#kahvehane
Explore tagged Tumblr posts
kalemindili04 · 7 months ago
Text
Zamanımı harcadığım insanları izliyorum..
Emek verdiklerimi,
El uzattıklarımı,
Sarıldıklarımı,
Kucakladıklarımı,
Taşıdıklarımı,
Yaralarını sardıklarımı,
Sesleri olduklarımı izliyorum..
İnsanı oynayan yalancıları izliyorum.
Sonra tükenen uçup giden ömrüme bakıyorum.
Adaleti olmayan bir dünyanın ihanetleri içinde geçen gençliğime yanıyorum...!
6 notes · View notes
oktay-slown1 · 2 years ago
Text
Herkes kahve bardağını göndersin yorumlayayım..
5 notes · View notes
leblebi-19 · 2 years ago
Text
Hayırlı sahurlar.
Hayırlı sabahlar diliyorum 🙂☺️
Çay ab'ı hayattır ☕🤚
Tumblr media Tumblr media
6 notes · View notes
alittlefurtheroutoftheway · 3 months ago
Text
Bursa'da Atatürk'ün Anısı Yaşatılıyor
Bursa’nın Seçköy Mahallesi’nde, Atatürk’ün anısını yaşatmayı kendine görev edinmiş bir kahvehane, 86 yıl önceki o hüzünlü güne tanıklık etmeye devam ediyor. Kahvehanede, Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün fotoğrafları ve resimleri ile birlikte, 09:05’te duran 11 saat duvarlarda sergileniyor. Rıfat Doğru (64), babasından devraldığı bu özel mekanı özenle koruyor. Doğru, “Babam yaklaşık 1 sene önce…
0 notes
karsiyakablog · 2 years ago
Photo
Tumblr media
📷 1905'te İzmir'de kahvehane önünde Nargile içenler. ------------------------------------ @karsiyakablog ------------------------------------ ✔︎ 𝐅��𝐥𝐥𝐨𝐰 @karsiyakablog ☞︎︎︎ Lɪɴᴋ ᴏғ karsiyaka.blog ɪɴ ʙɪᴏ シ ︎ ------------------------------------ ☁︎ 𝑓𝑜𝑙𝑙𝑜𝑤 𝑡ℎ𝑒 𝑐𝑜𝑚𝑚𝑢𝑛𝑖𝑡𝑦: #eskikarsiyaka #eskiizmir ------------------------------------ ♧︎︎︎ Tᴀɢs : #izmir #eskiizmir #Turquiehistoire #Σμύρνη #Κορδελιό #eskiizmirfotoğrafları #smyrna #Σμύρνης #Ελευθέριο #hookah #nargile #Τουρκία #smokers #1900s #Turquie #kahvehane #oldpic #LhistoiredIzmir #historicalphotographs #oldphoto #Turkey #1910s #histoiredelaTurquie #turkischer #smyrne (Rıhtım-Konak Pier) https://www.instagram.com/p/CoDawvMoFaZ/?igshid=NGJjMDIxMWI=
0 notes
sertsiken0606 · 20 days ago
Text
Merhaba Hasan bizler Ankara Çankaya dan Esra ve Ceyda kardeşler bir zamanlar telekız derlerdi şimdilerde hanımefendi diyorlar. Ceyda ve ben 95 yılında üniversite ye kayıt olurken tanışmış ve o zamandan beri hiç ayrılmamış 2 dostuz. Tanıştıktan bir ay sonra aynı evi paylaşmaya başladık herşey çok iyi gidiyor okulda hocalar tarafından parmakla gösterilen öğrenciler arasındaydık. İlk Ceyda nın babası trafik kazasında hayatını kaybetti. Ceyda maddi olarak çok kötü günler yaşıyordu sömestr da evlerine gidecek parası dahi yoktu ama gitmeside gerekiyordu. Ben şaka yollu çok güzel bir kadınsın seni herkes işe alır dedim. İş olmaz da para karşılığı seks yaparım zaten bakire değilim dedi o an çok şaşırdım. Okulun kapanmasına 17 gün vardı ben bir şekilde bugün eve erkek çağıracağım istersen sen biraz kütüphanede takıl dedi ben okula giderken o aynanın karşısında süslemeye başladı .
Okulda Ceyda yı düşünmeden edemiyordum eskiler bilir ankesörlü telefonlar vardı evde de telefon . Evi aradım Ceyda açmadı bende herhalde evde değil dedim okul bitimi kütüphane yerine eve gittim aman Allah'ım 3 erkek Ceyda yı yatakta sikiyordum biri ağzına vermiş diğerleri biri amını diğeri götünü sikiyordu. Sessizce evden çıkıp gittim hava soğuk ayaz mı ayaz biraz kütüphanede takıldım oradan çıkıp arkadaşlar ile gittiğimiz kahvehaneye gittim biraz oyun oynadıktan sonra eve yeniden gittim o erkekler gitmiş fakat başka bir erkek gelmişti masada bira içiyorlardı yanlarına gittim o adam benim de orospu olup olmadığımı Ceyda ya sordu Ceyda gülerek o daha bakire eline erkek eli değmemiş dedi adam bana döndü bana bekaretini verirsen sana 5 milyar veririm dedi Ceyda da bende birlikte nee demiştik evet yanlış duymadınız bekaretini bana verirsen 5 milyar veririm dedi Ceyda adamdan aldığı 100bin lirayı adama fırlattı adamı tekme tokat dışarı attı. Ertesi gün yine ben okula giderken Ceyda süslemeye başladı okulda adam aklıma geldi gerçekten bakireydim bir bekaret bozmak için 5 milyar verilir mi dedim kendi kendime okul çıkışı Ceyda ve müşterileri rahat olsun diye kahvehaneye gittim saat 20 30 a kadar eve gitmedim . Eve gittiğimde Ceyda cep telefonu ile oynuyordu bir müşterisi Ceyda ya hattıyla birlikte Sony Ericsson cep telefonu hediye etmiş biraz konuştuk Ceyda ile bugün 6 müşteri geldi 1 i hariç hiç zevk almadım dedi. Ertesi gün cumaydı okul saat 3 te bitiyordu sabah konuştuk Ceyda bana biraz para verdi sen benim yüzümden kahvehane köselerinde para harcıyorsun al şu parayı dedi dediği doğruydu ama benim aklım 5 milyar daydı o gün akşama Ceyda ya söyledim bana 5 milyar veren olursa bende siktireceğim kendimi dedim . Pazar günü telefon veren adam gelecek o hem genç hem de çok zengin o verir dedi cumartesi bitmiş o gün gelmişti .
Ceyda nın bahsettiği adam gelmiş beni tanıştırmıştı 7 milyar istemişti Ceyda adamda 5 milyar ona 1 milyar da sana veririm demiş . Beni çağırdı Ceyda adamda Ceyda da çıplaktı 5 milyarlık çek yazdı al dedi aldım baktım Esra karabulut 5 milyar yazıyor soyun gir yatağa dedi oracıkta soyunup Ceyda nın yanına oturdum adam benim memelerimi okşuyor dudaklarımı öpmeye çalışıyor eli bacaklarımı okşuyor arada bir elini bacaklarımın arasına sokup klitorisimle oynuyordu yavaş yavaş bende kendimi bırakmıştım ki Ceyda beni yatağa yatırdı öpüşmeye başladı Ceyda ile öpüşüp oynaşırken o adam bacaklarımı omzuna aldı biraz dil darbeleri attı birden yüklendi hepsini soktu kızlığım bozulmuştu adam doymadı 2 kez sikti sonra Ceyda domaldı amını emmemi söyledi kabul ettim ben amını yalıyordum adam Ceyda nın götüne sokmaya başladı o sırada Ceyda benim amımı yalamaya başladı sikilmekten daha çok zevk alıyordum Ceyda işini biliyordu adam Ceyda nın götüne boşaldı biraz uzandık çantasından bir telefon çıkarttı bana verdi ne zaman istersen araya bilirsiniz para sorun değil dedi giyinip gitti ertesi gün sabah erkenden bankaya gidip çeki bozdurdum o para bize okulu bitirene kadar yetti ama okuduğumuz bölümde atama bekleyen çok öğretmen olduğu için atama yapılana kadar telekızlık yapmaya karar verdik. 1999 dan bu tarafa daha atamamız olmadı o benim kızlığımı bozan Ceyda ya ve bana SSK yaptı şimdi emekli olduk ama yeni yetme orospulara taş çıkartıyoruz. Akşama kadar hem Ceyda hem ben hiç boş kalmıyoruz eee bizler pahalı orospularız.
