#nasıl bi gündü ya
Explore tagged Tumblr posts
Text
neymiş neymiş dosyaya dosya telini takmadığımız için şikayet edilmişiz hahahhaha
#bugün#nasıl bi gündü ya#günün iğreçliği#aşırı yoğun ve yorgunum#aklımın hala tumblra oluşu#ve buraya vakit ayıramayışım
16 notes
·
View notes
Text
yine bir "ders bitti ama ben de bittim" akşamı. eskiden akşam okuluna gidenler nasıl yapıyordu? Ya da ikinci öğretimler filan? Bi saatten sonra "yuhum gelir" modum açılıyor benim.
bugün ders sırasında bi ara arkadaşlara şu cümleyi kurdum manasızca. " 2dk kamerayı kapatsam da 5dk uyusam" 🤭 yarın arabayla gitmem lazım işe. akşam liseden arkadaşım Ö. davet etti. fındık kızını görmeye gideceğiz. bebek kokusu iyi gelir belki bana da☺️ cennetten derler ya hani, ondan. hovarda bi gündü bugün. öğle arası kızlarla sanayideki meşhur Üstünel Köftecisi ne gittik. çıkışta bi yere uğradık. arkadaş anahtarı üzerinde bırakıp gitti. Bi araba geldi yol istedi. neyse dedim yaparım herhalde sonuçta bu da otomatik. e haliyle denedim oldu. saçma ama özgüven veren bişey bu. sdsdsdd 😅 tabi koltuk ayarını bozdum mecburen, zira bizim kız tır şoförü gibi kullanıyor arabayı 1 metre geriden. Ben de yeni öğrenen teyzeler gibi direksiyonun dibinden 🤭. zihnimde yazın Trabzon a arabayla gitmek var. Bu koltuk ayarıyla yolda dizlerim kilitlenmezse iyi 🤪
hala sırtım ağrıyor. oturmaktan yorulmak diye bişey var sahiden. yüzmeye gitmem lazım. üyeliğin son 15 günü. gerçi bugün bi çılgınlık edip her yerde taksit için world soruyorlar diye başvuru yaptım. zıkkım hemen de kabul gördü. belki onunla taksit yaptırır üye olurum yine. ama önce bi aylık belediyeninkini denemeyi planlıyorum haziranda, bakalım.
aslında aklımda ; şan dersi almak, ata binmeyi ve yamaç paraşütü yapmayı öğrenmek, diksiyon ve seslendirme eğitimi almak da var. ama step by step du bakalım. bunlar burda dursun. dersler bitip de yaza girince bunları bi gözden geçirip bi yerden başlayacağım inşallah.
ayy derse girmeden makinaya attığım çamaşırlar asılmak için beni bekliyor hala 🤦🏻♀️😔
öyleysee iyi mi geceler dünya..
9 notes
·
View notes
Text
selamlar bugün kendimden bahsetmeye geldim çünkü neden olmasın hep süslü sözlere gerek yok.
Ben aslında daha liseye giden basit bir hayatı olan bir kızdım hayatımı değiştiren noktaya gelene kadar. Şuanda Belçika'da lise okuyorum. Peki buraya nasıl geldim başa dönelim.
Geçen sene okulumuzdaki bir kaç öğrenci dikkatimi çekmişti. Forma giymiyolardı, öğrenci gibi davranmıyorlar, etkinliklere katılmıyorlardı. Sonra okuldaki dedikodulardan ikisinin Filipinli birinin İtalyan olduğunu öğrendim. Ama kimse bi anlam veremedi bu üç öğrenci Türkçe bile bilmeden burda ne yapıyorlardı. Bir gün dedilerki 4. saat konferansa gelin. Öğreniceklerimi bilmeden gittim bende. Bir sunum yaptılar. AFS öğrenci değişim programıymış bu çocukların sebebi. Bir tanesi 1 sene kalıyomuş Türkiye'de çocuğa baktım ve çok şaşırdım. Çünkü benimle aynı yaşta ama dünyanın öbür ucuna ailesini bırakıp dilini bile bilmediği bir ülkede tanımadığı birinin evinde yaşıyordu ve çok özgüvenli duruyodu. Çok özendiğimi hatırlıyorum ona.
O zamanlarda İngilizce kursuna gidiyodum artık bitimine yaklaşmıştım. C1 üzerine sertifika alıcaktım. Kursa giderken yarım saat boyunca arkadaşımla AFS'yi konuştuk. Otobüsten iner inmez babamı arayıp anlattım. Babam bir anda heycanlandı ve bu konuyu düşünüceğini söyledi. Ama ikimizde başvuruların olduğu 1 ay boyunca unuttuk AFS'nin varlığını.
Bir gün müdür yardımcısına işim düştü ama odada yoktu. Arkadaşım edebiyat dersinden kaçabileyim diye beni odaya gönderdi sınıfa gitti. Oraya gitmeyip derse dönseydim belkide bunların hiç birini yaşamazdım. Odada sınıf arkadaşlarımdan birini gördüm. Elinde belgelerle hocayı bekliyordu. "Napıyosun sen burda?" dedim "Hocayı bekliyorum belgeleri getirdim" dedi. "Ne iş bu?" dedim " Ya şu AFS varya ona başvuru yapıcam sende konuşuyodun sen daha yapmadınmı?" dedi. "Yok ya yaparım bir ara ailemle konuşiyim öyle" dedim. Bana dediki "Ama 2 gün sonra süresi doluyor". O gün çok panik olduğumu hatırlıyorum. Ailemin izin verip vermiceğini bile bilmiyordum ama bunu istediğimi düşündüm. Evde konuştum ailemle ve bir anda ertesi gün evrakları hazırlamaya başladık ve bütün olay başladı.
Kendimden emin değildim, beni kabul edeceklerini düşünmüyordum ve gergindim. Ama her şey bir anda oldu ve zamanla düşününce bunu istediğime karar verdim. Her şey hızlıca gelişti 1 hafta içinde bütün evraklar tamamlandı para gönderildi ve 2 hafta sonra arkadaşımla kendimizi AFS'nin online kabul sınavında bulduk. Tek bilmediğimiz şey ise bu daha en basit aşamaydı.
Sınavı geçtiğimizin bilgisi bir kaç hafta sonra bize ulaştı. Ancak bu daha ilk aşamaydı. Sonrası daha zordu "yüzyüze mülakat". AFS'nin belli başlı şehirlerde şubeleri var ve şanslıydım ki benim şehrimde vardı, yani başka şehire gitmeme gerek yoktu. Yüzyüze mülakat sadece kendi ana dilimde kişisel sorulardı. Ailem nasıl, okul hayatım nasıl, neden değişim öğrencisi olmak istiyorum, biri bana böyle yapsa ne tepki veririm, farklı dinler hakkında ne düşünüyorum... Herkese sorulan sorular farklıydı. Her bir arkadaşımdan farklı bir soru duydum. Herkese sorulan sorular yaptığımız başvuruda kendimizi tanıtma formumuza göre hazırlanmıştı. Çok zor ama bir o kadarda güzel bir gündü bir sürü insanla tanıştım ve mülakatım çok güzel geçti. Sadece kabul almayı beklemek kaldı.
