#kokuşmuşluk
Explore tagged Tumblr posts
Text
Her yerde kokuşmuşluk hat safhada… yazıklar olsun…
35 notes
·
View notes
Text
Öyle bir depremdi ki ölen kurtuldu, kurtulan ölmekten beter oldu. #deprem #HataydaSuYok
Hataya görevli giden enmniyet müdürü depremzelere gelen yardımları çalıyor ve birlikte çalıştığı arkadaşları tarafından ihbar ediliyor. Hakkında yasal işlem yapılan şahıs sonra serbest bırakılıyor. Kokuşmuşluk,çürümüşlük her yerde nefes alamıyoruz !
0 notes
Text
24.07.24 JUDAS PRIEST KONSERİ (PARK ORMAN)
Nereden başlasam.. Hah.. 2008 “Judas Priest” konseri Kuruçeşme Arena. Hayatımda katıldığım ilk Judas konseri. Aylar öncesinden sahne önü biletlerimizi almıştık, planlar yapılmıştı, hazırlıklar tamamdı. Efsaneler efsanesi, belki en sevdiğim grup “Iron Maiden”ın bile ilham kaynaklarından “Judas Priest” ve tabiki Rob Halford İstanbul’a geliyordu. Kuruçeşme Arena denize nazır çok güzel bir alandı. O sabah erken saatlerde kuzenlerim, arkadaşlarımla birlikte sıraya girmiş, kapılar açılınca alana geçiş yapmıştık. Judas sahne alana kadar deniz kenarına yayılmış, muhabbet sohbet’e girişmiştik. Nasıl unuturum o günleri.. “British Steel” tişörtleri, bandanalar, yaz sıcağında ıslak deri kokuları, aromalı purolar, takılar tokalar, su gibi akan biralar. “Judas Priest” boğaz manzarası, sene 2008, yaş 19. Tek derdimiz tasamız bu adamlar ne zaman çıkacak… Çıktılar… Hem de motorla, topla, tüfekle çıktılar. Yıkıp geçtiler. Bize asla unutamayacağımız anılar bıraktılar. İlkler yaşandı, kendimizden geçildi, tabiri caizse eğer gençliğin dibine vuruldu. Böyleydi konser, festival ortamları, alanları. Bence bu kadar kokuşmuşluk arasında hayatın ta kendisiydi. Hafif buruk bir şekilde ayrılmıştık konser alanından. Bir daha ne zaman gelirlerdi? Gelseler bile konser yine çok iyi geçer miydi, adam o zamanlar bile hatırı sayılır yaştaydı performansı nasıl olurdu? Bunun cevabını tam 16 sene sonra aldık. “Judas Priest” uzun zamandır görmediğimiz, hasret kaldığımız bir sahne şovuyla İstanbul, Park Orman’ı “Heavy Metal”le ezdi geçti. Bize tekrardan ne kadar büyük olduklarını hatırlattı, 2008 hasretimizi bitirdi, güzel anılarımızı tekrar yaşattı. Tabiki konserde bunlardan çok daha fazlası oldu. Yüzümdeki gülümsemeyi kontrol altına alabilirsem eğer, (anılarım çok taze) hemen 24 Temmuz gecesinden elimden geldiğince bahsetmeye çalışayım. Buyursunlar!
24 Temmuz “Judas Priest” konseri de bir önceki konser gibi aylar öncesinden açıklandı. Etkinlik “Park Orman”da gerçekleşecekti. Burası her zaman sevdiğim bir yerdi. Henüz daha çocukken (Yanlış hatırlamıyorsam 97 yılı.) “Park Orman”ın ilk açılış günü oradaydım. Ormanın içerisinde güzel, havuzlu bir tesis ve etkinlik alanları beni karşılamıştı. Ailemle güzel bir gün geçirmiştik… Şehrin içindeydi ama birazda dışındaydı. Sonraki süreçte, “Park Orman”da hemen her Metal müzik etkinliğine, festivaline katılma fırsatım oldu. 2006 yılında ağaçların arasına kurulmuş sahnede, Eylül ayında bir parti havasında geçen “Katatonia” konserinden, (Matthias’ın doğum günü vesilesiyle.) havuzda deve güreşi yaptıktan sonra ıslak mayolarla ana sahneye koşup “Orphaned Land” izlemeye gittiğimiz “Uni Rock” festivaline. Kamplı, kampsız “Rock Off”lardan, “Tuborg Gold Fest”lere kadar hemen her yaz “Park Orman” bizi muhteşem şekilde karşılamaya devam etti. Metronun yapılmasıyla birlikte ulaşım konusu da epey rahatladı. “Park Orman” ana sahnesi arkadaki yiyecek içecek alanına kadar uzuyor. Fakat “Kçp” aksine alan çok geniş olduğu için seyirciye enlemesine de alabildiğince yayılma imkanı sunuyor. Neticesinde sahne bir çok açıdan gözükebiliyor bu güzel bir şey. Bu konserde alan içerisinde uzun direklerin üzerine yazılmış “Buluşma noktaları” ayarlanmıştı. İnsanlar arkadaş gruplarıyla buralarda denk gelebildi. Hoş bir detaydı, çok işe yaradı. Her telefon konuşmasında birilerinin ağzından “buluşma noktası 1 deyim, 2 deyim” gibi laflar duydum. Yiyecek içecek alanları ve barlar gayet yeterliydi. Fiyatlar piyasa şartlarına göre makuldu. Gördüğüm kadarıyla herkes rahat bir şekilde alışverişini yapabildi. Bütün tuvaletler arka bölümde tek bir yerde toplanmıştı. Sahne önü ve orta bölüm için bu gidiş gelişlerde biraz problem yarattı ama genel olarak sıkıntısız süreçler yaşandı diyebilirim.
“Judas Priest” 21.20 gibi sahneye çıkacaktı. Biz saat 19.00 da evden çıktık, saat 20.00 olmadan Metro çıkışından başlayan kervanda yerimizi aldık. 2008 tişörtlerim paramparça olduğundan elimde halihazırda bir Judas tişörtüm bulunmuyordu. Sevilen şarkı “Painkiller”dan esinlenerek “Death” tişörtümü geçirdim üstüme. Büyük piştinin döneceğinin ilk belirtileri Metroya bindiğimizde başlamıştı zaten. Herkes benimle aynı şeyi düşünmüştü muhtemelen. Kolektif bilinç güzel bir şey. “Death” formalarımızla “Park Orman” girişine giden yolda yürüyüşümüz başladı. Etkinliğe ilgi yoğun, acayip kalabalık bir şekilde iki ileri bir geri ilerliyoruz. Kapıya giden kaldırımlarda dostlar yayılmış geyik halinde. Her on metrede bir ilerleyişimiz sekteye uğruyor. “Naber abi” “Vaaay” “Özledik be” “Kankam” “2008 abi evet” “Brocum naber ya”lar havada uçuşuyor. (Öp, öp, öp, öp do ya ma dım.) Her durakta bir bira, sigara derken bu bölümü yaklaşık 45 dakikada atlatıp kapılardan geçiyoruz. Sistem şakır şukur işliyor kapılarda hiç bekleme yapmadan içeriye geçiyoruz. Güvenliğinden, bar görevlisine, etkinlik sorumlularından organizatörlere “Park Orman” ekibi gayet profesyonel biçimde çalışıyor. Kollara takılan bileklikler belki biraz daha kaliteli olabilir. Terden bileklik kendiliğinden söküldü. Alan içinde oradan oraya geçerken güvenlik arkadaşlar haklı olarak “koluna tak” dedi fakat takılacak bir tarafı kalmamıştı. İdare ettik bir şekilde, sağ olsunlar beni hiç kırmadılar. Alanda yerimizi aldık, eski dostlar, yeni dostlar görülmeye devam ediliyor. Seyircide büyük bir heyecan, içeriden gelecek olan şey bekleniyor. “Merch” standına bakıyorum ama bana olabilecek öküz bedeni yine, yeni, yeniden bulamıyorum. Olsun, önümüzdeki “Merch”lere bakalım.
