#kendine ait bir roma
Explore tagged Tumblr posts
Text
İzmir’in Gizli Cennetleri: İzmir Muhtarı
İzmir, Türkiye’nin batısında, denizin ve tarihin buluştuğu nadide bir şehir. Yüzünüzü güneşe döndüğünüzde, Ege'nin hafif rüzgarıyla ferahlatan İzmir’de gezilecek yerler listesi yaparken, bu şehirde keşfedilecek birçok gizli köşe olduğunu göreceksiniz. İzmir Muhtarı olarak şehir hakkında her şeyi bilmek isterseniz, doğru yerdesiniz. Hem tarihi hem modern yüzleriyle İzmir, ziyaretçilerine unutulmaz bir deneyim sunuyor. İşte İzmir'de gezilecek en güzel yerler!
İzmir’de Görülmesi Gereken 10 Yer
1. Konak Meydanı ve Saat Kulesi
İzmir’in kalbinde yer alan Konak Meydanı, şehrin simgelerinden biri olan Saat Kulesi’ne ev sahipliği yapıyor. 1901 yılında inşa edilen bu tarihi kule, Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinden kalan nadide yapılar arasında yer alıyor. Saat Kulesi'nin etrafındaki meydan, şehir hayatının tam merkezinde, alışveriş yapmak veya sadece yürüyüş yapmak için ideal bir yer.
2. Alsancak: İzmir’in Enerjik Semti
Alsancak, İzmir’in en canlı ve enerjik semtlerinden biri. Kafeler, restoranlar ve butiklerle dolu bu semt, özellikle akşamları hareketleniyor. Alsancak’ta dolaşırken, şehrin modern yüzünü yakından görebilirsiniz. Ayrıca, sahil boyunca yürüyüş yapmak da oldukça keyifli!
3. Kordonboyu: Denizle Buluşma Noktası
İzmir’in en güzel yürüyüş rotalarından biri olan Kordonboyu, denizle buluştuğunuz bir yerdir. Özellikle gün batımında, İzmir Körfezi’ne karşı yürüyüş yapmak muazzam bir deneyim sunar. Kordonboyu boyunca, denizin ve şehrin güzel manzarasına karşı oturabileceğiniz pek çok kafe bulabilirsiniz.
4. Kadifekale: Tarihin Göbeğinde
Kadifekale, İzmir’in tarihini keşfetmek isteyenler için mükemmel bir noktadır. Şehrin merkezine hakim bir tepe üzerinde yer alan bu kale, hem tarih hem de harika bir şehir manzarası sunar. Kadifekale’ye tırmanmak biraz efor gerektirebilir, ancak zirvede sizi bekleyen manzara tüm yorgunluğunuzu alacak.
5. Agora: Tarihin İzleri
İzmir’in antik dönemine ışık tutan Agora, Roma dönemine ait kalıntılarıyla ünlüdür. Şehrin merkezinde bulunan bu antik pazar yeri, hem tarih meraklıları hem de fotoğrafçılar için harika bir mekandır. Agora’yı gezmek, adeta geçmişe bir yolculuk yapmak gibidir.
6. İzmir Arkeoloji Müzesi: Zamanın İzleri
İzmir Arkeoloji Müzesi, bölgenin zengin tarihini sergileyen etkileyici bir müzedir. Burada, antik çağlardan kalma eserler ve heykeller arasında dolaşarak, İzmir ve çevresindeki tarihi buluntuları görebilirsiniz. Müze gezisi, tarih ve kültür tutkunları için keyifli bir deneyim sunar.
7. Şirince: Köyün Şirin Hali
İzmir’in hemen dışında bulunan Şirince, tarihi taş evleri ve kendine özgü atmosferiyle ünlü bir köydür. Şirince’yi ziyaret ederek, tarihi bir köyde yürüyüş yapabilir, yerel şarapları tadabilir ve geleneksel el sanatlarıyla ilgili alışveriş yapabilirsiniz. Şirince, şehir hayatından uzaklaşıp huzuru bulmak isteyenler için ideal bir kaçış noktasıdır.
8. Ephesus: Antik Şehir
İzmir’in yakınlarında yer alan Efes, antik dönemin en önemli şehirlerinden biridir. Artemis Tapınağı, Celsus Kütüphanesi ve Büyük Tiyatro gibi etkileyici yapılarıyla Efes, tarih meraklıları için mükemmel bir destinasyondur. Burayı gezmek, tarih ve arkeolojiye olan ilginizi artırabilir.
9. Karşıyaka: İzmir’in Modern Yüzü
Karşıyaka, İzmir’in modern ve dinamik semtlerinden biridir. Burada alışveriş merkezleri, parklar ve sahil boyunca yürüyüş alanları bulunur. Karşıyaka’yı gezmek, şehirdeki modern yaşamı yakından görmek isteyenler için harika bir fırsattır.
10. Seferihisar: Sakinlik ve Doğa
İzmir’in güneyinde yer alan Seferihisar, sakin bir kıyı kasabasıdır. Doğayla iç içe bir tatil yapmak isteyenler için mükemmel bir yerdir. Seferihisar’da doğa yürüyüşleri yapabilir, temiz plajlarda vakit geçirebilir ve yöresel ürünlerle dolu pazarları ziyaret edebilirsiniz.
İzmir’de Ne Yapılır?
İzmir, ziyaretçilerine sadece gezilecek yerler değil, aynı zamanda çeşitli aktiviteler de sunar. Şehirde yapılabilecek bazı şeyler şunlardır:
Kültürel Etkinliklere Katılmak: İzmir, yıl boyunca birçok kültürel etkinliğe ev sahipliği yapar. Konserler, tiyatro oyunları ve sanat sergileri gibi etkinlikler hakkında bilgi alarak, şehri daha yakından tanıyabilirsiniz.
Yerel Lezzetleri Denemek: İzmir mutfağı, zengin ve lezzetli yemekleriyle ünlüdür. İzmir köfte, kumru ve boyoz gibi yöresel lezzetleri denemeden şehri terk etmeyin.
Sahilde Zaman Geçirmek: İzmir’in sahil şeritleri, denizle buluşmak için ideal alanlardır. Yüzme, güneşlenme veya sadece denizin tadını çıkarma fırsatını kaçırmayın.
Sonuç
İzmir, tarih ve modern yaşamı bir arada sunan, gezilecek ve keşfedilecek birçok yeri olan bir şehir. İzmir Muhtarı olarak, şehirde geçirdiğiniz her anı dolu dolu yaşayabilirsiniz. İzmir’de gezilecek yerler listemizle, şehirdeki en popüler ve gizli güzellikleri keşfetmeye hazır olun. Unutmayın, İzmir sadece bir şehir değil, aynı zamanda bir yaşam tarzıdır!
SSS (Sıkça Sorulan Sorular)
1. İzmir’de en iyi zaman ne zaman gezilir? İzmir’i ziyaret etmek için en ideal dönemler ilkbahar (Mart-Mayıs) ve sonbahar (Eylül-Kasım) aylarıdır. Bu dönemlerde hava genellikle hoş ve turist kalabalığı daha azdır.
2. İzmir’deki en iyi plajlar hangileridir? İzmir’deki en popüler plajlar arasında Cesme Ilıca Plajı, Alaçatı Plajı ve Seferihisar Sığacık Plajı bulunur.
3. Şirince’ye nasıl ulaşabilirim? Şirince, İzmir şehir merkezinden araçla yaklaşık 1 saat uzaklıktadır. İzmir’den Selçuk’a gitmek, ardından Şirince’ye doğru devam etmek en kolay yoldur.
4. İzmir’de alışveriş yapmak için en iyi yerler nerelerdir? Alsancak’taki butik mağazalar, Kemeraltı Çarşısı ve İzmir Optimum Outlet gibi yerler alışveriş yapmak için ideal mekanlardır.
5. İzmir’de gezilecek tarihi yerler nelerdir? İzmir’de gezilecek önemli tarihi yerler arasında Agora, Kadifekale ve Efes Antik Kenti bulunur.
44 notes
·
View notes
Text
Efes Antik Kenti'nde Yaşam ve Kültür
Efes Antik Kenti, tarihi ve kültürel açıdan büyük bir öneme sahip olmasının yanı sıra, dünyanın dört bir yanından turist çekmektedir. Anadolu'nun batı kıyısında, Ege Denizi'nin kıyısında yer alan bu antik şehir, M.Ö. 10. yüzyılda kurulmuş olup, Antik Yunan döneminden Roma İmparatorluğu'na kadar uzanan bir geçmişe sahiptir. Özellikle, M.Ö. 6. yüzyılda büyük bir liman kenti olarak parladı ve Doğu Akdeniz'in en önemli ticaret merkezlerinden biri haline geldi. Bu dönemde Efes, mimari açıdan da büyük gelişmelere sahne oldu ve dünyaca ünlü Artemis Tapınağı gibi birçok önemli yapıya ev sahipliği yaptı. Efes'in önemi sadece tarihi değil, aynı zamanda kültürel açıdan da büyüktür. Antik Yunan ve Roma dönemlerine ait kalıntıların yanı sıra, Hristiyanlık tarihinde de büyük bir rol oynamıştır. Aziz Pavlus'un Efes'e gelerek burada Hristiyanlığı yaydığına inanılmaktadır ve şehir, Hristiyanlığın erken dönemlerinde önemli bir merkez haline gelmiştir. Bu nedenle, Efes'te Hristiyanlıkla ilgili birçok önemli yapı ve kalıntı bulunmaktadır, bunlardan en ünlüsü Aziz Yuhanna Bazilikası'dır. Günümüzde Efes Antik Kenti, ziyaretçilerine zengin bir tarih ve kültür mirası sunmaktadır. Antik kalıntılar arasında dolaşmak, geçmişin izlerini sürmek ve tarihi yapıları incelemek, turistler için unutulmaz bir deneyim sunmaktadır. Efes'in etkileyici manzarası ve çevresindeki doğal güzellikler de ziyaretçileri cezbetmektedir. Türkiye'nin Ege bölgesinde bulunan bu antik kent, sıcak iklimi ve zengin kültürel dokusuyla her yıl milyonlarca turisti ağırlamaktadır. - Tarihi Önem: Efes Antik Kenti, Anadolu'nun batı kıyısında, Ege Denizi'nin kıyısında yer alır ve M.Ö. 10. yüzyılda kurulmuştur. - Antik Liman Kenti: M.Ö. 6. yüzyılda büyük bir liman kenti olarak parlayan Efes, Doğu Akdeniz'in önemli ticaret merkezlerinden biri haline gelmiştir. - Mimari Gelişim: Efes, Artemis Tapınağı gibi dünya çapında ünlü yapılarla zenginleşmiştir ve mimari açıdan büyük gelişmelere sahne olmuştur. - Hristiyanlık Tarihi: Aziz Pavlus'un Hristiyanlığı yaymak için Efes'e gelmesiyle şehir, Hristiyanlık tarihinde önemli bir merkez haline gelmiştir. - Aziz Yuhanna Bazilikası: Hristiyanlıkla ilgili önemli yapılar arasında yer alan Aziz Yuhanna Bazilikası, Efes'in önemli ziyaret noktalarından biridir. - Zengin Kültürel Miras: Efes, sadece tarihi değil, aynı zamanda zengin bir kültürel mirasa da sahiptir ve farklı dönemlere ait kalıntılarıyla ön plana çıkar. - Turistik Çekicilik: Dünya çapında turistleri çeken Efes, antik kalıntılarının yanı sıra etkileyici manzarası ve doğal güzellikleriyle de ünlüdür. - Ziyaretçi Deneyimi: Efes'i ziyaret etmek, geçmişin izlerini sürmek ve antik yapıları keşfetmek için eşsiz bir fırsat sunar. - Coğrafi Konum: Türkiye'nin Ege bölgesinde bulunan Efes, sıcak iklimi ve tarihi dokusuyla her yıl milyonlarca ziyaretçiyi ağırlar. - Büyüleyici Yaşam Tarzı: Efes'in zengin tarihi ve canlı kültürü, ziyaretçilere unutulmaz bir deneyim sunar.
