#söylenebilen
Explore tagged Tumblr posts
Text
Wittgenstein'ın Söylenemeyeni
Wittgenstein'ın Tractatus'ta bahsettiği söylenemeyen ve söylenebilen kavramları birbiriyle karıştırılabilir veya sınırları anlaşılamayabilir. Bu yazımızda kısaca bu kavrama değineceğiz.
Temel olarak söylenebilen ve söylenemeyen arasındaki ayrım, doğa bilimlerinin kullandığı dil ile başka türden dilleri ayırmaya dayanır. Filozof, doğa bilimlerini diğer dillerden ayırıp ifade olanaklarını, çerçevesini belirlemek için böyle bir ayrım yapmıştır. Wittgenstein'ın "Felsefe, söylenebileni açıkça ortaya koyarak söylenemeyene de işaret eder." sözü de doğa bilimlerinin dili için oluşturmak istediği sınırları anlatır.
Söylenebilen; gerçekliği, olguları ifade eden doğa bilimlerinin anlamlı önermelerini içerir. Söylenebilen şeyler, bu bağlamda bilimsel ifadelerdir.
Söylenemeyen ise, adeta bir sınır koyucudur; dil dünyamızın sınırını belirler. Bu dünya dışında kalan transandant (aşkın) bir dünya varsa da mevcut dil dünyamızda ifade edilemez. Yani söylenemeyen, mümkün dil dünyasının dışında yer alan şeyler için kullanılmamıştır, bunun aksine mevcut dil dünyamızdaki dilin sınırını ifade eder. Bu sınırın içerisinde bilim dilinden felsefi dile, dinsel dile kadar tüm farklı diller bulunmaktadır. Yukarıda da bahsettiğimiz üzere, söylenemeyen'in sınırı; söylenen olarak tasvir edilen anlamlı önermelerden oluşan bilimsel dili de söylenemeyen'den ayırır.
Kısacası söylenemeyen, bilimsel dilin dışında yer alan felsefe, mantık, metafizik alanların konusuna karşılık gelir.
8 notes
·
View notes
Text
Gittikten sonra sevmeyin
Çırpınırken, gayret ederken sevin.
Uzatılan eli
Söylenebilen sözü
Sevgiyle sunulan ikramı
Ve merhabası kesilmediği zamanlarda
Sevginizi gösterin
Beklediğiniz kadar
Beklenildiğinizi hissedin
Esirgemeyin mutluluğu kendinizden
Keyifli akşamlarınız olsun
37 notes
·
View notes
Text
👋🏼En sevdiklerimde bugün👋🏼
youtube
Hem gökyüzüne bakarak içinden söylenebilen, hem bağıra bağıra dans edilebilen, hem arka fonda çalabilen, hem hem bıkılmayan..
çok amaçlı huzurcuk ❤️
7 notes
·
View notes
Text
"Asıl olan yaşam üçgenine umut bağlanmayacak binalar yapılması. Asıl olan bilimselliğin deprem bölgelerine, fay hatlarına, jeolojik etütlere, altyapıya, binalara, bütünüyle doğal afete dayanıklı planlamaya, mimarlığa, mühendisliğe, inşaat yapımına ve denetimine uygulanması; yaşam üçgenine gerek duyulmayacak insan ve mekan buluşmalarına dayanak olması.
Yaşam üçgeni önemli de, o küçücük yaşam üçgeninin etrafı yer altından yer üstüne o kadar çok ölüm üçgeniyle çevrili ki bu öldüren, nefes aldırmayan düzenden yaşam üçgenine sığınarak kurtulmak ölüm üçgenlerini ortadan kaldırmadıkça bireysel “mucize” hikayelerinden öteye geçmiyor.
Depremi arama kurtarmaya indirgeyen, öncesinde ve sırasında yapılması gerekenlerin eğitimini veremeyen bir devletçe yönetilirken kentleşmede, yer seçiminde, yapılaşmada planlamanın, mimarinin, mühendisliğin, malzemenin, inşaatın ve denetimin mücadelesinin verilmesini nasıl bekleyelim?
İnşaat işçilerinin güvenliğini sağlayamayan bir devletçe yönetilirken emekçi halka kulak verilip gereğinin yapılmasını nasıl bekleyelim?
Bilimi yalnızca sermayenin çıkarı için gören; rantı, kârı, faizi, talanı, sömürüyü tanıyan ama katledilen doğaya, sömürülen, cinayetlere ve katliamlara kurban edilen insana gözlerini yuman bir devletçe yönetilirken depremden depreme televizyonlarda konuşan, hatta bu konuşmalarından bıkıldığı bile söylenebilen bilim insanlarının uyarılarının dikkate alınmasını nasıl bekleyelim?
Zorunlu din derslerine ve imam hatip eğitimine sahip çıkan, dini devletin ve hukukun içine sokan, tarikat ve cemaatlerle kadroları paylaşan bir devletçe yönetilirken bilimden, aydınlanmadan, somut durumun somut analizinden etkilenecek bir devleti nasıl bekleyelim?
Daha yeni yaşandı. Kütahya Dumlupınar Üniversitesi���nin ev sahipliğinde gerçekleştirilen ve Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın açılışına video mesaj gönderdiği 4. Uluslararası Bilimler Işığında Yaratılış Kongresinde bilim hedef alındı. Açılışta konuşan rektör Kazım Uysal’a göre, "bilim, ateizme alet edilmiş”, “İslami olan değerlerden büyük oranda uzaklaş”ılmış.
Ne diyor Prof. Dr. Rektör: “Son iki yüz yıldır tüm eğitim sistemleri iman esaslarını yıkmayı esas alan pozitivizm, materyalizm ve komünizm gibi cereyanların tesiri altında kalmıştır. İşin en garip tarafı ise ateizmi esas alan bu felsefî ekoller ve düşünceler ilmi bir bilgi gibi takdim edilmiştir”.
Ne diyor Diyanet İşleri Başkanı: İslam’ın ‘yaratılış’ fikrine karşı alternatif bir varoluş modeli iddiasıyla ortaya çıkan, bilimsel bir realite gibi kabul edilip sıkça gündeme getirilen her türlü düşünce ve ideoloji tepkiseldir, rasyonel açıdan da problemlidir”.
Her depremde dinsele dayalı, ahlaksızca, insanlık dışı yorumlara ne diyeceğiz? Birkaç kişiyi hukuk adına sorgularken insanlığı, bilimi, aydınlanmayı ayaklar altına alanlara, dinsel gericilere, gericilikten beslenen piyasacılara ne diyeceğiz?
Ayda bebeği kurtarırken “Allahu Ekber” diye bağıranların bilime inanmasını beklemek zor. Ama onlar yaşam üçgeninin etrafını örümcek ağı gibi sarıp nefes aldırmayan ölüm üçgenlerinde yaşarken, siyasal iktidarı eleştirenlere tepki gösterirken, komünizm karşıtlığı yaparken de tekbir getirmiyorlar mı? Arama-kurtarma ekipleri arasındaki kimi görevlileri dışlamaya kalkışan yandaşlığa ne diyeceğiz?
İşçi cinayetlerini, kadın ve çocuk cinayetlerini, piyasa uğruna yanlış ve çarpık yapılaşmaya ve şehirleşmeye izin verenlerin ürünü olan afet cinayetlerini, siyasi katliamları, salgın döneminde bile emekçilerin piyasa için canlarını feda ettiği güvencesiz ve düşük ücretli çalışma ve yaşama ortamını, herkesin gözü önünde her gün yaşanan sömürüyü inançsızlık mı yaratıyor, yoksa sermayenin sınırsız, ahlaksız tahakkümü mü?
Öncesiyle, deprem çantasıyla, deprem anında yapılacaklarla, yaşam üçgeniyle deprem eğitimine tabii ki hayır diyemeyiz. Tabii ki dayanışmaya hayır diyemeyiz.
Ancak mevcut bina stoku imarına el atamayan, kentsel dönüşümü zenginleşme için mülkiyet devrine dönüştüren, yeni binaları depreme uygun fırsatçılığıyla yüksek rant aracı yapan, depremden sonra afeti unutan kapitalist düzen sorgulanmalı. Yer seçiminden plan ve projesine, malzemesinden yapısına, yüklenicisinden kontrolüne kadar çalanlar, talan ve yağmacılar o düzenin piyasacıları, çıkarcıları. İhmal dedikleri ihlalleri, sigorta dedikleri de finans kapitali besliyor.
Gerçekten hayır denilecek olan doğaya, insana ve toplu yaşamaya (kente) karşı sürekli suç işleyen, sömüren ve öldüren kapitalizm. Felaketi çaresiz olan kapitalizm içinde sınıfsal mücadeleden uzaklaşarak güç dengesi mücadelesi vermek bu düzeni yıkmıyor. Depremi, krizi, salgını işçi sınıfına saldırıya dönüştüren felaketin düzeni yıkılmadan doğa ve insan kıyımı bitmiyor.
Yaşam üçgeni birkaç canı kurtarıyor, depreme dayanamayan düzense birçok canı alıyor. Kapitalizmde çalışanıyla ve işsiziyle emekçi halk ve çocuklar ölüm üçgenlerinde yaşamaya mahkum. Ölüm üçgenlerini kuran kapitalizm, yaşam üçgenine sığınıyor. Ölüm üçgenlerinin yok edildiği Emekçilerin Cumhuriyetinde yaşam üçgenine ihtiyaç kalmayacak."
