#ne kadar anormalim
Explore tagged Tumblr posts
Text
Ne kadar anormalim ???
Aşk acısını eski sevgilim için değil sevgili olamadıklarım için çekiyorum
#ne kadar anormalim#anormal#postlarım#keşfet#blogum#askyalan#imkansız aşk#aşk eski bir yalan#aşk acıtır#aşka dair#aşk ile
24 notes
·
View notes
Text
sarhoş olmaya o kadar korkuyorum ki almışım elime telefonu açmışım rehberi allah kurtarsın zaten normalde anormalim bide içince ne hale gelirim bilinmez
1 note
·
View note
Note
Valla benimde ağriyo mal gibi yağmurlu havada disari çıktım üzerime bisey almadan şimdi deli gibi hasta oldum harbi ben anormalim dsfgahjkkdfs
ben bir haftadır hastayım zaten bi de dün ben de yağmurda çıktım ama bilerek çıktım zaten hastayım ne kadar daha hasta olabilirim ki ddkdkskkdks geçmiş olsun sana da
0 notes
Text
evet anormalim, şu saatte mona roza dinleyen bir insan ne kadar normal kalabilir
1 note
·
View note
Quote
Yani bekler miş sin de işin varmıştir Belki aramak ister miş sin dir ama karnin açtır vakit önemlidir senin için ve bazen benim içinde önemli olabiliyor ama ben anlarım ben her şeyi anlarım ama çok anlamamazliktan gelirim bu çok kötü bak keşke böyle olmasa. Sabaha karşı beş olmuştur şuan sabaha karşı beş. Ders çalışmayı bırakamıyorumdur. Ama sen uyuyorsundur. Tabi ki vakit geçiyor vakit Ruhumdan her geçen gün bir şey alıyor diyeyim mi sana ? Otobüslerde aglamaklardan çok sıkıldım. Ben artık dikiş dikerken ağlamak istiyorum. Kızıma küçük elbiseler Dikerken bir zamanlar, artık ne kadar büyüdüğünü görüp ona ağlamak çekiyor canim. Vakit geçiyor sen gelmek istemiyorsun yani istemiyorsundur bende gitmek istiyorum vakit geçtikçe huylaniyorum, kaşınıyorum, kaşındıkca göğsümün tam üstü kızarıyor yani boynum. Büyük cizikler oluşuyor bedenimde. Vakit geçiyor . Sen gelmekte istemezsindir eminim ama ben bir gün gidersem ki bundan korkmuyorum, Yani bir gün gidersem, bir evim olursa, bana anne diyen küçük veletlerim olursa . Evi yemek ve beş çayı için kek kokutursam vakit iyice gittikçe bir gün bir devlet dairesinde yanlışlıkla babamın soyadını söylersem sonra utanip doğrusunu söylersem vakit iyice gidiyor olacak. Ama senin işin vardır şimdi ama sen belkide başkası ile büyük çaplı hayaller kurarken uyuya kalmışsindir şimdi . Ben de bu geçen giden vakitte cantami hazırlayıp en iyisi haber vermeden gitmek kararı alıp canım gitmek istediği yere gidersem eğer. Bu sefer vakitle birlikte kendimide götürürüm şerefsizsim yaparım. Kendini sev. Kendini öp . Yemek ye. En sevdiğin tatlinin fotoğrafını çek. Kızına adımı koy. ( vakit bitti )
Anormalim
4 notes
·
View notes
Text
200. Gün 💯💯 8 Mart 2017
Selam! Kanada'da 200. günüm yazıma hoş geldiniz. 200 gün önce hayatımın en unutulmaz deneyimlerini yaşayacağım ülkenin topraklarına ayak bastım. Maceramın üçte ikisini tamamlamışken o günden bugüne ne kadar değişmiş, olgunlaşmış olduğumun farkına varıyorum. Bu yazımda da anlatacak şeylerimin birikmiş olduğundan memnunum. Bu arada herkesin 8 Mart Dünya Kadınlar günü kutlu olsun!