37 notes · View notes
hosgeldinhuzun · 6 months ago
Text
Tumblr media
Kahvehane için fazla minnoş bir çay tabağı değil miii?🐞
90 notes · View notes
sillagen · 7 months ago
Text
Neyse ya canları sag olsun seneye bozkurt yapamayız ama bir yerine bozkurt montalarız hayavan oglu hayvanlar. Batı bize düşman oğlum diyen kahvehane dayilarina döneceğim ama vallahi bize Batı dusman
40 notes · View notes
34-mavi · 1 year ago
Text
Tumblr media
. 🌾💛🌾 DOSTLARIMA..🌾💛🌾
Mutlu pazarlar 🏖️🍧🍨🎵🎶🎧🏖️
Yanında sevinçleri yaşayıp sonsuz huzur bulduğum, rahat davrandığım, kahkahanın enn güzelini attığım, muhabbetine asla doyamadığım insanlar BEN im servetimdir!
Yani; Gönül ne kahve ister ne kahvehane!...
Gönül Sizlerle muhabbet ister;
Çay Kahve Bahane!...
Afiyet Bal Şeker Olsun..
Muhabbetimiz Bol Olsun
🌾💛🌾 🩵Mavi 🩵🌾💛🌾
🌾💛🌾 Sevgilerimle 🌾💛🌾
Tumblr media
70 notes · View notes
guzyazi · 3 months ago
Text
Gamsız gamsız oralet içip sabahlara kadar tavla, king, 101 falan oynamaya ihtiyacım var. Kendimi, ülkeyi, insanları kurcalamanın, tutkulu ideallerin mentalime yarattığı tahribatı, tamamen boşa alıp bir kahvehane köşesinde çürümekle ancak onarırım gibi.
16 notes · View notes
hayatseninledir · 4 months ago
Text
Tumblr media
Gönül ne kahve ister ne kahvehane,
Gönül muhabbet ister kahve bahane...❤️❤️
😊🍀☕️ mutlu günler
7 notes · View notes
mutludegilim · 5 months ago
Text
Tumblr media Tumblr media
Kızların yqrında ruj sürüodum ben hiç yanımda ayna taşımıyom diye üzülrüler ortama dişilik yaydım shhahshs kahvehane ortamında
7 notes · View notes
ahmetcumhur-blog · 8 months ago
Text
Tumblr media
Cenk Kolçak /
Akşam Alacası
Akşam alacasında bir kent
kendi burgaçlarında boğulur.
Çiğ düşer üstüne çocuklarının
çatılarına akbabalar konar.
Yasaklar yağar, boş kovanlar
bir karartıdır kaplar ufkun yolunu.
Her annenin eline bir şiir
her ağacın gölgesine bir ekmek gizlenir.
Öyle bir turna katarı şafakta
öyle bir sevda küllenir.
Savrulur bir sokağa isimleri
resmî kayıtlarda kaybolur.
Bulunur kahvehane masalarında
asılsız ve reşitsiz kimlikleri.
Bir soru düşer kuytusuna gecenin
bir soru meydanlarda örselenen.
Söyleyin bana ey duvarlar
hangi parkta vurulur çocuklar?
Sonra kurulur yürek yalazı
ayın şavkı vurur elvan elvan
yollara, kırlara ve dağlara…
Sorulur bu Haziran
bu yokluk sorulur.
Akşam alacasında bir kent
kendi çıkmazlarında vurulur.
8 notes · View notes
alittlefurtheroutoftheway · 4 months ago
Text
Bursa'da Şiddetli Yağmur ve Dolu Yaşamı Olumsuz Etkiledi
Bursa’da Şiddetli Yağmur ve Dolu Etkisi Bursa’da, Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün yaptığı uyarıların ardından, kent merkezinde etkili olan şiddetli yağmur ve dolu, günlük yaşamı olumsuz etkiledi. Özellikle Yıldırım ilçesi Arabayatağı Mahallesi’nde, yağmur suları bir kahvehaneyi adeta gölete çevirdi. Kahvehanenin içi tamamen suyla dolarken, bazı vatandaşlar bu olumsuz duruma aldırış etmeden…
0 notes
pandorababa · 3 months ago
Text
GÖRÜCÜ USULÜ // BXB
22 | KAHVEHANE
Önceki Bölüm <- // -> Sonraki Bölüm
Bölüm Listesi
Tumblr media
Medya: Melih & Atakan
Şarkı: Yıldız Tilbe - Seve Seve
Tumblr media
youtube
Beni ağlarken güldüren
Tatlı sözle sevindiren
Hâlimi sormadan bilen
Aşk eşsiz bir muamma...
Not: Beğenilerinize ve güzel yorumlarınıza talibim. ❤️ Elleriniz dert görmesin efendim...
• • •
🌀Melih'ten🌀
Modadan pek anlamayan ve "hayır" demeyi de çok beceremeyen biriyseniz eğer, hayat bazen çok zor olabiliyordu.
Yaklaşık on beş dakika süren -uzuuun- uğraşlarım sonucunda Atakan'ı siyah takım istemediğime zar zor ikna etmişken, bu sefer de Şebnem'in getirdiği krem rengi takımı giymek durumunda kalmıştım.
"Ayyy çok yakıştı çok! Zaten bu sene hep bunlar moda. ✨Baggy clothes, oversized suits...✨ Oscar'larda falan herkes böyle yani..."
Gömleğin ense kısmındaki etiket tenimi çizerken yüzümü buruşturdum istemsiz. Aynadaki görüntü fena değildi ama yine de bu, takımın içinde rahat edemediğim gerçeğini asla değiştiremezdi. Hem ceketinin kalıbı bir değişik, kolları çok uzundu; hem de pantolonun beli çok boldu. Bir elimle belini tutmasam -Allah muhafaza- ters bir harekette pantolonun ulu orta aşağı d��şme tehlikesi vardı.
"Yine de bi' küçük bedeni olsaymış..." diye geveledim ama Şebnem pek de beni dinliyormuş gibi durmuyordu. Çoktan kravat bakmak için aksesuarların olduğu bölüme yollanmıştı bile.
"Kusra bakma ama..." Atakan, konuşmak için onun gitmesini bekledikten sonra kucağıma eğilip "...Bok gibi oldu." diye fısıldadığında sırıttım elimde olmadan. Sırf onu bu konuda onayladım diye kötü biri olmazdım herhalde.
"Aslında ben de pek beğenm-"
Yanımıza gelen görevli birden sözümü kesip "Üstünüzdekilerle uyumlu deri kemerlerimiz var, denemek isterseniz?" diye sorduğunda bir an bocaladıysam da başımla onayladım. Evde bir sürü kemerim vardı ama hepsi asker palaskası gibiydi. Düğünlerde takılacak eli yüzü düzgün bir kemerim yoktu. Bu takımla kullanmasam bile genel olarak klasik bir kemere ihtiyacım olacaktı.
"Valla hiç fena olmaz, teşekkürler."
Görevli, Atakan'ın kindar bakışları eşliğinde "Hemen getiriyorum efendim." diyip uzaklaştığında ortamda ufak çaplı bir gerilimin daha baş gösterdiğini hissettim. Atakan mağazaya girdiğimizden beri -arıza çıkartmamıza rağmen- bize yardımcı olmaya çalışan görevliye sert sert bakarak "Sen ne ayaksın oğlum?" diye söylenmişti arkasından. Yine kabalaşıyordu.
"Atakan..." dedim onu uyaran bir tonda. Etrafımdaki insanlara kaba davranılmasından hoşlanmıyordum. Ki kendim de kötü davranmazdım zaten. Belki Atakan çevresindeki herkesi domine etmeyi seviyor olabilirdi ama ben gittiğim bir yerde çalışanlara patronluk taslayan, istediğim olmayınca kaba kuvvete başvuran biri değildim. İçten içe Atakan'ın da öyle biri olmadığını biliyordum ama durup durup görevliye attığı nefret dolu bakışlar pek de hayra âlâmet değildi. Manyak mıydı bu çocuk ya?
"Şşş... Bakmasana çocuğa öyle ya. Dövecek misin çıkışta? Allah Allah..."
Atakan bir kaşını kaldırarak baktı bu sefer bana.
"Gerekirse döverim. Ne var? Hem sen niye bu kadar koruyorsun ki herkesi?"
Kemer standında bana uygun kemer seçen görevliye bakarken elindeki kehribar rengi tespihi hızlı hızlı bir tur çevirip yumruğunun içine hapsetti. Parmak boğumları bembeyaz olana kadar da bırakmadı.
"Keşke biraz gözünü açsan." Bu sefer sesi biraz yumuşaktı.
"...Herkesi kendin gibi sanıyorsun. Yanılıyorsun."
Kafam karıştı. Konumuzla bunun ne ilgisi vardı.
"Ne demek istiyorsun? Anlamadım."
Atakan beni cevaplamak için döndüyse de görevli elinde kahverengi ve siyah iki kemerle çıkageldiğinde konuşmaktan vazgeçti.
"Önce kahve olanı deneyin isterseniz. Hem şu an üstünüzdeki takıma da uyuyor."
Kısaca başımı sallayıp onayladım onu. Elimi uzattığımda kemeri elime bıraktı.
