#melih aşık
Explore tagged Tumblr posts
Text
Genç kız Moda Atıfet sokakta kaldırım kenarında bir taşın üzerine oturmuş biraz ötesindeki karga yavrusunu gözlüyor... Bir fevkaladelik olduğu belli..
- Ne o, uçamıyor mu yoksa, diye soruyorum...
- Uçamıyor, diyor, annesi de ağacın tepesinde ben yaklaşınca üzerime doğru geliyor...
- Ne yapmayı düşünüyorsunuz?
- Kediler yaklaşınca onları kovalıyorum, diyor, başka ne yapabilirim...
Ertesi gün aynı yerden geçerken bu defa aynı yerde bir delikanlı var. Genç hanımı soruyorum. O yameğe gitti, diyor, nöbeti ben devraldım...
- Siz arkadaşı mısınız?
- Ben eşiyim...
- Öyle mi ne kadar gençsiniz?
- Biz de yeni evliyiz zaten...
Karganın uçamadığın görmüşler. Onu kedilerin insaf��na terkedip gitmeyi duyguları kaldırmamış. Onu korumaya almışlar.
Genç adam bir yandan benimle konuşurken bir yandan da yaklaşan kedileri kovalıyor... Gitmeyen olursa elindeki su tabancasıyla su sıkıyor.
- Gece ne yaptınız?
- Aldık onu eve götürdük bir kafese koyduk sabah yine buraya getirdik...
Genç adamın adı Efe Tuzcu... Eşinin adı İlkem Tuzcu... Efe İBB'de, İlkem ise Apple şirketinde çalışıyormuş. Hafta sonunu yavru karganın başında geçiriyorlar.
Üçüncü gün aynı yere gidiyorum. Tuzcu çifti yine olay yerinde.
- Nasıl durum?
- Bugün yatay olarak uçtu ama havalanamadı, diyor Efe...
- Acaba bir sakatlığı mı var?
- Öyle görünmüyor, sanırım bir iki güne kadar uçacak...
Eğer uçmazsa Efe yıllık iznini kullanarak karganın başında beklemeye devam edecekmiş...
Genç adam:
- Eğer bizi burada bir daha görmezseniz bilin ki yavru uçup gitmiştir, dedi gülerek...
Kolay gelsin deyip yanlarından ayrıldım...
Bir yavru karganın başında sabahtan akşama dek bekleyip sürekli kedileri kovalamak ve onun uçmasını beklemek... Bu zahmeti hiçbir karşılık ve beklenti olmaksızın sadece bir insani sorumluluk olarak üstlenmek... Ne yüce bir duygu... Ne derin sorumluluk...
Yavru karga bugün yarın uçup gidecek...
Geriye sadece iki genç insanın anlayabileceği ve sadece onların paylaşabileceği büyük bir mutluluk kalacak... Tarifsiz bir mutluluk...
Melih Aşık
56 notes
·
View notes
Text
Ben Orhan Veli
1914'te doğdum
1 yaşında kurbağadan korktum
2 yaşında gurbete çıktım
7'sinde mektebe başladım
9 yaşında okumaya
10 yaşında yazmaya merak saldım
13'te Oktay Rıfat'ı
16'da Melih Cevdet'i tanıdım
17 yaşında bara gittim
18'de rakıya başladım ve şarkı söylemesini çok sevdim
19'dan sonra avarelik devrim başlar
20 yaşından sonra para kazanmasını ve sefalet çekmesini öğrendim
25'te başımdan bir otomobil kazası geçti
Çok aşık oldum
Hiç evlenmedim
Ben Orhan Veli
Ben Orhan Veli
Saygıyla anıyorum..
16 notes
·
View notes
Text
EY ÖZGÜRLÜK / PAUL ELUARD
Fransız şair Paul Eluard bir kadına aşık olur. Kararlıdır, onun için bir şiir yazacaktır. Paris kafelerinde otururken cebinden çıkardığı kağıtlara hep o şiiri yazar. Uzun bir şiir olacaktır bu. Dörtlüklerden oluşacak ve şiirin son dizesinde o çok sevdiği kadının adı olacaktır.
Bu sırada Naziler Paris’i işgal eder. İkinci Dünya Savaşı yaşanmaktadır. Şiiri yazmaya devam eder ama bakar ki her yerde baskı, zulüm, işkence, tutuklamalar, sokaklarda şiddet gören, öldürülen insanlar.. Çok sevdiği ülkesi ve kenti işgal altındadır. Şiir biter ama son dizeye sevdiği kadının ismini yazmaya gitmez bir türlü eli. Çok ister ama yazamaz.. Onun yerine o sırada aşk’tan daha da tutkuyla istediği şeyi yazar: Özgürlük.
Bu şiirin M.C. Anday ve O. V. Kanık tarafından yapılmış çevirisi aşağıda.
Çok uzun yıllar sonra Zülfü Livaneli bu şiirden çok güzel bir şarkı yapar. “Ey Özgürlük” diye. Konserlerinde çok istenen, herkesin coşkuyla dinlediği bir şarkı.
LIBERTE / ÖZGÜRLÜK
Okul defterlerime
Sırama ağaçlara
Kumlar kar üstüne
Yazarım adını
Okunmuş yapraklara
Bembeyaz sayfalara
Taş, kan, kağıt veya kül
Yazarım adını
Yaldızlı tasvirlere
Toplara tüfeklere
Kralların tacına
Yazarım adını
Ormanlara ve çöle
Yuvalara çiğdeme
Çın çın çocuk sesime
Yazarım adını
En güzel gecelere
Günlerin ak ekmeğine
Nişanlı mevsimlere
Yazarım adını
Gök kırpıntılarıma
Güneş küfü havuza
Ay dirisi göllere
Yazarım adını
Tarlalara ve ufka
Kuşların kanadına
Gölge değirmenine
Yazarım adını
Fecrin her soluğuna
Denize vapurlara
Azgın dağın üstüne
Yazarım adını
Bulutun yosununa
Kasırganın terine
Tatsız kaba yağmura
Yazarım adını
Parlayan şekillere
Renklerin çanlarına
Fizik gerçek üstüne
Yazarım adını
Uyanmış patikaya
Serilip giden yola
Hınca hınç meydanlara
Yazarım adını
Yanan lamba üstüne
Sönen lamba üstüne
Birleşmiş evlerime
Yazarım adını
İki parça meyveye
Odama ve aynaya
Boş kabuk yatağıma
Yazarım adını
Obur köpekçiğime
Dimdik kulaklarına
Acemi pençesine
Yazarım adını
Kapımın eşiğine
Kabıma, kacağıma
İçimdeki aleve
Yazarım adını
Camların oyununa
Uyanık dudaklara
Sükutun ötesine
Yazarım adını
Yıkılmış evlerime
Sönmüş fenerlerime
Derdimin duvarına
Yazarım adını
Arzu duymaz yokluğa
Çırçıplak yalnızlığa
Ölüm basamağına
Yazarım adını
Geri gelen sağlığa
Kaybolan tehlikeye
Hatırasız ümide
Yazarım adını
Bir tek sözün şevkiyle
Dönüyorum hayata
Senin için doğmuşum
Seni haykırmaya
Özgürlük…
TÜRKÇESİ: Melih Cevdet Anday – Orhan Veli
4 notes
·
View notes
Text
ŞARKILARDA GİZLİYDİ ONLARIN BÜYÜK AŞKI..
