#namık kemal Kalmıştır
Explore tagged Tumblr posts
deliklicinar · 2 years ago
Text
Aydoğan promosyon için MEM’e çağrıda bulundu
Tumblr media
Eğitimiş Denizli Şube Başkanı Namık Kemal Aydoğan, “İhale bedelinin çok altından kalan promosyonu konusunda, MEM tarafından yeniden eğitim çalışanlarının hakkını koruyan bir ihale sürecini derhal hayata geçirmelidir” dedi. Eğitim çalışanlarının promosyon konusu arapsaçına döndü. Promosyon konusunda açıklama yapan Eğitimiş Denizli Şube Başkanı Namık Kemal Aydoğan, Milli Eğitim Müdürlüğüne konuyla ilgili gerekeni yapması çağrısında bulundu. Aydoğan’ın açıklaması şöyle: “2022 Mart ayında yürürlüğe giren 7760 lira promosyon ihale bedelinin beklentilerin çok altında olması ve enflasyon karşısında erimesi sonucu, Haziran ayından itibaren birçok sendika revizyon talebini İl Milli Eğitim Müdürlüğüne sözlü ve yazılı olarak iletmiştir. Sendikalardan gelen talepler sonunda 2022 Eylül ayında İl Milli Eğitim Müdürlüğünde sendika başkanlarının katıldığı toplantıda, ilgili bankanın revizyonu kabul etmediği öğrenilince en kısa sürede yeni bir ihalenin yapılması, sendika başkanlarınca talep edilmiştir. Ülke genelinde Ağustos-Eylül aylarında 40.000-50.000 lira düzeyinde yurt genelinde ihaleler yapıldığı bilinmektedir. Bugün ise bu rakamlar 15.000-18.000 lira seviyesine inmiştir. Buldan ilçemizde 18.000 liraya, Sarayköy ilçemizde 16.500 liraya ihale sonuçlanmıştır.İl milli Eğitim Müdürlüğünde 2 Mart 2023 Perşembe günü yapılan ihalede hiçbir banka ihale açılış bedeli olan 15.000 lirayı bile vermemiştir. Yapı Kredi Bankası hiçbir iyileştirme yapmayıp yalnızca ek yıl için 2600 lira teklif vermiş, Ziraat ve Vakıflar Bankası hiç teklif vermemiş, Halk Bankası cayma bedelinin bile altında 5.000 lira teklif vermiştir! Kamu bankaları ağız birliği etmişçesine ya teklif vermemiş ya da çalışanları adeta borçlu çıkaracak teklif sunmuştur. Bankalar 11.000 eğitim emekçisiyle adeta dalga geçmiştir. Aklımızla alay etmiştir. Bu ekonomik kaybın sorumlusu 6 aydan bu yana komisyonu toplayamayan, yani demiri tavında dövemeyen İl Milli Eğitim Müdürü Süleyman Ekici ve ihale komisyonudur. Yaklaşık 11.000 eğitim emekçisinin maaş, ek ders ve benzeri ödemelerinden milyonlar kazanan bankalar sadaka verir gibi teklifler sunmuştur. İl Milli Eğitim Müdürlüğü de bankaların eğitim çalışanlarını hor gören bu tavrına seyirci kalmıştır. Eğitim-iş süreci başından beri takip etmektedir. Okullarda, alanlarda her türlü eylem ve tepkileri göstererek eğitim emekçilerinin hakkını korumaktadır.   İl Milli Eğitim Müdürlüğü bu enkazı kaldırıp, eğitim çalışanların hakkını koruyan bir ihale sürecini derhal hayata geçirmelidir. Acilen talep ediyoruz”. Read the full article
0 notes
siirrehberi-blog · 8 years ago
Text
Kalmıştır
Murabba (Kalmıştır)
  Değişmez fen mi vardır müstakar eşyâ mı kalmıştır
Delili sâbit olmuş binde bir da’vâ mı kalmıştır
  Deme insâna ma’lûm olmadık ma’nâ mı kalmıştır
Eğer meçhûl ararsan her işin encâmı kalmıştır
  Memâtı görmedim ömrümde bir inkâr eder mezheb
Fenâdır bir fenâ dünyâdayız intâc-ı her matleb
  Firaak u haps ü nefyi kadr ü nâmûsumla gördüm hep
Cihânın bin belâsından bana pervâ mı…
View On WordPress
0 notes
secondhandhair-blog · 6 years ago
Text
Tanzimat Dönemi
Türk Edebiyatı 11.yüzyıldan itibaren İslamiyet’in kabul edilmesiyle birlikte Arap ve Fars edebiyatlarının etkisinde kalmıştır. Ancak 19.yüzyılın ortalarından itibaren yüzünü Batı’ya çeviren Osmanlı Devleti ile birlikte Avrupa edebiyatlarının etkisinde kalan gençlerin çalışmalarıyla Tanzimat Dönemi Edebiyatı başlamış olur. Tanzimat Edebiyatı’yla birlikte ilk özel gazeteler çıkarılmaya başlanmıştır. Gazetelerle birlikte Batı edebiyatlarından roman, hikaye, tiyatro, makale, deneme, köşe yazısı, eleştiri gibi türlerin de ilk örnekleri verilmiştir.