"Buyrun."
İvedilikle kemeri pantolonun belindeki halkalarından teker teker geçirmeye başladım. Ama -acelecilikten olsa gerek- arka taraftaki halkaları tutturamayıp ellerim arkamda kısa bir an bocalayıp kaldım. Görevli "Hemen yardımcı olayım..." diye atılıp ellerimin arasından kemeri çekip aldığı gibi kalan halkalardan birer birer geçirip kemeri kasıklarımın hemen üstündeki -olması gereken- konuma getirdi. Bunu yaparken ellerinin kemerden çok belimde, kalçamda ve ön tarafımda oyalanması tüylerimi diken diken etmişti. Bu... Benim hayal ürünüm müydü acaba?
"S-sağ olun. Gerek yoktu."
Yok ya... Bana öyle geldi herhalde.
"Ne demek. Görevimiz..." Adam bana gereksiz bir samimiyetle gülümsediğinde sertçe yutkundum.
Hayır, az önce yaşanan gerçek.
Gözlerim bir an Atakan'a kaydığında onun çoktan bana bakıyor olduğunu fark ettim. Gözlerimiz buluştu. Ve o birkaç saniyelik anda hiç konuşmasak da ikimizin de aynı şeyleri düşündüğünü anladım.
"Tamam birader, gerisini biz hallederiz. Sen işine bak."
Atakan emir veren bir ifadeyle konuşup adamın elindeki siyah kemeri güçlü bir tutuşla -adamı da kemerle beraber çekmeyi umursamadan- çekip aldı ve başka bir şey söylemeye gerek görmeden görevliyi omuz atmak suretiyle bizden uzaklaştırıp önümde etten bir duvar ördü. Görevli yüzündeki memnuniyetsiz ifadeyle bizden uzaklaşana kadar da çekilmedi. Gözlerim aynadaki yansımama eklenen Atakan'ın yansımasına takılı kaldıysa da bu uzun sürmedi.
"Sen gelsene bi' benle."
Cevap vermeme fırsat vermeden beni kolumdan tutup kıyafetlerimin asılı olduğu kabine soktu peşi sıra.
"N'oldu?"
Tekrar bana dönmeden önce kapıyı kilitlemişti.
"Ebenin körü oldu! Bilmiyormuş gibi konuşma."
Öfkeden alev alev yanan gözleri, hedefi 12'den vuran ok misali, anında gözlerimi bulduğunda elimde olmadan yutkundum.
"Çıkar o belindekini."
Sesi sert ve netti ama ben daha dediğini algılayıp uygulayana kadar Atakan elini belime götürüp zaten - şok geçirmekten- bağlayamadığım kemeri kayışından tuttuğu gibi tek hamlede pantolonun belinden çekip çıkartmıştı.
İstemsizce gözlerim doldu. Şaka değil, ben az önce tacize uğramıştım ve bunun adım adım gelmekte olduğunu gören tek kişiyi "kaba" olmakla suçlayıp duymazdan gelmiştim.
"Sana ne dedim ben?"
Sustum. Yöntemleri yanlış da olsa hep haklı çıkması canımı sıkıyordu artık. Bu Atakan'daki nasıl bir insan sarraflığıydı, anlayamamıştım.
Ya o insan sarrafıydı ya da ben çok saftım.
"Alnında sapık mı yazıyor adamın? Nereden bilebilirdim ki?" diye kendimi savunmaya niyetlendiğimde işaret parmağını dudağıma dayayıp susturdu beni.
"��n yargılısın diye beni azarlamak yerine güvenmeyi deneyebilirdin Melih. Senin kötülüğünü isteyecek en son kişi benim."
Sözlerinde samimi olduğunu hissedebiliyordum ama sesinde zerre yumuşaklık yoktu. Ve bana her zamanki gibi "Melihciğim" ya da "Melih Bey" diye de hitap etmemişti. Durum ciddiydi.
Ne diyeceğimi bilemedim. Ben susmaya devam edince o da sustu.
Aramızda bir adımlık mesafe varken ve yüz yüzeyken ondan şaşkınlığımı gizlemek çok zordu. Alt dudağımın içini dişledim biraz mahçup, biraz suçlu. Az önceki mistik ânı hatırladıkça gerçeklik algım sarsılıyordu. Bu nasıl mümkün olabilmişti?
Daha önce beni sadece bir bakışıyla çözen hiç olmamıştı.
Atakan o an ne hissettiğimi sadece bir bakışıyla nasıl anlayabilmişti?
Ben düşüncelerimde boğulurken, Atakan çenesini sımsıkı sıkmış suskunluğuma eşlik ediyor; endişeli gözlerini gözlerimden bir an olsun ayırmıyordu. O an içimde bir şeylerin kıpırdadığını hissettim. Aniden çakan şimşeğin bıraktığı ürpertinin ardından ufak ufak atıştıran yağmur gibi ılık bir his doldu göğsüme. Atakan'ın tanıdık yeşil gözlerinde üzüntü, korku, kıskançlık ve daha bir sürü karanlık duygunun gölgesi geçip gitti sanki birer birer.
Bir süre öylece bakıştık konuşmadan. Sonra Atakan derin bir nefes verip ellerini omuzlarıma çıkardı. Ben ne yapacağını kestiremez hâlde iri iri açtığım gözlerimle ona bakarken o, kuş tüyü misali hafif bir dokunuşla bana bol gelen ceketi sırtımdan aşağı kaydırıverdi tek hamlede.
"Çıkar şunları da kendi kıyafetlerini giy."
Kızgınlığının bana olmadığı belliydi ama yine de ne yalan söyleyeyim, ürkütmüştü beni.
"Tamam..."
Cevabımı takiben usulca gözlerini kapatıp sol elinin işaret ve orta parmağıyla iki kaşının arasını ovuşturdu kısa bir an. Yeniden gözlerini açtığında derin yeşilliklerinde yanan alevlerin içinde "killer mode" yazısı geçip gitti bir an. Kesinlikle bir vukuat çıkacaktı birazdan.
"Benim içeride ufak bir işim var."
Bu sefer yanaklarıma koydu ellerini.
"Sen Şebnem'e görünmeden çık, dışarda bekle beni."
Sözlerinin sert tınısına rağmen yumuşaktı dokunuşları. Solukları tenimi teğet geçerken, parmak uçlarıyla yanaklarımı okşadı kısa bir an.
"Birazdan yanına geleceğim."
Sonra ellerini enseme kaydırıp sıkı bir tutuşla başımı kendine çekti ve alınlarımızı saliselik bir dokunuşla birbirine değdirip kabinden dışarı fırladı. Aynı Fatih Terim'in topçulara yaptığı cinsten sert, adrenalin yüklü bir hareketti bu ama eser miktarda cinsel çekim içerdiğinden... Feleğim şaşmıştı.
"D-Dengesiz ya..."
Aralık kalan kapıyı parmak uçlarımla kapatıp nefes nefese aynada kendime baktım bir süre. Çok garipti. Sanki kavgaya girecekmişiz ya da öpüşmek üzereymişiz gibi gerilimli bir his oluşmuştu içimde. Durduk yere nabzım hızlanmıştı iyi mi?
"...Vallaha dengesiz bu herif."
Aynada şaşkın yüz ifademe bakmaya devam ederken aşağı yönlü bir hışırtı sesi duydum. Başımı eğip baktığımdaysa pantolonun bacaklarımdan kayıp bileklerime indiğini gördüm. Demek ki bir fırtınaya falan yakalanmış olsam bu takımla -Allah muhafaza- moda uğruna çırılçıplak kalacaktım. Birden sebebini bilmediğim bir gülme aldı içimi. Sinirlerim bozulmuştu iyice.
Şaka gibi bir gün geçiriyordum.
İki saattir koca mağazada düzgün bir takım elbise bulup çıkamamıştık. Dahası... Öznesi olduğum bir kardeş kavgasından güç bela sıyrılmışken, bir de hiç istemediğim şekilde sapık bir görevlinin tacizine uğramıştım.
"Yok yok... Kesin nazar var benim üstümde."
Soyunurken durup durup Atakan'ın kemeri çıkarmamı isterkenki burnundan soluyan, emredici yüz ifadesi geçti gözümün önünden. Komikti ama benim başıma gelenler kadar değil. Hayatımda ilk defa bir erkek tarafından taciz edilmiş ve yine ilk defa bir başka erkek tarafından kıskanılmıştım???
Basbayağı, kıskanılmıştım. Hem de daha düne kadar beni dövmek isteyen Atakan Polat tarafından...
Ne düşünmem gerekiyordu?
Atakan'ın bu tavırları benimle kurduğu yakınlıktan, dost olma çabasından mı ileri geliyordu? Yoksa...
Yoksası yok.