11 notes
·
View notes
Text
Sen hiç sana “Hayır!” demedin.
Oyunbozanlık ediyorsunuz!
Yine lüzum hali olmadıkça dışarı çıkmayacaktık. Her şey bitmiş değil. Her şey derken rakamlar umrumda değil esasen o rakamların temsil ettiği insanlar ve sevdikleri mesele. Hikayenin en başında aileleri ile aralarına mesafe koyan insanlar hala mesafeliler. Siz de onların hikayelerini bilirken gözleriniz dolmamış mıydı? Balkonlarda alkış tutuyordunuz hatırladınız mı? O insanlar hala varlar aynı şekilde devam ediyorlar ya da şey bir kısmı devam edemiyor dünya kavgası nihayete erdi. Aleyhlerine bütün her şey derdest edilmiş olabilir şu saatlerde.
Oyunbozanlık ediyorsunuz!
Önlemlere uymaya gayret ederken, herkes nefsi ile büyük bir azim ile cebelleşiyorken, uçurum kenarında olanlara ön ayak oluyorsunuz. “Biz boşu boşuna evde durduk herkes dışarda.” dedirttiğiniz kimselerin vebalini taşıyorsunuz. Kaç ay oldu sabırla büyük bir umutla evinde kalmış kimselere bu hissi yaşatmanız... Yalnızca bu his için dahi yeterince suçlusunuz.
Oyunbozanlık ediyorsunuz!
Neden günahın bir sır gibi saklı olması gerektiğini anlıyorum böylece. Bir yapan olunca daha da kolaylaşıyor yolu. Dışarıda neden var olduğunu bilmediğiniz kimselere bakıp kendi keyfi davranışınıza bahane ediyorsunuz. Sonra çoğalıp gidiyor kalabalık. Evet tebrikler! Artık herkes dışarda asıl şimdi haklısınız.
Oyunbozanlık ediyorsunuz!
Söz konusu hastalık kötü insanlar eliyle yayılmadı aleme. Aksine herkes en çok sevdiğine taşıdı, en çok bildiğine. Bir gün hasta olursanız sebebi yolda yanınızdan hızla geçen bir yabancı değil dün sıkı sıkıya sarıldığınız sevdiğiniz çıkınca kendinize mi yoksa sevdiğinizin sizin için üzülmesine mi üzüleceksiniz?
Harama yaklaşmayın uyarısı boşuna değilmiş. Şaşırdık mı? Hayır yeniden anladık. İnsan defaatle sınandığı bir sınavdan hep aynı dirayetle çıkamıyor. İlk ‘Hayır!’ en kolay söylenebilen oluyor da ikinci, üçüncü ya dördüncü...
Hele ki sağlık çalışanı ise o sınadığınız mümin kardeşiniz iki yerden vuruyorsunuz her seferinde; ‘Hayır!’ dememek sünneti ile ‘Bal yeme!’ diyebilmek için kırk gün beklemek edebi.
Bütün bu normalleşme adımları halkın denetimli serbestiyeti için. Halk kavramı kapsamına sağlık personeli dahil olamaz, olmamalı. Çünkü halk normalleşirken hataya düşerse yine en sıcak çarpışmalar sağlık kuruluşlarında cereyan edecek. Siz savaş yok diye askerlik kurumuna, varlığına karşı çıkmayan insanlar olarak gerçekten... Gece kulede nöbet tutan askere varlığını, yaptığı işi sorgulatmak ne bileyim. Elbet siz de bilirsiniz.
Sen hiç sana ‘Hayır!’ demedin yorma sevdiğinin yüreğini. Yarın elbet elbet bizimdir. Gün doğmuş, gün batmış EBED bizimdir!
3 notes
·
View notes
Text
size bir travma şekli söyleyeyim; tüm olanlara rağmen yaşıyorsunuz. sevdiklerini kaybedince, ölüm öyle kolay söylenebilen bir kelime değil.
1K notes
·
View notes
Text
Türk Ceza Kanununda Ceza Sorumluluğunu Kaldıran veya Azaltan Nedenler
Hukuka uygunluk sebepleri
Ceza kanunu tarafından yasaklanan bir fiil, yine ceza kanununun özel bir hükmü veya diğer kanunlarda yer alan başka bir düzenleme ile meşru sayılıp cezalandırılmıyorsa bu duruma hukuka uygunluk sebepleri denilmektedir. 5237 sayılı 1- Kanun hükmünü (görevi) yerine getirme 2- Meşru Müdafaa 3- Hakkın kullanılması 4- İlgilinin rızası
1- Kanun hükmünü (görevi) ve verilen emri yerine getirme
“Kanunun hükmünü yerine getiren kimseye ceza verilmez” Kanunun hükmü kişiye herhangi bir konuda bir hak veya yetki vermişse, bunun öngörüldüğü şekilde uygulanması durumunda hukuka aykırılık söz konusu olmaz. Kanunun hükmünü yerine getiren kimse, işlemiş olduğu fiille, objektif olarak bir suçun maddi ve manevi unsurlarını gerçekleştirmektedir. Ancak bu fiil hukuka aykırı olmadığı için tipik olmasına rağmen suç oluşturmamakta ve bu nedenle kişi cezalandırılmamaktadır. Burada “kanun” deyiminden pozitif hukuk metinlerini, yani “yazılı hukuk kuralları”nı anlamak gerekmektedir. Kanun hükmünün yerine getirilmesinde, belli konularda kişiye kanun tarafından tanınan yetki, aynı zamanda o kişinin görevini de oluşturmaktadır. Bu anlamda, söz konusu hukuka uygunluk nedenini görevin ifası olarak anlamak gerekir. Örneğin, İcra İflas Kanununun verdiği yetkiyi kullanarak haciz işlemi yapmak için başkasının konutuna giren icra memurunun konut dokunulmazlığını ihlâl suçunu işlediği söylenemeyecektir. Kanun hükmünü yerine getirme kimi zaman sivil kişilere de yüklenebilir. Örneğin, kolluk görevlilerinin yanı sıra, suçu işlerken rastlanan bir kimseyi herkesin yakalama yetkisinin olduğu kabul edilmiştir. Bir vatandaşın şüpheliyi yakalayarak özgürlüğünü kısıtlaması hukuka uygun olacaktır. Yetkili bir merciden verilip, yerine getirilmesi görev gereği zorunlu olan bir emri uygulayan sorumlu olmaz. Konusu suç teşkil eden emir hiçbir surette yerine getirilemez. Aksi takdirde yerine getiren ile emri veren sorumlu olur. Emrin, hukuka uygunluğunun denetlenmesinin kanun tarafından engellendiği hallerde, yerine getirilmesinden emri veren sorumlu olur. Konusu suç oluşturan emir hiçbir surette yerine getirilemez. Buna karşılık hukuka aykırı emir bazı durumlarda yerine getirilebilir. Eğer hukuka aykırı emir, emri veren kişi tarafında yazı ile yenilenmişse emri alan memur bunu yerine getirir. Bu tür hukuka aykırı, ancak bağlayıcı olan emirlerin yerine getirilmesinden yerine getiren sorumlu olmaz; emri veren sorumlu olur.