•
İkinci dönem başladı yani yeni 4 derse geçiş yaptım. -ilk ve ikinci dönem farklı 4 ders bir senede toplam 8 ders aldığınızı hatırlatıyım- Başta hiç kolay gelmedi, arkadaşlarımın bazılarını okulda daha az görür veya hiç neredeyse görmez oldum. Okul sonrası daha çok tükenmiş oluyorum. Okulun ilk günleri bile dersler bu kadar yoğun değildi sanki. Acaba yılın ortasında soğuk havada yeni döneme geçiş daha mı zor geldi herkese? Derslerden sıklıkla proje, grup çalışmaları ve test veriyorlar. Belki de bundan yoruluyorumdur, bilmem ki.
Havalar çıldırmış durumda. Bir gün 14 dereceden güneşli havadan diğer gün -7 kar yağmuruna kadar düşebiliyor. Bir gün yelek giymem yetiyorken diğer gün kutup koşullarına göre tasarlanmış koca ve ağır bir montla gidiyorum. Mart tatilimiz var bir haftalığına ve annem gelecek, bana hangi kıyafetleri getirmesi gerektiğini soruyor ama bu durumda cevap da veremiyorum ki, Kanadalılar bile öbür gün havanın nasıl olacağını tahmin edemiyor.
•
Neredeyse 7 ay geçti.
Artık dönme isteğim artmaya başladı. Özlemimi içimde tutmakta zorluk çekiyorum ve genelde bir şekilde insanlara belirtiyorum. Anlayışla karşılıyorlar, değişim öğrencisi olmamın büyük bir cesaret örneği olduğunu söylüyorlar, ne zaman gelecek seneden konu açılsa onlara Türkiye'ye geri döneceğimi söylüyorum ve hepsinin yüzünden düşen bin parça. “Yaa kalamaz mısın?” “Neden kalmak istemiyorsun?” “Bir daha lisede hiç gelmeyecek misin?” gibisinden hocalardan bile sorular alıyorum her gün. Bense buraya bir senelik deneyim yaşamak için geldiğimi söylüyorum. Exchange hayatı kolay bir şey değil; okuldakiler gibi ailemle kalmıyorum. Dürüst olmak gerekirse bu hayat şeklinden de sıkılmaya başladım. Bir başkasında kalmak evdeki özgürlüğümü doğal olarak kısıtlıyor. Bu ay yine ev ile ilgili hafif bir problem yaşadım ama çözüme ulaştırabildim.
Bir hafta sonu sabahı kahvaltımı yaparken anne masaya oturdu ve benim tavırlarımda normal olmayan şeyler sezdiğini söyledi. Ne olduğunu sorunca benim şimdiye kadar evinde ağırladığı öğrencilerinden çok farklı olduğumu (iyi bir anlamda söylemedi) ve benim gibisini hiç görmediğinden şikayetçiydi. Bir an o dedikleri gerçekten zoruma gitmişti ve ben de “Yani ben anormalim, öyle mi?” diye sordum. Ben pat diye bunu söyleyince kem küm oldu, Öyle demek istemedim- peki, evet biraz öylesin" dedi. Sonrasında ise kendimi aileden uzaklaştırmaya çalıştığımı gözlemlediğimi söyledi. Yemek masasında bile yüzüne bakmadan telefonumla ilgilendiğimi ve etrafımdakileri soyutladığımı savundu. Halbuki her akşam üç kızı da ben bu eve geldiğimden beri yemek masasında tabletlerinden dizi izlemekle meşguldu! Koca evi tek annenin idare ediyor olması ise (Babaları Avusturalya'da çalışıyor) onlarla sosyalleşmeme fırsat bile vermiyordu. Önceki evde bulunan aile ortamı bu evde yoktu bile: İşi başından aşkın bir anne ve üç küçük çocuk… Konuşacak konu bulamıyordum. Fakat bir şey demedim, her ev birbirinden farklı ve ben de bu düzene ayak uydurmak zorundayım. Ben de yemek masasında yapacak bir şeyim olmadığından telefondan arkadaşlarımla, ailemle, erkek arkadaşımla konuşuyordum.