Efes Antik Kenti'nde Yaşam ve Kültür / Dök Mimarlık Gelin hep birlikte Efes'in zengin tarihini, canlı kültürünü ve büyüleyici yaşam tarzını inceleyelim.
Efes'in Tarihsel Arka Planı
Kuruluş ve Erken Tarihçe Efes, MÖ 10. yüzyıla kadar uzanan uzun ve hikâyeli bir geçmişe sahiptir. İlk olarak İyonyalı Yunanlılar tarafından kurulmuş ve Ege kıyısındaki stratejik konumu nedeniyle hızla büyüyerek müreffeh bir şehir haline gelmiştir. Şehir Lidyalılar ve Perslerin egemenliği altında gelişmiştir, ancak Efes'in gerçek anlamda geliştiği dönem Helenistik dönemdir. Bu süre zarfında Efes, Akdeniz'in dört bir yanından gelen tüccarları kendine çekerek önemli bir ticaret merkezi haline gelmiştir. Kentin stratejik konumu onu mal ve fikir alışverişi için bir merkez haline getirmiş, kültürel çeşitliliğine ve kozmopolit atmosferine katkıda bulunmuştur. Roma Yönetimi ve Gelişimi MÖ 129 yılında Efes, Roma Cumhuriyeti tarafından fethedildikten sonra Roma egemenliği altına girmiştir. Roma yönetimi altında şehir önemli bir büyüme ve gelişme dönemi yaşamıştır. Romalılar Efes'in büyük bir liman kenti olarak önemini fark etmiş ve altyapısına büyük yatırımlar yapmışlardır. Efes'teki en ikonik yapılardan biri Roma döneminde inşa edilen Celsus Kütüphanesi'dir. Bu görkemli kütüphane binlerce parşömene ev sahipliği yapmış ve kentin entelektüel ve kültürel gücünün bir sembolü olmuştur. Roma etkisi, 25.000 seyirciyi ağırlayabilen ve çeşitli performanslara ve etkinliklere ev sahipliği yapan Efes'in büyük tiyatrosunda da görülebilir. Dini Önemi Efes sadece bir ticaret merkezi değil, aynı zamanda bir dini faaliyet merkeziydi. Şehir, Antik Dünyanın Yedi Harikası'ndan biri olan Artemis Tapınağı'na ev sahipliği yapıyordu. Bu tapınak Yunan tanrıçası Artemis'e adanmıştı ve çok uzaklardan gelen hacıları kendine çekiyordu. Efes'teki bir diğer önemli dini mekân ise Meryem Ana'nın son dinlenme yeri olduğuna inanılan Meryem Ana Evi'dir. Bu kutsal mekân her yıl ruhani teselli ve bağlantı arayan binlerce hacı tarafından ziyaret edilmektedir. Efes'te Yaşam Tarzı ve Kültür Efes'in yaşam tarzı ve kültürü, farklı nüfusu ve zengin tarihinden etkilenmiştir. Şehir, farklı bölgelerden gelen tüccarların mallarını satmak için bir araya geldiği canlı pazarlarıyla tanınıyordu. Efes'in sokakları dükkanlar, tavernalar ve kamu binalarıyla kaplıydı ve hareketli ve canlı bir atmosfer yaratıyordu. Efes halkı tiyatro, müzik ve spor da dahil olmak üzere çok çeşitli kültürel etkinliklerin tadını çıkarmıştır. Efes'in büyük tiyatrosu Yunan ve Roma oyunlarının gösterilerine ev sahipliği yaparken, Odeon müzik konserleri için bir mekan olarak hizmet vermiştir. Şehirde ayrıca savaş arabası yarışları ve gladyatör dövüşleri gibi spor etkinliklerinin yapıldığı bir stadyum vardı. Efes bir öğrenim ve entelektüel uğraşlar merkeziydi. Celsus Kütüphanesi geniş bir kitap koleksiyonuna ev sahipliği yapıyor ve bilginler ve filozoflar için bir buluşma yeri olarak hizmet veriyordu. Şehir aynı zamanda Akdeniz'in dört bir yanından gelen öğrencilerin saygın filozoflardan eğitim almak için geldikleri ünlü Felsefe Okulu'na da ev sahipliği yapıyordu.
Mimari ve Şehir Planlaması
Efes, olağanüstü mimarisi ve şehir planlamasıyla ünlüdür. Şehir, eski uygarlıkların ihtişamını ve sofistikeliğini sergilemek için titizlikle tasarlanmıştır. Efes'in ikonik mimari harikalarından bazılarını keşfedelim. Artemis Tapınağı Artemision olarak da bilinen Artemis Tapınağı, Antik Dünyanın Yedi Harikasından biriydi. Bu muhteşem tapınak, av, vahşi hayvanlar ve bereket tanrıçası olan Yunan tanrıçası Artemis'e adanmıştı. Tapınak, her biri 60 fitlik etkileyici bir yükseklikte duran 127 sütun içeren mimari bir harikaydı. Ne yazık ki Artemis Tapınağı tarihi boyunca birkaç kez yıkılmış ve yeniden inşa edilmiştir. Bugün geriye sadece birkaç kalıntı kalmıştır, ancak bunlar hala antik yapının ihtişamına bir bakış sunmaktadır. Tapınağın bir zamanlar bulunduğu yeri ziyaret etmek, ziyaretçilerin bu antik harikanın mimari hünerini ve dini önemini takdir etmelerini sağlar.
Celsus Kütüphanesi Celsus Kütüphanesi Efes'in en ikonik yapılarından biridir. Roma döneminde inşa edilen bu muhteşem kütüphane, kentin entelektüel ve kültürel başarılarının bir sembolü olarak hizmet vermiştir. Binlerce parşömen ve kitaba ev sahipliği yapan kütüphane, antik dünyanın en büyük ve en etkileyici kütüphanelerinden biridir. Celsus Kütüphanesi'nin ön cephesi Romalıların mimari dehasının bir kanıtıdır. İki katlı yapı, dönemin sanatsal ustalığını sergileyen karmaşık bir şekilde oyulmuş sütunlara, heykellere ve kabartmalara sahiptir. Kütüphanenin iç mekânı güzel freskler ve mozaiklerle süslenmiş, dingin ve bilimsel bir atmosfer yaratılmıştır.
Yamaç Evler "Zenginlerin Evleri" olarak da bilinen Teras Evler, Efes'in varlıklı sakinlerinin günlük yaşamlarına büyüleyici bir bakış sunmaktadır. Bu evler teraslar üzerine inşa edilmiş lüks konutlar olup, seçkinlerin zenginliğini ve sofistikeliğini gözler önüne sermektedir. Karmaşık mozaiklere, fresklere ve mermer süslemelere sahip Teras Evler, dönemin sanatsal ve mimari zevklerine bir bakış sunmaktadır. Evler, antik Efeslilerin gelişmiş şehir planlama ve mühendislik becerilerini vurgulayan gelişmiş ısıtma sistemleri, kapalı su tesisatı ve güzel peyzajlı bahçelerle donatılmıştır.
Umumi Hamamlar Antik Efes'te hamamlar günlük yaşamın ayrılmaz bir parçasıydı. Bu ortak banyo kompleksleri, insanların rahatlamak, sosyalleşmek ve arınmak için toplandıkları sosyal merkezler olarak hizmet vermiştir. Hamamlar sadece hijyen için değil, aynı zamanda eğlence ve dinlence için de birer merkezdi. Efes'in hamamları sıcak ve soğuk havuzlar, saunalar, masaj odaları ve egzersiz alanları içeren büyük yapılardı. Hamamlar güzel mozaikler, mermer süslemeler ve heykellerle bezenmiş, lüks ve dingin bir ortam yaratılmıştır. Hamamlar, toplumun her kesiminden insanın gevşemek ve gençleşmek için bir araya geldiği Efes'in sosyal dokusunun önemli bir parçasıydı.
Efes'te Günlük Yaşam
Efes sadece bir mimari harikalar merkezi değil, aynı zamanda insanların yaşadığı, çalıştığı ve günlük yaşamlarından keyif aldığı canlı bir şehirdi. Efes'teki günlük yaşamın yeme-içme, eğlence ve boş zaman, eğitim ve kültür ve kadınların toplumdaki rolü gibi çeşitli yönlerini keşfedelim. Yiyecek ve İçecek Efes halkı çok çeşitli ve lezzetli bir mutfağa sahipti. Kentin Ege Denizi'ne yakınlığı, yerel diyetin temelini oluşturan taze deniz ürünlerinin bolluğunu sağlamıştır. Balık, ahtapot ve midye sık sık ızgarada ya da lezzetli soslarla pişirilerek tüketilirdi.
Efes halkı deniz ürünlerinin yanı sıra buğday, arpa, zeytin ve üzüm gibi çeşitli ürünler de yetiştirmiştir. Ekmek, zeytinyağı ve şarap temel besin maddeleriydi. Efes ayrıca çeşitli yemeklerde ve içeceklerde tatlandırıcı olarak kullanılan bal üretimiyle de biliniyordu. Eğlence ve Müzik Efes eğlence ve müziğe değer veren bir şehirdi. Efes'in binlerce seyirci kapasiteli büyük tiyatrosu, tiyatro gösterileri, müzik konserleri ve gladyatör dövüşleri için bir merkezdi. Daha küçük bir tiyatro olan Odeon ise müzikal performanslara ve daha küçük ölçekli etkinliklere ev sahipliği yapıyordu.
Spor ve atletik yarışmalar da Efes'te popüler eğlence biçimleriydi. Kentte savaş arabası yarışlarının ve atletizm müsabakalarının yapıldığı bir stadyum vardı. Efesliler ayrıca avcılık, ata binme ve balık tutma gibi çeşitli açık hava etkinliklerinden de hoşlanırlardı. Eğitim ve Kültür Eğitim Efes toplumunda önemli bir rol oynamıştır. Şehir, Akdeniz'in dört bir yanından gelen öğrencilerin saygın filozoflardan eğitim almak için geldiği ünlü Felsefe Okulu'na ev sahipliği yapıyordu. Celsus Kütüphanesi, çok uzaklardan gelen bilginleri ve entelektüelleri kendine çeken bir öğrenim merkezi olarak hizmet vermiştir. Efes, kültürlerin ve fikirlerin kaynaştığı bir yerdi ve bu da canlı kültürel ortamına katkıda bulunuyordu. Şehir, Efeslilerin sanatsal yeteneklerini sergileyen festivallere, tiyatro gösterilerine ve müzik konserlerine ev sahipliği yapmıştır. Efesliler edebiyata ve şiire de değer verirdi; birçok ünlü yazar ve şair bu şehirden çıkmıştır. Din ve Maneviyat Efeslilerin günlük yaşamlarında din önemli bir yer tutuyordu. Şehir, Antik Dünyanın Yedi Harikası'ndan biri olan Artemis Tapınağı da dâhil olmak üzere çeşitli tapınaklara ve dini mekânlara ev sahipliği yapıyordu. Efesliler, aralarında Artemis, Zeus ve Dionysos'un da bulunduğu bir tanrı ve tanrıça panteonuna taparlardı. Dini törenler ve festivaller Efes yaşamının ayrılmaz bir parçasıydı. Halk tapınaklarda toplanarak dualar eder ve kurbanlar sunarak tanrıların lütfunu isterdi. Dini törenlere müzik, dans ve tören alayları eşlik ederek bir topluluk duygusu ve ruhani bir bağ yaratırdı.
Efes'te Kadınların Rolü
Efes, kadınların önemli roller üstlendiği ve toplumun çeşitli yönlerinde etkili olduğu bir şehirdi. Mitoloji ve dindeki varlıkları, kamusal yaşama katılımları, iş ve ticaretle uğraşmaları, hak ve özgürlükleri de dahil olmak üzere Efes'te kadınların rolünün farklı yönlerini inceleyelim.