Neyseki çok sürmedi ve 1 ay kadar bir süre içersinde bir çok arkadaşım ve ben kabul aldık. Fakat tek bir sorun vardı. Oda hiçbirimizin ne yapması gerektiği hakkında bir bilgisi yoktu. Hangi ülkeye gidicektik, ne kadar kalacaktık, fiyat bilgileri ne, host ailelerimiz neye göre ayarlanır, vize ne zaman çıkar...
Bir süre sonra bir bilgilendirme toplantısı yapıldı. Sonrada ülkelerin listesi geldi elimize. Yatılı okul, kendi dilinde eğitim yapan okul, ingilizce eğitim veren okullar arasından 3, 6 veya 10 aylık eğitim programı arasından 8 tane seçim yapma hakkımız vardı. Bu seneye ilk başladığımda 3 aydan fazla yapabileceğime inanmadım. Ama sonra anladımki 3 ay yapmak istediklerini yapmak için yeterli bir süre değildi. Ve ben bütün tercihlerimi 10 ay üzerine yaptım. Ülke seçimine gelince: Bir online toplantı yapıldı aklımızda ki soruları sorduk ve fiyat belgesi aldık. Ve 2 gün sonunda ülke seçimlerim yapıldı ve AFS İstanbul ofisine gönderildi
1 Çekya
2 Belçika
3 Macaristan
4 Almanya
5 İtalya
6 Danimarka
7 Finlandiya
Ülke seçimlerim gönderildi ve vizeye başvurmak için belgelerim geldi. Bütün bunlar olurken bir yandanda AFS'nin başka formlarını doldurup online eğitimlerini tamamlıyordum. AFS'nin asıl amaçlarından biri exchange öğrencilerini aktif küresel vatandaş yapabilmek ve bu konu hakkında bilgi verip ders vermektir. Vize için randevu tarihi aldıktan sonra tek işim o tarihin gelmesini ve ülkemin belli olmasını beklemekti.
Neyseki bir kaç ay sonra ülkem belli oldu BELÇİKA. Fazlaca mutluydum en çok istediğim ülkelerden biri gelmişti. Vize tarihi geldi ve vize almaya gittik. Herşey sorunsuz geçti ve eve döndük. Eve döndüğümüzde AFS'den ilginç bir mail aldık. Kalıcağım host ailem belli olmuştu. Ve gayet mutluydum Tam iki hafta sonra ise vizem elimdeydi.
Bundan sonra tek işim temmuzun başında yapılacak İstanbul gidiş oryantasyon kampını beklemekti. Türkiye'nin her bir şehrinden Eylül ayında exchange olacak bütün öğrencilerin toplandığı bir 3 gün. Orada gönüllülerle beraber tam 168 insanla tanıştım. Bunların 138'i Türkiye'nin farkı yerlerinden öğrencilerdi. Aklımızda ne kadar soru varsa ve ne kadar problemimiz varsa daha önce exchange olmuş gönüllülerimiz hepsini yanıtladı ve çözdü. 3 günün ardından tekrar eve döndüm. Geriye son bir adım kalmıştı. Uçak biletimi beklemek, valizimi hazırlamak ve Türkiye'de kalan son 2 ayımı güzel geçirmek.
Son aylarım kesinlikle çok özeldi benim için her anlamda. Ve en sonunda o tarih geldi 23 Ağustos. Sabahtan havaalanına gittim ve Belçika'ya gidecek 4 kızla buluştum. Ailemle vedalaştım. Güvenlikten geçtim ve bir kaç saat sonra uçaktaydım. Nerdeyse 5 saat süren yolculuğun ardından resmen Belçika'daydım. Valizlerimizi alıp güvenlikten geçtikten sonra AFS Belçika ekibi bizi karşıladı ve Belçika oryantasyon kampına gittik. Hayatımda hiç böyle bir şey görmemiştim. Dünyanın her bir ucundan bir sürü insan vardı ve çok güzel 3 gün geçirdik. 3 günün ardından host ailelerimizle yüzyüze tanıştık ve evlerimize gittik.
23 Ağustos 2024'ten beri Belçika'da yaşıyorum bu ayın 23'ünde tam beş ayım bitiyor. Zor ama her şeye alışıyor insan normal olarak. 5 temmuzda Türkiye'ye döneceğim ve o zamana kadar Belçika'da exchange hayatımın keyfini çıkarıcam:)))
3 notes
·
View notes
Note
Nasıl geçti günün ne yaptın bu gün
napim ya biraz ev işi sonra da oyun flb bomboş bi gündü sen naptın
2 notes
·
View notes
Text
bir süredir hikayelerime bakıyor. ama ne kötü ki 'ah özledi mi acaba' diye değil 'ex kontrolüne çıkmış bizimki' 'herhalde konuştuğu kız sayısı dörtten ikiye falan düştü' gibi düşünceler geliyor aklıma. hiç öyle onun tarafından özlenmek ulaşılmak gibi bir isteğim yok ama yine de bendeki izleniminin böyle olması üzücü. evlilik görüşmesi yaptığım insanlar oldu. birçoğunu hayırla yadediyorum. ama çılgınlar gibi aşık olduğum adamı düşününce ne yapayım pişmanlıkla doluyorum.
keşke o storyyi çekmeseydim keşke cevap vermeseydi keşke bana ilk hakaret sözcüğü kullandığında ayrılsaydım keşke eski sevgilisi ilk ulaştığında ayrılsaydım keşke ailem bu kadar karşı durduğunda ayrılsaydım keşke kompleksleri yüzünden tüm aileme hakaret ettiğinde ayrılsaydım keşke beni sevmediğini söylediğinde ayrılsaydım keşke başka bir kızla konuştuğunu öğrendiğimde ayrılsaydım keşke her şeye vakit bulup benimle ilgilenmediğinde ayrılsaydım keşke onunla buluşmak için rüşvet teklif etmem gerekmeye başlayınca ayrılsaydım keike ilişkimiz ve evliliğimizle ilgili her güzel gelişmeyi iğrenç ve korkunç şeyler haline getirdiğinde ayrılsaydım ve keşke aldattığında ayrılıp geri barışmasaydım. aşk kör etmiş gözümü.
bir sene olmasına günler kaldı. kaç kişi girmeye çalıştı hayatıma. sevemiyorum hiçbirini. o aymaz çocuğu hiç saymıyorum zaten saçma biriydi. mak geri dönmeye çalıştı kabul edemedim. şu hukukçu çocuk kaaaç kere şansını denedi en son kalbini kırmam gerekti. makine mühendisi çocuk herkes ailesi çok güzel dedi bir doksan karizmatik bir adamdı yok zerre içim çekilmedi. savunma bakanlığındaki çocuk o kadar büyük tevafuklarla görmüş beğenmiş azıcık içim ısınsa kesin derdim ki bunlar birer işaret yok çocuğu nasıl reddedeceğimi şaşırdım. tıp okuyan çocuk dünyanın en sağlıklı erkeği olabilir duygusal olarak eminim evlensem huzur içinde sakin ama keyifli eğlenceli bir hayatım olurdu isteyemedim napayım. o diğer ticaret yapan adam erkan kolçak köstendil'e benziyordu yani trnin en eril ve düzgün adamına fikirleri çok olgundu aşırı sorumluluk sahibiydi yine rahat bir hayatım olurdu ama yazık onu da direkt reddettim. şu an o arap çocuk biliyorum tanışmak istiyor ama ölü taklidi yapıyorum bir tanışsam sonra ne diyeceği belli çünkü.
