#pencerelerden seyret
Explore tagged Tumblr posts
gunciuzlet · 2 years ago
Text
cenab-ı hakk'ı tanıyan ve seven, nihayetsiz saadete, nimete, envâra, esrara; ya bilkuvve veya bilfiil mazhardır. onu hakikî tanımayan, sevmeyen; nihayetsiz şekavete, âlâma ve evhama manen ve maddeten mübtela olur. evet şu perişan dünyada, âvâre nev'-i beşer içinde, semeresiz bir hayatta; sahibsiz, hâmisiz bir surette; âciz, miskin bir insan, bütün dünyanın sultanı da olsa kaç para eder. işte bu âvâre nev'-i beşer içinde, bu perişan fâni dünyada; insan, sahibini tanımazsa, mâlikini bulmazsa, ne kadar bîçare sergerdan olduğunu herkes anlar. eğer sahibini bulsa, mâlikini tanısa, o vakit rahmetine iltica eder, kudretine istinad eder. o vahşetgâh dünya, bir tenezzühgâha döner ve bir ticaretgâh olur. "Allah birdir. başka şeylere müracaat edip yorulma, onlara tezellül edip minnet çekme, onlara temelluk edip boyun eğme, onların arkasına düşüp zahmet çekme, onlardan korkup titreme. çünki sultan-ı kâinat birdir, her şeyin anahtarı onun yanında, her şey'in dizgini onun elindedir; her şey onun emriyle halledilir. onu bulsan, her matlubunu buldun; hadsiz minnetlerden, korkulardan kurtuldun. ey insan! sen kendini, kendine mâlik sayma. çünki sen kendini idare edemezsin, o yük ağırdır. kendi başına muhafaza edemezsin, belalardan sakınıp, levazımatını yerine getiremezsin. öyle ise beyhude ızdıraba düşüp azab çekme, mülk başkasınındır. o mâlik, hem kadîr'dir, hem rahîm'dir; kudretine istinad et, rahmetini ittiham etme. kederi bırak, keyfini çek. zahmeti at, safayı bul. manen sevdiğin ve alâkadar olduğun ve perişaniyetinden müteessir olduğun ve ıslah edemediğin şu kâinat, bir kadîr-i rahîm'in mülküdür. mülkü sahibine teslim et, ona bırak. cefasını değil, safasını çek. o hem hakîm'dir, hem rahîm'dir. mülkünde istediği gibi tasarruf eder, çevirir. dehşet aldığın zaman, ibrahim hakkı gibi "mevlâ görelim neyler, neylerse güzel eyler" de, pencerelerden seyret, içlerine girme.
bediüzzaman said nursi قُدِّسَ سِرُّهُ
21 notes · View notes
kur-an-ve-risalei-nur · 7 months ago
Text
Tumblr media
⭐⭐⭐⭐⭐
Üstadımın Risale-i Nurlarda geçen bir cümlesi var beni hem düşündürür hem de tebessüm ettirir.
O cümle şu: "hakim kendisi müddei olsa kime şekva edilir?"
Yani "hakimin kendisi davacı olsa kime şikayet edilir?"
Bazen yaşadığımız imtihanlarda insanların eliyle başımıza bir şeyler gelir. Oysa hakikatte bu yaptığımız bir kusurun belki bir eksikliğin karşılığı olabilir. İnsan bunu anladıkça olaylara, insanlara takılmadan hakikatte muhatabının Allah olduğunu anlıyor. Bunu bildiği noktada ise ne bir şikayeti kalıyor ne de kendini savunabilecek bir tarafı.
Ve geriye sadece susmak ve olayları uzaktan izlemek kalıyor.
Yani Üstadımızın bir başka cümlesi ile bitirelim o zaman :
"pencerelerden seyret içlerine girme" diyor usulca...
⭐ Hayırlı Cumalar...
Cumanın Feyz ve Bereketi Üzerinize Olsun
____________°🌺💞🌸°______________
🎀
24 notes · View notes
yakazakalb · 1 year ago
Text
Tumblr media
Böyle sosyal medyanın olmadığı zamanlar herkesin uzaktan tanıdığı, sevdiği muhabbet beslediği zamanlar... Hani bir radyo programı dinliyorsunuz, yapımcı çok hoşunuza gidiyor, dinledikçe seviyorsunuz. Sonra bir gün onu görünce büyü bozuluyor. Ya da okuduğunuz bir kitabın yazarı...