Mitoloji ve Dinde Kadın Efes mitolojisinde ve dininde kadınlar önemli roller oynamış ve iktidar mevkilerinde bulunmuşlardır. Şehir, kadınların koruyucusu ve doğumun koruyucusu olarak saygı gören tanrıça Artemis'e olan bağlılığıyla bilinirdi. Artemis kültü Efes toplumunda merkezi bir yere sahipti ve kadınlar tanrıçayla ilişkili dini ritüellerde ve törenlerde aktif rol oynuyordu. Antik Dünyanın Yedi Harikası'ndan biri olan Artemis Tapınağı, kadınların Efes mitolojisi ve dinindeki öneminin bir kanıtıdır. Kadınlar rahibe olarak görev yapmış ve Artemis'e tapınmada hayati roller oynayarak dini uygulamaların ve geleneklerin devamlılığını sağlamışlardır. Kamusal Yaşamda Kadınlar Erkekler kamusal yaşamda ağırlıklı olarak güç sahibi olsalar da, Efes'teki kadınlar yine de katılmanın ve nüfuz sahibi olmanın yollarını bulmuşlardır. Varlıklı ve nüfuzlu kadınlar güçlerini kocaları ya da erkek akrabaları aracılığıyla, genellikle perde arkasından kullanabiliyorlardı. Danışmanlık ve destek sağlayarak kararları ve politikaları şekillendirirlerdi. Efes'teki bazı kadınların, özellikle de önde gelen ailelerden gelenlerin eğitime erişimleri vardı ve entelektüel uğraşlarla ilgilenebiliyorlardı. Felsefi tartışmalara katılır, derslere devam eder ve kentin kültürel ve entelektüel yaşamına katkıda bulunurlardı. İş ve Ticaret Dünyasında Kadınlar Efes hareketli bir ticaret merkeziydi ve kadınlar iş ve ticaret hayatında aktif bir rol oynuyordu. İmalat, tekstil üretimi ve perakende satış da dahil olmak üzere çeşitli ekonomik faaliyetlerde yer almışlardır. Kadınlar dokuma, boyama ve nakış işleriyle uğraşarak bölgede oldukça rağbet gören tekstil ürünleri üretmişlerdir. Efes'teki bazı kadınlar dükkânlar ve atölyeler de dâhil olmak üzere işletmelerin sahibi ve yöneticisiydi. Mal ticareti yapar, sözleşmeleri müzakere eder ve mali işlemleri denetlerlerdi. Kadınların iş ve ticaretle uğraşması kentin ekonomik refahına ve kendi mali bağımsızlıklarına katkıda bulunmuştur. Kadın Hakları ve Özgürlükleri Efes'te kadınlar, diğer antik toplumlarda yaygın olmayan bazı hak ve özgürlüklere sahipti. Rolleri öncelikle ev ve aile etrafında yoğunlaşmış olsa da, mülk sahibi olma, servet miras bırakma ve ekonomik faaliyetlerde bulunma becerisine sahiptiler. Evlilik Efes toplumunda önemli bir kurumdu, ancak kadınların eşlerini seçme konusunda bazı yetkileri vardı. Yasal işlemler ve şahitlerin katılımı gerekmesine rağmen boşanma da mümkündü. Kadınlar, kocaları kendilerine kötü davranır ya da suiistimalde bulunursa boşanma talep etme hakkına sahipti. Efesli kadınların sağlık hizmetlerine erişimi vardı ve kadın hekimlerden ve ebelerden tıbbi yardım alabiliyorlardı. Üreme sağlıkları üzerinde belli bir kontrole sahiptiler ve doğum ve aile planlamasıyla ilgili kararlar alabiliyorlardı.
Efes'te Erkeklerin Rolü
Mitoloji ve Dinde Erkekler Antik Efes kentinde erkekler mitoloji, din, kamusal yaşam, iş dünyası, ticaret, hak ve özgürlüklerin kullanımı gibi toplumun çeşitli yönlerinde önemli bir rol oynamışlardır. Bu makale, Efes'te erkeklerin rollerinin farklı yönlerini inceleyerek katkılarına ve etkilerine ışık tutacaktır. Mitoloji ve din dünyasında erkekler tanrılar, kahramanlar ve rahipler olarak önemli konumlara sahipti. Efes, Antik Dünyanın Yedi Harikası'ndan biri olan görkemli Artemis Tapınağı'na ev sahipliği yapıyordu. Read the full article
#19.yüzyıl#Akdeniz#alan#Anadolu#antik#araştırma#arkeoloji#Arkeolojik#Art#Artemis#b#bilgi#ç#çin#Da#Değer#Değerlendirme#Deniz#Din#Dini#Doğu#dönem#dünya#Efes#efesantik#eğitim#eğlence#Eski#eşsiz#etkileyici
2 notes
·
View notes
Text
28 yaşında ilk kez adını duydum Ali Teoman'ın. Bu postu şu an paylaşıyorum ama yazarın bu gönderideki dahil üç kitabını çoktan okudum.
"Eni konu" düşünüldüğünde Ali Teoman'ın resmen kendine ait bir dünyası var. Daha sonraki kitaplarında değineceğim şekilde de keşfedilmesini, deşifre olmasını istediği sır bir dünyası var. Eserlerindeki ontolojisi sağlam felsefi altyapısı ve sadece Yunan-Roma mitolojisi ile sınırlanmayan mitoloji bilgisi, bunlarla haşır neşir olan biri olarak beni kendine bağladı diyebilirim. Teoman'ın bu mitoloji bilgisini, Ahmet Ümit'inki gibi özellikle araştırılıp kaleme alınmış gibi düşünmeyin. Hem felsefesinin özünü hem de mitolojik bilgisini aynı kapta harmanlamış olduğunu anlıyorsunuz.
Tekrar ettiği kendine ait hem yapı kalıpları hem de cümle kalıpları var ve anladığım kadarıyla bunları bile isteye sık sık tekrarlamayı seviyor. Masalsı, karanlık, koşturmalı bir dili var. Gizli Kalmış Bir İstanbul Masalı'nın giriş bölümünde aslında masal-mitosa dair yaklaşımlarını kendi de ifade ediyor.
"Sır diye bir şey yoktur; olduğu sanılır yalnızca. Daha doğrusu, içi boş bir kutudur sır. Kimisi paha biçilemez bir elmas olduğunu sanır orada, kimisi içi yanan bir kor parçası, kimisi ise eski bir meşin top... Ama işte bakın, o kutunun içi boş, bomboş! Hakikat işte bu kadar basit aslında: O kadar basit ki, insanın inanası gelmiyor. Komik, değil mi? Sır, memur X, sır hiçbir sırrın olmamasıdır."
3 notes
·
View notes
Link
#Kastamonu#KastamonuGezilecekTarihiYerler#KastamonuKültürelMiras#KastamonuTarihiGeziRehberi#KastamonuTarihiMekanlar
0 notes
Text
İzmir, Türkiye'nin en popüler turistik destinasyonlarından biridir ve turistlerin ziyaret edebileceği birçok cazip mekanı bulunmaktadır. İzmir'de hem tarihi hem de doğal güzelliklere sahip olan yerler bulunmaktadır. İzmir gezilecek yerler başlamadan önce, İzmir limanı veya havaalanında karşılanabilir ve size özel bir rehber eşliğinde şehri keşfedebilirsiniz.
Bu güzel şehirde turistlerin ziyaret edebileceği popüler yerler arasında tarihî Kemeraltı Çarşısı ve Alaçatı Çarşısı başı çekmektedir. Kemeraltı Çarşısı, İzmir'in en ünlü alışveriş merkezidir ve tarihi dokusuyla da dikkat çekmektedir. Burada birbirinden renkli dükkanlarda alışveriş yapabilir, yöresel lezzetleri tadabilir ve tarihi yapıları keşfedebilirsiniz.
Alaçatı Çarşısı ise İzmir'in turistik semti olan Alaçatı'da yer almaktadır. Burası ünlü restoranları, butik otelleri ve şirin dükkanlarıyla ünlüdür. Çarşıda dolaşırken nostaljik bir atmosferde keyifli vakit geçirebilir ve yöresel ürünleri satın alabilirsiniz.
İzmir'in diğer önemli gezilecek yerlerinden biri ise Efes Antik Kenti'dir. Bu antik kent, İzmir'in en önemli tarihi mekanlarından biridir ve Roma dönemine ait kalıntılarıyla büyüleyici bir atmosfer sunmaktadır. Burada Ayasuluk Tepesi, Celsus Kütüphanesi ve Büyük Tiyatro gibi önemli yapıları ziyaret edebilirsiniz.
İzmir'e yolunuz düştüğünde ayrıca İzmir Kordon Boyu'nda denize karşı güzel bir yürüyüş yapabilir, Konak Meydanı'nda saat kulesini görebilir ve Asansör'den muhteşem bir şehir manzarasıyla İzmir'i keşfedebilirsiniz. Ayrıca tarihi Agora ve Arkas Sanat Merkezi gibi diğer önemli mekanları da ziyaret edebilirsiniz.
İzmir'de turistler için çok sayıda gezilecek yer bulunmaktadır. Her biri kendine özgü bir atmosfere sahip olan bu mekanlar, İzmir'in zengin kültürel ve tarihi mirasını yansıtmaktadır. İzmir'i ziyaret ettiğinizde, bu popüler yerleri keşfetmeyi unutmayın ve şehrin sunduğu deneyimin tadını çıkarın.
0 notes
Text
İstanbul’un Estetik ve İşlevsellik Dengesi
İstanbul, tarihi ve kültürel zenginlikleriyle ünlü olan eşsiz bir şehirdir. Bu büyüleyici metropol, farklı dönemlere ait mimari yapılarıyla da göz kamaştıran bir şehir olma özelliğini taşır. İstanbul’un mimari kimliği, hem geçmişin izlerini taşırken hem de modern çağın gereksinimlerine cevap veren bir iç mimarlık anlayışının birleşimini temsil eder. İşte bu noktada, iç mimarlık İstanbul büyük bir öneme sahip olup, şehrin estetik ve işlevsel dengesini sağlamada kritik bir rol oynar.
İç mimarlık, mekânların tasarım sürecinde estetik, fonksiyonellik ve kullanıcı ihtiyaçlarına odaklanan bir disiplindir. İstanbul’un karmaşık dokusunda, iç mekânların doğru planlanması ve tasarlanması, şehrin ruhuna uygun bir şekilde yapılmalıdır. İşte bu nedenle iç mimarlar, tarihi yapıları modern bir yaklaşımla restore ederken, yeni yapılarda da İstanbul’un kültürel mirasını yansıtan tasarımlar ortaya koymak için büyük bir özen göstermelidir.
İstanbul’un iç mimarlık anlayışında, işlevsellik ve estetik arasında hassas bir denge kurulması gerekmektedir. İşlevsellik, mekânların kullanıcıların ihtiyaçlarını karşılaması ve rahat bir kullanım sunması anlamına gelirken, estetik ise mekânların güzellik ve uyum açısından göze hitap etmesini ifade eder. İyi bir iç mimar, bu iki unsuru bir araya getirerek, İstanbul’un karmaşık yapısına uygun mekânlar tasarlar.
İstanbul’un iç mimarlık anlayışı, farklı dönemlere ait mimari stilleri bir arada barındırır. Şehirde yer alan Osmanlı, Bizans, Roma ve modern mimari örnekleri, iç mimarlara zengin bir kaynak sunar. İç mimarlar, bu farklı dönemlerin izlerini takip ederek, mekânlara tarihi bir derinlik katmayı hedefler. Örneğin, bir restoran projesinde Osmanlı dönemine ait motiflerin modern bir yorumlamasıyla tasarım yapmak, İstanbul’un tarihine saygı duyan ve aynı zamanda günümüz trendlerini yakalayan bir iç mekân oluşturmanın bir yoludur.
İstanbul’un iç mimarlık sektörü, şehirdeki hızlı kentsel dönüşüm süreciyle de büyük bir değişim yaşamaktadır. İnşaat sektöründeki gelişmeler, yeni konut projelerinin ve ticari alanların hızla yükselmesine neden olurken, iç mimarlar da bu değişime ayak uydurmalıdır. Sürdürülebilirlik, enerji verimliliği ve çevre dostu malzemeler gibi faktörler, İstanbul’da iç mimarlık projelerinin temel öncelikleri haline gelmiştir. İyi bir iç mimar, bu trendlere hakim olup, çağdaş tasarım anlayışını İstanbul’un kendine özgü yapısıyla birleştirebilen bir vizyona sahip olmalıdır.