Bu olayın yaşandığı hafta önceki evde yaşadığım o boğaz düğümleyen his geri dönmüştü. Yalnızlık, çaresizlik, suçluluk, ait olmama hisleri birleşmişti. Ev değiştirmeyi istemiyordum, hem geçerli bir nedenim pek yoktu (önceki gibi beni evinden atmakla tehdit etmemişti) hem de o zorlu ve pis sürece bir daha adım atmak istemiyordum. Koordinatörümle bir kere daha görüşme ayarladım. Yaşanmış olan olayı anlattım ve ondan sadece öneri almak istediğimi söyledim. Kimseye tavır almadığımı biliyordu ve olanları yalnızca kişiliklerimiz arasındaki farklılıklara dayadı. Bana elimden gelebildiğince kriz çözümü için yapmam gerekenleri söyledi. Bu ay zaten anneyle kendisi telefonda konuşacağını söyledi.
•
Sonuçta ne mi oldu? Kendimi daha çok iletişim kurmaya zorluyorum, özellikle bu lafları duyduktan sonra hiç kolay değil ancak buradaki insanlar ailem değiller; dolayısıyla beni ailem gibi anlamıyorlar. Host annem kötü bir insan değil, yalnızca benden farklı görüşlere sahip ve bu farklılığımızı ona tavır almış olduğum şeklinde yorumluyordu. Üstelik bu olaydan sonra annenin de bir şeyler değiştirmeye çalıştığını görüyorum (Ben dedikten sonra çocuklara yemek masasında tabletten film izlemelerine izin vermiyor). İki taraf olarak da uzlaşmaya açık olmamız işleri iyiye götürüyor.
Başkasının evinde yaşamak zor, kendinizi ailelerinin bir parçası yapmaya çalışmak çok daha zor. Buraya gelirken kafamdaki aile tablosu böyle değildi. Napalım, her şey hayal ettiğimiz gibi gitmiyor. İnişli çıkışlı bir süreçten geçiyorum. Bu yazdıklarım birçok değişim senesinde olan öğrencinin anlayabilecekleri şeyler. Bir şekilde bu seneyi bitireceksiniz ve bir daha bu deneyimin aynısını yaşayamayacaksınız. Kalan zamanınızı doyasıya çıkarın. Problemlerin sizde olan etkisini olabildiğince az tutmaya çalışın. Eminim ki birkaç aya Kanada'yı özlüyor olacağım. Bakalım 🤗
instagram: @nilsuduran snapchat: niladerp
250. Gün: 27 Nisan 2017
#rotary youth exchange#erasmus exchange program#exchange student#exchanger#exchange#lise değişim programları#değişim programı#değişim öğrencisi#afs turkey#afseffect#study abroad
3 notes
·
View notes
Text
Hikayem de jokerde yer alıyor bir gün traş olurken ne kadar berbat olduğumu düşünüyordum ve elimde ki jiletle yüzümün heryerini sıyırdım bunun acısı ve kanaması yetmezmiş gibi bir de tuz bastım inan bana ciğerim parçalandı kalbimin atışını hissetmekten yarı çıplak halde dişlerimi ve vucüdumu kasmaktan olduğum yerde kala kalmıştım yarım saat boyunca kendimi izledim ve izlerini hala taşıyorum ne denli bir psikoloji bilmiyorum ama sorunun derinine inmek gibi bi sıkıntım var benim çok düşünüyorum ve sinir hastası oldum ben bir anormalim.
0 notes
Text
Şimdi sen .. neden ...