Basbayağı ✨kanka✨ demişti bana. Dalga geçmiş bile olsa beni dostu olarak gördüğü belliydi. Kaldı ki ben de onu öyle görmüyordum. Yani... o benim gözümde sert imajlı, kavgacı, görücü usulü tanıştırıldığım kızın abisiydi. Niye son bir haftadır başka davranıyordu ki bana?
Hele bir de o söylediği söz neydi?
"Senin kötülüğünü isteyecek en son kişi benim." demişti. Ona güvenmemi istediğini söylemişti.
Bütün bunlar ne demek oluyordu? Aslında biraz düşününce...
Tanıştığımızdan beri durup durup sanayiye gelişleri, ben istemesem bile sürekli beni eve bırakması, benden özür dilemesi, bıçaklandığım gece beni baştan çıkarırcasına öpüşleri, benden cevap alana kadar sürekli mesaj atıp araması, barışmak için soslu fıstık alıp yanıma gelmesi, ikide bir arabada mânâlı şarkılar çalması, son zamanlarda çokça gülmesi, ona dediklerimden artık alınmaması, beni en yakınından -kız kardeşinden- kıskanması, ne hissettiğimi bir bakışıyla anlaması, yanaklarımı şefkatle okşayıp benim için endişelenmesi, tenime değip geçen nefesleri, alnıma bastırdığı sıcak alnı....
Ne düşünmem gerekiyordu?
Kafamda kurduklarım nabzımın hızını düşürmek yerine daha da artırırken üstümü hızlıca değişip kabinden fırladığım gibi koşa koşa mağazanın dışına çıktım. Yürüyen merdivenin başına gelir gelmez mağazada bir hareketlilik oldu.
"Sen gel buraya geeel..."
"Beyefendi durun! N'apıyorsunuz?"
Atakan adamı ensesinden tutup silkeledi önce.
"Hayırdır kardeş? Sen böyle her müşteriyi kemer takıyorum ayağına elliyor musun?"
"Hayır beyefendi, ne saçmalıyorsunuz?"
Malum görevlinin korku dolu yüzü göründü bir an. Az önceki pis eyleminin yanına kalmayacağını anladığı an kurdeşen dökmeye başlamıştı.
"Beyefendi... Ağh... Durun bir dakika n'apıyorsunuz?!"
Atakan'ın herifin yakasına attığı elleri girdi sonra kadrajıma. Ve aslında hiç de 'intikamcı' biri olmamama rağmen içimin yağları erir gibi oldu. Kendimi küçücük bir an kötü hissettim. Ama bu görüntüyü izlemekten de vazgeçemedim.
"Dur ben de seni bi' elliyim!.."
Kalbim küt küt, yürüyen merdivene adımımı atıp aşağı doğru inerken, bir kadın görevlinin "Beyefendi bırakır mısınız lütfen? Güvenlik çağırmak zorunda kalacağım! İmdaat!!" nidaları eşliğinde Atakan'ın sırtını, havaya kalkan yumruğunu ve bir an sonra burnunu tutarak acıyla yere kapaklanan tacizciyi gördüm. O yere düşünce karnına bir de tekme savurmuştu Atakan.
"ŞEREFSİZ!!"
Aşağı doğru indikçe görüş alanımdan çıkan boğuşmada tanık olduğum son şey boğuşma sırasında kopan tanıdık bir çığlık ve hemen yanımdaki yürüyen merdivenle yukarı çıkan güvenlik görevlileriydi.
O an içimden dua ettim:
İnşallah Atakan'ın başına bir iş gelmez.
🌹Pandora'dan🌹
Yarım saat sonra Atakan AVM'nin kapısında göründüğünde zafer edasıyla sırıtıyordu.
"ATAKAN! Burdayım, gel!"
Melih korkuyla karışık bir merakla kalçasını yasladığı siyah Şahin'den ayrılıp Atakan'a doğru yürüdü koşar adım. Delikanlı ona dışarıda beklemesini söylerken anahtarı vermeyi unuttuğu için araca girip beklemek gibi bir lüksü olmamıştı sarışının. Son yarım saattir kurdeşen dökerek bekliyordu aracın önünde. Atakan'ı o kavgadan sonra AVM'den eli kolu kelepçeli şekilde çıkacak sanırken; onun böylesine rahat, tabiri caizse 'elini kolunu sallaya sallaya' çıkmasına epey şaşırmıştı.
"İyi misin o'lum? İyi misin lan?! N'oldu az önce? Ben inerken güvenlik çıkıyordu en son."
Melih gayet samimi (genelde kendi dostlarına seslendiği cinsten bir merak tonlamasıyla) sorusunu sorduğunda Atakan memnuniyetsiz, kısa bir duraklamanın ardından her zamanki poker face'liğine dönmekte gecikmemişti. Bu 'arkadaş ayağına' fazladan tahammül gösteremeyecekti. Neşesi kaçmıştı.
"Bir şey olmadı ya." dedi ellerini cebine koyarken.
"...O tacizci lavuğa sıkı bi' rot balans ayarı yaptım, senden iyi olmasın. Daha da uzun süre bozulmaz eminim. Ha bi' de... O sana taktığı kemer vardı ya? Onunla da bir güzel hediye paketi yapıp güvenliklere teslim ettim şerefsizi. Öyle yani, çok bir şey olmadı."
(Not: Balans ayarı, aracın ağırlığının tüm tekerleklere eşit olarak dağıtılması için yapılır. Rot ayarı ise aracın direksiyon döndürülme açısı kadar dönmesi konusundaki sorunları giderir.)
Melih'in gözleri kocaman açıldı birden.
"N-Ne demek bir şey olmadı lan? Herifi paket etmişsin. Güvenlikler de sana 'Aferin, eline sağlık.' demediler herhalde. En azından bir karakola götürm-"
Demeye kalmadan kafasına dank etti. Atakan'ın babası ilçe emniyet müdürüydü. Sözünün geçmediği, elinin uzanmadığı yer yoktu. Yalnızca bir telefon yeterdi kıçı kırık bir AVM kavgasından oğlunu çekip çıkarmaya. Bu gereksiz bilgi canını sıktı Melih'in. Zaten bir anlığına Atakan'la göz göze gelince konuşmaya bile gerek kalmamıştı. Her şey kitap gibi okunuyordu yüzünden.
"Ulan..."
Bu olayın hallediliş şekli hiç hoşuna gitmedi Melih'in. Zaten oldu olası 'adıyla iş yaptıran adamlar'dan hiç haz etmezdi. Ama ne gariptir ki o adamlardan birine damat olmak için seçilmişti.
"Hadi atla da gidelim bir an önce. Daha çul çaput bir sürü şey alacağız."
Atakan sağ gözünü kırparak göz temasını kestiğinde, Melih tasvip etmez bakışlarla gözlerini kaçırdı cıklayarak. Bu bakışlarla bilgi aktarımı işi ilginç bir hâl almaya başlamıştı artık.
"Şebnem ne olacak?"
Atakan şoför koltuğuna oturup arabayı çalıştırdığında Melih hemen yan koltuktaki yerini almıştı.
"Onu burada mı bırakacağız?"
"Nasıl geldiyse öyle gidiversin prenses."
İplemez bir gülüşle kemerini takarken "Benim sağdıçlık görevim daha bitmedi." dediğinde, Melih başını camdan tarafa çevirdi siniri bozuk gülümsemesini görmesin diye. Atakan'ın bu 'sağdıçlık' hizmetinin karşılığında henüz bir şey istemediği geldi sonra aklına. 'Aramızda hallederiz.' demişti Atakan. Ama o ne zamandı? Söylememişti.
"...Zaten sana takım da alamadık."
Sinyal verip aracı yola soktuğunda yüzü asıktı Atakan'ın.
"Sen kendini bana bırak, bu işlerin doğayeni benim, ben seni jilet gibi yaparım cart curt..." dedikten sonra çocuğa bir takım elbise alamadan ortalığı 56'ya çevirip mekânı terk ettikleri için şimdi Melih'e karşı biraz mahçup hissediyordu. Bir de çocuk gözünün önünde -el ucuyla da olsa- tacize uğramıştı. Hâlâ aklına geldikçe sinirleri bozuluyordu. Nasıl basiretsiz bir gündü bu anlayamamıştı Atakan.
Neyse ki intikam onun için her zaman sıcak yenen bir yemek olmuştu da... Melih'in 'ah' ını bir dakika yerde koymamıştı.
"...Benimkilerden bir tane veririm giyersin artık. Yapacak bir şey yok."
Melih itiraz etmedi. Zaten takım elbise giymeye de pek hevesli değildi. Atakan'ın (rengini gayet iyi bildiği) takımının içine bir beyaz gömlek giyse yetecekti ona. Ne diye bu kadar kastıysa sanki kendini?
Başını salladı kısaca. Çok da memnun değildi bu sonuçtan ama mecburen umduğunu değil bulduğunu yiyecekti.