0 notes
Text
Filibe Gezilecek Yerler - En İyi 8 Yer
Bulgaristan’ın ikinci en büyük kenti olarak bilinen Filibe gezilecek yerler bakımından çok zengindir. Ortalama 700 bin nüfusa sahip olan Filibe, Bulgaristan’ın orta kısmında konumlanmıştır. Tarım kenti olarak adlandırabileceğimiz şehir, Bulgaristan’ın ekilebilir alanlarının yedide birini oluşturuyor. Günümüzde azımsanmayacak miktarda bölgede Türk nüfusu vardır. Çünkü Osmanlı zamanında hem Kuzey Ege hem de Trakya’dan Yörük Türkmenler bölgeye göç etmiştir. Böylelikle bölgenin Türkleşmiş oldu. Osmanlı���nın en önem verdiği şehirlerarasında yer alıyordu. Bu sebeple kentte Osmanlı mimarisinin örneklerini de görmeniz mümkün. Avrupa’nın en eski şehirlerinden olan Filibe; modernizmle Antik’in harmanlanmasıyla ortaya çıkmıştır. Tarihi eserleri, kültürüyle gezginlerin odak noktası haline gelmiştir. Filibe aynı zamanda Plovdiv olarak da anılıyor.
Filibe’de Gezilecek Yerler
- Roma Stadyumu - Nebet Tepe - Balabanov Evi ve Müzesi - Cuma Camii - Tsar Simyon Bahçesi - Antik Roma Tiyatrosu - Kynaz Aleksandır Caddesi - Kamenitsa Su Merdivenleri Roma Stadyumu Filibe’de gezilecek en iyi 8 yer listesine kültürel dokuya sahip Roma Stadyumu’nu koyabiliriz. Roma Stadyumu, Filibe’nin tam merkezinde konumlanmıştır. Filibe’nin popüler olan yürüyüş caddesinin başladığı noktada yer alıyor. Filibe’yle özdeşleşen Roma Stadyumu, kentin en güzel yerine inşa edilmiştir. Kusursuz bir tasarıma sahip olan stadyum, Filibe’de gezilmesi gereken yerlerin başında geliyor. Stadyumun etrafı özel olarak restorasyon çalışmalarıyla daha güzel hale getirilmiştir. Stadyum farklı yapısıyla turistlerin dikkatini çeken yapıların başında geliyor. Nebet Tepe Filibe kenti, toplamda 7 tane tepenin üzerine inşa edilmiştir. Fakat 7 tane tepenin içinde yer alan Markovo ortadan kaybolduğu için günümüze sadece 6 tanesi ulaşmıştır. 6 tepenin isimleri şu şekildedir; - Cambaz - Nöbet - Saat - Bunarcık - Cehennem - Taksim Nebet Tepe’nin üzeri antik kalıntılarla doludur. Nebet Tepe’den kenti kuşbakışı izleme şansına sahip olabilirsiniz. Balabanov Evi ve Müzesi 20.yy’ın başlarında Balabanov Evi ve Müzesi, Luka Balabanov isimli bir tüccara aitti. Günümüzde de müze tüccarın ismiyle anılıyor. Balabanov’un birinci katında sergi yer alıyor. Müzenin ikinci katındaysa Revival dönemine ait özelliklere rastlamak mümkündür. Müzenin zemin katı, geçici sanat sergileri için kullanılıyor. Plovdiv’de gezilecek yerler içerisine tarihi dokusundan dolayı Balabanov Evi ve Müzesi eklenebilir. Müzenin en dikkat çeken tarafları; yüksek tavanıyla uzun antresidir. Balabanov Evi ve Müzesi, ücretsiz olarak ziyaret edilebilir.
Cuma Camii Cuma Camii, konumlandığı meydana ismini vermiştir. Bu camii, 1369-1389 yılları içerisinde Osmanlı Devleti tarafından yaptırıldı. Cuma Camii, günümüzde ibadete açıktır. Kentin en görkemli ve büyük camisi olma özelliğini taşıyor. Tarihi Cuma Camii ziyaret ettikten sonra yan tarafında yer alan restorana uğrayarak Türk yemeklerinden tadabilirsiniz. Burada Türk kahvesi de içme olanağına sahipsiniz. Tsar Simyon Bahçesi Filibe’nin muhteşem doğasının keyfini çıkarmak isteyenler Tsar Simyon Bahçesi’ni mutlaka görmelidir. Kentin en güzel ve ilgi çeken yerlerindendir. Tsar Simyon Bahçesi; çocuk oyun alanları, peyzajı ve muhteşem yürüyüş parkuruyla gezginleri kendine hayran bırakıyor. Antik Roma Tiyatrosu Polovdiv gezilecek yerler denildiğinde akla ilk Antik Roma Tiyatrosu geliyor. Roma Stadyumu’ndan sonra kentin 2. simgesi olarak nitelendirilebilir. 3000 senedir ayakta olan bu antik tiyatro çok iyi korunmuştur. Tiyatronun yaklaşık kapasitesi, 3 bin 500 kişiliktir. Antik Roma Tiyatrosu halen çeşitli festival ve konserlere ev sahipliği yapıyor. Polovdiv’e yazın gelmeyi düşünüyorsanız öncesinde etkinlik takvimine göz atmanızı öneririz. Kynaz Aleksandır Caddesi Avrupa’nın en uzun yaya caddeleri içerisinde “Kynaz Aleksandır Caddesi” yer alıyor. Bu cadde, araç trafiğine kapalıdır. İstanbul’un ünlü İstiklal Caddesi’ne çok benziyor. Aralarındaki tek fark Kynaz Aleksandır Caddesi’nde tramvay olmamasıdır. Kynaz Aleksandır Caddesi’ne Sokak sanatçıları renk katıyor. Mağazalar, kafeler ve restoranlar karşılıklı dizilerek güzel bir görüntü oluşturuyorlar. Kamenitsa Su Merdivenleri Kentin ünlü Kynaz Aleksandır Caddesi üzerinde Kamenitsa Su Merdivenleri yer alıyor. Kaynaz Aleksandır Caddesi’nden biraz ilerledikten sonra sağda Kamenitsa Su Merdivenleri’ne rastlayabilirsiniz. Merdivenin yan tarafında “Milyo” heykeli vardır. Aynı zamanda Milyo heykelinin yanında da Filibe’nin simgesi olan “Together” panosu bulunuyor. Together panosu, Filibe’nin Avrupa Kültür Başkentliği Yaptığı 2019 senesinde şimdiki durduğu alana monte edilmiştir.
Filibe Gezilecek Yerler Ne Yenir?
Filibe mutfağı; Bulgaristan ve Rumeli lezzetlerinden oluşuyor. “Filibe’de ne yenir” noktasında; yeme ve içme noktasında çok uygun bir kent olduğu söylenebilir. Kenti gezerken uygun fiyata yemek yiyebileceğiniz birçok alana rastlayabilirsiniz. Özellikle Rumeli ve Balkan lezzetlerinden oluşan Filibe mutfağı, Türk damak tadına da hitap ediyor. O nedenle kente turist ya da yaşamak için giden Türkler, yemek açısından çok sıkıntı yaşamıyorlar. Kentin en popüler yemeği, Filibe köftesidir. Ayrıca fast-food şeklindeki tatlarda çok tercih ediliyor.
Filibe Gezilecek Yerler Hakkında Genel Bilgiler
Bulgaristan’ın Sofya’nın ardından ikinci büyük kenti olarak Filibe biliniyor. Filibe hakkında genel bilgiler içerisinde en dikkat çeken nokta kentin giderek nüfusunun azalmasıdır. Örneğin; 1992’de 340 bin olan nüfus günümüzde 338 bine inmesidir. Genellikle kentlerde yıllar geçtikçe artan nüfus Filibe’de tam tersi olmuştur. Filibe kenti, Bulgaristan’ın üniversite kenti şeklinde anılıyor. Filibe’de sanat okuluna çok rastlamak mümkün. Kent, dünyada sanatın ön plana çıktığı yerlerdendir. Sokaklarında yürürken aniden insanın karşısına heykeller, sanat galerileri çıkabiliyor. Kenti dikkat çekici hale getiren noktaysa sanattır. Filibe’de hem öğrencilere hem de sanata çok değer veriliyor. Filibe’nin Old Town isimli bölgesinde Osmanlı dönemine ait birçok konak bulunuyor. Kentin tarih kokan sokakları, fotoğraf severler tarafından çok tercih ediliyor. Filibe’nin en turistik yeri, Old Town bölgesidir. Güzel ve yaşam şartları açısından uygun bir kent olmasına rağmen diğer Balkan kentleri kadar çok bilinmiyor. Plovdiv kenti hakkında genel bilgiler kapsamında daha çok sanata verdiği değer öne çıkıyor. Read the full article
1 note
·
View note
Photo
Kör oldum
kaç kere.
baktım göz yaşlarıymış, görüşümü kapayan. Bütün vücudum acılarıyla yoğruldu. 138 dakikalık filmi 160 dakika da izleyebildim. Yarabbi şükür diyip dilimi tuzladım. Kesik (2014), sıradışı bir ustalıkla, nispeten sert ve muzip diline alışık olduğum Fatih Akın’dan beklemediğim bir filmdi açıkçası. Sen neymişsin be abi! Bu hikayeyi yazmak, yeniden gözden geçirmek, ötelere berilere gitmek ve bütün o detayları film ekibiyle tek tek dokumak oluşturmak ve ortada taş gibi bir eserin çıkması her işe nasip gelmez. Ama Kesik adeta ‘Bir Fatih Akın filmi öner’ sorusuna vereceğim yeni bir cevap olacak.
Bu seyir yolculuğu bana, haberim yokken çalınmış hafızamı geri verirmişçesine bir mertlikle davrandı. İçimden, zihnimden, hafızamdan geçti bütün izler. Geçti kapıdan içeri. Sefalar buyurdu, bende gönül dizimi kırıp dinledim hikayesini. Birlik ruhu, dirlik ruhu. Nedir şu İbn-i Haldun’un asabiyye dediği? Bunca göç ve yol görmüş, geçirmiş beşerin her bir şahitliğiyle taşıdığı kıymetli yaşanmışlığını hangi sınır, hangi çizgi hangi resmi tarih yazımı ifade edebilir?
Elimi tuttu ve ben sormadan anlattı. Baş kahramanının dilsiz kalması filmin yoğunluğunu aktarabilmekte filmin kızarmış ekmeğine yağ sürüyor. Konuşamamak o kadar da kendini hissettirmemeye başlıyor bir süre sonra, çünkü insanlar insanlıklarında bu sorunları insanca çözüyorlar, ancak insana insan olarak yaklaştıklarında bu oluyor. Kesik, bu karşılaşmalarla dolu. Günümüzdeki aşırı kalabalığın sosyal savunma mekanizmamızı uzaya taşırken, bu filmde insanların insan seviyesinde, doğmadan tanış olmuşlarcasına bir sınıfsızlıkla ilişkilendiğini görmek çok kıymetli, unuttuğumuz bir beşer deneyimi. Bizi sosyal medya kanalları mı mahvetti Arzu? Yoksa cep telefonları mı? Ama onlar da iyki var dimi ama.
Dost olmak ne demektir? Kollamak, tanımak, haliyle hal olmak ne gerektirir? Siz hiç Havana’daki yarlarınızı arayıp sordunuz mu? Fas’taki yoldaşlarınızla selamlaştınız mı? Kaç vakit seni seviyorum sözcükleri düştü ağzınızdan Tayvan’daki dostlarınıza karşı? Bu film özellikle bana dost olmanın ne anlama geldiği, insan olmanın ne anlama geldiği ile ilgili çok şey anlattı. Gözümde canlanmaz mı şimdi bir hayalet güruh, unutturulmaya bırakılmış, gitgide rengi atan bir kalabalık? ‘Arkalarını çevirin!’ Sırtımız çevrik yaşamak nasıl bir sağırlık hali? Yaralarından akmış, kuruyan kana bakmak gibi bu filme bakmak. Canı acımamış geçmişlerimizin yerine de canımızı acıtan bir film.