aşktan kaçıyor muyum yoksa kaçmasam yine de sevemeyecek miyim anlayamıyorum. ama henüz kimseye sevmeyi deneyecek kadar bile şans veresim gelmedi. herhalde aşktan kaçsam bile bir miktar etkilenirdim ama olmadı. düşünüyorum erdem geldiğinde ben yine asla ilişki istemediğim argörün psikolojik sıkıntılarından hala tam kurtulamadığım dönemdeydim ama böyle olmamıştım. erdeme kapılıp gitmiştim. demek ki gerçekten sevilesi biri çıksa yine böyle kapılıp gidebilirim. ama ya sorun o değil ki. ben sevgimi israf etmek istemiyorum artık. ya yine çok seversem fedakarlıklar yapar yoldaş bilirsem birini. sonra yalnız kalırsam. kalbim bir daha kaldıramaz ki. zaten çok yorgun. ruhuma kalbime yük olmamam gerek. ulan benim de aşktan korkacağım kaçacağım hiç aklıma gelmezdi he. ulan deyince aklıma erdemin beni gitsem şu kızlarla bi konuşsam tavlarım diye saçma sapan tehdit edişi ve benim git ulan deyişim bunun da onun aşırı hoşuna gitmesi ve sürekli bunu söyleyip gülmesi geldi. sanırım yüzüklerimizi almaya gittiğimiz gündü. nasıl dayanmışım cidden. yüzük almaya giderken adamın dediklerine bak. yaşarken normal gelmiş bir de. düşününce çok çılgınca.
0 notes
Text
1.1. Giriş
Zaten sıkıcı bir gündü. Bulutlar neredeyse yere kadar inmiş, yaklaşık dört saattir yağmuru müjdeliyordu. Yağmur yağacak gibi olup yağmayınca atmosferdeki gerilim nasıl olur bilirsiniz. Sıcak bir yaz gününde, yapış yapış bir nem huzmesi içerisinden, terli bedenleri yararak ilerlemek zorunda kalıyorum. Bir an durup artık yağsın artık ya rab, duy beni diye göğe haykıracak oluyorum öyle bir sıkıştı kalbim, ancak yaklaşık 12 yaşımdan beri içimden geçen neredeyse hiçbir şeyi sesli dile getiremeyeceğimin farkındayım, susuyorum.
Katlanılması güç hava koşullarına rağmen yavaş yavaş yürüyorum çünkü varacağım yer ürkütüyor beni.
"Referanslar" derse, "henüz derlenmekte" derim; "ama neden?" derse, "çünkü ancak literatürü tarayabildim" derim; "fakat süre" derse, "yetişir hocam, yetişir" derim. Evet, güzel, şimdiye kadar iyi bi' hipotetik diyalog oldu, biz lafımızı ortaya koyduk, cevabımızı misli misli verdik, başımızı öne eğmedik. Ancak özellikle bir soru ürkütüyor beni, ya amaç ve kapsam derse ne yapacağım. Bunun düşündüğüm anda dişlerim kenetlendi çenemi hareket ettiremiyorum. Ellerim çok fena acıyor, bir yandan yumruklarımı sıkmışım, tırnaklarım derime batmış. Tanrım yardım et. Bana yardım et çünkü gücüm yok, çaresizim. Bugün bana amaç ve kapsam kartı kullanılırsa korkarım bayılabilirim.
Çocukken büyüyünce ne olacaksın diye sorarlardı, bağırıyorduk hep deliler gibi: ASTRONOOOOT, ...İTFAİYECİ veya belki bir PİLOT...
Bilim kadını diyordum ben kimden öğrendiysem artık. Bilim adamı demek istemezdim, 1990larda henüz bir çocukken feminizmin bir yılmaz neferi olarak beni kim yetiştirmiş olabilir acaba? Sordum ama cevabı biliyorum tabii, neyse.
Şimdi bilim insanı deniyor Bir bilim insanından öğrendim. Bilim kadınları bile kızıyor, Onlara bilim kadını denmesin.
Bilmekten mesul bilim insanlarından, Daha iyi bilecek değilsin.
Bunları düşüne düşüne kendimi okulun kapısında buldum. Türkiye'nin en prestijli üniversitelerinden birinin altın varaklı, bol kolonatlı girişi bu.
Bübüp...!!! Imps. Bübüüp..
–Beyefendi niye açılmıyor bu turnike, basıyorum kartımı, sonra dönmüyor bu turnike. Üstelik, hedef gösteriyor yüksek desibelli sesiyle. Doktora öğrencisiyim geç kalıyorum, hocamla görüşmem vardı. –Yenileme yaptınız mı? –Yaptım evet, –Bir yandaki turnikeyi deneyin bi' bakalım.
Diridüüd...!! Trşşşts..
Döndü dönmesi gereken...Köhne koridorlarını arşınladığımız bu köhne binada, bir mıh gibi kalbimizde taşıdığımız ilim aşkıyla minik çalışkan karıncalar gibi oradan oraya koşturuyordu zavallı öğrenciler. Birazdan bu neşeli ayine katılacağım ancak yine unuttum. Kadının oda numarasını her gelişimde unutuyorum. Belki defalarca gelmişimdir ama unutmak istiyorum belki de bilmiyorum. Neyse ki bu sefer not almayı akıl ettim. Avcumu açıyorum usulca, terden ve nemden elimin tüm mikro kıvrımlarına dağılmış, dağıldığı yerlerde harelenmiş ve morumsu bir renk kazanmış ancak okunuyor: 475C.
O zaman, Uygun adım, ileri, marş!
10 gün önce bir tezimle ilgili bir rapor yollamıştım, bal gözlü, al yanaklı, pek muhterem hocam onu okumuş olacak, odasında bulu��acağız.
Kantinde buluşsaydık hocam, belki bana bir çay ısmarlardınız, ağzımıza çubuk kraker tıkıştırırken daha keyifli oluyor sizin irfanınızdan faydalanmak.
Bir Sonraki Bölüm: 1.2. Bağırmak ve 'titreyerek bağırmak' arasındaki niteliksel farklara niteliksiz bir bakış
1 note
·
View note
Text
Rocinante
Çocukluğuma dair ilk anılarımdan biri, babamın bana fil aldığı gündü. Hani şu kedi büyüklüğünde filler var ya. Genetik mühendisliğinin harikası.. Bi gün babam bi kutuyla geldi eve. Bak dedi, sana bir sürprizim var. Salona geçtik, kutuyu açtı. Bir adet mini-fil çıkardı. Hayvan çok korktu. Ama nasıl sevimli bişey. Evin içinde biraz koştu. Sonra yavaş yavaş bana alıştı. Kedi kadar bişey.
Bunlar ilk piyasaya sürüldüğünde çok popülerdi. Kedi büyüklüğünde bir fili kim istemez?
Bu hayvanlar en fazla iki yıl yaşayabiliyormuş. İki yıl baktık bu mini file. Babam adını Rocinante koydu. Boş bi odayı ona ayırdık. Buraya küçük ağaçlar koyduk, bir de mini havuz. Evin neşesi oldu.