Aldım biraları, yaktım sigarları. Yerimde güzel şöyle bir etrafın fotosunu alıyorum. Dostlarla foto çekimini de asla ihmal etmiyorum. Orman havası malbuş karışımı bir havayı içime çekerken beklemeye başlıyorum. Arkadaşlardan, dostlardan biraz uzağa geçiyorum, duygusalım, uzun zamandır bu anı bekliyorum, gözlerim dolu dolu kişisel deneyimimi yaşıyorum. “Black Sabbath” “War Pigs” çalmaya başlıyor Allah’ım daha Bruce Dickinson konserini atlatamadan “Ozzy” sesleri üzerine “Judas” introsu sonrası yeni albümlerinden “Panic Attack” ile sahneye bütün haşmetli kostümleriyle çıkan Rob Halford görüyorum. Kafayı yememe ramak var. Mahşerin üç İngiliz atlısı üzerime koşuyor dördüncü atlı için bir Jack Daniel’s shot atıyorum! “Panick Attack” geçmişim nedeniyle kendimle çok bağdaştırdığım, benim için tadından yenmez bir şarkı. Zaten “Judas Priest”in son albümleri çok iyi. Eski albümlerinden sonra “Nostradamus” “Redeemer Of Souls” “Firepower” ve son olarak yeni çıkan “Invincible Shield” albümleriyle yakaladıkları eski dönem “Soundlar”ı üzerine bindirilmiş epik kafa benim çok hoşuma gidiyor. Bu saydığım bütün albümleri tek bir şarkısından bile asla sıkılmadan “Rob Halford”un muazzam sesi ve karakteristik “Judas Priest” “Sound”uyla saatlerce dinleyebilirim! “Panick Attack” grup elemanları tarafından çalınmaya başladığında “Judas Priest” gökgürültüsü gibi sahnede yerini aldığında, Rob Halford’un önce arkalardan bir yerden sesi geliyor fakat kendisi yok! Kısa süre sonra baba şıkır şıkır kıyafetiyle ortaya çıkıyor. Alkış, kıyamet böyle bir rabarba olamaz. Herkes özlem dolu, Rob baba’ya Judas’a hasret. Coştukça coşuyoruz!
“You’ve Got Another Thing Comin” ortam ısınıyor. “Rapid Fire” ateş ediyor derken tam olarak beklenmedik bir an yaşanıyor. Henüz üzerimizdeki şoku atlatamadan çok tanıdık, her metal müzik dinleyicisinin kendi adından daha iyi bildiği “Breaking The Law” çalınmaya başlanıyor! Tamamen dağıldık, bu kadar erken bu parçayı beklemiyordum. Sağlı sollu, önlü arkalı bütün seyirci hareketlendi. Şarkı başladığında herkes nerede duruyorsa, bittiğinde kimse aynı yerinde değildi. Ses önlerden harika duyuluyordu. Orman akustiği ve ses dağılımı gereği arka taraflarda o kadar iyi değildi ama biraz ön ve özellikle orta taraflarda durabilirseniz eğer muazzam bir ses alabilirsiniz “Park Orman” sahnesinden. “Rob Halford’un sesi yaşına rağmen gayet gayet iyi durumda. Bunun dışında gitarları ve davulu çok iyi aldık. Bass gitar bir kısımda o kadar fazla açılmıştı ki patlayacak sandım. Tek tek bütün “Judas Priest” müzisyenleri tecrübede son nokta ve üst d��zey yetenekli insanlar. Baştan sona rüya gibi bir “Sound”a imza attılar. 71 yaşında ki Rob babaya ben şahsen bir şey diyemiyorum. 2008’i bana aratmadı. Çoğu kişiden benzer yorumlar duydum, bu yaşta bu performans mucize gibi bir şeydi. “Riding On The Wind” ve “Love Bites” dinliyoruz. Gayet seksi ritimleri olan hoş bir şarkı tam bir klasik Rob Halford ve seksenler işi! Hemen her şarkıda arka ekranda dönen görseller, bar görüntüleri, şehir planları yer yer giren sözler, tribal efektler, şarkının dinamiğine göre ışıkla süslenmiş videolar o kadar iyiydi ki artık benim için konserlerde vazgeçilmez bir detay olma yoluna çoktan girdi.
“Devil’s Child” “Saint’s In Hell” babalar tam gaz devam ediyor. Rob Halford arada bir arkaya geçiyor gerçi ama hemen sahneye perdelerin arasından geçerek geri geliyor. Sahne Rob Halford doğuruyor! (“Rammstein”dan Till Lindemann’da benzer mizansenler kullanır. Gayet hoş ve sinematografik bulurum bu tarz şeyleri.) Rob Halford’un arada ışık oyunlarıyla arkasına kendi gölgesini alarak seyirciyle konuşması, seyircinin sesini açma denemeleri, eşlik etme şovları unutulmazlar arasında yerini çoktan aldı. Bir yandan arkasında kendi gölgesiyle konuşup vokal yaparken bir yandan yüzünün ana ekrandan seyirciye verilmesi harika bir fotoğrafik detaydı. Buna benzer unutamayacağım ve belgelemeyi asla ihmal etmediğim çok fazla görsel oldu konser boyunca. “Crown Of Horns” ve “Sinner” şahaserleri sonrası tuhaf introlar sahneden yükselmeye başlıyor. Bu şarkıyı da çok iyi biliyoruz “Turbo Lover” geliyor! Teyzemin en sevdiği bu “Judas Priest” şarkısı çalınırken ne yapacağımı şaşırdım. Aynı anda birçok şey oldu. Teyzem şehir dışında olduğu için tek elimle telefonu tutup, onu görüntülü arayıp, şarkıyı dinlettim. Bu sırada şarkının kaydını alayım diye telefondan “Screenshot” almayı becerdim. Diğer elimde tuttuğum bira biraz yere dökülünce sinirlendim, bira bardağını dişlerimle tuttuğum gibi bir sigara çıkardım, yanımdakine yaktırdım. “Turbo Lover” çalınmaya devam ederken ben “Doctor Octopus” modunda şarkı bitene kadar takılmaya devam ettim.