Çiğdem Talu, Ercüment Ekrem Talu’nun torunu ve Recaizade Mahmut Ekrem’in torununun kızı. Edebiyatçı bir aileden geliyor yani. Filoloji eğitimi aldı, 17 yıl bir özel okulda İngilizce öğretmenliği yaptı.
Mutsuz bir evlilikten sonra, şarkı sözü yazarlığına başladı. Kader karşısına 24 yaşında bir kimya mühendisini çıkarmıştı: Melih Kibar. Kendisi o zaman 36 yaşındaydı.
Çiğdem şarkı sözü yazıyor, Melih beste yapıyordu. Sekiz sene beraber çalıştılar, 270 şarkı yaptılar. Melih’in ifadesiyle öyle görür görmez aşık olmadılar birbirlerine. Önce, ”İşte öyle bir şey,” derken ısındılar birbirlerine, sonra da
“Bende bu cehennem gibi yürek olmasa,
Bende deli rüzgâr gibi hasret olmasa,
Bir de cana can katan o sevdan olmasa,
Ah bu hayat çekilmez” diyerek sanki bir şeyler anlatmak istiyorlardı.
Birlikte gittikleri Sopot Festivalinde, artık her şey ayan beyandı. Ama Çiğdem korkuyordu. “Kocaman kadının çıtır sevgilisi var.” dedirtmek istemiyordu.
Sonra zoraki bir ayrılık… Melih yüksek lisans yapmak için Londra’ya gitti. Ama aşk aşktır. Çiğdem sevdiği adamı görebilmek için fırsat buldukça Londra’ya uçtu.
İki sevgili, 1976 sonunda İstanbul’da buluştular ve 1977’yi Tarabya’da bir restoranda birlikte karşıladılar. İlhan İrem ve Erol Evgin’in desteğiyle Melih Çiğdem'e dedi ki;
Çiğdem, Çiğdem, çiçeklerin en güzelisin sen
Bilmem ki bundan başka sana neler söylesem
Şarkılara can veren ilham meleğimizsin sen…
Ama aradaki yaş farkı hep duvar gibi durdu karşılarında. Dostça ayrıldılar, birleşmeden. Saray terbiyesiyle yetişmiş Çiğdem, bu farkı anlatamıyordu mantığına. Ama birlikte çalışmayı, birlikte üretmeyi sürdürdüler.
1980’lerin başında göğüs kanseri dediler Çiğdem’e. Geç konulmuş bir teşhisti. Çiğdem bu sefer Londra’ya tedavi için gidip geliyordu. Neşeli görünmeye çalışıyordu. Ama lanet bir hastalıktı bu. Bir türlü geri adım atmıyordu. Masraflar artmıştı.
Dostları bir araya geldi, Çiğdem’e destek için. “Çiğdem Talu’ya Selam” adıyla bir konser düzenlediler. O gece bütün dostları şarkı söyledi.
Ama 28 Mayıs 1983’te gazetelerde bir haber vardı: “Şarkılar Öksüz Kaldı.” Evet, şarkılar öksüz kalmıştı ve Çiğdem artık şarkılarıyla anılacaktı.
Çiğdem’in ölümünden sonra Melih kapkaranlık bir sessizliğe büründü. Artık eskisi gibi beste yapamıyordu. Son olarak geçti piyanosunun başına ve selam gönderdi Çiğdem’ine, “Sessiz Veda” şarkısıyla.
Ya, sonra mı? Melih de kansere yakalandı ve 7 Nisan 2005’te Çiğdem’ine kavuşmak için kapadı gözlerini. Tıpkı Çiğdem gibi, aynı arkadaşları aynı camiden, Bebek’ten sonsuzluğa uğurladı Melih’i
İşte, yaşanmış ama bitmemiş bir aşk hikayesi…
Seni düşündüm dün akşam yine.
Sonsuz bir umut doldu içime.
Bir de kendimi düşündüm sonra.
Bir garip duygu çöktü omzuma.
Hani ıssız bir yoldan geçerken,
Hani bir korku duyar da insan,
Hani bir şarkı söyler içinden,
İşte öyle bir şey.
Hani eski bir resme bakarken,
Hani yılları sayar da insan,
Hani gözleri dolar ya birden,
İşte öyle bir şey, işte öyle bir şey.
Seni düşündüm dün akşam yine.
Bir garip huzur doldu içime.
Bir de kendimi düşündüm sonra.
Bir garip duygu çöktü omzuma.
Hani yıldızlar yanıp sönerken,
Hani bir yıldız düşer de insan,
Hani bir telaş duyar da birden,
İşte öyle bir şey.
Hani yağmurlar yağar ya bazen,
Hani gök gürler ya arkasından,
Hani şimşekler çakar peşinden,
İşte öyle bir şey, işte öyle bir şey. 😔
alıntıdır
5 notes
·
View notes
Text
Özgür Aras evlendi!
https://pazaryerigundem.com/haber/205912/ozgur-aras-evlendi/ -
Özgür Aras evlendi!
Ünlü iletişim danışmanı Özgür Aras her yıl ayrı konseptlerde düzenlediği doğum gününü önceki akşam Mövenpick Hotel İstanbul Marmara Sea’de sanat, iş, cemiyet hayatının önde gelen isimlerinin katılımıyla düğün temasıyla kutladı.
İSTANBUL (İGFA) – Günlerdir sosyal medyada dönen “Özgür Aras evleniyor!” efsanesinin ünlü iletişimci Özgür Aras‘ın evlilik değil doğum günü konsepti olduğu ortaya çıktı.
