#ne güzel söz di mi
Explore tagged Tumblr posts
Text
Çarşaflı Yaşlı Kadin
Ben 25 yaşındayım, Bi mahalle Marketinde Çalışıyorum, sürekli müşterimiz olan 55 yaşlarında yalnız yaşayan çarşaflı bir musterimiz var , Marketten 300-500 metre ötede oturuyor, Nerden mi biliyorum, çünkü evine sipariş verdigi oluyor ben getiriyorum, markete geldigide oluyor tabiki , Merhaba merhaba derken küçük normal sohbetlerle tanisikligimiz olmaya başladı, sen niye evlenmedin sana güzel bir kız bulup evlendiricam flan diyordu ;) Bir gün yine bir sipariş getirdim evine televizyonun anten kablosu çıkmış, kablo cikti yapamadim bi bakiverirmisin dedi , hemen tamirci fantezisi sanmayin , değil ;)) neyse girdim yaptim, sana birsey sorucam dedi buyur dedim sen gencsin bu isleri daha iyi bilirsin dedi , internetten birseyler almak istiyorum ama yapamiyorum , nasil yapicam anlatabilirmisin , nerden ne almak istiyordunuz dedim bakim alalim, neyse sonra bakarız şimdi oyalamayayim seni işine git sen dedi , birde ek olarak 100 lira verdi , buda tamir ucreti dedi , yok gerek yok dedim , olsun al dedi sagolasin isimi gordun dedi, neyse ben cikip markete işe dondum, başka bir gun sipariş getirdigimde soguk limonata yaptım iç öyle git dedi, hava sicak , aslinda hersey normal , bi ihtiyacim olsa seni arasam yardimci olurmusun dedi tabi neden olmasin elimden gelirse yaparim dedim, numarami telefonuna kaydetmemi istedi kaydettim, bir kaç gün sonra bir mesaj geldi işten kacta cikiyorsun benim bi yere gitmem lazim gotururmusu. Beni parani veririm dedi , numara olmadigi icin ilk tniyamadim ama tahmin ettim siz misiniz diye yazdim evet dedi tabi gotururum dedim, başka evi varmis oraya gidip 1 hafta orda kalacakmis, sakin bir yer boyle yazlik gibi , yol 2 saat falan surdu, hani sana internet ten birsey almak istiyorum falan dedim ya diye konuya girdi , şey cekiniyorum biraz falan diyip geveledi agzinda , bak gulmican ama birde kimseye soylemican söz mu dedi , tabi ki dedim , biliyorsun yalniz yasiyorum ben , bir kaç özel bir şey almak istiyorum, e yaşım da ileri anlamiyorum kimseyede soyleyemiyorum falan diye devam etti ama konuya tam giremedi... Tamam ne istiyorsan bakar hallederiz aramizda dedim, eve gidince bakalim dedi tmam dedim, eve gittik , otururken dedim neydi halledelim ya şey istiyorum, oyuncak şey, off neyse falan dedi , dedim ihtiyacinizi gormek için dildo vs falan mi plastik erkek şeyi falan dedim evet o tarz seyler dedi ya çok utaniyorum falan oldu , tamam hallederiz, ama benim aklim baska seylere gitmeye basladi tabi , peki bende size birşey desem , dedim , tamam siz yalnizsiniz ama bende yalnizim 🙈 oyuncak yerine isterseniz dedim... Sustum... Sen gencecik yakisikli cocuksun bana bakmazsin ki , sana genç birini bulmak evlendirmek lazim dedi, sizde kendinizi hafife almayin sizde hala genç duruyorsunuz dedim, ya ama falan olmaz gibi sohbetler olurken ufaktan yanasmaya basladik bir birimize , bem beyaz teni , ve oazgin ateşli halleri çok güzel di , o utngac hali gitmiş, azgin bir orospuya dönmüştü, o gece donmedim geri ertesi gunde izin gunum du genç yasimda ben tukendim o tukenmedi ;)) sonra 1 sene boyunca neredeyse her hafta 1 kere iliski yasadik, sonra bir talibi cikti evlendi, evlendikten sonra olmaz artik dedi ama 3-4 sene icinde 5-6 defa daha gorustuk , sana hayir diyemiyorum diyordu 🙈
9 notes
·
View notes
Text
10.08.24 ~ 10.49
Dün kardeşimle konuşurken çok güzel bir aydınlanma yaşamıştım. Tüm bu ayrılma sürecinde olaya dahil olmak istemediğini ve bu konu hakkında onlar gelip bir şey söylemediği sürece ikisiyle de konuşmayacağını söylemişti. O an dank etti bana da. Harbiden neden soruyordum babama naptınız konuştunuz mu diye? Veya annemi yumuşatmaya niye çalışıyordum ki. Zaten ayrılmalarını istemediğim falan yoktu. Zaten ayrılsınlardı. Nasılsa şu lanet sezon bitince olacaktı her şey. Bu süreçte de hiçbir şeye dahil olmam, her şey aynı devam ediyormuş gibi davranırım olur biterdi. OH BE!
Dİ Mİ?
Değilmiş. Dün annemin yine babamın dükkanının önünden geçip dükkanın önünde o kadın ve ailesiyle oturduğunu, hepbirlikte yemek yediklerini, resmen aile saadeti yaşadığını gördükten sonra, son kalan sabrı da taştı ve babamın derhal eşyalarını alıp gitmesini onu görmek istemediğini söyledi. (Bunları birinci ağızdan anlatıyorum tabi ama bana annemin ve babamın anlattıklarından biliyorum olayı).
İlk olayı anlatan kişi 12 gibi markete gelip annemi soran ve sonra da olayı anlatan babamdan öğrendim. Annem onu aramış naptığını sormuş, sonra gerek yok naptığını söylemene zaten ben sizi görüyorum, izliyorum. Onu görmek istemediğini gitmesini söylemiş. Babama göre durumu abartıyor ve işi büyütüyor. Babam diyor ki "ben şu an yaptığım her şeyi yapmaya devam edeyim, yine dükkana geleyim çalışayım, sezon sonunda konteynır yaptırmak istiyordu araziye, evde de bir ton tamirat işi var vs. Her şeyi halledelim, ayrılalım. Kendisini rezil etmesin. Zaten kaç yıldır ayrı gibi hayat yaşıyoruz karı-koca gibi miyiz sanki. Sen de görüyorsun ne halde bir hayat yaşadığımı. Ben ona yük de olmuyorum. Yapmam gerekenleri de yapıyorum." (Bu konuşmayı babam eve annemin yanına konuşmaya gittikten sonra yaptık babamla)
Annemden de telefondan dinliyorum olayı ve sonrasında yüz yüze de konuşuyoruz ben eve gelince. "Orda mutlu bi şekilde aile saadeti sürüyorlardı. Bizle bunu yapmadı. Ben köpek gibi çalışayım kendimi hırpalıyayım, bir kenara fırlatılayım. O da burda göstermelik ailesi varken gitsin kendine ikinci bir hayat yaşayamaz. Yok öyle şey buna kesinlikle izin vermem. Gitsin eşyalarını toplasın. Onu kesinlikle görmek istemiyorum, aynı çatı altında bile bulunmak istemiyorum arabasını bile görmek istemiyorum, gitsin diğer ailesiyle mutlu bir hayat yaşasın."
Ben gece babamla konuşmamın üstüne eve gelince annemi ikna etmeye çalıştım ani karar vermemesi konusunda. Hepimizi etkileyecek bir şeyden söz ediyordu. Ayrılmasına zaten karşı değildim ve destekliyordum. Ama şu an babamın gitmesi bizim üstümüze yük bindirecekti. Ben düzenin devam edip sezon sonunda ayrılmaları taraftarıydım. Onu görmek istemiyorsa denk gelmemeleri için bir iki saat erken gelirim, sen babam uyanmadan gitmiş olursun dükkanden diye öneride bulundum. Annemse kesinlikle kabul etmek istemiyordu. Görmese bile aynı çatı altında bulunmaya tahammülü yoktu.
Ben baya kızdım aslında. Bencilce öfkesiyle hareket ediyordu. Bizi düşünmüyordu kendisini de mi düşünmüyordu. Böyle olunca üstüne çok yük binecekti ve yorulacaktı. Belki bu durum 30 yıllık emeğinin elinde bir hiç kalmasıyla bile sonuçlanabilirdi. Bunları hiç düşünmüyor muydu? Zaten farkında değil miydi evliliklerinin bittiğinin yıllar önceç Yeni mi farkına varıyordu?
Şu an tekrar düşününce çok üstüne gittim. Her bir boka empati yapan ben annem için empati yapamadı. Kaos korkusundan kadının 30 yıldır yaşadığı düzen değişirken "ortalık karışmasın" istedim. Bu mümkün değildi. Bundan 20-25 yıl önce yaşadığı ihaneti yuttuktan sonra hayatına devam etmeye çalışmış, tüm kırgınlığı öfkeye dönüşmüş ve hayatını da üstüne bindirilmiş bir iş ve bu öfkeyle geçirmişti. Şimdiyse artık ruhunun bildiğini gözleri de gördükten sonra dayanacak gücü kalmamıştı ve yılların öfkesinin bir şeyleri ters düz etmeden atmanın başka bir yolu yoktu.
Bu süreçte annemin değişimine şahit oldum aslında ben. Bu fırtına çıkmadan daha birkaç gün önce yaşadığımız küçük bi olay hakkında beklediğim kadar öfkelenmediğini görünce anneme sarılıp ağladım ve teşekkür ettim. Bugün değil özellikle birkaç senedir ne kadar değiştiğini ve çabaladığını farkettiğimi söyledim. O da değiştiğini hissettiğini artık daha farklı düşündüğünü söyledi. Son yıllarda konuşmalarımızda sık sık eskilere gitmesi, babam hakkında çok fazla şikayet etmesi ve dükkana, bu işe eskisi kadar çok stres yapmaması daha çok 'olursa olur olmazsa dünyanın sonu değil' kafasına girmesi gözümden kaçan şeyler değildi.
Tüm bu süreç onu bugün yaşadığımız olaylara hazırladı, görmeye hazırdı ve gözlerini açtı, gördü. Yıllardır ona anlatmaya çalıştığımız şey bu kayguların öfkelendiği konuların ondan önemli olmadığı temasını zor ve uzun yoldan anladı. Şu anda da ne olursa olsun umrumda değil ben buna daha fazla katlanmıycam düşüncesiyle hareket ediyor. İlk başta verdiğim tepki korku da olsa (bu tarafımı babamdan aldığımı düşünüyorum) onu yolunda destekliycem. Eğer kendi değerini 55 yaşında bu şekilde anlayacaksa, tamam ben varım.
Bu taraf tutmaktan da ziyade, illa ki yollarına baktığımda daha çok hak verdiğim tarafın annem olmasıyla alakalı. Ama bu kimseyi siyah kimseyi beyaz yapmıyor. Gözümde daha çoka açık ve koyu gri gibiler aslında. Babam koyu gri. Çünkü yolunu, görmeme izin verdiği ve benim de parçaları birleştirdiğim kadarıyla biliyorum.
Bir şekilde zamanın şartları veya başka bir sebeple erken verilmiş bir evlilik kararıyla annemle evleniyor. (Ki annem o dönem de yine çalışan kendi ayakları üstünde duran ve aklında evlilik olmayan bir kadın, babam bir şekilde ikna ediyor onu) Sonrasında babam hiç çocuk istemiyor mesela. Ben de kardeşim de doğmayacaktık belki de şansımızı zorlamasak. Biz çocukken intihar ettiğini söylemişti mesela bana. Bu bilgi var elimde. Her şeyin ona çok ağır geldiğini ve olmak istemediği bir hayatın içine sürüklendiğini burdan biliyorum. Annemin zorlu agresif karakteri, onun pasif karakterine fazla geldi diye düşünüyorum. Evliliklerinin daha başlarında ben daha 6-7 yaşlarındayken sanırım, annemi aldattığı hem de yakın arkadaş çevrelerinden bir kadınla, ortaya çıkıyor. O zamanlar bile gözü dışarda. O zamanlar bile diyorum çünkü babamı anlamaya çalıştığım tek nokta annemin çok zor ve agresif ve iletişim kurulamayan bir karakter olmasından dolayı onu itmesi durumuydu. (Bu da ona hak verdiğim manasına gelmiyor. Aldatmanın bir açıklaması yok çünkü bence.) Neyse. Dün babama sorduğum soru "Annem hep böyle miydi, hep sinirli? Yoksa sonradan mı oldu?" Babamın verdiği cevap "Hayır başlarda böyle değildi. Daha sosyaldi, arkadaşları da vardı. Zamanla bu hale geldi." Ben de "O zaman neden daha evliliğinizin başlarında biz küçük çocukken onu aldattın o kadınla?" diyemedim. Bunlar benim sormam gereken sorular değildi. Bıraktım, annem sorsun, bıraktım ayrılsınlar. Bıraktım bizim için çaba harcaman adam, annemi yalnızlığa ve kırgınlıkla körüklenmiş öfke dolu hayata sürükleyen, sürekli maddi kaygılarıyla manipüle eden bu adam gitsin hayatımızdan. Başlarda zaten zoraki görüşüyoruz, ayrılırlarsa nasıl görüşücez diye düşünümüştüma ama şu an üstümden yük kalkmış gibi olabilir düşünüyorum. Şu ana kadar olduğu gibi devam eder kardşimle bizim hayatımızda olmaya. Maddi olarak. Hepsi bu.