Konserde sahnenin tam ortasında arada bir ışık veren dev bir “Judas Priest” drahnisi diyeceğim artık, amblemi vardı. Tam manasıyla bir “DEV” idi görmemek zaten imkansızdı, etrafa hoş ışıklar saçıyordu. (Bunu neyle, nasıl, hangi tırla, gemiyle, zeplinle getirdiniz aga… Lego gibi bişey olmuştur muhtemelen tak çıkar modeli. Kendime not: Sorayım bunun olayını.) Yanlış hatırlamıyorsam tam bu aralarda “Judas Priest”in yeni albümüyle aynı adı taşıyan “Invincible Shield” çalınırken sahnenin tepesine bağlanmış bu dev Judas amblemi sanki yeterince dev değilmiş gibi töbe estafurullah üzerimize doğru gelmeye başladı. Çığlıklar, heyecanlar, hezeyanlar aman Allahım gözlerime inanamadım. Gerçekten çok başarılı bir şovdu fakat nihayet kesinlikle bu değildi. Amblemimiz hafif hafif kendini tekrar yukarıya çekerken “Victim Of Changes” çalınmaya başladı. Malesef bu sene “Yngwie Malmsteen” konserine katılamadım ama Judas’ın gitar üstatları bu konserde bize hatırı sayılır solo performanslar icra ettiler, tatları damakta kaldı. Gitarlar ve “The Green Manalishi” şarkısından sonra sıra davulcu abimize geliyor ama ne gelmek. “Rob Halford” konser boyunca bizimle konuştu, birlikte vokal denemeleri yaptık, İstanbul’un güzelliklerinden, yemeklerimizden, bokumuzdan, püsürümüzden bahsettik ama Judas davulcusu Scott Travis (Travis Scott değil.) davulunun tepesine çıkıp öyle bir konuşma yaptıki… Bu konserin en net kırılma anlarından biriydi. Baba bize davulun başından sordu: Eğer sadece bir şarkı dinleme şansınız olsa, sadece bir tane olsa hangisi olurdu? Cevap çok basitti. Konserde olan ne kadar kişi, kaç tane ağız varsa avazı çıktığı kadar hep birlikte şu kelimeyi bağırdı;
PAINKILLER!
Çığlıklar eşliğinde müthiş bir davul solo başlıyor. Hali hazırda “Judas Priest”in kült olan bu şarkısı hepimizi hala hüzne boğan merhum “Death Metal” filozofu “Chuck Schuldiner”ın kurucu gitaristi olduğu “Death” grubu tarafından 98 çıkışlı “The Sound Of Perseverance” albümünün son şarkısında muazzam bir şekilde coverlanmıştı. Saçlar açıldı, ortam dağıldı. Küçük gruplar pogo yapmaya başladı, “Headbang”lerin haddi hesabı yoktu. Yani şu atmosfer sonrası bende, seyircide bitmişti zaten. Konseri kapatıp gidebilirdik o derece bir performanstı. Fakat bu bile bir son değildi. Şov devam etmeliydi. Belki sabaha kadar “Heavy Metal” alemlerinde boğulmalıydık! Grup sahneye kısa süre veda etti. Seyirci hepbirağızdan Priest!, Priest!, Priest! Diye bağırmaya başladı. Maça gelmiş gibiydik. “Judas Priest” vs 50 yıl! Babalar bütün enerjileriyle, zamana meydan okuyarak “Heavy Metal”in kralları olduklarını hatırlatıyordu. “The Hellion” introsu sonrası Motor, gaz, egzoz sesleri duymaya başladık, sahne duman altı, belliki bir şey gelecek. O şey geldi. Motoruna binmiş Rob Halford ve grup arkadaşları tekrardan sahnede! Rengarenk harika bir “Chopper” üzerinde baba şarkılarını söylemeye başladı, önce ağzında ki sonra elinde ki tatlı, tüylü sopayla da grup arkadaşlarına küçük dokunuşlar yapmayı ihmal etmedi! “Electric Eye” icra ediliyordu. Hala tüylerim diken diken, yazmakta zorlanıyorum. Işık şovlarıyla dolu bir “Judas Priest” sahnesinde Rob Halford motorun üzerinde, grup yardır yardır çalmaya devam ediyor öyle bir ortam ama kafamız nasıl güzel! O kadar güzel yani!
“Hell Bent For Leather” yine bu hissiyatlarla geçiyor ve sonunda zurnanın zart dediği yere geliyoruz. Konuşmalar, sevgi gösterileri, kafamızda havaifişekler sonunda arka planda eğlenceli geceyarısı şehir görselleri eşliğinde “Living After Midnight”! Rob baba bizi bardan, pavyondan topla, at motorunun arkasına dağlara tepelere çıkalım uçur bizi! Kurtar bizi buralardan! (Sonra birkaç fındık shot, viski falan için bizi tekrar Dorock’a bırak ama emi canım ben ordan taksiyle giderim.) Bu şarkı çalınırken arkadaki görseller harikaydı. Ekran’a verilen kilit bazı nakarat sözleri sayesinde bütün kalabalık gruba eşlik edebildi, süper bir ambianstı. Loop’a ya da bir Kara deliğe falan girip tekrar tekrar o anları yaşamak isterdim. Bir benzerini 2006 yılında yine Kuruçeşme Arena’da “Gun’s N Roses” konserinin son şarkılarından biri olan “Paradise City” çalınırken yaşamıştım. Üzerimize renkli konfetiler yağıyordu, Axl acayip formundaydı falan neyse bu başka bir hikaye… Konser boyunca Rob baba birçok farklı kostüm giydi, bunlardan bir tanesi paçalarına kadar her yeri grup “Patch”leriyle dolu olan uzun bir kot manto gibi bişeydi. İnternette bir geyik vardır. Festivaller, konserler, Death, Doom, vs. geçildikten sonra bölüm canavarı olarak bu Boss’la karşılaşıyorsunuz diye. Hah işte bu Boss o Boss! “Judas Priest” grup halinde herkese teşekkür ediyor, hediyelerini dağıtıyor, önümüzde eğiliyor. Arka ekranda bir yazı “The Priest Will Be Back!” Bu yazı yüreğimize biraz olsun su serpiyor, inşallah babalar! Kendi kendime bundan sonra Judas konseri Fizanda olsa gideceğim lan sözleri veriyorum yine..
Konser bitiyor ama bende bitiyorum yani. Çöküyorum bir yere biraz soluklanmaya çalışıyorum. Çıkışta biraz yokuş çıkılacak sonra metroya yürünecek falan süreçlere hakimim. Ceplerimi yokluyorum aa “sürpriz” fazladan aldığım iki tane fıçı bira fişi cebimde kalmış. Koşa koşa Yonca Evcimik gibi bara gidiyorum “Aboneyim abone biletlerim cebimde” Alan boşaltılırken oradan son bir tuvalet yapıp yine sağda solda gördüğümüz arkadaşlarımızla muhabbet sohbet, gözyaşı, el ele kol kola Metroya yürümeye başlıyoruz. Metroda Engin abiyi görüyoruz tam “Rock’n Roll Train!” “Judas Priest” konserinin her anı her dakikası, saniyesi benim için aşırı keyifli geçiyor. Park Orman Metal Müzik festivalleri, konserleri için İstanbul’da biçilmiş kaftan. Yurtdışı orman alanlarının, festival arazilerinin enerjisi, potansiyeli bu alanda hep vardı, hala mevcudiyetini koruyor. Organizasyona, bütün çalışanlara, herkese bizi bu güzel geceyle şenlendirdikleri için teşekkürlerimizi sunuyoruz. Nice nice güzel etkinlik ve konserlerde görüşmeyi umuyoruz.
Bu senenin takvimi aşırı yoğun geçiyor. Neredeyse artık gençliğimizde her Allah’ın günü Bar’a gider gibi, bu sefer her hafta sonu hatta hafta içi konserlere gidiyoruz. Aralarda hiç mesafe kalmadığı için yazdığım yazıyı bir daha okuyamadan diğer konserin yazısını yazmaya çalışıyorum. Bunlar çok güzel şeyler, eski ruh sanki tekrardan alevleniyor, fakat herkesin düşündüğü gibi, gruplar ortak çatılar altında toplanmaya yeniden başlarsa hiç fena olmayacak gibi duruyor. Seyirci yorgun, bitap düşüyor, çoğu zaman bekledikleri enerji vücutlarında kalmıyor. Seyirci olarak bir yana, epey süredir bir şeyler yapmak istediğim bu sektörde “Ulan doğru zaman mıydı acaba?” Tam da bize denk geldi” kaygıları yaşamıyor değilim. Her şeyin, hepimiz için çok daha güzel olacağını düşünüyorum. Pazartesi günü canavar gibi geçecek olan bir “Amon Amarth” konserinde yine Park Orman’da görüşmek üzere dostlar! Bugün de gelebilen “The Guardians” grubunun bizi tam gaz hazırlayacağı “Amon Amarth” konserinin “Pre-Party”sine, Kadıköy Sahne’ye gelsin derim. Belki sahnede toparlak bir Çanakkaleli “Viking” görürsünüz! Sağlıcakla kalın!