Tüm konukların 70’ler, 80’ler, 90‘lar konseptinde giyinip düğüne gider gibi hazırlanıp geldiği doğum günü partisi renkli anlara sahne oldu. DJ Melih Jön’ün müzikleriyle eğlenen konuklar arasında İrem Derici, Berkay, Yonca Evcimik, Aleyna Tilki, Deniz Seki, Atiye, Armağan Çağlayan, Burcu Kıratlı, Pınar Soykan, Mela Bedel, Gökçe Kırgız, Yılmaz Taner, Aylin çetin Kaya, Gökçen & Murat Aşık, Gurur Aydağan, Şahnaz Çakıralp gibi isimler yer aldı.
İrem ve Melih gece’ye damga vurdu İrem Derici beyaz bir mini gelinlikle katılırken yakın zamanda aşk yaşadıklarını söylediği DJ Melih Jön bembeyaz bir smokinle geceye katılırken tüm sosyal medyada “Evlilik provası yapıyorlar, çok yakışmışlar” yorumları aldı.
Yoncimik duvaklı… Yonca Evcimik geceye beyaz tüylü uzun bir duvakla katıldı. 1994 yılında evlenen ve 1997 yılında boşanan Evcimik şu an hayatında kimse olmadığını söyledi.
Özgür Aras doğum günü ile ilgili “Anı biriktirmek istiyorum, hayalime ortak olan yanımda olan herkese teşekkür ediyorum”diye konuştu.
0 notes
Text
ŞARKILARDA GİZLİYDİ ONLARIN BÜYÜK AŞKI..
Çiğdem Talu, Ercüment Ekrem Talu’nun torunu ve Recaizade Mahmut Ekrem’in torununun kızı. Edebiyatçı bir aileden geliyor yani. Filoloji eğitimi aldı, 17 yıl bir özel okulda İngilizce öğretmenliği yaptı.
Mutsuz bir evlilikten sonra, şarkı sözü yazarlığına başladı. Kader karşısına 24 yaşında bir kimya mühendisini çıkarmıştı: Melih Kibar. Kendisi o zaman 36 yaşındaydı.
Çiğdem şarkı sözü yazıyor, Melih beste yapıyordu. Sekiz sene beraber çalıştılar, 270 şarkı yaptılar. Melih’in ifadesiyle öyle görür görmez aşık olmadılar birbirlerine. Önce, ”İşte öyle bir şey,” derken ısındılar birbirlerine, sonra da
“Bende bu cehennem gibi yürek olmasa,
Bende deli rüzgâr gibi hasret olmasa,
Bir de cana can katan o sevdan olmasa,
Ah bu hayat çekilmez” diyerek sanki bir şeyler anlatmak istiyorlardı.
Birlikte gittikleri Sopot Festivalinde, artık her şey ayan beyandı. Ama Çiğdem korkuyordu. “Kocaman kadının çıtır sevgilisi var.” dedirtmek istemiyordu.
Sonra zoraki bir ayrılık… Melih yüksek lisans yapmak için Londra’ya gitti. Ama aşk aşktır. Çiğdem sevdiği adamı görebilmek için fırsat buldukça Londra’ya uçtu.
İki sevgili, 1976 sonunda İstanbul’da buluştular ve 1977’yi Tarabya’da bir restoranda birlikte karşıladılar. İlhan İrem ve Erol Evgin’in desteğiyle Melih Çiğdem'e dedi ki;
Çiğdem, Çiğdem, çiçeklerin en güzelisin sen
Bilmem ki bundan başka sana neler söylesem
Şarkılara can veren ilham meleğimizsin sen…
Ama aradaki yaş farkı hep duvar gibi durdu karşılarında. Dostça ayrıldılar, birleşmeden. Saray terbiyesiyle yetişmiş Çiğdem, bu farkı anlatamıyordu mantığına. Ama birlikte çalışmayı, birlikte üretmeyi sürdürdüler.
1980’lerin başında göğüs kanseri dediler Çiğdem’e. Geç konulmuş bir teşhisti. Çiğdem bu sefer Londra’ya tedavi için gidip geliyordu. Neşeli görünmeye çalışıyordu. Ama lanet bir hastalıktı bu. Bir türlü geri adım atmıyordu. Masraflar artmıştı.
Dostları bir araya geldi, Çiğdem’e destek için. “Çiğdem Talu’ya Selam” adıyla bir konser düzenlediler. O gece bütün dostları şarkı söyledi.
Ama 28 Mayıs 1983’te gazetelerde bir haber vardı: “Şarkılar Öksüz Kaldı.” Evet, şarkılar öksüz kalmıştı ve Çiğdem artık şarkılarıyla anılacaktı.
Çiğdem’in ölümünden sonra Melih kapkaranlık bir sessizliğe büründü. Artık eskisi gibi beste yapamıyordu. Son olarak geçti piyanosunun başına ve selam gönderdi Çiğdem’ine, “Sessiz Veda” şarkısıyla.
Ya, sonra mı? Melih de kansere yakalandı ve 7 Nisan 2005’te Çiğdem’ine kavuşmak için kapadı gözlerini. Tıpkı Çiğdem gibi, aynı arkadaşları aynı camiden, Bebek’ten sonsuzluğa uğurladı Melih’i
İşte, yaşanmış ama bitmemiş bir aşk hikayesi…
Seni düşündüm dün akşam yine.
Sonsuz bir umut doldu içime.
Bir de kendimi düşündüm sonra.
Bir garip duygu çöktü omzuma.
Hani ıssız bir yoldan geçerken,
Hani bir korku duyar da insan,
Hani bir şarkı söyler içinden,
İşte öyle bir şey.
Hani eski bir resme bakarken,
Hani yılları sayar da insan,
Hani gözleri dolar ya birden,
İşte öyle bir şey, işte öyle bir şey.
Seni düşündüm dün akşam yine.
Bir garip huzur doldu içime.
Bir de kendimi düşündüm sonra.
Bir garip duygu çöktü omzuma.
Hani yıldızlar yanıp sönerken,
Hani bir yıldız düşer de insan,
Hani bir telaş duyar da birden,
İşte öyle bir şey.
Hani yağmurlar yağar ya bazen,
Hani gök gürler ya arkasından,
Hani şimşekler çakar peşinden,
İşte öyle bir şey, işte öyle bir şey.
Çiğdem Talu Melih Kibar
0 notes
Text
Kağıtları yaktık!