Son birkaç şey daha söyleyip bitireceğim. Yine tarihe not olması açısından, ilerleyen süreçte gelecekteki Welt unutursa diye. Bugün Canımıniçiyle konuşurken telefonda onun babası bir yıl kadar önce ona annemle babamın ayrılıp ayrılmadığını sormuş. Çünkü kahvede duymuş konuşulduğunu babamın başka bir kadınla ilişkisi olduğunu ve birkaç defa dükkanına gittiğinde de hisstemiş böyle bir şey olduğunu anlamış. Yani kısacası biz dışında herkesin bildiği şeylermiş zaten bunlar. Dışarısı açısından değişen bir şey şey olmayacak, önemli olan annemin, bizim görmeyi istememizdi. O da oldu.
0 notes
Text
Sinan Akçıl & Erkan Petekkaya & Enes Yolcu- "Derdim"
Sinan Akçıl & Erkan Petekkaya & Enes Yolcu- "Derdim"
Azerbaycanın ünlü prdüktörlerinden Elnur Ahmadli Türkiyenin populer sanatçısı Sinan Akçıl ile yeni proje yapdı. Tarz Müzik etiketiyle yayınlanan “Derdim” isimli şarkısı, video klibi ile birlikte tüm dijital platformlarda yayında. Derdim albümünde yeni jenerasyondan birçok isimle birbirinden güzel şarkılara imza atan Akçıl’ın ”Derdim” klibinin yönetmenliğini Bahti Baba yaptı. Sözü Sinan Akçıl ve Bakhtiyar Alakbarov’ a ve Müziği Tural Ferzeliyev və Ahmet Enes’ e ait şarkının aranjörlüğünü İlkin Hasan , Mixx Mastering’ ni Barbod Hozouri yaptı. Sinan Akçıl & Erkan Petekkaya & Enes Yolcu- "Derdim" "Derdim" Şarkı Sözleri Altın Gün’den Işıl Işıl “Doktor Civanım” Geceler kapkara zülmet hayalim sana yakın olmak bi türlü olmadı kısmet yoruldum değişir bakışın gülüşün ne acı kalpten ölüşün geriye yok di mi dönüşün yoruldum? derdim daglara taşlara söylenesi değilki derdim açılıp bükülüp bölünesi değil ki derdim bana çok yakında öznesi değilki derdim mahniler sana gore yazılır nagmeler sana gore okunur ölürüm mezarım kazılır yoruldum kederim dağdan da büyük taşıyor yüreğim taşıyor çetindir sırtımdaki yük yoruldum.. Söz: Bakhtiyar Alakbarov & Sinan Akçıl Müzik: Tural Sedalı & Ahmet Enes Aranjör: İlkin Hasan Mix/Mastering: Barbod Hozouri Yönetmen: Bahti Baba Kameraman: Çingiz Qulameliyev Montaj/Renk: Caner Demiroğlu Sanat Ressamı: Rauf Mekhin Dans Grupu: Wedance & Renka Makyöz: Mesi Rekhman Mekan: Amaze Studio Yapım: Universal Vorld Tv Etiket: Tarz Müzik Prodüktör: Elnur Ahmadli Read the full article
0 notes
Text
Kanguruculeyşıns sevgili dostlar. Bir sevgililer gününü daha kimseye hediye almadan atlatmayı başardık. Sevgilisiz daha nice yıllara dostlar...
Başlıktan da anlaşıldığı gibi aynen. Kimse bizi sevmiyah a sevgili ponçiktoşlar. Siz kendinizi sevin çünkü size sizi sevdiğini söyleyen insanların ertesi gün "sen kimdin ki ya" dediği bir dünyada yaşıyoruz. Zuzaylılar keşke Amerika taraflarından gelse de şu dünyaya, bizler de artık rahat bir nefes alsak di mi? Nereden çıktı ki şimdi zuzaylılar? Evet ne diyorduk ekonomideki dalgalanmaları duymuş bu zuzaylılar. Amarıkan dolarını bi gecede fifti kuruş yapacaklarmış ve dünya süpersonik bir yer olcakmış. Herşey süpersonik olacak. WOAAA! Zuzaylılar çok dost canlısı varlıklar. Bazen sizlere beklenmedik bir süpriz yapıp, gece sizi yattığınız yerden kaldırıp, "Kalk panpa bi kelle paçaya gidek" deyip, kendi gezegenlerine götürüp, geri getirebiliyorlar. Bu sefer "Ben ısmarlıcam" dedim mesela ve bana "Olmaz sen misafirsin ki" dediler. Amma gezdik ama varya offfff bi görseniz. Hele Mars'ta Mars çukulatalarının yapıldığı ana fabrikanın ordan bile geçtik. Ne acaip şeyler var di mi? Yolculuk çok feci süperliydi. Bi ara uzay gemisine toryum almak için toryumlukta durduk "Ben bi WCye gideyim" dedi. Baktım yok gelmiyo. Bekle bekle çok merak ettim. Gelmicek diye düşündüm filan oldum. Baktım bi geldi kucak dolusu abur cubur cümbür çamur bi sürü şey almış. Neyse yolda gelirken hepsini bi güzel gömdük. Rober Hatemo dinliyormuş onlar da, ben duyunca çok şaşırdım. Bak sana bi müzik aççam şimdi bu süper dedi. Tmm aç bakıyım dedim. WOOOOOOOOW!!!! Yunus Bülbül ve İzzet Altınmeşe düeti. Çok eğlenmeli müziklerden çaldı hep. Neyse geldik eve filan. Ben koltuğa oturdum öyle. Sonrası yok. Böyle bi gözümü dinlendirip açtım hemen gibi oldu. Baktım gece saat yece yarısı ve daha sanki hiç zaman geçmemiş gibi. Not bırakmış. "Uyandırmaya kıyamadım, gezmelere doyamadım bi dahakinede kokoreçe gidek mi?" yazmış deli. Bence bu zuzaylı hatun bana yazıyo. Baksanıza yazmış. Ne demek bu? Besbelli bana yazıyo notu. Bakalım nolcak. Şimdi daha çokta ümitlenmemek lazım di mi? Daha herşey çok yeni filan. Bi de "Kanka" diyo ya, ondan ikilemde kaldım ben de şimdi. Neyse zuzay gemisin büyüklüğü bir Range Rover Vogue 4.4 kadar filan, ama içinde ne arasan var. Bi ekranı vardı acaipli. Tüm galaksiyi filan görüyorsun böyle ışıklı filan. "Woaaa!!!!!" dedim. Güldü ve "Daha önce hiç holografik panel görmedin mi sen bakıyım şeker şey?" dedi. Dedim "Görmedim o holoprofiklerden bilmem ben". Neyse telefonlaşırız sonra yine. Arar beni o, çünkü bir zuzaylı kendisi. Renkli saçlı zuzaylı hem de. Neyse biz kelle paçaya giderken yolda politika, siyaset ve ekonomiden bahsettik. Bana ehe dedi! Omaygard dedim ve ehe diye ekledim. "Kafalar çok karışık ne olacak bu ülkenin hali" dedim, tutamadım kendimi ve bana ne dedi biliyonuz mu a sevgili dostitoşlar? "Bak sana bir sır vercem ama kimseye söyleme bunu söz mü?" dedi. "Tmm, söz pki" dedim. "Biz dünyayı istila etcez yakın zamanda" dedi. Ben şok. "Seni yanıma aldırcam" dedi. "Bizim gezegende hem iş bile bulursun ki sen" dedi. "Woauuw!" dedim ve "Peki maaşlar nasıl orda?" diye sordum. Ev, arsa, uzaygemisi, uçan kaykay, 3 öğün istediğindenli yemek, elentrik, ısınma, iletişim, internet, 500 kontür, kakaolu puding, kokoreç, akbil, bir çift parmak arası terlik, üst baş, zigara, sitresçarkı, peluş anahtarlık, şemşiye filan hep devlet veriyormuş beleşli. Ben şoklardayım ama nasıl şaşırdım inanmazsınız. "Eeeeeeee?" dedim. "Madem herşey bedava filan işe ne gerek var ki?" dedim. Çalışmaz ki dedim kimse. "Olur mu öyle. Herkes çalışıyor" dedi. Bu zuzaylıları anlamak çok zor hakikattende.
Zaten baya gittik geldik biz gezegene. Nerden baksan kaç sefer gittik yani. Ben zaten demiştim biraz bi gariplik şeysi var burlarda diye ama dedim yani sonuçta yabancı gezegen kültür filan çok farklı. Annesine filan benden bahsetmiş biraz. Annesi daha demiş sen çok gençsin filan, 3000 den önce olmaz demiş. Daha 2453 yaşında filan zuzu. Ben o konuşmayı pek anlamadım ama o olaydan sonra filan çok kanka demeye başladı zaten bi işkillenmedim değil. Neyse işte, ne biliyim ya amaaaaaaaaan... Sonra neyse işte uyandığımda gece yarısıydı. Hani bi güzümü dinlendirir gibi yaptıydım ya. Kalktım hemen. Camdan baktım gitmiş sokakta yoktu uzay gemisi. Dolaba gittim çünkümsü bi anda midem kazınır gibi oldu. İşte o arada. Dolabı bi açtım. OHAAAAA!!! Süper!!!!! En sevdiğimdenli her şeylerden var. Bana jelibonlu lahmacun bile almış. Attım mikroya, hemen ısıttım, nom nom nom yedim. En sevdiğim kahveden de almış. Ziftle 5iBiarada. Neyse işte ben de TVyi açtım hemen öyle atıştırırken. Haberlerde zuzaylılar var. Böyle heryer ışık filan olmuş bi sürü ama sayamazsın. Öyle çok dolu gökyüzü. Neyse işte dünyanın her yerinden görmüşler filan bilim adamları onlar "UFO değil! Meturoloji balonu!" filan filan diyo. Ama!!!!! Ben biliyom yani hep UFO onlar. Mesela ufolar en çok dilek feneri atılan yerlerde geziyorlar çünkü anlaşılmıyor. Hani millet her gördüğü ışığa "Ordan dilek feneri atıyorlar, ondan" diyo. Ne uyanıklar ya. Neyse ki dolapta zuzay birası vardı açtım bitane hemen buz gibi lık lık. İyi geldi. En son bi şarkıcı vardı adı neydi onun ya. Veydidaykeeeen diyordu şarkısında. Dur aklıma gelcek şimdi. Neyse bi yandan düşünürken bi yandan da anlatayım ben olanları. Şimdi bu zuzaylılar dünyaya çok gelip gitmişler eskiden. Antik çağlara filan da gelip gidiyorlarmış. Hatta büyük dedemler filan da anlatırlardı hep. Bi gün tarlada çalışırkene bi zuzaylı gelmiş "Amcam!!!" demiş, "Suyun var mı bi tas?" demiş, "Hele bi Allah rızası için koş getir" demiş. Dedem anlatırdı hep. Sonra büyük dede suyu almış getirmiş adam içmiş suyu "Oh be Dünya varmış" demiş. Büyük dede sormuş "Dünya mı?" demiş. "Tabi ya ne sandın" demiş zuzaylı. "Tenks you amcam benim" demiş ve bi anda ışınlanmış zuzaylı. Hoooooooop kaybolmuş. Yok yani. Bu zuzaylılar çok acaip ya. Mesela biz Marstan geçtik ya o ara ben Elın Maskı sordum zuzuya. Bana "Elın buralardan çok arazi aldı, toplu konut yapacakmış Tokiyle birlikte" dedi. Ben dedim inanmam dedim saçma geldi çünkü. "Bak" dedi, "Bilmediğiniz çok şey var ve eğer bu şeyler insanlar tarafından duyulursa hiç güzel şeyler olmaz" dedi. Dedim "Ne olur ki yani?" "İşte duyulursa hep arazi mafyaları filan çöker buralara" dedi. Vay be dedim bu zuzaylılar hakikattende çok bilgili imiş. Yolculuk çok acaipti zaten yıldızları filanda seyrettik. Uzay gemisinin otomatikli pilotu da varmış. Kadın sesi ile "Yüz metre sonra sağa" diyo "500 metre düz devam" diyo filan. Çok süper vakit geçirdik anlatamam ya. AAA!! whatstan yazmış bi bakıyım hemen döncem. Bi dk. Gitmeyin sakın bi yere geliyom.
Geldim hehehe. İşte neyse akşam gibi yine buluşcazmışız. Ben hemen uyuyayım çünkü ben hemen uyuyunca beni almaya geliyor. Neyse ben gittim. Kib bye ponçiktoşlar.
#Amerikanın oyunlaır bunlar#zuzaylılar hoşgeldiniz#minder minikler derneği#zuzular nerdesiniz#interneyşınıl daymenşıns#tarcan dede#hügonun tolga abisi#fanustaki dostoyevski#kuantum dolanıklık teorisi kıvamında örgü peynir#pavırrencırs#mavi saçlı zuzaylı#nikılbeck dinleyenler#sarı tuvalet terliği#kelle paça salsa çaça salça kaça?#irbahim tartıses#görümceler yarışıyor#kısmetse olabilir#elit kesimin gözde mekanları#fotkafişna#ufolarda üzülür#reçel çorbası#tekken 5#ehelen ve kendine gel#kedi kumundan kaleler yapmak#Boris Cansının saçı kıvamında kadayıf tatlısı#Kurtlar Varisi yeni sezon#Mihenk Kaşı#Zopar Gezegeni#Ekonomi Süpersonik olacak#Alternatif Enerji Kaymakları
1 note
·
View note
Text
حَتَّى نَبْرَةِ صَوْتِ الْمُحِبِّ كَافِيَةٌ لِتَدَاوِي الْقُلُوبِ.
sevenin ses tonu bile, kalbin tedavisi için yeterlidir.