1 note
·
View note
Text
Sesli Meram #468 - Yersiz Yurtsuz (22.07.2024)
"Ucuz ve ucube mavralar sökün ederken güncelliğe hayatın ehven olandan uzaklaştırılması kesintisiz kılınıyor. Ezber edilmiş sesler, bildik tavırlar, jest diye çıkagelen donuk ve mat, çoğunlukla hiçbir karşılığı kalmamış şablonlar vesaireler arasında hayatın mahvını güncel bir mesel kılıyor muktedir ve sözüm ona muhalefet. Al takke ver külah birbirilerinin açık hataları üstünde tepişiyor görünürken, o kara bu daha da kapkara, tencere yuvarlanmış da kapakları birbirine zamkla tutturulmuş cevherler asli yaraları, her günü hiç eden meselleri ve tüm yıkıcılığa karşı kayıtsızlığı ele alırlar. Tümüyle memleket yangın yeri haline belki de en kestirmeden yönlendirilirken havanda dövülen sularla günler geçirilir. Doğrudan ve apaçık bir biçimde yalın bir eksenle çürümüşlüğün normal bildirildiği zemin gerçekliği söz konusudur. Ezber edilenlerle hayatın ehven olandan ilelebet uzaklaştırılması aralıksız, kesintisiz gerçek kılınır. Tahakküm var edilirken, bir kuşatma gibi günbegün yeniden ve yılmadan imal edilmiş olagelen her şey o ucuzluk kokan, kokuşmuşluk barındıran bir yeri bildirir, görünür kılar." sesli meram
podcast image credit: guardian books:::eleni kalorkoti:::richard solomon artists rep
#sesli meram#durum#günce#hayat ne olacak#türkiye gerçeği#biyopolitika#demokrasi#adalet#özgürlük#akp#iktidar#tahakküm etme#yıldırı#zor#azınlıklar#tehdit#karabasan#düşmanlaştırma#politikmeram#anlam#anarşizan#nefret söylemi#politik mücadele#sözcükler#kötülük sarmalı#hayat nereye#mücadele#sözhakkı#deneyselişler#demokrasinereye!
0 notes
Text
UBP, CTP – Kendi eserimizin çocuğuyuz! - Tümay Tuğyan
Daha da kokuşur mu bu düzen? Yağma, talan… Yalan, sahtekarlık… Usulsüzlük, kuralsızlık… Biat, itaat, peşkeş… Kokuşur evet, daha da kokuşur ve kokuşacak da! *** “Herkes, kendi eserinin çocuğudur” der İspanyol yazar Miguel de Cervantes, epik romanı Don Kişot’ta. Ne büyük söz! Herkes kendi eserinin çocuğudur! Biz de aynen öyleyiz. Ve ondandır ki bu kokuşmuşluk, hepimizin elinin kiridir. Ve hepimizin…
View On WordPress
0 notes
Link
Harikalar iyi zaman geçirmek birazcık sürpriz benzer biçimde geliyor. Ilk olarak Marvel son zamanlarda alışılmadık bir kokuşmuşluk serisine şahit oldu. Ebediler güzel bir sıkıcıydı. Karınca Adam: Kuantum çılgınlığı korkulu bir deneyimdi. Thor: Aşk ve Gök Gürültüsü bir trençkotun içinde film kılığına giren üç güzel şakaydı. Buna, takip edilmesi gittikçe yorucu hale gelen bir takım Disney+ şovunu ve kendisini bir fizik dersinin vücut bulmuş hali benzer biçimde hisseden (aile içi hücum suçlamalarıyla karşı karşıya olan bir erkek oyuncu tarafınca canlandırılan) baş kötü karakter Kang'ı da ekleyince, karşınıza bir stüdyo çıkıyor. büyüsünü yitirmiş benzer biçimde görünüyor. Hal bu şekilde olunca beklentiler Harikalar devasa yükseklikte değildi. Hepsinden önemlisi, şirket pazara açılma yolundan pek çıkmadı Harikalar. Bunun büyük bir kısmı oyuncuların dün biten grevinden kaynaklandı, sadece yıldızlar Brie Larson, Teyonah Parris ve Inanç Vellani'nin geleneksel tanıtım turuna katılamayacakları anlamına geliyordu. Gene de Marvel, süper kahramanlarını ve çeşitliliğini öne çıkarmayı seviyor ve stüdyonun, ikisi siyahi hanım olan üç hanım süper kahramanın başrol oynadığı ilk filminin topyekun bir saldırıyı güvence edeceği düşünülebilir. Bu pazarlama saldırısı hiçbir vakit gerçekleşmedi. Bunun yerine, şirkette genel bir coşku eksikliği vardı; "Hey, bununla canını sıkma." sinyalini veren türden. Keyifli ve çekici olmasından dolayı bunların hepsi birazcık utanç verici Harikalar hakikaten. Kimi zaman neşeli, aptalca ve bununla birlikte askeri propaganda benzer biçimde ağır fikirlere karşı bazı hamleler yapmayı da başarıyor. Muhteşem bir film olmasa da kesinlikle yeterince iyi. Kim bilir en şaşırtıcı şey Harikalar stüdyonun çoğunlukla eleştirilen Marvel film formülünün bozulmadığını göstermesidir. Aslına bakarsak işe yaradığı vakit bu formül hala sihir yaratma kapasitesine haizdir. Harikalar süper kahraman filmlerini tekrardan buluş etmiyor. Mesele yok. Marvel'ın son dönemdeki film ve tv şovlarındaki en büyük kusur, birbiriyle bağlantılı hikayelere fazla bağımlı olmaları. Marvel, 2019'u yaratırken bu stratejiyi büyük bir başarı elde etmek için kullandı. Yenilmezler: Oyunsonu, on senelik Marvel filmlerinin son kısmı. İçinde Oyun SonuSadece bunun arkasından strateji, şu benzer biçimde büyük ve mühim bir vaka olmadan fazlaca daha azca başarı göstermiş oldu: Oyun Sonu. Marvel aslen fanatiklerinden şunu istiyor: Oyun Sonu-aynı getirisi olmayan ve aynı tür heyecanı olmayan hikayelere bağlılık. Bu film grubunun kalbinde, çoklu evren adında olan karmaşık ve yorucu bir kavram yer ediniyor; bu, aşağı yukarı sonsuz paralel evrenlerin var olduğu anlamına geliyor. Marvel, 2021'den bu yana çeşitli dizi ve filmlerinde çoklu evreni renklendiriyor. Tüm bunların anlamı şunu anlamaktır Deliliğin Çoklu Evreninde Doctor StrangeDisney+ şovunu görmeniz gerekiyor Wandavision. Sbenzer şekilde, Kuantuma, Disney+'ın konseptleri ve mühim bir karakteri üstüne inşa edilmiştir Loki. Arama Çoklu Evren Ve Kuantum filmler cömerttir şu sebeple onlar hakikaten yalnız basamak taşlarıdır. Neredeyse başlangıçları ve bitişleri yok, bu da onların genel anlatıya daha iyi dahil olmalarını sağlıyor sanırım. Sadece bu nitelikler, bu filmleri hakikaten kendi başlarına izlemeyi oldukça korkulu kılıyor. The Marvels'da pek fazlaca lazer ışını oluyor. Marvel Studios'un izniyle