Türkiye’nin kağıdı yok. Kağıt üretmiyoruz. Çünkü fabrikaları yağmaladık. Nasıl mı? Bir örnek...
Giresun’daki AKSU Kağıt Fabrikasına 60 milyon lira değer biçilirken iktidar 2003 yılında bu kuruluşu 5 milyon liraya Milli Gazete’nin yan kuruluşu Milda’ya sattı...
Şirket fabrikayı işletemedi. Makinelerini 2010’da 11 milyon liraya hurdacıya okuttu.
2013 yılında hükümetin talimatı ile Giresun İl Özel İdaresi, SEKA Kâğıt Fabrikası’nın 684 dönümlük arazisini 68 milyon liraya Milda’dan satın aldı, TOKİ’ye verdi.. Toki arazi üzerine konut inşa etti.
Sonuçta Milda, 5 milyon liraya aldığı fabrikadan toplam 79 milyon lira gelir elde etmiş oldu. Ama fabrika yok oldu. Ülkenin temel direği olan diğer sanayi ve tarım kuruluşları benzer uygulamalarla yoklara karıştı. kendi kendimizi kurşunladık
YAYIN
Kitap piyasasında durum nedir? Uğur Mumcu Vakfı yöneticisi Özge Mumcu anlatıyor:
“Bugün tüm yayıncılar dolar veya euro’ya bağlı kağıt almak durumunda. Ödemeleri o günkü pariteye bağlı olarak yapmak durumundayız. Taksit yok. Ama kitapevlerinin aldıkları kitabın parasını bize ödemesi en erken 4 ayda mümkün oluyor.”
Yayıncıların beklediği bir çözüm var...
“İktidar kağıt üzerindeki vergileri kaldırmalı” diyorlar...
Seyyar Terbiye Sergisi
Cumhuriyet tarihini okurken kenarda kıyıda kalmış çok ilginç bilgilere raslıyoruz. Örneğin...
“Seyyar Terbiye Sergisi” diye bir şey duymuş muydunuz?
Biz duymamıştık... Neymiş Seyyar Terbiye Sergisi...
Üç vagonlu bir trendir bu...
Milli Eğitim Bakanlığı ve TCDD’nin beraber hazırladığı bu tren, 1930’larda Ankara, Kırıkkale, Yerköy, Fakılı, Kayseri, Şarkışla, Sivas, Zile, Amasya, Havza, Samsun gibi demiryolunun ulaştığı şehir ve kasabalarda belirli süre kalıyor... Bu vagonlarda eğitimdeki son yenilikler, halk sağlığına ilişkin faydalı bilgiler sergileniyor. Eğitim cihazları, beden sağlık bilgisine ait filmler, afişler, kitaplardan oluşan ekipman ile bir doktor, bir maarif müfettişi de bulunuyor. Cumhuriyet hükümetleri halkı eğitmek için böyle projeler uyguluyor. Saf ama iyi niyetli, yaratıcı projeler...
Balıkçı
Kim ne derse desin siyasi davetlilere her zaman saygılı davranmışızdır.
Bu yolda ne kadar ileri gittiğimizi rahmetli Gazeteci Çetin Özbayrak Gündüz Vassaf’a anlatmış... O da “Türkiye Sen Kimsin” adlı kitabında (S.254) bize aktarıyor:
“Zamanın Finlandiya Cumhurbaşkanı Kekkonen Türkiye’ye resmi bir ziyarette bulunuyor. Çankaya’da görüşmeler bittikten sonra birkaç gün de İstanbul’da ağırlanıyor. Konuk Cumhurbaşkanı’nın zevklerinden biri balık tutmak... Yılların balıkçısı Boğaz’da balığa çıkıyor. Devlet yabancı konuğunu mahcup etmemek için Deniz Kuvvetlerine bağlı balık adamlar aracılığıyla harekete geçiyor. Kekkonen’in suların derinliklerine sarkan oltasının ucundan birkaç kez çektirilip ucuna canlı balık takılıyor...”
Sahi mi bu yoksa şaka mı, diyecekseniz... Onu Gündüz Vassaf’a soracaksınız...
ARABİK
İstanbul’da bir Arap turist bolluğu göze çarpıyor. Esnaf bu durumdan memnun. Çünkü döviz geliyor. Kimi kesimler ise Arapları maalesef sevmiyor. Oysa Arapların kimseye zararı yok,kimseye sataşmıyor, olay çıkarmıyorlar. Tatlıcılara çok düşkünler. Büyükada’yı seviyorlar.Ancak denize girmiyor, öğle vakti ada turunu bitirip geri dönüyorlar. Bir twitter mesajı gözümüze çarpıyor:
“Nereye gitsem çok miktarda Arapla karşılaşıyorum. Müzeler hariç. Müzelere hiç uğramıyorlar.”
Bu arada çok miktarda gayrimenkul ve şirket satın alıyorlar. Bazılarımız Arapların gelecek yıllarda bizi azınlıkta bırakacağından kuşkulu!
24 notes
·
View notes
Text
"Faiz Lobisi" Tanımının Kökeni
Faiz Lobisi Deyiminin Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Danışmanlarının “Interest Lobby” İfadesini Yanlış Çevirisi ile 2013 Yılında Gezi Protestoları Döneminde Oluştuğu İddiası Doğru Değil “Dış güçler”, “karanlık mihraklar”, “kriz lobisi”, “üst akıl”, “paradigma” gibi ifadelerin yanı sıra “faiz lobisi” de son yılların anahtar sözcüklerinden. Bugünün konusu, “çıkar grubu” anlamına gelen İngilizce…
View On WordPress
0 notes
Text
BEN ORHAN VELİ
Ben Orhan Veli
1914'te doğdum
1 yaşında kurbağadan korktum
2 yaşında gurbete çıktım
7'sinde mektebe başladım
9 yaşında okumaya
10 yaşında yazmaya merak saldım
13'te Oktay Rıfat'ı
16'da Melih Cevdet'i tanıdım
17 yaşında bara gittim
18'de rakıya başladım ve şarkı söylemesini çok sevdim
19'dan sonra avarelik devrim başlar
20 yaşından sonra para kazanmasını ve sefalet çekmesini öğrendim
25'te başımdan bir otomobil kazası geçti
Çok aşık oldum
Hiç evlenmedim
Ben Orhan Veli
Yazık oldu Süleyman Efendi'ye mısra-i meşhurunun yazarı
Duydum ki merak ediyormuşsunuz hususi hayatımı
Anlatayım
Evvela adamım yani sirk hayvanı filan değilim
Burnum var kulağım var pek biçimli olmamakla beraber
Bir evde otururum
Bir işte çalışırım
Ne başımda bulut gezdiririm
Ne sırtımda mühr-ü nübüvvet
Ne İngiliz kralı kadar mütevazıyım
Ne de Celâl Bayar'ın ahır uşağı gibi aristokrat
Ispanağı çok severim
Puf böreğine hele biterim
Malda mülkte gözüm yoktur
Vallahi yoktur
Oktay Rıfat'la Melih Cevdet'tir en yakın arkadaşlarım
Bir de sevgilim vardır pek muteber
İsmini söyleyemem
Edebiyat tarihçisi bulsun
Ehemmiyetsiz şeylerle de uğraşırım
Meşgul olmadığım ehemmiyetsiz
Sadece yazarlar arasındadır
Ne bileyim belki daha bin bir huyum vardır
Ama ne lüzum var hepsini sıralamaya
Onlar da bunlara benzer..
