#neyse ki sonra taşındık
Explore tagged Tumblr posts
Text
arkdşlr glb beşinci sınıftayten üç arkadaş aynı kişiden hoşlanıyorduk
#üçlüydü zaten grubumuz#birinden kesin eminim o da seviyordu#diğeri de seviyordu glb#çocuğun özelliği de sinir bozucu olması?#niye sevdik ki#göz göze gelmiştik gülüyordu o an hoşlandım ilk#gittim arkadaşlarıma itiraf ettirttim#dilara seni seviyor dediler yani#sonra hoşlandığım çocuk gitmiş bunu en yakın arkadaşına söylemiş o da tüm sınıfa söylemişti#tüm sınıf biliyor diye gittim herkese hayır hoşlanmıyorum dedim#neyse ki sonra taşındık#insanlığa o gün küstüm
9 notes
·
View notes
Text
Yaşlı ev sahibim
30 yaşında 5 yillik evli bi adamim , geçen yıl başka bir eve taşındık, 1 yildir yeni evimizde oturuyoruz ev sahibimiz 70 yasinda yalniz yaşayan bir kadin , gayet hanım efendi hoş sohbet bir ev sahibi , o yaşta arada bel alti sakalari bile yapiyor tatli tatli , eşim yokken dozunu arttiriyorda , arada aklima acaba hala cani istiyormu diye gelmiyor desem yalan olurdu, eşim bu yıl 1 aylığına memlekete ailesinin yanina gitti , ben yalniz kaldim evde , ev sahibi sagolsun sen yalniz kaldin diyip yemek falan yapip getiriyordu 3-5 gun böyle gel git derken tabi ben arada zahmet etmeyin falan da diyorum , neyse bir gun oturduk sohbet ediyoruz , bu sefer ben biraz şakaya kacayim dedim evet yalnizim ama benim tek ihtiyacim yemek değil ki dedim digerleri ne olacak , yani şunu dese şaşmazdim napim ben mi girim koynuna diye ama o dedi ki ah ah o konudan bende muzderibim sen yine gencsin bi kacamak yapim desen yaparsin , beni kim ne yapsin dedi , aa öyle demeyin siz istedikten sonra size talip çok olur dedim , sen yalniz ben yalniz niye duruyoruz böyle ozaman dedi , yanasip opup ellemeye basladim , hadi yatak odasina gidelim , karini becerdigin gibi becer beni , onu inlettigin gibi inlet , sesinizi her gece duymaktan bir hoş oluyordum simdi o sesleri biz cikartalim dedi , yaş 70 ti ama yillardir bi erkegin koynuna girmeyisi onu çok azgin yapmisti , o kalan 20 günun 10 gununden fazlasi seviserek gecti , karin gelincede unutma beni , benim esyali boş diger evim var oraya gideriz arada olur mu dedi , sen iste yeterki dedim , arada sevismelere devam ....
69 notes
·
View notes
Note
13 yaşındayım lgs ye hazırlanıyorum. Dershane çıkışı genellikle babam alırdı ama o gün işi çıkmıştı. Dolmuşa binmek zorundaydım. O gün haber gündemlerinde kadın tecavüzü kadınlara şiddet gibi haberler vardı. Ben çok etkilenmiştim ilk duyduğumda çok korkmuştum. Ya benimde başıma gelirse korkusuyla yaşıyordum. Neyse dolmuşa bindim. Evim şehir merkezine uzak olduğu için son durakta inmiyordum. Genelde yalnız olurdum. O gün benden 5 ya da 6 yaş büyük bir 'abi' diyim ben, bir kişi daha inmedi. Buraya kadar sorun yok onun da evi uzaktır diye düşündüm. Ama direk bana bakınca ve bir kaç kez göz göze geldik ve ben rahatsız olduğumu belli etmeye çalıştım. Ama direk bana bakıyordu. Panikatiğim var. Korktuğumda nefesim daralıyor, ellerim titriyor. Yine korkmuştum. Anneme mesaj attım. Durağın oraya çıkarmısın dedim. Evimiz durağın bir alt sokağında çünkü. Annem mesajımı görmedi ben daha çok panik yaptım. Durağa geldik. Dolmuşta nasıl indiğini hatırlamıyorum. Direk kendimi dışarı attım. Adam da peşimden indi... Bana seslendi. Kolumdan tuttu. Sonra annemi gördüm kendimi bıraktım çünkü annem beni kurtarırdı. Sonrasını hatırlamıyorum. Panikten Bayılmışım. O an aklımdan herşey geçti. Hayallerim var, annem geldi gözümün önüne ben ölürsem ailem nasıl kahrolur diye düşündüm. Abimle hayallerimiz vardı. En çok da zoruma giden o adamın bana 'bir şey yapmadığı' için ilgilenilmemesi ve adamın serbest bırakılması. Ordan taşındık. Üstünden 2 yıl geçti. Ama bne kendime gelemedim. Yaşadıklarımı buraya yazmak o kadar zor ki. Sanki tekrar yaşıyormuş gibiyim. Hem Psikoloji olarak hem de sağlığımdan oldum. 2 yıldan beri nefes darlığım arttı. Tek başıma sokağa çıkamıyorum. Bir 'adam' demek de yakışmaz. Bir şerefsiz yüzünden kim bilir kaç tane kız ya da kadın bunları yaşıyor ama kimse görmüyor ya da polisler tarafından serbest bırakılıyor. Neden? Kendi üzkemide böyle bir şey yaşandığı ve yaşanmaya devam ettiği için daha çok şaşırıyorum ve üzülüyorum. Keşke sesimizi daha çok duyurabilsek...
#sendeanlat
Keşke... Adalet sistemimizin bir gözden geçirilmesi gerek...
Umarım pskilog ya da pisikiyatriste gitmişsindir. Bu korkuyla yaşamak zor gerçekten. Sessiz kalmayıp anlattığın için çok teşekkür ederim. İletiden yazmak istersen yanında olurum, moral verebilirim:) bunu unutma. Bir gün aynı şeyler başına gelmez umarım. Korkma olur mu? Korktuğumuz şeyler genelde başımıza gelme ihtimali olan şeylerdir... Sen güçlü kal bu duyguyu yen. İstersen yanında bir çok kişi olur. Destek oluruz sana. :)
Lütfen sizde sessiz kalmayın...
#sendeanlat
9 notes
·
View notes
Note
Yaşamayan anlamaz cidden... Doğunun insanı mı misafirperver? Hayatımda ilk kez doğuda bir şehire gittim 12 yaşındaydım bilmiyorum o zamanlar. Ailemin yanına bir restorana gidiyordum. Bizzat sahibi beni kapıda durdurup "burası bir aile restoranı" dedi içeri almadı. Sonra taşındık işte oraya mecburen, suratımıza kapı çarptılar, ikramda bulunduk yemeği çöpe döktüler. Sebebi de şey annem de ben de başımız açık diye orospuymuşuz. Kocaları, çocukları varmış. Kötü örnekmişiz. Neyse ki kurtulduk.
Ciddi misin aq
8 notes
·
View notes
Text
+18 gerçek çocukluk seks hikayesi...!(alıntı) 11yaşındaydım birgün mahallemizde ki 13-14 yaşında olan bir kız vardı yanıma gelip elimden tutarak "gel az benimle" dedi ve bir eve gittik.
Eve girince "seninle bir oyun oynayalım mı?" dedi... Olur cevabını alınca kendi üstünde ki elbiselerini benim şaşkın bakışlarım karşısında iç çamaşırlarına varıncaya kadar soyundu ve çırılçıplak kaldı.
Ben böyle bir şey görmemiştim anlam veremedim. . . "Hadi sen de soyun"dedi. . . Ben tereddüt edince de kendi elleriyle ile beni soymaya başladı. Ben de anadan üryan vaziyete geldim.
Elini pipime uzattı ve önümde eğilerek pipimi ağzına götürüp emmeye başladı. . . Donup kalmıştım, çünkü o güne kadar hiç böyle birşey başıma gelmemişti, utanamıyordum bile! Pipimi emerken içimde tuhaf bir duygu oluştu, hoşuma gitti bu duygu ve pipim hareketlendi; o serçe parmağım kadar olan nesne katılaştı ve biraz uzadı. . . Kız ağzından bıraktığı pipimi eline aldı ve sünnet derisini sıyırdı. . . Pipimin bu şeklini de daha yeni görüyordum. Pipim dikleşmisti, kız ayağa kalktı benim çömelmemi söyledi. . .
Büyülenmiş gibi dediğini yaptım onun cinsel organının hizasına geldim, onda benim ki gibi bir pipi adını verebileceğim çıkıntı yoktu öylece bakıyordum kızın sesiyle irkildim "hadi sen de benim amımı em" dedi ve kafamın arkasından bastırarak ağzımı amına dayadı; haliyle amının tadı ağzıma geldi deneni yapmaya başladım. Ben emdikçe belini kıpır kıpır hareket ettiriyor ve inler gibi ses çıkarıyordu, emerken ağzıma kaygan bir sıvı geldi ama eliyle başıma bastırdığı için kafamı çekemiyordum bu arada benim pipim de parmak gibi sert duruyordu. . . Bi hışımla beni kollarımdan çekip başının hizasına getirdi ve dudaklarıma yapıştı. Öpüşüyorduk, bunu filmlerde ve mecmualarda görmüştüm. Elleri aşağıya pipime doğru uzandı ve bacaklarının arasında ki am dediği yarığa pipimi soktu. . . Pipim ama girince çok hoş bir sıcaklık sardı pipimi ve kız altımda ileri geri hareket etmeye benim pipi de ama girip çıkmaya başladı. . . ! Derken yan odanın kapısının açıldığını ve bulunduğumuz yere 15-16 yaşlarında çırılçıplak bir erkek çocuğun girdiğini görünce kalkmaya çalıştım, kız belimden kendine çekerek kalkmamı engelledi, çocuğa gel dedi. . .
Çocuğun pipisi en az 12 - 13 santim vardı ve dimdikti; bir elinde krem kutusu vardı avucuna krem aldı pipisini kremledi, yanımıza geldi bana "çok güzelmişsin, eğleniyor musun?"dedi. . . Bir şey diyemedim kalkamıyordum, kız belimden bastırıyordu. Çocuk kremli elini benim götüme sürdü ve bir anda içimde bir şey hissettim, pipisini (-ki artık ona pipi değil, sik diyeceğim) götüme sokmuştu...
Götüme girip çıkıyordu kremle kayganlaşmış siki, benim pipim de kızın amına girip çıkıyordu. Yani amın üstünde götümüz sikiliyordu. . .
Bir müddet git gel devam etti ve götümü siken çocuk titredi sonra da üstümüze uzandı, o ara içime ılık birşeyler aktı, benim pipim bir hoş oldu, yarım dakika kadar sonra çocuk üstümüzden kalktı biz de doğrulduk; kız gülüyordu, oğlan benim yanağımdan makas aldı ve oradan bir bezle sikini sildi. Ben ayağa kalkınca götümden bacaklarıma doğru bir sıvı aktı oğlan içime boşalmış meğerse ama benden yani benim pipimden sanki birşey akıyormuş gibi olmasına rağmen hiçbir şey akmamıştı ama boşalmış gibi olmuştum ve hoşuma gitmişti. Bu enstantaneler aralıklarla bir kaç ay sürdü. Artık çok zevk alıyordum hem götüme girenden ve hem de siktigim amdan; adeta müptelası olmuştum her ikisininde, hafta da en az iki defa yapıyorduk bu seansı bazen ben de oğlanı sikiyordum, kızı götünden siktigim de oldu. Bir müddet sonra benim pipimden de az da olsa ince bir sıvı gelmeye başladı ve evde pipimle oynarken 31 çekmeyi keşfettim canım çekince ve oğlanla kızı bulamadığımda 31 çekiyor boşalıyordum. Pipimden az da olsa gelen ince sıvı çıkarken çok zevk alıyordum.
Fakat götüme giren sıcak sik eksikti, parmağımı götüme sokuyordum ama aynı zevki vermiyordu. Gözlerim o çocuğun yolunu gözler olmuştu.