"İyi. Aytaç'a geçmeden önce bize uğrarız 5 dakika. Hem zaten... Geçen seferden eşofmanla üstün kalmıştı bende. Yıkadım, onları da veririm."
"Tamam."
Konuşma bir yerden sonra bıçak gibi kesilip ikisi de kendi sessizliğine gömüldüğünde başını camdan tarafa çevirdi Melih tekrar. Mağazada medeniyet elçisi gibi yanındaki barzoya 2 saat 'zevkler ve renkler' nutuku çekip ateşli tartışmalara girdikten sonra en nihayetinde gene götüm götüm onun kara takımlarına razı olunca, ılık ılık gülmek gelmişti içinden.
"N'oldu?"
"Yok bi' şey. Sinirim bozuldu."
Yol tekerlerin altında akıp giderken delikanlının aklında sadece şu manidar cümle vardı:
Hayat, sen planlar yaparken başına gelenlerdir.
Bir saat içinde Aytaç'ın konum attığı tuhafiyeci benzeri dükkanı bulup kurdele, peçete, şamdan, sahte çiçek buketleri, kırmızı halı ve listede adı geçen gereksiz ne kadar zamazingo varsa arabaya yükledikten sonra birer çayı hak ettiklerini düşünerek civardaki bir kahvehaneye girdiklerinde saat 15.00 olmuştu.
"Hoş geldiniz yeğenim. Ne getireyim?"
Atakan ikisi adına da konuşup "İki çay ver sen bize abi." dediğinde Melih araya girdi:
"E yok... Çay bir olsun."
Uzun zamandır kahveye gelmiyordu.
"Oralet var mı dayı?"
"Olmaz mı?!"
Atakan'ın meraklı bakışları eşliğinde "O zaman bir portakallı oralet ver sen bana." derken tatlı tatlı gülümsüyordu Melih. Küçükken ne zaman babasının peşinden kahveye gitse ona söylenen içecekti bu. Ne yalan söylesin, özlemişti.
"Oralet mi kaldı oğlum? O ne la öyle çocuk gibi?"
Melih arkasına yaslanıp kahvenin tavanına kısa bir bakış attı sabır çekerek.
"N'oldu Atakan kardeş, beğenemedin mi?"
Kırk yılın başı nostalji yapalım dedik, şu gördüğümüz muameleye bak? Peh...
"...Erkek adam oralet içmez mi yoksa?"
Atakan oflamamak için zor tuttu kendini. Artık kabak tadı vermeye başlamıştı bu 'erkek adam' muhabbeti. Durduk yere boş boş gerilip kısır döngüye giriyorlardı Melih'le ve bu -daha portakalda vitamin olan- ilişkilerini (?) ilerletmelerine hiç yardımcı olmuyordu. Tehlikenin farkındaydı Atakan.
"Ben öyle mi dedim şimdi?"
Teessüf edercesine bir bakış attı ama Melih'in komiğine gitmişti bu bakış.
"Hem... Sen niye tanıştığımızdan beri benim her lafıma imalı imalı 'Erkek adam öyle yapmaz mı yoksa?' demek için pusuda bekliyorsun? Yapma bunu yavrum bak harbi söylüyorum, çok itici oluyor."
Melih kaşlarını kaldırdı hemen bu çıkışla birlikte:
"Allah Allah! Siz kıroluğa methiyeler düzerken bir şey yok, ben eleştirince mi sorun? Ayrıca da bana yavrum deme, çok itici oluyor."
Hay sana 'itici' diyen dilimi...
"Aman be tamam! İç ne içiyorsan, demedim bir şey. Vallahi demedim!"
Tartışmayı daha fazla uzatmamak ve dikkati başka yöne çekmek için önüne konan sıcak (kaynar) çaydan büyük bir yudum aldı Atakan. Ama bunu yaparken olayın fiziksel boyutunu göz ardı etmişti. Aklında sadece tek bir düşünce vardı: Eğer bu çocukla bir ilişkinin hayalini kuruyorsa; ona karşılık vermemeyi, yeri geldiğinde susup oturmayı -zor da olsa- öğrenecekti. Fakat...
"Aağh..."
Kaynar çay dilini damağını yaka yaka midesine inince yamulmuştu tabi.
"Atakan..."
Delikanlı acıyla yüzünü buruşturup elini ağzına örttüğünde Melih'in yüzünde endişeli bir ifade belirmişti hemen.
"Atakan iyi misin?"
İlk saniyeler ağzının içi cayır cayır yanmışsa da birkaç defa ağzından nefes alıp verince şiddeti biraz olsun azalmıştı acının. Ama Atakan bokunu çıkarırcasına öksürüp dümenden ah-uh etmeye devam edince, bizim yufka yürekli Melih de daha fazla dayanamayıp ona doğru uzanmış, farkında olmadan öne uzattığı dudaklarıyla yanan yeri üflemek ister gibi ona yaklaşmıştı. (Yeğenlerinin ağzı yanınca yaptığı ilk hareketti bu. Nasıl olduysa, kas hafızasına işlenmişti.) Az daha yaklaştığında Atakan'ın dibine girmiş buldu kendini ve kahvede oldukları aklına gelince aceleyle dudaklarını düzeltip geri çekildi. Boş bulunup yaptığı bu hareket utançtan yanaklarının ısınmasına sebep olmuştu.
"Kocaman adamsın ya!"
Ona değil, kendine öfkelenmişti Melih.
"Çayın üstünde dumanı var, görmüyor musun? Yavaş iç şunu bak yandın."
Atakan her ne kadar sululuk edip "Benim canım yanmaz gardaş." demek istediyse de zonklayan dili buna engel olmuştu.
"Aman be..."
Ağzı dili yanmamış gibi normal cevap vermeye çalışsa da yaşaran gözlerinden belliydi hâli. Bir süre ağzından nefes alarak konuşmaya zorladı kendini:
"Ya bu arada... Lütfen artık durup durup 'Siz şöylesiniz, siz böylesiniz.' diye sallama bize. Rica ediyorum."
"Bak seen..."
Melih gülen gözlerini ona dikti ilgiyle. İlk defa Atakan'ın ağzından 'rica' kelimesini duymanın şokunu yaşıyordu bir yandan da.
"Tamam ağır abiyiz, sertiz, az biraz da kıroyuz falan ama perdelerimizi kaldırdığımızda kedi gibi insanlarız hepimiz. Duygusalız yani..."
Melih ona düz düz bakmaya devam edince "...Biz de Allah'ın kuluyuz ulan!" diye isyan etti Atakan. "...Sokak arasında yüksek sesle müzik dinletmekten başka ne yaptı bu kırolar sana? Boşa düşmanlık yapıyorsun Melih. Azıcık insaflı ol."
Bu hâli mızıkçı bir çocuğu andırmıştı Melih'e.
"Laflara bak ya..."
Atakan'ın bu kolpacı hâllerine gülerken oraletinden küçük bir yudum aldı. Damağında patlayıp midesine akan şekerli, portakallı, nostaljik tatla beraber bu sikindirik muhabbet daha da eğlenceli gelmeye başlamıştı şimdi. Birkaç saniye cık-cık çekti yarım ağız gülerek. Hafiften siniri oynamıştı.
"Atakancığım (!)..."
Atakan'ın içi titredi.
Efendim Melihciğim?
"Az önce, aralarında beni bıçaklayan itlerin de olduğu bir topluluğu 'duygusal' insanlar olarak niteledin. Bilmem farkında mısın yavrum?"
Atakan başta Melih ona 'yavrum' dedi diye içten içe eridiyse de, sonradan konuştuğu konunun ciddiyeti tokat gibi çarpmıştı suratına. Ölümüne savunduğu 'kıro' kitlenin içinde Melih'i bıçaklayan Samet gibi it-kopuk da vardı. Ama Atakan onları bırak delikanlı saymayı, adamdan bile saymıyordu ki.
"Savunmanı 'Hepimiz kardeşiz, bu kavga neden?' diye bitirseydin, emin ol ondan daha samimi olurdu."
Melih buz gibi bir bakışla önüne döndüğünde Atakan söylediklerinden dolayı mahçup hissetmişti ona karşı. Mutlaka kendini açıklamak zorundaydı.
"İstisnalar kaideyi bozmaz." diye başladı ciddiyetini takınarak.
"Senin 'kıro' dediğin adamlar, bir zamanlar gözünü kırpmadan savaşa giden adamlardı. Tamam, belki günümüzde 'delikanlılık müessesesi' çok sarsıldı, etraf itle çakalla doldu ama... 'Hepsi öyle' de diyemezsin Melih. Tıpkı bütün ineklere 'hayatsız' diyemeyeceğin gibi. Sen mesela. Sen hayatsız mısın?"
