#kadınlara ve çocuklara dokunma
Explore tagged Tumblr posts
Text
SADECE KADINLARIN DEĞİL TÜRKİYE CUMHURİYETİ VATANDAŞI OLAN HERKESİN İZLEMESİ GEREKEN 6284 SAYILI KANUNUN ÖNEMİNİ, İSTANBUL SÖZLEŞMESİNİN ÖNEMİNİ VURGULAYAN VE ANLAMAMIZA KATKI SAĞLAYAN BİR PROGRAM,İZLEYİN İZLETTİRİN
youtube
#türkiye#türkiyedekatliamvar#türkiyede kadın olmak#kadınaveçocuğadokunma#kadın cinayetleri#kadına şiddet#kadın#çocuk istismarı#cinsel taciz#cinsel şiddet#6284üuygula#istanbul sözleşmesi yaşatır#my post#hurdahas-blog#postlarim#yaşamak istiyoruz#çocuklara dokunma#kadınlara ve çocuklara dokunma#yaşam hakkı#yaşamak hakkımız#yaşamak istiyorum#kadinavecocugadokunma#cocuklara dokunma#6284 sayılı kanun yaşatır#ölümün kıyısı#ölmek istemiyoruz#ölmek istemiyorum#güvende olmak istiyoruz#kız çocukları
3 notes
·
View notes
Text
Yeme Bozuklukları ve Cinsel Sorunlar
Bazı genç kadınların cinselliğe yönelik yaşadığı sorunların temelinde yeme bozuklukları yatabiliyor. Toplumdaki yaygın “ideal vücut ölçülerine kavuşma” isteği ve diyet yapan insan oranındaki artış, yeme bozukluklarının yaygınlaşmasını neden olmaktadır. Daha çok genç kızlarda görülmekle birlikte aktör, manken, hostes veya dansöz gibi dış görüntüsü ��n planda olan mesleklerde sıkça görülen “yeme bozuklukları” arasında “anoreksiya nevroza veya açlık hastalığı”, “bulimia nevroza veya tanırcasına...
Kilo ve beden görünümüyle ilgili aşırı ve gerçekçi olmayan algılamalar cinsel sorunlara yol açabiliyor
Yeme bozuklukları çoğu zaman kadınlara özgü bir hastalık olarak kabul edilir. Yeme bozukluklarında temel sorun az veya çok yeme değil, kilo ve beden görünümüyle ilgili aşırı ve gerçekçi olmayan algılamalardır. Yeme bozukluğu yaşayanların en büyük sıkıntılarından biri cinselliğe yönelik tüm beden algılarını kapatmaları ve dolayısıyla cinselliklerini rahatça yaşayamamalarıdır. Yeme bozukluğu yaşayan kadınlar dokunma ve dokunmanın getirdiği uyarılmaya karşı bedenlerini kapatmakta ve her şeyden önce cinsel uyarılma sorunları yaşamaktadırlar. Cinsellikten korkma ve uzaklaşma, kendi cinselliği ve aşk ilişkisindeki rolü hakkında uygun beklentiler geliştirememe, cinselliğini yok etmeye çalışma ya da abartma yeme bozukluklarında sık görülmektedir. Cinsel soruna eşlik eden yeme bozukluklarının temelinde her ne kadar fiziksel, sosyal, kültürel faktörler rol oynasa da psikolojik etkenlerin fazlalığı göze çarpmaktadır. Anne-baba tutum ve davranışlarının yeme bozukluklarının ortaya çıkmasında etkin role sahip olduğu söylenebilir. Yeme bozukluğu yaşayan kişilerin mukayese edilmenin yaygın olduğu, anne-baba ve kadın-erkek rollerinin karıştırıldığı, aile içi şiddetin yaşandığı, fiziksel ve duygusal kötüye kullanımın var olduğu çatışmalı aile ortamlarında büyüdükleri görülmektedir. Yeme bozuklukları çeken bireylerin anneleri hükmedici, duruma hep egemen olmak isteyen ve soğuk yapıdayken; babalarının ise daha sevecen gibi algılansalar da sorumsuz, etkisiz ya da edilgen kişilik özellikleri gösterdikleri tespit edilmiştir. Yeme bozukluğu yaşayanların patolojik aile işlevselliği üzerinde sağlayamadıkları kontrolü bir “kendini yeniden düzenleme”, “bedenle konuşma” veya “yeme ve kusma davranışlarıyla duygularını kontrol etme” gibi davranışlarına girerek