Hakkında en iyi şey Harikalar yönetmen Nia DaCosta şunu söylüyor: endişelenmeyin. Doctor Strange hakkında endişelenmeyin. Ant-Man için endişelenme. Çoklu evren mevzusunda endişelenmeyin. Bir saat 40 dakika süresince bu şeylerin pek önemi yok. için bilmenizde fayda olacak her şey Harikalar Kaptan Marvel namı öteki Carol Danvers'ın (Larson) uzayda maceraya atılmış olduğu; Jersey City'den genç bir süper kahraman olan Kamala Khan namı öteki Hanımefendi Marvel (Vellani), sokak düzeyinde suçla savaşım ediyor; ve Monica Rambeau, öteki adıyla hemen hemen MCU kod adı yok (Parris) bir bilim insanıdır. Sebep ne olursa olsun bu üçlünün süper güçleri ışık ve elektromanyetik enerjiye bağlıdır. Gezegenin çorak bölgesi Halla'dan güzel Kree fatihi Dar-Benn'in (Zawe Ashton) ortaya çıkışıyla üçlü, yalnızca güçlerinin birbirine bağlı olmadığını, bununla birlikte insan olarak kendilerinin de birbirlerine bağlı bulunduğunu keşfeder. . Bir tür kozmik aksaklık sebebiyle (gene, bu lojistiğin en ince ayrıntısına kadar açıklanması mevzusunda endişelenmeyin, şu sebeple hakikaten mühim değil), güçlerini kullanmak onların fizyolojik olarak birbirleriyle yer değiştirmesine niçin olur. Bir örnek: Carol uzay gemisindeki birini havaya uçurduğunda Kamala'nın yatak odasına ışınlanır; Monica, Carol'ın bulunmuş olduğu uzay gemisine atlar; ve Kamala, Monica'nın bulunmuş olduğu yere gönderilir. Bu birazcık Rubik küpüne benziyor, şu sebeple bu üçlünün bir tarafında olan her şey diğerlerini de etkiliyor. DaCosta ilk olarak şunları kullanır: Deli CumaMaksimum saçmalık için -esque hile. Bir noktada uşaklar, evrendeki en kuvvetli insanlardan kabul edilen Carol'a akın eder. Foton ışınlarıyla bir çifti vurduğunda, uşakların kendilerini, ışığı ağır fizyolojik nesnelere dönüştüren daha azca kuvvetli bir genç kızla dövüşürken bulduğunu söylemiş oldu. Kamala dövüşmeye başladığında Monica içeri alınır ve esasen patlatılmış ve darbe almış olan o serserilere lazer ışınlarıyla vurur. Harikalar'ın devamlı yer değiştirmesi fırsat eşitliği kibridir. Carol, Kamala ve Monica onların sonunun nereye varacağını tahmin edemediğinden kölelerin bazıları da yalıyor. Beyin sarsıntısından bıkan ve yanlışlıkla bir genci uzayın derinliklerine gönderebileceklerinden endişelenen üçlü, ekip olarak emekleri icap ettiğini anlamış olur. Bitirmeniz ihtiyaç duyulan ev ödevleriniz ve korumanız ihtiyaç duyulan dünyalar varken, bir galaksinin diğer ucuna ışınlanmak son aşama sakıncalıdır. Ve bu bilhassa solucan delikleri vesilesiyle (bu mevzuda endişelenmeyin) oksijen, okyanuslar ve güneşler benzer biçimde öteki gezegenlerdeki naturel kaynakları yağmalama gücüne haiz olan Dar-Benn'e karşı zararlıdır. Kahramanlarımız beraber emek harcamayı öğrenebilir mi? Birbirlerinden hoşlanabilecekler mi? Dar-Benn'i yenebilecekler mi? Oldukça fazla insan ölmeden ilkin onun galaktik eko-terörizmini kısa sürede durdurabilecekler mi? Bunlar hileli sorular değil. Harikalar sonuçta bir Marvel filmi. Sadece Marvel'ın son tekliflerinin çoğunun ani ve karmaşık öykü anlatımı olduğu göz önüne alındığında, bu bir rahatlama. Harikalar yapısını koruyor ve bir sonraki Marvel filmi yada tv şovu için sıçrama tahtası işlevi görmeye çalışmıyor. Harikalar karakterlerin kendileri olmalarına ve onları kahraman icra eden şeyin ne işe yaradığını daha iyi anlamamıza olanak tanıyan alanı sağlıyor. Kaptan Marvel bir kurtarıcı mı? Kime sorduğunuza bağlı. DaCosta'nın filmindeki en sürükleyici düşünce Carol Danvers'ın kim bulunduğunu incelemek. Kağıt üstünde Carol en kuvvetli İntikamcıdır. İnsanüstü bir güce, dayanıklılığa, hıza haiz ve ultrasonik hızlarda uçabiliyor. Tam güçle çalışan Thanos'la karşı karşıya geldi Oyun Sonu. Carol'dan daha kuvvetli biri var ise hemen hemen onu görmedik. Sadece Carol'ın gücünün ötesinde kim olduğu çoğumuz için hala bir sırdır - Carol dahil. İlk olarak Kaptan MarvelCarol bellek kaybı yaşadı ve anılarını tekrardan kazanmaya çalışmanın ötesinde pek bir kişiliğe haiz değildi. Hatırlamış olduğu tek şey, Hava Kuvvetlerinde pilot olarak geçirdiği zamanlar ve en yakın arkadaşı, pilot arkadaşı Maria Rambeau'dur (Lashana Lynch). İçinde Oyun Sonu ve sonrasında, destek karakterler ve Carol'ın kendisi, evrendeki öteki dünyaların onun yardımına ihtiyacı olduğundan bahsediyor. Sadece Carol'ın tüm galaktik becerileri ekran haricinde gerçekleşiyor ve bu da karakteri her yerde olmasına karşın acayip bir halde donuk hale getiriyor. Carol Danvers en kuvvetli İntikamcı fakat tam olarak kimin öcünü alıyor? Laura Radford/Marvel Stüdyoları DaCosta, Carol'ın anlatımına meydan okuyor. Bir ihtimal, Harikalar Güneş sistemlerini tekrardan başlatabilecek ve gökyüzünde delikler açabilecek birine karşı hepimizin birazcık daha şüpheci olmamız icap ettiğini öne sürüyor. Tüm bu güç olmalı ürkütücü bir şey. Carol aslen bir tanrıdır fakat bununla birlikte kusurlu insani kararlar veren bir insandır. Carol'ın seçimlerinin kimi zaman kanlı neticeleri olur. Dar-Benn üçlüyü aydınlatırken Carol bir zamanlar Halla'yı "özgürleştirmek" istemiştir. Ondan sonra gezegen çorak bir araziye dönüştü. Halla, Carol'u yok edici olarak görüyor. Ve eğer Carol, Halla'yı nefes alacak hava ve içecek su olmadan terk ettiyse, Carol'ın "yardım etmiş olduğu" öteki gezegenler iyi mi gidiyor? Beyaz bir bayan süper kahraman kızın bir gezegene fazlaca fazla patronluk taslaması ve eylemlerinin öteki insanları iyi mi etkilediğini fark edememesi gözümden kaçmadı. Filmleri askeri propaganda olduğu nedeni öne sürülerek eleştirilen