Öldüğünde, çok üzüldüm. Onu bi ormana gömdük.. Ölüm olgusuyla bu şekilde tanıştım, ölüm üzerine kafa yordum.. O dönemde, tuhaf bir yeteneğim gelişti. Daha doğrusu, beynim boyut değiştirdi. Geleceği öngörmeye başladım. Bi maç izliyorum mesela, diyorum ki: bu maç 2-1 biter. Gerçekten de, maç o sonuçla bitiyordu.
Yıllar sonra, annem bana, benim de genetik mühendisliği yardımıyla geliştirilmiş bir birey olduğumu açıkladı.. Şöyle bişey, çocuk doğmadan önce, genetik müdahale ile, kusursuz bireyler yetiştirebiliyorsun. Ancak, bazı semptomlar, ya da sonuçlar oluşabiliyormuş. Bizim gibi bireyler, geleceği öngörebiliyormuş.
Beynim çok iyi çalışıyordu. Ancak, insanların olduğu ortamlara uyum sağlayamıyordum. Hayatım boyunca, zorbalığa ve mobbinge maruz kaldım..
Sonunda anladım ki, benim gibi tiplerle takılmam gerekiyormuş. İnternetten, bir ressam, bir de fizikçi dahi arkadaş buldum..
Bir makineyle konuşmak tuhaf. Eskiden, psikologlar, gerçek insanlarmış. Senin gibi yapay zeka değillermiş yani.
Kim bilir, anlattıklarımdan nasıl sonuçlar çıkartacaksın, nasıl bağlantılar yaratacaksın. Söylediğim her şeyi kaydediyorsun, değil mi?
Evet, biliyordum. Neyse, sıkıldım dostum.. Sanırım vaktimiz doldu. Ben gidiyorum.
Buraya neden geldiğimi gerçekten bilmiyorum. İnsanın kendisiyle konuşması gibi. Neyse, hoşçakal..
0 notes
Note
Nasılsın , günün nasıl geçti
Magnezyum glfşgl
Ooo magnezyum hoş geldin jdskglsfdgjfdsk İyiyiim, sıradan bi' gündü ya, iş güç arasında kayboldum genel olarak, biraz da buradaki postlara salça oldum. Sen nasılsın, günün nasıldı?
0 notes
Text
bugün çok güzel bir gündü. cânım ballaydım. onun da dediği gibi bir kitaptan fırladık sanki. aldı eline mumu, yaktı çakmağımla ve onu izlerken dedi ki "poyraz karayelde geçen bir söz var; 'pasta üstündeki mumları da bi sevemedim albayım. hayatım böyle mum gibi eriyip gidecek mi demek istiyorlar? ne demek istiyorlar?' diyor." aldım diğer mumu ve onun ateşiyle yaktım ben de. sonra dedim ki "böyle beraber yanarız biz de." eriyip bitene kadar izledik o mumları. mum eridi elime damladı ama hiç acımadı. onun mumu daha çok erimişti ama aynı anda bittiler. "yanacaksam bu mumlar gibi yanayım." demek istedim; "senin ateşinle, senden önce." sonra uzandım dizlerine, ondan başka kimsenin uzanamam dizine. neyse, hayatı konuştuk öylece. okşadı saçlarımı, ondan başka kimse okşamıyor saçlarımı, bunu düşündüm bir süre. "kimseye benzemiyorsun," dedi; "aykırısın. biri gülse bakarım ona. bakmak ve görmek aynı şey değil. sen gülsen seni görürüm. her mimiğini ayrı görürüm." gülüşümde ne gördüğünü söylemedi, ben de tekrar sormadım zaten. içtim sigaralarımdan, bitirdim teker teker dalları. bir tanesini bana o yaktı. kaşıdı saç diplerimi, bu hissi çok sevdim. taş gibi sert bir zemindeydim ama onun dizleri huzuru bulduğum tek yerdi. biraz da o benim dizlerime uzanmak istedi. sevmem masalları, seneler önce bana masal anlat dediğinde bir masal bile bilmiyordum. içimde ukde mi kaldı, ne olduysa onun için masallar okumayı sevdim. evi yanan sincabı anlattım ona, kendimden bir şeyler de kattım. anladı da zaten, beni hep anladı. yani bu sefer bana masal anlatsana dediğinde anlatabildim. ne istersen "yapabilirim şu an" dedi, salıncaklara oturmak istedim. orada öyle konuşurken büyümek nedir dedik kendimize. 'kaybettiğinde büyürsün' demişler bir kitapta, o söyledi. "kaybetmek nedir?" diye de bana sordu sonra. "kaybetmek;" dedim, "toprağa vermek değil. kilometrelerden bahsetmiyorum, ölümden de. bir telefon numarasından, sosyal medyadan bahsetmiyorum. kaybettiğin şey gözünün önünde olabilir. selin'i kaybettiğimde on üç yaşımdaydım, şiir'i kaybettiğimde on dört. seni kaybettiğimde on beş yaşımdaydım." sonra bir ara evden bahsettik, evimizden. ona birine ev olabilecek kadar sağlam olmadığımı söyledim, buruk gülümsedi biraz. "bana evim diyorsun" dedim ben de. "bana 'sana evim diyorum ama neden altında kaldığımı hissediyorum?' da demiştin. harabeleri severmiş, yıkıntıları. öyle dedi. bir şey diyemedim elbette. bir kitaptan fırlamışız gibi hissettiğini söylediğinde söyledim ama içimde kalanı; "konuşamam normalde, yazarım. seninleyken kendimi yazıyorum." neyse işte. saat sıfırda sarıldım; "bir sonraki doğum gününde yanında olamayabilirim ama bugünkü kadar çok seviyorum seni." dedim. bir dakika sarıldık öyle. yemin edebilirim dizlerimin titrediğine. boğazım düğümlendi orada öyle. benden önce öleceğini hissediyormuş, söyledi birkaç kere ama nasıl olur da ben ondan sonra yaşarım bilmiyorum. kimseyi hayallerine katmadığını ama nedense benimle günün birinde yazlık tarzı bir yerde senede birkaç ay da olsa yaşamak istediğini söylemişken nasıl olur da onsuz yaşarım bilmiyorum. "aile dediğin kan bağından ibaret değildir laflar fasa fiso." dedim ona. "senin canını bir gün çok sıktığımda ya da sana tamamen ters düşen biri olduğumda gidebilirsin benden. anıları silemezsin belki, sevgin de bitmez belki ama silebilirsin. kanı söküp atamazsın." dedim. evet, bir ailem yok belki ama benim "her şey bir yana, sen bir yana." dediğim biri var yanımda. bir gün hayatımda olmayacak olsa bile benim yanımda hep olacağını biliyorum. isterse beni öldürmek istesin, "balım, çok kötüyüm" desem bana sarılır sıkıca. eğer bir gün beni öldürmek isteyecek kadar uzaklaşırsa benden bugünün hatrına hep bir yanım yanında kalacak. artık çocuk olamayacak kadar büyümüşüz, evet ama dizlerine uzandığımda ne kadar dipte olduğumu gören birinin elleri çocukluğumun saçlarında. cevf, sen varsın ve iyi ki varsın.