sağlamaya çalıştıkları görülmektedir. Anne-çocuk ilişkisinde aşırı denetleyici anneden, onaylayıcı ve güven verici tepkiler alamayan çocuk, sağlıklı bir kendilik duygusu geliştirememekte, kendini ayrı, özerk bir varlık olarak algılamak yerine annenin uzantısı gibi algılamaktadır. Bu durum çocuk için bir yandan anneyle birleşme, onun içinde kaybolma ve “yenip yutulma”, diğer yandan da “terk edilme tehdidi” anlamına gelmektedir. Yeme bozukluğu yaşayanların içe aldıkları ve ayrı bir nesne gibi yaşattıkları anne imgesini, yeme, kusma veya diyet yapma yoluyla denetim altında tutmaya çalıştıkları, hem onun tarafından ele geçirilmeye hem de terk edilmeye karşı bu yolla başa çıkmaya çalıştıkları ileri sürülebilir. Kendini aç bırakma ya da aşırı yeme sonucunda bedenlerinin kadınlaşmasını engellemeye çalışmaları da anneleriyle olan bu karmaşık ve iki değerli özdeşimi azaltma girişimi olarak yorumlanabilir. Ruhsal çatışmalar ve düzensizlikler yaşayan bu kişiler, kendilerinden çok annelerine aitmiş gibi algıladıkları bedenlerini, hem içsel hem de dışsal yaşantıları üzerinde denetim kurmak için kullanmakta, daha doğrusu annelerine benzeyen bedenlerini ve cinselliklerini ret etmekte gibidirler. Ayrıca cinsellikte önemli olan dokunma eylemine karşı kendilerini kapatan bu kişilerin dokunmama veya dokunulmasına izin vermeme ve cinsel dokunuşlara kendini kapatmakla sanki içe alma ve terk edilme tehlikesine karşı önlem aldıkları görülmektedir. Sonuç olarak cinsellikten ve kadınlıktan soğuma, kendi bedeninden ve cinsel ilişkiden iğrenme, tiksinti duyma ya da kaçınmaya yol açan bu duyguların beden imgesiyle aşırı uğraşma ve yeme davranışı bozukluklarıyla sonuçlandığı görülmektedir. Ayrıca yeme bozukluğu olan kişilerde cinsel uyarılma bozuklukları, orgazm olamama, cinsel soğukluk, homoseksüellik, aseksüellik, depresyon, anksiyete, kişilik bozuklukları ya da uyuşturucu madde kullanımı daha sık görülmektedir.
Yeme bozuklukları genellikle yüksek sosyo-ekonomik düzeydeki ailelerde görülüyor
Yeme bozuklukları genellikle yüksek sosyo-ekonomik düzeydeki ailelerde görülür. Yeme bozuklukları daha çok ergenlik döneminde ortaya çıkan ve ergen gelişimini olumsuz etkileyen bir süreçtir. Kimlik edinilmeye çalışılan ergenlik dönemi, cinsel kimlik oluşumu ve cinselliğin tanındığı önemli bir dönemdir. Bu dönemde ergen değişen vücut şekline uyum sağlamaya çalışmakta, bir yandan da cinsel olgunlaşma sürecine girmektedir. Bu dönemde yaşanan yeme bozuklukları, ergenin psikososyal ve cinsel gelişimi sürecini geciktirmekle kalmayıp, erişkinliğinde yaşayacağı cinselliğe yönelik sorunların ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Bu noktada bir çocuğun kişilik özelliklerinin temelini oluşturan 0–7 yaş dönemi ve ana-baba etkisinin çok büyük olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Çünkü çocuğun dünyaya gelişi ile birlikte çocuklarına en iyiyi vermeye çalışan ana-babalar, sıklıkla farkında olmadan hatalar yapabilmektedirler. Bu doğrultuda davranan ana babaların yetiştirdiği çocuklar doğru olanı yapmaya çalışır ve mükemmel bir çocuk olmaya güdülenirler, ancak bağımsız bir yetişkin olmakta güçlük çekerler. Bu nedenle ergenlik döneminde ebeveynlerin çocuklara karşı aşırı koruyucu