#kesesinden
Explore tagged Tumblr posts
birguzelllincirkini · 2 months ago
Text
Bu aralar safra kesesinden kaynaklı olarak karaciğer yağlanması ve bagirsaklarsa sindirim ve midede aşırı ağrıdan müzdaribim. Resmen gece yerlerde kıvranıyorum yeşil reçeli ağrı kesıci ile ağrım zar zor diniyor.
İki üç doktorda ve tetkikten sonra tavuk safrasından üretilen Ursovef verdiler yüksek ateş ve halsizliğe neden oluyor gün içinde böyle iş yapamaz hale getiroyor.
Ama en kötüsü Magnesie calcinee diye bişey yazmış..Sabah bir kaşık suyla kariştırıp içtim allah böyle ilacin belasını versin,bağırsaklarımda kentsel dönüşümlü semt havası matkap,kepce,yıkım sesleri üstüne birde ishal yapiyor vs vs ofisten dışarı adım atamıyorum lavaboya koşa koşa gidiyorum iyi ki altıma sıçmıyorum.Gün bitsin aq perişan oldum
12 notes · View notes
nefes3534 · 2 years ago
Text
Dün gece, ortak yayın aracılığıyla sahnelenen bağış şovunu nemli gözlerle ve alkışlayarak izleyenler bunu okumasın.
Ben tırnaklarını yiyerek, hop oturup hop kalkarak, ihmal ve beceriksizlik yüzünden enkaz altında can veren on binlerce cana ve yakınlarına karşı büyük mahcubiyet duyarak izleyenler için yazıyorum.
Öncelikle dün geceki şovun önemli bir eksiği vardı, onu söyleyeyim: Tekbir korosu!
Evet, afet alanlarına askerden, AFAD' dan, devletten bile önce gidip konuşlanmış, canla başla hizmet görmüş böyle güzide bir ekibin her büyük bağıştan sonra tekbir Allah diyerek bağırması gayet şık olurdu.
Sonraki sözüm bay Püskevit' e:
Eminim dün geceki şovu başından sonuna dek izlemiştir ve umarım gerçek ahbap çavuş ilişkisi nasıl olur görmüştür! Acun telefonla bağlanan bağışçıya " Çok sağ olun bilmem kim bey, bilmem kim abi sizin yakınınızmış, onun hatrına şu 25 milyonu 30' a yuvarlasak mı?" diyor. Bağışçı beyefendi de " Ne demek? Başımla beraber. Bilmem kim abi der de yapmaz mıyız? " diyerek saniyeler içinde 5 milyon daha bağış ekliyor. Dünyanın her yerinde buna ahbap-çavuş ilişkisi denir!
Gelelim bağışçı profiline:
Kumbaralarından para bağışlayan çoluk çocuk, elindeki üç beş kuruşu feda eden duygusalları saymıyorum. Bu ikisi dışındaki, bağışçıların önemli bir kısmı halkın kesesinden halka bağış yapan kamu yöneticileri ve büyük kısmı da 20 yıllık iktidarın besleyip büyüttüğü sonradan görmeler olduğu net olarak görüldü! Hepsi çıkıp ne kadar yardım yaptıklarının reklamıyla beraber tekmillerini verdiler ve muhtemel kara deftere not edilmekten kurtuldular.
Telefon başındaki oyuncular:
Biliyorum ki bir çoğu çağdaş, aydınlık Türkiye' ye inanan, bu iktidara zerre prim vermeyen gençler! Yapımcılarına sözleşme yoluyla esir edilmiş oldukları için çağrıya icabet edip oraya oturmuşlar, vitrin ve reyting görevlerini yapabildikleri kadarıyla yapmaya çalıştılar. Çoğunun gözünde, beden dilinde bu gösteride benim ne işim var sorusunu okudum ben.
Acun:
Bir zamanlar Acun Firarda' sını kaçırmadan izlediğim, pek de sevdiğim bu adam neye dönüşmüş öyle? Tam bir kasaba tüccarı havasında, büyükbaş pazarlığı yapar gibi " Onu yuvarlayalım, bunu yuvarlayalım!" dedi durdu. Gözümden zaten düşmüştü, tek bir saniye bile kanalını izlemiyordum, anladım ki çok haklıymışım.
Bu halk bu iktidarın 20 yıldır pompaladığı ve düzenli olarak uygulamalı olarak gerçekleştirdiği " Para her kapıyı açar. Paranın yüzü tatlıdır. Para her derde devadır. Parayla saadet olur." düsturunu bir kez daha gördü! Aşağılanmayı yaşadı. Afet bölgesinde yaşadığı, kalan ömrüne mal olacak travmalara, kimisi parçalanmış cansız yakınlarının kanına parayla karşılık verileceğini gördü. Kan parası denen ilkelliğin hala damarlarımızda dolaştığını gördü!
Beyler, bayanlar, isterseniz 500 milyar toplayın, isterseniz oraları yeniden inşa edip Avrupa' ya benzetin, ben ömrüm oldukça enkazın altında günlerce " Benim adım Zeynep, imdat kurtarın, adım Zeynep!" diye bağıran ama sonra sesi kesilen kadını, ölü kızının yıkıntı altındaki elini tutarak oturan babayı, kurtarılabilecekken koordinasyon zafiyeti yüzünden donarak ölenleri ve yükselen acı dolu depremzede çığlıklarını unutmayacağım!
Dilerim bu halk da unutmaz ve gereken karşılığı artık verir. Son olarak, bilmem ne holdingler, şunlar bunlar, halkın sırtından kazanıp halka bağış adı altında lütuf gibi sunduğunuz paraların içinde nefessiz kalır, kurtarın bizi diye bağırırsınız dilerim...📌
43 notes · View notes
hatiragulzaman · 2 years ago
Text
⚘️⚘️⚘️
Tavus Hâlıkının yaldızlı bir mektubudur.