14 notes
·
View notes
Text
ya bi şey diycem ama nasıl desem bilemiyorum. kadınları dizilerde filmlerde ya da işte şarkıcı iseler performanslarında açık giydirdikleri zaman rahatsız oluyoruz kadını bir ürün gibi sundukları ve bi bakıma pazarladıkları için. ama aynısı şu an erkekler için de yapılmaya başlanmış durumda. evet christopher bang chan'ın karın kasları çok güzel görünüyor olabilir ama kendi isteği ve rızası ile mi bunları giyiyor ordan emin olamadım. ne kadına ne erkeğe şunun yapılması hoş değil. bir canlı yayında da kollarını kaldırır mısın demişler güzelim anlamadan kaldırmış kaldırınca üzerindeki kısa olduğu için yukarı kalkıp karın kaslarının göründüğünü fark ediyor ve hemen geri indiriyor kollarını. bilmiyorum arkadaşlar kadına yapıldığı zaman rahatsız olduğumuz şeyleri erkeklere yapamayız ya. di mi yani. ne kadınları ne adamları tüketim nesnesi olarak sunmasınlar lütfen hoş değil.
not: kendi isteğiyle kendi keyfince giyinen kadınları ve erkekleri bunun dışında bırakıyorum. ama özellikle böyle şirketlerin yönlendirdiği ya da dizilerde filmlerde yine birileri tarafından yönetilen insanlar söz konusu olduğunda çok çok üzücü bir durum bu. ne kadar aşağılayıcı ve rahatsız edicidir düşünsenize
#evet görsellik seviyorum ve chan da müthiş güzel ama o videoyu görünce aşırı rahatsız oldum komik değil bu#ya da geçen bir kore kadın grubunun videosuna rastladım ve sahnede eteklerini aşağı doğru çekiştirip bacaklarını kapatmaya çalışıyorlardı#of korkunç bi şey bu
4 notes
·
View notes
Text
Bu haftayı kapatamiyorum! ne güzel elimde tek rapor var diye mutlu mutlu uyumustum gece babaannemli kabuslar eşliğinde uykusuz kalıp sabah tek raporun ne kadar sorunlu bir yer olduğunu fark ettim. Saçlarımı yolma işlemi bittigi için yazıyorum bu satırları :(
Neyse ki bugün er kişisinin vardiyası bitti lanet covid vurmadigin bir burası kalmıştı sayende sevgilimizi ayın on günü göremiyoruz adam resmen hastanede hapis hayatı yaşıyor bihtih artih yaa bihtih!
Neyse x2 bu sene de bitecek birisi söz versin yine baharlar gelecek di mi?
14 notes
·
View notes
Text
Bid'at ehli , Münafıklar , Fasık'lar ile alakalı bazı meseleler...
Bid'at ehline, münafıklara ve fâsık-ı mütecahirlere (açıkça günah işleyenlere) tatlı dille konuşmak ve güler yüz göstermek caiz değildir. O bakımdan zaruret olmadıkça, bunlarla karşılaşmamaya, görüşmemeye çalışmalı; görüşülürse, zaruret miktarını aşmamalıdır...
Bid’at ehli ile arkadaşlık yapmak, oturup onunla sohbet etmek caiz değildir...
İmam-ı Rabbani (k.s.) hazretleri şöyle buyurmuştur: “Şunu kesin olarak bilin ki; bid’at sâhibi ile dost olmak, kâfirle dost olmaktan daha zararlıdır!..”
[el-Mektubat, 1, 54]
_Dalâlete, fitne ve fesada düşmemek için imkan nisbetinde onlardan kaçınmak, birlikte bulunmamak, beraber yiyip içimemek gerekir!
_Onlara hürmet edilmez; zira onlara hürmet-saygı, dinin yıkımına yardımcı olmak demektir. Hastaları ziyaret edilmez, cenazelerine iştirak edilmez...
Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.),“Onlar benden değil, ben de onlardan değilim” buyurmuşlardır...
[Alûddîn Ali el-Muttakiyyü'l-Hindî, Kenzü’l-Ummâl, 11, 527] ...
İmam-ı Rabbani (k.s.) hazretleri, “bid’at sâhibi ile dost olmak, kâfirle- kâfirle dost olmaktan daha zararlıdır!..”
“… onlarla oturup kalkmanın, durup konuşmanın, öldürücü bir zehir olduğunu herkes bilmelidir. Bunlarla oturup kalkmak, yılanlarla arkadaşlık yapmaya benzer...” buyurmuşlardır...
Dikkat edilirse onlar için açıktan ve doğrudan kâfir demiyor, zararlarının şiddetine işaret ediyor. Çünkü Müslüman, genelde kâfirin kötü olduğunu bilir, ona inanmaz. Fakat bid'at sahibinin -mûnafiklarin namaz kıldığını, dine uygun yaşamaya çalıştığını görünce, ister istemez, kalbi ona meyledebilir. Bozuk sözlerinin, bozuk itikadının tesiri altında kalabilir. Bu ise, onu felakete götürür...
Kısacası eğer bid’at sahiplerinin sapkınlığı itikatta ise ve iman götüremezlerse, ebedi cehennemliktirler. Ama bid’atleri amelde olur ve zerre miktarı da olsa iman ile ölürse, sonunda elbette Cennet’e giderler. Fakat Ehl-i sünnet itikadında olmayanın küfre düşmemesi, iman ile ölmesi -hele de günümüzde- imkansız denecek kadar zordur. Çeşitli haramları işlemekten çekinmeyen Ehl-i sünnet itikadındaki kimsenin de bid’at ehli gibi küfre düşmesi çok kolay olur. Mesela namaz kılmayan içki içen, kumar oynayan ve sair günahlara dalan bir kimsenin küfre düşmesi an meselesidir. Çünkü onda dini kaygı kalmamıştır. Rahatça küfre düşürücü söz ve hareketlerde bulunabilir.
Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) buyurmuşlardır ki:
“Allah (c.c.) bid’at ehlinin ne duasını, ne zekâtını, ne haccını, ne namazını, ne de sadakasını kabul eder...
(Yani ne farzını ne nafilesini, hiç bir ibadetini kabul etmez.)
Nihayet bunlar, kılın hamurdan çekilişi gibi, dinden çıkarlar.”
[Râmuzu’l-Ehadîs, harf-i lâ]
Ashab-ı kiramın (r.anhum) ve selef-i sâlihin efendilerimiz bid’at sahiplerine - münafıklar a karşı tavırları, aynen Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) tavrı gibiydi. Onlar her hususta olduğu gibi, bu meselede de Onu örnek almışlardı...
Hz. Ömer'in (r.a.) bid'atlara karşı tavrı…
Hz. Ömer (r.a.), Hudeybiye anlaşması esnasında, altında Rasûlullah Efendimiz'e (s.a.v.) bîat edilen ‘Rıdvan ağacı’nı, daha sonraları bazı kimseler tarafından saygı ve hürmette ifrata gidildiği için kestirmiştir...!
Oysa hakikatte Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimizin her hatırasına sahip çıkmak ve onlara saygı duymak Ona ittiba/uyma adına çok güzel bir duygudur. Hatta her Müslüman O'nun o gül kokulu mübarek ayaklarının bastığı tozu-toprağı koklamak, onunla feyizlenip bereketlenmek istemez mi? Ancak bu tutum ve davranış başlangıçta hâlis duygu ve düşüncelerden kaynaklandığı halde, daha sonraları bid'at ehli ve münafıklar tarafından sûiistimal edilebilen bu türlü hareketlerin, zamanla ibadete dönüşmesi endişesine karşı önceden tedbir almak da lâzımdır ki, Hz. Ömer (r.a.) de bunu yapmıştır. Bu hareketiyle açılması muhtemel bir bid’at kapısını kapatmış, Münafıkların bu tehlikesini önlemiştir..
İmam Gazalî (rh.),
“bir sünnet fasık olan kimselerin -mûnafiklarin- bid'at ehli olanların şiarı/nişanı, âdeti, simgesi haline gelmişse, biz onun terk edilmesine hükmediyoruz” buyuruyor... SubhanAllah
[İhya, 2, 270]
Sözde tevhid adına bid'at ehilleri - münafıklar ve fâsıklar ehli sünneti yıkmak düşüncesiyle ülkemizde aşırılıklara yelken açmış, sünnet mecrasından taşmış; tarihi eserler-vakıflar tahrip edilmiş; evliyâ, asfiyâ ve enbiyâ-yi mürselinin hatıraları ve nice mukaddesler hafife alınmıştır.
Allah (c.c.) indindeki kıymetli yerler ve büyükler mutlaka tazim edilip büyük kabul edilmeli… Onlarla teberrükte bulunulmalı ammaa- tabii ki
büyüklüklerine esas teşkil eden nisbeti görmezlikten gelerek bizzat bir takdis ve tazime de
"Gi Di L M E M E L i "dir.
Sahabe-i kiramın ve geçmiş ulemanın bid’at ve bid’atçilere - münafıklar ve fâsıklara karşı tavrı-tutumu özetle buydu. Bizlerin de yapması gereken; başta Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) olmak üzere, ashab-ı kiram, tâbiin, tebe-i tabiin, eimme-i müçtehidin, sulehâ-i sâlihin, Ehl-i Beyt'in ve kıyamete kadar onların yolunda yürüyecek olanları örnek almaktır...
1 note
·
View note
Text
Evlenmeyi düşünen herkesin okuması gereken; yaşanmış gerçek bir olaydır...
H A Y I R L I E Ş :
« Yaş 28... Evlilik zamanı geldi geçiyor » derken; annem açtı yuva kurma konusunu...
Saliha bir kız olsun gerisi gelir diye düşünüyordum....
Yakın bir akrabamızdan haber geldi; komşuları çok dindarmış, kızlarının ailesinden daha da dine bağlı olduğunu duyunca sevindim...
"Gidip bir görelim, görüşelim" dedim.
İlk ailesiyle konuştum. Hâttâ ben konuşmadım; sürekli onlar konuştu... Şaşırdım kaldım, birşey diyemedim...
" Kına gecesinde en iyi müzisyenler olacakmış...Düğün de kezâ aynı... Ev dayalı döşeli olacakmış, hem de hepsi en pahalısından! Araba olacakmış! Son model hem de... Çünkü; komşunun damadı, sıfır araba almış geçende..."
Anne hadi kalkalım, diyecektim, utandım... Kızla görüştürmek istediler. İslamiyete uygun olarak görüştük;
On beş bilezik... En güzel gelinlik « 10 bin tl » En büyük düğün salonu...vs, vs...
Ne diyeceğimi bilemedim...
Ben Saliha Bir Eş istiyordum sadace, fakat istekleri bir türlü bitmiyordu...O anda yan taraftaki aynaya göz ucuyla baktım kendime. Görünüşümdede bir iş adamı profili de yoktu. Yirmi beş dakika boyunca konuştu... İstekleri bitince de sıra bana geldi ; « Senin isteklerin nelerdir » dedi. Biran önce kalkıp gitmek istiyordum! Sıkılmıştım, geleli bir saat olmasına rağmen, dünya malına tamah edenlerle birlikte olmak içimi karartmıştı. Tekrar sordu; «isteklerin nelerdir?» « Hayırlısı olsun...» dedim ve kalktım... Nazikçe ayrıldık evden...
Yolda giderken telefon geldi, amcam arıyordu..
Yan komşularından Sebahattin amcanın kızı varmış. Sebahattin amca çok iyidir... Çocukluğumdan beri tanırdım kendisini... Tamam dedim amcama, geliriz. Sebahattin amcalara gitmek için hazırlanıp annemle koyulduk yola... Onbeş dakika sonra ulaştık evlerine. Sohbet açıldı çocukluğumuzdan ve başladı beni övmeye… Kızardıkça kızardım utancımdan birşeyde diyemiyorum… Derken söz asıl konuya gelmişti. «Evladım, seni severim. Maksat sizleri mutlu etmek Allah-u Teâlâ'nın izniyle » dedi ve başladı isteklerini saymaya… O kadar çok şey saydı ki; uykum gelmeye başladı… En sonunda da; « benim oğlumun kumar borcu var onu ödemeden evlilik de olmaz zaten » dedi. Birden gözlerim açıldı! Şaşırmıştım fena halde. Gözümü yerden alamadım uzun süre… Sebahattin amca; «gençleri görüştürelim » dedi… Bir odaya geçtik ve kız konuşmaya başladı; önceki görüştüğüm kız gibi, ne varsa herşeyi istiyordu... Konuşmasını, çalan telefonu böldü, açtı ve bir süre konuştuktan sonra kapattı. Tekrar çaldı, konuşup kapattı… Sonra tekrar, tekrar, ve yine tekrar... Dayanamadım, sordum « arayan kim » diye. Eski nişanlısıymış ve ayrılalı on gün olmuş henüz!.. Neden ayrıldıklarını sordum.
Çay bahçesinde bir erkekle otururken görmüş, sonra tartışmışlar. Tartışma büyüyünce de ayrılmak zorunda kalmışlar. «Oturduğunuz kişi kimdi ki ? » Çalıştığı yerdeki müşterilerinden biriymiş… « Demek önceden çalışıyordunuz » Yanıt pek manidar; « Evet, ben masörüm!.. »
Şoktan şoka giriyordum.! Beş dakika içerisinde; bilmediğim bir sürü şey çıkmıştı… Evlilik amacını sordum. Nişanlısı çok rahatsız ediyormuş,farklı bir hayat, farklı bir ortam istiyormuş… Açık konuşmak gerekirse hava değişimine ihtiyaç duymuş. Daha fazla dayanamayıp izin istedim kalktım. Ben sadece saliha bir eş istiyordum. Nazikçe evden ayrıldık annemle…
Daha sonra öğrendim ki; Sebahattin amca arkamdan bir sürü laf etmiş…
Gülümseyip, "bugün öven yarın söver " dedim içimden...
Artık evlilik düşüncesinden vazgeçmek üzereydim. Haftalardır dışarı çıkmıyordum.