olmaktan, yüksek beklentiler geliştirmekten, aşırı düşkünlükten ve katı davranmaktan kaçınmaları ve onların bağımsızlaşmalarına izin vermeleri gerekiyor. Çünkü yeme bozukluklarının tedavisi zordur. Mümkün olduğunca çabuk profesyonel yardım alınmalıdır. En iyi tedavi yöntemi tıbbi, psikoterapi ve beslenme konsültasyonunu içeren kombine bir çalışma ile gerçekleşmektedir. Yeme bozukluğu olan kişiler tehlikede olmadıkları fantezisiyle yardıma gerek duymadıklarına inanırlar veya sorunun farkındadırlar ama tekrar kilo alma korkusu ile tedavi görmek istemezler. Tedavi süreci birkaç aydan birkaç yıla kadar sürebilir. Psikoterapide hastanın yeme, kusma veya yememe davranışlarıyla duygularını ifade etmesinin yerine duygularını uygun bir şekilde sözle ifade edebilmesi, yeme davranışı üzerine kurulu yanlış düşünce tarzının değiştirilmesi, vücuduna yönelik olumsuz algılamaların düzeltilmesi, özgüvenin oluşturulması, kişilerarası sorunların belirlenip çözümüne yönelen bir yaklaşımın oluşturulmasına çalışılır.
1 note
·
View note
Text
Rumuz: Ebebi Evher
SAYIN CUMHURBAŞKANI'na AÇIK MEKTUP
"Sayın Cumhurbaşkanım!
Güzel ülkemizde maalesef ki çok kötü şeyler oluyor. Büyük zulümler var ve insanların sizden umudu var. “Cumhurbaşkanımız bilseydi bunlara izin vermezdi, haberi olmuyor, danışmanları haber vermiyor” diye düşünüp size ulaşamamanın ıstırabını yaşıyorlar. Hem onların sesi olmak hem de tarihe bir not düşülmesi için size bu mektubu yazıyorum.
Sözü çok uzatmadan zulümleri ana başlıkları ile yazacağım.
Ana problem şu ki bu zulümler kanunlar vasıtası ile yapılıyor.
Bunun daha vahimi de bu kanunlar adalet temeli üzerine kurulmuş değil, bir avuç din ve devlet düşmanı insanın kışkırtması ile medyanın algı operasyonu yapması üzerine onları susturmak için yapılmış kanunlar.
Bir kısmı da biricik dostumuz görünen Avrupa Birliği’ne girebilmek için yapılmış kanunlar. Biz onlara benzemeden bizi Avrupa Birliğine almayacaklar. Biz onlara benzemek istemiyoruz. Müslüman bir halkı Müslüman olmayan bir halka benzetmenin vebali maddi ve manevi çok ağır olur. Biz aile kurumu bitmiş, eşcinsel evliliklerin yaygınlaştığı, intiharların normal sayıldığı bunalıma girmiş Avrupa ülkelerinden biri olmak istemiyoruz.
Her ne sebeple çıkarılmış olursa olsun zulüm kanunlarının bu ülke halkına faturası çok ağır oluyor.
Yazacağım bu zulüm kanunlarını öncelikle Cumhurbaşkanı olduğunuzu unutup “ben herhangi bir vatandaş olsaydım ve bu kanunlar bana uygulansaydı ne hissederdim” diye okumanızı ve ardından “bu kanunlar onun döneminde çıkmış ve imzası olan bir lider bunun hesabını Allah’a nasıl verir” diye muhasebe yapmazınız istirham ediyorum.
6284 zulüm kanunu ile başlayalım.
Sayın Cumhurbaşkanım!
Basit bir karı-koca tartışması sonucu sizi karınız bir telefonla hiç evinizden attırdı mı? Polisler kolunuzda, çocuklarınızın ve komşuların gözü önünde adi bir suçlu gibi mahallenizden çıkarıldınız mı? Evinize, evlatlarınıza aylarca yaklaşmama cezası verildi mi? Sokaklarda kalıp nereye gidemeyeceğinizi bilemediğiniz oldu mu? En yakınlarınıza bile evinizden atılmış olmanın utancı ile yutkunup derdinizi söyleyemediğiniz oldu mu? Karınızı arayıp “Barışalım ya da çocuklar nasıl?” dediğiniz için hapse girdiğiniz oldu mu?