Tanzimat Dönemi Edebiyatı’nı kendi içinde ikiye ayırmamız mümkündür. Çünkü 1.Tanzimat Dönemi ile 2.Tanzimat Dönemi arasında edebi özellikler ve anlayış açısından önemli farklar bulunmaktadır. İlk dönemde halka yönelik edebiyat anlayışıyla birlikte sadece bir dil kullanma gayreti vardır. Ancak ikinci dönemde ülkenin siyasi ortamından dolayı sanatçılar bireysel konulara yönelmiş ve dilde sadeleşme çabaları terk edilmiştir. İkinci dönemde sanat sanat içindir anlayışıyla birlikte süslü ve ağır bir dil kullanılmıştır.
İlk dönem sanatçıları arasında Namık Kemal, İbrahim Şinasi, Ahmet Mithat Efendi ve Ziya Paşa gibi sanatçılar yer almaktadır. İkinci dönem sanatçıları arasında da Recaizade Mahmut Ekrem, Muallim Naci, Sami Paşazade Sezai ve Nabizade Nazım gibi önemli isimler yer almaktadır.
Tanzimat Dönemi, yeni bir edebiyat anlayışının temellerini oluşturmakla birlikte kendi içinde önemli yenilikler barındırmaktadır. Tanzimat Dönemi Edebiyatı hakkında daha detaylı bilgi edinmek için aşağıdaki bağlantıyı ziyaret edebilirsiniz.
https://www.edebiyatciyim.com/tanzimat-donemi/
0 notes
matysh13-blog · 8 years ago
Text
Sansür
 Bu makalede sansürün bir toplumu nasıl etkilediği ve olmadığı -ya da devletin yetki alanı içinde olmadığı- düşünüldüğünde ne gibi sonuçlar doğuracağı sorgulanmıştır. Dünyadan sansür örnekleri verilmiş ve yönetimlerin sansürü bir araç olarak nasıl kullandıklarından kısaca bahsedilmiştir. Yönetimlerin kendilerine evrensel ya da toplumsal ahlak kurallarını belirleme görevi atfetmeleri sonucu yasaklanmış eserler veya kendi meşruiyetlerini sağlamak amacıyla şeffaflıklarını ortaya koyabilecek kapasitedeki eleştirileri nasıl bertaraf ettikleri, tarihsel ve güncel örnekler ışığında incelenmiştir. Sansür olmadığı takdirde toplumların nasıl şekilleneceği merak konusu olmuş ve araştırma sorusu haline getirilmiştir. Araştırma sorusu yeterince net ve daha önce işlenmiş -cevaplanmış- bir konu olmadığından literatür taramasında ‘sansür tarihi’ veya ‘basında sansür’ gibi başlıklar çerçevesinde kavramsallaştırılmaya gidilmiştir. Literatür taraması ve rasyonalite ışığında, araştırma sonucu, muhtemel hipotezler ortaya çıkmıştır. Ampirik bir inceleme mümkün olamayacağı için, akıl yürüterek ve tarihsel örnekleri inceleyerek rasyonel çıkarımlar yapılmaya çalışılmıştır. Araştırma süresince, sansürün önemi vurgulanmış ve yanlış ellere geçtiğinde nasıl bir silah haline gelebileceğinden bahsedilmiştir. Yine araştırma sorusu ışığında, sansür olmasaydı, yani toplumların üzerine doğrultulmuş bir silah olmasaydı, sanat eserleri, politik eleştiriler, mizah ve basın-yayın organlarının tutumu ne kadar değişikliğe uğrardı, ya da demokrasi kavramı toplumlarda daha mı farklı yeşerirdi, bunun gibi sorular irdelenmiştir. Sansür Uygulamasının Ortadan Kalkması ya da Devlet Tekelinden Çıkarılması, Bir Toplumu Sosyolojik Açıdan Nasıl Etkileyecektir? Geçtiğimiz günlerde, özel bir kanalda akşam haberlerini izlerken sansür uygulamasının kendi içinde ne kadar tutarsızlaşabileceğini gözler önüne seren bir örnekle karşılaştım. Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarafından görevlendirilen Eskişehir valisinin kullandığı ‘adi’ ve ‘şerefsiz’ kelimeleri, devletin denetim mekanizmalarından biri olan RTÜK tarafından ceza alınmaması için sansürlendi. Bu olayın ardından aklıma bir soru geldi, sansür diye bir şey olmasaydı ne olurdu? Veya bu sansür uygulaması, devletin tekelinde olmasaydı, farklılıklara daha güzel yanıt verebilir miydi? Kavramsal olarak baktığımızda, ‘sansür’ -en basit tanımıyla- toplumun algısının devlet tarafından kontrol edilmesidir. Hükümetler ve onların sansür anlayışları değişebilir ancak bütünsel olarak insanlar tarafından yaratılan devletin, insanları kontrol etme geleneği her seferinde farklı bir kostümle gelmiş ve bu gelenek özünde hiç değişmemiştir. Bir televizyon dizisi, sinema, yiyecek-içecek-giyim reklamı, etkinlik ya da kitap bağlamında konuya baktığımızda, yüzlerce sansür örneğiyle karşılaşabiliriz. Burada üzerinde durulması gereken düşünce, devletin tesiri altında sansürlenen şeylerin, gerçekten içinde yaşayan vatandaşlar için kötü olup olmadığı ve devletin her zaman mutlak doğruyu düşünen insanlar tarafından yönetilen bir oluşum olup olmadığıdır. Septiklerin gözünden bu uygulamaya bakmaya kalkarsak, insanların çeşitli görüntülerden, seslerden ve yazılardan mahrum bırakılması, devletin bir şeyler sakladığına ya da insanların bazı konularda bilgi edinmesinin engellenmesine işarettir. İnsanlar gerçekten de kendilerine neyin yanlış neyin doğru olduğunu söyleyecek mekanizmalara ihtiyaç duyarlar mı? Buradan da görüyoruz ki devletin yöneticileri, farklılıkları ve tercihleri dikkate almak yerine, evrensel veya bölgesel olduğunu öne sürdükleri bir ahlak kuramına göre hareket ederek, insanların algılarını kontrol altında tutmakta ve onların, istenilen özelliklerde bireyler olmasını arzu etmektedirler. Düşünelim ki, bir anda sansür kavramı ortadan kalksın ya da devlet tarafından kontrolü mümkün olmasın. İnsanların tek tip bireyler olmaya yönlendirilmesi veya distopya romanlarındaki gibi algılarının belli kişilerin istek ve çıkarlarına göre programlanması hiçbir şekilde mümkün olmasın. Gerçekten o zaman ‘kötü, ahlaksız, olumsuz’ gibi önleme sıfatları olur muydu? Bir toplumun gerçek yapısı, sansür gibi müdahaleler olmadan otonom şekilde ortaya konulduğunda, bahsedilen toplumun sosyolojik yapısı nasıl olurdu? ‘Propagandanın amacı, bir grup insana, bir başka grup insanın, insan olduğunu unutturmaktır.’ Aldous Huxley’in bu sözüne bakarak şunu düşünebiliriz: Sansür de bir çeşit propagandadır. İnsanlara neyin yanlış olduğunu söylemeyi kendine görev edinen kimseler, başkalarının doğrularını kendi yanlışlarından daha küçük gördükleri için, kendi doğrularını başkalarının da doğruları yapmak isterler. Mutlak bir doğrunun olmadığını da işin içine katarsak, yazının başına dönüp aynı argümana bakmak gerekiyor: Sansür diye bir şey olmasaydı ya da bu uygulama devletin kontrolünde olmasaydı, mevcut toplumun sosyolojik yapısı nasıl bir değişikliğe uğrardı? Bilgiye ulaşmak ya da doğru bilginin ne olduğuna karar vermek tamamen bireylerin elinde olur muydu? “Hokkamı dilenci çanağı, kalemimi dilenci değneği yapmayacağım. Aç kalsam dahi besleme ve ısmarlama gazeteciliği benimsemeyeceğim.” Osmanlı döneminde gazetecilere uygulanan en ilginç sansür uygulamalarından birisi, gazeteciyi susturmak için, onu önemli devlet memurluklarına getirmektir. Girişte gazetecilik ahlakıyla ilgili sözüne yer verdiğim Namık Kemal hükümeti eleştiren yazılar yazdığı için bu ‘ceza’ya maruz kalmıştır. Bunun üzerine Namık Kemal, zararlı görüldüğü için sürülen ve bu şekilde ceza alan gazeteciler için, devletin çıkarlarına aykırı yazılar yazıp zararlı görülen kişilerin nasıl olup da devlet memurluğuna atandığını sormuştur. Magosa’ya sürülürken de, bir kişinin fikirlerinin ancak yeni fikirlerle yer değiştirebileceğini, baskı ve şiddet uygulayarak fikirlerin yok olmayacağını yazmıştır. Fransa imparatoru I. Napolyon, basının dizginlerini elinden kaçırırsa, üç aydan fazla iktidarda kalamayacağını söylemiştir. Bu söylem sansürün neden önemli olduğunu ve neden uygulandığını bir yönetici açısından net bir biçimde anlatmaktadır. [1] Yunan Yarımadası’nda köleliğe karşı olan Akhilleos’un, Euripides’in, Aristophanes’in kitapları sakıncalı görülmüş ve meydanlarda yakılmıştı. Aynı dönemde Bergama ve İskenderiye Kütüphanelerinde bulunan kitaplar toplatılmış, meydanlarda yakılarak yok edilmiştir. M.Ö. 220’li yıllarda Çin kralı Şih-Huang, halkın bilinçlenmesini engellemek amacıyla bilginlere baskı uyguluyor ve kitaplarını yasaklıyordu; var olan kitapları toplatarak meydanlarda yaktırıyordu. Yaktırılan kitaplar arasında Filozof Konfiçyüs’un kitapları da bulunuyordu. Roma İmparatoru Augustus, İmparatorun ve Kilise’nin düşüncesine aykırı gelen kitapları (Kütüphane ve kişilerde bulunan) toplatarak meydanlarda yaktırdı. Piskopos Theophilius’un öncülüğünde (M.S.391) İskenderiye’deki “Aeropeum” kütüphanesinde bulunan (o dönem İskenderiye Kütüphanelerinden 900.000 kitap bulunmaktadır.) kitaplar içinde felsefe, fizik, matematik gibi bilimsel içerikli kitaplar yaktırıldı. [2] Dünyada sansürün uygulama alanları ya da uygulanış biçimi açısından birçok farklı nokta görebiliriz ancak uygulanış nedeni konusunda her zaman mutabık olacağımız bir nokta varsa, o da, güçlünün, gücünü denetim altına almasıdır. İşin politik yanından şimdilik sıyrılıp ahlaki boyutunu değerlendirdiğimizde, sansürün uygulanma alanı -nasıl ki ulusal çıkar kavramı, aslında hükümetin çıkarıysa- genellikle o anda gücü ve denetleme mekanizmasını elinde bulunduranların inisiyatifindedir. Örneğin şiddet içeren klip, film, dizi gibi yapımlara sansür uygulanmazken pornografik