2- Meşru Müdafaa (Haklı Savunma)
” Gerek kendisine ve gerek başkasına ait bir hakka yönelmiş,gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırıyı o anda hâl ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde defetmek zorunluluğu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez.” Meşru müdafaa hukuka uygunluk nedenlerinin en eskisidir. Günümüzde bu kurumu kabul etmeyen hukuk düzeni yok gibidir. Meşru müdafaa halinde işlenen eylem hukuka uygundur. Bunun nedeni hukuk düzeninin kendi koruduğu hakkın çiğnenmesine, yok edilmesine izin vermeyeceği düşüncesidir. Hukuk düzeni; bizzat varlığını haksızlıkların ortadan kaldırılmasında, adaletin sağlanmasında bulur. Kişiler tarafından bu tür haksızlıkları yok etmek için yapılan hareketleri de bu nedenle cezalandırmaz. Meşru müdafaanın bir hukuka uygunluk nedeni oluşturabilmesi yani haklı olabilmesi için saldırıya ilişkin koşullarla, savunmaya ilişkin koşulların gerçekleşmiş olması gerekir. Saldırıya İlişkin Koşullar Bir saldırının varlığı - Meşru Müdafaa Meşru savunmadan bahsedebilmek için ortada maddi nitelikte bir fiil, yani bir saldırı bulunmalıdır. Saldırı, kişinin hukuken korunan değerlerine zarar verme tehlikesi taşıyan veya zarar veren iradi insan davranışları olarak tanımlanabilir. Meşru savunmaya konu olacak fiilin mutlaka bir suç oluşturması şart değildir. Saldırının mutlaka bir insandan kaynaklanması gerekir. Kişinin iradi olarak hareket etme yeteneğine sahip olması ve fiilin saldırı teşkil etmesi, kendisine karşı meşru savunmada bulunulabilmesi için yeterlidir. Ayrıca işlemiş olduğu fiil bakımından kusurlu hareket etmesi gerekli değildir. Örneğin, suç isnat yeteneği olmayan akıl hastasına veya küçük çocuklara karşı da meşru savunmada bulunulabilir. Karşılıklı çatışma veya kavga gibi hallerde, ilk haksız saldırıya uğrayan kişi meşru savunmadan yararlanır. Mevcut, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak bir saldırının varlığı -Meşru Müdafaa Meşru savunma kanunun ifadesiyle ���gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan saldırılar”a karşı olur. Mevcut saldırı, hali hazırda gerçekleşmekte olan saldırıdır. Gerçekleşmesi muhakkak olan saldırı ise, henüz icrasına başlanmamış olmakla birlikte eldeki somut verilerden işleneceği kesin olarak söylenebilen saldırıdır. Tekrarı muhakkak olan saldırı ise, daha önce gerçekleştirilmiş olmakla birlikte yinelenecek olan saldırıdır. Örneğin, eline sopayı alıp hasmına vuran kişinin saldırısı mevcuttur. Eline sopayı alıp hasmına doğru koşmaya başlayan kişinin, bir saldırı gerçekleştireceği muhakkaktır. Hasmına sopayla saldırıp vuran kişinin sopayı bırakıp bu kez yerden eline taş alması halinde tekrarı muhakkak bir saldırı vardır. Saldırı savunmada bulunan kişinin bizzat kendisine veya üçüncü bir kişinin herhangi bir hakkına yönelik olmalıdır Bir kişi gerek kendisinin gerek başkasının herhangi bir hakkına yönelik olarak gerçekleştirilen saldırılara karşı meşru savunmada bulunabilir. Yine meşru savunma, kişilere ait bütün haklar bakımından söz konusu olabilir. Dolayısıyla kişi, yaşama hakkına veya vücut tamlığına yönelik saldırılara karşı meşru savunmada bulunabileceği gibi, malvarlığına yönelik saldırılar bakımından da meşru savunmada bulunabilecektir. Savunmaya İlişkin Koşullar Savunma Zorunluluğu Koşulu- Meşru Müdafaa Meşru müdafaanın en önemli koşullarından biri olan bu şarttan saldırıdan savunmada bulunmaksızın kurtulma olanağının bulunmaması yani saldırının başka suretle uzaklaştırılması olanağının yokluğu anlaşılır. Savunmada zorunluluk olup olmadığını, soyut olaylara göre değil somut olaydaki durum ve koşullara göre değerlendirmek gerekir. Genellikle saldırıdan kolluğa haber vermek suretiyle kurtulma olanağı varken ya da ufak bir takım hareketlerle kaçınma olanağı varken; bunu yapmayarak, savunmada bulunma durumunda, meşru müdafaadan yararlanmanın söz konusu olamayacağı kabul edilmektedir. Buna karşılık kaçma olanağı varken kaçmayarak, kendini savunan kişinin de meşru müdafaadan yararlanması doğaldır. Çünkü hukuk düzeninde, kişinin kaçmasına ilişkin bir yükümlülük yoktur. Saldırı ile savunma arasında oran bulunması- Meşru Müdafaa Saldırı ile savunma arasında belirli bir oranın bulunması; saldırıya uğrayan hakkın konusuna ve kullanılan vasıtaya göre değerlendirilmek gerekir. Kanunumuz; kişiye yönelik haklara karşı bir saldırı söz konusu olduğundan, meşru müdafaayı kabul etmiştir. Bu yüzden, bu koşul çok önemlidir. Bunun için yapılan savunmanın ihlal ettiği hak ve menfaat arasında bir denge aranacaktır. Kendisini tokatla döven kimseyi yaralama ya da öldürmede bu oran yoktur. Olayda gerekli orantının değerlendirilmesi saldırının objektif ağırlığına göre belirlenebilecektir.Fakat bununla yetinilmeyerek; kendisine saldırılanın kişisel durumu da dikkate alınacaktır. Kullanılan vasıtalar bakımından da saldırı ile savunma arasında oran bulunması şarttır. Ancak kullanılan vasıtaları eşit anlamak ya da aynı nitelikte anlamak gerekmez. Önemli olan kullanılan vasıtayı, yapılan saldırıyı uzaklaştırmaya yetecek ölçüde kullanmaktır. Bütün bunlar somut olaydaki hal ve koşullara göre değerlendirilir. Savunmada zorunlu sınır aşıldığında, savunmada aşırılığa kaçılmış olduğu için, eylem hukuka aykırı sayılır ve faile indirimli ceza verilir.
3. Hakkın Kullanılması
“Hakkını kullanan kimseye ceza verilmez” Hukuk düzeni kişilere herhangi bir konuda hak tanımış ve bu hakkın sınırları içinde bir fiil gerçekleştirilmişse, artık hakkın kullanılmasını oluşturan fiil hakkında hukuka aykırılık değerlendirmesinde bulunulamaz. Hakkın kullanılması hukuka uygunluk sebebinin ceza kanunu ile düzenlenen şartları şu şekildedir: • Kişi tarafından doğrudan doğruya kullanılabilen sübjektif bir hakkın bulunması • Kişinin hakkını tanınma sebebinin sınırları içinde kullanması • Hakkın kullanılması ile işlenen ve tipe uygun olan fiil arasında nedensellik bağının bulunması Örnek: Kişinin kendini mahkeme huzurunda savunurken bir başkasına somut dayanak noktalarını da göstererek bir fiil isnat etmesi hakaret suçunu oluşturmaz. Zira savunma hakkı kapsamında kendisine böyle bir yetki tanınmıştır.
4. İlginin Rızası
“Kişinin üzerinde mutlak surette tasarruf edebileceği bir hakkına ilişkin olmak üzere, açıkladığı rıza çerçevesinde işlenen fiilden dolayı kimseye ceza verilmez.” İlgilinin rızası çerçevesinde işlenen fiil hukuka aykırı olmayacağı için suç teşkil etmeyecektir. • Kişinin üzerinde mutlak surette tasarrufta bulunabileceği bir hakkın varlığı gereklidir. • Kişi rızaya ehil olmalıdır. Rıza gösterdiği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını anlama yeteneği bulunan kişinin göstermiş olduğu rıza hukuken geçerlidir. • İlgilinin rızasının fiili hukuka uygun hale getirebilmesi için, rızanın geçerli bir şekilde açıklanmış olması gerekir.Rıza açıklaması, açık veya örtülü, yazılı veya sözlü olabilir. Ceza Sorumluluğunu Kaldıran Nedenlerde (Hukuka Uygunluk Nedenlerinde) Sınırın Aşılması Sınırın kasten aşılması Sınır kasten aşılmışsa ceza indirilmez faile tam ceza verilir. Örneğin, meşru savunmada bulunan kişi saldırıyı defetmek için saldırganı öldürmenin şart olmadığını bile bile ve sırf saldırıya uğramış olması fırsatından yararlanarak saldırganı öldürmüşse sınırın aşılması nedeniyle bir ceza indiriminden yararlanmaz. (Ancak koşulları varsa haksız tahrikten yararlanabilir). Sınırın taksirle aşılması TCK’nın 27/1. maddesine göre, “Ceza sorumluluğunu kaldıran nedenlerde sınırın kast olmaksızın aşılması halinde, fiil taksirle işlendiğinde de cezalandırılıyorsa, taksirli suç için kanunda yazılı ceza indirilerek hükmolunur”. Yani hukuka uygunluk nedenlerinde sınır taksirle aşılmışsa, taksirli suçtan ceza verilir ve bu ceza indirilir. Suçun taksirli şekli kanunda düzenlenmemişse hiç ceza verilmez. Örneğin sınır taksirle aşılarak insan yaralanmışsa, faile taksirle yaralama suçundan indirilmiş ceza verilir. Sınır taksirle aşılarak mala zarar verilmişse faile hiç ceza verilmez. Çünkü taksirle mala zarar verme, TCK’da suç olarak düzenlenmemiştir. Meşru savunmada sınırın heyecan, korku veya telaşla aşılması: Meşru savunmada sınırın aşılması mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelmiş ise faile ceza verilmez. Read the full article
#AvukatMehmetCansız#cezaavukatı#CezaSorumluluğunuKaldıranveyaAzaltanNedenler#Hakkınkullanılması#İlgilininrızası#Kanunhükmünü(görevi)yerinegetirme#MeşruMüdafaa#TCK'daCezaSorumluluğunuKaldıranveyaAzaltanNedenler
0 notes
Text
***KANAL İSTANBUL***
İHANET / Feza TİRYAKİ
Zaman çok hızlı akıyor.
Bir şeyi, bir durumu merak ediyorsun, daha konunun üstünde düşünüp dururken, nedenleri kafanı kurcalarken, sorunun yanıtı kendiliğinden geliyor.
Neyi nereye kadar gizleyecekler?
Geçen gün, okuyanlara sordum, “Elia ile Yolculuk” kitabını eleştirirken, “Bu kitabı, Livaneli, “Eniştem beni niye öptü?” misali neden yazmıştır, sorsalar da açıklasa!”diye. Gerçi doğrudan yanıt verilmedi ama soruma, gündemdeki bir haber başlığı, bir gazetecimizin yorumu sorumu yanıtladı:
“Kanal İstanbul”cular, İstanbul’da “Pontus” sergisi açtırdı!..”
