, kutsal yer- su onları bastı”. Hızır ile İlyas anlatıları da yer-su ikilemesinden türemiştir. Biri yerdekilere, diğeri sularda gezenlere yardım eder.
Türk kültüründe çaylar, ırmaklar, göller tıpkı insanlar gibi canlılardır ve yaşarlar. Sular; mübarek, kutsal (ıduk) diye anlatılır Göktürk yazıtlarında. “Gökten mübarek bir su indirdik, onunla bahçeler ve biçilecek daneler bitirdik. Kullara rızık olsun diye. Onunla ölü bir beldeye hayat verdik. İşte böyledir topraktan fışkırış (Kaf/9-11). Onlara saygısızlık yapanlar, kirletenler cezalandırılır.
Altay Türkleri; Büyük Gök Tanrısı Ülgen’i ve yeraltı ruhu Erlik’i çağırırken, dağ ruhları ile, yer ve su ruhlarını çağırırlardı: “Biz, sizin hepinizi, bizim 70 dağımızı, Yer ve Sularımızı, herkesin atası Bay-Ülgen’i, ayrıca Erlik’i adlayarak çağırıyoruz”.
Dede Korkut hikayelerinde; Oğuzların arı sudan abdest alıp, namaz kılıp sefere çıktığından bahsedilir. Yine Salur Kazan kaybolan ordusunun haberini sulardan sorar. Ona göre su, Hak Teala’nın yüzünü görmüştür ve bir şeyler bilmesi gerekmektedir. “Suya ecel gelmez” der Korkut Ata.
Ant, su gibi içilir. Bazı kaynaklar Ant kadehi kültürünün de buradan geldiğini yazmaktadır. Cengiz Han ve arkadaşları Balcuna ırmağından su içerek gelecek için ant içmişler ve bir imparatorluk kurmuşlardır. Cengiz Han’ın kabilesinin adı “Kılan veya Kıyan” dır. Kıyan sözü Türkçe “kayan” yani “sel” kelimesinden gelmektedir. Varın Cengiz Han’ın yaptıklarını siz düşünün.
Su nereden geldi?
Gökten, gerçekten de gökten. Yağmurdan bahsetmiyorum. Gökten indirilen su ile önce dünya, sonra biz canlandık. Onlarca ayet var Kur’an’da, saymayalım hepsini. Dünyadaki su nasıl oluştu, bununla ilgili teoriler mevcut. Onları sıralayalım: 1) Dünya ilk oluştuğunda soğuktu ve güneş sistemindeki suyu bünyesinde depoladı. Ayrıca buzlu asteroidlerin çarpması ile okyanuslar oluştu. 2) Theia çarpışmasıyla yeni Dünya oluşurken, Theia’nın taşıdığı suyun bir kısmını aldı. 3) Suyun kalanı ise sonradan oluştu. Yerkabuğunun derinliklerinde hidrojenle oksijenin bir kısmı su moleküllerine dönüştü. Volkanik faaliyetlerle su yüzeye çıktı. Aynı zamanda hayatın varlığı ile atmosferde oksijen arttı. Şu anda da bitkilerin ürettiği oksijen sayesinde su kütlesinin büyük kısmı kapalı bir sistem halinde korunmakta (Kıyametin kopacağını bilseniz fidan dikiniz! Görklü Muhammed) 4) Geç dönem asteroid bombardımanı ile (özellikle Kuiper kuşağındaki buzlu asteroidler) okyanusların suyunun büyük bir kısmı kazanıldı. Örneğin 2011 yılında 12 milyar ışık yılı uzaktaki bir hiperaktif bir kara deliğin çevresinde, okyanuslardan 140 trilyon kat daha fazla su içeren dev bir bulutsu kefşedildi. Uzayın içerdiği suyu siz düşünün, hesaplayın hesaplayabilirseniz. Güneş Sistemi’nde dünyadan daha çok su içeren 8 su dünyası yer alıyor. Satürn, Jüpiter ve Neptün yörüngesindeki 7 uydu ile Plüton’un kalın buz tabakasının altında, volkanik etkinlikler sayesinde ısınan global buz altı okyanusları bulunuyor. Şimdi bunları neden söyledim? Açıklayalım hep beraber. İlk olarak suyun kaynağını öğrendik: Gökler. Bu klasik astrofizik bilgisi. Hicr/21-23 ayetler: “Hiçbir şey yoktur ki, hazineleri bizim yanımızda olmasın. Ama biz onu ancak belirli bir ölçüde indiririz. Biz, rüzgârları aşılayıcı olarak gönderdik ve gökten bir su indirdik de onunla su ihtiyacınızı karşıladık. Onun depolayıcıları siz değilsiniz. Her halde biz, mutlak hem bir hayat veririz hem öldürürüz, hepsine vâris de biziz.” Gökten indirilen suyun deposu nerde, sadece bulutlar mı su deposu, anahtarı kimde peki? Ama ölçülü indirildiği kesin (Müminün/18, Zuhruf/11). Yoksa gök kapıları açılır, sel olur, tufan olur. “Biz de derhal boşalan bir su ile göğün kapılarını açtık (Kamer/11)”. Gök kapısı, sadece buhar damlacıkları yüklü bulutlar olmasa gerek.
Daha derinlere dalalım. Sayın Oktan Keleş, Kulbak Bilge kitabındaki Ötüken tasavuffunda şöyle yazmıştı (sayfa 359-362): “Dış gök, cevheri sudur, rengi beyaz ışıktır (nur). Uzayın da dışındadır. Dış Gök, Ruh Gök’e (Büyük Ruh) dönüşür ve Yaradan vahiy gönderir elçisine. Büyük Ruh vasıtası ile (yansıma) yalvaçın tinine, ruhuna, kalbine. Böylelikle Büyük Ruh’a rahmet kapısı açılmış, görevini yapmıştır. Mavi Gök, Kök Tengri Otağı, Arş gibi algılanmalıdır.” Yani Arş’tan su (dış gök) üzerine yansıyan emirler Yalvaça vahiy olarak iner. Yaratılış da aynı yansıma değil midir? Hud/6: “…O, hanginizin amelinin daha güzel olacağı hususunda sizi imtihan etmek için, Arş'ı su üzerinde iken, gökleri ve yeri altı günde yaratandır… (Hud/6)”. Ayrıca divan şiirinde Hz.Muhammed; anasır-ı erbaa unsurlarından biri olan “su” ile sembolize edilmektedir. Su, rahmettir. Hz.Muhammed alemlere rahmet olarak gönderilmiştir.
Yansıma demişken biraz fizik bilgisinden, suyun cam halinden bahsedelim. Cam maddenin bir halidir ve sıvı ile katı arasındadır. Katı gibidir, ama akar. Suyun cam hali de bu şekildedir. Bilim insanları da suyun cam halinin -53 ila -123 derece arasında görüldüğünü düşünüyorlar. Evrende uzay boşluğunda en yaygın su formu, yüksek basınç ve aşırı soğuk nedeniyle, camdır. Size bir ‘kare bulmaca’ sorusu: Sırlı cam, dört harfli: Ayna…. Hani şu yansıtan. Arş’ın sırlı bilgisini yansıtan su… Derman Hocam şöyle söyler: Arş’ın altında bizim bildiğimiz su yoktur. O başka “su”... Mekân değil orası...”
Sudan mı yaratıldın sen?