İşte şimdi tavusa bak, o mektubu oku. Kâtibe mâşâallah, tebârekâllah, sübhanallah de..
Barla Lahikası -Bediüzzaman
1 .Güzel bir bahar gün��ydü. İki talebesiyle birlikte, öğle namazını kılmak için, Yavuz Selim Camii’ne gitmişlerdi. Namazlarını kılıp tesbihatlarını yaptıktan sonra camiden çıktılar.Hep beraber bahçeye indiler. Rengarenk tavus kuşları, kanatarını açmış etrafta geziniyorlardı.
Bediüzzaman bu kuşları görünce hemen onların yanına gitti. Bir süre hayran hayran seyretti:
–2Maşaallah, barekallah, dedi. Cenab-ı Allah ne güzel yaratmış. Ne muhteşem, ne hârika bir sanat eseri!.– Bakın bakın, dedi. Ben Risale-i Nur’da bunlardan bahsetmiştim.
3. Bu güzelliği onlara, Allah’tan başka kim verebilir? Kim bunların bir tüyünü yapabilir?Kuşların sahibi de onları izliyordu. Bediüzzaman, kesesinden bir miktar para çıkardı, adama uzattı:
– Bu parayla kuşlara yem alıver, dedi
(Bediüzzaman'la Yaşayan Öyküler kitabından)
7 notes · View notes
baybaykus · 2 years ago
Text
İslam'a en büyük zararı, "Bedir'de Hz.Peygamber'e kılıç çekenler değil, bu devirde millet kesesinden çaldıklarını, keyifle yerken besmele çekenler vermiştir.
- Güven Taşdemir -
1 note · View note
ninemin-tekerlekleri-blog · 5 months ago
Text
ÇAKAL!
Muhalefet partileri, iktidarın yolsuzluk yaptığını söyleyerek bir şey elde edemez.
İktidardaki partiyi destekleyenler bunu gayet iyi bilirler. Böyle bir iktidara, dürüst gerekçelerle, samimi nedenlerle kimse destek vermez.
Yandaşlarının zaten bildiği, hatta daha iyi bildiği gerçekleri tekrar etmek, onlar üzerinde etki etmez.
Bazı insanlara "AKP yandaşlarını kayırıyor, milletin kesesinden çalıp onları besliyor" dediğin zaman, aklına gelen şey, hırsızlığa karşı çıkmak değil, koşa koşa AKP'ye kaydolmaktır.
Bazı insanlar, milletin kesesinden yapılan hırsızlığa kızmaz. O hırsızlıktan kendisine pay verilememesine kızar.
"Müteahhitlerimiz iş alamıyor" diye yakınan sözde muhalefet partisinin ağzına bir parmak bal çalarak sesini kesmek mümkündür.
Bazı insanlara göre, haram saltanatı denen şey, makama oturduğu zaman çalabileceği şeyleri, şu anda başkalarının çalıyor olmasıdır.
Siyasi partiler, bazı sermaye sahipleri açısından "yatırım aracıdır".
Kapitalist açısından bütün memleket, sadece ticaret sahasıdır.
Bazı insanlar, paradan başka kutsal değer tanımaz.
Eğer hükümet partisi mensubuysanız ve mesela Katar'ın başındakiler, bazı özelleştirmeler hatrına size oluk oluk rüşvet akıtıyorsa, oraya kaç asker gönderildiğinin ve o askerlerin başına ne geldiğinin bir önemi yoktur.
Önemli olan, asker de olsa bazı fakirlerin ölmesi-kalması değil, sizin çarkınızın dönmeye devam etmesidir.
Bu türlü insanlar, yolsuzluğu, hırsızlığı, usulsüzlüğü çok iyi takip eder, herkesten iyi bilir.
İlgilendikleri tek şey, yapılan hırsızlıktan kendilerine ne kadar kemik düşeceğidir.
Akbabalar avcılıkla ilgilenmez.
Çakalın yakaladığı avın ne kadarını yediğini de dert etmez.
Çakal, doyacağı kadar yedikten sonra akbabalar leşe üşüşür.
Akbabanın vereceği tek kavga, aynı leşe üşüşmüş diğer akbabalara karşıdır.
Bu karakterleri onları avcıdan yana olmaya iter.
Çakalın av yapmasına karşı çıkan herkes, karşısında akbabaları da bulur.
Ağızlarında hangi kutsal değerin pörsüdüğünün, hangi mevhumun hatrına çakalı tuttuklarının, hangi bahaneyle çakalın sırtını sıvazladıklarının önemi yoktur.
Hepsi palavradan ibarettir.
Akbabanın tek derdi leştir.
Önüne kemik atacak her türlü çakalı korumaya hazırdırlar.
Aynı leşe konan akbaba sayısını da dert ederler.
Herkes kendileri gibi leşçil olsa, kim av olacak?
Çakalın yakınında olmaya, sempatisini kazanmaya özen gösterdikleri gibi, bu döngünün devam etmesini de hayat-memat meselesi olarak görürler.
Avcıyla av arasında bir ittifak olması, akbabaların sonu demektir.
Böyle bir tehdide tahammül edemezler.
Onların dünyasında, iktidar ve muhalefet kavgası hayati önem taşır.
1 milyon garibandan vergi diye alınmış 1'er lira, akbabanın bir tek ihalede kaldıracağı 1 milyon liradır.
1 lirası elinden alınacak 1 milyon kişinin, diğer tarafta kalması önemlidir.
Paylaşım halkası mümkün olduğu kadar dar tutulmalıdır.
Yüzde yüz oranında toplumsal barışın olduğu bir ülkede, ötekiler-berikiler ayrımının ortadan kalktığı bir durumda, kapitalizm, demokrasi, liberalizm çöker.