İnsanların tatil yapmaya geldiği ,İstanbul gibi bir şehri yaşamaya gelip dinlenmek kelimesini de es geçmemek için, ruh ve bedeni aynı anda şarjlamak için yapılmış otellerden birindeyim .Henüz uçağım kalkmadı . Ağrılarım artmaya başladı çaresi yok vs vs vs şu an şu dakika nerde olmak isterdim diye sorulursa kesinlikle burda olmak istemezdim . El ağrısı veya bel ağrısı veyaların böbrek ağrısından ayrışmasını isterdim . Acaba herkes mezun olduktan sonra ben gibi olmuşmudur ya da gerçekten yinemi anormalim aynı laflar aynı sözler aynı şarkılarla geçen bi ömür yokmudur yani tercihmidir bu yoksa artık daha başka bişeymi . Sabahattin aliyi ilk okuduğumda anlaşılmak istiyorum diyordu, bu sözü neden yazdım hadi onuda söyleyeyim rehbere girdim a harfinden z harfine kadar arayabileceğim bir insan bile bulamadım bir insan abi modum iyi değil ablacım galiba bunalımdayım kardeşim hani ben senin yanında oluyordum ya hııı işte o evrelerden birindeyim galiba karasızım ... yalnız olmak acı vermemeli vermediği zamanları çok iyi biliyorum bu bedenin yalnızlığı da olabilirim ama ruhum yalnız kendimi sesler içinde tanıdık bi ses arayıpta o sese koşması gereken biri hissediyorum ..ağrılarım artıyor ve ben aynı şeyleri yaşamak istemiyorum ..kimyasal tepkimelerde bile belli eşikler var başlamak bitmek için ..eşiğe geldim başlayacam mı yoksa bitecem mi bilmiyorum sağlığımı attım kenara atmam gerek çünkü pes etmiş olmak kaçmak gibi hayatım boyunca kaçtım kimden neyden bilmiyorum ama kaçtım . Kavga edildiğinde görmemezlikten geldim ,laf attıklarında duymadım , hep bekledim neyi beklediğimi bilmeden bekledim .. ablamın en çok kızdığım lafının hayatım olması malesef beni daha çok üzüyor gerçekten melankolikmiyim sadece olumsuz şeylerimi görüyorum bilmiyormuyum yaşamayı sevmeyi nefes almayı ..değil . Üniversitede iken bi ara böyle oldu tamam çok sonra bi kaç kitap buldum sonra bi kaç dost ama hiç kendimi çaresiz hissetmemiştim ..herkes benim hakkımda en iyi şeyi biliyor bi ben bilmiyorum ... kabul ediyorum Teslim oluyorum Ne acıdığında canım Ne üzüldüğümde Kimse bilmeyecek insanlar benle paylaştıklarında acılarının hafiflediğini düşünürdüm ben paylaştıkça arttıyor 5 saattir aynı koltuktayım sadece düşünüyorum bazen neyi düşündüğümü bile düşünüyorum karşımda iki solumda üçlü ve yanımda tekli koltuk boş galiba karar verdiğim tek konu artık yalnızsın acınla mutluluğunla böbreklerinle susmayı iyi bilirdim umarım tekrar hatırlarım . Bir daha yazarmıyım yazarım herhalde
1 note
·
View note
Text
Depresyonum nüksettiğinden normalden bir tık daha anormalim. Mesela alınganlık... Kaldı ki bir erkekte en mide bulandırıcı şey alınganlıktır. Ha bu aralar kendime ne zaman baksam midem bulanıyor ı ayrı mesele. Çok kötü hastaydım. İki gün öncesine kadar elleriö hala titriyordu. İlk defa kanlı iltihap tükürdüm. Ateşimi düşüremediler, annem boğazımı gördüğünde iğrenmekten geğirdi :D Doktorlar bile çok kötü olduğum konusunda hemfikirdi. Çok yakın gördüğüm ve bende kredisi sonsuz olan arkadaşlarımdan birisi ne başarılar diledi, ne de sağlığımı sordu. Açıkçası biraz hayalkırıklığına uğradım. Gülüp eğlenirken yanımda olan çoğu insan da başarılar dilemedi. Ama aslında çok da iyi insanlar çok şeyimi çektiler... Belki ben alıngan davranıyorumdur. Neyse püü amnskm böyle hayatın
0 notes
Text
New Post has been published on Dini Hikaye
New Post has been published on http://www.dinihikaye.com/can-simidi/
Can Simidi
Semih Bey bir işadamıydı. Şu günlerde ortağı olduğu şirket iflas etmiş, yüklü miktarda borcun altında kalmıştı. O çalışanlarının hukukuna son derece riâyet eden bir işadamıydı. Alacağı varsa, karşı tarafı mağdur etmezdi. Borcuna sâdıktı. Ama bu kadar büyük bir borcun altında, sâdık olmak istese de olamıyordu. Babam: “-Allâh’ın kaderinin dışında bir yaprak dahî kımıldamaz!” derdi.