Nihayet birgün çocuğu gördüm ve "hadi eve gidelim" dedim. Kız olmadan eve gitmiştik, hiçbir şey konuşmadan pantolonumu ve donumu indirip oğlanın önünde domaldım, oğlan tükürüklediği sikini büyük bir iştahla götüme soktu ve ileri geri yapmaya başladı, oğlanın siki götüme girince benim pipim sertleşti ve bir müddet sonra boşaldım, çocukta benim içime boşaldı. Toparlandık ve çıktık. Kızı göremiyordum, çocuğa sordum o da göremiyormuş. Biz oğlanla 5-6 kez daha sikiştik. O nu arar olmuştum, evde 31 çekiyordum ama beni kesmiyordu, ille götümü siktirmek geliyordu içimden. Çocuğu her gördüğümde götümü siktiriyordum. Arkadaşın var mı diye sordum var dedi ve birgün iki arkadaşını daha yanına alıp geldi... Yine o eve gittik, hepimiz soyunduk, 3 çocuk teker teker hepsi beni sikti ama bu sefer iş zevkli olmaktan çıkıp sıkıntı vermeye başladı, hepsi içime boşalıyordu, ayağa kalktığım zaman bacaklarımdan içime boşalttıkları menileri akıyordu, götüm acımıştı yeter dedim bıraktılar. Eve gittiğimde götümün üstüne oturamıyordum yattım uyudum. Uyandığımda ağrı kalmamıştı. İki gün sonra sokakta o çocuklardan birini gördüm onun yaşı 17 falan vardı, yanıma geldi ve kolumdan tutarak gel benimle dedi. Mecbur gittim, kolumu çok sert tutmuştu çekemedim kendimi. . . Kimsenin olmadığı çalılık bir yere götürdü beni ve zorla sikti beni. . . Hoşuma gitmedi değil, gitti; kimseye söyleme dedi ve ayrıldık. . . Eve gidiyordum 200 metre ileride beni siken çocuklardan bir başkasını gördüm, o da beni gördü gel diye işaret etti, başladım kaçmaya o da koştu peşimden ve yakaladı. Boğazımı sıktı öldürürüm seni dedi ve kuytu bir yerde sikti beni. . . Sonra bıraktı. Neyse başka bir zuhurat olmadan eve vardım. Yine kıçım acıyordu, çok haşin sikmişti her ikisi de. . .
İki gün sonra kızı gördüm "hadi gel sikişelim" dedim, "olur " dedi. Eve gittik, onu siktim ve ayrıldık. Ertesi gün ilk defa sikistigimiz o çocukla geldi ve üçümüz eve gittik kızın amını sikerken oğlanda beni sikti. Bu seansların üzerinden 1 sene geçti ve o süre zarfında bir çok defalar tekrarlandı ama o haşin siken iki çocuğu bir daha görmemiştim.
O mıntıkadan taşındık bir zaman sonra ve onların izini kaybettim.
O mıntıkadan taşındık ve yeni yerimiz şehirden uzak ve iki ev var biri boş, diğerinde biz oturacağız.
Günler monoton geçiyor ve ben alıştığım cinsel aktiviteyi uygulayacağım ortam bulamadığımdan bazen günde 2 kere hatta 3 kez 31 çekiyorum. Yaklaşık 1 ay sonra boş olan eve birileri taşındı, benim yaşımda bir oğulları vardı. Çok çabuk kaynaştık, birkaç gün sonra konuşurken sen sünnet oldun mu diye sordu bana. Olmamıştım ama o olmuş, göstersene dedim hemen patalonunu indirdi ve pipisini gösterdi. Eğildim önüne ve aç kurt gibi pipisini ağzıma aldım emmeye başladım. Önce bir şaşırdı ama hoşuna gitmiş olacak ki ses çıkarmadı. Hem emiyor ve hem de kısa pantolonumu donumu çıkarıyordum. Nihayet çıkardım çocuğun siki de sertleşmişti, "yere otur" dedim ve onun dinleşen sikinin üstüne oturdum. Ohh!özlemişim içimde yaklaşık 11 -12 santim bir sik vardı, üstünde oturup kalka onu da kendimi de boşalttım.
Komşu çocuk şaşırmıştı ama bir o kadar da memnun olmuştu. O günden sonra yaklaşık hergün en az bir kere sikti beni. . . Hoşuma gidiyordu beni sikmesi ben de seni sikeyim demek geçmiyordu içimden. Ben de boşalıyordum yaklaşık 1 sene beni sikti, sonra biz oradan da taşındık. Yeni taşıdığımız yerde 12 daire vardı ama en yakın apartman 200 metre uzaktaydı büyükçe bir bahçemiz vardı yaklaşık 4 dönüm kadar. 12 dairenin 8 tanesi doluydu ve arkadaş olarak birisi yaşıtım diğeri de 4 yaş küçük iki oğlan. Zamanla kaynaştık haliyle 13 yaşına gelmiştim ve o arada sünnette olmuştum. Yeni arkadaşımın ikisi de sünnetliydi. Arkadaşımın biri 8 yaşındaydı yani ufaktı, yaşıtım olan çocuk ile cinsellik konuşurken bana 31 çekmesini bilip bilmediğimi sordu. Haliyle biliyorum dedim tabii ki ve arkasından "sikişelim mi? " diye sordum. "Olur, kura çekelim kim kazanırsa önce o siksin, sonra da diğeri onu" dedi. Kura da o kazandı ve beni sikti içime boşaldı tabii bende boşaldım ve hevesim kaçtı, bir ayak sesi var diye toparlandık hemen oradan ayrıldık. Ertesi gün hadi sikişelim dedik ve o boş eve girdik. "Bu sefer sıra bende ben önce sikecegim dedim. Kabul etmedi o dündü dedi kura çektik o kazandı. Bi güzel sikti beni, hoşuma da gidiyordu ama ve bosalinca da şimdi ben seni sikeceğim demek gelmiyordu içimden. Bir bahane bulup ayrılıyorduk oradan. Küçük arkadaşımıza çaktırmıyorduk tabii ki... Yaz tatili başladı ve arkadaşlarım aileleri ile birlikte memleketlerine gittiler. Yanlız kalmıştım, 31 çekerek avutuyordum kendimi ama nasıl olduysa komşumuz olan 39-40 yaşlarında olan ve kocası kısırlık tedavisi gören abla beni 31 çekerken gördü hemen kaçtım oradan. Ertesi günü dışarıda oynarken kendi başıma seslendi bana ve eşi yokmuş iki günlüğüne bir yere gitmiş, bakkaldan almam için bir sipariş verdi, aldım götürdüm ama yüzüne bakamıyordum. Paketi verirken kolumdan tutup beni içeri aldı, kapıyı kapattı ve yatak odasına soktu beni, bir çırpıda hem beni soydu hem de kendi soyundu. Büyük bir kadını hiç çıplak görmemiştim. Amını yalamamı istedi, ben emip yaladikca da inlemeye başladı, benim pipi de artık pipilikten çıkmış sik olmuştu ve dimdik hale geldi, üstüne çekti beni ve sikimi amının ağzına getirip bir itme hamlesiyle içine aldı. Ben artık tecrubeliydim başladım git gel yapmaya, altım da kıvranıyor, inliyordu, hadi artık boşal dedi ve ne var ne yoksa boşalttım içine. Ertesi gün yine çağırdı ve siktim. Bir gün sonra kocası geldi. . . Adamın yüzüne bakamıyordum ama tabii ki birşey bilmiyordu. Kadının iki ay sonra bir aylık gebe olduğunu öğrendik. Çok sevincliydiler, adam elinde bir tepsi baklavayla geldi bir gün, bütün komşulara dağıttı sevincinden. . . Karısıyla olan ilişkimiz bir müddet daha kaçak olarak sürdü ve sonra başka şehire iş icabı taşındılar. Bir daha da haber almadık, herhalde doğurmuştur çocuğumuzu. Onlar ermiş muradlarına, biz çıkalım kerevetine.
11 notes
·
View notes
Text
13052022
Bugün aklıma blogum geldi çünkü booomboşum son zamanlarda djfjsjd. Eski yazdıklarıma biraz göz attım ve bu hoşuma gitti. Yaşadığım şeyleri hatırlamak güzelmişti.
Bende hayat nasıl gidiyor? Yani sonunda çok sevgili bir rutine kavuştum sanırım. Üç ay öncesine kadar sürekli koli yapıyor gibiydik. Biz taşındık, bir iki ay sonra nesliler taşındı. Mütemadiyen kolilerle geçen bir zaman dilimi. Yorucu. Umarım uzun süreler taşınmamız gerekmez. Kosuyoluna validebağ korusunu gören bir eve taşındık, evin önü ağaçlar yeşillik ferahlik. Yeldeğirmeninden sonra oldukça sakin kaldı bu muhit. Yerleştikten sonra ilk gün hevesle koruya yürüyüşe çıktım ve köpkeler tarafından kovalandim ve isirildim. Sakin olmaya çalıştıkça sayıları arttı, çevremi sarmaya başladıkları noktada büyük bir koşu kopardim. Hayatımın koşusu. Koşarken de isirildim. Küçük kalbim koşu sebebiyle duracaktı az kalsın. Kendime uzun süre gelemedim. Sonrası aşılar, köpek fobisi, koruya tek çıkmayayim derken zamanla alıştım sanırım. Biber gazı alıp cikiyorum yine, tabi ilk bikac ay çıkmadım. Napim, hayatımda aniden çok caresiz hissettigim tek zaman olabilir. Bir anda issizlikta saldırgan kopeklerle kalakalmak. Neyse bunu aşıyorum dediğim gibi.
Yeni eve o kadar hızlı alıştım ki eskisi aklıma gelmiyor. Evin içi çok daha iyi durumda eskisine göre. Muhitte yürürken omzuma carpanlar vs tıklım tikis bir hal yok. Sürekli gürültü yok.
Hayatımda ise son yazdigimdan beri şu değişti. Kasım ayında yarı zamanlı ofise döndük ve tüm hayata lanet ettim o günden beri djfjfjfj Haftanın 2-3 günü maslaka gidiyorum. Yani en son ayagima metrobusten adam düştü ya, şaka değil. Boşa geçen tonlarca zaman, zulüm gibi. Sene olmuş kaç, evden çalışmayı o kadar sevdim ve bu işe girerken zaten evciyiz diye sormayi dusunemedim ki. 6 aydır söylene söylene ise gidiyorum. Kendimi ofise/eve varana kadar robot gibi hissediyordum. Ofisim kampüs içinde cuk tatlı bir kampüste, ama kampüsün cazibesi yetmedi tek başına. Anlamsız bi şekilde ise gitmeyi kendime anlamlandiramadim. Ve istifa ettim. Şu an ihbar suremdeyim, zaten yoğun çalışmadığım bir işten ayriliyorum bir de üstüne istifa ettiğimden beri o kadar calismam gerekmiyor ki, gizli işsiz gibi oldum. Çok şahane bir yerden teklif aldım, kabul ettim. Bakalım tekrar yoğun calismaya alisabilecek miyim. Bugünleri ozlicek miyim. E commerce benim en yetkin olduğum konu artık, bu sektore geri donecegim için çok hevesliyim. Remote çalışacağım için de içime içime dans ediyorum sürekli.
Bu arada vizemizin daha vakti var diye üçüncü kez berline gitmeye niyetlendik. 1. sefer parasizliktan uçak bileti yakmistik, 2. pandemi yüzünden iptal oldu. Bakalım bu sefer gidebilecek miyiz, onun hevesindeyim şu an.
İşte bu kadar, arada eminim tonlarca şey yaşandı oldu ama herşeyi buraya yazmaya üşendim. Belki yine yazarım çünkü iki sene sonra bunu okusam bu da hoşuma gidecek.
0 notes
Text
GİZEMLİ NOTLAR 2. BÖLÜM
Merhaba, GİZEMLİ NOTLAR'IN 2. bölümünde sıra. İyi okumalar. ve yorum yapmayı unutmayın. Tekrardan iyi okumalar...😊😊😊
Seni uyarmıştım…
2.BÖLÜM
Güney Kore / Seul
Annemin beni yavaşcasarsarak uyandırmasıyla gözlerimi açtım.
-Geldik mi ? dedim mayışmış bir sesle.Annem sorumu duyar duymaz cevap verdi
-Evet kızım,hadi çabuk kalk.
-Tamam anne… dedim aynı mayışmış sesle.Kalktım ve çantamı alıp annemin arkasından yavaş yavaş uçaktan indim.Bugün okula kayıt ettirilicektim,yarın ise okula başlayacaktım.Hızlı adımlar ile bir taksiye bindik.Yarım saat kadar sonra eve vardık.Annem bana odamı gösterirken ben herzamanki neşeden yoksun halimle cevap verdim.
-Tamam anne ben kendi odamı düzenlerim,sen babama yardım et.diyerek kovdum onu odamdan.Ardından odamın eşyalarını dizmeye başladım.Biz gelmeden zaten dolaplar,masalar,yataklar monte edilmişti. Eşyalarımı yerleştirdikten sonra babama beraber okuluma kayıt yaptırabilmek için aşağı indim.
-Kızım hadi sen montunu ve ayakkabılarını giy beni aşağida bekle. dedi babam .