Abiyojenez teorisine göre yaşam inorganik moleküllerden türemiş! Buna benzeyen teoriler Aristotalesten beri her zaman ortaya bırakılıyor. Evrende hayatın kaçınılmaz olarak ortaya çıktığı teorisini geliştiren fizikçi Jeremy England şöyle demiş: “İşe bir öbek atomla başlıyorsunuz ve bunların üzerine yeterince bir süre ışık tuttuğunuzda bitkilere dönüşüyorlar ki bu gayet normal”. Sığ sualtı menfezlerindeki gözeneklerdeki atomlar organik molekülleri üretecek şekilde bir araya gelmiş ve düşen yıldırımlar ile organik moleküller oluşmuş. Henüz kanıtlanmış değil bu teoriler. Miller ve Urey 1960’larda gerçekleştirdikleri deneylerde kimyasal çorba adını verdikleri özel bir sıvıya elektrik vererek yaşam yaratmak istediler ve sadece aminoasitlerin temeli olan bazı basit organik bileşikleri oluşturabildiler. Tek ispat edebildikleri şey, yaşamın temeli olan organik bileşiklerin güneş radyasyonuna maruz kalan havasız ve ölümcül uzayda bile ortaya çıkabileceğini göstermek oldu. Bu kadar basit miydi ve buna göre sen önceden kimyasal bir çorba mıydın? Yeterince inandırıcı mı?
“İnsan ile Allah arasında su vardır” (Münir Derman)
Kadim metinlerde, efsanelerde ve mitolojik anlatılarda insanın yaratılmasından önce dünyada sadece suyun olduğundan bahsedilir. Mu tabletlerinde (Naakal metinleri) suya; “Hayatın Anası” denmiştir. Şöyle geçer yazıtlarda: “Yaratılışın 3.emrinde; sular yeryüzüne yerleşir ve henüz kara parçası yoktur. Yaratılış emri 5: Ve Yaratıcı dedi ki: Sularda hayat ortaya çıksın. Ve güneşin ışınları suların balçığındaki toprağın ışınlarıyla buluştu ve balçıktaki parçacıklardan kozmik yumurtalar oluştu. Bu yumurtalardan, emredildiği gibi, hayat ortaya çıktı. Su adeta ana rahmidir.
Türk kadim metinlerinde ise benzer anlatılar mevcuttur. Yine yeryüzünde ilk olarak sadece su vardır. Su, yaratılışın ana malzemelerinden biridir ve canlılığı sağlar. Altay Yaratılış Destanında şöyle geçer dünyanın yaratılışı:
Dünya bir deniz idi, ne gök vardı, ne bir yer,
Uçsuz, bucaksız, sonsuz, sular içreydi her yeri
…
Ülgen hep düşünmüştü, ta göklere bakarak:
Bir dünya istiyorum, bir soyla yaratayım!
Bu dünya nasıl olsun, ne boyla yaratayım!
Bunun çaresi nedir, ne yolla yaratayım!”
Bir Ak-Ana (Ak-Ene) var idi, yaşardı su içinde,
Ülgen’e şöyle dedi, göründü su yüzünde:
Yaratmak istiyorsan, sen de bir şeyler Ülgen,
Yaratıcı olarak, şu kutsal sözü öğren!
De ki hep, “ Yaptım oldu!” Başka bir şey söyleme !
Hele yaratır iken, “ Yaptım olmadı!” Deme!
Ak-Ana bunu dedi, sonra kayboluverdi,
Denize dalıp gitti, bilinmez noluverdi.
Ülgen’in kulağından bu buyruk hiç çıkmadı,
İnsana bu öğüdü iletmekten bıkmadı:
Dinleyin, ey insanlar! “Var’ı yok demeyiniz !
Varlığa yok deyip de, yok olup gitmeyiniz!”
Ülgen yere bakarak: “Yaratılsın yer!” demiş.
Bu istek üzerine, denizden yer türemiş.
Ülgen göğe bakarak : “Yaratılsın Gök!” demiş.
Bu buyruk üzerine, üstünü gök bezemiş!....
Başka bir Altay efsanesine göre; bir kadın, gökten düşen bir dolu tanesini yutmuş ve bundan dolayı da gebe kalmıştır. Dolu tanesinin içinde iki buğday tanesi vardır. Bunun için de bu kadından türeyen boy, kutsal bir nesil olarak kabul edilmiştir.
Hayat Suyu, bütün dünya mitolojilerinin en önemli bir motifidir. Altay ve Anadolu masalları ölüp de, hayat suyu ile yeniden dirilenlerle doludur. Yakut Türklerinin millî destanı olan Er-Sogotoh efsanesinde: İlk insan, (Er-Sogotoh, Ak-Oğlan): “Nasıl doğdum, nasıl dünyaya geldim diye, hep düşünür gezermiş. Demiş ki: Beni doğursa doğursa, Büyük Ana Kübey Hatun doğurmuş olmalıdır. Çünkü onun içinde bulunduğu ağacm göğsünden sütler akar”. Babası da Gök Ata Er-Toyon’dur. Kübey Hatun, hayat suyunun bekçisi Dişi Ata’dır (Kambaba,3.videoda bahsetmişti: https://www.onaltiyildiz.com/?artikel,666). Er-Sogotoh hayat suyunu içerek defalarca dirilir. Yakutların cennetinde, hayat ağacı ile hayat suyu, birinci derecede rol oynayan motiflerdir. Altaylıların cenneti de, Süt-Ak-Köl, yani, “ Süt gibi Ak-Göl” idi ve dünyaya yeni gelen bütün çocukların ruhları hep bu gölden gelirdi.
Sümerlerde tanrı Enki (Ea); su, zeka ve yaratmanın tanrısıdır. Nehirli Tanrı diye geçer adı, simgesi de balıktır.
Görüyoruz ki ‘yaratılış ve dirilme-canlılık’ için, su olmazsa olmaz. Şimdi bu kavramları irdeleyim beraberce. Kambaba bir ocak sohbetinde: “Yoktan var etmek, yaratmak, inşaa etmek ve dirilmek. Hepsi farklı.” demişti. “İyi düşünün, ayırt edin ve ona göre okuyun.” diye eklemişti. Okumaya başlayalım. İkra… (İlk emir)
Kur’an meallerinde “yaratmak” şeklinde çevrilen birden fazla kelime mevcut. “Yoktan var etmek (ibda)” ile başlayalım. İnsan (İsra/51, Yasin/22, Taha/72, Zuhru/27, Hud/51) ve ayrıca gök ve yer (Enam/14, Enam/79, Enam/101, Yusuf/101, İbrahim/10, Enbiya/56, Fatır/1, Zümer/46, Şura/11) yoktan var edilmiştir. Doğrusu; “var”ın ana malzemesi “yok” tur. “Göklerin ve yerin yaratıcısı O'dur; bir şeyin olmasını istediğinde ona sadece 'Ol' der -ve o oluverir (Bakara/117)”. İnsanın var’ının esas fıtratı değişmez. İlk prototip insan yoktan var edilmiştir artık. “Sen yüzünü hanîf olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yoktan yaratmış ise ona çevir. Allah'ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur; fakat insanların çoğu bilmezler (Rum/30)”. Bundan sonraki yaratmak eylemi sandığımız işlemler aslında; halden hale geçiş, bir şeyden başka bir şeyin ortaya çıkması anlamındaki yaratılışlardır. “Kun fe yekün” her an devam etmektedir.