4 notes
·
View notes
Text
14.02.22
Merhaba, yine buraya geldiğim için kendime oldukça kırgın hissediyorum. Sanırım biraz olsun tarihin yan yana getirdiği sayılara takılı kalmış biriyim. Aslına bakarsan uzun süredir yazmadığım için kelimelerle de aram pek iyi sayılmaz. İçimdekilerin konuşmakla yetmeyeceğinin, yazmakla bitmeyeceğinin de farkındayım. Biliyorsundur ki diye başlamayacağım cümleme, senin hoşçakal demeden unuttuğunun farkındayım her bir detayımızı. İki gün önce beni sevdiğini anladığın (her ne kadar öyle sandığın olsa da) gündü. Bilmiyorum, birine o günü böyle andığımı söylesem fazlasıyla saçma gelebilir ama benim için o günün anlamını kim daha fazla hissedebilir ki. O günün gecesinden itibaren geçen seneye ait konuşmalarımızı okurken buldum kendimi. O gün ki yanlış anlaşılmaya dair önümü göremezken bile sana kendimi açıklamaya çalıştığım mesajları okudum. Ne kadar da umursamaz davranmışsın oysa… Bana sonradan o gece uyuyamadığını hatta ağladığını söylemiştin. Şimdi düşününce oldukça saf bir şekilde bu dediğine nasıl inandığımı anlamıyorum. Sonra ki gün ise hiç yorumlarına bakmadığım bir uygulamada öylesine bir videonun yorumuna bakasım geldi. Yemin ederim öylesine içimden geldi. Yorum atan kişilerden birinin ismi sen ve benim isimlerimizin birleşimiydi. Çok saçma değil mi ? Z bile yoktu sonunda tamı tamına doğru yazılmıştı. Çok saçma, ama öyle çıkageldi karşıma. Yine dayanamadım mesajlarımıza girdim. Eskileri okumanın bana iyi hissettirip, huzur verdiğini anlamıştım çünkü. Bak bunu anlattığımda inanmayacaksın belki ama kedim, mesajları okurken patisiyle ekrana vurmaya başladı ve seni görüntülü aradı. Allah’ım… Keşke telefonum kırılsaydı, keşke o gün ablama gitseydim, keşke mesajlara girmeseydim, keşke yerin dibine girseydim de bu yaşanmasaydı. O kadar utandım, o kadar sıkıldım, o kadar delirdim ki. Umrumda olmadığını bilmeme rağmen kendi adıma yaptığım inanılmaz bir ayıptı. Sana karşı. İsteyerek olmadı fakat çok özür dilerim. Bilmeyeceksin, görmeyeceksin ama ben çok özür dilerim. Uzun zamandır seni sır gibi saklıyorum içimde. Dostlarıma, aileme, kendime. Söylemiyorum, anlatmıyorum kendime bile bahsetmiyorum senden. Öylesine derine gömmeye çalışıyorum ki adını unutmak istiyorum. İtiraf edemiyorum kendime, hayır ya sevmiyorum demek istiyorum. Yapamıyorum. Seviyorum. Aylardır canlı canlı gömdüğüm, sakladığım şeyi kendime itiraf edip yeniden mezardan çıkarıyorum. Bi anda “ Seni seviyorum, seni sevmeye devam edeceğim, seni sevmediğim bir an bile olmuyor.” derken buluyorum beni. Artık kabulleniyorum. Şifası bulunamayan, iyileşemeyeceğim bir hastalığın pençesinde olduğumu kabulleniyorum. Aksi için uğraşmaktan yoruluyorum, artık uğraşmıyorum. Özür dilerim kendimden, senden ve eski bizden seni hala çok seviyorum.
2 notes
·
View notes
Text
İŞKİLLİ İLİŞKİLER
Aşkı kullandıkça açılan bir şey sanan erkeklerin hayalidir “seneye de sevmek”.
Altmış yaşına da gelseler de, bir beden küçük ilişiklerde boy göstermenin hevesiyle oluyor ne oluyorsa.
’’Genç kadınla evlenmek’’ ve “Zengin koca bulmak’’ arasında bir yarışma yapılsa ’’Ben ne bok yedim de evlendim.’’ kazanır. Çünkü ne ’’genç kadın’’ ne de ’’zengin koca’’ hayalde durduğu gibi durmuyor. Körolasıcalar!
Artık, evlenmeden önce telefonlarından birbirlerine çiçekler, böcekler, özlü sözler gönderen adamlar ve kadınlara ne oluyorsa, tapuyu pardon evlilik cüzdanını aldıktan sonra ilişkiyi toplam iki cümleye sığdırıyorlar;
-Akşam geç geleceğim.
-Tamam, gelirken ekmek de al.
Hemen hemen her şeyleri ’’erken’’ olan erkeklerin, ’’geç’’ gelmeye duydukları bu hasreti, durumu bilmeyenler nasıl anlasınlar ki?
Çok zor.
Kadının evli olduğu basenlerinden, erkeğinse göbeğinden anlaşılır.
Kadın yıllarca beyaz atlı prensi beklemiştir ama gele gele sadece at çıkıp gelmiştir.
Adamsa, sadece, gündüz vakti rimel, fondaten, ruj, allık, takma kirpik, kalınlaştırılmış dudak ve ütülenmiş saçla gördüğü ve Angelina Jolie’ye benzettiği kadının daha sonra sabahın dördünde Davutoğlu’ns benzediğine şahit olmuştur.
Reklamlar bitmiş haberler başlamıştır.
’’Seni saraylarda yaşatacağım’’ diyenleri, simit saraylarında, iki simit ve paşa çayı kuyruğunda görürseniz, şaşırmayın sakın.
Ya da ’’Sen benim günümsün, güneşimsin yiğidim.’’ diyen kadınların, aylar geçmeden ’’Bana bi gün yüzü göstermedinnnn refikkkk....’’ diye atarlanmaları da kafanızı bulandırmasın.
Hani bir zamanlar Refik gündü güneşti ha?
Refik sana daha ne göstersin?!
İlişkiye başlarken söylenilen yalanlar, biterken de devam eder.
Mesela “Ben sana göre değilim Mümtaz.’’ nasıl bir yalandır ya! Hani kadın utanmasa ’’hadi gel Mümtaz, bana göre olanını beraber arayalım.” diyecek.
Peki “Benim yolum yol değil Necla, sana zarar veririm. Kaç kurtar kendini, benden sana hayır yok.’’ diyen herife ne demeli?
Sanki Necla Hayır kurumu önünde, elinde tasla yemek bekliyor.
Sen o ilişkiye girmeye can attığın zamanları ne çabuk unuttun hacı?
“Eli elime, dili dilime, değmeyin benim keyfime’’ hayalleri kurduğun gecelere n’oldu?
Sen açık açık ’’güzelim olsaydı ekime kadar olurdu bu iş. Gel gelelim, biz eylülde bırakalım bu aşkı’’.
’’Şiddetli geçimsizlik’’ diyorlar bir de.
Yani ’’bir hayvanlık ettik evlendik. Ruh ikizi bulacağız derken ruh öküzüne denk geldik.’’ demiyorlar da, ’’ayrıldık ama hala dostuz’’ diyorlar.
Onca yıl birbirinize düşmanlık ettiniz de ayrılınca hangi ara dost oldunuz?
İşkilli illişkiler, du yeni dünya düzeniyle birlikte başladı. Kimse kimseye arkasını dönemiyor artık. Özellikle sanal alem belasıyla birlikte herkes çapkın oldu. çapan çapana!