içeriklere sansür uygulanması. Bahsedilen örneği geçtiğimiz günlerde yaşanan bir gelişmeyle, Evan Rachel Wood’un son filmindeki erotik içeriklerin sansürlenmesi ancak şiddet sahnelerine dokunulmamasına karşı yaptığı ‘kadın cinselliğinden korkan bir toplumun semptomu’ değerlendirmesiyle temellendirebiliriz. [3] Yaşadığım ülke olan Türkiye’nin hükümeti de basın sansürü konusunda oldukça despot eğilimler göstermiştir. Kültür-sanat ve politik eleştiri bir yana, insanların bilgi edinme hakkını engelleyecek şekilde ‘tedbirler’ alınması Hatay’ın Reyhanlı ilçesinde 11/05/2013 tarihinde meydana gelen patlamanın ardından ayyuka çıkmıştır. Reyhanlı Cumhuriyet Başsavcılığı’nın talebinin kabulüyle, basına yayın yapma yasağı getirilmiştir. CMK 153. Madde ve diğer maddeler gereğince, yazılı ve görsel basında ya da internette bu olayla ilgili yayın yapmak yasaklanmıştır. [4] Reyhanlı olayı başlı başına Türkiye’de basın özgürlüğü ve bilgi edinme hakkını sorgulamaya yetecek bir olaydır. Olaydan sonra Redhack adlı internet korsanlarının Jandarma İstihbarat Daire Başkanlığı’na ait gizli raporları yayınlaması, saldırının önceden bilindiğinin ortaya çıkması ve 11 Mayıs günü ilçede bulunan 73 adet MOBESE kamerasının çalışmıyor olması insanlarda şüphe uyandırmıştır. Basın yasağı nedeniyle bu olayın gazete manşetlerine yansımaması ve dolayısıyla yeterince insana ulaşamaması, hükümetin, içinde bulunduğumuz çağın ve yönetim şeklinin aksine, hiç de şeffaf olmadığını ve kendine ‘sorgulanamazlık’ atfedebileceğini göstermiştir. Olayın insanî boyutuna da bakacak olursak, bu yasak yüzünden yakınlarının başına bir şey gelip gelmediğinden emin olamayan, haber alamayan insanlar da vardır. Gramsci’ye bu noktada değinmekte fayda var. ‘Zor Araçları’nı elinde tutan grubun, belli bir süre geçtikten sonra, hegemonya ile ‘Rıza Araçları’na da sahip olmaya başladığını ve kendine, insanların haber alma hakkını dahi kısıtlayabilecek kadar güç atfettiğini söyleyebiliriz. Marksist bir bakışla da konuyu desteklemek gerekirse, haber alma, şeffaflık, bilgi gibi kavramlar tamamen önemsizleşmeye başlar ve artık yalnızca yönetenlerin yönetilenleri kontrol altında tutma gayesi ve yönetilenlerin kendilerini sistemin bir parçası gibi hissetmesi için ‘servis edilmiş’ kavramlar haline gelir. Sansürün politik boyutunun hiyerarşik bir çizgiyle aşağı doğru indiğini söyleyebiliriz. Örneğin üniversitelerde bildiri dağıtmanın yasak olması yahut etkinlik afişi, duyuru, ilan yapıştırırken belirli bir otoriteden izin alınması ya da ilkokullarda, liselerde belirli konuların, davranışların tabu olarak görülmesi, insanların tek bir fikir etrafında kümelendirilmesi, devletin diğer fikirlere ve kendi kontrolünde olmayan ‘diğer her şeye’ karşı bir sansürüdür. New York merkezli Gazetecileri Koruma Komitesi (CPJ-Comittee to Protect Journalists)’nin raporuna göre, dünyada tutuklu gazetecilerin en fazla olduğu ülke 49 gazeteci
0 notes