Bu yazıda, eski Milli Savunma Bakanlığı Genel Sekreteri Kurmay Albay Ümit Yalım:
“Kanal İstanbul’un, 3. Boğaz Köprüsü ve Körfez Köprüsü gibi atıl olacağı şimdiden belli. Sözde Kanal İstanbul’un Kanal Bizans’a dönüşmesi kaçınılmazdır. Kanal Bizans Projesi ile tarihi yarımadanın Trakya’dan ayrılarak Vatikan statüsünde bir yapılanma olacağı ve böylece Türk topraklarında Bizans Devletinin kurulacağı açıkça görülmektedir.” diyor ve “Yunanistan’ın Bizans’ı inşa etme çalışmalarını” olayların ayrıntılarıyla, tarih ve belgeleriyle açıklıyor.
Nerede mi bu açıklama? Yeniçağ yazarı Ahmet Takan’ın son yazısında.
Demek ki, bu işler bireysel değil, küresel çetenin dayatmaları, hepsi sırasıyla uygulanacak. Küresel çetenin elemanları da boş durmayacak tabii, elinden yazı gelen yazacak, ikiyüzlü siyasetçi, ağzı laf yapan sözde aydın çetesi ise, bölücü – yıkıcı konuşacak, toplum el birliğiyle aptallaştırılacak.
Bölücü söylemli, Rumcu- Ermenici- HDP’ci birinin aynı anlarda İstanbul’a CHP il başkanı seçtirilmesi boşuna mıdır? Suriye’de gerçekten Amerika’ya karşı savaş olacağını, bu iktidarca bizim iyiliğimize bir durum yaratılacağını sanıyor musunuz?
Bu son “savaş” kargaşasıyla, Suriye’den büyük bir göç daha alınarak, bu kez Arap’ın yanında, Suriye’nin kimlik bile vermediği, devletlerine düşman, teröre bulaşmış etnik bölücüler sürüsüyle gelecekler, dün itibariyle gelmişler çoktan resmen açıklanıyordu, üç yüz bine yakın sığınmacı. Ülkelerindeki “Savaştan kaçan kardeşlerimiz”miş (?) onlar.
Bu gidişle Cumhuriyetin kuruluşundaki tüm dengeler değişecek, kuruluşta yapılan iyi işler bozulacak, bölücülerin istediği ortam doğacak. Ülkemizin toplum yapısı başkalaştırılacak.
Yönetim biçimimiz, Atatürk Cumhuriyeti’nin meclisi öne çıkaran yapısı, önceki yıl, sonucu çok tartışılan, hileli denilen bir oylamayla, bir oldu bittiyle dönüştürüldü, TBMM önemini yitirdi, sistem başkanlığa çevrildi. Siyaset bilimcileri, yurtseverler, “ulus devlet” tehlikeyi girecek, yalnızca geri kalmış, parçalanmış Ortadoğu ülkelerinde benzeri olan “tek adam” sistemi, bölünmüş yapılanmalara (eyalet, kanton) kapı açacak” diye az uyarmadılar o gün bu gündür.
Ermeni açılımı zaten vaktiyle yapılmıştı. İktidarın ilk yıllarında Ermenistan’la maçlar, onların Ağrı Dağı simgeli uçaklarıyla gelmeleri, bizden onlara sözde soykırım için özür dilemeler, sınır kapılarını açma toplantıları, “Hepimiz Ermeniyiz!” çığlıkları, bir anda düzenlenen, aynı elden çıkma pankartlarla yürüyüşler… Cemaatsiz kiliseleri boşuna mı açıldı, çanları takıldı? Yabancıya toprak satışı, karşılıksız, serbest bırakıldı ülkemizde çoktandır. “Gelin, Doğu’da, istediğiniz yerde yerleşin! Sizlere vatandaşlık da vereceğiz”, denmedi mi açılımda onlara?
Yazarımız (Ahmet Takan) tarihleriyle açıklıyor Rumlara, papazlarına verilen tavizleri. Kanal İstanbul’la birlikte, yeni Bizans’ın alt yapısı hazırlanıyormuş, Bursa –İznik çevresine Yunanistan’dan Rumların geri getirilmesi, yerleştirilmesi düşünülüyormuş, Bizans yavaş yavaş kurulacakmış.
Trakya bölgemizin idaresinin vatandan koparılacağı da söyleniyor. Bu kanalla, akıntı yönü, yüksekliği, iki yönlü doğal akışı değişecek olan Marmara Denizi’nin ölü deniz olacağını, kokacağını, hatta bu bozulmanın Akdeniz’e kadar ineceğini, Karadeniz’i de derinden etkileyeceğini anlatan bilim insanları da var.
Boşuna mı 2017’nin en çok satan kitabı dediler, saçma sapan bu anı kitabına. Satmasa bile sattı denilecek ki, ilgi, Yunan, Rum güzellemelerine, onların yurdumuzla ilgili tek taraflı, kurgulanmış, “mağdur edilme – haksızlığa uğratılma” anlatılarına çekilsin.
Bu arada da, “Anadolulu” olma bölücü kavramı işlensin, ülkemizin Rumların – Ermenilerin ortak vatanı (?) olduğu, onlara tehcir ile – müdadele ile haksızlık edildiği (?) beyinlere kazınsın.
Sözde okumuş kesim, hani her şey olup da bir tek “Türk” olamayan kesim, ne kokar ne bulaşır, düşünme yetisini yitirmiş tatlı su sazanları buna hazırlansın, öncülük etsinler ilerdeki gelişmelere, ihanet sürecine. Çıkabilecek sesler şimdiden bastırılsın. Bakın bu kitabı, yazarla söyleşi yapan bir gazeteci (?) bayan – ne rastlantı bu bayan Latince ve eski Yunanca okumuş, bu ölü dillere hakim, halen erken dönem Anadolu hristiyanlığını(?) inceliyormuş, mesleğinde âlim yani, duyanı vay canına dedirtiyor, biz ne kadar önemsiziz, neler var – nasıl tanıtmış:
“İhanete ve direnmeye dair bir yol hikayesi.”
İhanet; hainlik, aldatma, güveni boşa çıkarma, demek.
Yönetmen Elia Kazan’ın 1950 yılında, Amerika’daki yol arkadaşlarına ihanetini, onları ispiyonlayarak yükselmesini demiyor herhalde bu kitabı “ihanete, direnişe dair” yol kitabı olarak tanımlarken bayan gazeteci. Çünkü bu konu Elia arkalanarak geçiştiriyor kitapta, üstelik övülerek. Anımsayalım mı?
“Mensup olduğu Yunan soyunun trajedi kahramanları gibi, onu bir ömür boyu takip edecek, ölene kadar peşinden ayrılmayacak… bir dönem.”
Buradaki övme az buz övme değil. Önce mensup olduğu soy deniyor. Yunan soyu. E, hani milliyetçi değildi Livaneli? Kendini öyle tanıtmıştı kitabında.
Yunanlı’ya geldi mi soy önemli, trajedi kahramanları demeyle de, eski Yunan’a bağlıyor soyu.
Eski Yunan’la şimdiki Yunanlı’nın arasında bir ilgi olmadığını sanat tarihçiler yazarlar. Olsun, kim bilecek bunu, ABD’li filmciyi yüceleştirecek ya, at gitsin… Algıları yönlendirmek değil mi yapılan iş?
Ümit Özdağ (siyasetçi-yazar) “Algı Yönetimi” adlı kitabında, algı yönetiminin amacını şöyle açıklar: “Algı yönetiminin amacı; insanların en güçlü organları olan beyinlerine nüfuz ederek onların dış dünyayı istenilen şekilde algılamalarını ve böylece yargılarının da istenilen şekilde yönlenmesini sağlamaktır.” Yine kitaptan:
“Propagandanın hedefi, insanın aklı değil; ruhudur. Ve propagandanın temel hedefi de birey olarak insan değil, kitle içindeki insandır. Çünkü kitle içindeki insan, birey hâlindeki insandan daha kolay ikna ve sevk edilebilen bir ruh yapısına sahiptir. Kitle, sevk edilmesi kolay, propagandaya açık bir topluluk olarak, bireyden daha kolay “nasıl düşünmesi gerektiği değil, ne düşünmesi gerektiği” söylenebilen sosyal varlıktır.” Bu sözleriyle de algı yönetiminin önemini vurguluyor Özdağ:
“Yani algı yönetimi dostları yönetmek düşmanı ise yenmek için gerekli, hatta vazgeçilmezdir.”
İşte okura yapılan da aynen budur. Kitapta Kayseri’yi, sözde, Elia’ya tanıtıyor yazar ama aslında bizlere diyor ne diyorsa:
“Meşhur Kayseri kalesini görüyoruz. Kaleyi MS 500 yılında Bizans İmparatoru Jüstinyen yaptırmış, diye anlatıyorum ona. Kayseri tarihine müthiş ilgi duyuyor, her şeyi öğrenmek istiyor.”
Bu cümle algı yönetiminin belgesi değil mi? Yoksa durduk yerde buralar Bizans’ındı anlamı taşıyan sözleri nasıl diyecek, işi Sezar’a, Sezar’ın Arapçası dediği “Kayser”e kadar nasıl bağlayacak? Ve bunları büyük planların yapıldığı şu günlerde yardakçılarına nasıl öğretecek?
“1913’te, Kayseri’de kırk bin Ermeni yaşıyordu; çoğu zengindi bunların ve aralarında Dr. Karabet, Dr. Manukyan gibi şehir yöneticileri vardı.”
Bu sözler neden söylenir bir Rum’un öyküsünde? “İhanet” dediği gazeteci bayanın kitabın buraları mı? Sözlerin devamı:
“Kayseri’deki kırk bin Ermeni’den otuz yedi bini sürülmüştü ve herhalde çok azı hayatta kalmıştı.”