Yandaşın sömürebileceği kitlenin geniş tutulması çok önemlidir.
Kapitalizmin çakalı olmuş bir yönetici, çevresinde toplanmış akbabaları memnun edebilmek için, mümkün olduğu kadar geniş kitleleri ötekileştirmek zorundadır.
Organize olmamış, arasına fitne sokulmuş, dayanışma içine girmesi mümkün olmayacak şekilde kan davalı edilmiş kitlelerin, ne kadar geniş olduğunun önemi yoktur.
Hırsızlık sanatında ustalaşmış ufacık bir çakal sürüsü, menfaatte birleştiği zaman oy çalmakla başlayarak, her türlü hırsızlık için gerekli olan gücü elde edebilir.
Böyle bir çalışmada, her türlü leşçil, akbabadan kargaya kadar, çakallara destek vermeyi vazife bilir.
Kendi ülkesindeki bütün hayvanları memnun etmek isteyen bir çakal, başka ülkelerde av arayan bir emperyalisttir.
Başka ülkelerde avlanmaya gözü kesmeyen, maçası tutmayan çakallar, kendi ülkesinin içinde av partisi düzenlemek suretiyle pis karnını doyuran ve leşin kalanını akbabalara ikram eden bir sözde demokrattır.
Demokratik düzende vatandaş denen şey, gövdesinden bir takım parçaları, çocuklarının rızkını, alın teriyle kazandığının bir kısmını, seve seve olmasa da çakallara veren avdır.
Verecek bir şey kalmadığında ve avcının canı istediğinde, sıranın kendisine geleceğini bilerek, haysiyetinden de vergi verir.
Sıranın kendisine geleceğini bilerek....
Velhasıl,nasıl yaşarsanız,neye layık iseniz,
öyle yönetilirsiniz...
1 note · View note
sondakika02com · 10 months ago
Text
Tumblr media
78 yaşındaki hastanın safra kesesinden yüzlerce taş çıktı http://dlvr.it/T1dZwx
0 notes
dakikamagazin · 11 months ago
Link
Ünlü popçu Sefo ameliyat oldu! Sağlık durumunu soranlara "Sünnet oldum" esprisini yaptı
0 notes
m-bf-y-al-pw-i · 1 year ago
Text
Borç yiyen kesesinden yer
Kesede sonsuzluk varsa?
0 notes
drakifakca · 1 year ago
Video
youtube
Bir gün, halktan biri Bursa Kadısı’nın huzuruna çıkıyor, destur alıp derdini anlatmaya başlıyor: “Dün at pazarından bir at satın aldım. Evime götürürken, aldığım atın hasta olduğunu farkettim.”
Kadı Efendi akıl vermeye başlıyor: “Hemen eski sahibine iade etseydin.”
“Ben de öyle yapmaya karar verdim, amma atı iade etmeden önce, makamınıza uğrayıp görüşünüzü almak istedim, fakat makamınızda yoktunuz, görüşemedim.”
Kadı Efendi’nin yüzü değişiyor: “Ha evet” diyor, “Emir Hazretlerine çok mühim bir mesele danışmaya gitmiştim. Yarım saat bile sürmedi, hemen makama döndüm.”
“Eminim ki işiniz mühimdi. Lâkin benim işim de benceleyin mühimdi.
Sizi makamda bulamayınca, ‘yarın tekrar gelirim’ dedim, atı evime götürdüm.”
Kadı Efendi, sorunun çözüldüğünü zannedip rahat bir nefes alıyor:
“Eh, ben de olsam öyle yapardım. Bak bugün ne güzel anlatıyorsun derdini.”
“Anlatmasına güzel güzel anlatıyorum, ama bakalım derdimin dermanı var mı?”
“Elbette var” diye atılıyor Kadı Efendi, “atı eski sahibine hemen iade ediyorsun!”
Adam derin bir soluk alıyor: “Ne yazık ki, artık mümkün değil.”
“Nedenmiş canım. At pazarı şuracıkta, gider adamı bulursun, böyle iken böyle dersin, Kadı Efendi’nin hükmü var dersin; hatta yanına bir de hüküm kâğıdı veririm, inanmazsa onu gösterirsin. İtiraza mecali kalmaz.”
“Mümkün değil Kadı Efendi, çünkü dün sabaha karşı at sizlere ömür!”
Kadı Efendi yerinden fırlıyor: “Ne!.. Öldü mü?”
“Maalesef. Bu yüzden geri veremem. Anlayacağınız zarara uğradım. Mağdur oldum. Mağduriyetimi giderin.”
Kadı Efendi birden yoruluyor, derin bir can sıkıntısının kıskacına düşüyor. Alt ediyor, üst ediyor, nihayet kararını açıklıyor: “Benim yüzümden zarara uğradığın apaçık ortada. Şayet makamdan ayrılmasaydım, zarara uğramayacaktın. Bu hâdisenin böyle gelişmesi benim ihmalimden kaynaklanmıştır. Binaenaleyh zararını ben karşılayacağım!” 
Adam hayretle soruyor: “Asıl suçlu bana hasta atı satan adamdır, ondan tahsil edin, sizin ödemenize gerek yok. Mutlaka çok mühim bir işiniz olduğu için mahkemeden ayrılmak zorunda kaldınız.”
“Ne olursa olsun” diyor Kadı, “mahkemeden ayrılmamam gerekiyordu. Bu durumda kusurlu taraf benim. Eğer dün geldiğinizde beni yerimde bulsaydınız, olaya müdahale edip atı eski sahibine geri vermenizi sağlayacaktım. Böylece paranı geri alacak, zarara uğramayacaktın.
Benim görevimin başında bulunmamam sebebiyle bu imkân ortadan kalktı. Bu yüzden zararını kendi kesemden karşılamam gerekiyor.” 