Ben de hızlı bir şekilde dediklerini yaptım, ardından babam aşağı indi taksiye bindik. Okula vardığımızda okula göz ucuyla baktım,gayet güzel bir okuldu,bahçesi büyüktü,ismi BAŞARI KOLEJİ idi.
Babam ile binaya girdik ve müdürün odasını görür görmez kapıyı tık tık layarak içeri girdik.Hızlı bir şekilde kaydımı yaptırdıktan sonra,taksiye bindik ve eve gittik.Telefonumu elime alır almaz Soo Bin i aradım.
-Alo Soo Bin.
-Aa selam aramayı unuttun sandım, bende rahatsız etmeyeyim diye aramadım.
-Ya evet aramam biraz uzun sürdü,kargaşadan unutmuşum.
-Anladım önemli deyil.Ee nasıl oralar 9 yılda değişmiş mi ?
-E yani biraz değişmiş.
-Ya üzgünüm Bang-cha benim şuan kapatmam lazım sonra görüşürüz.
-Tamam,tamam sorun yok. Güle güle.Telefonu kulağımdan indirir indirmez telefon bir daha çalmaya başladı. Ama tuhaf bir şey vadı, arayan gizli numaraydı. Telefonu tereddütle açtım.
-Alo? Kimsiniz ? dedim. Adam hemen cevap verdi.
-Selamlar küçük hanım, size bu ülkeden gitmeniz için şans vermiştim ama sen bu şansı kullanmadın. Maalesef sonunuz yakın, dedi ve büyük bir kahkaha attı.
-Sen kimsin seni küçük pislik ?” Ah gerçekten mi Bong-cha. Daha iyi bir sıfat bulamadın mı? “Küçük pislik” ne ya.
-Ben sizin Türkiye de tanıştığınız bir düşmanım.Merak etme yakında anlıyacaksın herşeyi.dedi ve kahkaha atmaya başladı.
-Ne düşmanı, sen kim- derken telefon kapandı.Korku içinde telefona bakmaya başladım.
Şimdi ne yapacaktım? Bu adam da kimdi? Bizde ne istiyordu? Aileme ne diyecektim? Eğer onları bu işe sokarsam olay büyümez miydi? Adamın belkide akıl sağlığı yerinde deyildi,olamaz mı? Neyse bunu akışa bırakmalıyım.Telefonda instegrama bakarak bir yarım saat geçirdikten sonra uyumaya karar verdim ve hemen uykuya daldım.
Uyandığıma saat sabahın 7 siydi 8.30 da okulda olmam gerekiyoru. Hızla yatağımdan kalktım ve dolabıma yöneldim, içinden mavi kot pantolonumu ve siyah kazağımı çıkartıp hızlıca üzerime geçirdim.Çantamı da hızlı bir şekilde hazırlıyıp koluma taktım. Hızlı adımlarla aşağı, kahvaltıya indim.
-Günaydın ailem. dedim mutlu bir sesle.
-Günaydın Bong-cha
-Günaydın kızım, dedi babam. Kahvaltı masasına oturup kahvaltımı yaptıktan sonra okul için evden çıkıp metro istasyonuna girdim.
Okula vardığımda çok gergindim.Herkes bana bakıyordu bunun nedeni hiç Korelilere benzemememdi maalesef. Hızlı adımlarla bana gösterilen sınıfa girdim. Sınıfım 12-B idi.Hızla sınıfa girdim ve boş bulduğum ilk sıraya oturdum. Sınıftaki herkes bana bakıyorlardı.
-Hoş geldin Bong-cha,dedi matematik hocası olduğunu düşündüğüm kişi.
-İyide hocam o hiç koreliye benzemiyor ki, ismi nasıl korece ki? Diye söze atladı ön sıralardan bir çocuk.
-Bong-cha neden kendini bize tanıtmıyorsun ? dedi hoca. Terddütle konuşmaya başladım.
-Selam ben Bong-cha. Benim ailem normalde türkdür ama benim bilmediğim bir nedenden dolayı Güney Koreye taşındık.Burada yabancılık çekmiyeyim diye ismimi korece koymuşlar ismimin anlamı ise üstün kız demek.Neyse ben şuan 18 yaşındayım ve doğduğumdan beri Kore de yaşıyoruz. Ben Seulda doğdum ve 9 yaşına kadar orada büyüdüm, sonra Busana taşındık ve şimdi yine Seula taşındık ve ben yine nedenini bilmiyorum ama pek takmıyorum, sorgulamıyorum.Bana göre insan herşeyi akışına bırakmalı…,dedim ve yerime oturdum.
Sınıftan çıt çıkmıyordu, ders boyunca herkes sessizce hocayı dinledi.Tenefüs zili çaldı.Sonra benimle dalga geçer gibi konuşan çocuk geldi ve konuşmaya başladı.
-Derste söylediklerim için üzgünüm… dedi
-Önemi yok,herkes hata yapar.
-Anladım. Ne dersin yeni bir başlangıç yapalım,benim ismim Young-soo.
-Tanıştığıma memnun oldum, şimdi kantine gitmem gerek hoşça kal.
-Tamam, güle güle,dedi. Ben de hızlı bir şekilde kantine gittim,tenefüsün bitmesine az kalmıştı. Kantinden sosisli ve kola aldıktan sonra bir masaya oturup yemeğe başladım. Yemeğimi bitirdikten sonra masadan kalkar kalkmaz telefonuma mesaj geldi.
Hemen mesaj uygulamasına girip mesajı okudum. Mesajda Neden hala buradasınız,o zaman ben sizi yollayacağım… yazıyordu.
Düşüncelerimi bir kenara bırakıp hızla sınıfa girdim, iyiki hoca daha gelmemişti. Sırama oturdum, ardından hoca içeri girdi ve ders anlatmaya başladı açıkcası ne kadar uğraşırsam uğraşıyım--tamam beni yakaladınız, pekte uğraştığım sayılmaz-- dersi iyi dinleyemedim. Aklım kendine ben sizin düşmanınızım diyen adamın nefret dolu mesajındaydı.
Dersten sonra bir metroya binip eve gitdim. Annemler daha eve gelmemişti. Kafamdaki düşüncelerden kurtulmak için türkçe test kitabımı çıkartıp test çözmeye başladım. Ama ne yazık ki bundan kurtulamadım.15 dakika sonra kapı sesiyle korkuyla kafamı kaldırdım sonra hatırladım ki gelen annemdi. Hızla kapıya doğru koştum ve kapıyı açarak annemle konuşmaya başladım.
-Selam anne, dedim.
-Selam Bong-cha,dedi ve içeri girdi. Ardından ekledi “İlk günün nasıldı”
-Konuşmak istemiyorum.
-Anladım kötü geçmiş, dedi
-Evet kötü geçti oldu mu? dedim ve hızlı adımlarla odama gitdim. Bilgisayarımı alıp bir film açtım ve izlemeye başladım. Film boyunca uyumaya çaliştim ama ne yazık ki aklımdaki o kendine düşman diyen adam ile ilgili sorularım buna izinvermedi ne filmi izleyebildim ne de uyuyabildim. Sonra filmi kapatıp kimya ödevimi yapmaya başladım.
Uykumun geldiğini fark edip yatağıma yattım ve telefonum çalmaya başladı,arayan gizli numaraydı,acaba açmasa mıydım? Hayır, olmaz açmalıyım.
-Alo?
-Tekrardan selam Bong-cha,dedi alaycı bir sesle
-Sen kimsin pislik herif !?” Bravo Bong-cha gelişme kaydediyorsun. Bu en azından “küçük pislik” den daha iyiydi.
-Sus ve yarın olucakları izle seni uyarmıştım. dedi ve telefonu yüzüme kapattı. Ne yapacağımı şaşırmış bir şekilde odamda dolanmaya başladım. Ne yapacaktım ? elim kolum bağlıydı ? . Ne yapmalıyım ? Nefes alabilmek için balkona gitdim ve kendime bir sıcak çikolata alıp içmeye, aynı zamanda düşünmeye başladım.
Aklımdan tek bir soru geçiyordu. Ne yapıcaktım ben şimdi ?
---
Tekrardan merhaba,
Sizce Bong-cha bu durum karşısında ne yapacak?
Birilerine anlatıcak mı bu olanları?
GİZEMLİ NOTLAR'IN 3. bölümü yakında büyük şoklarla gelicek, okumayı unutmayın. Yorumlarınızı bekliyorum. Yorum yapmayı unutmayın lütfen...
Sevgilerle Gece (öylesine biri)
Dip Not: Tüm hakları saklıdır.
1 note
·
View note
Text
Okuyacam, Okuyom, Okudum (Bölüm - 1)
Anlatmaya baştan, en baştan başlasam ve kronolojik olarak gitsem güzel olacak. Neden böyle yaptığımı en sonda değil de en başta söylemek ise anlaşılma kaygısı güdüyor olmamın bir neticesi olsa gerek. Çünkü yirmi küsür senedir eğitiliyor, eğitiyor ve bu "eğitim sürecinin” içinde bulunuyorum. Dünyada var olduğum sene sayısı kadar. Tüm bu eğitim sürecinin bende oluşturduğu yegane ve değişmez izlenim de eğitimin anne karnında başladığı ve mezarda sonlandığı. Sonrasını ise bilmiyorum, göreceğiz.
Öğrenmeye anne karnında başladım herkes gibi. Öğrendiğim ilk bilgilere dair bilinçli olarak hatırladıklarımın tarihçesi ise bundan biraz daha sonra başlıyor. Pirinçten yapılma havanı balkondan aşağı attığım zaman sokağa dolaşmaya çıkabileceğimi öğrendiğimde yaklaşık 2-3 yaşlarındaydım mesela, veya bir gezmeye gitmek istemediğimde evin anahtarını büyüklerin aklına gelmeyecek bir deliğe saklamayı öğrendiğimde. Dedemin akşamları sanayiden eve döndüğünde arabasını garaja sokmadan önce beni mahallede kısa bir seyahate çıkaracağını, bu yüzden sokakta onu beklemem gerektiğini öğrenişim de bu yaşlara tekabül ediyor olsa gerek. Sokakta değilsem bile korna sesini duyduğumda aşağı koşmam gerektiğini biliyordum mesela Ivan Pavlov denen adamdan veya onun sevimli köpeklerinden hiç haberdar değilken bile. Hayata dair edindiğim soyut bilgileri başkalarının öğretmesiyle öğrenebildiğim gibi gözlemleyerek de kendime katabileceğimi fark edişim de bu yaşlardan çok uzaklaşmadan gerçekleşmiştir diyebilirim.
Biraz büyüyüp 4 yaşıma geldiğimde 26 jantlı bisikletime binerken boyum yetmediği için kaldırımdan destek alabileceğimi ve inerken de bisikletten atlayarak kısa yoldan inebileceğimi keşfettim. Bisikletten atlarken düşebileceğimi ve yerde bulunan cam, çakıl gibi materyallerin etime saplanabilen cisimler olduklarını öğrendikten sonra Ankara'ya taşındık.
———
Eğitim hayatımın devlet gözünde resmi olarak başlaması belki de çoğu akranımın başına geldiği gibi biraz komik oldu. Anasınıfına yazdırılmak üzere okula gittik ama müdür beyin ‘sizin çocuğun boyu uzun, arkadaşları dalga geçer, 1. sınıfa yazalım’ kararıyla ben kendimi bir anda oyun alanının arasında bulmayı beklerken defterin kalemin ortasında buldum. Okulun ilk günü babam okul servisiyle beni okula götürdü. Derslere girdim. Ağladığı için yanında babası oturan Erdem’i garipsedim. Akşam ise babam ‘tekrar servise binip eve dönersin’ demediği için Selçuklara oyun oynamaya gittim. Evimiz şu anda organize sanayi bölgesi olan ama biz oturduğumuz yıllarda etrafında sadece 1 tane petrol arama şirketi ile çok sayıda kavun, pancar ve soğan tarlası bulunan bir lojmandı. Beldedeki okula servisle gidişim bu yüzdendi. Selçukların evi ise beldedeydi, yürüme mesafesindeydi. Neyse ki birkaç saatlik telaştan sonra babamlar oraya gitmiş olabileceğimi tahmin etmişler de gelip beni aldılar.