Kesik, yalnızca karartılmış, üstüne kalın botlarla basılmış tarihi gerçekliklerin hafızalardaki kesikleri değil; aynı zamanda hala toprak savaşlarının süregeldiği arkaik bir dünyayı, henüz vatan söyleminin bile ulusal bir nitelik kazanmadığı bir dönemi günümüz milliyetçi ve ideolojik tarih kurgularının çarpıtmasına olan bir saldırıyı da ifade ediyor. Filmdeki çatışma ve karşılaşmaların olay örgüsünü dantel gibi ‘çokköklü ve çokboyutlu sosyokültürel olguları’yla var eden detaylar, izleyicide karakterler arasında dost-düşman gibi bir ikilik veya karşıtlık duygusu uyandırmaktan uzağa düşüyor. Kıymetlı tarihçi Cemal Kafadar’ın ifadesiyle ‘düz, çizgisel anlatıların ideolojik cilasının kolay döküldüğü’nün sinemada bir örneği olarak Kesik çok değerli bir sinema eseri. Beşerin inşa’ları ve icat’larının ne kadarı kendi naçizane kararlarının bir eseri ve ne kadarı dışardan bireye empoze edilen bir karar? 28 Nisan’da Salt Beyoğlu’nda son nefesini verecek olan Naeem Mohaiemen sergisinin metninin son cümlesi şöyleydi:
(sergi) hikâyelerdeki karakterlerin devlet kontrolündeki tarih yazımının yöneticileri mi, yoksa tutsakları mı olduğunu sorgulamaya çağırır.
Kesik’te gördüğümüz tarihi şekillendiren beşer, Naeem’in sergisinin başlığında (Makbul Tarihin Tutsakları) belirttiği seçimin adeta perdede izdüşümüdür. Kesik’teki insanlar kendi iradelerini kullanma özgürlüğünü bulduklarında tarihe bıraktıkları yalnız kendilerinin bir el yazısı kalıyor. Kaç kişi okuyabiliyor? Dünyanın her bir yanında tarihi yazma ithamlarıyla durmadan yola devam eden otoriteler bu ‘tercih edilmeyen, zaman içinde terk edilen ve unutulan’ gerçekliklerin görünmezleşmesine mahal verirken, Kesik, ezber bozarak görünmeyene kendini göstermesi için mahal ve zaman tanır. Cemal Kafadar ‘Kendine Ait Bir Roma’da şöyle der:
geçmişin en az bizim kadar incelikli insanlarının bu kavramların içini nasıl farklı şekillerde doldurduklarına ve sürekli dönüştürdüklerine yakından eğilmek gerekir.
Fatih Akın, Kafadar’ın sesini duymuş gibidir. Hayret kapısını ardına kadar açmış ve önüne yerinden oynamaz koca bir taş koymuştur. Baş kahramanlık öğesi, kollektif bir kimlik kurmak uğruna kurban gitmiştir. Geleneksel anlatıdaki protagonist-antagonist ikiliğine de bir kesik burdan gelir.
Kesik üstüne kesik, üstüne bir daha.
Cemal Kafadar’ın yine bir ifadesi filmdeki olayların gidişatı ve karakterlerin varoluş kaynağını aktarmak için adeta biçilmiş kaftandır: ‘Tarih cilveli, hürriyet efsunkar, zulüm kurnazdır.’ Hayatta kalmanın anlamı, kardeş olduklarımız, arkasından tekme attıklarımızın belirleyicisi ne dilimiz, ne dinimiz ne de kültürel geçmişimizdir.
ân geldimiydi
su dağı deler
ateş topraktan fışkırır
ya nicedir beşer
#kesik#çokboyutlu#çokperspektifli#çokkültürlü#film#fatih akın#the cut#eleştiri#tarih#cemal kafadar#kendine ait bir roma#salt beyoğlu#Naeem Mohaiemen#sergi#kitap
7 notes
·
View notes
Photo
‘‘tefekkür tarihi, medeniyet tarihinin en mühim kısmını teşkil eder. o adeta, medeniyetin şuuru demek olduğu için bütün medeniyet tarihinin zübdesi ve ruhudur..’’
‘‘membalarında takip ettiğimiz sıraya nazaran türk tefekkür tarihini üç evreye ayırmak doğru olur: 1) payen türk tefekkürü, 2) islami türk tefekkürü, 3) modern türk tefekkürü ‘‘
payen türk tefekkürü: ekseriya türklerin islamiyeti kabulünden evvelki devre ‘’kabl’l-islam’’ veya ‘’islamdan evvelki’’ devir denilmektedir. fakat bu tabirler doğru değildir. çünkü ‘’islamdan evvel’’ hiçbir karakteri ifade etmez. evvela türkler islamdan evvel muhtelif şeyler olabilir. sonra, islamiyetin kabulü türk türk tefekkürü için ne bir ‘’hidayet’’ ne de bir inhitat noktasıdır. fakat buna mukabil islamiyeti kabul etmezden evvel türk tefekkürü, tıpkı hristiyanlıktan evvelki roma ve yunan tefekkürleri gibi paien idi. türklerin dini anlayışları, kozmogonileri ve mitolojilerinde, dünya görüşlerinde payenlere mahsus olan genişlik ve itikat hudutsuzluğu vardı. türklerin aynı zamanda muhtelif din ve medeniyetlere birden girişleri, itikatlarını kolaylıkla değiştirmeleri, aralarına yeni mabutlar ve yeni fikirlerin büyük bir tesamüh ile dahil olması bu surette izah edilebilir. bu devirde türk tefekkürü de, tıpkı roma veya yunan’daki payen tefekkür gibi geniş ve her an değişmeye müsait bir pantheon’a malik bulunuyordu. bundan dolayı türk fikri hayatının ilk devirlerine ‘’payen tefekkür’’ diyebiliriz. bu devrin summer’lerden islamiyeti kabule kadar yani 4000 senelik uzun bir ömrü vardır.
islami türk tefekkürü: vııı. asırdan (hicri ıı.asır) xıx. asra kadar 1100 sene devam eden devir diğerinden oldukça faklı karaktere maliktir. islami türk tefekkürü bir ‘’ümmet’’ tefekkürüdür.orada imparatorluk ideolojisi beynelminel dini camia meydana getirmiştir. türk tefekkürü burada kendine mahsus karakteri ancak araplar, türkleri ve acemler arasında müşterek olan islami bir şekil içerisinde ifade edebilmiştir. binaenaleyh bu devirde orjinal bir eserin doğabilmesi için her şeyden evvel ümmet ruhunun tamamen kavranmış olması; yani islami şekilde ‘’üstad’’ olunması lazım dı. bundan dolayı türk tefekkürü ümmet devrinde hakiki mahsul verinceye kadar; bu devrin şekline ait usun bir ‘’çıraklık’’ devresi geçirmiştir. ümmet devrinin en müşterek ve umumi karakteri dini ( theologique) devlettir. bu vasfa hırıstiyan, islam ve buda ümmetlerinde tesadüf ederiz. nitekim ümmet tefekkürünün de bariz vasfı dini devlet etrafında toplanır: dini devlet kendini meşrulaştırmak için ‘’şeriat’’ ile ‘’mantık’’ telife, diğer tabirle dini aklileştirmeye çalışır. bu surette ‘’medrese’’ scolastique vücuda gelir. diğer cihetten din, devlet haricinde doğrudan doğruya mystere’e istinat ederek içtimai sınıfların en büyük istinat kuvveti olmakla devam eder. mantıkla telif yapmayan din, artık devletin dini değil muhtelif içtimai sınıfların ve halkın dinidir. o bu şekilde bazan devlete yakın, bazan çok uzaktır. böylece zaman zaman batınilik, şiilik, heterodoxie, schisme şeklini alır. bu suretle de, ‘’tekke’’, tasavvuf ( mysticisme), sırrilik meydana gelir. işte, ümmet tefekkürü aralarında paylaşan, bununla beraber aynı içtimai teşekkülün neticesinde doğmuş olan iki zıd kutup bunlardır.
modern türk tefekkürü: tanzimattan biraz evvel başlayarak gittikçe daha zaruri ve içtinabı imkansız bir hal alan avrupa ile temas neticesinde, türkler modern tefekküre ağır ağır girmeye başladılar. modern tefekkür deyince, malum olduğu üzere, rönesans’tan başlayarak descartes’tan sonra tamamıyla inkişaf eden avrupa tefekkürünü kasdediyoruz. bugünkü müspet ilimler, fikir cereyanları, felsefeler modern eseridirler. onlar, gerek usul, gerek gaye itibariyle ümmet tefekkürü ile irtibatlarını tamamıyla kesmişlerdir. düşünme ve yaratma sanatının kökleri hususunda ona birçok şey borçlu iseler de, modern tefekkürü artık diğerinden büsbütün ayrı karakterleriyle mütalaa etmek lazım gelir. modern tefekkürü her şeyden evvel amelidir. gayesi en geniş manasıyla dünyevi action’dur. ahlak, siyaset ve teknik onun bilavasıtahedefini teşkil eder. gerek ilim, gerek felsefe olmak itibarıyla o burada temek hazırlar. o suretle ki artık tefekkür alelade bir kafa oyunu, bir ‘’muakale’’ olmaktan çıkmıştır. içtimai actiaon’un istinat noktası vazifesini görmeye başlamıştır. teknik ilme istinat eder; ilim usule dayanır kuvvetini felsefeden alır. diğer cihetten de ahlak ve siyaset de yine ilme ( içtimaiyat, iktisat, hukuk) o da usul ve felsefeye istinat eder. görülüyor ki tefekkür artık ne ilk zamanda olduğu gibi bir ‘’muakale’’ sanatı, ne de orta zamanda ( yani ümmet devrinde) olduğu gibi mystigue dünya görüşünün akılla telifi için yapılan bir cehttir. tefekkür burada hayat için, cemiyet için, action içindir. bu sebepteno, birinci safhata dini tefekkür ile mücadele ederek başlar, ikinci safhada kendi prensiplerini ve usulünü araştırmaya koyulur. nitekim modern türk tefekkürü de tanzimat’tan beri bu ikisafhadan geçmiştir. o evvela, medrese ve tekke ile karşılaşmış, onunla mücadele etmiş, uzlaşmaya çalışmış, nihayet ona galebe çalarak başlı başına varlık olmaya başlamıştır. modern türk tefekkrünün en tam ve inkişaflı safhası budur. usul ve prensipler üzerine düşünerek orjinal bir teffekkür olabilmek için lazım gelen çıraklık safhasından geçmemiştir. bu sebepten türk tefekkürü yaratıcı olabilmek için geçilmesi zaruri olan ‘’çıraklık’’ devrsindedir.
7 notes
·
View notes
Text
Daha önce söylemiştim (söylemiş miydim?) okuduklarım, seyrettiklerim, dinlediklerim arasında köprü kurmayı, o köprülerden geçerek yeni yollara çıkmayı seviyorum. Hayli seviyorum. Bugün, temizlik sırasında eski dergilerimi düzenlerken, Express’in Aralık 2017 (158.) sayısını elime alınca, Şükrü Argın’ın Kendimize Ait Bir Roma başlıklı (Cemal Kafadar’ın Kendine Ait Bir Roma adlı kitabına atıfla) yazısını yeniden okudum. Yazı oldukça uzun, incelikli, müthiş bir çalışma. Aman yarabbi... Amery’den giriyor, elbette Cemal Kafadar’a uzanıyor. Arendt sağdan, Nietzsche soldan, Kant bir yanda, Locke beri tarafta. Allahım o da ne, Gılgamış Destanı duruyor heyula gibi tam ortada, derken Primo Levi... İnanmazsınız, aynı yazıda Adnan Menderes’in bile adı geçiyor. Hepsini öyle güzel harmanlamış ki işte böyle seneler sonra tekrar tekrar okumalık. Evlatlara bırakılacak miras bildiğin.
Neyse, yazının bir yerinde -hatta tam olarak derginin 51. sayfasında- şöyle diyor Argın:
//Çocuklar ve gençler, yeni bir yurt edinmek bakımından yaşlılardan çok daha elverişli bir durumdadır, çünkü ellerinde bu yeri “çocukluklarının ve gençliklerinin ülkesi” kılma umudu vardır. Bu yeni yer onlar için hayatlarını yazabilecekleri bir tür tabula rasa gibidir yani.