“Hayatım boyunca belki Allâh’a lâyıkıyla kulluk etmedim, ama hep Rabbime inanarak yaşadım. Ve hayatım boyunca dürüst yaşamaya çalıştım. Neden Allah beni böyle bir durumla yüz yüze bıraktı? O kadar dolandırıcı var, hortumcu var; bu musîbet bula bula beni mi buldu?!”
Semih Bey, bu düşüncelerle boğuşa boğuşa Üsküdar sahil şeridinde yürümeye başladı.
“Çevremdekilerden ufak bir sevgi pırıltısı görsem, belki içimdeki karanlıklardan kurtulacağım. Karım artık yüzüme bakmaz oldu. Borç senetleri birikmeye başladığından bu yana, istediği gibi alışveriş yapamadığı için kaprislerinden geçilmiyor. Âh Reyhan!.. Senin bu tavırlarınla her an ölüm kefenimi giyiniyorum.
«-Canını sıkma, bunlar da geçer; sana sevgimden hiçbir şey kaybetmedim!..» desen, şu ruhu çekilmiş bedenime can gelir.
Çocuklarım, senin korkundan yanıma yaklaşamıyorlar. Evlatlarımdan ayırarak ölmeden önce öldürüyorsun beni. Sanki her şey üstüme üstüme geliyor. Gireceğim toprak, gördüğüm bütün yüzlerden daha vefâlıdır bana… Eminim öldüğümde de ardımdan kimse ağlamayacak!.. Meğer yirmi yıllık çabam, uykusuz geçen gecelerim, iş seyahatlerim, hepsi boşunaymış. Hey koca dünya!.. Şu debdebeli görüntünün altında ne acımasız, ne çirkin bir yüzün varmış! Bunu anlamak için her şeyimi kaybetmem gerekiyormuş meğer!”
O esnada yoldan geçen jipe gözü takıldı. İster istemez:
“-Gözlerime inanamıyorum!” diye mırıldandı. “Daha dün elimden çıkardığım jipimle bir başkası hava atıyor. Hey sahte dünya! Cebim para ile doluyken senin üzerinde aldığım her bir nefes, ne kadar keyif veriyordu bana… O çekici güzelliğinin altında ne hain bir gülümsemen varmış!.. Sana gönül kaptıran kişiler, gerçek sevgiyi tadamaz. Menfaatleri biterse, sevgileri de biter. Yirmi yıllık karım, neredeyse kapıya koyacak beni. Hayır! Hayır! Ben nâmusumla yaşadım, nâmusumla da öleceğim!..”
Bunları düşünürken, yolun üstündeki dükkândan birisinin ite kaka çıkartıldığını gördü. Konuşmak için yanına gitti. Yerde oturup kalan bu gencin yüzünde biraz önce yaşadıklarının izi görülmüyordu. Gülümseyerek bakıyordu.
“-Hayrola kardeş, neden bu hâldesin?”
“-Ne olacak abi, iş başvurusu için girdiğim yerden eli boş çıktım.”
“-Çoluk-çocuk var mı, evli misin?”
“-Evliyim abi, üç de çocuk var elhamdülillah. Onlar Konya’dalar.”
“-Sen burada ne yapıyorsun?”
“-Şu ekonomik kriz bizi ezdi geçti. Bir bakkal dükkânım vardı. Karınca kararınca geçiniyorduk. Nerden geldiğini anlamadığım bir gülle vurdu, devirdi bizi. Anlayacağın beş kuruşa muhtaç olduk.”
“-Seni dinlemeye başladığımdan beri dikkat ediyorum, yüzünde hep bir tebessüm var. Hâlâ gülebiliyorsun.”
“-Abi, Allâh’ın verdiğini hiç sorgulamam. Çünkü O, bizlere hep hayırlar gönderir.”
“-Hayır bunun neresinde, anlayamadım. Sen de sefil bir hâldesin, âilen de…”
“-O hayrı şimdi göremesen de yarın görürsün. Abi, ben üzerime düşeni yapar, gerisini Allâh’a havâle ederim. Kapılar yüzüme kapanıyorsa da vardır Rabbim’in bir bildiği…”
“-Peki, hanımın ve çocukların sana karşı nasıllar?”