Tehcirin nedenlerini, neden gerektiğini bilmeyeni aldatma ne kadar kolay…
Elia Kazan’ın yaşam öyküsünü başka kaynaklardan okuyunca, buralara 70’li yıllarda da, daha sonra da geldiğini öğreniyoruz. Kaç kez gitmiş oralara.
Sonra, nasıl bir rastlantıysa ülkemizin düşmanlarının, içten içe Cumhuriyetimize kin güdenlerin yolu, hep bir şekilde bölücülerimizle, içimizde büyüttüğümüz Cumhuriyet düşmanlarıyla kesişmiştir.
Elia’da seksen bilmem kaç yılında, ününün tepesindeyken Paris’te Yılmaz Güney’in film setine gitmiş, Yılmaz Güney elini omzuna atmış ünlü yönetmenin, kanka pozundalar, kameralar çekimde, reklam tam gaz… Ülkemizi kötüleyen “Duvar” filminin çekimindelermiş. “Yufka yürekli, hümanist ülke (?) Fransa,” yargıç katili, katillikten hapis yatarken hapisten kaçırılıp Paris’e getirilen filmci Güney’i bağrına basmış, önüne Türkiye karşıtı film çevirsin diye her imkanı sermiş. Buluşma göz yaşartıcı. Bunlar anlatılmıyor tabii kitapta, yoksa verilmek istenen sahte algı, Elia’nın baş döndüren büyüklüğü (!) bozulabilir değil mi?
Burada bunların bir sahtelikleri daha göz önünde. Yılmaz Güney Türkçe konuşuyor, Elia’da yam yum anlaşılmaz sözlerle bir şeyler homurdanıyor. İmralı’daki terörist başı Öcalan da başka dil bilmez biliyorsunuz. Bu ikiyüzlüler, elikanlı sevicileri ve elikanlı katiller ancak Batı’nın yayılmacı “böl parçala” siyasetine yardım ederler.
Evet, belli, tanıtımdaki “ihanet” sözü Elia’nın, ünlü “cadıavı” ispiyonculuğu için denmemiştir. Filmci Elia, o yıllarda yaptığına hiç pişman olmamış ki ihaneti tartışılsın:
“Doğru olduğuna inandığım şeyi yaptım. Özür dilemiyorum. Utanmıyorum ve bu beni mutsuz etmiyor.” dediği yazıyor başka kaynaklarda.
Kraldan çok kralcı derler ya bazı durumlarda insanlara, yazarımızda burada öyle yapıyor:
“Elia yıllar önce buralara gelmişti ama hem belleğinde pek bir şey kalmamıştı hem de o dönemlerde Türkiye daha farklıydı. Rumlar ve Ermeniler gideli çok olmamıştı, gelenekleri az da olsa sürüyordu. Ama şimdi her şey değişmişti. Bu yüzden yarın göreceklerimizden kaygılanıyorum.”
Elia’nın önceki gelişlerini unuttuğunu nereden biliyor? Sonra neden bu geziyi ilk kezmiş gibi anlatıyor?
Burayı, dokundurmalı bu sözleri okudukça aklı duruyor insanın. Meğer bizi gelenekleriyle Rumlar – Ermeniler güzelleştiriyormuş. Onların gitmeleriyle yavaş yavaş bozulmuşuz… Yazarın okurları burada içten bilenecekler, hayıflanacaklar, eskiye dönelim, yeniden güzelleşelim (!) diyecekler.
İstenilen, algı bu.
Eskiye dönülecek ya, bunun yol taşlarından biri de yer adları. Yer adlarımızı eskiye bağlıyor yazar her fırsatta:
“… önce adı Khhalkedon olan Kadıköy’ün kaç asırlık çınarlarını hatırlatan elleri ve yüz çizgileriyle…”
Yaşlılıktan buruşmuş eli-yüzü anlatmada gizlenen algı yönlendirmesine bakınız. Hem Kadıköy’ün eski adı şuydu, buralar onlarındı derken algıya yönelik sözlerini nasıl da şiirsel bir havaya sokmuş: “Kadıköy’ün kaç asırlık çınarlarını hatırlatan elleri…” Ne yapmış da anlattığı kişi İstanbul’a, Kadıköy’le böylesine özdeşleşmiş?
“Burası Trabya! Rumcası Therapia; yani terapi. İstanbul’un bir çok mahallesi gibi Rumca bir ad taşıyordu.” “… Elia’nın iyileşmek için İthaka’ya doğru çıktığı yolculuktaki ilk durağı Therapia olacaktı.” Anlat anlat, iyi geliyor…
Annesinin yaşadığı yeri ararlarken, ikilinin arasındaki konuşma içinizi ürpertmedi mi? Ne yapılmak isteniyor, belli değil mi?
“Beni götür oraya, çabuk götür, hemen götür!” diyor. … Annesinin kasabasını bulup bulamayacağımı soruyor.
Elbette buluruz, diyorum. Herhalde ismi değişmiştir, Anadolu’daki her Rum yerleşiminin adı değişti, Türkçeleştirildi. Rumlar gittikten sonra kalan izleri silmeye giriştiler.”
Bu tanıtıma da şaşırmalı mıyız?
“ 1453’te Konstantinapol’ü Türkler aldığı zaman, Roma medeniyeti sona ermedi.” “… Sultan Mehmet, yeni Doğu Roma imparatoru oldu. Zaten resmi unvanı da Kayser-i Rum idi. Yani Roma Sezar’ı.”
Sonra Fatih’in çok iyi Yunanca Latince bilmesi, Homeros’u okuması, ardından Truva’ya gitmesi, Aşil’in mezarını ziyaret etmesi… sözde bilgiler sıralanıyor ardı ardına. Algıya vurulan yumruk az buz değil. Verilen algı;
“İstanbul’a alan Fatih, burayı bugünler için korudu.” Bakın açıklamanın devamına:
“ Papa Pius’a, “ Helenlere karşı Truva’nın ve Hektor’un öcünü aldığını” yazmıştı. Kendisini yetiştiren üvey annesi ve karısı da Ortodoks’tu. Hiçbir zaman İslam’a dönmemişlerdi, Konstantinopol’ün adını değiştirmediği gibi Aya Sofya ve Aya İrini gibi kiliselerin adlarına da dokunmadı.”
Padişahtan söz ederken ön adıyla anıyor onu:
“Mehmet de ölünce kendisini Büyük Konstantin, Justinialos, Theodora, Zoe ve diğerlerinin yattığı yere gömdürdü. Hristiyan karısını da.”
Kitabın en ilginç yeri burası:
“Eee”dedi Elia biraz terslenerek, “ Ben tarihle ilgilenmem, niye anlatıyorsun bunları bana?”
Sahi niye anlatılıyor bunlar?
Ülkemizde sevilmeyen, okunmayan yazar Orhan Pamuk niye ödüllendirildi Batı’da?
Fatih Akın, niye geçenlerde “Altın küre” ödülü aldı ABD’de? Bu ödül, 2014’te çevirdiği, başarısız, sözde soykırımı anlatan, Türk askerini kötüleyen Kesik (The Cut) adlı çirkin filmine teşekkür için olmasın?
İsmet İnönü döneminde, daha kırklı yıllarda kültür adına bastırılan ilk devlet kitapları, neden eski Yunan’ın klasikleriydi? İhanet o yıllarda mı başlamıştı?
Bakınız, bizi, bize yeren filmleri, kitapları öven övene gazetelerimizde. Yanımız yöremiz algı yönlendiricilerle sarılı…
“Küresel ihanet” ülkemizde gösterimde.
Algımıza saldırılıyor.
Görevimiz çok geç kalmadan algımızı korumak.
Yoksa, “Kanal İstanbul” geliyor, olanlar olacak…
Feza Tiryaki, 23 Ocak 2018 GÜNCEL MEYDAN
1 note
·
View note
Photo
Sıla’dan sevgilisi Hazer Amani’ye... “Seni seviyorum nereden baksan söylenebilen bir cümledir. Nice senelere canım sevgilim. Bugün o gün. 16/11/2019 Fotoğrafı da iyi çekmişim haa...” https://www.instagram.com/p/B47cAvmFLc2/?igshid=x0kgcs97asm
0 notes
Text
Wittgenstein’ın İfade Edilemeyenleri
‘Bu kalem değerlidir...’ ifadesindeki ‘değer’ kelimesi hangi anlamda kullanılmış olabilir? Bu soruya Wittgenstein, doğal anlamıyla kullanılmıştır yani dil-dilbilgisi bağlamında da söylenebilendir cevabını verir.
Filozofa göre ‘Bu adam değerlidir’ ifadesindeki ‘değer’ kelimesi ise olağanın dışında, doğal olmayan bir anlamda kullanılmıştır ve farklı bir şey ifade etmektedir. Wittgenstein’ın ifade edilemeyenler dediği bu tür soyut, karmaşık kavramlar dil aracılığıyla anlatılamazlar. Ve ifade edilemeyenleri, dile getirmeye çalışmak dili yanlış bir şekilde kullanmaya yol açar. Bu paralelde de yanlış dil kullanımına en büyük örnekler, sanatsal ve dinsel metinlerde yer alır. Çünkü bu alanlar, özleri gereği anlamı-dışı ifadelerden oluşur.