Fakat yaşlandıkça kaçınılmaz olarak buranın bir tabula rasa olmadığını, başkalarına ait bir “çocukluk ve gençlik ülkesi” olduğunu fark edeceklerdir. Ya da daha kötüsü, birileri onlara -yeri ve zamanı geldiğinde- bu “hakikati”, yani aslında buraya ait olmadıklarını bir şekilde hissettirecektir. Tıpkı 1935’te Nürnberg Yasaları’nın Amery’ye yaptığı, hatta hatırlatmak ve hissettirmekle yetinmeyip bizzat bildirdiği gibi.//
İşte tam burada aklıma düştü; Milan Kundera yazmıştı Gülüşün ve Unutuşun Kitabı’nda:
//Mirek, tarihi, tıpkı Komünist Partisi’nin, tüm siyasal partilerin, tüm ulusların ve insanların yaptığı gibi yeniden yazmak istemişti. Çok daha iyi bir geleceğin yaratılmak istendiği söyleniyordu bağrıla çağrıla. Oysa bu doğru değildi. Gelecek kimsenin umurunda olmayan, ilgisiz bir boşluktur. Geçmiş ise yaşam doludur, kızdırır, başkaldırtır, yaralar. O kadar ki, bu yüzden onu yok etmek ya da yeniden yaratmak isteriz. Geleceğe egemen olmak istenilmesinin nedeni, geçmişi değiştirecek güce sahip olmaktan başka bir şey değildir. Fotoğraf stüdyolarına girerek fotoğrafları rötuş edebilmek ve yaşam öyküleriyle tarihi yeniden yazabilmek içindir tüm kavgalar.// s. 34
Kundera’ya bu satırları için sitemlerimi ayrıca iletsem de, Argın’ın sözlerinin başka bir bağlamda söylendiğinin de farkında olarak, ikisinin karşısına oturmuş sohbet eder gibi olduğum için memnunum halimden... Ama en sona sakladığım ve kalbime dokunan ise canım Onur’un (Onur Orhan) Edebiyat Atölyesi dergisindeki yazısından:
//Kimse dünyaya sığmaz, çünkü dünya dündedir. O aşağıdadır ve aynı zamanda beridedir. Hem bir geçmiştir hem geleceğe mesafedir. Beri ötede olmayandır, yakındır, bir el, göz mesafesinde. Beri, temizlenmiş, paklanmış, kurtulmuş olandır; beriden azade...//
2 notes
·
View notes
Photo
Nika Ayaklanması- 532 Konstantinopolis
532 Nika ayaklanması, İmparator 1.Jüstinyen döneminde Hipodrom’da meydana gelen ve 30.000 kişinin katledilmesiyle son bulan isyandır. İstanbul tarihinin en kanlı olaylarından birisidir. Belki de en kanlısı… Peki Nika isyanı nasıl başladı ve neden bu kadar kanlı bir şekilde bastırıldı?
Sonradan İmparator Jüstinyen olarak anılacak olan Flavius Petrus Sabbatius İustinianus’un taht yolcuğu, Roma İmparatoru olan amcası Jüstin’in MS 627’de sarf ettiği şu sözlerle başlar: “Halkımın kararı sonucunda yeğenim ve evlatlığım Jüstinyen’i eş imparator ilan ediyorum”. Kısa süre sonra Jüstinyen, 45 yaşında iken Ayasofya’da gerçekleştirilen törenle birlikte imparatorluk alameti olan erguvan moru pelerini omzuna takar.
Karısı Theodora ile birlikte Konstantinopolis’in en büyük sarayına yerleşir. Theodora soylu olmadığı halde imparatoriçe olan ilk Romalı kadındır. 6.yy’da yaşamış bir Romalı tarihçi onun için şu satırları not düşer: “Roma, tarihi boyunca fahişelik yapan çok imparatoriçe görmüştür ama imparatoriçe olan fahişeyi ilk kez görüyor”.
Nika ayaklanması ile ilintili olarak hem Jüstinyen hem Theodora hakkında daha teferruatlı bilgiler almak için sayfanın sonunda “Tavsiye Edilen Yazılar” kısmına bakabilirsiniz.
Konstantinopolis’te Sular Isınıyor
Nika ayaklanmasının vuku bulduğu araba yarışları başlamadan önceki haftalarda, Konstantinopolis’te önemli gelişmeler olmuştu. Doğuda General Belisarius Pers ordularını yenmiş, batıda ise sınırlar Adriyatik’e kadar genişletilmişti. Kafkas orduları da buraya çağrılmıştı. Anlamı ise netti: İtalya ve Sicilya’ya sefer! Oysa Romalılar artık savaş istemiyorlardı.
Perslerin ve göçmen kavimlerin baskısıyla askeri harcamalar artınca; hasat şenliklerinde bedava şarap dağıtılmadığı gibi, her yıl Hz İsa’nın doğum gününde verilen sikkeler de dağıtılmamıştı. Fırıncılar sokağı da, vali (Praetor) tarafından konulan ek vergiyi anlamlandırmaya çalışıyordu.
Tüm bu hoşnutsuzluklar bir araya gelince sokaklar karıştı, muhafızlar müdahale etti… Vali, 7 kişiyi tutuklamış ve idam ettirmişti. Ancak bunlardan 2’sinin ipleri kopmuş ve çevredekilerin de yardımıyla bir kiliyse sığınmışlardı. İstanbul halkı ise bu durumu ilahi bir işaret olarak yorumlamıştı.
Romalıların Sesi Yükseliyor: Nika, Nika, Nika!
Ocak 532 yılında Konstantinopolis halkı, araba yarışları için hipodromda toplanmaya başlamıştı. Yarışın bu ilk gününde İmparator ile halk temsilcileri arasında bir görüşme olacaktı.
Maviler ve Yeşiller
Maviler ve Yeşiller, o dönemin politik taraftar grupları idi. Şehir milislerinin de kaynağı olan bu gruplar, farklı takımları tuttukları gibi farklı çevreleri temsil ederlerdi.
Yeşiller, zanaatkârları ve tüccarları yani şehirlileri; Maviler ise çiftçileri ve toprak sahiplerini yani köylüleri temsil ederlerdi. Maviler hipodromda, imparatorluk locasının sağında yani gölgelik kısımda; yeşiller ise sol tarafta otururlardı.
Yukarıda bahsettiğim, kiliseye sığınan iki kişiden biri mavilerden, diğeri ise yeşillerdendi. Halk yarışlar öncesi her zamanki gibi Jüstinyen lehine sloganlar atıyor ve af talebinde bulunuyordu. Kendi valisinin kararını çiğnemek istemeyen Jüstinyen ise bu taleplere cevap vermiyordu.
Hipodromda İsyan
Son yarışlar da tamamlanmasına rağmen hipodrom boşalmıyordu . Önce homurtular yükseldi, ardından güçlü
Nika Ayaklanmasının Başladığı Hipodrom
sloganlar: “Yaşasın zulüm gören Maviler, yaşasın Yeşiller”. İki grup bir araya gelmiş ve hipodromdan sokağa akıyordu. Valilik binası önünde Romalıların önünü askerler kesti fakat kalabalık durmayacaktı: Askerler öldürüldü, bina basıldı! Valilik binası altındaki zindanlara giren maviler ve yeşiller, buradaki mahkumları serbest bırakıp binayı ateşe verdiler. Ateşi harlamak için atılan saman balyaları rüzgarın etkisiyle savruldu ve önce senato binasını, ardından da Ayasofya Kilisesi’ni tutuşturdu. Yangın, gece boyunca sürecekti…
Çarşamba günü (ertesi gün) Jüstinyen İstanbul halkını sakinleştirmek için yarışların devam etmesini emreder. Romalılar hipodromda toplanır fakat atlara bağlanmış arabaların gösterisini izlemek için değil, yukarıda saydığım olumsuzluklara neden olduğuna inandıkları yöneticilerin azlini istemek için!
Senato Nika Ayaklanması için Toplanıyor
Durumu değerlendirmek isteyen Jüstinyen, senato üyelerini saraya çağırdı. Zaten sokaklarda asker yoktu, en güvenli yer burasıydı. Senatörler ve diğer bürokratlar Jüstinyen’e halkın taleplerini kabul etmesi için baskı yaptılar ve başarılı da oldular.
Komutan Mundus, Konstantin Forumu’nda istedikleri azil ve atama işlemlerinin yapılacağını halk temsilcilerine bildirdi. Ardından tellallar halka eve dönmeleri gerektiğini ve oyunların ertesi gün devam edeceğini duyurdu. Fakat Jüstinyen karşıtları halkı galeyana getirmek için çaba harcıyorlardı. Çok uğraşmaları da gerekmemişti: Kendine güveni gelen ve durumdan cesaret alan gruplar, tekrar sokaklara dağıldılar.
Mese caddesinde (orta cadde) toplanan Romalılar hep bir ağızdan Konstantinopolis’i “Nika, Nika, Nika” diye inletiyordu: Zafer, zafer, zafer!
Nika İsyanı Büyüyor
Kalabalık, Jüstinyen’in rakiplerinden Anastasius’un yeğeni Probus’un evine yöneldi. Onu imparator ilan etmek istiyorlardı fakat Probus böyle durumlarda olabilecekleri tahmin edebilecek kadar tecrübeli bir politikacıydı ve Konstantinopolis’i çoktan terk etmişti. Anlamsızca öfkelenen isyancılar, Probus’un evini yaktılar.
Bu arada General Belisarius subaylara ne yapmaları gerektiğini bildiriyor ve sarayda güvenlik tedbirlerini arttırıyordu. Jüstinyen’in başmabeyincisi ve yardımcısı Narses ise imparatoruna dışarıdaki olayların öngörülemez olduğunu ve isyancı grupların silahlı olduğunu anlatıyordu.
“Erguvani Pelerin Kefenim Olsun”
Antik Konstantinopolis Hipodromu
Roma tarihinde Kartaca fatihi ve Pers ordularını durduran komutan olarak anılan General Belisarius’un emrinde, 1400 kişilik çok özel bir kuvvet vardı. Got kökenli olan ve doğrudan Belisarius’a bağlılık yemini etmiş olan bu askerler, at üstünde ve tepeden tırnağa zırhlıydılar. Mundus’un emrindeki askerler ise Cermen ve Hun kökenli süvari birlikleriydi. İşte bu askerler, Nika ayaklanmasını başlatan mavilere ve yeşillere müdahale etmek için imparatordan emir almışlardı.
İsyancılar, Augusteum Meydanı’ndaki (Sultanahmet Meydanı) ilk müdahaleye karşılık verdiler ve çıkan çatışmalar sonucunda Samson Hastanesi ile Aya İrini Kilisesi (İstanbul’un ilk kilisesi) yandı. Belisarius Mese caddesinin kontrol altına alınmasını emrettiğinde ise alevlerle mücadele sırası askerlere gelmişti. Cadde boyunca kurulan barikatların ardından ve binaların çatılarından askerlere alev topları fırlatılıyordu… Akşam saatlerinde ise Belisarius ve Mundus, mağlubiyeti kabul ederek meydanları ve caddeleri direnişçilere bırakıp saraya geri çekildiler. Ordu, halk tarafından geri püskürtülmüştü!
Olanlar karşısında ne yapacağını ve kime güveneceğini bilemeyen Jüstinyen, senatörleri saraydan kovdu. Kısa süre sonra tellallar, İmparator’un pazar sabahı hipodromda halkın karşısına çıkacağını duyurdular.
Jüstinyen Halkın Karşısında
Elinde İncil ile hipodroma gelen Jüstinyen; kimsenin suçlanmayacağını, kimsenin yargılanmayacağını ve olayların son bulması halinde herkesin gündelik hayatına devam edebileceğini ilan etti. Ancak iş işten geçmişti… Kalabalık Jüstinyen’e hakaret etti ve ona inanmadıklarını söyledi. Jüstinyen, İncil’i tutan elini havadan indirip locadan çekildi.
İsyancılar ise hipodromda yeniden zaferlerini haykırıyorlardı: Nika, Nika, Nika!