Öyle de yapıyor, atın parasını kendi kesesinden ödüyor.
Bu çarpıcı levha, ondan sonra gelen bütün Osmanlı kadılarının “ibret levhası” oluyor…
Adâleti geciktirdiği için zarara uğrayan vatandaşın zararını kendi kesesinden karşılayan Bursa Kadısı, “Molla Fenari” lâkabıyla tarihimize geçen ilk Osmanlı Şeyhülislâmı Şemseddin Muhammed’dir.
https://youtube.com/shorts/vx3E6-5iycM?feature=share
0 notes
infinityvenom · 2 years ago
Text
Zidal’de karşılaşma
Zidal şehrine henüz gelmişti Ghin. Limandan şehir merkezine geçene kadar etrafında koşuşturan küçük sokak çocukları yüzünden şimdiden gürültülü ve kalabalık bulmuştu şehri. Etrafa çok fazla dalmadan, sanki yolu biliyormuş gibi yürüyordu; yavaş ama sağlam adımlarla. İçki içip karnını doyurabileceği bir taverna arıyordu ve yeni ayak bastığı her şehirde tavernanın yerini eliyle koymuş gibi bulmayı başarırdı. Birkaç çocuk etrafında dönerek koşmaya, kollarını iki yana açarak epeyce gürültülü kuş sesleri çıkarmaya başladılar. Bu Ghini daha da rahatsız etmişti ki aniden durdu ve içlerinden birini kolundan tutup "Çocuk!" dedi. Ateş kırmızısı saçları kirden ve tozdan keçe gibi olmuş, gözlerinin yeşili güzel bir tonda olsa da beyazı iyice sararmış sağlıksız olduğu kokusundan bile anlaşılan bir çocuktu bu. Burnundan üst dudağına doğru akan sümüğünü yalarken "yabancı" dedi çocuk. "Bana tavernanın yerini söylersen sana para veririm" dedi Ghin. Çocuk gözlerini Ghinin upuzun örgülü saçından ayırmadan sol elinin işaret parmağıyla sokağın hemen köşesindeki küçük, tahta çatılı dükkanı işaret etti. Ghin elini cebine attı, kesesini çıkardı ve kesesinden aldığı gümüş sikkeyi çocuğun açık halde bekleyen avcuna koydu. Çocuk şaşırmış ama sevinmişti. Hiçbir şey söylemeden, korkudan birkaç metre geriye sinmiş bekleyen arkadaşlarının yanına koştu. Garip bağrışma sesleri eşliğinde zıplamaya, oynamaya başladılar. Ghin, yaklaşık bir dakika boyunca çocukları izledikten sonra geriye dönüp tavernaya baktı. "Umarım içkileri yeterince acıdır" diye geçirdi içinden. Her zamanki yavaş adımlarıyla tavernanın kapısını açtı. İçerdeki hava tütün dumanı ve ter kokusundan oldukça bunaltıcıydı. Eski püskü birkaç masa, etraflarında ucuz tahta sandalye ve iskemleler, barın arkasında yaşlı şişman bir adam ve içkilerle yemekleri servis eden ; sarışın, biraz şişman ancak oldukça güzel gülümseyen genç bir kadın. Ghin salona hızlıca göz gezdirdikten sonra arkalarda, kimsenin oturmadığı, mekanı tamamen gören ancak dikkatli bakılmadıkça fark edilmeyen bir yer gördü. Karşılıklı iki iskemle ortasında diğer masalardan daha küçük bir masaya yaklaştı. Bundan başka boş masa yoktu. Önce sırtındaki küçük, her tarafı yamalı oldukça paspal bir görünüşe sahip çantasını çıkarıp yere bıraktı. Ardından sağ omzundan sol kalçasına kadar uzanan, oldukça heybetli, kabzası gümüş yılanlarla işlenmiş kılıcını kınıyla birlikte sırtından aldı ve otururken sırtını yaslayacağı duvara; yanında duracak biçimde yasladı. Salondaki birkaç meraklı göz kılıcın heybetinden gözünü alamasa da Ghinin soğuk ve sağlam ifadesi herkese kendi işlerine bakmaları gerektiğini hatırlattı. Ghin karşısında boşta duran sandalyenin konumunu ayarladıktan sonra bir ayağını üzerine uzattı. O esnada göz göze geldiği barın arkasındaki adama eliyle "bir" işareti yaptı. Adam hiç oralı olmadıysa da genç servis elemanı Ghinin masasına yaklaştı ve oldukça samimi hatta biraz da cilveli bir ifadeyle "ne istersin yakışıklı" diye sordu. Ghin, "içki" dedi donuk bir ifadeyle. Kadının cilveli tavrı aniden kayboldu ve "hangisinden" dedi, bara dönerek. Ghin "fark etmez" anlamına gelecek bir hareket yaptı. Kadın daha da bozulmuştı ama belli etmemek için " bira o halde" dedi. "Olur" der gibi başını bir kez eğdi Ghin . "Bir de yiyecek istiyorum" dedi , "eğer varsa etli börek" . Kadın, Ghine etli börek satmadıklarını ancak hindilerinin oldukça sevildiğini söyledi. Ghin kabul etti ve kadın, mutfak olduğu belli olan bir yere gitti. Ghin, iç cebinden çıkardığı, küçük bir parça tahtadan kabaca yontularak yapılmış ayı heykelciğine baktı. Üzerindeki ufak detayları yakından inceledi. Babasını son gördüğü günden beri günde birkaç kez bu heykelciği inceler ve babasının hatırasını yâd ederdi. Bu halde biraz oyalandıktan sonra sonunda kadın bir elinde çamur rengi bira diğer elinde kızarmış hindi budu ve biraz sebze bulunan tabak ile masaya yaklaştı. Suratında