Melih durdu, düşündü. 'Hayatsız' kelimesi genelde tek düze yaşayan, küçük hesaplarla uğraşan, en ufak farklılığı reddeden tipler için kullanılıyordu çevresinde. Hele bu kişi 'inek'se ucu 'incel'liğe kadar varıyordu bazı durumlarda. Ama Melih kesinlikle öyle biri değildi. Zaten kaldı ki kendisine 'inek' denmesinden bile hoşlanmazdı. Ama... Nedense Atakan'a her seferinde 'kıro' demekte bir beis görmüyordu. Aslında hata ediyordu. Biraz düşününce Atakan'ın da kendine göre haklı olduğunu anlamıştı. Bu tartışmanın bir kazananı olmayacaktı.
Hele de bu tartışanların biri ikizler burcu, öbürü Karadenizli iki genç adamsa...
Ama yine de tepkisini koymadan konuyu kapatmak istemedi Melih:
"Sen var ya... Demagoji ustası olmuşsun haberin yok. Ama ben sana pabuç bırakmam. Bunu da böyle bil, Atakan Polat."
"Demo... ney?"
Melih onun yüzünde sinüzitin ne olduğunu bilmediğini söylediği günkü gibi saf salak bir ifade görünce dayanamayıp güldü. Ama bu sefer Atakan'la beraber gülmüşlerdi. Az önce gerim gerim gerildikleri konunun bu kadar kolay dağılmış olması, komikti.
"Tamam sus ya, bırak."
Gerginlik son bulurken, her muhabbetlerinin neden hep bir tartışmanın ekseninde şekillendiğini ikisine de yine çözemedi. Kısaca, ateşle barut gibilerdi işte. Yan yana gelince ettikleri kavgaların bitmesi de Melih'in insan ayırmadan herkese gösterdiği anlayışlı tutum ve Atakan'ın Melih'e duyduğu sevgi ile açıklanabilirdi. Yoksa şimdiye kadar 10 kere karakolluk olmuşlardı.
"Demogoj ne ya? Küfür mü ettin sen bana?"
Atakan muzip bir edayla sorduğunda Melih sırıta sırıta sabır çekip oraletini içmeye geri döndü. Atakan da ılıyan çayına yöneldi tabi hemen onu taklit ederek. Bir yandan da kaçamak bakışlarla onu izlerken içinden 'Her kavgamız böyle tatlıya bağlanacaksa, bu ilişkiye can kurban.' diyordu.
Bir süre sessiz kaldıklarında arkasına yaslanıp etrafı inceledi Melih meraklı gözlerle. Uzak köşelerde sigara dumanlarının gölgesinde okey oynayan amcaları seyretmenin bu kadar tanıdık ve huzurlu hissettireceği zerre aklına gelmezdi. Bayadır sanayi - ev - okul üçgenine sıkışmış durumdaydı ve arkadaşlarının geneli de (Aytaç hariç) şehir dışında olduğundan pek sosyalleştiği söylenemezdi. İşte bir Atakan'la Şebnem vardı. Onlardan da zaten istese de kurtulamıyordu. 
"Ee? N'oldu senin Mercedes?"
Bu soruyla beraber az evvelki tatsızlık geride kalmış gibiydi. Hepsi kahvenin sıcak atmosferinde unutulup gitmişti.
"...Ne zaman kavuşacaksınız?"
Atakan elini yakan çay bardağını masaya koyarken dudak büktü biraz keyifsiz. Kısa bir anlığına konunun değiştiğine sevinmişti ama... Bu konu da pek içini açmamıştı maalesef.
"Hiç sorma ya... O kavga olayından sonra Peder el koydu bebeğime. Yaza kadar cezalıyız galiba."
Atakan dertli dertli elini çenesine dayarken, bu sefer sesli şekilde güldü Melih. Onun arabasından 'bebeğim' diye bahsetmesi ve 1.çoğul olarak konuşması aşırı komiğine gitmişti. Evet, sanayi piyasasına girdiğinden beri hep görüyordu bu tip arabasına aşık adamları ama itiraf etmesi gerekirse, Atakan gibisini daha önce hiç görmemişti.
"Tüh... Şahin'e de alıştım gerçi ama Mercedes'in havası bi' ayrıydı ya! Binemedim doğru düzgün, ona yanıyorum."
Atakan hemen dikti kulakları:
"Ne demek binemedim? Check-up'ını sen yaptın ya?"
"Evet de..."
"Ulan senin sikik ilişki muhabbetin yüzünden mal gibi gittik kaza yaptık gecesine. Bir ton uğraştık sonra kedisiydi, veterineriydi... Oy anam oyy..."
Kaza gecesini hatırlayınca güldü Melih. Atakan'ın üstüne kedi sıçmıştı boydan boya. Nasıl unutabilirdi ki?
"Ya tamam, bindim binmesine de... Şöyle gündüz gözüyle kaza bela olmadan bir tur atmak, sürüş testi falan yapmak isterdim tabi. De neyse boşver ya!"
Kısa bir sessizlik oldu. Kahvenin kendine has ses efektiyle (taş sesi, çay karıştırma sesi ve Tv'de oynayan at yarışı) suskunluk içinde oturdular öyle bir süre. Sessizlik uzadıkça Atakan gerildi. Farkında olmadan Melih'i gücendirdim mi lan acaba, diye düşünmeye başladı. Kendini kötü hissediyordu şimdi çayını bitirirken.
Sesimi çok mu yükselttim lan acaba? Çok mu çıkıştım?
Ulan... Ne kıymetli arabası var diyor kesin bana içinden.
Bu bilindik 'arabası kıymetli' söylemi her ne kadar doğru da olsa hep rahatsız ederdi Atakan'ı. Vicdanıyla oynar, her tartışma sonrası kurt gibi içini kemirirdi. Hele bir de şimdi Melih'in böyle düşündüğünü düşünmek...
Bir dakika sonra, geri vites yaparcasına mahçup bir tavırla "Ya tamam..." diye söze girdiğinde, Melih işaret parmağıyla çay kaşığını sabitlediği oraletinden bir yudum daha aldı ona bakmadan. Her ne kadar başlarda ölümüne inkâr etmiş olsa da az tripkolik değildi. Şimdi bile farkında olmadan trip atıyordu Atakan'a.
A canına yandığım... Bir de farkında olsa, neler olacak kim bilir?
Onun bu hâlleri o kadar hoşuna gidiyordu ki Atakan'ın... Anlatamıyordu. Anlatamadıkça da içinde patlayan havai fişekleri bir türlü dindiremiyordu. Öyle de bir kısır döngüdeydi.
Hayır bilse çocuk onu nasıl sevdiğimi...
"Melihciğim... Asmasana yavrum yakışıklı suratını."
Sandalyesini ona yanaştırıp elini omzuna yerleştirirken "Öyle kalacak sonra, kızlar bakmayacak haa..." diye sululuk da yapmıştı ama tık yoktu.
Çaresizce ona bakmasını beklerken, usul usul ensesindeki kasları ovalamaya başladı bu sefer. Elinin altındaki gergin kas kütlesi o sıktıkça gevşiyordu gevşemesine de... Atakan'ın da aklı gidiyordu.
"Ya tamam b'olum, uzatma. Söz, Mercedes'i alır almaz anahtarı sana vereceğim bir hafta. Senden kıymetli mi anasını satayım?"
Melih yine pas vermeyince onunla suskun kalmaya tahammülü olmayan Atakan bu sefer hızını alamayıp "Ulan dur hatta uzun yola çıkarız beraber! Ordu'ya gideriz dedemin köyüne." dedi coşarak. "...Sağ koltukta ben, direksiyonda sen! Geze geze... Ha? Ne diyorsun?"
Teklif -kontrolsüz bir şekilde- Allah-u Ekber dağlarına ulaştığında Melih artık daha fazla bokunu çıkarmadan bakışlarını Atakan'ınkilerle buluşturdu sessizce. Söylediklerinde samimi olduğunu bir bakışta anlamıştı ama yine de o klasik soruyu sordu:
"Harbi mi?"
Atakan sevdiceğinin gönlünü almanın verdiği rahatlama ve huzurla gülümsedi elini masaya indirirken.
"Harbi tabi lan! Ne zaman yalan söyledim ben sana?"
Melih konuşmak için dudaklarını araladıysa da cebindeki telefon titreyince bu eylemi yarıda kalmıştı. Eliyle bir saniye işareti yapıp telefonu kulağına götürdü.
"Efendim Ozan?"
"Abi n'aber ya?"
Telefonun sesi açık olduğu için hoparlörde olmasa da duyuyordu konuşmayı Atakan.
"İyi abi senden?"
"İyi benden de. Ya baksana, bizim kulübün hesabına isimsiz bir bağış gelmiş 1 saat kadar önce. Baya yüklü bir miktar... Acaba dedim kolpa mı? Biri bizimle dalga mı geçiyor? Ya da yanlışlık neyin bir şey mi oldu? Derken... Baktım, para gerçekten de bizim hesaba yatmış."
"Ne diyo'suun?"
Melih anında oturduğu yerde dikleşti. Duyduklarına inanamıyordu.