“Halk etmek” filinin geçtiği ayetler ile devam edelim. Halak; varolan bir şeyi başka bir şeye dönüştürerek yeni bir şeyi ortaya çıkartmak demektir. Adem’in çamurdan (Araf/11, İsra/61), beşerin çamurdan (Sad/71) veya çamur artı balçıktan (Hicr/28) ve sudan (Furkan/54) yaratıldığı bildirilmiştir. İlk hamurda iki malzeme vardır: Su ve Toprak. Burada önemli bir ayrıntıyı söyleyelim: İblisin secde etmeyi reddettiği (Hicr/33, Sad/76, Araf/12); beşer ve Adem’in çamurdan-balçıktan yaratılıp ve ruh üflendikten sonraki halleridir. Yani çamur ve balçığı hakir gördü, maddeye takıldı ve secde etmedi. Klasik tefsirler böyle söylemekte. İnsanın ve neslinin; yerden, topraktan, çamurdan, balçıktan, adi sudan, atık sudan, meniden, nutfeden, alakadan, etten ve kemikten yaratıldığına dair 20 kusür ayet bulunmakta. “Oysa o sizi aşama aşama yaratmıştır (Nuh/14)”. Burada dikkat etmemiz gereken nokta; insan ve neslinin yaratılışındaki sözkonusu sularda, artık adi ve atık sıfatlarının bulunması. Niye böyle, bunu ikinci bölümde açarız inşallah. Çok karıştırmadan basitçe söylersek: Yaratılış aşamalarında, su hep var. Çamur-balçık, meni, atık-adi su, nutfe, alaka nasıl olursa olsun. Su olmadan yaratılış, canlılık düşünülemez. Su sebep kılınarak; canlı olabilme, hayatta kalabilme yazılımı yüklendi insana. Acaba İblis bu yazılımı mı kıskandı? Özellikle de ilk yaratılış biçimleri olan beşer ve Adem’deki suyu. Çünkü o ateştendi. Su, onun ateşini söndürecekti hep. Yoksa su ile başka bilgiler de mi verildi bize ve şeytan o bilgilere de sahip olmak istiyor? Aramaya başlasak iyi olacak.
“Her dabbe sudan yaratıldı (Nur/45)”. Dabbe nedir peki? Kimi karnı üstünde sürünür, kimi iki ayağı üstünde yürür, kimi dört ayağı üstünde yürür (Nur/45). Sen dabbe misin? İnsan ve dabbe kesin ve net olarak ayrılmaktadır ayetler ile. Yeryüzünde yürüyen dabbeler ve iki kanadı ile uçan kuşlardan ne varsa hepsi bizim gibi ümmetlerdir (Enam/38). Yine göklerde ve yer olanlar, dabbeler ve insanlardan bir çoğu Allah’a secde etmektedir (Hac/18). Dabbeler de insanlara benzer şekilde; sağır-dilsiz (Enfal/22) ve kafir (Enfal/45) olabilirler. Allah insanları cezalandırmak isterse yeryüzünde dabbe bırakmaz (Nahl/61, Fatır/45). “İnsanlardan, dabbelerden ve davarlardan yine böyle türlü renkte olanlar var… (Fatır/28).” İnsan dışındaki canlılara dabbe diyebiliriz sanırım. Su; aynen insanların yaratılma aşamasındaki gibi dabbelerin yaratılmasında da ana malzemedir.
“Ceale” kelimesi; eskisinin yerine yenisini oluşturmak, bir şeyi uygun hale getirip uygun olmayan halini bertaraf etmek anlamına gelmektedir. Meallerde “yapmak, kılmak...” gibi anlamlarda kullanılır. Yaratmak anlamını içermez yani. Önce bir bütün vardı, sonra ayrıştırıldı ve su ile canlılar oluşturuldu, Hayy esması varlık alemine yüklendi. “O inkâr edenler görmüyorlar mı ki, (başlangıçta) göklerle yer, birbiriyle bitişik iken, biz onları ayırdık ve her canlı şeyi sudan yaptık (ceale). Yine de onlar inanmayacaklar mı? (Enbiya/30)”. Su can getirir. Açık ve net.
İnşaa etmek herhalde yarattıktan sonra daha kolay olacaktır. Yoktan var ederek ve yaratarak binanın temelleri atılmıştır artık. Sonra bina, o temel üzerine aşama aşama inşaa edilir, geliştirillir, dönüştürülür. “Şüphesiz tekrar inşaa etmek de O’na aittir (Necm/47).” Yerden tekrar tekrar insanı inşaa etmesi de (Hud/61, Necm/32) kolay olacaktır zannımca. Bu terim; Kur’an’da ceninin halden hale dönüşerek insanın haline gelmesi için de kullanılmıştır. Çamurdan yaratıldın, sonra nutfeden ve alakadan, sonra et ve kemik giydirildin en sonunda bambaşka bir yaratık olarak inşaa edildin (Müminün/14). Dikkat et de helak edilmeyesin. Çünkü senin ardından başka nesiller, kavimler, benzerlerin yeniden inşaa edilebilir (Enam/6, Enam/133, Enbiya/11, Müminün/31, Müminün/42, Kasa/45, Vakıa/61). “Akıtılan meniyi gördünüz (Vakıa/58) ve ilk inşaa edilişi bildiniz (Vakıa/62)” diye söyler bize Tanrı. Bir not ekleyelim buraya. Meni nin ne demek olduğunu biliyoruz. Meni kelimesi “temenni, kuruntu, arzu, umut” kelimeleri ile aynı kökten gelir. Burada bir soru gelmeli aklımıza: Bu inşaa süreci, bu aşamalar müdahalelere açık mı? Çünkü temeli bilmesek de sonrasını/inşaa sürecini biliyoruz. İşte şeytan ve avanesi bu aşamalarda devreye giriyor olabilir mi? Meniyi, yani insanın üreme mekanizmalarını da kullanarak; yeni inançsız nesilller yaratmak ve yerimize benzerlerimizi koymak için arzu içindeler mi? Tepegöz’ün doğumunu hatırlayalım. Çoban, kutsal Perili Pınarın yanında bir peri ile zorla birlikte olup, kutsal olanı bozar, yasak bir ilişkiye girer ve Tepegöz bu şekilde doğar. Bu; atık su, meni, adi su değil de nedir? Yaratılışa müdahale, suyu kirletmek, kutsalı bozmaktır. Şeytan; madden ve manen suyun kirletilmesini sağlayarak, Tepegözün doğması ile kendini kopyalamıştır adeta.
Kısacası; “Allah’ın yaratmasında değişme yoktur (Rum/30)”. Yaratılışını anla, yaratılışındaki güzelliğe sahip çık. “İncire, zeytine, Sina dağına ve şu emîn beldeye yemin ederim ki, biz insanı en güzel biçimde yarattık. Sonra onu aşağıların aşağısına indirdik. (Tin/1-5).” İnme daha da aşağılara. Yaratılışında kullanılan su gibi unsurları; ister adi-atık su olsun, ister meni yada nutfe; kirletme, bozma, ona müdahale etme, ettirme. “Yaratanların en güzelini bırakıp da Ba'l a mı tapıyorsunuz? (Saffat/125)”.