Okul çok hızlı başlamıştı. Öğretmenin verdiği ödevlere pratik çözümler bulmamam ve tüm sayfaya satırlar dolusu düz çizgi çizmek yerine sayfayı yukarıdan aşağıya sütunlarla doldurmamam gerektiği, sıra dayağı zamanında suçlu ya da suçsuz olmanın bir önemi olmadığı gibi basit ama efektif bilgiler öğrenmeye başlamıştım bile. Bunları öğrendikten kısa süre sonra, tam okumayı sökeceğim sıralarda ameliyat oldum: bademcik ameliyatı. Ağır olmayan ama 1 hafta raporlu olmama yetecek bir ameliyattı. Okuma-yazmayı öğrendiğimi ise ailecek şu şekilde fark ettik: Yatağımda çizgi film izlerken darlanıp içeride tartışan ebeveynlerime üzerinde not yazılı bir kağıt uçak gönderdim: ‘Sizi artık sevemiyorum.’ Sevmiyorum yerine sevemiyorum yazmıştım ama olsun, ilk deneme için fena sayılmazdı bence. Sözlü iletişimden ziyade derdimi yazarak daha iyi anlatabildiğim meğer o zamanlardan belliymiş de bunun farkına varacak vizyon bizde mevcut değilmiş.
———
Bir gün okulda öğle arasında bahçe duvarının üzerinde birkaç arkadaş otururken binaya beyaz önlüklü abi ve ablaların girdiğini gördük. Biri ‘aşıcılar geldi aşı yapacaklar’ dedi korkuyla. Bir başkası ‘kaçalım o zaman’ dedi. Hayatımda ilk defa okuldan kaçtığımda sınıftaki kırmızı kurdeleyi ilk alan kişi olmamın üzerinden sadece birkaç ay geçmişti. Duvardan atladık, birkaç saat okulun çevresindeki mahallelerde dolaştık ve oynadık, sonra da herkes evine dağıldı ben de servisime bindim. O gün aşı yaptırmaktan kaçtığımı öğretmenim aileme söylemiş. Hafta sonu sağlık ocağında aynı aşıyı olmaktan kaçamadım. Zaten normal şartlarda tek başıma olsaydım kaçmak aklıma gelmezdi, ama o an diğerlerinin korkusu ve okuldan kaçma fikrinin heyecanı birleşmişti.
Bir başka gün okulda bir çocukla kavga ettim. Hayatımda ilk defa kavga etmiştim. Sebebini bile hatırlamıyorum. Annemler geldi, bizi barıştırdılar ve o günden sonra Semih o okuldaki en yakın arkadaşım oldu. Beldeden ayrıldıktan yıllar sonra da birkaç kere ziyaretine gittim, ama şimdi nerededir, ne yapar bir fikrim yok. O dönemden aklımda kalan arkadaşlarımdan bir diğeri ise Korhan’dı. Onu internette aradığımda ise kamyoncu olduğunu gördüm. Evlenmiş, birkaç tane de çocuğu varmış, mutluymuş. En azından public profilinde öyle görünüyordu.
İlk 2 seneyi bu belde okulunda geçirdim. Bu 2 senenin birinde toplam 8 daireden oluşan lojmanda bizden başka yaşayan kimse yoktu. İkinci sene ise 3 aile daha taşındı. İlk sene okuldaki arkadaşlarım dışında eve döndüğümdeki oyun arkadaşlarım kapıdaki güvenlik görevlileri amcalardı, bir de gazeteden kuponla aldığımız kırmızı Bisan bisikletim. Evin önünde yaklaşık 200 metrelik düz bir beton yol vardı. Bisiklet üzerindeki tüm denge unsurlarını (ön kaldırmak, kaldırıma çıkmak, merdivenden inmek, tarlada sürmek, gidonu bırakmak, gidona ayaklarımı koymak vb.) öğrenmeme, düşmelerime, kalkmalarıma o yol şahit olmuştur. Bir diğer alternatif bisiklet sürme rotası ise nizamiyeyi biraz daha geçtikten sonra başlayan 380 kV şalt sahasıydı. Burada sürmenin hissiyatını ise şu şekilde tarif edebilirim: Yüksek gerilim hatlarının altından geçerken saçlarım ve kollarımdaki tüyler elektrik yüküyle yüklenerek havaya kalkar, eğer ben bisiklette babamın önünde gidiyorsam hatların altından geçerken kollarımız temas ederse ikimizi de tatlı tatlı elektrik çarpar.
Lojmanın yakınında sayılabilecek olan köydekiler sağ olsun orada yaşarken soğana, kavuna pek para vermezdik. Hatta o zamanlar birkaç tanesi babama ‘Sana şurdan bi tarla vireeem’ demişler de, babam ‘Ben tarlayı ne yapayım bu Allah’ın unuttuğu yerde’ demiş. Şu an orası organize sanayi bölgesi ve o tarlaların üzerinde fabrikalar yükseliyor...
———
İki senelik mezbelelik kariyerimden sonra babamın tayini çıktı. Yine Ankara’da olacaktık ama bu sefer daha merkezi bir ilçeye taşınıyorduk. Ankara’nın merkezine arabayla yarım saatlik mesafede, kışın kar yağdığında en azından 1 gün merkeze ulaşımın kesildiği ama nispeten daha merkezi bir ilçeye. Hem lojmanın yakınında göl bile olacaktı.
3. sınıftan itibaren yeni bir okulum, yeni arkadaşlarım oldu. Bu sefer komşularımız da daha fazlaydı (yaklaşık 900 daire kadar), oyun alanım da daha genişti. O küçük dünyamda adeta büyük şehre taşınmış gibiydim. Oldum olası yeni insanlarla tanışmaktan, kaynaşmaktan çekinen bir yapım olduğundan dolayı hemen herkesle arkadaş olmadım. Yavaş yavaş aralarına girmeye çalıştım. Şimdi ise aynı lojmanda 21. seneyi geçiriyorum. Sokağa ilk çıkışlarını bildiğim çocuklar üniversiteye gidiyor, müzik grupları kuruyor, doktor moktor oluyor.
Okulum değişince yeni öğretmenim bendeki ışığı fark etmiş olacak ki burada dersler konusunda biraz daha özel bir ilgiyle karşılaştım. Sınıfta herkese aldırılan kitaplar dışında 8-10 kişilik bir gruba ekstra kaynak kitaplar aldırırdı öğretmenimiz. Bize o kitaplardan ayrıca ödevler verirdi. Sonra onlar yetmezdi, akşam evi arar ve bana biraz daha ekstra ödev verirdi. Bense sorgusuz sualsiz itirazsız tüm yükümlülüğümü yerine getirmek için durmadan çalışırdım. Tam bir inektim açıkçası. Hasta olduğumda bile (ki bünyem zayıf olduğundan her kış birkaç kere raporluk olurdum) okula gidemediğimde okula giden arkadaşlarımın defterlerini toplar, hasta yatağımda onlara çalışırdım. Bu kadar çalışmanın sonuçlarını da görüyordum aslında. Okulda, ilçe ve il bazında yapılan deneme sınavlarında genelde derece yapıyordum. Birkaç kere de ilçe birincisi oldum. Bununla gurur duymuyordum o zamanlar. Gururdan ve kibirden uzaktım hep. Sonradan sonraya bu duygulardan tamamen arınmış olmam gerekmediğini öğrendim. Mütevazılığın prim yapmadığını, mütevazı insanın salak yerine koyulmaya çalışıldığını öğrendim. Öğretmenim diyorum, canıma okurdu ama şimdi geriye dönüp bakınca da iyi ki öyle yapmış diyorum. Araştırmacı ve yenilikçi bir kadındı, öğrendiği eğitim metodlarını üstümüzde denemekten çekinmezdi. İlkokuldayken dönemde toplam birkaç kereden fazla beden eğitimi dersimiz olmazdı mesela. Nadiren beden dersinde dışarıda oyun oynamaya çıkardık. Ders programımız ise Matematik ve Türkçe ağırlıklıydı. Hızlı okuma tekniklerini bize öğretir ve okul dışında da pratik yapmamız için öncülük eder, teşvik ederdi. Çok çalışkan kadındı, çok çalışkan öğrenciler yetiştirdi.
O yıllarda sosyal yönümün de kuvvetli olması için ailem çok çaba gösterdi diyebilirim. En azından benim talep ve isteklerime kulak asmadıkları olmadı. İlkokuldayken tekvando ve org kurslarına gittim. Daha doğrusu şöyle oldu. Bir müzik aleti çalmak isteyip istemeyeceğimi sordular. Ben de nereden aklıma geldiyse ‘org’ çalmak istediğimi söyledim. Adeta vizyon dersi vermişim. Oysaki org değil de gitar çalmak istediğimi söyleseydim belki de şimdi genç kızların sevgilisi yakışıklı popçu olacaktım ehehe. Ne genç kızların sevgilisi oldum, ne yakışıklı, ne de popçu. Babamla birlikte İzmir Caddesi’ndeki müzik aletleri satan dükkana gittik ve bana bir Casio org aldık. O hafta sonu da lojmanın sanat derneğindeki org kursuna başladım. Yaklaşık 3 sene kadar kursa devam ettim. Çok ilerleme kaydetmiyordum, ama öğreniyordum. İlerleme kaydetmememin sebebi ise evde çok fazla pratik yapmıyor oluşumdu. Daha çok derslerime ve ödevlerime zaman ayırıyordum çünkü. Org ise sadece bir hafta sonu aktivitesiydi. Zaten 5. sınıfın sonundaki veda gecesindeki mini konserimden sonra çalmayı bıraktım. Hobi olarak çalarken her şey yolundaydı. Ama bu bir konser sorumluluğuna dönüşünce üzerimde yük olmaya başlamıştı. Konserde parçalarımı hatasız çalmış olsam da o geceye kadar geçen süreçte bu hobiden soğudum sanırım. Tekvando konusu ise şöyle oldu. Bir müzik aletine yönlendirmekle aynı düşüncelerden kaynaklı olarak bir spor dalına da yönlendirmek istedi beni ailem. Belediyenin ise hali hazırda açmış olduğu bir tekvando kursu vardı. Bu nedenle de seçeceğim spor dalı belli olmuş oldu. Bu kursa da yaklaşık 3 sene kadar devam ettim ve yanlış hatırlamıyorsam mavi kuşağa kadar da yükseldim. Ama atladığım kuşakların bir resmiyetinin olduğundan şüpheliyim. Kurstaki hocamız bize lisans çıkartmıştı ama hiçbir müsabakaya katılmadık. Veya hiçbir ‘kuşak atlama’ sınavına da tabii tutulmadık. Kursa eksiksiz devam eden herkes düzenli olarak kuşak atlıyordu zaten. Sanırım hoca kendi kafasına göre bizim gazımızı alıp gönderiyordu. Bu 3 senelik süreçte resmi müsabakaya katılmamış olsak bile arada bir bizi kendi aramızda karşılaştırıyordu hocamız. Bu karşılaşmalardan birinde rakibimden birkaç güzel tekme yiyince o gün tesadüfen tribünde beni izlemekte olan annem sahaya inmeye kalktı. Bana öyle geliyor ki tekvando gibi dövüş sporlarından soğumam da o zamanlara tekabül ediyor. Şimdi ise dövüş izlemeyi seviyorum. Sadece izleyerek içimdeki barbarın vahşet arzusunu tatmin edebiliyorum.
Bu kurslar dışında okulda satranç, halk oyunları, karate gibi çeşitli kurslara kısa sürelerle de olsa katıldım. Halk oyunları kursuyla da birkaç 23 Nisan ve 19 Mayıs gösterisine çıktık. Çok yönlü ve sosyal bir yapım vardı diyebilirim. Ortaokula geçtikten sonra bu çok yönlü yapım daha kısıtlı alanlara yoğunlaştırılmış olarak şekillenmeye başladı. Bir gün babam eve elinde bir basketbol topunu darbuka gibi çalarak girdi. Bunun hikayesini daha önce ‘Madalyonun Biyografisi’ başlıklı yazımda anlatmıştım. Özetle şunu söyleyebilirim ki ortaokulda ana odak unsurum basketbol oldu. (Ve tabii sonrasında da...) Diğer sportif ve kültürel faaliyetleri ise neredeyse tamamen bıraktım.