#kaftanheceler ✒️📚☕🍂
17 notes
·
View notes
Note
Netice
Niçin senelerce bütün kuşlara
Mavi denize ve mavi göğe
Hep şiir yazmak için baktım?
Hâlâ hatırlıyorum o günü
Uzun bir hastalıktan kalkmıştım
Yalnız ilk bakışımda camdan
Deniz denizdi, bir defaya mahsus...
Yarım metreyi aşan bu kol
Nasıl tutar gemi direklerini uzaktaki
Ve güzelim çakılları derinliklerde...
Kuş her isteyene türküsünü söyler
Ağaç şairin gidemeyeceği yerde
Gök onu sevenlere kaçmış...
Melih Cevdet Anday
gününün güzel geçmesi dileğiyle 🌼
Beni böyle kendinize aşık edeceğinizi sanıyorsanız doğru sanıyorsunuz Melo hanım 💖 günün benimkinden kırk kat güzel geçsin 🌠
5 notes
·
View notes
Text
Ben Orhan Veli
1914'te doğdum.
1 yaşında kurbağadan korktum.
2 yaşımda gurbete çıktım.
Yedisinde mektebe başladım.
9 yaşında okumaya, 10 yaşında yazmaya merak saldım.
13'te Oktay Rifat'ı, 16'da Melih Cevdet'i tanıdım.
17 yaşında bara gittim.
18'de rakıya başladım.
19'dan sonra avarelik devrim başlar.
20 yaşından sonra da para kazanmasını ve sefalet çekmesini öğrendim.
25'te başımdan bir otomobil kazası geçti.
Çok aşık oldum, hiç evlenmedim..
17 notes
·
View notes
Text
Onur ve Zeynep’in karanlığına
Ege ve İzmir’in ışıklarına
Melih ve Eylül’ün karanlığa kibrit yakışına
Efe ve Mine’nin notalarına
Bora ve Nehir’in soy adına
Cihan ve Deniz’in motosikletine
Enes ve Nefes’in asansörüne
Yazıyorum bu satırları başka kitaplardan da çiftleri ekliyerek de yazabilirdim bu satırları ama Beyza Alkoç’un kitaplarından sonra öğrendim kitap sevgimi ve zevkimi. Daha önümde bir sürü okuyacağım kitaplarım, yazacak satırlarım var. Bu karakterler gibisini bulamazsınız başka kitaplarda.
Bazılarının sevdiği kişi ilham oldu notalarına. Bazılarının sevdiği kişi ile buluşma alanı ilham oldu kafesine. Bazılarının hediye ettikleri şeyler ilham oldu çocuklarının adlarına. Bazılarının aşkı ilham oldu ışıklarına. Bazılarının yarış alanı ilham oldu aşklarına. Bazıları aşkları ile anladı soyadının önemini. Bazıları ise bilirsiniz beklenmedik bir yerde tanıştılar, birbirlerini kurtardılar, birbirlerini benzerlikleri ile anladılar, birbirlerini sakinleştirdiler. Bazıları ise bu aşklara şahit olarak bu aşklara aşık oldular. Hayatta çok “bazılar” olacaktır. Belkide bu saydıklarımdansınızdır. Kim bilir? Hayatın çok süprizi var. Mine’nin kaçırdığı 3652 günbatımı gibi kaçırmayın sizde bu hayatı. Her ne kadar kötü zamanlardan da geçseniz şunu anlayın; Zor zamanlarınız, kötü zamanlarınız habercisidir aslında iyi ve süpriz zamanların..
2 notes
·
View notes
Text
ŞARKILARDA GİZLİYDİ ONLARIN BÜYÜK AŞKI!
Kadın 12 yaş büyüktü erkekten.
“Bana mısın?” demediler.
Aşklarını dolu dolu yaşadılar.
Tam “sekiz yıl, üç gün” süren emsalsiz bir hayat ortaklığını, Azrail’in “The End” dediği güne kadar.
Hazin bir ayrılığın / bitişin sembolü gibi.
Bu aleme “Hediyemiz olsun” diye sundular
7 Nisan 2005.
Hikayedeki erkeğin 15’inci ölüm yıl dönümü…
Büyük aşkının bu dünyaya veda edişi ise,
neredeyse 37 yıl oldu.
Masal gibi bir aşk yaşadılar.Duyanlar inanmadı.Tanık olanlar ise, o hazin aşkın bitişine sadece,gözyaşları ile eşlik ettiler.
Genç kadın, İstanbullu aristokrat bir ailenin kızıydı.
İsviçre’de filoloji eğitimi görmüştü.Özel bir lisede İngilizce öğretmeniydi.
O tarihe kadar, bırakın şarkı sözünü, iki satır şiir bile yazmamıştı.
Genç adam, çocukluğundan beri müziğe tutkundu ama Konservatuvar yerine kimya mühendisi olmayı tercih etmişti.
Kendisini “Notaların Efendisi” gibi hissediyordu.
Haksız da değildi aslında,daha o yaşta,
1975 Eurovision Şarkı Yarışması’nın sinyal müziği “Çoban Yıldızı”nı besteleyerek,
şöhrete giden yolun kapısını aralamıştı.
Esmer güzeli naif İngilizce öğretmeni ile Kimyacı bestekar, ilk kez bir davette karşılaştılar.
Ve...
“İşte Öyle Bir Şey…” dedirten,bir sevda masalının kahramanları oluverdiler.Sonra bir daha hiç ayrılmadılar.
Ruhların ve kalplerin valsi başlamıştı.