Elmalı Hamdi Yazır’ın sözüne kulak verelim: “Evet tabiatta evrim/tehavvül, doğal seleksiyon/ıstıfa, gelişim/tekamül yok değildir. Fakat o doğal seleksiyonu ve gelişimi yapan tabiat değil, tabiatlar üzerinde hakim olan Yaratıcıdır (Müminun/14.ayet tefsiri)”. Bu soruları siz yanıtlayın artık: Dünyanın ve insanın; su gibi hâlden hâlle giren bir dış çevre içindeyken hep sabit kalması mümkün müdür? Değişen şartlara en güzel şekilde uyum sağlamak ve en güzel (ahsen) yaratılış değil midir peki? Peki sen durup dururken kurulu düzene neden çomak sokuyorsun?
Hadi biraz canlanalım
Su; toprağın dirilmesi ve binbir farklı meyve-sebzenin yetişmesi için de vazgeçilmez (Neml/60, Hac/63, Bakara/164, Nahl/65, Hac/5, Furkan/48, ankebut/63, Rum/24, Fussilet/33, Zuhruf/11, Kaf/9, Enam/141, Müminun/19). Ölülerin tekrar diriltilmesi de haliyle toprağın diriltilmesi gibi anlatılmıştır Kitabımızda: “…Sen, yeryüzünü de kupkuru ve ölü bir halde görürsün; fakat biz, üzerine su indirdiğimizde o, kıpırdanır, kabarır ve her güzel çifti yetiştirir. Çünkü Allah, O tek gerçektir. O, ölüleri diriltir; yine O, her şeye hakkıyla kadirdir (Hac/5-6). “Senin yeryüzünü kupkuru görmen de onun âyetlerindendir. Biz onun üzerine suyu indirdiğimiz zaman, harekete geçip kabarır. Onu dirilten, elbette ölüleri de diriltir. O, her şeye kadirdir (Fussilet/39). “Gökten bir ölçüye göre suyu indiren O'dur. Biz onunla (kupkuru), ölü memleketi inşa ederiz. İşte siz de böylece çıkarılacaksınız. (Zuhruf/11). İşte bu şekilde kuru toprak sulanacak, ıslanacak ve yeniden, tekrar tekrar dirileceğiz.
Gökten inen suyla toprağın dirilmesi Mu ve Maya tabletlerinde “Tau” simgesi ile anlatılır. Diriliş ve tekrar doğuşun, yeniden ortaya çıkışın sembolüdür. Aslında tekrar doğan şey topraktır. Kelime anlamı "suyu getiren yıldızlar"dır. “Ta” yıldızlar ve “Ha” sudur. Tau, Güney Haçı takımyıldızıdır. Güney Haçı, Mu semalarındaki belli noktada gözüktüğü zaman yağmur mevsimi başlar ve kuru topraklar, ölü tohumlar canlanır. Ağaç ve diğer bitki örtüsü yaprak, çiçek ve meyve verirdi. Mu berekete kavuşurdu. İşte bu, hayatın dirilmesiydi.
Peki biz nasıl dirileceğiz yine yeniden. Araf/57-58’de şöyle söylenir bize: … “Orada suyu indirir ve onunla türlü türlü meyveler çıkarırız. İşte ölüleri de böyle çıkaracağız. Her halde bundan ibret alırsınız. Güzel (temiz) memleketin bitkisi, Rabbinin izniyle çıkar; kötü olandan ise yararsız bitkiden başka bir şey çıkmaz.” Yani “suyla verilen emri bozarsak, içimizde güzellik yerine kötülüğü beslersek, yararsız bir bitkiden farkınız olmaz” diyor bize Rabbimiz. Neye niyetse ona kısmet artık.
Aynı su ile sulanıp farklı bitkiler, meyveler çıkması tohumun mu, toprağın mı, suyun mu marifetidir, bilgisidir peki? Sen tohumunun kodunundan, içindekinden, şah damarından yakın olandan bihabersen, gökten indirilen suyun ne faydası olur sana? Aynı toprağa aynı tohumdan 10 tane dikersin, aynı suyla sularsın, sadece birkaçı fide olur, bu hep böyledir. Gökten indirilen su ile farklı bitkiler, meyveler, sebzeler çıkar yeryüzünde (Bakara/22, Enam/99, Araf/57, Rad/4, Nahl/10, İbrahim/32, Taha/53, Lokman/10, Fatır/27, Zümer/21, Abese/25). “…Birbirine benzeyeni var benzemeyeni var. Meyve verdiğinde ve meyveler olgunlaştığında bir bakın onun ürününe. Bu size gösterilenlerde, iman eden bir topluluk için ibretler vardır (Enam/99)”. Kısacası meyveye bakıcaz; içi kurtlu mu, mostralık olarak mı konmuş (dışı güzel, içi kofti, arkasındakileri de saklayan) ya da sulu ve lezzetli mi? Gökten indirilen su aynıdır, ama topraktan çıkanlar farklı farklıdır. Rad/4’te bu durum şöyle açıklanır: “Yeryüzünde birbirine komşu kıtalar, üzüm bağları, ekinler, çatallı ve çatalsız hurmalıklar vardır. Bunların hepsi tek bir su ile sulanır. Yemişlerinde onların bir kısmını bir kısmına üstün kılarız. İşte bunlarda aklını kullanan bir toplum için ibretler vardır.” Suyun tadı yok, rengi yok, kokusu yok. Yani bilgi sende, bilgiyi yüzeye çıkarmanın kodu suda. Şimdi diyeceksin ki: “Ben sadece, rüzgarla ya da bir çocuğun dudaklarındaki nefesle her yere polenleri uçuşan bir karahindiba isem, ne yapabilirim ki?” Hor görme kendini. Bir kere o can suyunu içtin sen. Sen; yüksek oranda potasyum, A ve C vitamini taşırsın. En basitinden depresyon, stres ve yorgunluğa iyi gelirsin, güçlü bir idrar söktürücüsün, müshil etkisi yaratırsın. Gördün mü sende ne cehverler saklıymış. Ama suyun emrini alman lazım: “Hayy-Canlan-Diril”. Toprak bizim diğer hammaddemiz, ama bizi diri kılan şey: Can. Suyla beraber verilen ve toprağı da canlandıran yazılım. Dirilme canlanma sırası sana gelmedi mi hâlâ?
Canlandık, ama yorulunca dinlenmeyi de biliriz. O yüzden burada keselim şimdilik ve bir Kırgız/Kazak Baksı duası ile bitirelim yazımızı. Bizim duamız öyle meteoroloji haberlerine bakıp da yağmur duasına çıkanlar gibi olmaz. Özellikle virüslerin, aşıların, gereksiz bilgilerin kol gezdiği böyle günlerde bu dua; su gibi aksın dilimizden ve bize şifa versin:
Diri desem diri değil Korkut Ata Evliya
Su başında Süleyman, su ayağında Er-Korkut
Belaları sen korkut
Çağırdığımız zaman gel Pirim
Bunlu ile hastalığı keselim,
Şifa ver Pirim…
SU GİBİ AZİZ OLUN…
2 notes
·
View notes
Text
Dünyanın sonunun kanıtı - gizemli numaralar - dünyanın kodları.