Hayattaki bazı şeylerin de büyüsünü bozmamak lazım. Sırlamış senin için Mevla'm. Daha çok haz alasın, daha çok bağlanasın peşine düşesin, hayretin, gayretin artsın diye hayat esrarlı bazen. Bazı şeyleri o kadar çok istiyoruz ki sonra oluyor büyüsünü bozuyoruz. Eski tat ve lezzetimiz kalmıyor.
Gayp bu yüzden gayb aslında. Hikmet gizlenmiş hadiseye. Bu yüzden... Teslimiyet ve huzur için... Şüphe ve isyan için değil. Ve zaman en büyük müfessir. Huzurun kaçmadan o tılsım bozulmadan hikmet/i sana görünür bir gün, bir zaman.
Ne diyordu Bediuzzaman.
"Pencerelerden seyret, içlerine girme" ...
🌿🌿 Bir genç varmış. Karşı köyden bir kızı severmiş. İki köy arasında bir göl varmış ve aşık maşuğunu görmek için her gece o gölü geçermiş yüzerek. Bir gün yine geçmiş bir de bakmış ki sevdiğinin gözü şaşı. Demiş, senin gözlerin şaşıymış ben nasıl fark etmedim ? Sevdiği demiş geçme bu gece karşıya, burda kal. Gönle şüphe düştü kalır mı aşık, kalmamış. Geçememiş o gece gölü boğulmuş yok olmuş suda. Demesi o ki aşk şüphe götürmez. Kalpte Rabbin rızasından ötesi varsa boğulur gidersin .
27 notes · View notes
haldenhale · 1 year ago
Text
Sosyal medyanın olmadığı zamanlar herkesin uzaktan tanıdığı, sevdiği muhabbet beslediği zamanlar... Hani bir radyo programı dinliyorsunuz, yapımcı çok hoşunuza gidiyor, dinledikçe seviyorsunuz. Sonra bir gün onu görünce büyü bozuluyor. Ya da okuduğunuz bir kitabın yazarı...
Hayattaki bazı şeylerin de büyüsünü bozmamak lazım. Sırlamış senin için Mevla'm. Daha çok haz alasın, daha çok bağlanasın peşine düşesin, hayretin, gayretin artsın diye hayat esrarlı bazen. Bazı şeyleri o kadar çok istiyoruz ki sonra oluyor büyüsünü bozuyoruz. Eski tat ve lezzetimiz kalmıyor.
Gayp bu yüzden gayb aslında. Hikmet gizlenmiş hadiseye. Bu yüzden... Teslimiyet ve huzur için... Şüphe ve isyan için değil. Ve zaman en büyük müfessir. Huzurun kaçmadan o tılsım bozulmadan hikmet/i sana görünür bir gün, bir zaman.
Ne diyordu Bediuzzaman.
"Pencerelerden seyret, içlerine girme" ...
5 notes · View notes
revnaktarblog · 2 years ago
Text
Allaha aidiz. Ona döneceğiz. Hikmetini gözümüzle göremediğimiz aklımızla kavrayamadığımız çok şey oluyor. Fakat iman ediyoruz ki Rabbimiz çok merhametli. Hem hakîm hem Rahim.
Şu hakikatleri bu günlerde hatırlamak lazım.
Mülk umumen Onundur. Sen, hem Onun mülküsün, hem memlûküsün, hem mülkünde çalışıyorsun. Şu kelime, şöyle şifalı bir müjde veriyor ve diyor:
Ey insan! Sen kendini, kendine mâlik sayma. Çünkü sen kendini idare edemezsin. O yük ağırdır; kendi başına muhafaza edemezsin, belâlardan sakınıp levazımatını yerine getiremezsin.
Öyle ise, beyhude ıztıraba düşüp azap çekme. Mülk başkasınındır. O Mâlik hem Kadîrdir, hem Rahîmdir. Kudretine istinad et; rahmetini ittiham etme. Kederi bırak, keyfini çek. Zahmeti at, safâyı bul.