İnsan korkuyor ki birinin paylaşımını beğensin ya da yorum yapsın. Hatta daha kötüsü hislerin Face’in en son koyduğu şekilsiz şekillerden ’’muteşem’’in kalple ifade edilmesi bu sıralar kaç evde savaşlara sebep oluyor düşündünüz mü hiç?
Düşünsenize, bir paylaşıma ’’muteşem’’ dediğinizi sanıyorsunuz fakat herife ya da kadına kalp göndererek belki de ’’hastayım sana üç yaşından beri. Bir üstüme işememeyi, bir de seni sevmeyi o yaşta öğrendim...’’ demiş olabilirsiniz.
Kazara beğeni yaptığınız kişi bir ömür boyu kabusunuz olabiliyor. ’’Ee Kezban hanummm, neremi beğendiniz..kehkehkehhh...’’ diye soran heriflerden tutun da ’’Kalbini aldım kalbime soktum hamitt beyciiimmm’’ diye ruhu evde kalmışlara kadar bir sürü gereksizle muhatap olabilirsiniz.
Lafın özü, bir tık’la hiç tanımadığınız birine ’’muteşemsin, hele o kasların, hele o bakışların, hele hele o boyun posun...işte bu! kalbim sende yiğidim...’’ hissi vermişsinizdir ve işin kötüsü bundan sizin haberiniz yoktur. Bundan böyle tıklamadan önce bir daha düşünün derim.
İşkilli ilişkiler yeni dünya düzeniyle başladı.
TV programlarında yaşlı başlı, takma dişli ve düşlü amcaların teyzelerin emeklilik maaşını, ev sayısını ve bankadaki para hesabını duyduktan sonra elektrik alıp vermeleri ve hatta trafoya dönüşmeleri nasıl oluyor sanıyorsunuz?
Normal şartlarda akülerini doldurmaya kalksanız, üç saatte kalmaz bitecek amcalar ve teyzeler mala ve mülke göre gerdan kırıp cilveleşiyorlar birbirleriyle. Mal zaten karşısında, ee mülk de cepte, daha ne olsun!
Girmek için canımızı ortaya koyduğumuz, sonra biran önce “nasıl kaçarız” diye canımızı dişimize taktığımız ilşkiler çoğalıyor. Bazıları bunlara ’’medeni ilişkiler’’ diyor.
Bir de en son, ayrılmak istediklerini söylerken, üstleri ''Güz gülleri'', altları da ''Muratgilin damından atlayamadım'' tarzlı sevgililer var.
Allah sizin tepenizden baksın emi...
t a m e r d u r s u n
77 notes
·
View notes
Text






9/03/2020
plansız yapılan geziler buluşmalar günün daha dolu geçmesine vesile oluyor ve nedense hep daha anlamlı geliyor bana . bugün de öyle bir gün oldu. çokça gülmeli bol gezmeli ve eğlenceli bir gündü benim için. vizeler başlamadan kafamı dağıtmam için güzel bir sebep oldu üsküdar a gitmem zira gitmeyip erteleseydim evde dizi izleyecektim aslında dizi izlemek beni mutlu ediyo ama arada bir deniz görmek iyi hissettiriyor. bu dönem kaydını dondurup diğer okulundaki derslere odaklanmayı hedefleyen bir arkadaşımla gezdik. aramızdaki bağın hala kopmamış olması çok iyi. geçen yıl birden ya da henüz gitmeyi planlamadığımız bir çok sergi ve müzeye gitme imkanımız oldu. bu dönem müze ve sergi gezmeye devam edicez. yazıyı nasıl sonlandıracağım bilemedim şöyle güzel bi şarkı bırakıp gideyim bari ^^🌛
10 notes
·
View notes
Text
İlk Grup Sex ve Swinger Deneyimi
İlk Grup Sex ve Swinger Deneyimi
Madem herkes ilk ’inden başlamış ben de öyle yapayım. Yalnız doğal olarak isimleri değiştirdim. Bir de sizin gibi açık seçik yazacağım. Yalnız açık seçik yazmam sizi yanıltmasın normalde her ne kadar heyecanlı olursa olsun şehvetten daha çok değişik duygulara dayalı ve çoğunlukla saygılı şeylerdi yaşadıklarım. Yine de dediğim gibi seksi daha şehvetli olması için seksi kelimeler kullanacağım.
Hem iş hem en yakın arkadaşım olan Ahmet ile çok yoğun olan arkadaşlığımız benim ani bir kararla evlenmemden sonra yavaşlamaya başladı. Bekarken her şeyi konuşur her an birlikte olur politika siyaset kadın kız her konuda milyonlarca saat sohbet ederdik. Ancak ben evlendikten sonra bir şekilde birbirimizden uzaklaşmaya başlamıştık. Eşim Banu saygın bir iş kadınıydı ve sosyal hayatta da herkes ile mesafeli bir duruşu vardı ancak buna rağmen asla arkadaşlarımla olan ilişkilerime ne karıştı ne de kısıtlama koydu. Buna rağmen bir şekilde Ahmet ile uzaklaşıyorduk.
Ahmet Duygu ile tanıştığında her şey değişti. Duygu çok güzel, çılgın ama bir o kadar da akıllı bir kadındı. Onu bizle tanıştırmak için getirip onayımızı istedi biz de Duyguyu çok beğendiğimiz için seve seve onay verdik. Gerçi onay kısmı formalite tabi öyle veya böyle birlikteydiler artık.
Yakınlaşmamız çok zaman almadı aksine çok hızlı oldu. Artık birlikte vakit geçirmekten hoşlanan iki aile gibiydik. Hafta içleri birlikte sinemaya tiyatroya bara gidiyor hafta sonları mangal yakıyorduk. Haftanın en az iki, bazen üç günü birlikteydik. İkisi de aileleriyle kaldığı için dışarıda olmadığımız zamanlarda bizim evde oluyorduk. Ahmet ile Duygu her fırsatta öpüşür el şakası yapar ve aşklarını hiç saklamazlardı. O zamanlara kadar toplum içerisinde soğuk ve mesafeli duran eşim bile buna zamanla alıştı ve biz de olur olmadık zamanda onların yanında öpüşmeye başlamıştık. Zamanla bu o kadar alışageldik bişey oldu ki hepimiz için sıradanlaşmaya bile başladı. Bir keresinde evin içindeki bir trafik sıkışıklığında Ahmet çek şu güzel poponu önümden diyerek Banu’nun poposuna küçük bir şaplak attığında bile ne kıskanmış ne de bir art niyet aramamıştım.
Bir gece yiyip içip Ahmet’le Duygu’yu o halde bırakmadığımız bir geceydi. Hepimiz sarhoştuk o yüzden yola çıkmalarına izin vermedik. Yatmaları için köşe odaya gönderdik. Biz de çok ayakta duracak halde değildik ve bir süre sonra da yatmak için ortalığı öylece bırakıp kalktık. Onların odanın önünden geçerken içerden çok hafif gelen müzik sesini duyunca o anki anlık duygularla davranarak şunlara bi laf atıp sevimlilik yapayım diye içimden geçirerek kapıyı açtım. Kısık olmasına rağmen çalan müziğin etkisiyle duyulmayan kapı sesine mukabil Ahmet’in Duygu’nun bacakları arasında yumuşak yumuşak gidip geldiğini gördüm. Benim öylece kalakalmam ile Banu başını uzatıp içeri baktı. Bize göre o kadar masum ve içten bir seksti ki Banu da Ben de o an içimizden hiçbir şey geçirmedik sadece birbirimize bakıp gülümsedik ve kapıyı sessizce kapadık.