Bu konuda ne düşünüyorsunuz? 🤔
#shahinelected #dünya #allah #kıyamet #gizem #gizemli #sır #gizli #gizliilimler
#shahinelected#allah aşkı#allah allah#allah#tanrı#tengri#tangara#kıyamet#ahiret#kodlama#kod#gizemler#gizemli#gizemli bilgiler#gizem#sırlar#sır#sırlı#bilgiler#bilgi#bilimsel araştırma#bilimsel keşifler#bilimkurgu#bilim#numeroloji#metafizik#benim dünyam#dünya#gezegen oluşumu#gezegenler
1 note
·
View note
Text
“URUBEN ETRABA (N)”
Her biri otuz üç yerinden kırık yüz küsür kemiğimle, kupkuru kesilmiş iliğimin sızısı boynumda, yolumu kaybetmiş vaziyette yürürken rastladım sana. Tabanları yarılmış ayaklarım, yumruğumu sıkmaktan su toplamış avuçlarım, susmaktan kırdığım dişlerimle, kalbimin etrafını saran ustura dikeni tellerle rastladım sana. Ne tutulacak, ne toplanacak yanım kalmamış halde, nasırlı göz kapaklarımdan sızan tuzlu suyun bulanık denizine daldırdığın elin, denizimden çektiğin uskumrunun aynalı göz bebeğinde gösterdin umudun akıbetini bana. Dövüle dövüle içinde damla su bırakılmamış çelik bağrıma buz gibi yağ olup serilince sesin, usulca serinledi içim. Zorlar kolaylaştıkça, sözlerinin arasına saklanmış kaygılar bile saklanır oldu ateş çemberi göz bebeklerimden. Müjdeleri selesinde gezdirip bize göstermeyen kader de eğmeyecek mi sandın boynunu gök gürültüsü sesime? Nefes almak, kaderden, dünyadan bir bir umut parçaları koparmaktır. Biz tırnakları çiviye dönmüş gizli çocuklarıyız dünya tepsisinin. Terazi ters tartıyor diye, susmak, eğilmek, vazgeçmek yaraşır mı bize? Taşları, kayaları ve tunç dağlarını eriten de bir parça ateş değil mi yanan inatla? Zor olduğunda anlıyorsun gerçek olduğunu verilen ödülün. Ulaşması imkansız görünen kara parçalarını dönüştüren “O” değil mi bir çırpıda birer adaya? Ne evvel, ne ebet, bir sırlı mukaddes mükafat üzerime örtünen sıcaklığın. Mıh gibi çakılı duruyor adın alnımda! Görünmüyor olsa da aynalarda, baht atının nallarında yazılı o gün! Geleceğine adımdan daha çok inandığım bıçak kesiği huzurun kokusu şimdiden burnumda. Ne yangınlar, ne debdebeler aşabilir sırtlarını ruhunun önüne serdiğim gövdemden dağların. İstesem de gidemem bir adım uzağına, sanki kollarımdan tutmuş, umuda sarmış beni ağların.. Okudum haberini onlarca defa en deli çağlarımda. Vakti gelmeden gelmiyor en hası bile belanın. Şimdi sıra, okyanusları kurutan kor ellerimin sana taşımasında en güzel çiçeklerini tabiatın. Ant olsun; Adı şimdiden belli, ikimizi anlatan, büyümeye gelecek o küçük parçanın.. BAYBA
3 notes
·
View notes
Note
Helal olsun ben tam yazmamışım. Kalp gözü de deniliyor ya
Gözlerimiz Kimi Gözler?
İnsana iki çeşit göz verilmiştir. Biri başta, diğeri kalptedir. Kalpteki göze kap gözü, manevi göz, gönül gözü veya basiret gözü de denir. Biri dünya işlerini, diğeri ise din ve ahiret işlerini görmek için verilmiştir.
Görme deyince sadece baş gözü, bilme deyince sadece akıl düşünülmesin. Öyle olursa, Allah'ın varlığı başta olmak üzere pek çok hakikat bilinemez, gayba iman ortadan kalkar. Çünkü her mümin gayba, kalbi ile iman etmektedir. Zaten gaybe ait şeyleri kalp anlar ve kabul eder. Akıl tek başına hakikatı bulamaz, ancak ilahi nurla aydınlanınca hak yolda kalbe yardımcı olur. Şeytanın ve nefsin elinde esir olan akıl ise nurunu yitirir,sadece maddeyi tanır, nefsin keyfine hizmet eder.
Asıl körlük
Kalp gözünün kör olması insan için en büyük hastalıktır. Bu böyle bir körlüktür ki, kalbi inkar ve gaflet karanlığı içinde insana dünya dolusu mucize harika gösterilirse hakikatini görmez; ölüler dirilip hakkı haykırsa ne dediklerini anlamaz. Onu ancak nur diriltir, rahmet uyandırır, tevbe temizler.
İnsanı diğer canlılardan ayıran kalbidir. Kalbi özel yapan ise Yüce Yaratıcı'nın ona verdiği görevdir.Bu asil görev, ilahi marifet ve muhabbettir. Kalbe, göze, kulağa ve diğer azalara verilen asli görevleri bilmeyen ve yapmayan kimseyi, Yüce Allah kınamış ve onun hayvanlardan aşağı bir hale düşeceğini haber vermiştir (A'raf, 179).
Her insan kendisine verilen göz cevherlerini tanımalı ve edebince kullanmalıdır. Nimetin şükrü budur. Şimdi bu iki gözü biraz tanıyalım:
Kalp gözü, baş gözü
Alimlerimiz baş gözüyle, kalp gözünün farklı özellik ve kabiliyetlere sahip olduğunu belirtmişlerdir.
Bunları şöyle özetlemek mümkündür:
*Baş gözü, kendini görmez, bilmez ve idrak etmez.
Kalp gözü ise, kendi varlığını bilir ve görür.
*Baş gözü her şeyi göremez. Görme alanı sınırlıdır. Görmesi için ayrıca bir aydınlık ve ışık lazımdır.
Kalp gözü ise, kendine has özel bir nura sahiptir, görüş alanı çok geniştir. Onun için gece ile gündüzün bir farkı yoktur. İlahi izinle, var olan bütün şeyleri görebilir. Mesela, Arş'ı, melekleri, gökleri, yerleri, insanın iç alemini seyredebilir.
*Baş gözü, perde gerisini göremez, önündeki engeli aşamaz.
Kalp gözü ise engele takılmaz, maddi şeyler onu perdelemez. İlahi nurla aydınlanmış, açılmış, desteklenmiş ve kendisine izin verilmiş bir kalp, göklerin ötesini, bulutların üstünü, yerin altını, dağların arkasını, denizlerin içini görebilir.
*Baş gözü aynı anda bir çok şeyi göremez, gördüğü bir şey onu diğer şeylerden alıkoyar. Mesela insanın yüzüne baksa, aynı anda elini veya ayağını göremez.
Kalp gözü ise aynı anda bir çok şeyi görebilir, aynı anda çok şeye ulaşabilir, onları birbirine karıştırmadan ayırır, tanır, ilgilenir. Kalp, varlıkları ilahi bir nur ile görmekte, bilmekte ve idrak etmektedir. Nur ile insan kalbi bir anda bütün alemi dolaşabilir, yerde iken Arş'a ulaşabilir. Nur ile manevi gözü açılan kalp çok özel bir hıza, kuvvete ve yetkiye sahip olur.
*Baş gözü, sadece önünde olan şeyleri görür, yön ile sınırlıdır. Hangi yöne bakarsa o yöndeki şeylri görür, o da belirli bir mesafede olur. Çok uzakta olanı görmrdiği gibi, çok yakınıda olanı da görmez.