Akşamları hava almak için balkonda oturup kitap okuyordum… Karşı komşumuz gece çalıştığı için, akşam dokuz gibi evden çıkıyordu. On yaşındaki oğlu da babasının peşinden ağlayıp dururdu her gece... Ablası çocuğu oyalamak için balkona çıkarıyor ve her fırsatta benimle konuşmaya çalışıyordu.
Bu sık sık tekrar etmeye başlayınca, zbunaldım artık.
Bir akşam kıyamet ve ahiret kitabını alıp aynı saatte çıktım balkona…
Beni görünce o da çıktı balkona, bir konu bulup yine başladı konuşmaya…
« Her akşam kitap okuyorsun, nedir onlar? »
İşte beklediğim fırsat gelmişti; « okumak istersen vereyim » deyince, olur dedi. Besmele çekip iki üç metre karşıdaki kıza attım kitabı ve « Haydi, gir de evde
okumaya başla » dedim. Kitabı okumuş olacak ki, bir daha balkona çıkmaz oldu…
Evlilikten vazgeçmiştim bir eş bulmak bana uzak görünüyordu…Aradan aylar geçmişti.
O zaman zarfında, birkaç kızla daha görüşmeye gittim annemle...
Fakat netice aynı, değişen bir şey yoktu…
Bir salı akşamıydı, içim çok daralmıştı. Adeta boğuluyordum…
O gece iki rekat namaz kılıp yattım… Acayip bir rüya gördüm. Birine anlatmalıydım bu rüyayı ama bu bunalımlı ruh haliyle kime?..
Bir akşam, balkonda dolunayı izlerken telefonum çaldı. Gözüm dolunayda, cebimden çıkarttım telefonu ve kimin aradığına bakmadan, kulağıma götürüp açtım telefonu. Arayan ses tanıdıktı.
Fakat o günden sonra hayatımın değişeceğini nereden bilebilirdim ki !
Arayan,en yakın arkadaşım Muhammed' di. Canı sıkılmış, beni çağırıyordu...
Abdest alıp evin yakınındaki çay bahçesine gittim. Çocukluğumuzdan açıldı konu sonra
gördüğüm rüyayı anlatmak istedim can dostuma;
« Tozlu bir köy yolunda gidiyordum... Elimde bir tane kılıç vardı, etrafımda ise bir sürü yılan... Yılanlar bir metre kadar yükseltmişler kafalarını yukarıya doğru,
hepsi üzerime atılmak için zaman kolluyorlardı ! Kılıçla kendimi savunuyordum. Bana yaklaşanları kılıçla öldürüp ilerliyordum. İleride uyuyan biri vardı. Ona doğru giderken, anlam veremediğim bir ses işittim ama, uyyan kişinin dışında etrafta kimsecikler yoktu…
Uyuyan kişiye doğru ilerliyordum ki, az önce işittiğim o ses; « Yatan kişi ; Musab bin Umeyr'dir » dedi...
Sonra ileride giden iki kişi gördüm; biri Peygamberimiz'di, fakat diğerinin kim olduğunu göremedim…
Muhammed yorumlamaya başladı rüyamı. « Düşmanlarını yenerek iyi bir neticeye ulaşacaksın inşallah » dedi…
Neden sonra, sohbet yine evliliğe geldi dayandı... Başımdan geçenleri anlattım. Oldukça dertliydim bu konuda. Aalında tarif oldukça basit ve sadeydi! Şöyle ki;
benim eşim dünyaya bağlı olmamalıydı,
sadece dünyalık uğruna yaşamamalıydı…
Uzun uzun dinledi Muhammed sıkıntılarımı… O konuşmaya başladı bu sefer.
« Evden çıkarken annem söyledi, bizim mahallede bir kız varmış onunla görüştürmek istiyorlar seni. »
Yok Muhammed! Bundan sonra kolay kolay kimseyle görüşmek istemiyorum, yoruldum artık, dedim… Kız da pek istekli değilmiş zaten, dedi… niye diye sordum; o da birkaç kişiyle görüşmüş, daha sonra evlilikten soğumuş iyice… Muhammed'in annesi ısrar edince de; olur, görüşelim, demiş...Tamam dedim, yarın gideriz.. diye sözleştik…
Rüyam gerçek mi olacaktı acaba… Bu zamana kadar sabrettim, önüme gelen
engelleri Allah-u Teâlâ'nın izniyle aşmıştım…
Muhammed ile vedalaşıp eve geldim ve hemen konuyu anneme açtım… Yarın gidecektik görüşmeye…
Çok heyecanlıydım nedense. Sabah erkenden kalkıp giyindim. Heyecan gitmek bilmiyordu, bir aağa bir sola yürüyüp duruyordum evin içinde... İlk defa bu kadar heyecanlıydım. Öğle namazını kıldıktan sonra yola koyulduk annemle. Muhammed bizi kızın evine kadar götürdü… Kapıyı çaldım.
Kapıyı babası açtı, eve buyur etti...
Dereden-tepeden sohbet ettik biraz ve söz asıl konuya geldi. Kızın babası; « evladım, benim söyleyeceğim bir şey yok. Sen kızımla konuş bu konuları » dedi...
Şaşırmıştım gerçekten çünkü ilk defa böyle bir durumla karşılaşıyordum… dünyalık bir konu açılmamıştı ilk defa… Bir odaya aldılar beni, kızla görüşecektim… Sandalyeye oturdum, ellerim masanın üzerinde avucumun içerisinde ise terleyen ellerimi silmek için bez bir mendil vardı… Kendinizi o dutumda hayal edebilirseniz, neler hissettiğimi eminim çok daha iyi anlayabilecrksiniz!.. O kadar gergindim ki, hiç durmadan avuçlarım terliyordu ömrümde ilk defa... Neden sonra kız kapıda göründü;
nûrani yüzlüydü. Önüne bakarak konuşmaya başladı…
Diğer kızlar gibi bilezikten gelinlikten girmedi konuya…
İlk sorusu; « namazdan » oldu….
Bana; namaz kılıyor musun demedi, namazı kaç dakikada kıldığımı sordu!
Meselâ, « öğle namazın kaç dakikada bitiyor » dedi. Onbeş dakika civarında, diye söyledim…
Memnun oldu... Sonra birikmiş ne kadar paran var deyince, "önceki görüştüklerim gibi konuşmaya başlayacak herhalde" dedim içimden… 45 bin lira var… Paranın zekatını veriyor musun deyince, yanlış düşündüğün için utandım.. Evet veriyorum dedim…
Konuşmasına ağır ağır devam etti ;
« Sizden önce üç kişi ile daha görüştüm hepsi de zengindi ve güvendikleri tek şeyleri paralarıydı.Bütün konuşmaları paraya zenginliğe dayanıyordu. Dine ait hiçbir bilgileri yoktu ve namaz bile kılmıyorlardı. Size ilk sorum namaz oldu çünkü; namazı doğru olan ve huşu içinde kılan bir insandan zarar gelemez. Ailesinin hakkını gözetir, haksızlık yapamaz. Herkes için en iyisini en güzelini ister. Kimseyi hor görmez ve ezmez... Böyle insanı bütün mahlukat sever, mahlukatın sevdiğini Allah-u Teâlâ da sever! Allah-u Teâlâ'nın sevdiği kul ise makbûl edilen kuldur... ve devam etti konuşmasına ; Sonra zekâtı sordum çünkü o parada fakirlerin hakkı da var. Fakirlerin hakkını gözetmeyen, eşinin hakkını da gözetmez. Allah-u Teâlâ ondan nasıl razı olur ki !..»
Ne kadar doğru konuşuyordu... Konuşmaları beni çok mutlu etmişti. Dünyalık bir şey istemiyorum diye dem etti... Yan taraftaki kitaplığı göstererek okuduğu kitapları gösterdi. Görünce çok mutlu oldum çünkü benim okuduğum Ehli sünnet Alimlerinin kitaplarını okuyormuş. Ben kızarıp terliyordum nedense, elimdeki bez mendil de iyice ıslanmıştı. Benim ise kıza soracağım bir şey kalmamıştı, ben sormadan herşeyi anlattı bana. Son olarak annemle konuşmak isteti, ben dışarı çıkmak için ayağa kalkınca elimdeki mendil yere düştü. Yere göz gezdirdim ama göremedim dışarı çıktım…
Annemle de on dakika kadar konuştular içeride, annem çıkınca evden izin isteyip ayrıldık. İki tarafta birbirinden memnun olmuştu. Anneme içeride ne konuştuklarını sordum. Anneme nasıl davrandığımı ailemle olan ilişkilerimi sormuş. Çünkü anne ve babanın razı olmadığı bir evlattan Allah-u Teâlâ razı olmazdı. Eve gidince konuyu babamla konuştuk çok sevindi. Abdest aldım ve iki rekat namaz kıldım odamda... Neden sonra, birkaç gün önce gördüğüm rüya geldi aklıma… Elimdeki sabır kılıcıyla zorlukları aşmak nasip olmuş ve sonuca ulaşmıştım… Bu günden itibaren düğün hazırlıklarına başlayacaktık artık…
Söz kesilip aileler arasında yüzük takıldı. Düğün konusu biraz sıkıntılı olmuştu... Akraba tarafı çalgılı olmasında ısrar ediyor, ben ise dînî yönden olmayacağını anlatmaya çalışıyordum. Ben yumuşak huylu oldukça onlar daha fazla üzerime geliyorlardı. Düğün çalgılı olurmuş onlara göre. Cenaze evi gibi dualar edilip mevlit okutulmazmış… Ne yapacağımı şaşırmış ve iyice bunalmıştım. Defalarca haram olduğunu anlatsam da çalgısız olması gerektiğini kabul ettiremiyordum… Bir akşam evde akrabalarla toplandık bu konu hakkında konuşuyorduk. Bir şartla isteğinizi kabul ederim deyince hepsi şaşırdı… herkes gözlerini bana çevirmiş ne diyeceğimi bekliyorlardı. Öldüğümde mezara benimle girecek olan varsa ve benim yerime hesap vermek isteyen olursa kabul edeceğimi söyledim… Kimse yüzüme bakmıyordu artık utanmışlardı açıkçası… Bu konu da böylece şekilde kapamış oluyordu…
Bir Perşembe günü kız tarafıyla sözleşip düğün alış verişine çıktık…
Nişanlım sanki yanımda köle gibi duruyordu. Ben ne göstersem olur beğendim diyordu.
Bir insan bu kadar mı mütevazi bu kadar mı ince olabilirdi. Onun bu durumunu gördüğüm zaman ben, en kaliteli, en güzel olan eşyaları alıyordum. Onu mutlu etmek için elimden geleni yapmak istiyordum… Evimizi döşemiştik her şey çok güzel gidiyordu… düğün günü gelip çatmıştı… heyecandan
ölecek gibiydim elim ayağıma dolaşıyordu adeta.
Düğün tam istediğim gibi olmuştu….
Evliliğimizin ilk yılları diğer evlikler gibi tartışma ya da kavga ile geçmiyordu.
Biz İslamın etrafında birleşmiştik. Hiçbir sorunumuz da olmuyordu.
Eşimin zekâsına, güzel ahlakına, güler güzüne hayrandım… Onsuz zaman geçmiyordu, işteyken fırsat buldukça arıyordum, sesini duyunca da çok mutlu oluyordum. Konuşmasında içimi rahatlatan bir tesir vardı. Bunu nasıl yapıyordu bir türlü anlayamıyordum. Eve gittiğimde beni
her zaman güler yüz ile karşılardı, o anda bütün yorgunluğum giderdi. Yemek hazırlarken yardım ederdim. Sen otur yorgunsun der, ben de içeri gidip otururdum. Onun üzülmesini hiç istemiyordum çünkü. Her ne isterse yerine getirmek için can atıyordum… Benden bir şey istesin diye gözlerinin içine bakardım. Arada bir arabamla gezerdik,gezdirince mutlu olurdu… Yine bir gün gezdirmek için çıkıp arabaya bindik. Dönüp bana baktı. Sabır çok güzeldir,sabır insanı bu araba gibi ulaşmak istediği yere götürür dedi. Neden böyle bir şey söylediğini anlamamıştım… biraz gezip eve gelmiştik… Birkaç gün önce yatak odasının kapısı bozulmuş, kilidi zor açılıp kapanıyordu.