Bu kanunlar sizin döneminizde çıktığı için size olmamıştır fakat bu ülkede yüz binlerce erkek bir telefonla suçsuz yere evinden atıldı, bu zulmü yaşadı ve yaşıyor. Delilsiz ve belgesiz, kadına herhangi bir şiddet uygulamadığı halde tartışmada karşılıklı bağrıştıkları halde psikolojik şiddet bahanesi ile erkekler evlerinden atılıyor. Karısı ile barışmak isterse para cezası, hapis cezası veriliyor. Bu ülke bizim ülkemiz. Bu yapılanlar anayasa ve insan haklarına aykırı, İslam’a zaten aykırı.
“Kadına şiddeti bitirmek” gibi masum görünen, kuzu postuna bürünmüş kurt misali bu kanun çıktığından beri kadına şiddet hiç olmadığı kadar arttı. Yapılan haksızlıklar karşısında cinnet geçiren erkekler şiddete yöneldi. Kadın korunmak isteniyorsa bunun yolu asla bu olamaz.
Devletin elinde onlarca medya organı var. Medya artık şiddeti artırmak için değil, merhameti artırmak, sevgiyi çoğaltmak için çalışsa neler olur neler…Diziler, filmler, faydalı programlar, ülke çapında yapılacak sevgi, saygı, muhabbet gibi konularda yapılacak yarışmalar, teşvikler …
Sayın Cumhurbaşkanım!
Bir zulüm kanunu da “Nafaka Kanunu” Boşanmış bir karı kocayı nafaka bağı ile birbirine bağlamak, erkeği artık ona yabancı olan bir kadını beslemek zorunda bırakmak ve bir yabancıya karşı borç altında tutmak, yeni bir hayat yeni bir evlilik kurmasına engel olmak… Belli bir yaşı geçmiş evladına bile nafaka vermek zorunda olmayıp, yüzünü unuttuğu eski karısının geçimini sağlamak zorunda olmak… Ödeyemezse hapse girmek… Mal rejimi kanunu ile kazancının emeğinin yarısını artık yabancı olmuş birine bırakmak….Bu zulmü yüz binlerce insan yaşıyor.
Boşanma davası açıp karşı taraf problem çıkardığı için on yıl süren boşanma davaları var. Bu da ayrı bir zulüm. Toplumsal çürümeye sebep oluyor. Evlilik ve boşanma zor olunca insanlar alternatif çözümlere bakıyorlar. Ülkede zina arttı, fuhuş arttı, eşcinsellik arttı… Boşanma ile ilgili zulümlerin bitmesi lazım. Kadını korumanın yolu erkeğe zulmetmek olmamalı. Kadınlar yanlış bir yöntemle korunmaya çalışılırken hem kadınlara hem çocuklara hem de erkeklere zulmediliyor.
“Çocuk haczi” diye bir utanç yaşanıyor bu ülkede. Anne boşanma sonrası çocuğu babaya göstermek istemezse baba, çocuğunu para ödeyip bir ekiple mal gibi haczedip görebiliyor. Bu çocuğun psikolojisi, duygularının anne tarafından istismarı belki bir ömür yara olarak hayatını etkileyecek. Haciz parası olmadığı için çocuğunu göremeyen babaların acısı ise hepimizin yüreğini yaralamalı.
Sayın Cumhurbaşkanım!
“Cinsiyet eşitliği” adı altında dinimizce lanetlenen “kadın ve erkeği birbirine benzetme” çalışmaları başta Milli Eğitim kitapları olmak üzere bir devlet politikası olarak uygulanıyor. Nesilleri bozmaya yönelik bu çalışmalar acilen durdurulmalı. Yoksa gençliğe faturası çok ağır olur.
Sayın Cumhurbaşkanım!