Ve, o sırada takvimler 1975 yılının serin bir sonbahar akşamını işaret ediyordu.
O günden sonra,içtikleri su ayrı gitmedi.
Aslında dünyaları apayrıydı ama, Müzik onları hep bir çizgide birleştiriyordu.
Artık, dünya onlara “dar” geliyordu.
Genç kadın şarkı sözü yazıyor, Kimyacı sevgilisi onları sihirli notalar eşliğinde unutulmazlar arasına yerleştiriyordu.
Türk Pop Müziği’nin, hala ölümsüz eserleri arasında yer alan
“İşte Öyle Bir Şey”,
“Sevdan Olmasa”,
“Bir de Bana Sor” gibi…
Dillerden düşmeyen şarkılara birlikte imza attılar.
Büyük aşkın bestekarı,
“Hababam Sınıfı” filmine yaptığı müzikle,
“Altın Portakal” ödülünün sahibi oldu.
Türkiye’nin ünlü sesleri için yaptıkları şarkılar
sanki onların aşkını anlatıyordu.“Bende bu cehennem gibi yürek olmasa,
Bende deli rüzgar gibi hasret olmasa,
Bir de cana can katan o sevdan olmasa,
Ah, bu hayat çekilmez…"
Erol Evgin’in seslendirdiği o şarkı
bir kor ateş gibi düştü sevenlerin yüreğine.
43 yıl önce altın plak aldı; o tarihte milyon sattı.
Aralarındaki “derin yaş farkı”na karşın
Türkiye, onları birbirine çok yakıştırdı.
Mümkün olduğunca gözlerden uzak yaşadılar aşklarını.
Ne var ki…
“Koca kadının gencecik çıtır sevgilisi var!” yakıştırması bir “leke” gibi üstlerine yapışır kalır diye çok korktular.
Birlikte gittikleri Polonya’daki Spot Müzik Festivali’nden sonra radikal bir karar verdiler.
“Aşkımızı, bundan söyle kimselerden saklayıp, gizlemeyeceğiz.”
O günlerde, film gibi bir olay geçer başlarından
Kimya mühendisi, yüksek lisans için İngiltere’ye uçar.
Yolculukta müthiş bir fırtınaya yakalanır, ölümden döner.
O heyecanla bir beste yapar ve sevgilisine yollar.
İngilizce öğretmeni, sevdiği adamı korkutan fırtınadan habersizdir.
Hissettiklerini binlerce kilometre öteden satırlara döker.“İşte o an bir fırtına kopar.
Sanki o an yer yerinden oynar
Hoyrat bir rüzgar eserken
Sallanan gemi misali
Sallanır durur içimde dünya…”
Artık, aşk aşktır ve aşk...
Dolu dolu yaşanmaya başlamıştır.
Sonra?Sonra fena halde korktular.Ya bu aşkı Türkiye kabullenmezse?Nitekim, korkuları ağır bastı.Aşklarını kalplerine gömerler ve
saygın bir şekilde bu sevda masalını bitirmeye karar verirler.
Ne var ki,dudaklardan dökülen “inkar sözcükleri”ne karşın, gözlerin yalan söyleyemediği bir kez daha kanıtlanıyordu.
Sadece “iş arkadaşı” olmaya / kalmaya yemin ettiler.
Ve, kader ağlarını örmeye başladı.
İngilizce öğretmeni göğüs kanserine yakalandı.
Tedavi için İngiltere’ye gidip, gelmeye başladı.
O melun hastalığı yenmeye yemin etmişti.
Neşeli görünmeye çalışıyordu ama, aslında
uçsuz, bucaksız derin bir hüzün yaşadığı,
“Koca Çınar” şarkısının sözlerinde kendini belli ediyordu: “Serde delikanlılık, gençlik var koca çınar.
Sevda var, sen sevdanı çiğneyip geçer misin?
Öte yanda gurur var, ölesiye gurur var
Seni unutanları
Sen olsan sever misin?”
*O İngilizce öğretmeni
Unutulmaz aşk şarkılarının söz yazarı Çiğdem Talu’ydu.
28 Mayıs 1983’te o güzel şarkıları öksüz bırakıp, bu dünyaya ve deli gibi aşık olduğu genç sevgilisine veda ederek bu dünyadan göçtü, gitti.
O, milyonların ezberine giren şarkı sözlerine
besteleri ile can veren kimya mühendisi ise
Sihirli notaların yaratıcısı Melih Kibar’dı.
Büyük aşkını kaybettikten sonra, her şeyden elini eteğini çekti.
Müziğe bile kahretti.
O’na da 2000’li yıllarda cilt kanseri teşhisi koydular.
15 yıl önce,7 Nisan 2005’te hayata veda etti.
*Çiğdem Talu ile Melih Kibar’ın “imkansız” aşkı
sekiz yıl, üç gün sürdü.
O zaman diliminde 250’dan fazla şarkıya birlikte imza attılar.
Bunca yıldan sonra bile geriye,dinlerken hepimizin kalplerini “pır pır” ettiren emsalsiz aşk şarkılarını bıraktılar.
Çiğdem Talu ve Melih Kibar,eşi, benzerine az rastlanan ölümsüz bir aşkı yarattıkları şarkılarda yaşadılar ve hissettiklerini Türkiye’ye de yaşattılar.
Şimdi, sizin başınıza gelse, sevdiğinize yaşatabilir misiniz böyle bir sevda masalını.
Son söz: “Her şey seninle güzel; olmayacak düşlerin peşinde koşmak bile…"
9 notes
·
View notes
Audio
“..bir de sevgilim vardır, pek muteber; ismini söyleyemem, edebiyat tarihçisi bulsun.”
Ben Orhan Veli 1914'te doğdum. 1 yaşında kurbağadan korktum. 2 yaşında gurbete çıktım. 7'sinde mektebe başladım 9 yaşında okumaya, 10 yaşında yazmaya merak sardım. 13'te Oktay Rıfat'ı, 16'da Melih Cevdet'i tanıdım. 17 yaşında bara gittim. 18'de rakıya başladım ve şarkı söylemesini çok sevdim. 19 yaşından sonra avarelik devrim başlar. 20 yaşından sonra da para kazanmasını ve sefalet çekmesini öğrendim. 25'te başımdan bir otomobil kazası geçti. Çok aşık oldum, hiç evlenmedim. Ben Orhan Veli..