Marvel stüdyosunun militarist propagandaya ilişkin uyarısı da bir o denli şaşırtıcı. Bingo kartımda bunların hiçbiri yok. Dünya'da hepimiz Carol'ın yardımsever bir kahraman bulunduğunu düşünüyor ve Carol'ın Kamala Khan'dan daha büyük bir hayranı yok. Vellani, Kamala'ya çizgi roman karakterini hayranların favorisi haline getiren baş döndürücü ısı ve ışıltıyı aşılıyor. Kamala ilk uzay gemisi yolculuğuna çıktığında kalbinizi şişirecek; Vellani neredeyse filmin tamamını alıp gidiyor. Kamala ilk başta kahramanıyla tanışınca şaşkınlığa uğrar, sadece fazlaca geçmeden idolleştirdiği Kaptan Marvel'ın hayal etmiş olduğu şahıs olmadığını öğrenir. Gerçek Carol Danvers muhtemelen Monica'nın gördüğüne daha yakın. Monica, Carol'ı çocukluğundan tanıyordu; anası ve Carol en iyi arkadaşlarıydı ve Kamala benzer biçimde o da onu putlaştırmıştı. Carol Teyzesini aradı. Sadece her insana yardım etme yönündeki kozmik görevlerini yerine getiren Carol, Monica'yı görmeye tekrar geri dönmedi. Monica'ya nazaran Carol'ın iyiliği ve mirası, ilişkilerinin bedeliydi. Carol'ın bu iki hanımla olan ilişkisini (kahraman, teyzesi, anası, arkadaşı, örneği, akranı) iyi mi uzlaştırdığı, karaktere şimdiye kadar gördüğümüzden daha çok ruh ve insanlık katıyor. Captain Marvel'ın verdiği kararlar kolay değil ve daima doğru da değil. Carol ne kadar kuvvetli olursa olsun, iş eylemlerinin sorumluluğunu almaya ulaşınca birazcık korkaktır. Kim bilir neredeyse her şeye gücü yeten bir İntikamcıya haiz olmak tam olarak iyi bir şey değildir? Laura Radford/Marvel Stüdyoları Carol, genç bir fangirl ve daha iyisini bilen bir hanımla beraber çıkmış olduğu bu yolculukta, onu kahraman icra eden şeyin foton ışınları ya da tanrısal zarar görmezliği olmadığını farkına varır. Bu işler kolaydır. Bunu başaran öteki, daha sıkıntılı şeylerdir: Savunmasızları koruma kozmik sorumluluğunu kabul etmek, kaçınılmaz olarak bununla beraber gelen başarısızlığın sorumluluğunu üstüne almak ve bu görevi sarsılmaz bir ümit ve iyimserlikle yerine getirmeye devam etmek. En güzel anlarında, Harikalar kahramanlarımızı iyi mi gördüğümüz ve onların hikayelerini kimin yazdığıyla ilgilidir. Hiçbir şekilde muhteşem değil ve bu hikayenin daha iyi bir versiyonu muhtemelen bizlere Carol Danvers hakkında işinin ötesinde daha çok düşünce verecektir. Tony Stark bir çocuk istiyordu ve Steve Rogers bir eş istiyordu fakat Carol'ın gerçekte ne istediğinden güvenli değilim. Yaptığından değişik bir şey olup olmadığından güvenli değilim. Gene de beğenilecek fazlaca şey var Harikalar. Bu bayanların yarattığı dostluklar yardımıyla saçma sapan bir kinetik eğlence, Vellani'nin performansından büyük bir keyif ve büyük bir duygusal kazanç var. Hatta kimi zaman birazcık esrarengiz bile olabiliyor; tıpkı Marvel filmlerinin, bir sonraki adıma dikkat etmenizi söylemekle fazla meşgul olmadığı zamanlarda olduğu benzer biçimde.
0 notes
Text
Hislerim anlatılacak gibi değil, bir renk olsalardı eğer kesinlikle sarı yoğunluklu bir yeşil olurdu. Kokuşmuşluk, rezillik ve mide bulandırıcı bir iğrençlik. Düşünme yetisini kaybetmiş şuursuz yaratıklar. Dünyanın her yeri mi böyle yoksa burası mı, bilemiyorum. Yaşamak her zamankinden daha acı verici olmaya başladı. Tek sebebi ise insan denen varlıklar. Başkaldırısızlık, körlük, duyarsızlık
1 note
·
View note
Text
Türkiye'deki dizi piyasasının sistematik olarak pompaladığı ahlâksızlık ve genç nesil için normalleştirilen bu kokuşmuşluk üzerine sohbet ederken Türkiye'den deprem haberi geldi. Allahım, bizlere yüce kitabımızda 'sayıları azdır' diye bildirdiğin salihler hatrına merhamet et. Ülkemi Rahmet elinle çıkar her düştüğü çukurdan. Hidayete de delalete de ancak sen sevk edersin. A'raf Suresi'nin 97. Ayeti Kerimesini musibet ile değil nasihat ile öğrenenlerden olmayı nasib eyle bizlere.
10 notes
·
View notes
Text
-640
tepeden tırnağa kendi kötü kokusuna alışık insanlarla dolu dev bir kokuşmuşluk içinde yaşıyoruz
2 notes
·
View notes
Text
Işık yoktur.
Kara ahmaklık. Kokuşmuşluk
Cinnet.
Bana bunlar sahip.
Ne zalim, ne de kayıtsız.
Sadece cahil.
8 notes
·
View notes
Photo
Bugün yaşadığımız hayat! Hayat değil bu, kokuşmuşluk, hayat içinde ölüm. Şu uğursuz evlere bak ve içinde yaşayan anlamsız insanlara bak! Bazen hepimizin birer ceset olduğunu düşünüyorum. Kokuşmakta olan cesetler."
Aspidistra, George Orwell
76 notes
·
View notes
Text
Nefret Yurdu Kuşatırken
Ucuz ve ucube mavralar sökün ederken güncelliğe hayatın ehven olandan uzaklaştırılması kesintisiz kılınıyor. Ezber edilmiş sesler, bildik tavırlar, jest diye çıkagelen donuk ve mat, çoğunlukla hiçbir karşılığı kalmamış şablonlar vesaireler arasında hayatın mahvını güncel bir mesel kılıyor muktedir ve sözüm ona muhalefet. Al takke ver külah birbirilerinin açık hataları üstünde tepişiyor görünürken, o kara bu daha da kapkara, tencere yuvarlanmış da kapakları birbirine zamkla tutturulmuş cevherler asli yaraları, her günü hiç eden meselleri ve tüm yıkıcılığa karşı kayıtsızlığı ele alırlar. Tümüyle memleket yangın yeri haline belki de en kestirmeden yönlendirilirken havanda dövülen sularla günler geçirilir. Doğrudan ve apaçık bir biçimde yalın bir eksenle çürümüşlüğün normal bildirildiği zemin gerçekliği söz konusudur. Ezber edilenlerle hayatın ehven olandan ilelebet uzaklaştırılması aralıksız, kesintisiz gerçek kılınır. Tahakküm var edilirken, bir kuşatma gibi günbegün yeniden ve yılmadan imal edilmiş olagelen her şey o ucuzluk kokan, kokuşmuşluk barındıran bir yeri bildirir, görünür kılar.