#ludwig wittgenstein#Wittgenstein#Dilbilim#dil#dil felsefesi#ifade edilemeyenler#ifade#kavram#soyut#felsefe#söylenebilen#değer#felsefe bilim
27 notes
·
View notes
Audio
uykular yıkılır, rüyalar yarım kalır gidenler şiirle dahi dönmez biliriz
Sık sık yazmak istiyorum, toparlayamıyorum aklımdakileri. Nereden başlayacağım bilmiyorum. Doğrusu artık buraya yazmak zevk vermiyor, döndüğümden beri eski hevesimi bulamadım. Burada tanıdıklarım burada değiller. Dinleyenim kim, anlattıklarım ne kadar anlam buluyor okuyanda bilmiyorum. Halbuki böyle endişelerim olmamalıydı. Sanırım artık beklentilerim farklı. Arkadaşlarım azaldıkça, işler yoğunlaştıkça, yalnız yaşamaya alıştıkça kendime yetmeyi öğrendim. Öğrendim mi? Bunu söyleyen ben miyim.
Parça parça olmuştum, kendimi toplamaya çalışırken aradaki o boşlukları insanlarla doldurmak istedim, tıpkı eskisi gibi. Yoktular. Evet, bir boşluk ki nasıl insanla dolsun / bilmiyorum var mı daha acısı.
Olmadıklarını idrak ettikten sonra iş başa düştü. İnsanlara kızamam, hepimizin yolları ayrıldı. İstesek de biraraya gelemiyoruz. Kimi tez yazıyor, kimi evlilik hazırlığında, kimi ailesinin yanına döndü, kimi başka şehirde yuva kurdu. Paylaştığımız şeyler farklılaştı, sığlaştı. Bu yüzden içimdekileri saklıyorum, istemsizce öğrendim bunu. Uğraşmıyorum birileri gelsin, hasbihal edelim, yarama merhem olsun diye. Sessizliğe ve kimsesizliğe alıştım. Galiba bu yüzden beklentilerim değişti diyorum.
Büyüklerin soğukkanlı, mesafeli, donuk hallerini eleştirirdim içten içe. Annemin arkadaş ortamına girince ne biçim ilişkiler bunlar, derdim, “sadece neler yaptıklarından bahsediyorlar”. Ruh yok, fikir yok, duygular yok. Herhangi birine anlatabileceğin şeyler; gazetelerde yazan, haberlerde duyurulan, ayaküstü söylenebilen. Üzülüyorum. Companionship olayını kaybettik büyürken. Küçüldü her şey. Dünyamız, algımız, kalbimiz küçüldü.
En son internette izlediğim Suriyeli mültecilerin hayatıyla ilgili bir belgeselde hıçkırıklarımı yuta yuta ağlamıştım, belki 4 5 ay olmuştur, bir de dün gece. Böylesi bir acı çekeceğimi, yani bu yüzden acı çekeceğimi düşünmezdim hiç. Yalnızlık hissi. İnsanlara bir şey anlatsan da ulaşamayacağın inancı. Kimsesizlik. Fıtratın derinliklerindeki acziyeti hep insanlarla bir şeyler paylaşarak unutuyormuşum, bastırıyormuşum demek ki. Aslında bu kadar anlatacak ne var, insanın yalnız olmasından daha doğal ne olabilir, her koşulda tek değil miydim diyorum ama olmuyor. Daha önce hiç böyle hissetmemiştim, gerçekten.
Babannem dedem öldüğünden beri yalnız yaşıyor köyde. 15 yıl oldu. Bahçesiyle uğraşır, Kur’an okur, zikir çeker. Birden onu hatırladım şimdi. Nasıl insan 15 yıl evinde yalnız yaşar, insan ne yapar? Allah’ım.
Dün bu saatte bir sürü martı süzülüyordu penceremin önünde. Bugün makinemi hazırladım ama gelmediler. Bu arada asıl yazmak istediklerim bunlar değildi. Ne kadar dağıttım belli değil. Umarım kısa zamanda döner ve devam ederim.
8 notes
·
View notes
Photo
❝Dinle: Hiçbir gerçek yoktur ki, karşıtı da gerçek olmasın! Yani şöyle: Bir gerçek ancak tek taraflıysa, dile getirilip sözcüklere dökülebilir. Düşüncelerle düşünülüp sözcüklerle söylenebilen ne varsa tek taraflıdır, hepsi tek taraflı, hepsi yarım, hepsi bütünlükten, mükemmellikten ve birlikten yoksun.❞ __________________________ [Hermann Hesse, Siddhartha]
8 notes
·
View notes
Text
Sanal Arkadaşlıklar Çok Kolay Tüketiliyor
Çağımızın temel sorunlarından biri olarak görülen yalnızlık, özellikle büyük şehirlerde yaşayan insanları etkisi altına alıyor. Psikolog Ayşe Yanık Knudsen, günümüzde modern insanların yalnızlığın çaresini internette bulduğunu belirterek ekliyor: "İnternet insanları birbirine yaklaştırırken aslında daha büyük bir yalnızlığa mahkum ediyor." Psikolog Ayşe Yanık Knudsen, neredeyse konuşmayı unutan, mesajlarla iletişim yolunu keşfeden modern toplum insanının artık duygularını da kablolar üzerinden gerçekleştirdiğini ifade ediyor. Her geçen gün eskilerinin yanına bir yenisi daha eklenen arkadaş, sevgili ve eş bulma sitelerinin binlerce kadın ve erkek üyesiyle duyguları internet üzerinden evlerimize taşıdığını belirtiyor. Aynı Evde İki Yabancıya Dönüşmek Asosyalleşen ve iletişim problemi yaşayan ya da hayatın hızlı akışı içinde kaybolmuş pek çok kişi tanışmak, sevgili olmak hatta evlenebilmek umuduyla bu siteleri ziyaret ediyor. Bekar, dul, boşanmış, evli yada ayrı yaşayan pek çok kadın ve erkeğin buluştuğu bu siteler, dejenere olmuş ikili ilişkilere de ayna tutuyor. Örneğin, evlerinin farklı odalarında evli ama yabancılaşmış bir çiftin her bir mensubu da bu sitelerin ziyaretçisi olarak boy gösteriyor. Kimi doyum sağlayamadığı cinsel hayatına renk katmak kimi de eşi tarafından yeteri kadar ilgi görmediği için giriyor bu sitelere. Problemleri çözmek yerine, eskisinin yerini bir yenisiyle doldurmaya çalışıyorlar. Sahte Profiller Kendimize Yabancılaşmanın Kanıtı Diğer taraftan kimliğimizi saklayabilmenin ya da bürünmek istediğimiz kimliklere sahip olmanın da iyi bir yolu bu siteler ve oluşturulan profiller. Psikolog Ayşe Yanık Knudsen, kendimize yabancılaşmanın bir kanıtının da bu olduğunu belirtiyor. Karşımızdakinin yüzüne kolayca söyleyemeyeceklerimizi özgürce ifade edebilmek, kusurlarımızı kolayca saklayabilmek ve hatta kusursuz görünebilmek sanal bir kişiliğe bürünmenin avantajları olsa gerek diye ifade ediyor. İnternet Sosyo-Ekonomik Durum Gözetmiyor Üniversite mezunu, sosyo- ekonomik düzeyi yüksek bireylerin de çok sık tercih ettiği bu sitelerden, genellikle yakın çevrelerinin de haberi olmuyor . Hatta bu durumdan utanıyorlar ama iş ve özel hayatın kesiştiği yerde bir boşluk var ve bunu da doldurmanın en kolay yolu seyrettiğimiz diziyi dahi kaçırmadan klavyenin tuşlarına dokunmak… Sosyal ilişkileri ve hatta evliliklerdeki iletişimi yok eden televizyondan sonra bilgisayar ve internet de ona eşlik edip duygu dünyamızı fethetmeyi başarırken diğer taraftan da Avrupalılaşma ya da medenileşme adı altında yok olan alt kültürümüzün bir parçasının daha elden gidiyor. Sanal Arkadaşlıklar Çok Kolay Tüketiliyor İnternet yoluyla arkadaş edinmenin olumsuz yönlerinden biri ilişkiye emek vermeden kolayca tüketmek olarak görülüyor. Çünkü seçenek çok ve ulaşmak çok kolay. Biri olmazsa diğeri olur derken aslında gerçek arayışımızın ne olduğunu unutup, bir süre sonra da doyum noktasından uzaklaşabiliyoruz. Kolayca söylenebilen yalanlar ve çok sık yaşanan hayal kırıklıkları reel dünyada yaşananların kat kat üstünde yaşanabiliyor bu arkadaşlık sitelerinde ve sonuç olarak da ciddi duygusal yaralanmalar ortaya çıkabiliyor. Sonuç olarak teknolojiyi kendisine hizmet ettirme çabası içerisinde olması gereken insanoğlu duygusal ve sosyal hayatını bile şartsız koşulsuz ona teslim ederek tehlikeli bir serüvenin içinde kendini ruhsal problemlerin kucağına bırakıyor.
0 notes
Text
Medyum sikayetleri
Geçim sağlamak için ihtiyaç duyduğumuz rızık aslında bize gizemli yollardan geliyor olabilir. “Şansın yaver gitmesi” gibi tanımlar ile düşündüğümüz bu konu, aslında arkasında büyük bir sır perdesi barındırıyor. Manevi alemlerin ne kadar güçlü olduğunu gözler önüne seren bu konu, insanların maddi konularda yaşadığı sorunları, farklı yollardan çözebileceğini de göstermekte.