Hem der ki: Mânen sevdiğin ve alâkadar olduğun ve perişaniyetinden müteessir olduğun ve ıslah edemediğin şu kâinat, bir Kadîr-i Rahîmin mülküdür. Mülkü sahibine teslim et. Ona bırak; cefâsını değil, safâsını çek. O hem Hakîmdir, hem Rahîmdir. Mülkünde istediği gibi tasarruf eder, çevirir. Dehşet aldığın zaman, İbrahim Hakkı gibi “Mevlâ görelim neyler / Neylerse güzel eyler” de, pencerelerden seyret, içlerine girme
8 notes · View notes
kahvemindumanii · 3 years ago
Text
Hem der ki: Manen sevdiğin ve alâkadar olduğun ve perişaniyetinden müteessir olduğun ve ıslah edemediğin şu kâinat, bir Kadîr-i Rahîm’in mülküdür.
Mülkü sahibine teslim et, ona bırak; cefasını değil, safasını çek. O, hem Hakîm’dir hem Rahîm’dir. Mülkünde istediği gibi tasarruf eder, çevirir. Dehşet aldığın zaman, İbrahim Hakkı gibi ”Mevla görelim neyler / Neylerse güzel eyler.” de, pencerelerden seyret, içlerine girme.
31 notes · View notes
katrenurblog · 3 years ago
Text
Tumblr media
"Mânen sevdiğin ve alâkadar olduğun ve perişaniyetinden müteessir olduğun ve ıslah edemediğin şu kâinat, bir Kadîr-i Rahîmin mülküdür. Mülkü sahibine teslim et. Ona bırak; cefâsını değil, safâsını çek. O hem Hakîmdir, hem Rahîmdir. Mülkünde istediği gibi tasarruf eder, çevirir. Dehşet aldığın zaman, İbrahim Hakkı gibi
'Mevlâ görelim neyler,
Neylerse güzel eyler.'
de, pencerelerden seyret, içlerine girme." 🍃
56 notes · View notes
hayal-olsun · 3 years ago
Text
Mülkü sahibine teslim et, ona bırak.. cefasını değil, safasını çek. O hem Hakîm'dir, hem Rahîm'dir. Mülkünde istediği gibi tasarruf eder, çevirir. Dehşet aldığın zaman, İbrahim Hakkı gibi :
"Mevlâ görelim neyler, neylerse güzel eyler," de,
pencerelerden seyret, içlerine girme.
{ Mektubat - Risale-i Nur }
39 notes · View notes
omrcn · 4 years ago
Text
Hem der ki: Mânen sevdiğin ve alâkadar olduğun ve perişaniyetinden müteessir olduğun ve ıslah edemediğin şu kâinat, bir Kadîr-i Rahîmin mülküdür. Mülkü sahibine teslim et. Ona bırak; cefâsını değil, safâsını çek. O hem Hakîmdir, hem Rahîmdir. Mülkünde istediği gibi tasarruf eder, çevirir. Dehşet aldığın zaman, İbrahim Hakkı gibi “Mevlâ görelim neyler / Neylerse güzel eyler” de, pencerelerden seyret, içlerine girme.
Bediüzzaman Said Nursî
5 notes · View notes
siyahvssiyah · 4 years ago
Text
Dehşet aldığın zaman, İbrahim Hakkı gibi “Mevlâ görelim neyler, neylerse güzel eyler” de, pencerelerden seyret, içlerine girme.
Mektubat-Yirminci Mektup
51 notes · View notes
nurunalanur98 · 4 years ago
Text
Mevlâ görelim neyler ,Neylerse güzel eyler' de, pencerelerden seyret, içlerine girme.
#04.40
2 notes · View notes
belkidebirharfimben · 4 years ago
Text
Bir kalp kaç defa sever?
“Neden mutsuzuz? Neden paltoların üzerimize oturup oturmadığı, düğmeleri ilikleyip iliklemememiz gerektiği böylesine huzursuz ediyor bizi?” Virginia Woolf, Pazartesi ya da Salı’dan…
Sonra bir bakıyorsun birçok şey için geç kalmışsın. ‘Birçok’ deyince az sayma arkadaşım. İhtimaller kadar arttırabilirsin. Şunu olabilirdin, bunu yapabilirdin, onu başarabilirdin. Bu böyle olmasa şöyle olurdu. Şu şöyle olmasa böyle olurdu. Hepsi hatırına geliyor. Kan beynine hücum ediyor. Diyorsun ki: Ya Rabbi bu nasıl bir imtihan? Aslıların tamamına tılsımlı elbiseler giydirmişsin. Ortalarına bir Kerem bırakmışsın beni. Bir kere değil yanışım üstelik. Sarılıp sarılıp tekrar yanıyorum. Yanıp yanıp tekrar diriliyorum. İhtirasım küllerimi ölümde bırakmıyor. Asla yetişemeyeceğim bir dünyanın peşinde koşuyorum.