Ancak o günden sonra bir seyler oldu. Banu’yla artık o kadar rahattık ki onların yanında sanki ailemizden gerçek anlamda bir parça gibiydiler. Şakalarımız konuşmalarımız artık daha açık saçık ve rahat olmaya başlamıştı.
Banu’nun önemli bir iş için mesaiye kaldığı bir gündü, yine bizim evdeydik. Biz üçümüz yiyip içip eğlenceye geçmiştik. O anki durumu ve psikolojiyi tam net hatırlamıyorum. Hatırladığım şey Ahmet koltukta oturuyor Duygu da önüne diz çökmüş ona oral seks yapıyordu. Ben de saçma sapan amaçsız bir şekilde bi mutfağa gidiyor bi oturup kanal değiştiriyor bişeyler yapıyordum ama anlamsızca işte. Zaten garip bi durumdu üstüne Banu’nun da eve gelmesiyle iyice garip oldu. Salona başını uzattığında gördüğü manzara Ahmet’e oral seks yapan Duygu ve az ileride oturmuş televizyon seyreden kocası oldu. Önce içeri ilk baktığında yüzünde bana bakışlarıyla soru soran bir bir hal vardı ama içerde üstünü değiştirip yanıma geldiğinde gülüyordu. Gelip yanıma oturdu ve kulağıma ne yapıyor bunlar diye fısıldadı. Bırak rahatlarına baksınlar diye yanıt verdim. Banu gelene kadar oturduğum yerden şikayetçi değildim ama o geldikten sonra ben de biraz tedirgin olarak hadi biz içeri gidelim diyerek kalkıp birlikte mutfağa gittik. Mutfakta iki kikirdeştikten sonra nasıl olduysa biz de bir şekilde dolmuşuz ve o heyecanla başladık sevişmeye. Banu’yu mutfak tezgahının üstüne oturtmuş bacaklarının arasında gidip geliyordum ki birkaç dakika sonra Duygu gelip kendi evinizde sizi buraya atmış gibi olduk salona gelsenize dedi.
Salonda neredeyse yan yana bir şekilde sevişiyorduk. Banu’nun üstünde pijama duruyordu sadece alt kısmı çıkarmıştık, ben de giyiniktim sadece şortumu sıyırmıştım. Duygu çırılçıplaktı, Ahmet’in de belden aşağısı çıplaktı ama üstünde gömleği duruyordu. Aramızda normalde olan esprili diyaloglar falan yoktu o an ama sürekli kaçamak olarak birbirimize bakıyorduk. Özellikle Banu’yla göz göze geldiğim anlarda nabzım tavan yapıyordu. İlerleyen saatlerde odalarımıza çekilip orada devam ettik ve sonunda uyuduk.
Ertesi günlerde eşimle bu konuyu defalarca konuştuğumuzda ikimiz de ne kadar heyecanlandığımızı gizleyemedik. Aslında yeni evli sayılırdık cinsel hayatımız zaten hareketliydi. Öyle yıllar geçmiş de artık sıkılmışız gibi bir durum yoktu ama yine de o gecenin heyecanını düşünüp duruyorduk. İlerleyen günlerde aynı şeyi tekrar tekrar yaşamaya başladık. Ve artık çok daha rahattık. Sevişirken sohbet ediyor gülüp eğleniyor evin içinde çırılçıplak geziniyor birbirimizden utanmıyorduk. Yedi ay kadar bu şekilde geçti. Birbirimizin yanında sayısız kere sevişmiştik ve artık hiç yadırgamıyorduk. Bazen bir çift oturup ötekini seyrediyor şaka yapıp dalga geçiyor, tezahürat yapıyor ya da gaza getiriyorduk. Mesela Banu’yla ilk anal seksimizi onların zorlamasıyla gaza getirmesiyle yaptık. Onlar zaten yapıyordu ama sonunda ilk kez olarak biz de onların yanında yaptık. Tabi sonra bir alkış kıyamet gülüşmeler kahkahalar. Yalnız yanlış anlaşılmasın. O zamanlar zannettiğiniz gibi bir swinger durumu, isteği veya talebi de yoktu içimizde. Sadece o heyecanı, çıplaklığı, teşhir heyecanını sevmiş ve bunu yaşıyorduk o kadar.
Derken bir gün Duygu oradan geçerken iş yerime bana uğradı. Biraz oyalanıp öğle olmasını bekledikten sonra öğlen birlikte yemeğe çıktık. Laf lafı açıp havadan sudan sohbet ederken Duygu birden pat diye eş değiştirelim mi diye sordu. Tıkanıp kaldım, bir cevap vermem gerekiyordu ama bişey diyemediğim için lafı geveleyip durmaya başladım. Benimle birlikte olmak istemiyor musun deyince yine yutkunup elbette istiyorum dememe rağmen bunu bile çok net söyleyemedim. Duyguyla birlikte olmayı kesinlikle istiyordum ama Banu’yla Ahmet’i de düşününce boğazımda düğümlenip kalıyordu kelimeler. En sonunda içinden çıkamayacağımı kesin olarak anlayıp topu Banu’ya attım ve rahatladım. Bunu Banu’yla konuşun ama benimle konuştuğunu kesinlikle söyleme diye tembihledim. Olayı Banu’ya havale edince sanki bir anda üstümden bir yük kalktı içimde bir rahatlama oldu.
Birkaç gün sonra yine bizim evdeydik. İlerleyen saatlerde her zamanki gibi sevişme faslında geçmiş salonda eğleniyorduk. Banu birden durup bir oyun oynayalım deyince hepimiz tamam dedik. Ahmet’le ben halıya bir metre aralıkla sırt üstü uzanıp yattık. Banu içeriden upuzun ipler getirdi. Belli ki hazırlanılmıştı buna. İkimizi de ellerimiz ve ayaklarımızdan iplerle koltukların ayaklarına bağladılar. Daha sonra da gözlerimizi de bandanalarla sımsıkı bağlayıp size tecavüz edeceğiz diyerek gülüştüler. Aslında iple bağlanma fantezisini daha önce de konuşmamış değildik ama gözler bağlanınca nereye gideceğini anladım ama hala inanamıyordum.