Geçen gün mahallemizde hırsızlık olayı olduğu için odamızın kapısını kilitliyorduk…
Bir haftadır eşimin midesi bulanıyor bunun içinde geceleri sık sık kalkıyordu… benim uykum çok hafif olduğu içinde hemen uyanıyordum…
O gece tekrar midesi bulanmış olacak ki kalktı, kalktığını hissedip gözlerimi açtım ama uyandığımı anlamadı. Yavaş yavaş kapıya doğru ilerledi…Fakat o anda gözlerime inanamayacağım bir olay gerçekleşti ;
Ben rahatsız olmayım diye kilitli olan kapının anahtarına bile dokunmadı. Kapı kilitliydi. Eşim «Bismillahirrahmanirrahiym» dedi ve kapıyı açmadan dışarı çıkmıştı!!! Bu durumu görünce, kalbimin atışları hızlandı, terlemeye başladım... Yataktan kalktım, gözlerim kapıya odaklanmıştı! Yatak odasının camından lavabonun ışığı belli oluyordu… Lavaboda elini yüzünü yıkayıp ışığı söndürdü. Ben hemen yatağa yatıp uyuyormuş gibi yaptım. Fakat eşim kapıyı açmadan odaya girdi… Kalp atışlarım iyice artınca dayanamadım uyanmış gibi yaparak Yatakta doğrulup oturdum… Eşimin yüzüne baktım… adeta güzü nurlanmış parlıyordu… Uyandığımı görünce gülümseyerek yüzüme baktı. Ne yapacağımı ne diyeceğimi bilemedim. Rahatsız mı ettim diye sordu. Yok çıktığını bile duymadım deyince gülümsedi ve yattı…
Işe gittiğimde sürekli o anları düşünüp duruyordum. Bu nasıl olabilirdi?... Akşam eve gittiğimde zile basmadım ve kapıyı anahtarımla açtım. Kapıyı açtığımda eşimi karşımda buldum… işten geldiğimde kapıyı açmak için bekliyormuş… Selam verip içeri girdim elimi yüzümü yıkayıp sofrayı hazırladık yemeği yedik… Bu gün neden durgunsun bir şey mi oldu? Diye sordu… Cevap veremedim. Dün geceki olayı nasıl sorabilirdim ki… Sana bir şey söyleyeceğim diyerek elimden tutup beni ayağa kaldırdı. Gözlerinin içine bakıyordum, buyur söyle dedim ;
«Hamileyim ! » dedi… Ondan sonrasını hatırlamıyorum zaten… O anda ayaklarım boşaldı… Düşüp kalmışım yerde… Yarım saat sonra kendime geldiğimde eşim yanı başımda oturuyordu… Yattığım yerden doğrulup eşime bakınca utanıp yüzünü yere çevirdi… Bu habere o kadar sevinmiştim ki anlatamam…
Akşamları işten eve gelirken artık bebek eşyaları alıyordum… Gece yattığımızda eşimle hep hayal kurap duruyorduk… Çocuğumuz belli bir yaşa geldiğinde ilk hangi kitabı okumalıydı acaba. İlk önce namaz kitabındaki bilgileri öğrenmeliydi. Ondan sonra hangisini okutsak acaba İsâm Ahlâkını mı yoksa, Herkese Lazım olan İmanı mı okutsaydık… Yok yok, ilk önce Halifelerin menkîbeleriyle yeşertmeliydi kalbini. Benim evladım Ehl-i Sünnet'i savunan Ehl-i Sünnet'i yaymak için çabalayan bir kul olmalıydı! Onu bu şekilde yetiştirmeliydik. Her akşam belli bir zaman dilimi içerisinde eşimle İmam-ı Rabbani'nin «Mektubat» ını okuyorduk...
Bir akşam okurken yorgunluktan gözüme ağrı girince eşime rica edip sesli okumasını söyledim ve gözlerimi dinlendirmek için kapattım. 212. Mektubu okuyordu…
Bir ara gözlerimi açtım elindeki kitap kapalıydı. Gözlerimi açtığımı görünce hemen kitabı açıp gözlerini kitaba dikti. Anladım ki o kadar sayfayı ezberlemiş ve ezberinden okuyordu. Okuduğu mektup bitince durdu. «Mektubat» ı bu zamana kadar kaç defa okudun diye sorunca, bilmiyorum dedi… Peki kitabı bitirmen ne kadar sürüyor? Bir hafta diye cevap verdi.. Anladım ki eşim manevi derecelere yükselmişti..! Beni rahatsız etmemek için kapıyı açmadan çıkması, bir kerametti…
O günden sonra eşime olan hürmet ve saygım daha da arttı. Eşim bir evliya idi... İlmihâl okuduğumda, anlamadığım yerleri eşime soruyordum. Öyle güzel açıklayıp anlatıyordu ki hayran kalmamak mümkün değildi… Hikmetini bilmediğim en ufak bir davranışını görsem soruyordum. O da hemen açıklar; ilmihalin şu sayfasında yazıyor diye söylerdi… Her haline sabrediyordu ve her haliyle de şükrettiği ortadaydı… İslamiyeti yaşayan bir numune vardı karşımda, bu yüzden Allahü tealaya her saniye şükretsem yine az gelirdi… Eşimin birkaç kerametini daha görünce dayanamadım, artık ne pahasına olursa olsun bu konuyu konuşacaktım kendisiyle… her zamanki gibi işten geldim yemek yedik konuyu konuşmak için eşimi karşıma aldım… giderek büyüyen bir heyecanla yavaş yavaş konuşmaya başladım..
İslamiyetin en ince kurallarına en güzel şekilde dikkat ediyorsun.
Konuyu uzatmak istemiyorum dediğim anda eşim konuşmaya başladı… "Sabır güzel şeydir. Sabrederken şükretmek daha güzeldir. İnsan her haline sabreder ve şükrederse Allahü teala ona daha iyilerini ihsan eder"… Artık ağzımdan tek kelime çıkmıyordu, eşimde konuşmasını bitirmişti… O günden sonra ona olan davranışlarım daha dikkatliydi. Onu kırabilecek her şeyden uzak duruyordum...
Bir akşam annem aradı, komşu kızının düğünü varmış iki gün sonra. Düğüne beni de davet etmişler. Eşimle birlikte gittik düğüne, her şey İslama uygun düzenlenmişti. Erkekler ve bayanların yerleri farklı bölümlerdeydi. Düğündeki İslama uyma titizliğini görünce çok sevindim. Bir akşam kendisine balkondan verdiğim Kıyamet ve ahiret kitabı geldi aklıma. On dakika sonra küçük bir çocuk geldi, o kızın kardeşiydi bu. Babası işe giderken arkasından ağlayan çocuk… Abi eğilir misin dedi.. eğildim kulağıma ablasının bana çok teşekkür ettiğini söyledi. Ben vesile olmuşum onun bu duruma gelmesinde. Bunu öğrenince çok sevindim… Eşim hamile olduğu için fazla kalamadık düğünde eve gittik…
Aradan aylar geçmiş ve eşim doğurmuş ve Bir tane oğlum olmuştu. Hayatımızdan çok memnunduk. Eşimle her akşam kitap okumaya devam ediyorduk yine. Eşime üstadım diye hitap ediyordum. O benim üstadımdı. Dünya ve ahiret saadetim için en büyük vesile idi. Geceleri rahatsız olmasın diye oğlumuz ağlayınca çocuğu alıp başka odaya gidiyordum. Aradan iki yıl geçmiş oğlumuz büyümüştü… Eşim her fırsatta sabır ve şükretmemi telkin ediyordu. Bir zaman sonra eşim hastalandı. Zamanımızın çoğu hastanede geçiyordu. Eşimin hastalığı artmış, benim ise elimden bir şey gelmiyordu. Bir akşam işten eve geldiğimde kapıyı çalmama rağmen açmadı. İçeri girdim içeriden bilemediğim mükemmel bir koku geliyordu. İçeri girdim eşim yatıyordu ilk önce uyuyor zannettim. Uzun zaman uyanmayınca gidip uyandırmaya çalıştığımda vefat ettiğini anladım. O anda yıkılmıştım. İçim yanmıştı. Gözlerimden yaşlar akmaya başladı. Annemi aradım gelmesini istedim…. Eşimi diğer gün defnettik…
Eve girdiğimde burnuma gelen o güzel koku mezardan gelmeye başladı…
Her gittiğimde o kokuyu duyardım… giremiyordum. Onu özlüyordum sadece.. Canım eşim, üstadım vefat etmişti. Söylediği gibi yapmaya çalışıyor sabretmekten başka çare bulamıyordum. Her an onu düşünüyordum. Aylar sonra eve girme cesareti gösterdim. Gözlerim doldu ağlamaya başladım. Balkonda çıkıp sandalyeye oturdum. Dolunay vardı. Muhammed'in beni aradığı o akşam geldi aklıma… O akşamda aynı dolunay vardı. Gözlerimden yaşlar akarak dışarıya çıktım; doğru üstadımın, eşimin mezarına gittim. Saatlerce ağladım…. O güzel kokuyu hissetmeye başladım tekrar. Arkamdan bir el omzuma dokundu. Arkama döndüm eşim nurlar içinde arkamda duruyordu… Heyecandan bir şey söyleyemiyordum.. Başım dönmeye başladı ve bayılmışım sonra…
Uyandığımda sabah ezanı okunuyordu. Kalktım etrafıma baktım. Eşimi gördüğüm anda. Sabret dediğini hatırladım. Camiye gidip sabah namazını kıldıktan sonra dışarı çıkarken cebimde bir şey olduğunu fark ettim. Elimi cebime attım bir tane mendil vardı. Eşimin evinde ilk konuştuğumuz zaman avucumun içindeki mendil ayağa kalkarken yere düşmüştü bulamamıştım daha… demek ki eşim bulup saklamış. Mendilin bilmediğim şekilde çok güzel bir kokusu vardı…
N o T ;
« Bu yaşananları, rahmetli babamın günlüklerinden derleyerek sadeleştirdim... Hikâyede anlatılan kişiler, annem ve babamdı, doğan o çocuk bendim..! Sabır ve şükür, insanı en üst derecelere yükseltecek mukaddes birer kanattır... »
Allah-u Teâlâ herkese böyle eş nasip eylesin...
A l ı n t ı d ı r . . .
3 notes
·
View notes
Text
Beni de üzdüler sabah kalkip, hastaneye işe gittim her gün .. Bir zamanlar hayaldi.. Sana özenir her şeyi öğrenmek isterdim. Yavaş yavaş öğrendim de tıbbi kelimeleri.. senin gibi bilimsel konuşmayı çok beceremesem de..Az çok anlıyordum.. Biraz teşhis koyma alışkanlığım oluştu sanki. Tasikardi sebebimsin.. Ama biliyor musun.. Hala eksiğim.. Yarımım...ve Hala sensizim..Bu hep böyle gidecek biliyorum.. Çünkü ellerimde Lateks steril eldiven var, elllerin değil.. Enjeksiyon, sutur bilmesem de.. Damara girip damar yolu açamasamda.. Sarı seronu keşfettim kebelegi taktirdik mi gerisi bende .. Sunta yı da öğrendim.. Subkutan da biliyorum bak.. Ama Kendi yaralarımı sarmayı öğrenemedim... Silverdin gibi habire sulandırıyordum yaralarımı..Ve hiç iyilesmiyordum.. Iyilesmekte istemiyorum galiba.. (Yaram yarimdir, yarim yaramdır... Türküsü geldi aklıma su an. Benim icin dinler misin..) Bazen nefesim kesiliyor gibi oluyor arrest olursam sasirmamak lazim sanki diyorum kendi kendime.. Bir gün gidersem kalpten giderim... Ambu yu hazır tutuyorum yanımda desem de inanma.. :))
Biliyor musun sen gibi hastane kokuyorum son zamanlarda ama sen değil.. Ama sen değil.. Keşke sen de koksam ne güzel olurdu..Seni zamanla unutacağımı düşünme sakın olur mu? Demans olsam bile seni unutmam...Ama alzheimer olsam söz veremem.. Öyle olursa eğer sen benim kim olduğumu unutmazsin di mi.. Geçen gün dr gittim malum rahatsızlığım üzere. Hiç unutturmuyor kendini.. Yine aynı ilaçları yazdı tabi. Artık onları da ezberledim.. Doktora gitmeyi sevmeme sebebim biraz da bundan aslında... Doktor bişe demedi ama ben de serotonin eksikligi de var biliyorum. B12 im yerlerde zaten.. Ayrıca D vit. düşük olmasının sebebi de sensin.. Sen benim gün-eşimdin.. Beni senden mahrum ettiler.. Sensiz kaldım. Vitaminsiz kaldım da diyebiliriz.. :)) en son 7-8 di gerisini sen düşün.. Yine bol bol saçmaladım bugün.. Aslında dün de saçmaladım ondan once de.. Ama sen bilmiyorsun bunu tabi onları içime attım.. Çokça icime atıyorum zaten.. Dışarıdan biraz yakışıklı görünsemde, yosun yeşili gözlerim, hele ki kaşlarım :))..ama İçim çürük be.. İçten içe çürüyorum.. Allah sonumuzu hayr etsin..
3 notes
·
View notes
Note
Dualarımızın kabul olması için bir dereceye mi gelmemiz gerekiyor? Biri bana dualarımız kabul oluyorsa duaların kabul olunduğu ana denk geldiği için dedi. Yoksa dualarımız kabul olmaz bizim dedi. Bu doğru mu?
Derece işlerini biz bilmeyiz kardeşim ama seninle dua hakkında şunları paylaşabilirim:
Allah TealaBakara Suresi 186.ayetinde şöyle buyuruyor:
وَإِذَا سَأَلَكَ عِبَادِي عَنِّي فَإِنِّي قَرِيبٌأُجِيبُ دَعْوَةَ الدَّاعِ إِذَا دَعَانِ
(Ve izâ seeleke ıbâdî annî fe innî karîb(karîbun) ucîbu da’veted dâi izâ deâni.)
Meal: Kullarım, beni senden sorarlarsa, (bilsinler ki), gerçekten ben (onlara çok) yakınım. Bana dua edince, dua edenin duasına cevap veririm.
Eğer Allah(c.c) kullarına vermek istemeseydi “Benden isteyiniz” diye emir vermezdi.Değil mi?
Mevlâmız has kullarını Kur’ân-ı Kerîm’de şöylemetheder: “Gerçekten inananlar, korkarak ve umarak dua ederler ve kendilerineverdiğimiz rızıklardan hayır için harcarlar.” (Secde 32/16)
Bu arada şu da unutulmamalıdır: Her dua, perdeleri aşarak Allah’ın huzuruna yükselemez. Her hâlükârda duanın kabulşartlarına riayet gerekir. Edebine ve şartlarına riayet ederek duâ eden bir mümin de, duasının semeresini görmekte acele etmemeli veya, “Dua ettim de rabbim kabuletmedi” diyerek ümitsizliğe düşüp, niyazını terk etmemelidir. Çünkü Cenâb-ı Mevlâ, bazan bilmediğimiz hikmetlerle duanın neticesinierteler. Bazen de istediğimiz şeyi değil, bizim için hayırlı olanı verir. Hiç şüphesiz, bizim için neyin daha hayırlı olacağını O daha iyi bilir.