yine o yapmacık gülümse ile "afiyet olsun" dedi ve gitti. Ghin birasından koca bir yudum aldı. Birayı beğendi çünkü tadı acı ve paslıydı. Büyük bir yudum daha içtikten sonra yemeğine başladı. Salon oldukça gürültülüydü. Ama Ghin her geçen gün bu ortamlara alışıyor, alıştıkça da kendi köyünün sakinliğini, huzur bulduğu dere şırıltısını aramaz oluyordu. Tüm bu kaosun içinde Ghinin gözü kapıya takıldı. Kapıyı açan adam komik bir şapka takmış, üzerinde füme bir cübbe olan ve kadınlar için bile abartılı kaçacak topuklu çizmeler giymişti. Yürürken çıkardığı takırtı salonda herkesin dönüp ona bakamasına, tuhaf görüntüsü ise bakanların hemen başını başka yöne çevirmesine sebep oluyordu. Ghin de aynını yaptı ve yemeğine odaklandı. Tuhaf adam çizmesiyle çıkardığı sesten gurur duyarmışçasına yavaş ve mağrur bir yürüyüşle Ghinin masasına geldi.  Başını kaldırıp da adama bakan Ghin "ne var" diye çıkıştı. "Oturabilir miyim" dedi adam. Yüzünde haz duyan bir adamın gülümsemesi vardı. "Başka yer mi yok!" Diye adamı tersledi Ghin. Ancak kısa bir taramayla fark etti ki gerçekten yer yoktu. "Seni temin ederim ki rahatsızlık vermem, genç adam." Dedi ve Ghinin ayağını artık dayamıyor olduğu yamuk duran sandalyeyi geriye doğru çekti. Suratında ki iğrenç ifade bir dalkavuk olduğunu ele veriyordu ve gözlerindeki karşısında duran adama eziyet çektirdiğinden memnun bir işkenceciye yakışacak parıltı, Ghinin ondan hemen nefret etmesine yetmişti. Arkasına dönerek garson arayışına girişti ve en sonunda başardı. Kadının tam olarak yaklaşmasına izin vermeden Ghinin içkisini gösterdi ve işaret parmağıyla bir tane de kendisinin istediğini belirtti. Ghinin olmasından korktuğu gibi konuşmaya başladı: "neredeyse kendi boyun kadar bir kılıcın var ve onu yanında, davranmaya hazır tutuyorsun. Saçların eski Rokkun yerlileri gibi uzun ve örgülü. Gözlerin de tıpkı güney dağlarının halkları gibi. Masmavi bir alev gibi parıldayan bu gözler, belli ki çok ölüme şahit olmuş." Bu iddialı ve cesur sözler Ghinin ilgisini çekmişti çünkü tuhaf adamın söyledikleri doğruydu. Ghin güney dağlarındaki bir kasabadan geliyordu ve babası onu kendisi gibi bir Rokkun olarak yetiştirmişti. Adam konuşmaya devam etti: "oturuşundan ve ara ara etrafı kontrol edişinden anlıyorum ki yalnızsın. Bu da bir dosta ihtiyacın olduğu anlamına gelir." Ghin araya girdi: "Bir rokkunun tek arkadaşı kılıcıdır. " Adam kısa ve sessiz bir kahakaha attı. " Doğru dedin delikanlı. Şimdi son bir tahminde bulunmama izin ver. Sen bir ödül avcısı olmalısın. Ancak derdin asla para olmamış, doğru mu?" Bu adamdan her saniye daha da nefret ediyordu Ghin. Ama adam haklıydı. Ghin parayı umursamazdı. "Tek istediğin şey macera bence. Daha zor durumlardan sağ çıkmak, önünde sonunda görevini tamamlamak ve sonra uzaklara gidip yeni maceralar aramak sana paradan daha önemli geliyor, değil mi?" Ghin sabırsızca söze başladı: "Anladık, yabancı, gördüklerini okuyabiliyorsun. Ama benden ne istediğini anlamadım" adam konuşmak üzereydi ki Ghin beklemeden devam etti "sanma ki bu çok umurumda. Çünkü her ne istiyor olursan ol, ilgilenmiyorum." Adam hayal kırıklığına uğramış olsa da pek belli etmeden devam etti: "Maceraya aç bir delikanlıya göre biraz çabuk kestirip attın. Sana hayatın boyunca bir kez elde edebileceğin bir şans vermek istiyorum. Öyle ki, bu macerayı anlattığında çoğu insan sana inanmayacak bile." Adam sonunda Ghinin ilgisini çekmeyi başarmıştı ancak görebildiği tek heyecan belirtisi hafifçe kalkan bir kaş hareketi olmuştu. Yine de konuşmayı sürdürdü: "pek çoklarının rüyalarını süsleyen bir dizi seyahate çıkmak üzereyim. Ancak bana yoldaşlar lazım. Mesela güçlü, tecrübeli ve gözü pek bir savaşçı. Mümkünse genç ve hevesli olması da lazım. Sen bununla çok ilgilenmesen de karşılığında iyi para veririm. Tabi şanslıysak ve ikimiz de sağ kalıp dönebilirsek." Bu son detay Ghinin yüreğini hoplatmaya ve adamın teklifini merak etmesini sağlamaya yetmişti. Elindeki biranın kalanını bir dikişte içti ve adamın gözlerinin içine bakarak "Benim ismim Ghin, yabancı. Yalancı ve şarlatanlardan daha çok nefret ettiğim bir şey varsa o da masallardır. Ben efsanelere de vaatlere de inanmam. Bir antlaşma yaparız ve ona uyarız. Şimdi söylediklerinde ciddiysen, bana bir içki ısmarla ki konuşalım." Adamın gülüşü daha da çirkinleşti ve Ghine elini uzatarak "Benim adım Ejad Drahen." Dedi....