Theodora’dan ötürü İmparatordan nefret eden senatörler ise halkın saraya yönelmesi için çaba harcıyordu. Onun deniz yoluyla Konstantinopolis’i terk edeceğini biliyorlardı. İş öyle bir notaya gelmişti ki, bazı saray muhafızları bile artık Jüstinyen’i korumak istemiyorlardı.
İsyancıların Yeni İmparatoru
Zaferlerinden emin olan isyancılar, Anastasius’un en büyük yeğeni olan Hypatius’u imparator ilan ederek başına zincir (taç bulamadıkları için) taktılar. Yeni imparator, kulağında karısının “seni ölüme götürüyorlar” sözleri çınlarken omuzlarda, Mese caddesi boyu gezdiriliyordu. Az sonra kendisini sırtında erguvan moru pelerinle, hipodromun imparatorlara ait locasında buldu… Nika ayaklanması doruk noktasındaydı!
Bu arada tarihin akışını değiştiren, isyancıların kaderini belirleyen bir şey oldu. Sarayı gemilerle terk etmeye niyetlenen Jüstinyen’in karşısına dikilen imparatoriçe Theodora şu konuşmayı yaptı: “Yeterince altınımız var, ömrümüzün sonuna kadar rahat ederiz. Ama 1 gün kendine soracaksın, ya kalsaydım diye! Benim inancıma göre eğer erguvani pelerini omzuna taktıysan, onu çıkarmamalısın. Bana gelince, ben atalarımızın sözüne her zaman inanmışımdır, erguvani pelerin kefenim olsun!”
İmparator Jüstinyen utandığından mı yoksa cesaret bulduğundan mı bilinmez fakat son anda kalmaya ve nika isyanını ne olursa olsun bastırmaya karar verdi. Önce çok güvendiği iki komutanını aldı yanına. Belisarius ve Mundus ile son ve en öldürücü müdahaleyi planladı: Mundus hipodromun Augusteum kapısını tutacak, Belisarius ise saray geçidini kullanarak ayaklanmacıların liderlerini tutuklayacaktı.
Muhafızların Sessiz Direnişi
Müdahale öncesinde hesaplanmayan bir şey oldu ve saray kapısındaki muhafızlar tüm emirlere rağmen hipodroma giden yolu açmadılar. Jüstinyen, bu ihaneti asla unutmayacak ve kötü cezalandıracaktı…
Belisarius ve komutasındaki askerler sarayın etrafından dolaşarak hipodroma girdiler. Bu sırada Narses
532 Nika İsyanında Konstantinopolis Şehir Planı
dışarıdakilere, “bunlar size ne kazandırabilir” diye soruyordu. Belisarius ve Got askerleri locanın kapısına varmışlardı. Maviler belki direnmiyorlardı fakat locanın kapısını da açmıyorlardı. Ne isyanın liderlerini ne de Hypatius’u teslim etmeye niyetleri yoktu. Bu esnada kalabalık içerisinde hareketlenme oldu ve askerlere ufak sataşmalar başladı. Locadaki muhafızlarla ayaklanmacılar arasında sıkıştığını düşünen Belisarius, aniden harekete geçti.
Katliam Başlıyor
Kılıcını kınından çıkarıp, günlerdir yorulan ve halka bilenen askerlerine saldırı emri verdi. Süvariler bir anda ok ve mızrak yağmuruna başladılar. Mundus ise Ölüm Kapısı’ndan (eskiden ölen gladyatörlerin çıkarıldıkları kapıdan) taarruza geçti. Ardından Narses elindeki küçük ama özel eğitimli askerlerle yardıma geldi. Tam bir katliam yaşanıyordu… Erkekler, kadınlar, yaşlılar… Hipodromun beyaz mermerleri kandan gözükmeyinceye, tek bir sivil canlı kalmayıncaya kadar askerler ölüm olup yağdı halkın üstüne…
532 yılının Ocak ayında Hipodromda başlayan Nika isyanı, yine hipodromda 30.000 kişinin ölümüyle son bulmuştu… Bazı tarihçilere göre ölü sayısı 40.000 idi. Harold Lamb’a göre ise bu sayı gerçekte birkaç bin kişidir. Ekseri görüş ise 30 bin kişidir. Sadece Roma döneminin değil, tüm İstanbul tarihinin en kanlı olayı, Nika ayaklanmasıdır.
Nika İsyanının Etkileri ve Normale Dönüş
Nika ayaklanması katliamı pazar öğleden sonra durmuştu. Yalnızca Hypatius sonradan ölmüştü (ya da öldürülmüştü). Dönemin Romalıları bunun ardında Theodora’nın olduğuna inandılar. Fakat asla nasıl öldüğü anlaşılamadı. Aslında halk daha fazlasını bekliyordu: İsyancı avı! Ama bu hiçbir zaman gerçekleşmedi. Aksine Jüstinyen af ilan etti. Herkesin işinin başına dönmesini ve kimseye dokunulmayacağını bildirdi. Hatta Hypatius’un çocuklarına kaybettikleri hakları geri verdi.
Nika ayaklanmasının hemen ardından yangınlar söndürüldü ve harabeye dönüşen şehir yeniden imar edilmeye başlandı. Yeniden inşa edilen yapıların arasına yeryüzünün en büyük mabedi de girecekti: Ayasofya! Tabii ki bambaşka bir yazının konusu…
Nika isyanının en büyük etkisi senatoya oldu. Her ne kadar sürgüne gönderilen senatörlere af çıkmış olsa da, Seatos populusque Romani (S.P.Q.R) bir daha asla eski önemine kavuşamadı. Geleneklere göre imparator, aldığı her kararı senatoya danışmak zorundaydı ama paranoyak bir hale bürünen Jüstinyen artık tüm kararlarını kendi başına alacaktı.
İsyanın diğer önemli etkisi ise hipodroma yönelik oldu. Yarışlar süresiz durduruldu ve hipodrom kamusal toplantılara kapatıldı. Burası artık sadece özel gün ve bayramlarda kullanılan bir alan olacaktı.
Nika ayaklanmasının Konstantinpolis’in yönetimine de etkisi oldu. Şehir Savunucuları diye bir memurluk oluşturuldu. Bunlar halk tarafından seçilecek ve küçük davarla bakacaklardı. Aynı zamanda pazarları da denetleyeceklerdi. İlaveten Agentes in Rebus birliğine yani ajanlara artık bütçe verilmeyecekti.
İstanbul’a girişler de kontrol altına alınıyordu. Bundan böyle şehirde malı, işi ya da ailesi olmayan hiçbir göçmen, surlardan içeri adımı atamayacaktı.
Alıntı
8 notes
·
View notes
Text
GANDALFO
İtalya seyahatimizin diğer durağı olan Gandalfo, Roma’nın 25 km dışında günümüz Lazio bölgesi içerisinde yer alan küçük bir kasabadan ibaret. Roma içerisinde Castel Gandalfo olarak anılan bu yerin en önemli özelliği, Papalığa ait yazlık sarayı içerisinde barındırmasıdır.
Mevcut Papa Vatikan içerisinde idareyi elinde tutsa da, yazları Vatikan’dan ayrılarak burada yer alan sarayına çekilerek dinlenmeye başlar. Bazı üst düzey misafirlerini de burada ağırladığı bilinmekte.
Gandalfo’ya Roma veya diğer yerlerden otobüs ağıyla ulaşım mümkün. 25 kilometrelik mesafenin yaklaşık 10 kilometrelik kısmı dağlık alana tırmanış üzerine olduğu için araçlarınız ile biraz yokuş yukarı çıkmayı göze almalısınız. Kasaba aslında dağlık alanın zirvesinde 15-20 binanın bir araya gelerek oluşturduğu bir alan desek yanlış olmaz. Oldukça küçük, kendi halinde bir yer. Bu da Papa’nın neden burayı istirahat yeri olarak seçtiğini bizlere çok güzel biçimde gösteriyor. Ama asıl olay kasabanın arkasında yer alan krater gölü. Hem Papalık Sarayı’nın pencereleri, hem de kasabanın ufak dükkanlarından izlenebilen bu krateri, uçurumun kenarına hazırlanan yürüyüş yolu ile rahatlıkla izleyebilirsiniz. Hatta cafelerin masalarına oturarak karşısında bir kahve bile yudumlasanız pişman olmazsınız. Vaktiniz kalırsa Papalık Sarayı’na girerek belli bölümlerini gezme imkanınız da mümkün.
Tüm bu güzelliklerinin yanında Gandalfo’nun diğer enteresan yanı (ki bu en önemlisi olabilir) tarihin ilk posta kutusunun burada yer alması. Evet yanlış duymadınız, tarihin ilk posta kutusu tam da bu noktada yer almakta. Zamanında Papalığa ait olarak hazırlanan ve bitişiğinde halen bir postahanenin yer aldığı bu yer, tescilli bir biçimde tarihin ilk posta kutusu olma özelliğini taşıyor. Tescil belgesi de inanmayan gezginler için bizzat üzerine asılarak belirtilmiş vaziyette.
Eğer yolunuz Gandalfo’ya düşerse sizden yapmanızı isteyeceğimiz en temel şey, bu posta kutusunun çaprazında yer alan hediyelik eşya dükkanına uğrayarak bir pul ve kartpostal almanız. Kartpostala göndermek istediğiniz adres ve mesajı yazarak pulu üzerine yapıştırın ve bu posta kutusundan gönderin. Göndermesi tabii ki ücretsiz. Pul ve Kartpostalda size en fazla 1-2€ ya mal olur. Posta kutusu halen işlediği için, gönderdiğiniz bu kartpostal 1-2 aya Türkiye’de elinize geçmiş olacaktır. Düşünsenize dünyanın ilk posta kutusundan kendinize bir mesaj gönderiyorsunuz. Bunu kim istemez ki?
Bu arada, 2020 Oscar ödüllerinde aday olan yapımlar içerisinde yer alan “The Two Popes” filminin büyük bölümü Gandalfo üzerinde geçmekte. Eğer buraya ve Papanın yazlık sarayına dair net bir şeyler görmek isterseniz filme göz atabilirsiniz.
#Gandalfo#İtaly#italya#italy#gezgin#gezginpanda#gezginpandaa#gezi#travel#traveling#geziyorum#italya gezisi#Ets İtalya Gezisi#ets ekspres italya#Ets ekspres italya turu#italya turu#Gandalfo gezisi
1 note
·
View note
Link
0 notes
Photo
. "İnsanlığın geçmişi, 'kendi geçmişimiz', bize küreselleşme ve milliyetçileşme ikilemine ya birini ya diğerini mutlaklaştıran, her ikisinin kendinden emin ve küstah hallerini dayatan çerçevenin dışından bakmamızı sağlayabilecek nice hikâye sunuyor; en azından farklı yerelliklerin mümkün olduğunu, bir yer'in insanı olmanın çok farklı şekillerde yaşanabileceğini gösteren hikâyeler." syf.55 . "Milliyetçiliklere ve milli tarihlere sataşmak postmodern bir eğlence halini aldı. Milliyetçiliklerin milyonlarca insana hitap ettiğini, başka şeylerin yanı sıra onlara bir vakar hissi ve egemenlik payandası desteği sağladığını unutma eğilimindeyiz, ki bence bunlar hor görülecek ya da kökü kazınacak şeyler değiller. İçinde bulunduğumuz küreselleşme çağının politik söylemi ve milliyetçilik eleştirisi kendi içinde ulus ya da ethnos-temelli anlatıların sorunsallaştırılmasından türemiş değildir; bu söylem en basit haliyle dünyanın belli halkları kadim nefretler ve içinden çıkılmaz anlaşmazlıklara iyice gömülmüş olarak görmek ister ki böylece onlara doğru yolu gösterebilsin." syf.136 . "insan kendi kimliğini tarihten ari bir biçimde tasarlayacak ve yayacak bir konumda bulunmadığı sürece kendine ait bir Roma yoktur. İktidar ilişkileri örtük olarak insanın 'kendi'ni nasıl bileceğine de karışır. Kişi her zaman, 'ulus'un içinde ve dışındaki ötekilere göre, güç hiyerarşilerinin ve değişen cazibe odaklarının dolayımıyla ortaya çıkan tarihsel koşullarda, kendi benlik kavrayışını yeni baştan düşünmeye ve tasarlamaya zorlanır." syf.139 #cemalkafadar #kendineaitbirroma #metisyayınları #kitap #neokuyorum #okumakiptiladır #okumahalleri https://www.instagram.com/p/B1d2SrcJjEJ/?igshid=qn0yvhta3ain
2 notes
·
View notes
Text
Kimsenin düşüncelerini değiştirmek gibi bir niyetim yok. Öyle amacım olsa popüler olmaya, daha çok kişiyi etkilemeye çalışırdım. Öyle bir amacım yok çünkü başarısız olacağımı zaten biliyorum. İnsanların düşüncelerini başka insanlardan çok kendi hayatları değiştirir.