Kalp gözü ise önünü gördüğü gibi, arkasında olanı da görür. Onun için uzak yakın ayırımı olmadığı gibi, ön-arka, alt-üst, sağ-sol, gibi yön ayırımı da olmaz.
*Baş gözü hastalık, ihtiyarlık gibi bir sebeple zayıfladığı zaman görüşü azalır, bazen hepten kapanır.
Kalp gözü ise durmadan nurlanır, açılır, görüşü parlar, kuvvetlenir. Maddi arızalar ona bir zarar vermez.
*Baş gözü maddi şeyleri görür, manevi ve sırlı şeyleri göremez.
Manevi kalp gözü ise hem maddi hem manevi şeyleri görür. Mesela kalp gözü, bir insanın yüzü gibi, aklını, ilmini, kalbindeki düşünceyi, sevgiyi, iyi veya kötü niyetini, içindeki kinini ve hasedini görebilir.
Manâ alemi kalp gözüyle seyredilir. İlahi tecelliler kalp gözüyle müşahade edilir. Melekler kalp gözüyle görülür. Vahiy ve ilham nurlanmış kalple alınır.
*Kafa gözü, yanılır, varlıkları farklı algılar; sakin olanı hareketli, hareketli bir şeyi sakin görür. Mesela dünyanın güneşten çok büyük olduğunu zanneder. Gemide otururken, gemiyi sakin, sahili hareket halinde algılar.
Akıl ve kalp gözü ise işin hakikatini görür, baş gözünün noksan kaldığı ve yanıldığı şeylerde ona yardımcı olur. (Razi, Tefsir-i Kebir; Gazali, Mişkatü'l-Envar)
Yüce Allah, cemalini seyir için yarattığı gözlerimizi gafletten korusun. (Amin)
| Dr.Dilaver Selvi
9 notes
·
View notes
Text
Terki Terk
Görselde Amerikan Doları var. Üzerinde yazan "in god we trust" ibaresini bilirsiniz. "Biz Allah'a güveniriz" demek. İronik değil mi? İşte terki terk, en üst düzeyde bir güven ve teslimiyet ifade ediyor. O Yüce Yaratıcının Varlığında yok olmayı kast ediyor. Terki Terk, tasavvuf yolunun yolcuları için gıpta ile bakılan, gönülden arzulanan bir menzil... Terki terk, hem öğretenlerin hem de öğrenenlerin ardından koştukları bir hediye... Terki terk, vuslata erildiği zaman, terkine mezun, her kula bin bir çeşit lezzet ve keyif... Terki terk, en bilge, en sabır ve sebat sahibi, en takva ehli, en nasipli ve en samimi kulların ulaşabildiği çöl ortasında bir vaha... Terki terk, terk ettikçe ulaşılan hazineler, terk ettikçe çoğalan zenginlikler, terk ile bulunan nice tarifsiz müjdeler... Bugün yine kul olmaya dair yazacağım. İnanmak güzel şey. İnanabilmek bir nimet. Hakkını verebilmek ise bir imtihan..! Sufi başlıklı yazımda, az biraz dem vurmuştum tasavvuftan. İnsana insan olduğunu ve insanlığın gereklerini hatırlatan, kendini bilmek yolunda rehberlik eden, kişisel gelişimin zirvesini yaşatan, lezzetli ve tertemiz bir düşünme, hissetme, fark etme hali... Bu yolun usta ve çırakları çoktur. Haklarını helal etsinler. Ben sadece bir paylaşım halindeyim. Yoksa haddimi aşıp kimseye bir şey öğretmek iddiasında değilim. Belki de yazarak paylaşmak, paylaşarak aramak, arayarak bulmak, belki yazarken tefekkür edebilmek duasındayım...
Terki Terk ve Zühd Kavramı
Zühd terki terk yolundaki insanın fiilidir. Kelime olarak ilgisizlik ve yüz çevirmek, alaka göstermemek şeklinde izah edilebilir. Yani Yaradan dışındaki bütün her şeyi terk etmek, Hak yolunda, yaratılmış hiç bir şey ile alakadar olmamak anlamlarını karşılar. Yoğun kullanım alanı tahmin edersiniz ki tasavvuf yoludur... Burada dikkat edilmesi gereken önemli bir husus vardır. Dinimizde başka dinlerde ki gibi ruhbanlık yoktur. Halktan kopmak, dünyayı terk edip meczup gibi yaşamak yoktur. Veli evliya dahi ekseriya meslek sahibidir. Büyük erenler çoban, fırıncı, tüccar veya terzi olmuş, dünya hayatından asla büsbütün kopmamışlardır. Zühd benlik ve bilinçte bir boyuttur... Yoksa tek başına dağlarda yaşamak değil... Efendimiz dünya servetini reddetmemiştir. Dünya hayatında mal mülk sahibi olmayı ve bunları doğru yolda harcamayı özendirmiştir. Bakın konuyla ilgili iki Hadisi Şerif aktarayım: “Doğru sözlü, dürüst ve güvenilir ticaret ehli, nebiler, sıddıklar ve şehitlerle beraberdir.” Tirmizi, Büyu, 4 “Doğru tüccar, kıyamet günü Arş’ın gölgesindedir.” İbn Mace, Ticarat 1 Demek oluyor ki zühd kavramını incelerken ve terki terk derken, bu boyutu da her daim aklımızda tutacağız... Zühd esasen Yaradan'dan gayri her bir şeyi kalpten uzak tutmaktır. Gönül dünyasını ise her daim Allah ile beraber kılmaktır... Terki terk konusuyla ilgili bir inceliğin daha altı çizilmeden geçilmemesi gerekir. Herhangi bir şeyi terk etmek için öncelikli şart ona sahip olmaktır değil mi? Mal, mülk, makam, mevki, şan, şöhret veya nüfuz sahibi insanlar terk ettim dediğinde anlam ifade eder. Yoksa neyin var ki, neyi terk ediyorsun.!? Değerli okuyucum, ben ne tasavvuf da ilim sahibi ne de ilahiyatçıyım. Haliyle bildiğimi ve hissiyatımı paylaşacağım. Hata eder isem bilenler düzeltsinler, hayra girsinler... Terki terk Şah-ı Nakşibendi (Hz)' nin aşağıdaki beyiti ile hayat buluyor: “Der tarik-i Nakşibendi lazım amed çar terk / Terk-i dünya, terk-i ukba, terk-i hesti, terk-i terk” Muhammed Uveysi'l Buhârî/Şahı Nakşibendi Muhammet Bahaeddin olarak da anılır mübarek Nakşibendi (Hz) Özbekistan, Buhara'da yaşamıştır. Bu beyit ile müridlerine kendi yolunu tarif etmiştir. Aklım yettiğince anladığımı kısa kısa açıklayayım, elbet kendimize düşen bir pay buluruz; Terki Terk İçin Dört Boyut 1- Terk-i Dünya : Dünyevi çabaların ve bütün dünyevi edinimlerin, asgari ihtiyaç dışında kalanlarını kalpten ve benlikten atmaktır. Nitekim bunların tamamı kısacık dünya ömrünü sonlandırıp, ötelere göçerken zarureten terk edilecektir. Hepsi geçicidir... Tek kalıcı olan kullukta ki başarıdır... 