“-Eskisinden çok daha iyi!..”
Bunu duyunca dizlerinin dermanı tamamen kesildi. Neredeyse yere yığılıverecekti.
“-Nasıl yani?!” dedi.
“-Zor zamanda gönüller bir olmadıkça sevginin ne değeri kalır ki? Elhamdülillah hanım da, çocuklar da bunun Allah’tan gelen bir imtihan olduğunun farkındalar. Şimdi yapılacak en iyi şey, böyle kötü günlerde birbirimize destek olmaktır, diyorlar. Hem el emeği bir şeyler yapıp ekmek parası çıkarmaya çalışıyorlar.”
“-Peki, kardeş, ne diyeyim, sen mutluluğun sırrını çözmüşsün, haydi bana eyvallah.”
“-Güle güle abi, bugün karnın açsa, Allah yarın karnını doyurur; insanlar yüzüne gülmüyorsa, yarın sana dost olurlar.”
“-Benim için bunlara inanmak çok zor artık!” dedi. Başını önüne eğdi ve bir yandan da; “Hep bolluk içinde yaşadım, fakat bir gün dahî bu gencin şu en zor anında hissettiği huzuru yaşayamadım.” diye içinden geçirdi.
Biraz ileride bir simitçiye rastladı. Simitçi, sanki onun aç olduğunu anlamışcasına sıcak bir simit uzattı. Başını “Hayır!” dercesine salladı. Dünden beri ağzına bir lokma dahî almamıştı. Yaşadıklarının acısıyla açlığını unutmuştu, tâ ki sıcak simit kokusunu alana kadar… Elini cebine attı. Yutkundu, çaresizlik içinde başını eğip oradan ayrıldı. Hey gidi hey, daha dün İstanbul’un en meşhur restorantlarında kebap yerken düştüğüm şu hâle bak. Boşuna yaşamışım bu dünyada!..
Yolunun üstünde yetmiş-yetmiş beş yaşlarında bir hanım, kedileri başına toplamış onlara süt ve ekmek veriyordu. Açlığı o hâldeydi ki, kedilere gıptayla baktı. Sonra da bu yaşlı hanım dikkatini çekmiş olmalı ki, onu seyre daldı. Üstünden başından bir gariplik yaşadığı belli oluyordu. Ama aynı zamanda dünyanın en mutlu insanı gibi de görünüyordu. Yüzünde kocaman bir tebessüm vardı.
“-Bugün de karşıma hep böyle insanlar çıkıyor nedense?! En bedbaht tabloyla en mutlu tablo yan yana!..” dedi, alaycı bir gülümsemeyle.
Yaşlı Hanım, kendisine seslendi:
“-Evlât, öyle meraklı meraklı bakacağına gel de yardım et.”
İçinden, yabancı biri olduğum hâlde ne kadar da samimi davranıyor diyerek yanına yaklaştı:
“-Teyze, istersen ben yapayım, sen yorulma.” dedi.
“-Yorulmak mı?! Yetmiş beş yaşındayım, şu yaşıma kadar yorulmak nedir bilmedim. İşleyen demir pas tutmaz.”
“-Amca hayatta mı?”
“-Otuz yıl önce gitti, bir daha geri dönmedi!.” dedi yine yüzündeki tebessümle…
“-Allah Allah!.. Ben mi anormalim, yoksa karşılaştıklarım mı?! İnsan kocasının ölümünden bahsederken de güler mi yâ hû!” diye geçirdi içinden… Sonra sesini yükselterek:
“-Yalnız yaşıyorsun yani…” diye sordu yaşlı hanıma…
“-Allah var, evlat!.. Çocuklar da hâlimi arar sorarlar.”
“-Senin yaşındaki, biri için yalnız olmak zor değil mi?”
“-Bak evlât! Dünyanın en mutlu insanı benim. Hem ne varmış yaşımda, ben on sekiz yaşındayım.”
“-Evet, haklısın, insanın o yaşta ayakları yerden kesilmiştir, gerçekleri göremez.”