Artık lafla izah edilmekten ötede bir cerahat sarmalı içinde hayatın mahvedilmesine tanık yazılıyoruz. Ol bildiğimiz anlamlarıyla yaşam derdest edilirken, ekonomik cendereden ol sosyal politik yapının tarumar edilmesinden, gündelik bir müşterek bahsin dahi eksikliği içerisinde debelenip durulurken bunlar mevzu edilmesin de ne edilirse edilsin denilerek bir kısır döngü imal ediliyor. Biteviye magazin sosuna bulaştırılmış olagelen kimin neyi, kimle kimler, kimselerle hangilerinin ne dolaplar çevirdikleri, o dolaplarla da nasıl da iyi hayatlar yaşadıklarına dair kelamlar gümbür gümbür müzikler eşliğinde boca edilir. Har vurup harman savuranların ellerinde birikmiş kandan bihaber konulur insanlar. Gündelik telaşın ortasına düşmüş olanları göz ardı ederek büyük puntolarla yürüyoruz, güçlüyüz ve dahi kararlıyız gibi nice abukluk barındıran göndermelerin de siyaset erkanından var edile geldiği bir zeminde o magazinsel ile madun siyasetin hakikat diye yutturdukları bir örnek ve benzeş yıkımları çıkarta gelir. Bütünüyle çürüyen menzilin, kesif kokuşmuş, yitirilmiş o insanlık mefhumunda hangi raddede olduğu artık uzaklarda değil burnumuzun ucunda bir yerlerde sökün etmektedir. Hayatın ehven olandan ırağa düşürülmesi kati bir sonuç kılınır.
Bir tek örnek dahi durumun, istikametin, memleket sathında yaşamın perişanlık boyutunu göstermesi açısından yeter de artacaktır. Kısa Dalga’dan aktaralım: “Çeşme'de Yunan sanatçı Despina Vandi'nin konsere çıkmamasına neden olan bayrak krizinin ardından konuşan belediye başkanı Lal Denizli'nin sözleri tepki çekti.
Yunan sanatçı Despina Vandi, dün akşam Türkiye Eğitim Vakfı'nın Çeşme'de düzenlediği yardım konserinde sahne almak için İzmir'e geldi.
Konsere dakikalar kala Yunan sanatçı sahnedeki Türk bayrağının yanına Yunan bayrağı da koyulmasını talep etti. Talebin geri çevrilmesi üzerine sahneye çıkmayacağını belirten Vandi'ye Çeşme Belediye Başkanı Lal Denizli'nin tepkisi sert oldu.
Denizli'den Vandi'ye tepki
Denizli, Vandi'nin Türk bayrağını sahnede istemediğini iddia ederek "Türk bayrağı ve Atatürk'ün posterinin inmesini istiyormuş. Hiç yuhlamayın, bu güzel nefeslerinizi yoracağımız bir insan bile olmadığını düşünüyorum kendisinin. Biz bu toprakları kazanmak için çok fazla şehit verdik ve biz her zaman kardeşliğin ve ebedi dostluğun kazanacağına inanan ve bu inançta olan insanlarız" dedi.
Vandi'den Açıklama
Sanatçı ise sosyal medya hesabından açıklama yaparak Türk Eğitim Vakfını “konser” olarak nitelendirilen etkinliğin içeriğini, önceden üzerinde anlaşılandan farklı olarak siyasi bir anlam yükleyerek değiştirmekle suçladı.
Denizli'ye sosyal medyada tepki
Belediye Başkanı Lal Denizli'nin açıklaması ise sosyal medyada tepki çekti.
Akademisyen Ceren Sözeri, Denizli'nin açıklamasına ilişkin olarak "Bugüne dek Çeşme'de, Seferihisar'da barış sesleri yükselen nice konser oldu, sanatçı kovmak Lal Denizli'ye nasip oldu. Bu arada Vandi Atatürk posterlerinin indirilmesini istememiş sadece sembolik olarak bir tane de Yunan bayrağı asılsın demiş" dedi.
Akademisyen Esra Arsan ise "Yardım konserine Yunan şarkıcıyı davet etmişken, sahnede Türk-Yunan bayrağını yan yana asıp barış mesajı vermek yerine ucuz nefret söylemini yeniden ürettiniz @laldenizlicesme. İyi bir politikacı olamazsınız, ama belki bir gün başbakan bile olursunuz. Nefretin alıcısı çok burada" ifadesini kullandı.
Gazeteci Akın Olgun İse Şu Sözlerle Tepki Gösterdi:
"Bir Yunan sanatçı çağırmışsın. O da kabul etmiş. Bir yardım etkinliği. Her yeri bayrak ve Atatürk resmiyle doldurmuşsun. O da demiş ki bu çok politik bir görüntü verir. Kendi ülkemde de zorlanırım. Ne yapmanız gerekir, dostluk ve eğitimin en büyük amacı olan görgü ve nezaket gereği buna uygun şekilde çözüm üretirsin. (Zaten önceden düşünmüş olmanız da gerekirdi) Vay sen nasıl söylemezsin falan deyip, beceriksizliği kapatmak için arkasından Marş söyleyip, düşmanlaştırmazsın. Bu kendi sanatçınıza yapılsa şimdi yıkmıştınız ortalığı. Denize atacak bir Yunan arardınız. Hamasetten ve ucuz söylemlerden yoruldu artık bu ülke gerçekten."
Gazeteci Zeynep Erdim de Tepkisini Şu Sözlerle Paylaştı:
"Sizin adınıza utandım. Dostluk, eşitlik ve nezaket için iki ülkenin bayrağını birlikte görmeye bile tahammülünüz yok. Üstelik belediye binanız Sakız'a bakıyor. Böyle ucuz sloganlar için oy vermedik biz size."
Çıray kendisine gönderilen notu paylaştı: ‘Popülist söylemlerin en sorumsuz örneği’
Uzun yıllar CHP ve İYİ Parti’den İzmir Milletvekilliği yapan Aytun Çıray, yaşananlarla ilgili kendisine ‘içeriden’ gönderilen notu paylaştı.
Çıray’ın Paylaştığı Not Şöyle:
"Despina Vandi’nin aşağıda anlatacağım gerekçelerle konsere çıkmayacağı kesin olarak ifade edilmişti. Berna Laçin olası tepkiyi yumuşatarak, seyircileri hamaset çukuruna düşürmeden bir başka tür coşkuya taşıma becerisini gösterdi. İlgiyi TEV Gönüllüleri Kadın Korosu‘na yöneltmeyi profesyonelce başarmış, muhtemel aşırılıkları sönümlen(dir)mişti.
Derken; yaşananlar hakkında yeterli malumatı bulunmayan Lal Denizli hırsla mikrofonu eline aldı. Emin Oktay tarihinden bir alıntıyla bir şeyler söyledikten sonra Despina Vandi’ye yönelik o çok talihsiz ‘Bu beldeyi terk et’ ifadesini haykırarak, popülist söylemlerin en sorumsuz örneğini vermeyi marifet bildi.
Onu izleyen makul insanların tamamı, Büyükşehir yüksek Bürokratları da dahil, avurtlarını şişire şişire yaptığı konuşmayı üzülerek ve olumlamadan izledi.
Pontuslu Rum bir aileden gelen Despina bu olaylar öncesinde, sahne dekorunda bayrak ve Atatürk’ü dengeleyici bir Yunan figürü olmasını istiyordu. Aksi halde Yunanistan’da oluşacak tepkiler nedeniyle profesyonel kariyerinin zedelenmenin ötesinde tamamen bitebileceğini ve mevcut kontratlarının muhtemelen bir gün içinde iptal edileceğini ifade etmişti.