DUANIN EDEPLERİ
Dua, arz edildiği makama uygun olunca muhakkak kabul edilir. Dua başlı başına bir ibadet olduğu için onun da bir takım usul veedepleri vardır. Arifler, usul olmadan vusül olmaz, edebi korumayana dost perdeyi açmaz, demişler.
Duayı süslemeli ve ilahi huzura sunulmaya hazırhale getirmelidir. Bunun için dua yaparken mümkünse abdestli olmalıdır. Yüz kıble tarafına çevrilmelidir. Elleri semaya doğru açmalıdır.
İmam Gazali K.s’nin İhya-u Ulumiddin Eserinde duanın on âdâbı vardır diye buyurmuş:
1. Şerefli Vakitleri Gözetmek:
Senenin Arefe gününü, aylardan Ramazan ayını,haftanın cum'a gününü ve saatlerin de seher vaktini, teheccüd vaktini gözetmekgibi.
2. Şerefli Halleri Fırsat Bilmek:
Şerefli halleri fırsat bilerek, o hallerde dua etmelidir.
Hz. Peygamber de şöyle buyurmuştur: Ezan vekamet arasında yapılan dua reddolunmaz. (Muhakkak kabul olunur).(Ebu Davud,Tirmizi)
3. Kıbleye Yönelerek Dua Etmek:
Kişi, ellerini koltuk altlarının beyazlığı görünecek derecede kaldırmalıdır.
4. Sessizce Dua Etmek:
Dua ederken sesini ne fazla yükseltmeli, nede iyice kısmalı, ikisi arasında bir tonla dua etmelidir.
5. Duayı Kafiyeli Okumaya Çalışmamak:
Dua edenin hâli, Allah'a yalvaranın hâli gibiolmalıdır. Kafiyeli okumak için kişinin kendisini zorlaması, bu duruma ters düşer.
Allah Teâlâ da (c.c) şöyle buyurmuştur:Rabbinize yalvararak ve gizlice dua edin. Muhakkak ki Allah, bağırıp çağırarakhaddi aşanları sevmez. (A'raf/55)
Hz. Peygamber (s.a) duayı kafiyeli söylemeksuretiyle ifrata kaçmayı şu hadîsiyle yasaklamaktadır: Duada seci’ yapmaktan(kafiyeli okumaktan) kaçının. ‘Ey Allahım! Ben senden cenneti isterim ve cennete yaklaştırıcı söz ve amelleri isterim. Cehennemden sana sığınırım. Ona yaklaştırıcı söz ve amellerden de sana sığınırım’ demeniz kâfidir.
6. Yalvarış, Korku, İstek ve Sığınma:
Allah Teâlâ da (c.c) şöyle buyurmuştur: Onlar,hayırlara koşarlar. Umarak ve korkarak bize dua ederler. (Enbiyâ/90)
7. Duanın Kabul Olunacağına Kesinlikle İnanmak:
Dua hakkındaki ümidine son derece bağlı olmakgerekir.
Nitekim Hz. Peygamber (s.a) şöylebuyurmuştur: Sizden herhangi biriniz dua ettiği zaman ‘Ey Allahım! Eğer dilersen beni affet, eğer dilersen bana rahmet eyle’ demesin. Ancak isteğini kesin bir dille Allah Teâlâ'dan istesin. Çünkü Allah Teâlâ'yı zorlayacak herhangi bir kuvvet ve kudret mevcut değildir. (Müslim, Buhari)
8. Duada Israr Ederek, Duayı Üç Defa Tekrarlamak:
İbn Mes'ud (r.a) Hz. Peygamber'in, dua ettiğizaman duasını üç defa tekrarladığını, Allah'tan istediği zaman istediğini üç defa tekrarladığını söylemektedir.(Müslim)
Efendimiz(sav)’in şu müjdesi duaya sarılmakiçin yeterlidir.
“Allah Teala, yeryüzünde dua eden hiçbirMüslümanın isteğini boş çevirmez, muhakkak bir karşılık verir ya kulun istediği şeyi verir, ya onun yerine kendisinden bir kötülüğü defeder ya da isteğinin karşılığını ahirete saklar.”
Ayrıca kul şunun bilmelidir ki Onun içinbazen kulunun iniltili sesini dinlemek için istediği şeyi geciktirmektedir. Çünkü bu samimi yalvarmalar en güzel bir zikir çeşididir.
9. Allah'ın Zikriyle Duaya Başlamak:
Bu bakımdan duanın başlangıcında hemenisteklerini sıralamaya girişmemelidir. Önce zikretmeli, zikirden sonra isteklerini sıralamalıdır. Seleme b. Ekvâ diyor ki: ‘Hz. Peygamber (s.a) bütün dualarının başlangıcında mutlaka Sübhane Rabbiye'l Aliyyi'l-A'le'l-Vehhâbderdi’(Çok bahşedenlerin en yücesi olan Rabb'im! Sen noksan sıfatlardan münezzehsin.) (Ahmed, Hakim)
10. Duanın Kabul Olunmasının Temeli Bâtınî Edeptir:
Duanın kabul olunmasının temeli bâtınîedeptir ki o da tevbe etmek, zulümle aldıklarını geri vermek, bütün varlığıyla Allah Teâlâ'nın ibâdetine yönelmektir. İşte duanın kabul olunmasının en yakın sebebi budur.
Bu batini edepler duanın ruhu durumunda olup kalple ilgilidir. Bu edepleri şu şekilde özetleyebiliriz;
İnsan önce, duasız kulluğun ve ilahi dostluğunolmayacağını bilmelidir. Dua ibadetlerin özüdür. Bütün ibadetler yüce Allah’a kulluğun bir ifadesidir. Dua bu kulluğu en güzel şekilde ifade ve ispat eder. Çünkü insanın her an ihtiyaç içinde olduğunu bilmesi ve muhtaç olduğu her şeyi sebepli veya sebepsiz olarak yaratacak yüce Yaratıcı’ya yönelmesi en büyük kulluktur. Bunu bilmek ve Ona yönelmek farzdır.
Dua, ümit, sevgi ve gönül hoşluğu içinde yapılmalıdır.
Efendimiz(sav)’in belirttiği gibi: Yüce Rabbimizöyle zengindir ki, kendisinden istendikçe hoşnut olur. Kendisinden bir şey istemeyene kızar, kapısını çalmayana gazap eder. Kapısı herkese açıktır. Bütün kullara her istediklerini verse hazinesinden hiçbir şey eksilmez. (Buhari)
KALBİN PERDELERİ
Allah’ın rızasına ulaşma yolunda ilerlemeye engel olan her şeye “hicap”, yani perdedenir. Rıza-i İlahîye ulaşmak her türlü haramı terk etmekle mümkündür. Yalan, gıybet, zina, kul hakkı yemek gibi… Bu saydıklarımız kulun kalbinde manevi birer hicaptır, perdedir. Bu perdeler mana ve önem bakımından birbirindenfarklıdır. Şöyle açıklayalım: Duvar cama göre, cam da tül perdeye göre kalınbir hicaptır.
İşte kul bazen kalın, bazen de tül gibi ince perdeler sebebiyle Allah’ın rahmetindenmahrum kalır. Mesela yalan kalbin üzerinde tül perde gibidir, kişiyi hakikatten uzaklaştırır, gönül gözünü kör eder. Gıybet ise cam perde gibidir, insanı Allah yoluna gitmekten men eder. Zina ve haram lokma da duvar gibidir, kalbikaranlıkta bırakır.
Allah’ın rızasına ve muhabbetine ulaşmak istiyorsak bu manevi perdeleri kaldırmalıyız.Allah’a giden yolda kalbin üzerindeki hicaplar kalkmadan iman olgunlaşmaz. Kul bu perdelerden kurtulabildiği kadar ârif, kurtulamadığı kadar zalim ve cahildir.
Duanın Kanatları:
Nice dualarımız vardır ki bazen kabul edilir, bazen de kabul edilmez. Bunun sebebi nedir? Diye sorulursa cevabı şudur: Duanın kabulü için yerine getirilmesi gereken şartlar vardır. Bu şartlara riayet gerekir. Nitekim Peygamber Efendimiz şöyle buyurdular:
“Duanın iki kanadı vardır. Bunlar helal yemek,diğeri doğru konuşmaktadır. Yukarıda ki sorunun bir başka cevabı da şudur: Efendimiz(sallallahu aleyhi vesellem) saadetle şöyle buyurmuşlardır :” Bir mümin dua ettiği vakit, Hak Celle ve Ala o müminin duasını muhakkak kabul eder. Ancak istediğini ya dünya da verir, yahut ahiretteverir.
30 notes
·
View notes
Text
aynen
sen ne acaba böyle
bunu kim okuyacak ya da bunu neden yazıyorum
işte bütün mesele bu. bunların arasında kayboldum tozlu. yeni bi biçem yeni bi söz de neden? dikkatini çekmek istediğin biri mi var? artık dikkat çekmeye değer ne var? kim sana senden daha çok dikkat eder şu devirde. annenin yanındasın bu yüzden mi annenin. bu yüzden mi babansın babanın mı yarısısın nesin ki?
bi oyun yazmak istiyorum ya da bir senaryo yazmak ya da bir film çekmek istiyorum ya da yok kivi tarlası mı yapsam* ya da gitar çalma kursu şey olsun şey. bi aranje var aklımda türkçe söz yazayım ona. öyle mi yapsam? itiraf et oğlum seni kim yolladı? senin kimin adamısın konuş. amacın ne amk? kimin dikkatini çekmek istiyorsun?
eskiden, işte bilmem ne tarihinde. bilmem kimler sokaklara dökülmemişti daha. o zamanlar fast modeldim. podyumlarda gezerdim. herkes gıpta ederdi yürüyüşüme, sürüşüme, saçıma, sexime uff... daha neler neler... şimdi bakıyorum da
utanıyorum biliyor musun makyaj yapmaya, saçımı başımı haircreator a emanet etmeye filan. biri kes diyor da zorla kesiyorum. çok afedersin hala tam konsantre olamadım (normalde biliyorum doğrusu “konsantrasyon sağlamak” ama bu karakter böyle konuşuyor) biliyor musun? bunu kime yazıyorum bilmiyorum. kafam güzel oldu yazarken.kafamın içini create ettim, create umarım böyle yazılıyordur. şeyden de bahsetmek isterim. ingilizce bilmediği halde sürekli ingilizce konuşanlardan.
bunu neden yapıyorum. sen ne acaba böyle
buldum. özledim seni. her şeyi bunun için yaptım. özleyebilmek için.mesela bunu ilk kime okutacağım ama aslında bunu ilk kime okutmak isterdim. nasıl merak ediyorsun di mi şimdi. bu bir iş yavrum. benim işim bu. ben paramı bununla kazaNAMIYORUM. çıkarım podyuma, iki kıvırtırım, alırım alkışları, bakışları, hop inerim bakmışım gözler üstümde.
ne karılarla seviştim biliyor musun. o yürüyüşüm saçım falan. bazıları kendini kadın bile sanmayan fena kadınlar bazısı kendisini afrodit sanan bas bayağa, basit karılardı. insan sex için mi yazar ya da yaşar.
seni etkilemek istiyorum farkındayım. ama sonra bunun da bi anlamı kalmayacak. daha gerçek şeyler var yavrum. açlar susuzlar afrikalar var. daha çok var. bu cümleyi kafamın içinde bana kurdurtan bi yer var
mesela çok basit. bir podyumda bir marka için yürürüm. şaka falan yaparım. gülerler de... ama içimden gelesi yok. çağ çok değişti. yeni biçemler bebeğim.kime bu havam acaba
nasıl bitecek bu. bi podyuma çıktım inesim gelse de nasıl inileceğini unutmuşum.
şu an çok alakasız bi şey söylemek istiyorum. ama bulduklarımın hep bi şeyle alakası var
nasıl yeterince sevdin mi beni
yakışmış mı
hep beni beğen bana like hep bana. en çok bana hep tek ben
3 notes
·
View notes
Text
Uzay Heparı.
24 Temmuz 1969’da doğmuş. Aslan burcu. Salon beyefendisi değil. Serseri değil. Salon serserisi. Güzel. Çok güzel. Kadınlara bakıp güzel dersiniz ya hani, ona bakınca öyle iç geçirebiliyorsunuz. Dünyanın başına gelmiş en güzel şeylerden. 24 yaşında, Demet Akbağ'ım arızadan dolayı duran aracına çarpan motoru sayesinde hayata gözlerini yummuş. Bir video var, eski, siyah beyaz, gülüşü ne güzel, orada takmış kaskı etrafındaki herkesi güldürmekten karınlarını ağrıtırken. O gün takmamış ama. Kaza günü takmamış. Oğlunu hiç kucağına almamış mesela. Sadece karısının hamile olduğunu bilmiş. Baba olamamış, baba olacağını hissetmiş. ‘’Hızlı yaşa genç öl’’ felsefesine uyan hayat hikayesi falan yazmış rezalet gazeteler. Midem bulandı, kağıt halinde elimde olsaydı ne yapacağım hakkında çok iyi fikirlerim vardı! 2018’de yazılmış bir makale bir de. Ölümün ardından vakit geçince, ağza daha yaygan mı oturabiliyor? Yani ağızdan öyle daha kolay mı çıkıp, ölü denebiliyor. Çünkü bugün ölse, 24 yaşında, güzel yüzlü bir oğlan, sanatçı sihirli parmaklı bir oğlan, hızlı yaşa genç öl diye manşet atılır mı? O gazete yapraklarına kusulmaz mı? Kanat Heparı olsaydım dava açardım, sensin hızlı yaşa genç öl! Sensin! Hiç hoşuma gitmedi değiştir şunu, babam öldü ama.. O nasıl anlatma şekli. İnsanın ölüsü hakkında böyle esprili bir dil gibi böyle şaka yapar gibi böyle kusar gibi bir cümle kullanılır mı göt evladı? Babam o benim! Sensin hızlı yaşa genç öl! İtoğlu itler. Kaleminiz kırılsın da tek kelime yazamayın. Beyniniz tek kelime işleyemesin de o tuşlara tek cümle kuramayın. Utanmazlar! Siz hızlı yaşayıp genç ölün! Madem bir felsefe! Madem kabul görülen, doğal bir felsefe!