2- Terk-i Ukba : Ahiretten bir pay için çaba sarf etmemektir. Yani dinimizi yaşarken, ne cennet keyfini gözeterek ne de cehennem korkusuna sığınarak hareket etmemektir. İlla Allah rızasını arzu edip, Yaradan 'a karşı mahcup olmamak ve O'na itaat ile yakın olmak iştiyakı ile yaşamaktır. Hayır ve şerrin Rabb'imizden geldiğini bilip; şımarmadan veya isyan etmeden baş üstüne deyip razı olmaktır... 3- Terk-i Hesti : Enaniyet, benlik ve varlık davasından vazgeçmektir. Allah'a karşı -haşa- "ben" demek gafletinde bulunmamaktır. Haliyle kullarına karşı da egonun terki gerektir... Zira gerçekte Yaradan dışında hiçbir varlık yoktur. Hepsi ve hepimiz O'nun ikramı ile var olduk. Nefsimiz bu davayı güder. Ben varım, şahsıma münhasır bir varlığım der. Ona ubudiyet ve kullukla terbiye vermeliyiz. 4- Terk-i Terk : Yaşasın bak nasılda terk ettim tuzağına düşmemektir. Terk ettim diye böbürlenmek, terk etmediğimizin göstergesidir. Terk ettiğine dönüp bakmamak, nefsini kabartacak şekilde kendini tebrik etmemektir. Terk ettiklerini anmamak, arkalarından bakmamak, terk ettiğini unutup, kullukta yol almaya devam etmek demektir. Terki terk ile Allah'tan başka hiçbir şeye sahip kalmamaktır. İşte böyle... Yüksek bir kulluk ve yalan dünya bilinci. Allah hepimize azıcık da olsa tattırsın İnşaallah... TERKİ TERK İÇİN BEDİÜZZAMAN YAKLAŞIMI Şah-ı Nakşibendi (Hz)' nin bu tarifi, Bediüzzaman Said Nursi (Hz)' nin de dikkatinde bulunmuş ve risalede şöyle yazmış: "Der tarik-i aczmendi lazım amed çar çiz / Fakr-ı mutlak, acz-i mutlak, şükr-ü mutlak, şevk-i mutlak ey aziz."Mektubat / 4. Mektup Aklım erdiğince izah etmeye çalışayım ; 1- Fakr-ı Mutlak : İnsanoğlunun sınırsız ihtiyaçları sebebi ile fakir olmasını ifade eder. Su ve hava ile başlayan ve sonu gelmeyen ihtiyaçlar... Ne kadar muktedir ve gelişmiş olursa olsun, insanlık kainatın işleyişine muhtaçtır ve muhtaç kalacaktır. Zira insan tefekkür edip etrafına baksa, ihtiyaçlarından yola çıkarak Allah'a varacaktır. 2- Acz-i Mutlak : İnsan acizdir. Kendi taleplerini kendisi karşılamaya muktedir değildir. En basit bir eksikliği dahi kendisi gideremez, Yaratıcı' nın yarattıklarına muhtaçtır ve kesinlikle acizdir. İnsanın hem kendisi ve hem de çevresindeki her yaratılmış için, acizlik halinde bulunması, Allah'a giden bir rota çizmelidir. 3- Şükr-ü Mutlak : Allah'ın bizi var etmesine ve bütün kötü hallerimiz ve günahlarımız karşısında bize merhametle muamele etmesine şükran duyarak, Rahmetine sığınmayı, şefkatine nail olmayı bu yol üzerine devamlı şükür halinde bulunmayı ifade eder. Bu şekilde insan, Allah'ın ikramlarında ki hikmetleri fark eder. Kulluk yolunda cesaret ile yürümek için kuvvet bulur; şükür içinde olur. 4- Şevk-i Mutlak : Doğru yolu tespit ettikten sonra, inandığın yolda iddia, sebat, sabır ve azimle yürümek anlamına gelir. Bu yolda bulunmaktan şevk ile haz duyar. Şevk sahibi insan, Allah'tan gayrı kimseden bir karşılık veya menfaat gütmeksizin inandığı davaya hizmet eder. Zorluklar, yokluklar veya olumsuz gelişmeler onu yolundan alıkoyamaz. Ümitsizliğe düşüremez... Sonuç Olarak Değerli okuyucum isterseniz bir bileşke doğurun, yada birine tabi olun. Ne fark eder ki; fark etmiyor musunuz? Hepsi aynı yola çıkan öğretiler bunlar ve yolun sonu ALLAH (C.C.)... Zira başka neresi olabilir ki.!? Terki terk et bak, berrak olacak görüşün. Gerçekleri göreceksin. Dünya fani; bileceksin... İmanın ve İslam'ın şartları bellidir. Başka sorumluluğumuz da yoktur. Velev ki bunlarda sabit kalalım. Öte yandan Tasavvufi hayat tarzı türlü lezzetler barındırmaktadır. Seçim meselesidir. Farz değildir. Lakin Allah'a daha yakın olmak için seçilecek yollar vardır. Hakk’ın yakınlığını ve rızasını kazanmak için çalışacak isen ve samimi isen tasavvuf sırlarla dolu keyifli ve yol göstericidir. Fakat bildirmek gerekir ki tasavvufun mistik ve sırlı hallerini sömürerek hayat bulan ve kendisini tasavvuf kapısı olarak ilan eden, ama şarlatanlıktan ibaret bir sürü oluşum da vardır. Dikkatli ve bilinçli hareket etmeli bu konuda... İslam Ansiklopedisi tasavvufu şöyle tanımlıyor : İslam’ın zahir ve batın hükümleri çerçevesinde yaşanan manevi ve deruni hayat tarzı.İslam Ansiklopedisi Mutasavvuf veya Sufi tanımı da şöyle : Tasavvufî hayat tarzını benimseyerek bu yolla Hakk’ın yakınlığını kazanmaya çalışan kimse.İslam Ansiklopedisi Allah bizleri Rızasına ulaşmış kimselerden eylesin....... İnsan-ı kamile yaklaştıkça, akıl keskin bir hal alır. Görüş berraklaşır. Sezgiler güçlenir. Kalp gözü açılır ve gönül masivadan arınarak safi bir hale evrilir. Asli olarak bu hal gerçek bir özgürlüktür... Dünya esaretine baş kaldırmış, esas ebedi hayata adanmış kutlu bir özgürlük... Nitekim zaman ve mekan anlamını yitirir. Asıl olanı bulan ruh, kopya ve taklit ile tatmin olamaz hale gelir. Daha adil ve objektif bir sezgi kaplar her yanını... Madde, cisim ve vücut ile alakası kesilmekte olan nefis çırpınır. Dünya yükünün ve bulanık, kirli hallerinin bir bir yok olması onu deliye çevirir. Nefis ve şeytan hiç olmadığı kadar güçlü ve kurnazca saldırılarını arttırır. Lakin perdelerin bir bir kalktığını gören ruh; yaradılış sırlarına odaklanır, dünyalık esaretinden kurtuldukça rahatlar ve hürriyetine kavuşur... Gerçek mutluluk burada saklıdır değerli okuyucum... Allah'u Alem.... Read the full article
1 note
·
View note
Text
İlim şehrinin kapısı olan İmam Ali (as) “Ruhlarınızı hikmetli sözlerle dinlendirin. Çünkü bedenler yorulduğu gibi ruhlar da yorulur.” diye buyurmuştur. Dolayısıyla insanın huzuru, ilim ve hikmetsiz gerçekleşemez. Ruhun sıkıntılarını bertaraf eden, onu dünyevi ihtirasların ve nefsani arzuların kıskacından kurtarıp huzur ve sükuna kavuşturan hakikat incileri, hep hikmet cümlesindendir.