Uyanınca anımsayamadığım rüyaları özlüyorum. Say ki arkadaşım: Ayyüzlü güzeller koridorundayım. Aynam küçük. Yansımalar sığmaz. Sığanlar durmaz. Ve bir de şu: Hepsine temayülüm var. Halbuki hepsi verilmez. Verilse ben küçük bir konağım. Şu konak o kadar misafiri kaldırmaz. Yetmem, yetişemem, yerleştiremem! Ama yetişecek gibi bir iştahım, hevesim ve hırsım var.
Madem yetmem, madem yetişemem, öyleyse neden âşık edildim onlara? Neden oltalara müptela, ağzı kanca yarasından delik deşik, tehevvürde bir balığım? ‘Aldırmamayı’ neden beceremiyorum? Neden her yemi ısırıveriyorum arkasını yoklamadan? Fenasına bakmadan. ‘Yoklarmış gibi’ neden davranamıyorum? “Pencerelerden seyret, içlerine girme!” desem de olmuyor. Seyrettiğimin kalbinde kalmak istiyorum. Başarabildiğim ne peki? Hiç. Önlerinde oyalanamıyorum bile.
Saklamaya çalışsam saklayamam. Tutmaya çalışsam tutamam. Sevmelerini istesem de sevmezler. Kaldı ki bir kalple zaten hepsine yetişemem. Yalnız bu da değil derdim arkadaşım. Dahası var. Çok dahası var. Koşarken de yaşlanıyorum üstelik mesela. Tutmaya çalıştığım şeyleri yakaladığım anda, ya onlar, ya ben (veya ikimiz birden) gitmeye başlıyoruz. Aynı hızda koşmuyoruz çünkü. Ya onlar aceleci ya ben. Ya onlar ağırdan alıyor ya ben. Ayrılık kaçınılmaz. Hasret mutlaka.
Sonra mürşidimin şöyle dediği hatırıma geliyor: “Şu hercümerç âlemde ve rüzgâr deveranında, hiçbir şey kararında kalmadığından, biçare kalb-i insan her vakit yaralanıyor. Elleri yapıştığı şeylerle, o şeyler gidip ellerini paralıyor, belki koparıyor. Daima ıztırap içinde kalır. Yahut gafletle sarhoş olur.”
Sahi: Hiçbir şey durmuyorsa kalmanın ne anlamı var? Ki durulmayan yerde ‘kalmak’ da yalandır. “Fırtınalı bir muharebe zamanı olduğundan hiçbir şey kararında kalmaz; ya mahvolur veya tebeddül eder, gider.” Mecbur muyum bu fırtınanın kahrını çekmeye? Onlar giderken mendil sallayan olmaya mecbur muyum? İnsan, bir dikenli teli avuçlarında sıkmak, sonra çekilişini kanaya kanaya seyretmek için mi yaratılmıştır? Yaratılış acıya mahkûm edilmek midir? Şahitlik yalnız acının şahitliği midir? Sonbaharda soluşu izlemek, fanilerde ölüşü izlemek, yolcularda gidişi izlemek… En yakınlarını ellerinle gömmek midir yaşamak? Her bayramda hatırlamak mıdır yokluklarını? Unutulduklarına şahit olmak mıdır?
Mürşidim teselli bahsinde ise şunları söylüyor: “Şu nihayetsiz muhabbetler nihayetsiz bir kemâl ve cemâl sahibine mahsustur. Ne vakit hakikî sahibine verdin, o vakit bütün eşyayı Onun namıyla ve Onun âyinesi olduğu cihetle, ıztırapsız sevebilirsin. Demek şu muhabbet doğrudan doğruya kâinata sarf edilmemek gerektir. Yoksa muhabbet, en leziz bir nimet iken, en elîm bir nikmet olur.”