Çok esprili biriymiş. Onun yanında olunca gülmemek pek mümkün değilmiş. Gülünce gözü kısılıyor galiba. Öyle hatırlıyorum, bu saatte videosunu izlemek için biraz yüreğim fazla buruk da. Görünce bir yerlerim dağlanıyor.
Herkes, şimdi yaşasaydı ona tapardık, yaşasaydı idol olurdu ayaklarına kapanırdık falan yazmış. Gerçekten onu hiç mi görmediniz, hiç mi duymadı kulaklarınız? Gerek var mı onun şimdiye ulaşmasına? Zaten ulaşmamış mı 24 yıllık ömürcüğünde, ödül gibi şeyler bırakmamış mı? Elini dokunduğu ne kötü çıkmış, çıkabilmiş? Ve sadece 24 yaşındaymış. 2 aydan az kısa bir süre sonra 25 olacakmış ve 25’inde baba olacakmış mesela. 24’ünde tıkılı kalmış. 24 yıla, birden fazla ömür sığdırmış.
Onu, yaşasaydı nasıl olurdu diye hayal ediyorum.. Etmeye çalışıyorum.. Çok güzel yaşlanmaz mıydı? Biraz kilo alırdı, yüzüne ciddi bir ifade otururdu zamanla gençliğinin aksine. Bira göbeği olurdu. Gri parlak bir süveterle düşlüyorum onu. Saçları gökülmemiş, beyaz-gri kafasının üstünde kalmış. Yaşlılığın verdiği yorgunluk ona zarafet katmış. Yıllar serseriliğini alıp götürmüş geriye beyefendiliği kalmış. Ama hala küçük çocuklara komikmiş. 2019 yılındayız, ben bunu yazarken, o sadece, 50 yaşında olacakmış. Ben 70’lik halini falan düşledim. O kadar da yaşlı olmazdın Uzay. Halan 20’lik kızlar seni hayran hayran, heyecandan titreyerek falan izlerlerdi bence. Ben de o 20’lik kızlardan olurdum. Bir kere göz göze gelmek isterdim seninle, bunu çok isterdim! Gerçekten isterdim. Kirpiklerin çok güzelmiş.
Dayanamayıp az biraz videonu izledim. İçimde bir yerler ayrıldı yine. Zayıfcacık bir oğlanmışsın ve beyaz çok yakışıyormuş! Gömlek de, tişört de! Hep gülmüşsün en çok güldürmüşsün! Sen en sevdiğim ölüsün. Bu da ne çirkin bir edebiyat gibi oldu di mi, biraz da saygısız gibi. Ama ne yapabilirim, en doğrusu bu. Ölü olmak o kadar da kötü değil, sen hala birilerinin yaşamındasın. Mesela karının, oğlun Kanat Heparı’nın, ve eminim bir sürü kulağa sahip insanın. Ve benim! Sevdiğim bir karakterime senin ismini verdim. Karakterin seninle hiç ilgisi yok, (senin gibi birini ben yazamam, o tanrının işi. Ve ben o Uzay’ı hiç acımadan öldürdüm ama seni o köprüde öldürmek için en az tanrı kadar vicdansız olmak gerekiyor sayın Heparı, ben yapamazdım. -karakterlerimin 7’de 3’ü ölü olan ben-) o Uzay da ölü ama o senin gibi çiçek değil ve gülmüyor öyle güzel. Sadece isim babasısın biraz. Ne güzel baba olurdun. Belki bazı anlar sorumsuz ama güzel baba olurdun Uzay Heparı.
Biraz dedikodulara gelmek istiyorum. Bence onun ruhunu herkesten iyi ben anlıyorum! Onu tanıyacağım gün, bir başladım onu tanımaya bu 8 saat sürmüştü, gece bitmiş, gün aydınlanmış çokça gözyaşı akıtılmıştı. Beni hiçbir ölü ağlatmamıştı ki.
Buna Uzay’cığımın bakışından değil, Sezen Aksu’nun bakış açısından, onun öğrendiğim hayatından girmek istiyorum. Önce Sezen Aksu’da boğulmuştum sonra yolum bu çiçek adama düşmüştü. Ve ben bir ölüye, babamdan yaşlı bir ölüye, ama benim şimdiki yaşımdan sadece 1 sene sonra ölmüş olan bir ölüye, aşık olmuştum!
Sezen Aksu’nun Uzay’a ya da Uzay’ın Sezen’e aşık olduğunu düşünenler var. Buna şiddetle hiddetle ekseriyetle başka neyle olabilirse o kadar karşıyım ve o kadar inkar ediyorum. İkisi de birbirlerine aşık olmadılar! Birbirlerini bir dönem sevdiler. Doğru, sevgi mutlaka filizlenmiştir. Ama aşk hayır. Cinsellik kısmı bizi ilgilendiren bir nokta değil ama yaşanmamış değildir. Bu da onu, Uzaycığımı, Sezen’in sevgilisi yaptı tabii. Sezen Aksu’nun tek ve gerçek aşkı, Onno Tunç’tur. Aşk kolayca hissedildiği sanılan bir duygudur. Ama bir tanedir. Ona yakınları, onu tutmaz. Sezen, Uzay’a aşık olmadı. Sevdi, ablalık yaptı, sevişti, güldü, eğlendi, korudu, kolladı. Ama aşık olmadı. Eğer olsaydı aşık, yani aşık olsaydı. Yani anlıyor musunuz bilmiyorum ama aşk olan şeyi hissetseydi Uzaycığıma karşı, o 25’inci yaşına 54 gün sonra girecek olan ‘’aşkını’’ öyle borularla, öyle solunum cihazlarıyla ve bandajlı ve yatakta ölü gibi gözü kapalı dururken, bir kazadan çıkıp azrailiyle savaşırken görünce.. Düşünmezdi cebindeki parasını. Düşünmezdi hastane masrafını, eşi karşısında durup gururunu dürtse bile. Düşünebilir mi insan, kim nasıl düşünebilir gencecik güzel çiçek adam ölürken, bunun acısını oturup yaşayamadan ve bekleyemeden bile para savaşına girmeyi. Nasıl dile düşürülebilir, benim ona borcum yok, size para veririm anca borç olması kaidesi ile diye bir anlaşma yapabilir. Bu nasıl söylenebilir? Vicdanı mı susmuş? Parası çok mu azmış Sezen Aksu’nun? Uzay böyleyken tedaviyi kesebilir derlerken gerçekten çok mu azmış paracıkları, bir yaşamcık giderken? Aşktı öyle mi? Sezen Aksu’nun aşkı Uzay Heparı? Keşke gerçekten sevseymiş biraz bile Uzay’ı. Aşk köşede durabilir.
O kadar şarkı yazdı değil mi Sezen hanım? Çok aşk vardı çok aşk oradan döküldü değil mi o sözler? Yanlış, iyi bir beslenme kaynağıydı bir ara sevgi duyulan böyle güzel bir çocuğun ölümü. Aşk diyelim biz. Evet evet, aşk.
Peki Yıldız Tilbe? O mu çok aşıktı Uzay Heparı’ya? Değildi. Belki daha temiz sevmiştir Sezen’den. Aldatan kadın olarak olsa bile. Sarhoş oldular ve hormonlar yükseldi ve seviştiler, sevgisiz. Yıldız Tilbe, bilmedi mi sevilmediğini. Uzay Heparı, bütün bu kıyametler koparken, bu iki yengeç kadını ihanet içinde savaşırken, o, ‘’Abi, Yıldız'ı Brooke Shields sandım.’’ diyebiliyor. İyi ki diyebiliyor. Bizi bu hikayede bile güldürebiliyor. Yaşasaydı ona ne güzel gülerdik. Ama ona biçilen ömür bile ne kadar güzelmiş.
Ne kadar komik eğlenceli olduğuna dair bir örnek daha vereyim;
“Caddede yürüyoruz. Bir su birikintisi var. ‘Dur, aman sen geçme. Önce ben bir boy vereyim. Aman sakatlık çıkmasın, çok kıymetlisin, memlekete lazımsın’ diyor. Miniğiz ya! Ah Uzay! Hayatı eğlenceli kılmak için reddetmeyeceği hiçbir şey yoktu.
Bir de, vücudunda zayıf olduğu için olma ihtimali olan kurda, ‘Abbas’ ismini koymuş. Parmak uçlarını öpmek istedim hep.
O şey gibi, bir kitabı okur bir karakteri çok sever onla tanışmak ister hayalinizde hep yaşatırsınız ya. O karakter Uzay. Yaşamış nefes almış ayak basabileceğimiz yerlere ayak basmış ve hemececik gitmiş. Dünyaya fazlaymış çünkü. O da haklıymış. Bu kadar güzel olmak olur mu!
Bu yazıyı burada bitirmek istiyorum. Daha yazılacak çok şey var ama biraz içimi döktüm sayılır. Yeter şimdilik. Onu çok seviyorum ama. Müziği bile o kadar sevmiyorum! Neden sevdiğimi de bilmiyorum. İki sene önce kadar onu tanıdığımda, ruhunun bir parçası bende! diye düşünmüştüm. Garip bir düşünceydi bu. 96 doğumluyum. O gittikten 2 yıl sonra, öldüğü günden 22 gün sonra doğmuş bir kız çocuğuyum.(Bende aynı rakamlı bi yılda doğmuşum ama!) (Bir de ben de çok zayıfımdır ki) (Bir de sonradan hatırladım, ben de güzel bilardo oynarım. Üstelik hiçbir şeyde iyi değilimdir ama bilardo da iyiyim. Bilardo oynadığı videoda kafasını koluna gömünce kendimi gördüm. Uzay! Uçuşan bir tozun bana da bulaşmış işteee!) Ama bilmiyorum neden böyle bir his ve ben uçarı da değilim ama ne biliyim işte. Bana da dağılmış güzel ruhu. Hem ben İstanbul’da doğdum. Belki bulanmıştır doğacağım bir yere. Seni çok seviyorum Uzay. İyi ki gelmişsin dünyaya. Çok erken de olsa, iyi ki gülmüş gözlerin öyle! Yaşadığım sürece seni hiç unutmayacağım ve söz, söz, gerçekten söz, yapılabilecek en kısa zamanda seni bir avuç toprak altında görmek hoş gelmeyecek olsa bile, seni ziyaret edeceğim! Çok güzel şeyler hazırladım sana söyleyebileceğim. Seni seviyorum.
13 Şubat 2019
5 notes
·
View notes
Text
SUSUZLUK
Bi viski koyar acıklı bi şarkı açarsın.. 36 yaşında bilmem kaçıncı hayal kırıklığıdır..ilk acı; hiç mi değişmez? Hep mi aynı yerden vurur..şaşarsın..süreler kısalır sadece..her biten aşkı haklı çıkarmaya, meşru kılmaya yarayan acısı yani..eskiden daha çok koymaz mıydı? Günlerce felç geçirmiş gibi yatışların..inanamayışın, bilmen kaç gün önce seviştiğin adamın dünyanın en yabancısı oluşu..sonra büyüdün, iş güç..hayat...o meşrulaştırma acısının süresi de kısaldı haliyle..
Ama kırılan ilk yer her zaman aynı, aynı yerden acır kalbin..düşünmemek için bi komedi filmi açayım dersin; aşık ve genç çift büyük bi yanlış anlama sonu ayrılmıştır..kapatırsın bilirsin çünkü; sonu mutlu..herşey ortaya çıkacaktır, yine sarılacaklardır birbirlerine jenerik akarken.. sen beklersin ama; gözün bi saniye kapıda, bi saniye telefonda..belki dersin; bi umut bi kırıntı..
Ama film değil işte hayat; ne romantik ne komedi..o kapı çalmaz o telefon gelmez; belki egm mesaj atar “dolandırıcılara itibar etmeyin”..düşünürsün; bu devirde bu ilişkiler de Türk Ceza Kanunu dışı dolandırıcılık aslında..
Dürüst değiliz; en başta kendimize karşı. İhtiyaç duyduğumuzu arıyoruz belki her önümüze gelende..bakmadan bu adam bunu yapabilir mi yapamaz mı; ya da yapma yapamama meselesi değil, sevebilir mi bu insan.. ya da sen onu gerçekten? Hesapsızca ve beklentisizce..hayır.. artık sevginin bile bir algoritması var zannımca; ve uymuyorsan yapamıyorsan marjinaldeysen yani.. sevilemezsin; sevemezsin de en başta kendini..
Bu sefer umut etmiştin sadece; anlar gibi gelmişti..sever gibi gelmişti.. “gibi gelmişti”; denemiştin, aklına kalbine üşüşen tüm sorular ve talepleri görmezden gelip.. çölün ortasında susuzluktan ölmek üzere gibi hissederken kendini, o bulduğun su kuyusunda su içmek yerine kuyuya sarılmaya kalktın.. kimseler almasın elinden diye..ne ilkel insan di mi..hep mülkiyet, yaşama güdüsünü ayakta tutmaya çalışırken bile..