1 note · View note
apsny-news · 2 years ago
Text
Tottenham Teknik Direktörü Antonio Conte ameliyat olacak - Son dakika Futbol haberleri
İngiltere Premier Lig takımlarından Tottenham‘ın teknik direktörü Antonio Conte‘nin, safra kesesinden ameliyat edileceği açıklandı. Kulüpten yapılan açıklamaya göre, şiddetli karın ağrısı şikayetiyle doktora başvuran Conte’ye kolesistit (safra kesesi iltihabı) teşhisi koyuldu. 53 yaşındaki İtalyan teknik adamın bugün ameliyat edileceği ve sağlığına kavuşmasının ardından görevini sürdüreceği…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
turkudostu61 · 2 years ago
Text
Sudan'da kiralanan 780 bin 500 hektar araziye hiç ekim yapılmadığı, ancak projede yetkili firmaya huzur hakkı ve ikramiye tutarı olarak milletin kesesinden 419 bin 965 lira ödendiğini biliyor muydunuz?
0 notes
seslimeram · 2 years ago
Text
Asgari Ücret, Kısıtlanan Hayat!
Tumblr media
Hiçbir yere ilerlemeyen, her durumda kendi yerinde saymalarla gününü geçiren bir yerin hakikati karşımızda yükseliyor. Devletlinin alaya aldığı, iktidar pratiğinin konforundan ol türetilen her hamlenin başat bir eksiltmeyi, eksik kılmayı var ettiği bir düzlemde hayatın tam anlamıyla sabitlenmesi, bildiğiniz ol gerilemeye demir attırılması meselesi bugünün hakikati olarak var ediliyor. Bir yeni yılın daha ilk haftasında savunula gelenlerle birlikte imaline devam olunanlar bu açmazlar silsilesini bildiriyor bir kere daha. Hiçbir yere ama hiçbir yere ilerlemeyen, her dem kendi eksenine demirlemiş, dibine göçmeye devamlılığı sağlama alan bir cerahatle memleket / yaşatan yer olmaktan alıkonuluyor vesselam. Tümü birden bir badireler sağanağı altında kalakalıyor memleket. Topyekun bir devamlılığa tam ve eksiksiz halde rehin edilerek kendi döngüsünü yeniden var ediyor memleket. Çürüten, eksilten ve tükenişi bir menzilde düpedüz bir normatif kılan akılla hayat zehir ediliyor her anlamda.
Daha senenin başında kendi vurgununu yeniden imal ederek herkesi bir doğrultuda esir edip, eksik gedik kılan bir yurt tahayyülü hakikatine kavuşturulur. Sabitlenmiş olagelen asgari maaşların handiyse toplumun yüzde altmışını esir aldığı bir zeminde, sabit fiyatlarla tüm o enflasyon yenildi, ezildi masalları zikredilirken çürüme sabitlenir. Hiçbir umudun yirmi dört saatten uzun yaşatılmadığı bir düzlemde, asgari hayatlar için iki gıdım nefes almanın dahi önü alınır. Topyekun sekiz bin beş yüz liralık bir tahayyülle, geçinirsiniz buyrulur. O araftan çıka gelen enflasyon yenildi denilip durulurken, yoksulluk sınırının dokuz bin lirayı çoktan geçtiği bir menzil gerçekliği mesel olunmasın istenir. Hem zaten yaşamanın bir tek sermaye, özel sektör, patronaja çalışmaktan ibaret bir mesel olduğunun altı bir kere daha çizilir. Tümüyle minimum on saatten, on dört saatlere kadar çalışmanın şart koşulduğu, modern kölelik şartlarında, ne izinin var edilebilip, ne en ufak bir hakkıın tam anlamıyla tanzim olunabildiği, geçerli kılınabildiği bir güncellik yaşamak diye bildirilir. Onu tamamlayan bir devlet ahkamının sunduğu, kesesinden sadece memurlarına yüzde 30 civarında bir zammın reva görüldüğü, özel sektörün de onları takip ederek, asgari ücretten beyan edip, minimum altı – maksimum yedi bin liralara çalıştırmanın değer, kazanım ve hakkaniyet olarak bildirildiği bir zeminde kim nasıl gerilemeden bahsedemez ki sahiden?
Ankara, Sincan Organize Sanayi Bölgesinden Bir Metal İşçisinin Evrensel Gazetesinde yayınlanmış meramını aktaralım: “Erdoğan’ın asgari ücreti 8500 TL olarak açıklamasının ardından Sincan Organize Sanayi Bölgesindeki fabrikalardan arkadaşlarla zammı konuştuk. Çoğu AKP’ye ve MHP’den kopmuş, bir kısmı hâlâ hükümeti savunan, bir kısmı da eskiden beri AKP’ye muhalif işçiler. Zam öncesi beklenti daha yüksek, tahmin 8 bin-8 bin 500 lira arasında idi. Bu bakımdan hükümet işçilere bir sürpriz yapmadı. Bazı işçilerin umutla sorduğu “Bakalım görelim seçim yılı iyi bir zam yapacak mı yoksa yine kodamanlara mı çalışacak?” sorusu da cevabını bulmuş oldu. Zammı beğenen, “Ancak bu kadar olurdu daha ne yapsınlar” diyen yok. Hemen arkasından marketlere gelen zam yağmuru, yakında Ankara’ya da gelir dedirten İstanbul ulaşım zamları da üstüne tuz biber ekti. Ama konuşmak gereken bazı başka konular var. Ben biraz bunlarla ilgili gördüklerimi ve düşüncelerimi paylaşmak istiyorum.