‘TEV Yönetimi Yunan Bayrakları Satın Alıp Getirdi’
TEV yönetimi krizi aşmak için çözüm aradı. Kemeraltı’dan hemen Yunan bayrakları satın alınıp getirildi. Ancak yabancı bayrak kullanımının kaymakamlık iznine bağlı olacağı belediye yetkilileri tarafından belirtildi. Başa dönersek, artık konser saati gelmiş süreç başlamıştı. Tabii ki ne Atatürk ne Türk bayrağı sahneden asla indirilemezdi. Burada ihmal ilk başlangıçta sahne düzenini organize eden yönetimden başlıyor. Açıkça Yürütme kurulu üyeleri, bizler gibi haricen destek olanlar da bu eksikliği öngörmedik. Henüz seyirciler gelmeden müdahale etmek mümkündü. Problemin oluşabileceğini tahmin edilmeliydi. Şükür ki Lal Denizli’nin provokasyona varan tahrikleri seyircide, heyecanlandırmış olsa da, kalıcı etki bırakmadı. Tabii ki kızgınlardı. Atatürk posterinin indirilme talebi onları da tepkilendirmişti. Öfkeyle marşlar söylendi. Bilinçli kalabalık nerede duracağını biliyordu. Birlikte coşkuyla söylenen birkaç marş sonrasında gece tamamlandı.”
Çetrefilli değil bile isteye, bir sanatçının üstelik de yardım konserine davet edilmiş bir insanın hakkının yenmesi, düşmanlaştırılması söz konusu edilir. Al takke ver külah ol sahneyi bir miting alanı kılıp, haklı bir endişeyi, içeride çözülebilecek bir sorunu alenen, tastamam bambaşka bir boyuta taşıyarak nefreti cisimleştiren “laldenizli” nam zatın var ettikleri sonrasında Canan Yıldız’a söyledikleri zaten başlı başına fecaatin hangi alanına duhul ettiğimizi de bildirir, bu mudur! “Ben hanımefendinin şahsını hedef alıyorum. O yüzden konuşmamda özellikle Yunan generallerin ayağının altına Türk bayrağı serildiğinde Atatürk'ün ayaklarının altına Yunan bayrakları serildiğinde Atatürk "Hiçbir milletin bayrağı ayaklar altına alınamayacak kadar kıymetlidir" demiştir diyorum. Bu nasıl dostluğa nasıl zarar veriyor. Ebedi kardeşlik ve dostluğa inanan bir liderin evlatlarıyız dediğimde hangisi nefret söylemini söylemiş oluyorum! Hiçbir şekilde dostluk anlayışına zarar verecek tek bir ibare olduğunu düşünmüyorum. Ben hanımefendi şehri terk etsin diyorum. Ben bir kişiyi hedef alacağım zaman onun milletine, dinine, inancına göre değil bize yaşattığı toplumsal olarak hissiyata göre hareket etmek zorundayım.”
Hamaset ve bariz kasıtlı yorumların ardılı çıkagelen ol linç pratiği İzmir’in 6-7 Eylül’üne, Kıbrıs’ı tastamam tarumar eden harekatın ellinci yılına birer göndermeyi de barındırmıyor mudur? Kimlerden necilerden olduğuna bakamadan direkt ortaya çıkan garabetliği hedefe aldığını bildiren o belediye başkanı zatın savura geldiği tükürükler saçarak imal ettiği kini ve hiddeti ne nasıl kim, kimler sönümlendirecektir! Birbirini takip eden linç sarmallarının imal edilmesinden, arkasından çıkagelen yıkıcılıktan buralarda kalakala üç bini aşmayan bir Rum nüfusu tehdide varan kör sarmal o hayatın ehven olandan alıkonulması değilse nedir ki?
Birbiri sıra pek çok örnek ilave edilebilir, daha yakın ve sayılı günler öncesinde ismi ciddi ciddi lazım değil bir eski belediye başkanının bugünün ülkesinde milyonlarca Ermeni, Rum ve Yahudi var sayıklaması halinden, devletin ezberlerine tutunarak Alevileri kötüleme yolunu tercih edenlere yeni yollar direktifler açılması. Bir barış menzili, sulhun yanında insanların medeniyetlerine beşiklik edildiği zikredilen bir sahnenin her gününün bir başka acayipliğe rehin edilmesinin utancı her ne yana düşer. Her şey tastamam tarumar edilirken, yarını daha da karanlık kılmak için bütün bu çabalar her neyi var eder. Düşman arama, düşman yaratma, eksiksiz bir kin ve nefrete arka çıkma hallerinden bir yarın, tek bir iyi gün söz konusu edilebilir mi? Bütünüyle sorular birikiyor. Mamafih hiç ama hiçbir biçimde bunca açık nobran bir yıkıma esaret sorgulanmıyor. Kesintisiz kılınan kötülüğün, punt bulundu mu yapıştırılan şablon ve tehdit cümlelerinin birbirinden betere olagelen her durumda kurtarıcı sanılan cümlelerin hayatta bir karşılığı kalmıyor. Bırakılmıyor. Genel geçer değil doğrudan çürüyen, aralıksız yiten, yutan ve ezen bir sahne, her günü simsiyah, her yeri kapkaranlık. Ne mutlu mu hala, çıktık açık alınla mı hala, bayrak inmez, vatan bölünmez mi hala, öyle mi sanıyorsunuz. Bunca keskin yıkım, böylesine açık ve noksansız bir cerahat elinde, dün lal denizli yarın bir başkası sayesinde kötülük kök salıyor. O ırkçılık, bu kindarlık, şu nefret en çok da Türk’e bir vatan geriye bırakmıyor, anlaşılıyor mu... anlatabiliyor muyuz? Nefret bir yurdu kuşatırken, olan biteni görüyor musunuz, sahiden?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: The Audience – Havy KAHRAMAN – Vielmetter Los Angeles
Meramda Paylaşılan Haber
Çeşme’deki Bayrak Krizinde Lal Denizli’ye Tepki - Kısa Dalga
#söz hakkı#meram#yara#arzihal#hayat#ırkçılık#nefret söylemi#rum#türk#geleceksizlik#siyasa#madun siyaset#pragmatizm#ayrımcılık#kör karanlık#demokrasi#ide#fikriyat#hakkaniyet#yüzleşme#azınlıklar#yol nereye?#cerahat sarmalı#kötülük#normatif#normal neydi#yıkıcılık#yeni türkiye#başka bir hayat#barışa ne oldu?
0 notes
Text
'Bugün yaşadığımız hayat! Hayat değil bu, kokuşmuşluk, hayat içinde ölüm. Şu uğursuz evlere bak ve içinde yaşayan anlamsız insanlara bak!
Bazen hepimizin birer ceset olduğunu düşünüyorum. Kokuşmakta olan cesetler."
2 notes
·
View notes
Text
Her alanda, asıl yenilgi, unutmaktır, özellikle de sizi neyin gebertmiş olduğunuunutmak, insanların ne derece hırt olduklarını asla anlayamadan gebermektir. Bizler, mezarın önüne geldiğimizde, boşuna şaklabanlık yapmaya kalkışmamalıyız, öte yandan, unutmamalıyız da, tek sözcüğünü bile değiştirmeden her şeyi ablatmalıyız, insanlarda gördüğümüz ne kadar kokuşmuşluk varsa, hepsini, sonra da yerimizi sıradakine bırakıp, uslu uslu inmeliyiz deliğin içine. Tüm bir yaşamı doldurmaya yetecek bir uğraştır bu.
Louis Ferdinand Céline - Gecenin Sonuna Yolculuk
8 notes
·
View notes