“Allah’ı sev!” demekle Allah sevilmez arkadaşım. Ya? Allah’ı sevmenin cana da iyi geldiği anlaşılırsa Allah sevilir. Benim kafamı, Allah razı olsun ondan, Bediüzzaman taşlara sürttü. Nasıl bir sürtmek bu? “Bu iş böyle olmayacak kabul et!” dedirtti önce. Canımı acıtan şeyleri unutmayı seçerdim ben. O hatırlatmayı seçti. Bir tren misali vardı mesela. Onu okuduğumda bahsedilenin ben olduğumu anladım. Bir kitap nasıl mürşid olur? Bir kitap orada anlatılanın ‘sen’ olduğunu farkettiğinde mürşid olur. İçindeki asl-ı insana dokundukça, ‘nefsini ıslah ettik’çe, talebesi de sanır ki “Efendim benden bahsediyor.” Hayır, yanlış, efendin senden bahsetmiyor. Ama, evet, her âdemî kıssada senin bir payın var.
İşte onlardan birisi: “Baktım ki, ben tünel içinde sukut eder gibi bir sür’atle giden bir şimendifer içindeyim. Telâş ettim. Fakat ne çare ki hiçbir tarafa kaçılmaz. Garaipten olarak, o şimendiferin iki tarafında pek cazibedar çiçekler, leziz meyveler görünüyordu. Ben de akılsız acemiler gibi onlara bakıp elimi uzattım. O çiçekleri koparmak, o meyveleri almak için çalıştım. Fakat o çiçekler ve meyveler dikenli mikenli; mülâkatında elime batıyor, kanatıyor, şimendiferin gitmesiyle mufarakatinden elimi parçalıyorlar, bana pek pahalı düşüyorlardı.”
“Din kolaylıktır!” buyuruyor ya Aleyhissalatuvesselam. Hayatımla şahitlik edebilirim buna. Çünkü tüm taşlar yerine oturdu imanımla. Bu nedenle diyebilirim ki: Dinin kolaylığı en çok tevhiddedir. Nasıl bir kolaylıktan bahsediyorum? Risale-i Nur’da aratsan pekçok türünü bulursun. Hatta sırf “Tevhid, kolaylık ve suhulet kelimeleri kaç kere yanyana geliyor?” nazarıyla baksan şaşar kalırsın. Bir tanesini alayım buraya da kolaylık olsun: “İşte vahdette ve tevhidde ne kadar kolaylık ve şirkte ve dalâlette ne kadar müşkilât var olduğunu anla.”
Tevhid kalbe kolaylıktır. Nasıl? Önce ‘sevileceklerin sayısını azaltarak’ yapar bunu. Çünkü o ayyüzlülerin herbirinde bir güzellik var. Hangisini tutmaya çalışsan gözün diğerine kayar. “Daha yok mu?” diye sorarsın tıpkı Kur’an’da cehennemin dilinden sorulduğu gibi. “O gün deriz cehenneme: Doldun mu? Ve der ki: Daha yok mu?” Bu biraz da, cehennemin lisanından söylenen, cehennemliklerin halet-i ruhiyesidir bence. Cehennemlikler de tıpkı cehennem gibidir zira. Doymak bilmezler. “Daha yok mu?” diyen bir hırsla yaşarlar hayatı. Ki bahsettiğim, kalbimdeki zakkum-u cehennem, yani cehennemim de buna benzer birşeydi. Doymak bilmeyen halimdi. Başka tasvirler de bulursun Kur’an’da ehl-i cehennemin tabiatına dair: İçtiklerine rağmen susuzluklarının geçmemesi vs. Onlardan hareketle de söylüyorum arkadaşım: Cehennem bir doymak bilmezliktir en çok. Cennetse der: Ben bir kanaat yurduyum.
İşte iman ile benim kazandığım en büyük kolaylık bu: “Şu nihayetsiz muhabbetler, nihayetsiz bir kemâl ve cemâl sahibine mahsustur. Ne vakit hakikî sahibine verdin; o vakit bütün eşyayı Onun namıyla ve Onun âyinesi olduğu cihetle ıztırapsız sevebilirsin.” Herşeyi ayrı ayrı sevmeme, farketmeme, âşık olmama, nazar etmeme, tatmama, koklamama, sarılmama, görmeme, saklamama gerek yok. Tren penceresinden seyrederek de mutlu olabilirim. Bu mümkün. Dikenli mikenli şeyleri tutmama ihtiyaç kalmadı. Lazım el benimki değil. Öyle birisine inanıyorum ki artık, aslında bütün bu güzellikleri o yaratıyor, cemalî hazinesinden nakışlarla işliyor. Ve Kur’an’da Zât-ı Şerif’i hakkında diyor: “Her hayır Onun elindedir.”