Banu kucağıma oturup penisimi içine aldı. Üstümde hem kıvranıyor hem de arada sırada üstüme eğilip öpüyordu. Ona dokunmak okşamak için deliriyordum ama ellerim bağlı olduğu için yapamıyordum. Bir süre sonra kımıldama aşkım diyerek üzerimden kalktı. Ve işte an o an mı diye düşünerek birkaç saniye içinde nabzım tavanlarda çıktı. Çünkü bunu yaşamayı hem istiyor hem de istemiyor, karmakarışık duygular içerisindeydim. İki üç saniye sonra üstüme oturup penisimi içine alanın Duygu olduğunu anlamam hiç zor olmadı. Elleri vücudumda dudakları dudaklarımda geziniyordu. Çok güzel hislerdi ama hemen yanımda Banu’yu düşününce içimi ateş basıyor kulaklarımdan alevler fışkırıyordu. Hatta hemen yanı başımda, Banu’nun oturup kalkmasıyla çıkan şap şap sesleri başlayana kadar yok canım Banu yapmaz diyerek kendimi kandırmaya çalışıyordum. Banu’yla Duygu bir ara sanki kendi aralarında bir yarışa girmişlerdi. Duygu üstümde öyle hızlı zıplamaya gidip gelmeye başladı ki yavaş lütfen boşalacağım yoksa demek zorunda kaldım. Bir süre sonra da yeniden yer değiştiler Banu yine benim üzerimdeydi. Ardından yavaş yavaş ipleri ve göz bağlarımızı çözüp eskisi gibi yine hiç bir şey olmamış gibi sevişmeye devam ediyorduk.
Bizim ilk grup seks deneyimimiz de işte böyleydi. Sizinkine göre biraz heyecansız ama o zamanlar benim için çok büyük bir devrimdi.
Sevgi ve saygı ile kalın.
#itiraf #itirafet #sormamlazim İlk Grup Sex ve Swinger Deneyimi
4 notes
·
View notes
Text
Üçkağıtçılar
-I-
Üçkağıtçının etrafı insanlarla çevrilmişti. Küçük bir sehpa, üzerinde iskambil kağıtları. Ulus'un kendi halinde insanları, bir temiz giyimli memur, sakallı bir dede, bir fahişe, birkaç da sivil polis, sanki bir sihirbazı izler gibi, iskambil kağıtlarını ustaca karan ak saçlı, bıyıklı Haydar Abi'yi izliyordu. Haydar Abi, tok sesiyle bağırdı:
-Bul karayı al parayı.. Bul karayı al parayı.. Amme hizmeti yapıyoruz burda.
Genç bir erkek, Haydar Abi'ye sordu:
-Abi, nasıl oynanıyor bu?
-Ortaya para koyuyosun. Üç kağıdı sehpaya diziyorum. Eğer valeyi bulursan, koyduğun para kadar kazanıyosun.
Takım elbiseli bir adam, şaşkınlıkla kağıtları karan elleri izledi.. Kararsız gibiydi. Yanındaki bir genç fısıldadı:
-Abi ben çözdüm olayı. Şu kenarı kıvrık kağıt var ya. Hep o çıkıyor. Onu seç.
-Sen niye oynamıyorsun, madem olayı çözdün?
-Benim param yok abi. Olsa, valla bin lirayı basarım.
Takım elbiseli adama yardımcı olmaya çalışan gencin adı Selim'di. Hafif kafadan üşütük gibi görünüyordu.
Takım elbiseli adam, yüz lira koydu ortaya. Üç kağıt yan yana dizildi. Takım elbiseli adam, az önce kendisine söylendiği gibi, kenarı kıvrık kağıdı seçti. Doğru kağıdı bulmuştu. Haydar Abi cebinden yüz lira daha çıkardı, iki yüz lirayı takım elbiseli adama uzattı:
-Şansın yerinde abi.. Bereketini gör..
Adamın yüzü güldü. Selim, yine fısıldadı:
-Abi yine, kenarı kıvrık olanı seç.. Kazanırsan komisyonumu isterim ama..
Adam, bir kez daha, yüz lira koydu. Yine, kenarı kıvrık kağıdı seçti. Yine kazandı. Haydar Abi bozulur gibi:
-Ne şans be. Gözler iyi çalışıyo maşallah.
Haydar abi, iki yüz lirayı adama uzattı. Herif durduk yerde iki yüz lira kazanmıştı. Adam Selim'e baktı, cebinden yirmi lira çıkarıp uzattı:
-Al, hakkın bu.
Selim sevinçle parayı aldı. Sonra söylendi:
-Param olsa var ya, beş bini basardım.
Takım elbiseli adam biraz düşündü. Yine kağıtlar karıştırıldı. Selim'e sordu:
-Ne diyosun aslanım?
-Aynı kağıt abi.. Büyük oyna bence.
Adamın gözleri büyüdü. Cüzdanını çıkardı, tam bin lirayı sehpanın üzerine bıraktı.
-Bin lira.
Kalabalıktan biri, 'aa' diye söylendi. Herkes pür dikkatti. Genç bir kız, 'valla iyi cesaret' dedi. Oldukça güzelce bir kızdı, adı Nehir idi.. Yırtık kot pantolonu ve beyaz tişörtüyle, caddede parlıyordu. Erkekler dönüp poposuna baktılar.
Haydar Abi bin lirayı saydı, sonra cebine attı. Selim yine söylendi:
-Aynı kağıt abi..
Haydar Abi üç kağıdı sehpanın üzerine serdi. Takım elbiseli adam, ortada duran, kenarı kıvrık kağıdı seçti. Haydar Abi kağıdı çevirdi. Bilememişti. Takım elbiseli adam, doğru kağıdı bulamadı. Yüzünde bir öfke belirdi. Sağına döndü, az önce kendisine direktif veren Selim, toz olmuştu. Haydar Abi gülümsedi:
-Kumar bu abi.. Bazen kazanırsın, bazen kaybedersin.
Takım elbiseli adam ne yapacağını bilemedi. Kazanacağından emindi. 'Sağlık olsun' dedi, uzaklaştı.
Yine kağıtlar karıldı. Nehir, ortaya iki yüz lira koydu. Sonra, doğru kağıdı buldu. İki yüz lira kazandı. Sonra, üç yüz lira daha koydu, onu da kazandı. Güzel bir kızın büyük paralar kazanması, etraftaki insan sayısını arttırdı. Millet, delirmiş gibi para koydu ortaya.
-II-
Ulus'taki, garibanlara hizmet veren kahvenin televizyonunda, bir Sadri Alışık filmi oynuyordu. Haydar abi, cam kenarındaki masasında, gün boyunca kazandığı paraları saydı. Tam 5400 lira. Az sonra çayı masaya kondu, sigarasını yakıp bir yudum aldı. Nehir'le Selim kapıdan içeri girdi, Haydar Abi'nin masasına oturdular. Selim, gülerek:
-Güzel gündü be abi..
-İyi çalıştınız bugün. Aferim..
5400'ü üçe böldü, ikisinin parasını pay etti.
-Ortamda kadın olunca farklı oluyor.. Güzelce yiyin bakalım paranızı. Ama, çarçur etmeyin ha. Selim, sana söylüyorum. İki gün sonra param bitti diye gelme.
-Tamam abi..
Haydar abi, kendi parasından 50 lirayı ayırdı, Selim'e uzattı:
-Şunla bi paket Tekel 2000 al. Sonra Mesut Abi'ye götür. Doruk Otel, 10 numarada kalıyor. Kimsesi yok garibin. Parası bitmiştir şimdi, kazancımızın sadakası olsun.
Selim parayı alıp masadan kalktı. Haydar Abi, Nehir ile göz göze geldi. Nehir'e aşkla baktı. O anı tamamlarcasına, televizyondan, Sadri Alışık'ın sesi yükseldi:
-Korkma, dünyada her zaman inanılacak sağlam şeyler bulunur.
0 notes