Mesela toptan giderek yoksullaşan halk.
Aklı varsa, kendini düşünüyorsa, yoksullaşmasının cezasını yöneticilerine keser. Militanlaşmış, mankurtlaşmışsa, başına ne bela gelirse gelsin zaten gözü kör kulağı sağır biçimde kendi kutsal olduğuna inandığı yolda gider. Çünkü beyni yıkanmış bir kere. Ona kendi hayatı bile ders olmuyorsa, ne söylesen faydasızdır.
Tabii isterdim ki, insanların büyük çoğunluğu ona sunulan gerçekleri sorgulasın, düşünsün, gerekirse karşı çıksın. Bu kolay değil. Gerçek bir kahramanlık gerektiriyor bence.
Baş örtülü bir arkadaşım ailesini tanıtıyordu resimlerle. Bütün sülale başörtülü, sadece bir kuzeni başı açık.
" Sülalenizin kahramanı bu kız" dedim.
Bütün halalar teyzeler annenler nineler amcalar dayılar kapalı, bir tanesi başı açık. Gerçekten kahraman. Çünkü bütün ailesinin değer yargılarından farklı bbir yol seçebilmiş. Herkesten farklı bir davranışı dışlanma pahasına benimsemiş.
Arakdaşımda " taraflı baktığımı" söyledi. Ben de tarafflı bakmıyorum. Bütün aile başı açıkken sadece o kız örtünüyor olsa yine kahraman olurdu. Yine tüm sülalenizin değer yargılarına meydan okumuş olacaktı" dedim.
İşte basit gibi görünen bu cesaretleri göstermek herkesin harcı değil.
Bu yüzden insanlar fanatikleşiyor. Toplumda zaten onun kendi değer yargılarına üretmesine izin vermiyor. Bir çok kişinin böyle bir şansı hiç olmuyor ki. O da bir değer üretemeyince, kendine ait bir ahlak kuramayınca ne yapıyor. Dört elle doğuştan getirdiği özelliklere sarılıyor. Onları üretmedi. Zaten hazır varlar.
Ben Türk olarak erkek olarak müslüman olarak doğdum. Bunları ben emeğimle elde etmedim. Bana ait özelliklerden ziyade doğduğum coğrafyaya aitler. Kendime ait özellikler adına yoksul oldukça bütün varlığımla bunları yüceltirim çünkü başka özelliğim yok.
Erkek oluşumla Türk oluşumla, müslüman oluşumla gurur duyarım. Mezhebimle gurur duyarım. Hatta sonradan bunlara poltik fanatizm de ekler filanca partili olmakla gurur duyarım. Sonra tuttuğum takımla gurur duyarım vs vs
Aslında hiç birisi benim ürettiğim değerlerle varolmadı. Tuttuğum takım ben tutmasam da yaşayacak. Hepsi ben olmasam da varolmaya devam edecek. Ben onlara bir değer katabildim mi? Türklüğe bir değer kattım mı? Müslümanlığa bir değer kattım mı? Erkekliğe bir değer kattım mı? İnsanlık bile türcülük anlamında bir fanatizm olabilir. İnsanlığa bir değer kattım mı?
Hiç bir şey yok.
Japon olarak doğsam budist filan olacaktım. Afrikalı olsam derim daha siyah olacaktı. İtalyada doğsam hıristiyan olacaktım.
Bu kadar net.
Tam şu anda bir yunanlı helen uygarlığıyla övünse, bir italyan roma imparatorluğuyla övünse, moğollar cengizhan imparatorluğuyla övünse, Mısırlılar tarihin ilk uygarlıklarından biri olmakla övünse bunun ona ne faydası var? Ne kadar anlamlı olabilir ki? Halihazırda sıradan ülkeler ve sıradan insanlar.
Geçmişteki imparatorluklarıyla övünen böyle insanlarla karşılaşsam hemen anlarım ki karşımda ki bomboş bir insan. Kendisi hayatına , bu dünyaya hiç bir değer katamamış, o yüzden bunlara sığınıyor diye düşünürüm.
Gericilik diyoruz ya.. işte bu da evrensel. Geriyi özlemek anlamında evrensel. Burda da ikide bir gericiler osmanlıcılıkla zıplıyorlar karşımıza. Osmanlı şöyle böyle bir medeniyetti geldi ve geçti. Kendisinden önceki ve sonraki bir sürü imparatorluk gibi doğdu yaşadı yaşlandı ve öldü. Geri gelmeyecek bir şey.
Tarih desek, dünyadaki her milletin içinde hem kahramanlar doldur hem hainler.
Bence insan olan, kendi değer yargılarını kendisi oluşturmaya çalışır. Ezberlere sığınmadan, doğuştan getirdiği özelliklere yaslanmadan, kendi emeğiyle ne üretmişse o kadardır herkes. Zor bu iş zor ama başka bir yolu da yok
0 notes
Text
New Post has been published on Lutars Turizm
New Post has been published on https://www.lutarsturizm.com/tarihin-kalbindeki-iznik.html
Tarihin kalbindeki İznik
Rahmetli babam bizi küçükken İznik’e götürdüğünde ‘Nicea Şehir Merkezi’ tabelasını okuduğumda, bu yönlendirmenin o yaşlarda tanımlayamadığım ama hissettiğim bir farklılığı olduğunu anlardım. Kale kapılarının, duvarlarının, burçların arkasındaki bu ‘şehir’ efsununu hâlâ koruyor.
İstanbul Kapı
Milattan önce hayat sürmüş, fakat efsanesiyle halen yaşayan Büyük İskender’i bilirsiniz. İşte bu Makedonyalı kralın ölümünden sonra, komutanlarından Antigones ‘Askania’nın yanına, kendi adını verdiği bu küçük şehri inşa eder. Ancak hasmı Lysimakhos’la yaptığı savaşı kaybedince kendi de ismiyle beraber silinir. Yeni komutan, karısı Nike’nin ilhamıyla burayı ‘Nikea’ yapar. İznik, işte bu kelimeden bozma…
Romalıların, kabaca ‘beden eğitimi sahası’ olarak tasarladığı yerlere ‘gymnasium’ deniyor. Jimnastik de buradan geliyor. İşte İznik Ayasofya’sı, 7’nci asırda Romalıların ‘gymnasium’u üzerine yapılan bir Bizans dönemi kilisesi. Orhan Gazi, 1326’da Bursa’yı devletine payitaht yaptıktan beş sene sonra İznik’i de zapt etmiş, kiliseyi camiye dönüştürmüş.
İznik Ayasofya’sı
Muhteşem Süleyman döneminde, Mimar Sinan yenilemesiyle yoluna devam eden İznik Ayasofya’sının bir özelliği var: Hıristiyan din adamlarının herhangi bir dini konuyu konuşup tartıştıktan sonra bir mutabakata vardıkları yerlere ‘konsil’ denir. İznik Ayasofya’sı da konseyin toplandığı yerlerden. Buradaki uzun münakaşalar sonunda, Hazreti İsa’nın ‘Tanrı’nın oğlu’ olduğunda hemfikir olunmuş. Literatüre ‘İznik Amentüsü’ olarak geçen kurallar sonucunda Hıristiyanlık kurumsallaşmış. İznik’i Orhan Gazi alsa da kentin Türklerle münasebeti Selçuklulara kadar gidiyor. Süleyman Şah devrinde, 1075’te Anadolu Selçuklularının ilk başkenti İznik olmuş, bunu not düşelim. Burası Osmanlı’nın ilk zamanlarının nüfuzlu ailelerinden olan Çandarlıların gizli hükümet merkezi gibi. Yeşil Cami’nin yapımına Çandarlı Halil Hayrettin Paşa tarafından başlanmış, oğlu Ali Paşa tarafından 1379’da bitirilmiş. Erken dönem Osmanlı eserlerinin incisi olan camide, başka hiçbir yerde görmeyeceğiniz ‘Allah, en yücelerin en yücesidir’ manasına gelecek mihrap üstü yazısı var. Son cemaat yerindeki ‘vav’ harfiyle bu yazıyı mutlaka fotoğraflayın.
Yeşil Cami
Minaredeki menorah
Yolunuzun üstünde, yine hiçbir yerde göremeyeceğiniz bir kitabe var. Devrin işinsanlarından Hacı Özbek adına, 1333’te inşa edilen kare planlı, kubbe örtülü küçük yapının kitabesinde caminin, kim adına, ne zaman yapıldığı yazılı. Osmanlı’dan kalma en eski kitabe işte bu… Yeşil Cami’nin komşusu Kutbeddin İzniki’nin camisi ve türbesi bir sonraki durağımız. İznikli, 15’inci yüzyılda yaşamış önemli bir âlim. ‘Türkçe ilmihal’ (İslam dininin belli başlı ilkelerini, kurallarını öğreten kitap) yazması, Yıldırım Bayezid’i mağlup eden Emir Timur’u paylaması onu anlatırken kurulan cümlelerden. Burada ilginç bir detay söz konusu: Minare kaidesinde Yahudilerin kutsal addettikleri ‘yedi kollu şamdan’, yani menorah çizimi var. Aslında Musevi bir tüccara ait olduğu söylenen bu mezar taşı, devşirme malzeme olarak minareye monte edilmiş.
İznik Müzesi de caminin hemen yanında. Müze binası, Orhan Bey’in eşi, 1. Murat’ın annesi Nilüfer Hatun adına yapılan bir imaret, yani bir hayır kurumu. Müzede Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerine ait eserler sergileniyor. Sütun başlıkları, lahitler, kabartmalar, steller, yazıtlar arasında dolaşırken kendinizi İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde hissedeceksiniz.
İznik hiç kuşkusuz çinileriyle dünya çapında şöhrete sahip. Osmanlı coğrafyasına yayılan çini karoların yapıldığı fırınlarda 1963’ten bu yana arkeolojik kazı ve çalışmalar devam ediyor; 14’üncü ve 15’inci yüzyıla tarihlenen, efsanevi kırmızı hamurlu seramiklere ulaşıldı. Bu arada çini yapmak, satın almak isterseniz çarşıda dükkânlar mevcut. Yolunuzu düşürmeye değer. İznik çinisi, imparatorluğun son dönemi, yerini Kütahya çinisine bıraksa da kendine ait havasıyla hâlâ sürprizli bir geleneğe sahip.
İznik çinisi
Roma yolunda
İznik, Roma’nın da kenti. 1. Murat dönemi hamamının Roma yolunu sakladığını biliyor muydunuz? Bu hatıra, restorasyon çalışmaları sonunda kendini ele verdi, hikâyesini görünür yaptı. Bu küçük, kısa Roma yolunda yürüyün, sizden önceki adımların sesini duyacaksınız. Yeri gelmişken İznik-Roma antik tiyatrosunun onarımı sürüyor. Yine Elbeyli Köyü’nde bir Roma eseri olan Dikilitaş’ı da mutlaka görün.
Dikilitaş
Yorulmadıysanız şayet, Abdülvahap Sancaktari’nin türbesinden İznik panoramasını seyredin. Zeytin bahçeleri arasındaki Sarı Saltuk’un makam-kabrini ziyaret edin, Yakup Çelebi zaviyesine uğrayın, onarım bekleyen Böcekli Ayazma’yı görün, Kırgızlar Türbesi’nin hikâyesini dinleyin. Gölün kenarında akşam güneşini batırmaya niyetlendiyseniz şayet, Nâzım’a kulak verin: “Bu göl İznik gölüdür/Durgundur/ Karanlıktır/Derindir/Bir kuyu suyu gibi içindedir dağların…”
0 notes