Biri hariç. Öğretmenlerin ve ailemin yönlendirmesiyle 7. sınıftayken büyükşehir belediyesinin çocuk meclisine katıldım. Çocuk meclisi bildiğimiz belediye meclisi yapısının çocuklara uyarlanmış haliydi. Bir başkan vardı, bir yazman (ya da sayman, onun gibi bir şey) ve üyeler vardı. Üyeler ise okulların katılımıyla, seçimle belirleniyordu. Bizim okul da biz 7. ve 8. sınıftayken bu çocuk meclisi işine önem vermiş, bizi yönlendirmiş ve meclise 3 üye sokmayı başarabilmişti. Üyelerden biri de bendim. Haftada bir gün Ulus’taki eski belediye binasında oturumlarımız oluyordu. Üyeler şehre yapılabilecek geliştirme önerilerini sunuyordu ve oyluyorduk. Benim de şu anda neler olduğunu hatırlamadığım birkaç önerim olmuştu, sonradan yapıldı mı onu bile hatırlamıyorum. Zaten yerimden kalkıp kürsüye kadar yürüyüp yaklaşık 100 kadar üyenin karşısında fikrimi sunmak yeterince heyecanlı ve bacaklarımı titreten bir eylemdi. Bu yüzden önerilerimin bunca yıl sonra aklımdan çıkmış olmasını garipsemiyorum. Bu toplantılarda alınan kararlardan uygulandığını gördüğüm en somut örnek ise alt ve üst geçitlerde bulunan engelli asansörü sistemidir. Bu sistemlerin ilk kararı bir çocuk meclisinde alındı. Haftalık toplantılar dışında ihtiyaç sahiplerine belediyenin yardımlarını dağıtmak gibi sosyal sorumluluk faaliyetleri de oluyordu. Gerçekten sosyal bir ortamdı çocuk meclisi. Keşke girişken ve vefakar biri olsaydım da oradan ‘hala görüşürüz’ dediğim arkadaşlarım olsaydı. Arkadaş konusunda hiçbir zaman vefalı olmadım sanırım. Aslında hiçbirini, hiçbirinin yaptığı iyiliği ya da birlikte geçirdiğimiz vakti unuttuğumdan ya da bendeki değerlerinin azaldığından değil; telefonu elime alıp hal hatır sormak gibi bir meziyeti hiçbir zaman edinememiş olmamdan kaynaklanıyor bu durum.
Ortaokuldayken ders notlarım ilkokula göre düşmeye başladı. Artık her sınavdan 100 alamıyordum. 90’ları, 80’leri hatta bazen 70’leri bile görmeye başlamıştım. Bunun sonucunda da karnemde 5’ler yerine 4’ler yer alabiliyordu. Karnede 2′den fazla 4 gördüğümde dünyam başıma yıkılıyordu, bir sonraki döneme daha şevkle ve azimle çalışarak başlıyordum. Karnesinin hepsi 5 olanlara ise takdir belgelerini sene sonunda tören alanında veriyorlardı. Ben tören alanına her dönem çıkamadım, birkaç dönemde fire verdim ve bunu da başarısızlık olarak addettim kendimce. Hırslı biri sayılmazdım ama benim için başarı çıtası hep çok yükseğe çekilir olmuştu. Bense bunu garipsemek veya itiraz etmek bir yana, olması gerekenin o olduğunu düşünür olmuştum, bana öyle işlenmişti bu duygu.
Hatta şunu da anlatmadan geçmeyeyim. Son sınıftayken bir bilgi yarışması olacaktı. Bu bilgi yarışmasına katılacak olan öğrencileri okulda yapılan deneme sınavı sonuçlarına göre seçmeye kadar vermiş idareciler. Yapılan son denemede ise ben hastaydım, raporlu olmama rağmen okula gitmiş ve sınava girmiştim ama okulda ilk 3’e girememiştim. Bu nedenle de bilgi yarışması katılımcısı olamadım. Ama beni önceki sınavlarda ilk 3’ün müdavimi olduğumu için jest olsun diye seyirci olarak götürmeye karar verdiler. Diğer çocukların haklarını yiyemem, iki tanesi gerçekten iyiydi. Hatta onlarla aynı liseye gidecektik, bir tanesi doktor olacaktı. Diğeri ile aynı üniversitede aynı bölüme gidecektik ve o daha sonra okul birincisi olacaktı. Ama benim yerime giden üçüncü kişiye biraz gıcık olmuştum. Benim hakkımdı orada oturmak. En nihayetinde bilgi yarışmasında finale kaldılar. Finalde ise filmlerdekine yaraşır bir biçimde son soruda elenip 2. oldu bizim okul. Bense kenarda o yanlış cevap verdikleri son sorunun doğru cevabını haykırmamak için kendimi zor tutuyordum...
Ortaokuldayken hep sınıfın en sessiz, en efendi, en örnek gösterilen, en pısırık, en çalışkan öğrencisiydim. Arkadaşlarımın bana aynı anda gıpta ve nefretle baktıklarını zaman zaman hissederdim. Bu parmakla gösterilme özelliğimin yavaş yavaş farkına varmaya başladığımda hafiften bir şımarıklık da peydah olmuştu içimde. Üniformamın kravatını hafiften gevşetmeye başlamıştım. Öte yandan bendeki bu değişimi birisi fark ettiğinde ise anında utanıyor ve örnek öğrenci halime geri dönüyordum. Birinde teneffüs vakti bitmek üzereydi ve sınıfta öğretmeni beklerken ayaklarımı masaya uzatmış, ayak ayak üstüne atmıştım. O esnada öğretmen sınıfa girdi ve bu vaziyetimi görünce beni ayıpladı, “Sen evinde de masaya böyle ayaklarını uzatıyor musun” dedi ters bir üslupla. Ben de tüm dürüstlüğümle “Evet” cevabını verdim. Bu cevabımı ise ukalalık hatta terbiyesizlik olarak algıladı ama ‘örnek öğrenci’ olduğum için konuyu daha fazla uzatmadı. İçinde ukte kalmış olsa gerek, öğretmenler odasına gittiğinde beni sınıf öğretmenime şikayet etmiş “Hem masaya ayaklarını uzatmış hem de bana evet dedi” diye. Sınıf öğretmenim de “Çocuk yalan söylememiş, sen eve yorgun gittiğinde kahveni alıp sehpaya ayaklarını uzatmıyor musun?” diye cevap vermiş.
———
İlkokul ve ortaokul yıllarım yadsınamayacak kadar dolu dolu geçti şimdi geriye dönüp baktığımda. Sonra lise zamanı geldi. Liseye gitmeden önce hedeflerimi soranlar olduğunda ‘Ankara Fen veya Gölbaşı Anadolu’ diyordum. Çünkü... Evet, çalışkan ve başarılı bir öğrenciydim ama çok fazla araştırmacı değildim sanırım. Ankara’ya dair bildiğim sadece 2 iyi okul vardı: biri Ankara’nın en iyisi, diğeri de ilçenin en iyisi. Lise sınavında beklediğim kadar iyi yapmadım sınavı. Çünkü kendimden beklentim sınava girip tüm soruları yapmaktı. Bu hep böyle oldu (Liseye başlayana kadar.) Tercihlerimi ise müdür yardımcısının yardımıyla ve okulların ulaşım durumlarını, farklı yönlerini vs. düşünmeden tamamen puan sıralamasına göre yaptık. Sonucunda da Gazi Anadolu Lisesi’ne yerleştim. Ama ufak bir problem vardı: Gazi’ye evden gitmek için lojman otobüsüyle bir noktaya kadar gidip oradan sonra okul servisine binmem gerekiyordu. İkinci tercih zamanını da beklemeden tatile çıktık. Tatilden döndüğümüzde öğrendik ki asında ikinci tercihlerde puanım Ankara Atatürk Anadolu Lisesi’ne de yetiyormuş. Okul başladığında ben Gazi’li olmayı benimsemiş bir şekilde gidip gelmeye başlamıştım. Annemin ise içine sinmemişti. Çünkü AAAL’in puanı daha yüksekti, ora daha iyiydi. Hem oraya gitmek için sadece lojman otobüsü yetecekti. (Sadece gitmek için, dönüş kısmına sonra değineceğim.) Annemin yoğun ikna çabaları sonucunda ben 2 hafta kadar Gazi’de okuduktan sonra AAAL’e kaydımı aldırdık. Bu durum ilk başta benim içime sinmemişti bu sefer de. Yolunda giden planları bozmak veya değiştirmek daha iyi sonuçlar için yapılıyor olsa bile içten içe beni huzursuz eden bir durum yaratmıştır oldum olası. Konfor alanımın dışına çıkıyor olmamdan kaynaklı sanırım. İşte bu şekilde AAAL’li oldum.
Aslında daha anlatacaklarım var. Değinmek istediğim noktadan hayli uzaktayım. Burada sadede gelmektense tüm anlatacaklarım bittikten sonra asıl söylemek istediklerimi söylemeyi tercih edeceğim sanırım. Bu kısım ise böyle otobiyografik ‘anıların depreşmesi’ yazısı olarak kalsın.
0 notes
Text
GECE TERÖRÜ
Uyku bir anne baba için yaşam sebebidir.
Dinlenme saatleriniz çocuğunuzun uyku saatleridir. Ya da birbirinizi görebildiğiniz saatler. Hele ki iki çocuğunuz varsa. Geçen sene öğle uykusunu bırakmaya karar veren Çağan dan sonra gece geç yatma kartını oynayan Çınar karantinama tüy dikmiş olabilir ama bu aramızda kalsın…
İşte ben tam arkadaş öğlen nasıl uyumazsın ama sen 22:00 da yatamazsın benim zaten 23:00 da uykum geliyor derken. Gece terörü hayatımızın ortasına bomba gibi oturdu. Çağan yazlığa gittiğimiz ikinci hafta istisnasız her gece çığlık çığlığa uyandı adam. Önce anlamadım bir problem var sandım. Benzer saatlerde çığlık çığlığa uyanıyor, sorularıma asla cevap vermiyor üstelik uyanık bile değil sanki rüyasında… ben onu anlayana kadar daha çok deliriyoruz bazen benim yatağımda bazen de kucakta evi turlarken buluyoruz kendimizi…. Derken pedegog arkadaşlara danışmaya karar verdim çünkü sinirler gergin hale geldi öğle uykuları da bitince ikimizde harap olduk.
Veee bu belirtiler nur topu gibi bir GECE TERÖRÜNÜ işaret ediyormuş. Yer değişikliği, babasının sınırlı zamanda geliş gidişleri hatta bahçede büyük çocuklarla aşırı atraksiyonlu (koşmalı, bööö lü oyunlar) bile bunu tetikleyebilirmiş. Ama ne yaptığımızdan çok nasıl davranacağımız daha önemliymiş.
Onu konuşturmamak, sorular sormamak gerekiyormuş. Çırpındığı için yatağında sert bir şey bulundurulmamalı ve gündüzleri korkutmalı şeylerden kaçınmak gerekiyormuş. Tamam bunları bildim bir değişiklik oldu mu? Üzgünüm ama olmadı. Olabildiğince hafif geçirmesi için daha anlayışlı sorgusuz ve çok müdahale etmeden ama yanında olduğumu hissettirmeye çalışarak geçti bu zaman. Evimize dönünce birkaç gün içinde kendiliğinden de kesildi.
Tam şükür derken…. Taşındık. Ve arkadaşın terörü geri döndü. Cidden ağlayasım var. Bir aydır bu evdeyiz ve bir aydır ama bir saat ama 15 dakika her gece ayaktayız yine. anladığım kadarıyla eski evimiz yenilenecek biz de döneceğiz dediğimiz için adam her gün dönmeyi bekliyor. Hatta başta konuyu abartıp ‘ sen çizgi film izletmiyorsun ben bu evi sevmiyorum’ a geldi konu. Tabii ki olumlamalar yapıp ay bu evin artıları nedir diye anlatmak bana düştü. İşe yaradı mı bilmiyorum ama lütfen işe yarasın artık. Uyumayan ebeveynler ne kadar tatlı oluyor eminim biliyorsunuzdur…..
Neyse ki arkadaşın enerjisi ve mutluluğu tavan gece tüm mahalleyi kaldırmamışçasına J
0 notes
Text
ablacumla günler sonra çalışma odamıza taşındık yine çok çalışmadım çalışır gibi yaptım ingilizce ile oyalanıyorum ki tytyi erteleyebileyim of okumak da istemiyorum aslında üniversiteye gitmesem olmuyor mu neyse sonra ablacum çilekli magnolia yaptı çok da güzel yapmış ne yapsa güzel oluyor zaten sonra ablacum dışarı çıkmak istedi ve sohbet ederek dolaştık güzeldi demin de banyoya girdim birazdan da şarkı dinliycem
9 notes
·
View notes
Text
TAŞINMAK FALAN FİLAN...
1993 yılında anadolu yakasına taşındık ondan önce ki 5 yıl fındıkzade'de oturmuşuz, 2000-2004 arası leventte oturduk sonra tekrar Anadolu yakasına geri döndük.24 yıldır burada oturuyoruz yani, taşınmış olsak bile eski mahallemizle bağlantımız asla kopmadı.Neyse geleceğim yer şurası... Bugün bir arkadaşım sevgilisiyle ilgili bir sorundan bahsetti, o işe kafam takıldı...