"Valla... Açıklama kısmına da 'Helali hoş olsun.' yazmış. Grup çalkalanıyor bir saattir. Sen yoksun ortalıkta. Haber vermek için aradım. Elim ayağım titriyor şerefsizim. Hâlâ kendime gelemedim. Deminden beri telefonlarım susmuyor. Herkes çok heyecanlı."
"Gözümüz aydın kardeş. Gözümüz aydın."
Şaşkınlığı yerini saniyeler içinde keyifli bir gülümseyişe bırakırken, delikanlı heyecandan oturuşunu değiştirmişti. Atakan ise sadece onu izlerken bile mutlu olmuştu. Bu birinin yemek yiyişine izlerken doymaya benziyordu aynı.
"Ulan tam da sponsor arayışındaydık var ya... İlaç gibi geldi. Cenk'i aradım az önce, projeyi hızlandırabiliriz artık. Valla kim yolladı parayı bilmiyorum ama Allah razı olsun ondan. Eli öpülecek adammış. Ya da kadın işte... Her neyse, benim birkaç işim var şimdi. Yine araşırız sonra."
"Eyvallah Ozan, görüşürüz kardeşim. Dikkat et kendine."
Telefon kapandığında dahi Melih'in yüzündeki gülüş sönmemişti. İçi içine sığmıyordu delikanlının. Bu güzel haberi biriyle paylaşmalıydı. O biri de karşısında gülümser vaziyette ona bakan Atakan'dan başkası değildi tabi. Bütün konuşmayı duymasına rağmen bu kulübün tam olarak ne olduğu, parayı gönderenin ve telefondakinin kim (ve Melih'le nasıl bir yakınlığı olduğu) konularında zerre bilgisi yoktu. Ve merak ediyordu hâliyle. Detay(lar)a ihtiyacı vardı. Bi' de Melih'in sevincini paylaşmaya...
"Hayırdır? Güller açtı yüzünde."
Ve bu soru biraz sonra gelecek samimi sohbetin başlangıcı oldu.
"Hayır hayır..."
Oturuşunu düzeltip çaprazındaki Atakan'a doğru döndü Melih. Dizleri birbirine değince irkildiyse de bozuntuya vermemişti delikanlı. Onun ağzından dökülecek her bir sözü dinlemek için sabırsızlanıyordu. Heyecanını gizleyip ciddiyetini takındı.
"E anlat da biz de bilelim."
Melih "Bağış almışız!" dedi içi içine sığmayan bir ifadeyle. Atakan onun hayatına derinlemesine dahil olmadığı için anlamamıştı tabi.
"Güzel. Güzel de... Ne bağışı bu?"
Melih sanki çok önemli bir şeyi unuttuğunu şimdi fark ediyormuş gibi çattı kaşlarını. Nasılsa "Bu" benim hayatımda bu kadar uzun kalamaz, Şebnem'i reddettiğim an ondan da kurtulurum, diye düşünmüştü başlarda ama... İşler hiç de o yönde gelişmemişti ve şimdi en yakın arkadaşı Aytaç'ın düğününe (sağdıç sıfatıyla) beraber gideceklerdi Atakan'la?
Evet, yalan yok... Başta belki çok sevmemişti, hatta nefret etmişti Atakan'ın tavırlarından ama yine de mesafe koymamıştı aralarına. Konuşmak istediğinde konuşmuş, özür dilediğinde affetmiş, evine-yatağına buyur etmiş, sofrasına oturtmuştu onu. Kız kardeşiyle, annesiyle, yakın arkadaşlarıyla tanışmıştı. Oturduğu mahalleyi görmüş, arabasına binmişti. Hatta sınırı biraz geçip nişan attığını, kız kardeşinin eski sevgilisiyle kanlı bıçaklı olduğunu, telefonunu duvara atıp kıracak kadar babasıyla aralarının kötü olduğunu falan öğrenmişti.
Bazen de sadece açık bir kitap gibi okumuştu onu. Ve az çok anlamıştı nasıl bir hayatı olduğunu. Yani... Belli bir mesai harcamıştı onu tanımaya. Ama asla kendini ona tam olarak anlatmamıştı. Nelerden hoşlanır, ne sever, kimdir Melih? Bunlardan hiç bahsetmemişti. (Herkese yaptığı gibi) Kendini ondan sakınmıştı. Ve aslına her an şutlayabilecekken (bunu gerçekten yapabilecekken) farkında olmadan Atakan'ı hayatında tutmaya devam etmişti. Öyleyse kendini anlatmalıydı artık. En azından bir yerden başlamalıydı.
"Ulan ne zamandır hayatımdasın ama..." diye söze başladı biraz mahçup, düşüncelerinden bir türlü sıyrılamayarak.
"...Kusura bakma ben seni hiç dahil etmemişim hayatıma. Şimdi tabi bilmezsin benim neden bahsettiğimi." diye söylendi sonlara doğru kendine dönük.
Atakan duyduklarına epey şaşırmıştı. O sessizlikten sonra Melih'in bunları diyeceğini hiç düşünmemişti. Ama... İyi ki demişti.
Hele şükür fark ettin.
"Yok canım ne bakacağım kusura. Hem... Ben de seni çok dahil etmedim zaten hayatıma. Düşmanlık ettim falan. O-Olur öyle. Dert değil yani. Ben takmam böyle şeyleri."
Melih yine biraz mahçup "Tamam o zaman, anlatıyorum şimdi her şeyi baştan." dediğinde Atakan onu parıldayan gözlerle onayladı hemen. "Dinliyorum." dedi sadece ama sevincinden içi içine sığmıyordu. Çünkü Melih'in hayatına tam anlamıyla 'dahil' olabilecekti artık. Aradaki son duvar da yıkılmıştı. Bundan sonrası ikisinin de varlığını çok iyi bildiği transparan perdeden (ilan-ı aşk etmek suretiyle) kurtulmaktı. Ama şimdi, şu an bunu düşünmeyecekti Atakan. Sevdiceği ona heyecanla bir şeyler anlatırken değil.
"...Bizim okulda Makine Mühendisliği öğrencileri olarak kurduğumuz bir topluluk var. Ceren, Ozan ve ben kurucu üyeleriyiz. Zaten genelimiz de burslu. Öyle çok kalabalık değiliz. İşte bu kulüpte okulun belli başlı teknik sorunlarını çözmek ya da Eğitim Fakültesi öğrencileriyle ortak çalışma yaparak atık oyuncakları tamir edip köy okullarına göndermek gibi faaliyetler yürütürdük."
Sadece şu dinledikleriyle bile Melih'in nasıl gurur duyulacak biri olduğunun farkına vardı Atakan. Kalender Usta'nın neden onun bu kadar üstüne titrediğini şimdi çok daha iyi anlıyordu. Melih "Bana ne." demeyen, kendini ilgilendirmese bile sorunları çözmeye çalışan biriydi. Vicdanlıydı, yardımseverdi. İnsanlara ondan zarar değil, ancak fayda gelirdi.
"Çok iyiymiş.”
"Sonra işte, Hatay depremi olunca... Ozan'ın ailesi buraya taşındı. Babası Hikmet amca göçük altında bir bacağını kaybetmiş."
Atakan bir an durup Melih'in gözlerinin içine baktı ve orada azmin ta kendisini gördü. Hikâyenin devamı tüylerini diken diken etmişti.
"E biz de mühendisiz... Çözüm bulmak, mesleğimizin kodunda var bi' kere. Ne yapabiliriz diye düşündük, taşındık, çalıştık... Hikmet amcaya protez bacak yaptık. Bir yandan kodlamayla da uğraştığımız için düşünce yoluyla Hikmet amcanın bu protez bacağı bir nebze hareket ettirebilmesini sağladık."
Atakan hayranlıkla onu dinlemeye devam ediyordu.
"Aslında tam anlamıyla istediğimiz düzeyde çalışmayan bir prototipti ama bölüm başkanımızı çok heyecanlandırdı. Hocanın gazıyla KÜBİTAK'a kadar gittik. Projeyi sunduk, anlattık... Ve bize daha da geliştirmemiz için bir ödenek çıkarttılar. İnanmazsın, televizyona bile çıktık."
Kameraların karşısında iki lafı bir araya getiremeyince konuşmayı Ceren'in devraldığı aklına gelince burun kemerini sıkarak ve utanarak başını kucağına eğdi Melih. Bu rezil olduğu sayısız andan sadece biriydi.
"Vay be... Hiç denk gelmedim televizyonda size."
Melih "Boş ver, o işin magazin kısmı zaten." diyerek kaçamak bir bakışla onu geçiştirmek isteyince "Çok merak ettim, mutlaka izleyeceğim." dedi Atakan gülen bir sesle ama Melih'in gerildiğini görünce lafı çok da uzatmadı. Melih de bunu hiç duymamış gibi devam etti konuşmasına:
"... Sonra işte biz bu ödeneği alınca, projeyi geliştirmeye devam ettik. Topluluğun üye sayısı da arttı tabi o arada. Biz de buraya taşınan depremzedelere, burada ikâmet eden ampüte vatandaşlara, hatta uzuvları eksik sokak hayvanlarına bile protezler yaptık. Ta ki ödenek kesilene kadar..."