Kendinden vermeye; stoktan yemeye başladın..olsun ya; “seviyodun” çünkü..ver gitsin.. aç kalbini sınırsızca, akıt duygularına ama yazıyla ama öperek ama bi bakışla..sabah kalk onu düşün, onun için giyin git işe; bi güzel baksın bi güzel söz söylesin diye.. sonra bekle bütün gün..akşam bi yere gider misiniz ya da en basitinden tv karşısında (evinde olmayan ve izlemediğin ama onun evinde olan tv den bahsediyorum) azıcık miskinlik yapar sonra da sarılıp uyur musunuz diye.. sadece iki dakika, 30 metrekarelik bi alanda aynı oksijeni solur muyuz.. tek derdin..
Ama o sadaka verir gibi verir vaktini.. ne öldürür ne doyurur.. hayatına bakar; sen de orda bi köşede renk olarak kalırsın..istediğinde tek bakışıyla istediği zamanda katar seni hayatına..minik tek günlük çantalar yaparsın ona gideceğin günler..özenle seçtiğin; parfümden çamaşıra kadar..ne özen hem de..
Sonra bi gün bakarsın ki sevgi açlığından artık komaya girmek üzeresin; çünkü kendi kalbinden yemişsindir aylarca ve söylersin derdini.. o kadar ürkersin ki bu “kırıntıyı” da elinden alacaklar diye.. yemez karşısına geçip konuşmak..mesajla anlatırsın derdini..sen her zaman derdini en iyi yazarak anlatırsın zaten..
Sonra mesaj gelir ve der ki “ben seni hiçbi zaman senin sevdiğin gibi sevmedim” ve “sana da hiç yalan söylemedim” ve üzgünüm.. kalbini kırdığım için..
Suçlu mu bu adam..hayır..hiç hem de..görmüştün oysa ki çölünü..ne kuyusu bulmayı umuyodun ki koca çölün ortasında.. bunu bilirsin en başından, ilk öptüğünde ilk elini tuttuğunda ama yine de gidersin..niye mi.. bi umut işte; sevebileceğini düşünür ve sevilmek istersin..
Hayat hem zorlaşıyor hem kolaylaşıyor yaşlandıkça sanırım; zor çünkü seçenekler az zaman kısıtlı ortamlar belirli..herkes ilk tuttuğunu sevmeye çalışıyor..ne olacaksa..sevip sevilip..kolay; çünkü bağışıksın artık; her sille tokat sinek ısırığı olmuş..iki gün ağlar; yemez içmez paket paket sigarayı yer ama sabah 9da masa başında olursun..sanki dün gece dağılan sen değilmişsin gibi..kimse bilmez, kimse anlamaz kimse de sormaz zaten; bakma herkes biraz çocuk esirgemeden çıkmış gibi..herkes aç sevgiye herkes yaralı..sonra da alışırsın.. önceki acılardan ne farkı var ki; baksana kalp bile aynı yerden kırılıyor her seferinde..geçer..geçecek..
O telefon çalar mı çalmaz mı bilmem..ya da kapı.. sanmıyorum..ama bilemem; yine de içindeki romantik komedi filmi karakteri dramatik bi mutlu sonu bekler ama; umar ya umut eder..nesi kötü ki umut etmenin; belki öylesine kızgınlıkla söylemiştir.. ama değil.. kalbinin orta yerine sokmuştur bıçağını bi de çevirmiştir ki güzelce, sağaltama sen diye o yarayı..neyini umuyosun hala..
Çok basitti aslında istediğin; sevilmek..anlaşılmak ve paylaşmak.. ne kimseyi değiştirmek ne de domine etmek istedin..kedine köpeğine bile saygı duyarken o insanı başının tacı ettin olduğun haliyle, haliyle..
Kırdığı yerden kırılır insan denir.. mevlana sanırım ya da ona sosyal medyada ithaf edilen sayısız gerçek dışı kurmaca sözden biri ki meselemiz bu değil.. kimi kırdık ki aynı yerden bu kadar kırıldık.. bunu düşünürsün.. kimseyi belki de; özgür irade denilen şey.. hem herkesi aynı yerden kıran; hem de insanı diğer tüm canlılardan ayıran.. sen de özgür iradenle sevmedin mi..şuursuzca; ya da sevgi dilenmek belki de sevmekten çok.. bi an düşünürsün “acaba ne kadar alçaldım fark etmeden” diye..
“Ben seni hiçbir zaman senin beni sevdiğin gibi sevmedim”..atamazsın kafandan; milyonlarca kez onun yazdığı kelimeleri onun sesiyle duyar beynin artık.. halbuki kaç gb bu adamın hafızanda kapladığı yer di mi.. deliricem; aşk, sevgi, nefret, kıskançlık, öfke..aklına gelebilecek her türlü duygu.. gerçekten kalpte mi hissedilir; beyinde mi yazılır, yaşanır ve oynanır... neden insanın kendi bünyesi ya da ruhu bunu yapar ki insana..sanırım Yaradan’a en yaklaştığım nokta burası; bizi kendimizi imhaya programlamış gibi..beyin ve kalbi bir de ruhu aynı anda vererek; cennetin de cehennemin de –en azından bu dünyadakiler- senin gittiğin her yerde seninle yani..
Yine de sevilmek isterdin ama..güzel olurdu.. iyi gelirdi susuzluğuna..
1 note
·
View note
Note
Önceden ne güzel müzik paylaşımı yapıyordun...
hehe di mi
önceden güzel şeyler de yapıyordum,. biraz önce tumburda pazar pazar bastırmış varlık sancımı kahvemin demlenmesini beklerken biraz bokgönderileme yapıyım dedim. ama senin hatrına iki gündür buckethead dinlediğimi paylaşayım. hexologic diye basit bir oyun oynayarak rastgele pike keşfi yaptım. çoğunlukla pike 126 ve çevresinde dolaştım.
eğer buckethead’e yabancıysanız önce bi soothsayer dinleyin sonra ne bileyim padmasana falan var. azam ali’yle ortak parçası olan coma var bir de. tam bir koma eseri. eğer özümseyebilmişsen yukarıdaki kısımları tebrikler, şimdi aklıma gelen bunları da dinlemelisin a b c*
c’ye yıldız verdim çünkü buckethead abimiz pek bi deneysel takılıyor. bazı parçalarını maymun sesi diye nitelendiriyorum ben hehehehe, neyse telescape 2 mükemmel bir şey, bir ara geceleri bu albümü dinleyerek uyuyordum. özellikle telescape 1′de uykuya dalmaya yaklaşıyor ve 2′de müziğinin zirvesine çıktığımı hissediyordum. bilmiyorum nasıl tarif edilir hehe çok kısır terimler kullanıyorum biliyorum. affınıza sığınıyorum.
söz vermeyim ama biraz daha paylaşmaya çalışıcıyım diyim :) şimdilik buckethead dinlemekle kalın. burada ilk hatırıma gelenleri paylaşıverdim. çok güzel, çok dokunaklı şeyleri de var. onlara da artık siz bakarsınız işte.
1 note
·
View note
Text
GİDENİN ARDINDAN ekim 2011
Çok sevdiğin biri ölür ya bazen, hani aslında yakındır ama uzaktır artık, yani hep seninledir ama hiç seninle değildir, hani her zaman hissedersin ama duyamazsın sesini ya artık, hani ölür ama anılarıyla yaşar ya, işte o gidenin ardından;
Hayatın devam ettiği gerçeği ya da klişesi, sevdiğin bir insanın ölümünü duyduğun andan saatler sonra, o ilk bir parçacık kabullenişin ardından, herkesin sana ilk söylediği, aklına ilk gelen, şaşırarak farkındalığına vardığın şey; hayat devam ediyor. 'Son' dedikleri o yolculuğunda onun yanında olmak, ona son kez 'gittiğin yerde mutlu olmayı bil' demek için çıkıyorsun yola. Yola çıktığın anda, kurallarıyla işlediğini görüyorsun trafiğin, radyoda şarkılar çalmaya devam ediyor; yüksek sesle eğlenceli şarkılar söylüyor en sevdiğin sanatçı, hissettiğin hüznü umursamadan, önünde oturan iki adam üniversite yıllarından, çocuklarından, kendi başarılarından konuşuyorlar, altı saatlik bu yolculuk sohbetsiz geçmez diye düşünmüş olmalılar. Ve sen farkediyorsun; hayat devam ediyor. Elinde olmadan ölümü düşünüyorsun. Düşünüp, hiçbir zaman bir yere koyamadığın, belki de zaten bir yeri olmayan, bazen gelip kendini hatırlatıp yeniden yokluğa karışan, tanımlasan tanımlanamayan o şeyi, ölümü düşünüyorsun. Cümleler kuruyorsun kafanda, binlerce düşünce üretiyorsun ölümle ilgili, kurduğun her cümleden sonra 'ya değilse' ,' hayır bu değildir' diye cümleler kurmaya devam ediyorsun, bu düşünce silsilesinde kaybolacağını hissedip bir an, vazgeçiyorsun düşünmekten. Zaten çok da anlamlı bulmuyorsun şuan ölüme kafa yormayı. Bir yandan yaşamına anlam katan, bir daha duyamayacağın, hayat dolu o sesin yokluğunu özümsemeye zorlarken kendini diğer yandan anılarınızı anımsıyorsun. Ağlamaktan daha da küçük kalmış gözlerini görüyorsun o an aynada, senin gibi hisseden birini karşında görünce, konuşmaya başlıyorsun farkındasızca, kendinle kendince düşünmeden konuşuyorsun; belki hala nefes alıyordur, belki ölmemiştir diyorsun. Belki hala nefes alıyordur, belki ölmemiştir o, gördüler mi ki nefes almadığını, belki yaşıyordur hala , nefes...... diyip susuyorsun. Son konuşmalarınızı, paylaşımlarınızı hatırlıyorsun, giderken geriye sana kattığı güzel şeyleri yaşatmak istiyorsun. Ölüme üzülmüyorsunuz aslında; biraz zamansızlığına biraz da yaşadığı mutsuzlukları hiç bir zaman dışarıya yansıtmayan, yaptığı espirilerle bulunduğu ortamlara neşe getiren, suratını hiç asık hatırlamadığınız, tanıyabileceğiniz en iyi insanın kaybına ve iyi insanlardan birinin daha, etrafınızda olmayacak olmasına üzülüyorsunuz. Daha güzel anılarımız olacaktı, umutsuzluğa kapıldığımızda birbirimize güç katacaktık diye erken gitmesine hayıflanıyorsunuz. Onun sözleriyle ona kızıyorsunuz; hani 'ağaç yaprağıyla gürler' di? Sen tutunduğumuz bir dalken, neden kırıldın diyorsunuz. Sonra söylediklerinizin anlamsızlığını farkedip yeniden susuyorsunuz. Anılar geçiyor aklınızdan. Onun keyfinin çok yerinde olmadığı bir zaman, hiç beklemediği bir anda garip bir dans edip onu kahkahalara boğduğum o an geliyor aklıma, küçük doktorumun elinden kahvemi içiyorum diyip gururlandığını hissettiğim zamanı anımsayıp mutlu oluyorum. Neyle mutlu olacağımızı bilmelerini, bizi önemsemesini ne kadar çok özleyeceğimi düşünüyorum. Tadımızı kaçık gördüğünde 'Ee hadi üzerlerinizi değişin, bu gece tam yüzmelik' deyip, gece ay ışığında yüzmelerimizi, çığlık çığlığa şarkı söylemelerimizi, birgün çok yalnız hissediyorum deyip sarılıp ağladığımda, özenle sakladığını bildiğim şarabı açıp saatlerce konuşmamızı, bizim arabanın arkasında sarsıldığımızı görüp kahkalarla rüzgara karşı son sürat araba kullanışını, yüzmeyi öğretişini, dağ tepe tırmanışlarımızı, kendi çocukları kadar bizi düşündüğünü kısacası, onu ve güzel anılarımızı unutmayacağıma dair söz veriyorum kendime. Olmuyor. Her düşünce, kendini yalanlayan başka bir düşünceyi peşinden sürüyerek geliyor aklıma. Bir yanım unutmayacaksın diye diretirken diğer yanım unutturacağını bildiğim 'zaman'a öfkeleniyor. Acı duymayacağım ama seni hep hatırlayacağım, konuştuklarımız, doğruların hep doğrum olarak bende kalacak diyorsunuz biçare. Ve yeniden onu düşünmeye başlıyorsunuz. Onun, insanı koşulsuz sevmesini hatırlıyorsunuz, birilerini mutlu etmek için sarfettiği çabayı, 'insan'a verdiği değeri... Onun, bu zamanda pek rastlamadığınız 'iyi ve doğruluğun' vücut bulmuş hali olduğunu düşünüp, bu zamansız gidişe bir kez daha kızıyorsunuz, ama yapabileceğiniz en güzel şeyin dualarınızla yanında hissettirmek olduğunu biliyorsunuz. Her cenazenin bir protokol kalabalığı olur, bir de en içten gözyaşlarıyla onu uğurlayanları... İşte onu uğurlayanlar, en derinden hüznü hissederek uğurlamaya gelenlerdi. Ve bize 'insan' olmanın güzelliğini göstererek gitti. Biliyorum, herkes çok sevdiği biri için bunu der ama tanısaydınız siz de onun için 'tanıdığım en güzel, en doğru ve mutluluğu en çok hakeden insan' derdiniz. Son olarak, beş gün önce konuştuğumuz gibi, yeniden o neşeli, o umutlu Şirin olacağım ben. Böyle karamsar değildin sen deyip kızmıştın bana, sonra gelecek sene için birkaç söz vermiştin, ama en önemlisi hep yanınızdayım deyip, desteğini hissettirmiştin. Sakın sen de bizi yalnız bıraktığını sanma, biz yine o desteği hissediyoruz. Nereye gittiysen orada yine mutlu ol, seni seviyoruz.
0 notes