Ve eğer Onu seversem ve kendimi Ona sevdirirsem, bütün bunları benim için saklayabilir. Kudret elinde, lütuf elinde, ihsan elinde, hayır elinde tutabilir. Sonra bana onları geri verebilir. Unuttuğumda hatırlatabilir. Ayrıldığımda kavuşturabilir. Bu nasıl bir omuzdan yük atmak biliyor musun? Tarif edilmez birşey! Mutlak bir ayrılık kalmıyor böylece âlemde. Yalnız gaybıma taşınıyor nesneler. Yokluğa taşınmıyor. Mutlak bir acı yok. Hepsinin tesellisi kader, yani daire-i ilim, bir nevi saklama dolabı. Kudret muthafını farkeden yemeğin bitmesine üzülmüyor. Demek ki: Tevhid sevileceklerin de sayısını azaltıyor. Hatta birliyor.
Azaltmak kolaylıktır. Paltoyu, düğmeleri, gömleği, giyimi düşünmemek kolaylıktır. Kalbe kolaylıktır. Bitirirken son bir not. Buradan bakınca şu ayet ne muhteşem görünür arkadaşım: “(Resulüm!) onu (vahyi) çarçabuk almak için dilini kımıldatma. Vahyolunanı kalbine yerleştirmek ve sana okutturmak Bize düşer.“
6 notes · View notes
kur-an-ve-risalei-nur · 4 years ago
Text
Tumblr media
⭐ ⭐ ⭐ ⭐ ⭐
Hafiflik , uçmaya sebebdir.. hafifletmek lazım belimizdeki yükümüzü...
Aziz Üstadım akılsız adamın özelliklerinden bahsederken
" gemiye binmiş lâkin yükünü gemiye bırakmıyor, üstelik " ben taşırım, belki zâyi olur, neme lazım" diyerek onca yükü bel ve başında taşıyor, demişti...
Bu düşünce koca gemiyi yüzdürebilen ve geminin sahibi olan zâtâ itimad etmediğimizi gösteren bir histir..
Dünya kocaman bir gemi Bahar ...
kendi ağır olduğu gibi içindeki her işte acibtir ki dünya kadar ağır.
Ağırlığı hissediyor olman, onları hâlâ üzerinde taşıyorsun anlamına gelmesin!!..
Heyhât !..
Ne vakte kadar dayanabilirsin...
Acizsin, zâifsin, belin bükülür, başın döner, yükün ile beraber denize düşersin...
Ey bahar !
Hakiki imanı elde et...
Et ki dünya hadiseleri anlamına gelen dalgalar seni yutmasın...
"Tevekkeltü âlellah" de emniyetle dalgalar üzerinde seyran et.
Bütün ağırlıklarını Kadir-i mutlakın kudret eline bırak... O kaldırır... rahatla dünyadan geç, berzahta istirahat et...
sonra saadet-i ebediyeye girmek için Cennete uçabilirsin...
Ey nefsim,
eğer tevekkül etmezsen,
dünyanın ağırlıkları uçmana değil,
aşağıların aşağısı denilen
esfel-i safiline çeker...
İnsandan aşağı ( mertebe olarak) ne var ?...
Hayvan ve bitkiler... hah işte onlardan aşağı düșersin...
Çünkü dünya saadeti cihetinden onlar senden mutlu ise ; sen dünyanın ağırlığını taşıdığın için onlardan aşağıdasın, farket.
Sen burada misafirsin ruhum !
azaların,
evin,
ailen,
emanet âletler, mahluklar ;
arıza verebilir, hasta olabilir, gidebilir, yitebilirler ... Dehşet alabilirsin, çokk normal... sen onları sahibine teslim et... rahatla...
Çok dayanılmaz hal alınca hadiseler "
Mevla görelim neyler, neylerse güzel eyler " de... pencerelerden seyret, içlerine girme.