İnsanların büyük kısmı, maddi kısmetsizlikleri fiziki sebeplere bağlama eğilimindedir. Kimi zaman tekrar tekrar denense ve artık kesin gözüyle bakılan şeylerin bile başarısız olduğu görülse de maneviyat çoğu kişinin aklına gelmiyor. Ancak, aslında manevi alemlerde oluşan bir tıkanıklığın çözümü ile bu tarz problemlerin ortadan kalkması gayet kolay. medyum şikayetleri
Medyum Ali Gürses’in çalışma alanlarından biri olan rızık açma vefkleri, dünyanın her ülkesinde ortak olarak yapılan çalışmalardan bir tanesi. Maneviyatın ve bu aleme ait enerjilerin her yerde ortak olması nedeniyle ortaya çıkan bu durum, aslında insanların bu alemlere ne kadar bağlı olduğunu gözler önüne seriyor.
Medyum Ali Hoca, rızık açma vefklerinin manevi dünyada yaşanan enerjisel düzensizlikleri ortadan kaldırdığından ve bu sayede dünyevi aleme olumlu yansımalar gerçekleştiğini belirtiyor. Bu düzensizlikler, yine o alemlere ait olan özel enerjiler kullanılarak aksine çevrilirken, fiziki dünyadaki yansımaları da kısa sürede görülebiliyor. medyum ali gürses
Çok hassas bir vefk uygulaması olan rızık açma çalışması sadece el verme yöntemi ile nesilden nesle aktarılan, iyi korunmuş yöntemlerle gerçekleştirilebilmekte. Medyum Ali Gürses gibi isimler tarafından nesillerdir korunan bu yöntemler, havas gibi ilimler sayesinde fiziki alemde kullanılabiliyor. Kişinin durumuna ve ihtiyaç duyulan çalışmaya göre tamamen farklı biçimlerde hazırlanan vefkler, ortalama bir hafta sürede teslim ediliyor ve etkisi anında görülmeye başlıyor.
Medyumluk işinin temeli olduğu söylenebilen vefk çalışmaları, insanların hayatını baştan aşağı değiştirebilecek kadar güçlü sonuçlar doğurabilir. İnsanların her ne kadar fiziki sebepler aramaya yatkınlığı bulunuyor olsa da manevi alemin unutulmaması oldukça önemli. Medyum hocaların sıkça dikkat çektiği bu konu, sadece rızık açma için değil, ilişkilerden ailevi yaşantıya kadar her alanı kapsıyor. Bu tarz durumlarda fiziki yöntemlerin tıkanması halinde, Medyum Ali Gürses gibi tecrübeli isimlere başvurulması ve bu konuya bir de manevi pencereden bakılması tavsiye ediliyor.
0 notes
Text
+ Elbette çok fazla ses buna cevap verdi. Söylediklerini dinlemiyor olmam, ağızlarından çıkan kelimelere yine de cevap niteliği kazandırır mıydı? Yoksa bunu cevap yapan benim algılarım mı olurdu? Camdan bakmaya devam ettim. İnsanları birbirlerine yakınlaştıran ve uzaklaştıran şeyleri düşündüm. İş yerindeyken, bazen öğlen yemeklerini yediğimiz bir esnaf lokantası vardı. Hiç tanımadığımız insanlar yanımıza otururken hep ‘afiyet olsun’ derlerdi. Bu kibarlığı, canlıların yaptıkları tüm kibarlığı Dünya’da ki hiçbir şeye değişmeyeceğimden yüzümdeki sıcak gülümsememle karşılık verirdim. İşte bu bizi yakınlaştırırdı. Eskiden nefret ettiğim karnabaharı büyük iştah ile yerken, belki de uzaklaştığımız insanlar ile bile yapmamız gereken tek şey, ufak bir esnaf lokantasında hiçbir şey konuşmadan, ayrı masalarda ama yanyana birbirimize ‘afiyet olsun’ demekti. Sevdiğim insanlara söyleyemediğim onca ‘seni seviyorumlar’ yerine kolayca söylenebilen nefret cümlelerini de barındıramazdı. Hakka, adalete, eşitliğe vermiş olduğum değeri, bununla pozitif bir ayrımcılığa çeviremezdim. O zaman hiçbir duygum gerçek olmazdı. Bir şeyi savunuyorsak, onu her yönüyle içselleştirmemiz gerekmez miydi? Kapıyı açar açmaz kalabalık yüzüme değil ama boğazıma sertçe vurdu. Gideceğimiz yerin İstiklal’in sonunda olmadığını umut ederek sohbete katıldım. Türkiye’nin durumundan, göç edenlerden, göç aldığımızdan bahsetmek sadece birkaç saniyemizi aldı. Görünen köy kılavuz istemezdi. Türkiye’de bu sohbetler doğduğunuz anda bilinçdışı yükleniyordu. Hem kalbimize hem de beynimize. Böylelikle işimize geldiğinde sadece bir tanesini seçip, yolumuza devam edebiliyorduk, değil mi? Hiç vicdanımızı sorgulamamıza gerek kalmıyordu. Tabi kaldıysa..
0 notes
Text
Türk Ceza Kanununda Ceza Sorumluluğunu Kaldıran veya Azaltan Nedenler
Hukuka uygunluk sebepleri
Ceza kanunu tarafından yasaklanan bir fiil, yine ceza kanununun özel bir hükmü veya diğer kanunlarda yer alan başka bir düzenleme ile meşru sayılıp cezalandırılmıyorsa bu duruma hukuka uygunluk sebepleri denilmektedir. 5237 sayılı 1- Kanun hükmünü (görevi) yerine getirme 2- Meşru Müdafaa 3- Hakkın kullanılması 4- İlgilinin rızası
1- Kanun hükmünü (görevi) ve verilen emri yerine getirme
“Kanunun hükmünü yerine getiren kimseye ceza verilmez” Kanunun hükmü kişiye herhangi bir konuda bir hak veya yetki vermişse, bunun öngörüldüğü şekilde uygulanması durumunda hukuka aykırılık söz konusu olmaz. Kanunun hükmünü yerine getiren kimse, işlemiş olduğu fiille, objektif olarak bir suçun maddi ve manevi unsurlarını gerçekleştirmektedir. Ancak bu fiil hukuka aykırı olmadığı için tipik olmasına rağmen suç oluşturmamakta ve bu nedenle kişi cezalandırılmamaktadır. Burada “kanun” deyiminden pozitif hukuk metinlerini, yani “yazılı hukuk kuralları”nı anlamak gerekmektedir. Kanun hükmünün yerine getirilmesinde, belli konularda kişiye kanun tarafından tanınan yetki, aynı zamanda o kişinin görevini de oluşturmaktadır. Bu anlamda, söz konusu hukuka uygunluk nedenini görevin ifası olarak anlamak gerekir. Örneğin, İcra İflas Kanununun verdiği yetkiyi kullanarak haciz işlemi yapmak için başkasının konutuna giren icra memurunun konut dokunulmazlığını ihlâl suçunu işlediği söylenemeyecektir. Kanun hükmünü yerine getirme kimi zaman sivil kişilere de yüklenebilir. Örneğin, kolluk görevlilerinin yanı sıra, suçu işlerken rastlanan bir kimseyi herkesin yakalama yetkisinin olduğu kabul edilmiştir. Bir vatandaşın şüpheliyi yakalayarak özgürlüğünü kısıtlaması hukuka uygun olacaktır. Yetkili bir merciden verilip, yerine getirilmesi görev gereği zorunlu olan bir emri uygulayan sorumlu olmaz. Konusu suç teşkil eden emir hiçbir surette yerine getirilemez. Aksi takdirde yerine getiren ile emri veren sorumlu olur. Emrin, hukuka uygunluğunun denetlenmesinin kanun tarafından engellendiği hallerde, yerine getirilmesinden emri veren sorumlu olur. Konusu suç oluşturan emir hiçbir surette yerine getirilemez. Buna karşılık hukuka aykırı emir bazı durumlarda yerine getirilebilir. Eğer hukuka aykırı emir, emri veren kişi tarafında yazı ile yenilenmişse emri alan memur bunu yerine getirir. Bu tür hukuka aykırı, ancak bağlayıcı olan emirlerin yerine getirilmesinden yerine getiren sorumlu olmaz; emri veren sorumlu olur.