“-Yanılıyorsun evlât, hayata nasıl bakarsan, o da sana o şekilde cevaplar verir. Allah, kulu için hep hayırları murâd eder.”
“-Bugün ne kadar çok işittim bu sözü…”
“-Bir şey mi dedin oğlum?”
“-Yok teyze, sen anlatmaya devam et.”
“-Ne diyordum; işten gelirim, çorbam her zaman hazırdır.”
“-Bir de işte mi çalışıyorsun?”
“-Ben oturamam. Bir îmâlathânede çalışıyorum. Hem işlerim, hem de hayatın tadını çıkarmayı iyi bilirim. Dedim ya, işten gelirim çorbamı içer, battaniyemin altına girerim. Uygun bir program varsa izler, çayımı içerim. Gel keyfim, gel. «Nuran, İstanbul’un en zengin insanı sensin!» derim, kendi kendime… Gezmeyi de severim. Ver elini Çamlıca, ver elini Üsküdar… Yorulunca bir çay bahçesinde denize nâzır çayımı içerim. Karnım acıkınca da mütevazi bir lokantada güzelce karnımı doyurur, vakit namazlarımı da büyük câmilerde kılmaya çalışırım. İşte saâdet bu!”
“-Hayatta seni üzen bir şey olmadı mı hiç?”
“-Allah var, keder yok evlat. Başımıza bir şey geliyorsa, kendi yaramazlığımızdandır.” dedi aynı şakacı üslûpla…
“-Peki, bir şirket batırıp iflâs etmiş olsan da mı?”
“-Benim şirketle filân işim olmazdı ki! Çok para, kazanç gibi görünse de çoğunlukla ziyandır. Nohut oda, bakla sofa, evimde içtiğim bir çorbanın huzurunu bin tane şirkete değişmem!..”
“-Bu anlattıklarına ancak «mâşaallâh» denir teyze!.. Benim gitmem lâzım. Müsâadenle…”
“-Güle güle git evlât! Nuran Teyze’yi de unutma. Gittiğin yol çıkmaz sokak olmasın sakın, dikkat et emi!”
“-Seni unutmayacağım teyzecim. Keşke seninle bundan yıllar önce karşılaşmış olsaydım!” diyerek, saygı dolu bir ifadeyle Nuran Teyze’nin yanından ayrıldı. Nuran Teyze ardından seslendi:
“-Allah insana en zor anında bir can simidi uzatır.”
“-İçimi mi okudu nedir?” deyip yürümeye devam etti.
Bir taraftan da Nuran Teyze’nin söylediklerini düşünüyordu. Ben istesem de onun gibi olamam. O, mutluluk ülkesinde kendi kurallarıyla yaşayan bir seyyah gibi… Benim yaşadığım yerse bataklık. Yolumun sonu çıkmaz sokak. İşte geldim. Buraya gelmeyeli uzun zaman olmuş. Rahmetli babacığım, bizi namaza alıştırmak için:
“-Sizi denizin yanındaki câmiye götüreceğim!” der, tutar buraya getirirdi. Şimdiyse buraya hayatıma son vermek için geldim. Etrafa bakınarak, şu iki kişiden başka kimse yok. Hava soğuk, onlar da kalkarlar zaten… Son nefeslerimi en mutlu ânımda vermek isterdim. Reyhan’la beraber ölmek için ne duâlar etmiştik. Şimdi kabrime geleceğini dahî ummuyorum. Tabiî bir dikili taşım olursa!.. Denize bakarak:
“-Benim yangınımı, ancak şu soğuk sular dindirir.” dedi.
O, içinden bunları konuşurken, bankta oturan kadınlardan biri anlatmaya başladı.
“-Hiç unutmam, tam otuz yıl önce rahmetliyle böyle yan yana burada oturuyorduk. El ele tutuşmuş iki genç geldi. Birbirlerini çok sevdikleri belliydi. Hiç konuşmadan denizi seyre daldılar. Bizim bey:
«-Ben bunların hâlini hiç beğenmedim.» dedi. Ben de:
«-Ne varmış hâllerinde, çifte kumrular, deniz havası almaya gelmişler!..» dedim.