Demeliyiz.... 🤗🌺🥰
________________°🌺💞🌸°_________________
🎀
10 notes · View notes
etbanur · 5 years ago
Text
Manen sevdiğin ve alâkadar olduğun ve perişaniyetinden müteessir olduğun ve ıslah edemediğin şu kâinat, bir Kadîr-i Rahîm'in mülküdür. Mülkü sahibine teslim et, ona bırak; cefasını değil, safasını çek. O, hem Hakîm'dir hem Rahîm'dir. Mülkünde istediği gibi tasarruf eder, çevirir. Dehşet aldığın zaman, İbrahim Hakkı gibi "Mevla görelim neyler / Neylerse güzel eyler." de, pencerelerden seyret, içlerine girme.
• Risâle-i Nur
31 notes · View notes
ceffelkalem · 4 years ago
Text
Aslında bütün mesele, evet bütün mesele şu: Varlıklar kimin? Biz kime aidiz? Şu dalların üzerinde hışırdayarak salınan yeşil ve sarı yapraklar kimin? Rüzgâr kimin? Yer kimin? Gök kimin? Ya şu biten ömür?
Tırnaklarını kim uzatıyor günbegün? Bedeninin takatini kim söküp alıyor da yaşlılık veriyor sana? Ateşin üzerindeki yemeği kim pişiriyor? Başını kim ağrıtıyor? Sen yürüdükçe bacaklarını kim yoruyor? Kim hayat veriyor kurumuş ağaçlara? Tepeden tırnağa incelik akan bir kedinin yüzü kimin şaheseri? Kim hayat kadar bir nimet olan ölümün sahibi? Kim ruhlara ceset giydiriyor, kim cesetleri ruhlardan soyuyor?
Kim senin sahibin? Biz kimin kölesiyiz? Kimin mülkünde yaşatılıyoruz? Kimin mülkünde çalışıyoruz?
İnsan hayatını istediği gibi yaşamalıdır; ne safsata... İnsan kendine aittir; büyük yalan...
Kim yaratıp sofrana koyuyor bir havucu? Marullara o fırfırlı tazeliği yerleştiren kim? Kim bir yıldızı ateş topu gibi alev alev yakarken bir diğerini söndürüyor? Kim pişiriyor fırında mis gibi kokan o simitleri? Ateşi harlayan kim? Dünyayı kim güneşin etrafında pervane ediyor? Güneş patlamaları kimin eseri? Kim rahmet bulutlarını muhtaç olanların imdadına koşturuyor?
Kim şu an binlerce bebeği rahimlerde yaratan, koruyan, kollayan? Kim bazılarına da hayat fırsatı vermeyen? Kim doğar doğmaz bir bebeğe ölümü verip yanına alan ve sonra cennetine koyan, cennette hazır tuttuğu melekleri onlara arkadaş kılan?
Kim bazılarına çocuk vermeyen? Kim bazılarına hastalık veren, bazılarını iyileştiren, bazılarını yanına alan? Kim kıl payı ciddi bir kazadan kurtaran, bazılarının da ölümünde karar kılan?
İnsan kendine yeter düşüncesi: parçalanmış efsane...
Ne karışıyorsun öyleyse, hayatın akışına? Doğuma ve ölüme... Ayrılığa. Gelip gitmeye. Canlılığa ve solmaya. Sızlanma hakkını nereden alıyorsun? Neden şikâyet üstüne şikâyet biriktiriyorsun? Yaşarken kullandığın sözcükler de mezarına koyulacak bir gün. O zaman bu mızmızlık neden?
Sahi ne zannediyorsun kendini? Dünya senin isteklerinin etrafında mı dönecek belliyorsun? Neden emanet etmiyorsun kendini Ona? Sahibine. Sonsuz kudreti olan Mutlak Varlığa. Kendini, sevdiklerini, çoluğunu çocuğunu Ondan daha fazla mı düşündüğünü sanıyorsun? Ondan daha fazla mı seviyorsun sevdiklerini? Sen kendini bile Ondan daha fazla sevip değer veremezken?..
Gölgeyle üzerine serinliği örten kim? Ses tellerini titretip seni konuşturan? Bir akarsuyun dibindeki çakıl taşını saydamlaştıran? Yorulmak nedir bilmez dalgalarla binlerce yıllık bir sabırla o kıyılardaki çetin keskin kayaları yumuşatıp köşelerinden eden? Ya göklerdeki milyonlarca kilometre uzaktaki devasa gezegenlerin ve ateş topu yıldızların ışığını, bize siyah kadifeden bir örtü üzerinde ziyafet diye sunan?