Kadınlar sürekli evleri ve işleri yakın olsun istiyorlar.Sırf işine yakın olsun diye Sefaköye taşınmak istiyormuş kız arkadaşı, bunların oturdukları ev de Ataşehirde...Çocuğun canı sıkılmış...Sor bakalım sen izmitten cok iyi teklif alsan İzmite mi taşınacakmışsınız dedim??Hep kendi konforları kendi rahatları amacıyla böyle saçma sapan düşünceler ortaya atıyorlar.Evimle işim birbirine yakın olsun.Yok ya...Başka bir arkadaşım beylerbeyinde oturuyor herif tuzlaya çalışmaya gidiyor, bir gün sesinin çıktığını görmedim.Bizim hanımlar şöyle istiyor... (iş yeri adresi ) C mahallesi Y caddesi No 18 , EV ADresi : C mahallesi Y caddesi no :20 bu da ev adresleri olsun istiyorlar.
Taş yerinde ağırdır, günümüzde kadınların aidiyet duygusu yok, palaçor yaşıyorlar (erkeklerin de çoğunda da yok hayvan gibi yaşıyorlar) evle bir bağ kurmak, o evde ki yaşanmışlıklar vs önemli değil. tek dertleri evle iş yakın olsun günde 2 saat fazla uyuyalım.Yine de büyük konuşmayalım başımıza gelir.Böyle dilimize doladığımız şey kader olup karşımıza çıkıyor.
Sonra bir bakmışız ki Esencılıstayız, olmadı en baba ihtimal Sancaktepe.Neyse cocuğa verdiğim öğüt belli.Ataşehir gibi lokasyon bırakılmaz, sen manitadan ayrıl bu hatun gezegen dedim.Yok ayrılmaz da kalkar allahın terk ettiği Sefaköye yerleşirse bana bir daha fikir soramaz.Evim işime yakın olsunmuş.Mantığa bakın ya.Bunca erkek günde 3-4 vesait değiitiriyor sesleri cıkmıyor bizimkilerin hepsi piremses.Evle işi yakın olacakmış.Yarın öbürgün iş yerinden kovulunca aklı başına gelir...Neyse.
Avrupa yakasında oturulacak en kral lokasyonlar etiler, levent,bebek, hisarüstü , beşiktaş ve son olarak e-5 üzerinde ki avrupa konutlarıdır.Başka bir semtte bedavaya en kral daireyi verseler oturmam.
Hanımlar şu işe yakın ev tutma olayından vazgeçiniz lütfen.Dünyada kimse iş yeriyle kapı komşusu değil.Bir zahmet nazik poponuzu sıkınız.
0 notes
Text
not draining properly
şimdi biz yeni eve taşındık malumunuz. pek de güzel modern eşyalı meşyalı neredeyse lüks diyeceğim kadar tatlış bir apartman dairemiz. o bizim canımız. dairemizden daha canımız olan da davidimiz ev sahibimiz. kendisi hem ev sahibi, hem property manager, (hem de dün gördük ki handy-man).
ufak ara notu: burada property management diye bir iş kolu var, emlakçılıktan da bir tık ötede, anladığım kadarıyla anlatayım: evin kiralanması satılması vs işleri dışında, bir de kiracıyla iletişim, evde bi sıkıntı çıktı mı halletme, kiranın takibi, masrafların takibi falan filan da yapıyorlar. bizim ev sahibimiz de kendi property management şirketi üzerinden kendi propertylerini manage ediyor. kendisi son derece profesyonel ve detaylara önem veren birisi, canerle pek iyi anlaşmalarına şaşmıyoruz.
biz eve taşındığımız gün adamın düğününün ertesi günü idi ve hemen sonraki gün de balayına madagascara mı tanzanyaya mı nereye gitti. tatilden dönünce de dün eve geldi, taşındıktan sonra ortaya çıkan ufak tefek şeyleri halletmeye. efenim mutfaktaki tezgah üstü ışıklar yanıp sönüyor, salondaki köşe lambası pırpır ediyor, internetimiz iyi çekmiyor bi de bizim küvetimizde su birikiyor, giderden yeterince hızlı su gitmiyor idi.
kendisi tüm bu sorunlar ile oldukça detaylı şekilde ilgilendi, küvetin giderine takılan o delikli şeyi çıkardı, baktı tıkanma yok, dedik demek ki delikler küçük, o zaman böyle kullanırız falan filan. internet için yeni bi çözümle geldi, pırpır eden ampul için de bugün kapımıza yeni ampuller bırakmış.
neyse bugünün ana konusuna gelelim: sabah kalkmışım binbir motivasyonsuzlukla, demişim ki bi duş alam da kendime gelem de güne başlayam. ben duşumu alıp bilgisayarımı açıp canım maillerime gömüldüğüm sırada kapımız pek bir ısrarla çaldı. alt katımızdaki hanım abla çıplak ayaklarıynan koşmuş da gelmiş, tavandan su akıyo, sizin property managera hemen haber verin de müdahale etsin. anam! yoksa bizim küvette mi sıkıntı? neyse efenim suyu kestik, alttakilerin telefonunu aldık, ev sahibine haber verdik, evde de susuz kaldık, korkudan açamıyoruz. david dedi ben akşam gelcem bakcam, küvetin altındaki paneli sökeriz bakarız (handy-maaaan).
evdeki herkes işine gücüne gitti, ben de maillerimle boğuşmaktayım, öğlen olmuş. kapımız gene çaldı. neşeli bir tesisatçı amcamız geldi. alt kata bakmaya gelmiş, bizi kontrol ediyor. adam küveti görür görmez dehşete düşmesin mi? “anam sizin plug nerde” diyor, tabi anam demiyor amca, neşeli ve hızlı şekilde ingilizce konuşuyor ben de yakalamaya çalışıyorum. kem küm biz onu çıkarttık dün giderden su iyicene gitmiyordu falan filan. amcacım gülmekle ağlamak arası, böyle bişeyi nasıl yaparsınız, sakın bi daha bunu çıkarmayınlı konuşarak, yerine taktı, bi de yapıştırıcı ile kenarlarını da geçti. meğersem o boruya bağlıymış da, onu çıkarınca küvetteki su borudan gitmiyomuş, yere gidiyomuş, ondan alt kattaki insancıkların pazartesi sabahının içine etmişiz.
neyse, canımız davidimiz tabi durur mu, aman çocuklar bu benim olayım siz hiç kendinizi üzmeyin dedi, alt kattakilerle de ben konuşur gereğini yaparım dedi.
ARO dedik ne diyelim.
0 notes
Text
‘’Ben farklı değilim, sizin bakış açınız aynı.’’ Bu söz kulaklarımdan çıkmıyor, bir psikiyatri hastasının son sözleriydi bu. Her neyse hikayeme başlıyorum. Ben Tuna, 34 yaşındayım. 10 senedir akıl hastanesinde çalışıyorum, her gün yaşadığım olayları bu lanet olasıca günlüğe yazıyorum. 3652 sayfalık bir günlük, her gün yaşadığım lanet şeyleri yazdım. Fakat bu seferki hasta başkaydı, Mehmet’ti adı. 20’lerinin sonlarında, 1,90 boylarındaydı iri biriydi, omuzları falan genişti. Hiçbiri sevmezdi hastaların, o da hastaları sevmezdi. O genel olarak insanları sevmezdi. Hastaneye yatalı 6 ayı geçkin bir zaman olmuştu, benle son iki aydır konuşuyordu. Ondan öncesinde kimseye yanıt vermiyordu, yaşadığı şeyleri anlatmıyordu, diğer hastalardan farklıydı. Sanki şeydi biraz, rol yapıyor gibiydi. Bakın o ilk geldiği günü unutamıyorum, tüm testlerimizi başarıyla geçti, sonrasında oturdu kafasını duvarla vurmaya başladı, hemen koşmuştum. Sonra şey dedi ‘’YALVARIRIM, ZİHNİMİ ALIN, DAYANAMIYORUM!’’ bu sözlerinden sonra sakinleştirici verip bayılttık. Odasına götürdüğümüzde kimse gönüllü olmadı bakmaya, ben öne çıktım. Kabul ettim ona bakmayı, onda anlamadığım şeyler vardı, bu yüzden ettim sanırım, 6 ay oldu hala emin değilim neden kabul ettiğim konusunda ama bir gerçek var iyi ki kabul etmişim, hayatımın en iyi kararlarından biriydi. İlk aylar çok sessiz geçti. 160 gün falan olmuştu geleli. İşte bütün olay o gün başladı. Benle ilk konuşmasını yaptı, sanki muhabbet etmek istiyordu. Şizofreni hastaları buna pek ihtiyaç duymazdı, kendi kendilerine konuşurlardı genelde. Ama dedim ya Mehmet’te bir şeyler vardı… Sabah, yanına gitmiştim. Saat 9 falandı, kalkmıştı içeri girince bana seslendi. -Ben de seni bekliyordum, gene tam vaktinde geldin, yanıma oturur musun? Gittim oturdum. -Sana güvenebilir miyim? +Elbette! -Bu dünyadaki insanların tamamı, beni bir ucube gibi görüyorlar. Sebebi onlar gibi olmamam, yanlış. Bu böyle değil, olamaz, olmamalı. Onların hepsi aynı düşünüyor. Sanki benim hayatımı yaşamışlar gibi, benim yerime konuşuyorlar. İstersem onlar gibi rol yapabilirim. +Nasıl? -İnsanlığın bazı amaçları vardır, hırs ve kibir. Bunlar bir insanın olmazsa olmazıdır günümüzde ve her lanet insanda vardır bunlar. Bunlar olmayanlar var mı? evet varlar, fakat onlar ben gibi sessiz kalır, bazıları sizin gibi rol yapar, bazıları yapmaz ve benim gibi bu gömleğin içine sıkıştırılır, deli denir… +Bence sen, sen deli değilsin. Sende bir şeyler var… -Fark eder mi? Diğer herkes beni aynı görüyor, sebebi onlar gibi olmamam. Hiçbirisi benim zihnimden yaşayan insanları bilmiyor, onlar gerçek siz göremiyorsunuz. Çünkü; bakmayı bilmiyorsunuz. At gözlüğü takmış gibisiniz, herkese aynı bakıyorsunuz bu, bu YANLIŞ! Her insan aynı değildir, öyle olacak olsa. Tanrı hepimizi tek bir beden şeklinde yaratırdı, ten rengi olmazdı, boylar farklı olmazdı, ırklar olmazdı ve diğer lanet şeylerin hiçbirisi olmazdı! Şimdi sana bir soru; bu hayata gelme amacın ne? Kimsin sen? Tanrı seni neden yarattı? Hiç sorguladın mı? +Şey, evet sorguladım, fakat bu neyi değiştirir? Tanrı bizi yarattı ve unuttu. -Peki şunu düşünmedin mi? Tanrı bizi yarattı ve halimize o bile şaşırdı çünkü; işlerin böyle gideceğini tahmin bile etmedi. En sevdiği meleklerden biri olan şeytanın ihanet edeceğini bilmediği gibi. Sanırım melekte olsa, insan da olsa aynı oluyor. Tanrı yarattığı her canlının içine o duyguyu koymuş olmalı, yoksa bunun başka açıklaması olamaz… HER CANLININ İHANET ETMESİNİN BAŞKA AÇIKLAMASI OLAMAZ TUNA! Her neyse bu günlük bu kadar muhabbet yeter. Bunu söyledikten sonra güldü, acıktığını söyledi. Bu şekilde devam ettik, her gün bana yeni şeyler öğretti. Bazı söyledikleri, ne biliyim, bu deliyse ben ahmağın tekiyim dedirttiriyor. Baş doktorumuzla konuştum, benim ilgilenip öğrenmemi, onu araştırmamı istedi. Tamam dedim. Ve Mehmet’e çok yakın davranıyordum, diğer hastalarla diğer bakıcılar ilgilensin deyip salladım. Son 55 güne girdik, bu 55 gün benim düşünmemi sağladı, ben kim olduğumu anladım. Hayatı sorgulamaya başladım. Ama bir gün vardı, o gün bir söz söyledi, aklımdan çıkmayan birkaç cümle var. ‘’Tanrı, seni bu dünyaya, yiyip içip sıçman için göndermedi, bu saçma olurdu. Tanrı, seni bu dünyayı kirletmen için göndermedi, bu aptalca olurdu ki tanrının öyle biri olduğunu sanmıyorum. Tanrı seni bu dünyaya öğrenmen için gönderdi, anlaman için, okuman için, araştırman için yolladı. Tanrının mucizevi şeylerini anlaman için. Bunları uygulamayacaksan, yaşamanın bir boka faydası yok Tuna. Bunları uygula ki; insan olduğun anlaşılsın, diğerlerinin aksine…’’ söylediği her sözü günlüğüme birer birer yazdım ama size anlatmayacağım, ya da şey belki bir gün anlatırım, sağım solum belli olmaz benim. O güne geldik, o cümleyi söylediği güne, aslında cümleden çok konuşma yaptı. Ama o cümle, aklımdan çıkmıyor. Her neyse o lanet günün sabahında odasına gittim ve şey demişti. ‘’Bana sade kahve getirir misin? Tanrımın yanına dinç kafayla gitmek istiyorum.’’ Ne demek istediğini anlamamıştım. Kahveyi getirdim, içtikten sonra. ‘’Testlere tekrar girmek istiyorum, bakalım ne olacak.’’ dedi ve gülümsedi. Baş doktora haber verdim, testi yaptık. Bir dahi gibiydi, sanki, o şizofreni hastası değildi de başka biri vardı. Prosedür gereği testi geçtiği için, onu orada tutamazlardı. Hastaneden taburcu edildi ve bana bir çanta verdi. ‘’Bunları, bu akşam oku…’’ dedi. Nereye gittiğini sordum, sonsuzluğa diye cevap verdi. Ardından o aklımdan çıkmayan cümleyi söyledi. ‘’Ben farklı değilim, sizin bakış açınız aynı. Tanrı size şu an acıyor, yarattığı gözleri kullanamadığınız için. Ve ben gülüyorum…’’ yola atladı bi arabanın önüne. Vücudu paramparça olmuştu, beyni kafatasından fırlamıştı bu çok iğrenç bir görüntü oldu, dayanamayıp kustum. Fakat ölürken yüzünde bir gülümseme vardı. Yıllık iznime ayrıldım eve giderken birkaç bira ve bir şişe viski aldım. Çantanın içini açtığımda binlerce sayfa vardı. Hepsini okudum, yaklaşık 15-20 saat sürdü. En arka gözde ufak bir defter vardı. Sanki, tanrıya mektup yazıyordu. Açtım okudum hepsini, bazı dikkatimi çeken şeyleri toplayıp yazıyorum. ‘’Sayın tanrım, sana kırgınım. İnsanlığı yarattın ve onlara zihinlerini kullanmayı göstermedin. Onlar, savaşlar yaptı, barış içinde yaşamayı öğrenemedi. Tanrı olan sendin, onlar kendilerini senin yerine koymaya çalıştı. Ben bunlara dayanamıyorum, haa bir de unutmadan. Sayın tanrım, neden? Zihnimde neden savaşlar var? Düşüncelerim beni kuşatıyor, dayanamıyorum tanrım, DAYANAMIYORUM! Ben de artık diğer insanlar gibi düşünmemek istiyorum, yapamıyorum. Onların zihinlerinde çığlıklar var mı sayın tanrım? Onlarda ben gibi acı çekiyorlar mı ha sayın tanrım? Ben dayanamıyorum artık. Bir akıl hastanesine yatacağım, uyuşmak istiyorum. Hastaneyi gözlemledim, orada Tuna isimli biri var, standart bir yaşamı var, ne zengin ne fakir. Ama elinden geldiğince çabalıyor, öğrenmek istiyor. Bilgilerimi ona vermek istiyorum ve öldükten sonra malvarlığımı da ona vereceğim. Avukatımla konuştum, ölümüm anında tüm malvarlığım ona ait olacak. Yakında görüşeceğiz sayın tanrım ve ben sana öteki dünyada, yanında tapacağım. Zira burada sana tapanların çoğu gösteriş için yapıyorlar ve insanları bununla kandırıyorlar, ben onlar gibi olamam, kusura bakma tanrım.’’ En son bir sayfa okudum beni anlatmıştı. ‘’Tanrım, bu hastanedekilerin tamamı ahmak, ahmaklar ordusu ama o herif için dayanıyorum, o herifle ilgili planlarım var…’’Bunu okuduktan sonra düşündüm, ulan bende ne bok var, kimim lan ben? Bunları hak edecek biri miyim? Diye sorguladım. Birkaç gün sonra avukatı geldi, bizim Mehmet baya zengin biriymiş. Malvarlığının %50 sini bana, diğerini kütüphane yapımı için ayırmış. Avukat bir mektup verdi bana ve şey dedi. ‘’Mehmet, ölmesi durumunda bu işlemlerden sonra bunu sana vermemi istedi. İyi günler.’’ Okumaya ba��ladım o mektubu. ‘’Tuna, hatırlar mısın bilmem, doğduğun mahallede bir ayyaş vardı, her gece karısını ve oğlunu döverdi. Sonra baban gelip o herifi dövmüştü bir daha dokunursa öldüreceğini söylemişti. O günden sonra o adam ne anneme ne bana bir tokat atabildi. Baban benim hayatımı kurtardı, sonra biz taşındık oradan. Ama işte, işte ayyaşın tekiydi… Günün birinde, akşam vakti içti iyice, zihni bulanıklaşana kadar içti. Eline bir tabanca aldı ve boşa bir el ateş etti. Çok korkmuştum, annem bana sarıldı. O herif, bana baktı ve şey dedi. ‘’Sen, benim gibi olma…’’ dedi ve kafasına sıktı. Beyni parçalanmıştı, annem ağlıyordu, ben öyle kalmıştım. Annem dayanamadı, kafayı yedi. Birkaç sene sonra, balkondan aşağıya atlayıp intihar etti. Gözümün önünde, cesedini gördüm. Dayanamıyordum. Öylece durmuştu, 15 yaşındaydım bu olay olduğunda. Hayatımın sonrası boktan geçti, ama okula devam ettim. Çalıştım, kazandım. Psikiyatri okuyordum. Bir işe girdim, 1 yıl falan olmuştu, akşamında patronumu gördüm sokakta, biri silah çekmişti. Koştum hemen, atladım silahı olan herife, ağzını burnunu patlattım. Polisler geldi, ifademizi aldılar. Patronum ertesi gün, evine yemeğe davet etti. Gittim. Ev baya büyüktü, kütüphanesi falan vardı. Yanında yaşamamı istedi, çocuğu yoktu. Hizmetçileri falan vardı. Onunla yaşadım, kitaplarını okudum. Yazılmış bütün kitaplar vardı sanki ve her hafta düzenli kitap okuyordu. Ben de yanında okumaya başladım öğrendim. Benliğimi o kitaplar sağladı, bana kim olduğumu o kitaplar öğretti. Sonra o adam vefat etti, bana bıraktı malvarlığını. Birkaç tane farklı şirketi varmış, çalıştığım yerin dışında. Okulu bitirdim, psikiyatr olmak vardı aklımda, ama vazgeçtim. Kitaplarla yaşadım, eve kapandım o kitapların tamamını bitirdim. Yaklaşık 50.000 tane kitap okumuştum, senelerimi aldı. Her kitap karakteri zihnimde yaşıyordu sanki… Ama sonunda öğrendim, insanlığın amacını öğrendim. Ve tesadüfen seni gördüm. Babanın yaptığı şeyler, hiç aklımdan çıkmadı. Yardım etmek istedim, böyle bir plan yaptım. O kitapları okuman dileğiyle, Mehmet…’’Birkaç hafta sonra eve gittim, dediği gibi büyük bir yerdi. Orada yaşadım, kitapları okumam yıllar sürdü. Böyle devam etti hayatım. O kitaplarda bir şey var, kim olduğunu anlaman için, bombok bir hayat sürmemen için gereken şeyler. Mehmet'e göre; tanrı, insanları yarattı sonra hayvanları ve zaman ilerledikçe anladı. İnsan ile hayvanın farkı olmadığını, sonra kitaplar gönderdi, tanrıyı anlamamız için. Sonra yazarlar yarattı, düşünürler ve şairler. Doğruyu öğrenmemiz için, ama insanlık hep açtı, kibirliydi ve bencildi. Eminim tanrı bile böyle olmasına şaşırmıştı, ama artık ben diğerleri gibi değilim. Bu dünyadaki bana ayrılan süre bitene kadar yaşayacağım, kitaplar okuyacağım ve sizden uzaklaşacağım…
8K notes
·
View notes
Text
Kaç dakikadır yazıp yazıp siliyorum. Ne yazacağımı, nereden ve nasıl başlayacağımı hiç bilmiyorum. Neyse ben yazmaya başlayayım artık ne çıkarsa. Okumayıp pas geçerseniz de saygıyla karşılarım, sorun değil. Ben sadece içimdekileri bir yerlere dökmeye çalışıyorum o yüzden okuyup okumamanız da aslında pek de umrumda değil, yani kusura bakmayın ama gerçek bu. Her neyse.
Üniversiteye ilk geldiğim zamanlarda hazırlığın sonuna doğru eve çıkmıştım. Daha sonra o eve çıktığım arkadaşlar gitti ben de onların yerine başkalarını buldum. Artık 2+1 evde 4 kişi kalıyorduk, sanırım başkalarını bulma işini biraz abartmışım. Neyse biz bu eve çıktık tabi ev sahibi ile de bir sürü sorunlar filan yaşıyoruz yok kapıyı çok sert çarpıyorsunuz, çok gürültü var falan da filan da. Beyefendi üst katımızda oturuyor da.
Burada eve çıkacak arkadaşlara ufak bir tavsiye vereyim. Siz siz olun ev sahibinizle değil aynı binada, aynı mahallede dahi ev tutmayın, başınız çok ağrır. %100 onaylandı, çalışıyor.
Kaldığımız ev bahçeli, müstakil tarzı; komşularımızın da öyle. Komşularımız yaşlı bir çift. Annemiz Balkan göçmeni ,amcamız da buralı, İzmirli yani. Eshot tan emekli, hani iett ego filan var ya onlardan. Bu arada fark ettiyseniz annem dedim çünkü annem gibi sevdim, annemiz gibi sevdik dördümüz de. Çünkü evlatları gibi görüyorlardı bizleri. Yemek yapıp gönderiyor, pastalar, börekler, çörekler. Bazen onlara çay içmeye gidip sohbetler ediyoruz. Hüseyin amca anılarını anlatıyor, bazen annemle biz Hüseyin amcaya takılıyoruz, bir yandan da heyecanlı heyecanlı dinliyoruz ; kahkahalar, muhabbetler filan tam aradığım ortam. Bir de Hüseyin amca dedeme çok benziyor.Onu görünce dedemi görmüş gibi oluyorum bir de ben dedeme de hep böyle eskiler ile ilgili sorular sorar, başlattırırdım anlattırmaya. O anlatır ben dinlerdim çünkü çok severdim eskileri dinlemeyi, dedemle sohbet etmeyi. Az demlik bitirmedik ooo. İzmir e gelince bu eksikliğimi Hüseyin Amca ile gidermeye başladım. Okullar tatil olunca vedalaşmak için ellerini öpmeye gider, bir ihtiyaçları olup olmadığını sorar öyle giderdim. Annem, gelirken çay ile antep salçası istemişti onu getirdiğimde çok mutlu olmuşlardı. Hüseyin amcanın çıkıp gel buraya deyip para verme çabaları olsa da nafile, olmazdı hediye bunlar. O kadar yediğimizin içtiğimizin, sohbetinizin yanında bunlar ne ki ? Neyse biz o evde 3 yıla yakın kaldık ve geçen yıl o evden taşınıp 5 sokak üste taşındık. Daha büyük bir eve, malum 4 kişiyiz ancak :)
Taşındık ama Hüseyin amcalara ziyaretlerimiz devam etti, okula giderken yol üstü uğruyorduk arada sırada. Hüseyin amca biz oradayken de rahatsızdı, şeker hastalığı vardı sadece şeker de değil onun yanında bir sürü başka hastalıklar daha. Aynı dedem gibi, o da şekerle ve diğerleri ile cebelleşiyordu. O da gözümün önünde eriyordu, Hüseyin amca da. Biz arkadaşlarla her muhabbetleri geçtiğinde ulan hep beraber bi fotoğraf çekelim şöyle çerçeveletelim bir onlarda kalsın bir de bizim evde kalsın der dururuz. Ama lafta kaldı bir türlü denk gelmedi. Geçen bayram için antep e gittiğimde burada kalan arkadaş evin wp grubuna mesaj attı ; Hüseyin amca baya kötü olmuş, yoğun bakımda filan kalmış ama şimdi durumu iyi, adam ölür filan Allah korusun , ölmeden hep beraber ziyaretlerine gidelim filan diye. Bir de ben ne zamandır gitmiyorum diye üzülmüş Huseyin Amca, beni soruyormuş. Mesajı görünce çok üzüldüm, ulan gider gitmez gideyim Hüseyin Amcalara dedim ama gidemedim. Yaz okulu için geri İzmir e döndüm ama oradan da kamp için İstanbula gittim oradan da döner dönmez vizeler başladı, bitti derken bugün arkadaşlarla pes te oturuyorduk. Dedim ki geçerken Hüseyin Amcalara gidelim, tamam dediler. Kalktık gittik. Gittik Hüseyin amcalara,baktım ki girişte bir abla var tanıdım hemen kızıydı. Ziyarete gelmiş demek ki dedim içimden. Geldik kapıya ; Hüseyin amcalari ziyarete geldik içerideler mi diye sorduk. Cevap aynen şu şekilde : BABAMI PAZARTESİ GÜNÜ KAYBETTİK. Arkadaşlar, babamı kaybettik lafının ağırlığı bir kenara, Hüseyin amca ölmüş, komşumuz, her haliyle dedeme benzettigim, o yaşlı ama çetin delikanlı ihtiyardan bahsediyoruz. Ne demek ölmüş ya. E ben daha geçmiş olsun diyemedim. E biz hani fotoğraf çekip çerçeveletecektik Hüseyin amca, ne demek öldüm?