Ben Orhan Veli, “Yazık oldu Süleyman Efendiye” Mısra-i meşhurunun mübdii... Duydum ki merak ediyormuşsunuz Hususi hayatımı, Anlatayım: Evvelâ adamım, yani Sirk hayvanı falan değilim. Burnum var, kulağım var, Pek biçimli olmamakla beraber.
Bir evde otururum, Bir işte çalışırım. Ne başımda bulut gezdiririm, Ne sırtımda mührü-ü nübüvvet. Ne İngiliz kıralı kadar Mütevazııyım Ne de Celal Bayar’ın Sabık ahır uşağı gibi aristokrat. Ispanağı çok severim. Puf böreğine hele Biterim. Malda mülkte gözüm yoktur. Vallahi yoktur.
Oktay Rıfat’la Melih Cevdet’tir En yakın arkadaşlarım. Bir de sevgilim vardır, pek muteber; İsmini söyleyemem, Edebiyat tarihçisi bulsun. Ehemmiyetsiz şeylerle de uğraşırım, Meşgul olmadığım ‘ehemmiyetsiz’ Sadece üdeba arasındadır. Ne bileyim, Belki daha bin bir huyum vardır... Amma ne lüzum var Hepsini sıralamaya? Onlarda bunlara benzer.
Orhan Veli Kanık, Ben Orhan Veli / Müşfik Kenter'li geceler ...
77 notes
·
View notes
Text
Hayal eden değil, gerçekleştiren!
Rakip Napoli... Dakikalar 9... Rakibin en süratli oyuncusu ceza alanına giriyor... Kırmızı kart ve penaltı riski yüzde 90... O an yapılacak tek bir doğru var ve Merih Demiral o doğruyu yapıyor! Mertens'in ayağına kayıp, tere yağından kıl çeker gibi topu alarak pozisyonu engelliyor. O anı sadece Merih biliyor... Neler yapabileceğini ve daha önemlisi neler yaptığını!
youtube
1998 yılında Kocaeli- Karamürsel'de doğan Merih Demiral, her çocuk gibi sokakta tanıştığı futbola aşık olur. İnşaatlarda kalıp işçisi olarak çalışan babası Burhan Demiral, yaşıtlarına göre fiziği daha iyi olan Merih'i Karamürsel İdman Yurdu'nun futbol okuluna yazdırır. 9 yaşında girdiği Karamürsel altyapısında 4 sene oynadıktan sonra o dönemki hocası Hasan Özeren'le birlikte Fenerbahçe tesislerinin yolunu tutar...
Fenerbahçe'de altyapı hocaları, birlikte geldiği Onur Kaçar'ı beğeniyor ancak Merih'i yetersiz bulurlar. Karamürsel'e dönen Merih 45 günlük özel bir idman yapar ve yeniden denemelere katılır. Bu sefer olmuştur: Merih Demiral, 13 yaşında Fenerbahçe'nin kapısından içeri girer.
Ancak mutluluğu kısa sürer genç Merih'in... 28 Aralık 2012 tarihinde, talihsiz bir trafik kazasında canından çok sevdiği annesini kaybeder. Babası, abisi, Fenerbahçe'deki takım arkadaşları ve hocaları ne kadar uğraşsalar da dindiremezler acısını... Bugünleri en çok annesinin görmesini ister Merih... Juventus formasının sırtında taşıdığı 28 numara da annesinin anısı içindir...
Annesini kaybettikten sonra kendisini tamamen futbola veren Merih, Fenerbahçe'nin ve milli takımın tüm alt yaş kategorilerinde oynar. Vitor Pereira döneminde, henüz 17 yaşındayken A takım kadrosuna alınır. Pereira da Terraneo da, U21 hocası Hasan Kemal Özdemir de Merih'in mutlaka oynaması gerektiğini söyler ancak 'futbol' başka bir şeydir artık... Fenerbahçe yönetimi, Türkiye Kupası'ndaki Antalyaspor maçı öncesi asgari ücret maaşla bir sözleşme önerir. 4 arkadaşı teklifi kabul eder ancak Merih 'hayır' der!
Küçük yaştan itibaren hayalini kurduğu takımın sunduğu teklife 'hayır' demek kolay değildir... Birkaç gün sonra, hala telefonunda duran ve Abdullah Avcı'dan gelen 'Seni Başakşehir'e transfer edelim' mesajına da 'hayır' demek zordur... Ama Merih küçük yaştan itibaren başka hayal daha kurmaktadır; Avrupa'da futbol oynamak. Oynayacaktır da... Çünkü 2012 yılında Twitter'a yazdığı gibi: "Tarih hayal edenleri değil, gerçekleştirenleri yazar.."
Karamürsel'den çocukluk arkadaşı olan menajeri Cenk Melih Yazıcı ve yine Karamürsel'de yetişen, hatta Merih gibi Karamürsel altyapısında oynayan kişisel antrenörü Tayfun Kıy'la birlikte, daha 16 yaşında çizmiştir rotasını... 2015/16 sezonunu sonunda da bedelsiz olarak Alcanenense'ye gider... Bu tercih tesadüf değildir. Hem Tayfun Kıy daha önce bu kulüpte çalışmış ve iyi ilişkiler kurmuştur hem de kendisi gibi Karamürsel'den Fenerbahçe'ye gelmiş olan sol bek Bahadır Çiloğlu, 2016'nın Şubat ayında Alcanenese'ye transfer olmuştur. Bahadır birkaç yıl sonra Türkiye'ye döner ama Merih için bambaşka bir hikaye başlamıştır...
Portekiz'in 3. Lig takımı olan Alcanense'de ilk günleri zor geçer. Ne dillerini bilir, ne yemekleri alışık olduğu gibidir... Evde çok iyi yaptığı kuru fasulye pilavı özler ama pes etmez. En sevdiği film olan Cesur Yürek'i izleyerek motive olur. Bir de hayallerine kavuşunca ne kadar mutlu olacağını bildiği annesini düşünerek... Bu motivasyonu, başarı merdivenlerinden bir adım daha yukarı çıkmasını sağlar ve 6 ay sonra, Portekiz'in en ünlü futbol akademilerinden Sporting'e transfer olur. Bu transfer akademi scoutlarının hazırladığı ve A takım teknik direktörü Jorge Jesus'un imzaladığı bir raporla gerçekleşmiştir.