«-Yok, yok hanım!..” demeye kalmadı, gençler el ele tutuşmuş vaziyette kendilerini denize attılar. İki gün sonra cesetlerini karşı sahilde buldular. Anneleri kim bilir ne acılar çekti.
Kadın cümlesini tamamladığı zaman, Semih Bey, çoktan boğazın sularına karışmıştı. Ama kadının son sözleri, denize düşerken beyninde zonkladı. Yaşadıkları sebebiyle âdeta hâfızasını kaybetmişti. Annesinin acı haberi alacağı zamanki kederini hiç düşünmemişti. Kadınlar:
“-Kurtarın!..” diye çığlık çığlığa bağırıyorlardı.
Buz gibi sularda çırpınmaya başladı. Evet, ölüyordu. Mücadele edecek takati kalmamıştı. Neden sonra yukarıya doğru yükseldiğini hissetti. Gözlerini açtığında kendini bir teknede, balık ağları içerisinde buldu. Câmi avlusunda rastladığı kadınlar, onun suya atladığını görünce balıkçı teknesine seslenip yardım istemişlerdi. Üzerine doğru eğilmiş olan insanları gördü. Hemen müdâhale edip içinde biriken suları çıkarmışlardı. Zar zor nefes alıp veriyordu. Tok bir sesten çıkan şu sözlerle kendine geldi.
“-Kurtulmak istediğin her ne ise bilmem, ama Allâh’ın kaderinden kaçamazsın oğlum!..”
“-Haklısın baba, ölmek istesen de ölemiyorsun bu dünyada!..”
Nuran Teyze’nin söylediği sözler, tekrar kulaklarında yankılandı.
“-Allah, insana en zor anında bir can simidi uzatır!”
Balıkçı, mütevekkil bir edâ ile:
“-Hayatına son verecek olan, ancak bu hayatı sana bahşedendir. Ben seni kurtarmamış olsaydım, başka bir vesileyle kurtulurdun.” dedi.
Semih Bey de onu tasdik etti:
“-Bugün bunu çok iyi anladım!” dedi ve öksürüğe boğuldu. İkinci kez baygınlıktan sonra gözlerini açtığında hastahânede olduğunu gördü. Yanında kimsecikler yoktu. Öylece gözleri kapıya mıhlanıp kaldı. O anda ellerinde çiçeklerle küçük oğlu ve kızı içeri girdiler. Babalarının boynuna sarıldılar. Sonra kapıdan annesi ve hanımı Reyhan girdi. Gözlerine inanamıyordu. Annesi:
“-Oğlum, Allah seni bize bağışladı, çok şükür!..” diyordu.
Annesinden sonra Reyhan da yanına geldi, gözleri ağlamaklı bir hâldeydi:
“-Semih, seni çok üzdüm. Ama şunu bil ki, her şeyimi kaybetsem de seni aslâ kaybetmek istemem.”
“-Oğlum, bundan sonra ne olacak diye düşünme sakın! Gelinimle konuştuk. Benim yanıma taşınırsınız. Sen de iyileşince bir işin ucundan tutmaya başlarsın.”
“-Daha dün dünyanın en bedbaht insanıyken bugün en mutlu insanıyım. Hayatıma son vermeye kalkışmam, dün karşılaştığım hâdiseler ve şu an sizlerin yanımda oluşunuz… Bütün bu yaşadıklarımın ne anlama geldiğini çok iyi anladım. Dün karşılaştığım insanların gözlerindeki huzuru ben de şimdi hissedebiliyorum. Bundan sonra en büyük zenginliğimiz, huzurumuz ve sevgimiz olacak inşâallah… Buradan çıktığımda yapacağım ilk iş, hayatıma son vermek için gittiğim câmiye tekrar gitmek olacak. Ve bana en zor ânımda can simidi uzatıp tekrar hayat bahşedeni bir daha aslâ unutmayacağıma dair söz vereceğim!..” Ayşegül Balta Semerkand Dergisi, 90.Sayı
#Ayşegül Balta#Can Simidi hikayesi#dini hikaye#dini hikayeler kısa#gerçek dini hikayeler#gerçek hikayeler#ibretlik hikayeler#Semerkand Dergisi
0 notes