İlk tepkiyi arkadaş verdi neee diye, biz de öylece kalakaldık. Ziyarete diye gittiğin kişinin ölüm haberini alıyorsun. Şoka girmiştik. Anneyi sorduk hemen,içeride dediler gelin buyrun. Annem bizi görünce geldi hemen gözleri dolu dolu, başladı ağlamaya. Hüseyin amcanızı kaybettik çocuklar dedi. Pazar akşamı çok ıyiydi, keyfi de yerindeydi. Torunuyla aşağı kadar yürümüş tüm komşulara selam verip konuşmuş, adeta vedalaşır gibi. Sonra eve gelince de fenalaştı, hastaneye gidemeden vefat etti, Pazartesi de gömdük dedi. Biz hâlâ inanmıyoruz tabi. Bekliyorum ki Hüseyin amca kapıdan gelip; ooo çocuklar siz mi geldiniz, hoş geldiniz gelin gelin buyrun diyecek. Ara ara kapıya baktım gelecek mi diye de gelmedi. Siz ziyarete gelince çok mutlu oluyordu çocuklar dedi annem, sizi görünce çok seviniyordu. Öylece tepkisiz duruyordum. Ben ne zamandır gelemediğim için özür dilemeye gelmiştim, Hüseyin amca hakkını helal et, iki adım fazla atıp sana bi geçmiş olsuna gelemedim, diyemedim. Yoktu.
Poğaça, börek filan getirdi kızları ama yiyemedik tabi. Normal şartlarda o tabağı 5 saniye icinde imha edecek adamlar öyle aval aval tabağa bakıyorlardı. Kalkmak için izin istediğimizde annem niye yemediniz dedi, biz yok filan deyince de kızlarına paket yapmalarını söyledi. Allahım, kadın o acısının içinde hâlâ bizi düşünüyor. Kızları paketi hazırlarken annem; beni unutmayın çocuklar olur mu , ziyaretime gelin dedi. Saçma ama tek sevdiğim özelliğim olan ; olay anında, ağlama hissimin olduğu anda ağlayamamam, öylece kalakalmam burada da ise yaramıstı. Annemin O sözünden sonra hüngür hüngür ağlayasım var ama o özelliğim devreye giriyor ve öylece kalakalıyordum. Annemin elini öptük ve evden ayrıldık. Eve gelene kadar yolda üzüldük, gizli gizli gözyaşları döktük sonrasında da Hüseyin amcanın repliklerini yapıp gülmeye başladık. Anılarımızı canlandırdık, şu olayı hatırlıyon mu biletçilik yaparken şu olmuştu hatırlıyor musun filan diye.
Velhasıl Hüseyin amca gitti. Biz eve dönünce normal yaşantımıza geri döndük. Arkadaşımın biri içeride oyun oynuyor, diğeri odasında, ben de tumblrda takılıyorum. Ailesi de birkaç güne normal hayatlarına dönerler ve ölen de öldüğü ile kalır. Ölüm işte bu kadar keskin bir viraj. Bir “an” önce vardın ama şimdi yoksun.
“Hayat; an'dan ibaret.”
2 notes
·
View notes
Note
Sonra biz baska sehre taşındık geçen sene 5 eylul'de tam 5 yıl sonra gördüm onu ama abla hatta arkasi dönüktü dedim bu o beni gormen lazim heyecandan nasil titriyorum neyse girdim dükkana sonra bu da beni gördü bilmiorum o an tanıdı mi tanimadi mi ama dedim keşke Allah'ım keske bir şey dese de konuşmaya başlasak ama olmadı ben arkadaşıma anlattim dedi ben sizin aranizi yapicam sonra tekrar oturduğumuz sehre geldik tekrar ama yok bu cocuk aklimdan çıkmıyo ama ben de onun aklina gelmiyorum
kuzu kaç sene geçmiş ve o kadar seneden sonra karşılaşmanıza rağmen bir şey olmamış demek ki o çocuk senin kısmetin değil. ve düşününce dediğim gibi 12 13 yaşlarında zaten sevgiyi daha anlayamazsın benim kardeşimde şu an o yaşlarda gayet iyi anlayabiliyorum. diğer yandan 6 yaş falan var diyorsun arada tamam bizim de 5 yaş var mesela ama küçük değildim tanıştığımızda sende artık büyümüşsün tabii artık pek bir sakınca yok ama dediğim gibi kısmetin olsa olurdu gibi şimdiye kadar
0 notes
Text
Sevemedim kimseyi sevmedim konuşamadım
2013 Haziran 19 saat 23:58 Merhaba merhaba ordamısın ? Evet burdayım ya 😂 Diye başladık konuşmaya ama her fırsatta konuşuyoruz gece gündüz 3 ay konuştuk eylül 3 çıkma teklifi ettim kabul etti Yaşım 16 ilk çıktığım ilk sevdiğim ha bu arada numarasını Yen'i aldım çıkmaya başladığımız zaman birbirimizi herşeyden çok kıskanırdık 13 eylül ilk buluşmamız ben çalışıyorum o okuyor neyse gittim okuldan almaya 10 tane kız geliyor önce korktum acaba beni mi dövmeye geliyorlar diye bana her yaklaştığında 2 arkadaşı ayrıldı böyle derken tek kaldı sarılamadım utancımdan konuşamadım kalbim öyle hızlı atıyordu ki nasıl tarif edeyim ferrari motorunu sanki kalbime takmışlardı ben bi ara ambulansı aramayı düşündüm neyse bindik dolmuşa bana dedi ki yan yanamı oturcaz Oda çok heycanlıydı belli oluyordu bende ortam yumuşasın diye istersen ben arkaya oturayım dedim 😂 oturduk işte evine bıraktım 2-3 derken buluşuyoruz filan ama ilk sevgilim hala utanıyorum zar zor elini tuttum bi gün 😂 bi günde sarıldım 🙂 bunun bir de kız kuzeni var aynı yaştalar bu kuzenin çıktığı var ve o çocuğun arkadaşı Benin sevgilime yazıyor Sen benim yengemin kuzenimisin diye benim sevgilim de muhabbet ediyorlar filan o zamanlar Facebook şifresi ikimizde biliyorduk birbirimizinkileri neyse ben gördüm baya bi kızdım filan ayrılma noktasına geldik neyse bi kere daha yakaladım gene aynı şekil kavga ettik bu sefer Facebook şifresini değiştirmiş neyse felan buluştuk bi gün baktım Hasan adlı kişiden mesaj o çocuktu kim bu dedim sınıftan arkadaşım dedi telefonu ver dedim vermedi ben gidiyorum ne halin varsa gör dedim Çektim gittin seviyorum ama gururum var arkamdan buraya gel diye bağırıyor filan arkama bakmadım ben kimciyim neyse o gün ayrıldık sanki hayat durdu benim için interneti olmayan bir bilgisayar gibiydi m ertesi günü Facebook da ilişki durumu yapmış nasıl oldum anlatamam seviyorum ama içim nasıl yanıyor ölmek istiyorum ama ölümden korkuyorum aradım dedim senin bu yaptığın orospuluk yaptıysam ben yaptım orospuysam ben orospuyum dedi neyse ben sigara içmeyen biriydin gittin tek aldım içtim başım döndü o 3-5 saniye onu ve yaptıklarını unuttum derken sigaraya başladım 3 Aralık'ta mesaj attı felan pişman olmuş gibiydi bende saf ve aşık çocuktuk tarihler 11.12.13 saat 14:15 gösteriyordu belki 5 sayfa mesaj attım ben barışacağımızdan o kadar emindim ki bana dediği sikecek orospu bulamadın mı ben onu öpmeye kıyamıyordum hiç öpmedim de elini zor tuttum yanındayken bile özlüyordum neyse ilerleyen zamanda bi kaş kez daha barışıp ayrıldık ama en son ayrıldığımız da belliydi bir daha barışmayacaktık ben sahte hesaplardan hep yazıyorum konuşuyorum eski konuşmalarımızı okuyup mutlu oluyorum sanki tekrar çıkıyormuşuz gibi geliyordu neyse 5-6 ay oldu son ayrıldığımız bunun peşinde biri var beraber olma peşinde filan sonra sevdiğim bir başkasını sevdi o gün ilk alkolümü içtim 35 lik votka karlı hava parkta alkol içiyorum evde soba yanıyor bende eve gittim sobanın yanındaki komidinden bir şey alıp uyuyacaktım açtım eğildim açtım komidini kalktım gözlerim karardı sadece ses var dı kendime geldiğim zaman sobayı görüp şuna tutunayım dedim ayakta dururum yanan sobayı devirdim üstüne düştüm bunlardan hiç haberi yok neyse Yen'i sevgilisi ile çok mutlu bunlar Benin bi yandan içim açıyor ama bi yandan mutluyum çünkü sevdiğim kız mutlu neyse bu kızın belalısı var demiştim durduk yere kimse kimseye bela olmaz demi sen git o çocukla sex hakkında konuş o çocukta bunları kaydetmiş yeni sevgilisine göndermiş ayrılmışlar sonra bana geldi ben hala seviyorum o bana olanları anlattı benim hayat felsefem sevdiğim mutlu olsun yA benle yada bensiz bende ses Kaydını at dedim attı filan o belalısı olan çocuğu buldum nasıl dövecem bellisi yok gittim aldım bunu geçtik tenha bi yere buna kafa attım düştü yere oturdum bi kaç tane vurdum sonra bıraktım telefonu filan kırdık kalktı ayağa silah çekti bana sen adam olsan o kıza öyle şeyler yapmazsın dedim vuruyorsan vur dedim vurmadı yada vuramadı neyse şimdi sıra sevdiğim kızla terk eden çocuğu barıştırmak bej onun hakkında hislerimi yazdım oda kendisinin o çocuk hakkında hislerini yazdı gönderdi barışmadılar o olaydan bir kaç ay sonra benim oturduğum semte taşındı buraya Yen'i taşındık bilmiyorum buraları buluşalım mı dedi olur dedim bilindik bir yer söyledim o beni evine davet etti gitmedin ama hala seviyorum neyse 2015 ben iş için yurt dışına çıktım hattım her şeye kapalı sadede wıfı ile WhatsApp Facebook filan giriyorum ailem ile konuşmak için bir gece rüyamda onu gördüm sabah kalktım işe gittim ama çalışırken aklım hep ondaydı bişey mi oldu yazsam mı yazmasam mı derken akşam otele gittin wıfı bağlandım ondan mesaj var mehmet napıyorsun filan neyse 1 ay kadar öyle konuştuk ben hala seviyorum tekrar çıkma teklifi ettim hazır değilim dedi ramazan bayramı için Türkiye döndüm buluşmadan 1 gün önce ben hazırım dedi ve gene çıkmaya başladık buluştuk filan gezdik bu arada yatılı kuran kursunda kalıyor hafta sonu eve gelmek için dışarı çıkabiliyor sadece neyse işte buluştuk ne eski heyecan ne sevgi ne de eski kalp hızları hiç bir şey kalmamış ortada 1 hafta sonra gene terk etti yapamıyorum dedi sadede güldüm bir şey demedim 2016 Nisan ayı gene bana yazdı ben hiç konuşmak istemedim unutmuştum sevmiyordum ama korkuyordum tekrar inanırım neyse kuzeniyle aram iyi hala görüşürüz 2016 da kasım gibi buluştuk bana Zeynep'in kocaya kaçtığını söyledi pek umrumda değilmiş gibi davransam da içim yandı neyse bende ona bir kaç şey sordum ses kaydını filan gerçek dedi 4 yıl boyunca bir orospunun peşinden koştuğum için kendini kullanılmış hissettim geçende beni aradı merak etmiş sözde açmazdım ama yabancı numaradan aradı hamileyim dedi ☺️ Kısacası ben çok sevdim güvendim ilk aşkım gençlik çağımdı
2 notes
·
View notes