Sporting U19 takımıyla 1 sezon oynayan Merih, 20 yıllık şampiyonluk hasretine son veren kadroda yer alır ancak A takıma yükseldiğinde 4. stoper olacağını öğrenir. Bu yaşta yedek kulübesinde beklemektense oynayabileceği bir takıma gitmek ister ve kendisine talip olan Alanyaspor'a 'evet' der. Alanya'da da sadece futbola odaklanan ve Süper Lig'e damga vuran bir yarım sezon geçiren Merih, son 7 maçta 4 gol yiyen savunmanın en önemli oyuncusu olur. Bu performansı İtalya'da, Sassuolo'da yankılanır ve Çizme'nin yolunu tutar.
Sassuolo sonrası, hikayenin girişinde anlattığımız Napoli maçı ve Mertens'ten çaldığı topla başlar... Herkesin 'çok konuşup az iş yaptığı' günümüz futbolunda Merih, 'az konuşup çok iş yapar'. Saçıyla, sakalıyla, kıyafetlerle ya da arabalarla değil, futboluyla ilgilenir sadece. Evden idmana, idmandan eve bir hayat yaşar. Beslenmesine, uykusuna, bireysel çalışmalarına dikkat eder ve nihayetinde 2019 yılının yaz ayında 15 milyon Euro karşılığında Juventus'a transfer olur. Yıllardır verdiği mücadele, döktüğü gözyaşı, alın teri sonunda karşılığını bulur. İtalyanların dediği gibi: Roma, bir günde kurulmamıştır...
Merih'in yeni evi artık Juventus... Kısa sürede herkesle arkadaş olan genç futbolcu özellikle Cristiano Ronaldo ile çok iyi anlaşır. Kendisi gibi Sporting altyapısında oynayan Merih'e özel ilgi gösteren Ronaldo, Portekizce de konuşabilen genç stoperi yanından ayırmaz. Küçük yaşta babasını kaybeden Ronaldo, aynı yaşlarda anne acısı yaşayan Merih'i en iyi anlayanlardan... Bu yüzden kendisine benzettiği Merih'in Juventus'a adapte olması için elinden geleni yapar.
Merih, her zamanki gibi canını dişine takarak çalışıyor ve kendi futbolunu oynamak için yeni sezonu bekliyor. Çünkü biliyor ki başarılı olursa herkesten çok annesi mutlu olacak... Merih'in de bu hayattaki en büyük amacı, annesini mutlu etmek...
27 notes
·
View notes
Text
ZAFER BAYRAMI
Büyük Taarruz’dan sonra Yunan orduları İzmir’e kadar takip edildi. 9 Eylül 1922’de İzmir’in kurtarılmasıyla topraklarımız Yunan işgalinden temizlenmiş oldu. Türkiye, Birinci Dünya Savaşının yenik devletleri arasında olup da esarete boyun eğmeyen ve istiklalini tekrar kazanan tek devlettir.
Türkiye’nin batısı üç yıl Yunan işgali altında kaldı. Köyler, kasabalar, şehirler yakıldı, yıkıldı. Yunanlılar özellikle çekilirken görülmemiş zulme başvurdular.
Büyük Zafer’den sonra Ege’yi gezen Falih Rıfkı Atay’a Uşak’ta anlatılanları dinleyelim:
“Hepimiz evlerimize kapandıktı... Yunanlılar birkaç dinsiz bulmuşlar. Bu herifler birkaç defa ‘Dışarı çıkın, bizimkiler geldi’ diye bağırdılar. Hepimiz sokaklara döküldük. Yunanlılar : ‘Demek Türkler geldiği vakit böyle sevineceksiniz’ diye çoluk çocuk ellerine kimi geçirdilerse süngülediler, bacaklarından tutup ateşe attılar”
Çekirdek bağımlılığı!
Son günlerde ABD’ye tepki olarak kıralım, sigaraları almayalım gibi boykot öneriler yapılıyor. Faydası var mı?
Okurumuz yazıyor:
“Amerika’dan ithal ürünler hayatımıza öyle bir girmiş ki. Marketlerin çoğunda satılan milli yiyeceğimiz kuru fasulye, nohut, pirinç bile Amerika’dan ithal. Hele öyle bir ürün gördüm ki “Pes artık” dedirtti.
Ankara’da “Altunbilekler” isimli bir süpermarket var.
Orada paketlenmiş “Dakota” marka ay çekirdekleri dikkatimi çekti. Çocukluk dönemlerinde heyecanla seyrettiğimiz kovboy filmlerinde Dakota çok sık geçerdi. İsmini görünce menşeine baktım. Yanılmamışım; Amerika’dan ithal.
Trakya’nın her yeri, Anadolu’nun pek çok yeri sapsarı ay çiçeği tarlalarıyla doluydu. Onları da mı bitirdik?
SANDIK
CHP Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu geçenlerde Hürriyet’e verdiği röportajın bir yerinde önemli bir bilgi verdi:
“Bizim ve sivil toplum örgütlerinin temsilci gönderemediği sandık sayısı 9429… “
Geçen yıl referandumda CHP 9300 sandıkta temsilci bulunduramamıştı. Bu yüzden çok eleştirildi.Bu defa her türlü tedbiri alacaktı. Ama bu defa daha da fazla sandıkta üye ve gözlemci bulunduramamış...
Başta Onur Öymen birçok CHP’li Kılıçdaroğlu’na gözlemci bulundurulmayan sandıkların numaralarını soruyor. Ki bu sandıklara atılan oylara bakarak bir analiz yapabilsinler. Kılıçdaroğlu bu bilgiyi de vermiyor.
Adeta seçim kazanmaya korkuyor...
TRAJİK
Bayram trafiğinde şehit sayısı değişmiyor.. Onca bölünmüş yol, viyadük, köprü vs. yapıldığı halde bu bayramda da ölü sayısı 150’yi geçti. Yaralı sayısı 500’ün üzerinde. Onların önemli bölümü de ömür boyu sakat kalacak...
Trafik canavarını neden yenemiyoruz?
- Çünkü araç kullanmasını bilmiyoruz, üstelik bilmediğimizi de bilmiyoruz...
- Bilime değil kadere ve ecele inanıyoruz.
- Kurallara uymamayı marifet sanıyoruz.
- Mekanik akıl sahibi değiliz.
Gazeteler ölüm haberlerini “kaza” diye veriyor.
Oysa tamamına yakını “kural ihlali”...
Daha da özetle; cehalet...
İŞ
Siyasal Bilgiler Fakültesinin efsane hocalarından Seha Meray demiş ki:
“Biz Türkler kendimizi çok ciddiye alırız ama yaptığımız işi ciddiye almayız...”
Oysa tam tersinin olması gerekmez miydi?
2 notes
·
View notes