Başını çıkar, daldırdığın o hayal âleminden ve o başı kurtar imgelerden. Pencereden bak. Dışarıdaki âlemi seyret. Bak neler oluyor orada? Oradaki devinimi seyret. İhtişama dik gözlerini. Kendi âlemindeki karanlığın yalancı vehim ve vesveselerin, hakikatsiz kuruntularının eseri. Çık o kasvetli âlemden. Çık ve gözlerinin penceresinden hakiki âlemin hakikatlerine dal.
Bırak kendini, gevşe biraz. Onun rahmetine bırak geçmişini, anını, geleceğini. Sahibine bırak kendini. İnan senden daha fazla düşünüyor seni, önemsiyor, seviyor, değer veriyor, kaile alıyor, merhamet ediyor, şefkat besliyor, önemsiyor.
Ona güven yeter. Onun verdiklerine güven. Vermediklerine güven. Verdiklerini alıyorsa, yine güven. Mutlaka ama mutlaka; mutlak bir nedeni, hikmeti, gayesi ve amacı vardır bunun. O hangi şeyi abes, gereksiz, anlamsız, boşu boşuna yapıyor, söylesene?
Aklının ermediği şeylere karışma. Haddini bil. Sahibine güvendiğinde kazançlı çıkacak yine sensin. Yoksa hayatın tepeden tırnağa yorgunlukla dolup taşacak.
Sevdiklerinin mezarının üstünde otları bitiren kim?
Nasıl oluyor da aklına güvenip hayatınla ilgili hükümler veriyorsun bu iyi oldu, bu kötü oldu diye? Nereden biliyorsun karanlığın içinden aydınlığın çıkmayacağını? Bu acele niye? İstediğin ya da istemediğin şeyin senin için hayırlı olduğunu iddia eden benliğinin gururundan başka ne var elinde?
“Beyhude ızdıraba düşüp azab çekme, mülk başkasınındır.”
Ne karışıyorsun ki Onun mülkünde yaptığı tasarrufa? “Ben her şeyi bilirim,” diye iddia ediyorsan tabii, o zaman başka. Halbuki görünen başka, aslı başka. Gene de tutamayacağım kendimi söyleyeceğim işin aslını, hoşlansan da hoşlanmasan da: Sen sadece Onunsun, Ona aitsin, Onun eseri ve mülküsün.
Yorgun dünyanın içine girme. O girdaplı su kimleri yuttu bir bilseydin korkardın. Sen sen ol, âlemin penceresinden seyret yine âlemi. Bir tren vagonundaymışsın misali daya başını cama, akıp giden görüntüler nehrini izle bir seferi gibi...
“Mülkü sahibine teslim et, ona bırak.”
Kendinin üzerinden elini çek, teslim et sahibine yok yere sahiplendiğin ne varsa. Bir adım geri çekil de bak. Bak gördüğün aynı sen mi, aynı gerçek mi?
“O hem Hakîm’dir, hem Rahîm’dir. Mülkünde istediği gibi tasarruf eder, çevirir. Dehşet aldığın zaman, İbrahim Hakkı gibi ‘Mevlâ görelim neyler, neylerse güzel eyler’ de, pencerelerden seyret, içlerine girme.”
Ey nefis, inan bu senin de hayrına olacaktır. Hadi kalk bir yürüyüşe çık. Düşün düşün, bu işin sonu yok. Soğuk sokakların ayazı işlesin içine de, belki çıkarsın biraz muhayyilenin çıkmaz sokaklarından. Kaygılı dudaklarına neşeli bir şarkı konar belki o zaman. Ha bir de yürürken manasız şeyleri dert edip kara kara düşüneceğine, Zamanın Bedii’nin şu cümlelerinin üzerinde tefekkür et biraz:
“Hem bir misafirhanedir. Öyle ise onu yapan Mihmandar-ı Kerîm’in izni dairesinde ye, iç, şükret. Kanunu dairesinde işle, hareket et. Sonra arkana bakma, çık git. Herzekârane (saçmalarcasına) fuzulî bir surette karışma. Senden ayrılan ve sana ait olmayan şeylerle manasız uğraşma ve geçici işlerine bağlanıp boğulma.”
İşte böyle nefsim...
9 notes · View notes
musfika-hanim · 5 years ago
Text
"Pencerelerden seyret, içlerine girme..."
Bediuzzaman Said-i Nursi
200 notes · View notes