Örgütsüz İşçiler Enflasyon Nedeniyle Zam Almaya Korkar Hale Geldi
“Ücretlere zam geldikçe enflasyon artar” mı? Şu anda işçilerin çoğunda buna benzer düşünceler var. Doğrudan böyle söyleyenlerin yanında buradan etkilenen değerlendirmeler yapanlar da az değil. “Yeter ki hiçbir şeye zam gelmesin, gerekirse asgari ücrete de zam yapmasınlar” diyenlerin sayısı geçen senelerden çok. Örgütsüz ve mücadele edemeyen işçiler, enflasyon nedeniyle neredeyse zam almaya korkar hale geldiler. Ama az sayıda da olsa “Patronlar kârlarından vazgeçmiyor, kaşıkla verdiklerini kepçeyle geri almaya çalışıyorlar” diyen işçiler de var. Elbette fiyatlar ve enflasyon, ücretlere zam geldi diye artmıyor. Önceki yıllarda fiyatların patladığı dönemleri hatırlarsak hiçbiri zam dönemleri de değildi zaten. Geçen sene ekim ayında döviz ve enflasyon patlamıştı. 2018 yılında başlayan ekonomik kriz öncesinde de enflasyonun en çok arttığı aylar Haziran-Ekim ayları idi. Hatta asgari ücret zammının açıklandığı aralık ayında TÜİK enflasyonda küçük bir düşüş bile açıklamıştı.
“Asgari ücret çok artarsa enflasyon aşırı yükselir” değerlendirmesi özellikle son yıllarda bir şekilde işçilere yedirildi ama bir yalandan ibarettir. Yandaş medya, patronlar ve hükumet bu propagandayı işçileri sindirmek için bir araç olarak kullanıyorlar. Biz işçiler olarak dün satın aldığımız şeyleri bile alamaz olduk, enflasyonu nasıl biz arttırıyor olabiliriz? Uzun lafın kısası patronlar kaşıkla verdiklerini kepçeyle geri alıyorlar. Hükumet de artan vergiler sayesinde, para daha elimize geçmeden geri alma çabasında.
"Yüksek Maaş Yüzünden İflas Eden Patron Yok!"
Çeşitli fabrikalarda ortak olan bir başka söylenti de asgari ücret yükseldi diye işçi çıkarılacağı şeklinde. Oysaki patronlar bizim sayemizde ödedikleri ücretten çok daha fazla kâr ediyorlar. Yapılacak iş olduğu sürece ödediği ücrete bakmadan bizi çalıştırırlar. İş olmayan dönemlerde ise asgari ücrette hiç zam gelmese bile yine işçi çıkarıyorlar. Bu da patronların işçileri sindirmek için yaydığı söylentilerden biri. “Ücretler çok artarsa batarız, işçi çıkarırız vs.” diyerek işçileri sindirmek istiyorlar. Ama maaşlar yüksek olduğu için iflas eden ya da işi olduğu halde işçi çıkaran patron da görmüyoruz hiç. Sincan organize sanayide zam döneminden çok önce de çok sayıda işçi çıkaran fabrikalar oldu. Aralık ayı itibari ile de çıkaranlar var. Ama işleri açılan, işçiye ihtiyacı olan fabrikalardan çok sayıda işçi alanlar da var.
"Sendikayı Biz Değiştirmezsek Kimse Değiştirmez"
Türk-İş’in ve diğer sendikaların bu süreçte hiçbir şey yapmamaları da çok konuşuluyor. Genel olarak sendikalara bir öfke var. Bakanın “8 bin liranın çok üzerine çıkmayın diyen sendikacılar var” şeklindeki sözleri de bu öfkeyi arttırdı. Tabi bakan da bu öfkeden nasibini aldı arada. “Elini tutan mı var, madem çok düşünüyorsun işçiyi, sen verseydin zammı” diyen işçi sayısı da az değil. Biz işçiler olarak sendikalarla sendikacıları birbirinden ayırmayı öğrenmek zorundayız. Mücadele etmek, birlik olmak, durumumuzu düzeltmek için bu sendikalara ihtiyacımız var. Ama şu anda sendikaların yönetimlerinde oturan sendikacılar yüzünden sendikalar mücadele araçları olarak değil, işçinin elini kolunu bağlama kurumları olarak çalışıyor. Bunu işçiler olarak biz değiştirmezsek kimse değiştirmez. Çünkü patronlar, hükümet ve sendika bürokratları, yöneticileri bu durumdan gayet memnun. Mücadele etmek ve sendika yönetimlerine mücadeleci gerçek işçileri getirmek zorundayız. “Çok işçi çalıştırsam fazla mesai yaptırmam” diyen patronlar. Son yıllarda patronlardan ya da müdürlerinden buna benzer şeyler de duyar olduk. Bir miktar işçiyi de ikna etmese bile kafalarını karıştırabiliyor. İşçiler ancak fazla mesai ile geçinebildikleri için bazı fabrikalarda müdürler, patronlar “maaşlar düşük olduğu için çok işçi almıyorum ki siz fazla mesai yaparak en azından biraz durumu kurtarın, ama mesai istemiyorsanız işçi alayım, size vereceğim parayı ona veririm, benim için fark etmez” diyorlar. Bu utanmazlığa ne demek lazım? Kıdem tazminatı, servis, yemek, iş kıyafetleri, makine alet sayısı gibi harcamaları hesaplıyorlar, az işçiyle çok iş yapmak daha kârlı geldiği için fazla mesaili çalışma düzenliyorlar. Yoksa işçiyi düşündüklerinden falan değil. Zam konusunun daha pek çok yönü var tabi konuşulan, ama en sık duyduklarımız bunlardı. Bir zam daha açıklandı. Şimdi artık ne yapacağımızı düşünüp, konuşup harekete geçme zamanıdır.”