Hırs ve arzuların zehirli yemişleri olan nefsani menfaatler, gönlün hikmette derinleşmesini engelleyen ve ruhani hayata vurulan birer zincir mesabesindedir. Bu zincirleri kırmadıkça maşuk’a varılamaz.
Gafil ve dünya perest insanlar tabiatı temaşa ederken, kainat ve onun yaratıcısı karşısında aynı hissi duyamaz. Fakat kalp gözleri açık olan ve gönülleri mahbubun aşkıyla yoğrulmuş arif ve takva sahipleriyse, ilahi kudretin tabiatta vücuda getirdiği sonsuz güzelliklerin zevkine ererler.
Sermayesi aynı toprak olan bitkilerin renga renk yaprak ve çiçeklerine, bunlarda ki menevişlere, ağaçların renk, koku, lezzet ve şekil de sonsuz farklılık arz eden meyvelerine, ancak bir iki haftalık ömrü olduğu halde, kelebeğin kanatlarında ki harika desenlere nazar ederler ve bunların “lisan-ı hal” denilen sırlı beyanları karşısında gönüllerindeki marifetullah lezzeti ziyadeleşir. Böyleleri için bütün kainat, artık okunmaya hazır bir kitap gibidir.
1 note
·
View note
Text
Gözlerimiz Kimi Gözler?
İnsana iki çeşit göz verilmiştir. Biri başta, diğeri kalptedir. Kalpteki göze kap gözü, manevi göz, gönül gözü veya basiret gözü de denir. Biri dünya işlerini, diğeri ise din ve ahiret işlerini görmek için verilmiştir.
Görme deyince sadece baş gözü, bilme deyince sadece akıl düşünülmesin. Öyle olursa, Allah'ın varlığı başta olmak üzere pek çok hakikat bilinemez, gayba iman oratdan kalkar. Çünkü her mümin gayba, kalbi ile iman etmektedir. Zaten gaybe ait şeyleri kalp anlar ve kabul eder. Akıl tek başına hakikatı bulamaz, ancak ilahi nurla aydınlanınca hak yolda kalbe yardımcı olur. Şeytanın ve nefsin elinde esir olan akıl ise nurunu yitirir,sadece maddeyi tanır, nefsin keyfine hizmet eder.
Asıl körlük
Kalp gözünün kör olması insan için en büyük hastalıktır. Bu böyle bir körlüktür ki, kalbi inkar ve gaflet karanlığı içinde insana dünya dolusu mucize harika gösterilirse hakikatini görmez; ölüler dirilip hakkı haykırsa ne dediklerini anlamaz. Onu ancak nur diriltir, rahmet uyandırır, tevbe temizler.
İnsanı diğer canlılardan ayıran kalbidir. Kalbi özel yapan ise Yüce Yaratıcı'nın ona verdiği görevdir.Bu asil görev, ilahi marifet ve muhabbettir. Kalbe, göze, kulağa ve diğer azalara verilen asli görevleri bilmeyen ve yapmayan kimseyi, Yüce Allah kınamış ve onun hayvanlardan aşağı bir hale düşeceğini haber vermiştir (A'raf, 179).
Her insan kendisine verilen göz cevherlerini tanımalı ve edebince kullanmalıdır. Nimetin şükrü budur. Şimdi bu iki gözü biraz tanıyalım:
Kalp gözü, baş gözü
Alimlerimiz baş gözüyle, kalp gözünün farklı özellik ve kabiliyetlere sahip olduğunu belirtmişlerdir.
Bunları şöyle özetlemek mümkündür:
*Baş gözü, kendini görmez, bilmez ve idrak etmez.
Kalp gözü ise, kendi varlığını bilir ve görür.
*Baş gözü her şeyi göremez. Görme alanı sınırlıdır. Görmesi için ayrıca bir aydınlık ve ışık lazımdır.
Kalp gözü ise, kendine has özel bir nura sahiptir, görüş alanı çok geniştir. Onun için gece ile gündüzün bir farkı yoktur. İlahi izinle, var olan bütün şeyleri görebilir. Mesela, Arş'ı, melekleri, gökleri, yerleri, insanın iç alemini seyredebilir.
*Baş gözü, perde gerisini göremez, önündeki engeli aşamaz.
Kalp gözü ise engele takılmaz, maddi şeyler onu perdelemez. İlahi nurla aydınlanmış, açılmış, desteklenmiş ve kendisine izin verilmiş bir kalp, göklerin ötesini, bulutların üstünü, yerin altını, dağların arkasını, denizlerin içini görebilir.
*Baş gözü aynı anda bir çok şeyi göremez, gördüğü bir şey onu diğer şeylerden alıkoyar. Mesela insanın yüzüne baksa, aynı anda elini veya ayağını göremez.
Kalp gözü ise aynı anda bir çok şeyi görebilir, aynı anda çok şeye ulaşabilir, onları birbirine karıştırmadan ayırır, tanır, ilgilenir. Kalp, varlıkları ilahi bir nur ile görmekte, bilmekte ve idrak etmektedir. Nur ile insan kalbi bir anda bütün alemi dolaşabilir, yerde iken Arş'a ulaşabilir. Nur ile manevi gözü açılan kalp çok özel bir hıza, kuvvete ve yetkiye sahip olur.
*Baş gözü, sadece önünde olan şeyleri görür, yön ile sınırlıdır. Hangi yöne bakarsa o yöndeki şeylri görür, o da belirli bir mesafede olur. Çok uzakta olanı görmrdiği gibi, çok yakınıda olanı da görmez.
Kalp gözü ise önünü gördüğü gibi, arkasında olanı da görür. Onun için uzak yakın ayırımı olmadığı gibi, ön-arka, alt-üst, sağ-sol, gibi yön ayırımı da olmaz.
*Baş gözü hastalık, ihtiyarlık gibi bir sebeple zayıfladığı zaman görüşü azalır, bazen hepten kapanır.
Kalp gözü ise durmadan nurlanır, açılır, görüşü parlar, kuvvetlenir. Maddi arızalar ona bir zarar vermez.
*Baş gözü maddi şeyleri görür, manevi ve sırlı şeyleri göremez.
Manevi kalp gözü ise hem maddi hem manevi şeyleri görür. Mesela kalp gözü, bir insanın yüzü gibi, aklını, ilmini, kalbindeki düşünceyi, sevgiyi, iyi veya kötü niyetini, içindeki kinini ve hasedini görebilir.
Manâ alemi kalp gözüyle seyredilir. İlahi tecelliler kalp gözüyle müşahade edilir. Melekler kalp gözüyle görülür. Vahiy ve ilham nurlanmış kalple alınır.
*Kafa gözü, yanılır, varlıkları farklı algılar; sakin olanı hareketli, hareketli bir şeyi sakin görür. Mesela dünyanın güneşten çok büyük olduğunu zanneder. Gemide otururken, gemiyi sakin, sahili hareket halinde algılar.
Akıl ve kalp gözü ise işin hakikatini görür, baş gözünün noksan kaldığı ve yanıldığı şeylerde ona yardımcı olur. (Razi, Tefsir-i Kebir; Gazali, Mişkatü'l-Envar)
Yüce Allah, cemalini seyir için yarattığı gözlerimizi gafletten korusun. (Amin)
| Dr.Dilaver Selvi
28 notes
·
View notes