2- Meşru Müdafaa (Haklı Savunma)
” Gerek kendisine ve gerek başkasına ait bir hakka yönelmiş,gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırıyı o anda hâl ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde defetmek zorunluluğu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez.” Meşru müdafaa hukuka uygunluk nedenlerinin en eskisidir. Günümüzde bu kurumu kabul etmeyen hukuk düzeni yok gibidir. Meşru müdafaa halinde işlenen eylem hukuka uygundur. Bunun nedeni hukuk düzeninin kendi koruduğu hakkın çiğnenmesine, yok edilmesine izin vermeyeceği düşüncesidir. Hukuk düzeni; bizzat varlığını haksızlıkların ortadan kaldırılmasında, adaletin sağlanmasında bulur. Kişiler tarafından bu tür haksızlıkları yok etmek için yapılan hareketleri de bu nedenle cezalandırmaz. Meşru müdafaanın bir hukuka uygunluk nedeni oluşturabilmesi yani haklı olabilmesi için saldırıya ilişkin koşullarla, savunmaya ilişkin koşulların gerçekleşmiş olması gerekir. Saldırıya İlişkin Koşullar Bir saldırının varlığı - Meşru Müdafaa Meşru savunmadan bahsedebilmek için ortada maddi nitelikte bir fiil, yani bir saldırı bulunmalıdır. Saldırı, kişinin hukuken korunan değerlerine zarar verme tehlikesi taşıyan veya zarar veren iradi insan davranışları olarak tanımlanabilir. Meşru savunmaya konu olacak fiilin mutlaka bir suç oluşturması şart değildir. Saldırının mutlaka bir insandan kaynaklanması gerekir. Kişinin iradi olarak hareket etme yeteneğine sahip olması ve fiilin saldırı teşkil etmesi, kendisine karşı meşru savunmada bulunulabilmesi için yeterlidir. Ayrıca işlemiş olduğu fiil bakımından kusurlu hareket etmesi gerekli değildir. Örneğin, suç isnat yeteneği olmayan akıl hastasına veya küçük çocuklara karşı da meşru savunmada bulunulabilir. Karşılıklı çatışma veya kavga gibi hallerde, ilk haksız saldırıya uğrayan kişi meşru savunmadan yararlanır. Mevcut, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak bir saldırının varlığı -Meşru Müdafaa Meşru savunma kanunun ifadesiyle “gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan saldırılar”a karşı olur. Mevcut saldırı, hali hazırda gerçekleşmekte olan saldırıdır. Gerçekleşmesi muhakkak olan saldırı ise, henüz icrasına başlanmamış olmakla birlikte eldeki somut verilerden işleneceği kesin olarak söylenebilen saldırıdır. Tekrarı muhakkak olan saldırı ise, daha önce gerçekleştirilmiş olmakla birlikte yinelenecek olan saldırıdır. Örneğin, eline sopayı alıp hasmına vuran kişinin saldırısı mevcuttur. Eline sopayı alıp hasmına doğru koşmaya başlayan kişinin, bir saldırı gerçekleştireceği muhakkaktır. Hasmına sopayla saldırıp vuran kişinin sopayı bırakıp bu kez yerden eline taş alması halinde tekrarı muhakkak bir saldırı vardır. Saldırı savunmada bulunan kişinin bizzat kendisine veya üçüncü bir kişinin herhangi bir hakkına yönelik olmalıdır Bir kişi gerek kendisinin gerek başkasının herhangi bir hakkına yönelik olarak gerçekleştirilen saldırılara karşı meşru savunmada bulunabilir. Yine meşru savunma, kişilere ait bütün haklar bakımından söz konusu olabilir. Dolayısıyla kişi, yaşama hakkına veya vücut tamlığına yönelik saldırılara karşı meşru savunmada bulunabileceği gibi, malvarlığına yönelik saldırılar bakımından da meşru savunmada bulunabilecektir. Savunmaya İlişkin Koşullar Savunma Zorunluluğu Koşulu- Meşru Müdafaa Meşru müdafaanın en önemli koşullarından biri olan bu şarttan saldırıdan savunmada bulunmaksızın kurtulma olanağının bulunmaması yani saldırının başka suretle uzaklaştırılması olanağının yokluğu anlaşılır. Savunmada zorunluluk olup olmadığını, soyut olaylara göre değil somut olaydaki durum ve koşullara göre değerlendirmek gerekir. Genellikle saldırıdan kolluğa haber vermek suretiyle kurtulma olanağı varken ya da ufak bir takım hareketlerle kaçınma olanağı varken; bunu yapmayarak, savunmada bulunma durumunda, meşru müdafaadan yararlanmanın söz konusu olamayacağı kabul edilmektedir. Buna karşılık kaçma olanağı varken kaçmayarak, kendini savunan kişinin de meşru müdafaadan yararlanması doğaldır. Çünkü hukuk düzeninde, kişinin kaçmasına ilişkin bir yükümlülük yoktur. Saldırı ile savunma arasında oran bulunması- Meşru Müdafaa Saldırı ile savunma arasında belirli bir oranın bulunması; saldırıya uğrayan hakkın konusuna ve kullanılan vasıtaya göre değerlendirilmek gerekir. Kanunumuz; kişiye yönelik haklara karşı bir saldırı söz konusu olduğundan, meşru müdafaayı kabul etmiştir. Bu yüzden, bu koşul çok önemlidir. Bunun için yapılan savunmanın ihlal ettiği hak ve menfaat arasında bir denge aranacaktır. Kendisini tokatla döven kimseyi yaralama ya da öldürmede bu oran yoktur. Olayda gerekli orantının değerlendirilmesi saldırının objektif ağırlığına göre belirlenebilecektir.Fakat bununla yetinilmeyerek; kendisine saldırılanın kişisel durumu da dikkate alınacaktır. Kullanılan vasıtalar bakımından da saldırı ile savunma arasında oran bulunması şarttır. Ancak kullanılan vasıtaları eşit anlamak ya da aynı nitelikte anlamak gerekmez. Önemli olan kullanılan vasıtayı, yapılan saldırıyı uzaklaştırmaya yetecek ölçüde kullanmaktır. Bütün bunlar somut olaydaki hal ve koşullara göre değerlendirilir. Savunmada zorunlu sınır aşıldığında, savunmada aşırılığa kaçılmış olduğu için, eylem hukuka aykırı sayılır ve faile indirimli ceza verilir.
3. Hakkın Kullanılması
“Hakkını kullanan kimseye ceza verilmez” Hukuk düzeni kişilere herhangi bir konuda hak tanımış ve bu hakkın sınırları içinde bir fiil gerçekleştirilmişse, artık hakkın kullanılmasını oluşturan fiil hakkında hukuka aykırılık değerlendirmesinde bulunulamaz. Hakkın kullanılması hukuka uygunluk sebebinin ceza kanunu ile düzenlenen şartları şu şekildedir: • Kişi tarafından doğrudan doğruya kullanılabilen sübjektif bir hakkın bulunması • Kişinin hakkını tanınma sebebinin sınırları içinde kullanması • Hakkın kullanılması ile işlenen ve tipe uygun olan fiil arasında nedensellik bağının bulunması Örnek: Kişinin kendini mahkeme huzurunda savunurken bir başkasına somut dayanak noktalarını da göstererek bir fiil isnat etmesi hakaret suçunu oluşturmaz. Zira savunma hakkı kapsamında kendisine böyle bir yetki tanınmıştır.
4. İlginin Rızası
“Kişinin üzerinde mutlak surette tasarruf edebileceği bir hakkına ilişkin olmak üzere, açıkladığı rıza çerçevesinde işlenen fiilden dolayı kimseye ceza verilmez.” İlgilinin rızası çerçevesinde işlenen fiil hukuka aykırı olmayacağı için suç teşkil etmeyecektir. • Kişinin üzerinde mutlak surette tasarrufta bulunabileceği bir hakkın varlığı gereklidir. • Kişi rızaya ehil olmalıdır. Rıza gösterdiği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını anlama yeteneği bulunan kişinin göstermiş olduğu rıza hukuken geçerlidir. • İlgilinin rızasının fiili hukuka uygun hale getirebilmesi için, rızanın geçerli bir şekilde açıklanmış olması gerekir.Rıza açıklaması, açık veya örtülü, yazılı veya sözlü olabilir. Ceza Sorumluluğunu Kaldıran Nedenlerde (Hukuka Uygunluk Nedenlerinde) Sınırın Aşılması Sınırın kasten aşılması Sınır kasten aşılmışsa ceza indirilmez faile tam ceza verilir. Örneğin, meşru savunmada bulunan kişi saldırıyı defetmek için saldırganı öldürmenin şart olmadığını bile bile ve sırf saldırıya uğramış olması fırsatından yararlanarak saldırganı öldürmüşse sınırın aşılması nedeniyle bir ceza indiriminden yararlanmaz. (Ancak koşulları varsa haksız tahrikten yararlanabilir). Sınırın taksirle aşılması TCK’nın 27/1. maddesine göre, “Ceza sorumluluğunu kaldıran nedenlerde sınırın kast olmaksızın aşılması halinde, fiil taksirle işlendiğinde de cezalandırılıyorsa, taksirli suç için kanunda yazılı ceza indirilerek hükmolunur”. Yani hukuka uygunluk nedenlerinde sınır taksirle aşılmışsa, taksirli suçtan ceza verilir ve bu ceza indirilir. Suçun taksirli şekli kanunda düzenlenmemişse hiç ceza verilmez. Örneğin sınır taksirle aşılarak insan yaralanmışsa, faile taksirle yaralama suçundan indirilmiş ceza verilir. Sınır taksirle aşılarak mala zarar verilmişse faile hiç ceza verilmez. Çünkü taksirle mala zarar verme, TCK’da suç olarak düzenlenmemiştir. Meşru savunmada sınırın heyecan, korku veya telaşla aşılması: Meşru savunmada sınırın aşılması mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelmiş ise faile ceza verilmez. Read the full article
#AvukatMehmetCansız#cezaavukatı#CezaSorumluluğunuKaldıranveyaAzaltanNedenler#Hakkınkullanılması#İlgilininrızası#Kanunhükmünü(görevi)yerinegetirme#MeşruMüdafaa#TCK'daCezaSorumluluğunuKaldıranveyaAzaltanNedenler
0 notes