Hiçbir yere ilerlemeyen, olduğu yere mıh gibi saplanan bir cerahat sarmalı, boyunduruk kılınmış olagelen asgari ücret zammının var ettiği eşiği göstermesi açısından düşündürücü bir eşik bildirilir. Bir kere daha ezberleriyle yol alan / bulan / yönünü belirleyen, sermaye, devlet ve aynı yıkıcılığı sahiplenen sendikaların suna geldiği cürmün / sessizce riayet etme halinin tümden bir sınırlandırma halini var etmesi imgelenir. Her şey yerli yerinde bir gerilemeye çıkarken, her gün bir öncesinden de ağır kılınmış bir muteberlik hallerinin savaşına dönüştürülürken bir de açlık oyunları güncellenir. Geleceksiz yoksunlaştırılması kadar ümidi de zayi edilmeye çalışılan bir ülkenin genel geçer değil doğrudan imalinin var edilmesine karşı bir isyana meram ortaya serilir. İktidar partili, düz yolcu, ortanın sağı ya da herhangi bir başka cenahtan olsun emekçilerin siyaset üstü birlikteliği ya da tümü birden bir yaşama istemi, müşterek bir savunuya karşıt yükseltilen direnç / sınırlandırma hali karşısında hayat ne haldedir, buna dair bir tahayyüldür. Ne yapılacağının sorgusunun ne kadar elzem olduğu bir kere daha seslendirildiği, yazıya düştüğü gibi konuşup, eyleme geçerek, itiraz hakkını yükselterek mümkün olacaktır. Asgari yaşam ücretinin, yaşamsal o hakların talan edildiği, imhasının önünün açıldığı bir zeminde hiç kimse için bir iyileştirme olmadığı afakiyken, yarının her nasıl muallak olduğunun meselesi artık gözler önündedir, sahiden duyanı var mıdır?
Yerinde saymalara devam diyen bir ülkenin sureti kendiliğinden bir kere daha görünürlük kazanır. Yinelemekte fayda olan, asgari ücret ile yoksulluk sınırının paralelliği arasında kurumsallaştırılan her ön alma bir kere daha sıradan insanların deneye kobay her nasıl kılındığı da göstere gelir. Cürme rehin, geleceğinden umutsuz, yarınından çoktan feragat etmiş bir yerin imali söz konusudur artık. Enflasyonun başını ezdik, yeni yüzyılın şartları gereği herkesin refah payını arttırdık, uçuyoruz, kaçıyoruz, şahlanıyoruz bahislerinin hemen dibinde bir çürüme gerçekliğine kavuşur. Kesintisiz olagelen her eylemin ardılı gibi bu tahayyüller silsilesi, duraksamadan var edilen müdahalelerle birlikte kölelik bir kere daha sabitlenir. Hiçbir yere yetişmeyen bir ücret için feragat ettirilen şey koca bir hayat imgesidir. Ne okuyan, ne duyan, ne seyreden, ne sorgulayan, ne itiraz hakkını var eden, ne hükümlere karşı hakkını savunan bireylere dönüşüm sürdürülür. Daha yılın en başında, daha henüz hiçbir şeyin yaşanmadığı bir güncellikte, bir arafta bu satırları yazarken, yarının belirsizliği bütün ümidi de berhava etmektedir. Bir yerlere sabitlenmiş olagelen bu zehir zemberek kısır döngünün bir çıkışı sahiden olmalı, olabilmelidir değil mi? Müştereken, bir hayat imgesi için, en ufak bir itirazın dahi gümbürtüde boğulmaya bunca afaki devam olunduğu bir yerde belirgin bir gelecek tahayyülü için elzem olanı, o hakkı, şu savunuyu, gerekli olanı kim / kimler her nerede var edecektir? Muktedir hayatı kuşatırken, yarının ne hallere konulacağı bunca afaki cürmün kılınırken, dur diyebilmek o gidişata ne zamandır!
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Rachael – I Can’t Breathe via Unsplash
1 note · View note
bianstone · 2 years ago
Link
https://www.pinterest.com/pin/750201250446645744/ Prostat bezi erkek genital organlarından biri olup idrar kesesinin hemen altında, rektumun önünde bulunur. İdrarı idrar kesesinden dışarı taşıyan üretra denilen kanal prostat bezinin ortasından geçer. Testislerden ve diğer organlarından salgılanan ve içinde spermlerin olduğu meniyi boşaltan kanal üretraya açılır. Spermlerin bulunduğu meninin bir bölümü prostatı oluşturan hücrelerin yaptığı salgıdır. Prostatit, prostat bezinin iltihaplanmasıdır. Bu olay infeksiyon veya bezi tahriş eden başka bir faktör dolayısı ile meydana gelebilmektedir. Ağrı, ateş, titreme ve idrar yapmada sıkıntı semptomları ile acil servis ya da kliniğe başvuran hastaların teşhisi muayene ve tetkiklerle kısa sürede yapılır. Hastalarda idrar yaparken ağrı, sık idrara çıkma, cinsel temas esnasında yanma ve ağrı gibi problemler yaygındır. İyi huylu büyüme ve prostat kanseri genellikle yaşlılarda, prostatit ise gençlerde görülmektedir.
0 notes
saglikagi · 2 years ago
Text
İzmir'de Engelli Çocuğun İdrar Kesesinden 475 Taş Çıkarıldı https://saglikagi.net/engelli-cocugun-idrar-kesesinden-475-tas-cikarildi/?feed_id=56556
0 notes
memurlarsoruyor · 5 years ago
Photo
Tumblr media
Hastanın safra kesesinden bin 122 taş çıkarıldı Manisa'da ameliyat edilen bir kadın, safra kesesindeki bin 122 adet taşın çıkarılmasının ardından sağlığına kavuştu Manisa'da ameliyat edilen bir kadın, safra kesesindeki bin 122 adet taşın çıkarılmasının ardından sağlığına kavuştu.
0 notes