Atakan'ın kafası karıştı.
"Ne güzel proje yapmışsınız, niye kestiler ödeneği?"
Melih dudak büktü biraz keyifsiz.
"Ne bileyim ya, bizden önce bunu yapanlar mı varmış neymiş? Seri üretim için yabancı bir firmayla mı anlaşmışlar... Öyle bi' şeyler. Bize de yeterli bir açıklama yapılmadı zaten. Projenin zamanlamasında sorun varmış, dediklerine göre. Biz de çok kurcalamadık. Hâl böyle olunca, projeyi yerel düzeyde tutmaya mecbur kaldık. Hatta geçen dönem hiç devam edemedik. Bayadır da sponsor arayışındaydık."
Sanki komik bir fıkraya güler gibi güldü Melih. Bazı gerçekler o kadar komikti ki... İnsanların nasıl eleştirirken gülme krizine girmediklerine hayret ediyordu.
"Düşün yani... Derse Porsche'le gelen öğrencilerin olduğu bir özel okuldayız bir de. Ama zaten bu adamların faydalı bir işe yardımcı olduğu tarihte görülmüş şey değil. Şaşırmadık ama insan gene de umuyor tabi. Neyse, sana diyeceğim şu... Az önce Ozan, topluluğun hesabına yüklü miktarda bağış yapıldığını haber vermek için aradı beni."
Atakan birden dikleşti oturduğu yerden.
"Hadi be! E çok iyi bir haber bu. Kimmiş? Kim bağışlamış?"
Bağışçı hakkında en ufak şey bilmediğini belli edercesine omuz silkti Melih.
"Sorma, ismini vermek istemeyen bir hayır severmiş. Sadece 'Helali hoş olsun.' yazmış açıklamaya. Bizimkiler de şaşkın."
Oraletin dibinde kalan son yudumu kafaya dikleyip omuz silkti gene.
"Zaten en fazla bir sene daha devam ederiz. Sonra arkamızdan gelenlerin sahiplendiği kadar devam eder proje. Sonuçta patenti alamadık."
Üzgündü ama elinden geleni yaptığı için pişman hissetmiyordu. Asıl hiç denemeseydi pişman olurdu. Hikmet amcanın yeniden yürümesi ise onun tek ve en büyük ödülü olmuştu.
"Vay be Melih... Sen neymişsin de haberimiz yokmuş."
Melih hüzünlü ama ciddi bakışlarını Atakan'a dikti.
"Ben gene 'bir şey' değilim ki. Beni bu kadar büyütme gözünde Atakan. İnan ben yapmasam bir başkası yapacaktı." Burukça güldü. "...Ki yapmış da zaten."
Atakan ona baktıkça, onu dinledikçe sözlerini yuttu. Övmek istedi, övmedi. Sarılmak istedi, sarılmadı. Tebrik bile etmedi. Sadece durdu ve onun üzüntüsünü, kendini açıklama çabasının boşunalığını izledi. Zaten biliyordu ki Atakan onun nasıl hissettiğini.
"Benimki sadece duvardan bir tuğla çekmekti. Yaptıklarım-ız küçük çaplı bir iyilik hareketi olarak kaldı. Olsun. Zaten birilerine faydası olduğu kadar değerliydi proje."
Kısa bir suskunluğun ardından asıl soruyu sordu Atakan:
"Şimdi ne olacak?"
Melih ne diyeceğini bilmiyordu ama yine de mantıklı bir cevap vermek adına kısa bir süre düşündü. Elleri masada, parmakları birbirine geçmiş şekilde sıkılı, kaskatı duruyordu.
"Herkes önce şu ilk şoku bi' atlatsın da... Sonra karar veririz bağışı nasıl değerlendireceğimize."
Söyleyeceklerini toparlamaya çalışırken, masanın üzerinde hareketsizce duran elini usulca ona doğru yürüttü Atakan. Onu teselli etmek için söyleyecek bir sürü afili laf bulmuştu ama en sonunda sadece "Sen en iyisini bilirsin." diyebilmişti, kısa ama güven veren bir tonda. Çok anlamazdı bu işlerden ama ortada bir haksızlık, durdurulan bir proje ve yeniden hayata geçirmek için bir fırsat görüyordu.
Ve umutsuzluğa kapılmak üzere olan bir Melih...
Yine sustular ama bu kez birbirlerinin ellerine bakarak.
Atakan kahvedeki adamların bakışlarından, hatta onlar hakkında söyleyebilecekleri en ufak ima edici sözden çekinse de,  yöneliminin ortaya çıkacağından ölümüne korksa da, umursamadı. Aklındakini yaptı ve işaret parmağının ucuyla Melih'in eklem yerleri kızarmış, sanayide berelenmiş parmaklarını okşadı nazikçe.
Tumblr media
Melih anında buğulu bakışlarını yüzüne çıkartmıştı. Atakan'ın ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışıyordu. Öte yandan Atakan, kalbinin uğultusundan başka bir şey duyamıyordu. Melih'in meraklı bakışları altında ezilirken ona bakmadan, tüm cesaretini toplayıp konuştuğunda sanki sesi her zamanki Atakan'a ait değilmiş gibiydi. Onunla konuşurken içindeki onlarca Atakan'dan en saf, en sahici ve en nazik olanını seçmiş gibiydi:
"Umutsuzluk sana yakışmıyor Melih."
Melih'in içi cız etti duyduğu şeyle. Gözlerini kırpıştırdı bir an şaşkınlıkla. Atakan'ın hem sesi hem de tavrı çok farklıydı. Afallamıştı. Ellerinin üzerinde gezinen parmağı seyrederken gözleri doldu.
"Hem ne demiş Ata? Umutsuz durumlar yoktur, umutsuz insanlar vardır."
Kötü bie şey yapmaktan kendini alıkoymak için İstiklal Marşı okuyup milli duygularını çağıran bir çocuktu Melih. Şimdi bu sözü duyunca tabi ki gözyaşlarına hakim olamamıştı. Biraz utangaç biraz çaresiz, Atakan'ın görmemesini umarak başını önüne eğmişti. Ama tabi çenesi titreyip de gözlerinden bir damla yaş ellerinin üstüne düşünce... yakalanmıştı.
Atakan, içi parçalansa da ne gözlerini onun yüzüne kaldırmaya ne de uzanıp onu kollarının arasına almaya cesaret edebildi. O an elinde sadece kelimeler vardı ona sarılmak için:
"Melih..."
Melih ellerini çözüp gözlerini sildi hızlıca. Burnunun ucu kızarıvermişti hemen. Başını hâlâ kucağından kaldıramıyordu ama kulağı ondaydı.
"Emin ol sen 'umut' diye bir kelime olmasaydı bile icat ederdin. Pes etme lan sakın. Ben arkandayım."
Kısaca dudaklarını yalayıp gülümsedi yaşlı sarı kirpikleriyle çevrili güzel gözlerini yüzüne kaldırırken.
"Teşekkür ederim Atakan."
Masada duran eli sıktı ani bir hareketle. Hem de Atakan'ın kırk kere düşünüp anca parmağıyla dokunabildiği eliyle tutup sıkmıştı onun elini.
"İyi ki varsın hayatımda."
• • •
Bölüm sonu... :')
Ulan içim bi hoş oldu var ya... Buradan neşeli bir moda mümkün değil geçemem. Bir günü kaç bölüme böldüm ben de bilmiyorum ama içimden bir ses hâlâ tam olarak hazır değiller diyip duruyordu. Merdivendi basamaktı derken... Uzun tuttum baya ama bu bölüm emin oldum yani, zamanı gelmiş. Sonraki bölüm kavuştay. ❤️
Aslında bölümleri aynı gün, arka arkaya atacaktım ama dayanamadım. Bunu önden salıyorum. Diğeri de yolda. Azıcık sıkın dişinizi, çabuk dönücem bu sefer.
Not: Instagram'da @pandorababa1 adıyla paylaşım yapıyorum ficler hakkında. Hikayelerimin karakterleriyle ilgili editler falan... Buraya kadar gelmişsiniz, bir takibinizi alırım. 🥰🥴🤌🏼❤️
Sevgiyle, sağlıkla kalın efenim...
Hoşça kalın. 🌺
4 notes · View notes
kafaminguzelligi · 3 months ago
Note
hayırdır bir travman falan mı var bu ne gizem?
Tamam gitmeyiz starbucksa şu an bir başka seçenek sunmanı bekliyorum o halde
Travmam yok. Bildiğim bir kahvehane var gel gidek
2 notes · View notes