Cinsel istismar konusu şu anda en mühim problem gibi duruyor. Fakat bunun çözümü seçim öncesi mecliste imzaya açılıp seçim sebebiyle imzası tamamlanmamış olan kanun değil. Bu kanun kabul edilirse konuyu daha da içinden çıkılmaz hale getirir. İçinde adalet gözetilmeden hazırlanmış bir kanun adaleti de sağlayamaz. Tabii istenilen adaletse.
Cinsel istismar yasa tasarısına göre yine sadece kadın beyanı ile delilsiz, şahitsiz cezalar verilecek. Şimdiden 6284 e dayandırılarak bu cezalar veriliyor. Burada iki problem var. Birincisi tek taraflı beyan ile adalet sağlanmaz.
İkincisi taciz ve tecavüz “cinsel istismar” adı altında aynı kefeye konuyor. Taciz ve tecavüz arasında çok büyük fark vardır ve ikisine de birbirine yakın cezalar verilmesi öncelikle adaletle bağdaşmaz.
Tacizin kapsamı çok geniştir; bir söz bile taciz sayılabiliyor ya da bir dokunma. Ayrıca taciz kişilerin algılamasına göre değişir. Bir kişi için normal olan bir davranış, başka bir kişi için taciz sayılabilir. Oysa tecavüz tecavüzdür ve ispatlanması da kolaydır, bir sağlık kuruluşuna gidilmesi yeterlidir. Tecavüz çok ağır bir saldırıdır ve asla tacizle bir tutulamaz.
Cinsel istismar adı altında ikisinin bir tutulması, cezaların yakın olmasının pek çok mahsurları vardır hatta tecavüzün artmasına sebep olabilir. Cezalar suça göre olmalıdır. Yoksa aksi sonuçlar çıkar.
Ayrıca 18 yaş altı dini nikahla gönüllü genç evlilik yapanların erkeklerin tecavüzcü diye hapse atılıp ağır cezalar alması her yerde geçerli olan kadın beyanının (ben gönüllü evlendim demesi) burada geçerli olmaması ve genç evlenen kızları sen çocuksun deyip kocalarından koparılıp çocukları ile ortada kalmalarının vebalini bizler nasıl ödeyeceğiz. Müslüman bir ülke olarak zina serbestken evlenenlerin genç evlendi diye hapse atılmasının istismarla yargılanmasının utancı bana ağır geliyor.
Taciz ve tecavüzün “cinsel istismar” adı altında aynı kefeye konması adalet terazisini bozar hatta bozdu da. Binlerce insan iftira ile cezaevlerinde hem de on beş yirmi yıl gibi ağır cezalarla mahkum edildiler. Meclisteki tasarı geçerse bu cezalar yirmi yıldan kırk yıla kadar çıkacak. Genç evlenenler de bu ağır cezalarla yargılanıp mahkum olacak.
Tek taraflı kadın beyanı ile ve taciz iddiası ile insanlara bu kadar ağır cezalar verilmesi hangi adalet sisteminde hangi ülkede var! Kadınlar kendileri üzerinden ya da kız çocuklarını kullanarak hoşlanmadıkları ya da aralarında husumet olan kişilere iftira atıp karşıdaki kişinin hayatını bitiriyorlar kanun eliyle.
Sayın Cumhurbaşkanım!
Bu ülkede iftiralar yeni geçim kapısı olmaya başladı. Kız öğrenciler öğretmenleri tehdit ediyor “istediğim notu vermezseniz cinsel istismar iftirası atarım” diye tehdide boyan eğmeyenler hapiste. Ve iftira atarım istediğim parayı vermezsen diye pek çok kimse tehdit ediliyor ve hayır dediğinde istismar gibi adi bir suçla kendini hapiste buluyor. Bir erkeğin ve ailesinin hayatının kayması, toplum nezdinde haysiyetinin bitmesi bir kadının birkaç cümlesine bağlı; delilsiz, ispatsız. İnsanların haysiyeti bu kadar ucuz olmamalı.
Hele meclisteki tasarıya göre “mağdurum” diye başvuran kişinin ifadesinin hakim ve savcı tarafından değil de üniversitelerde kadın hakları adı altında toplanmış feministlerin de alabilecek olmasının getireceği felaketleri düşünmek bile istemiyorum.
İftiralar cezalandırılmadığı gibi yakında bir de ödüllendirilecek gibi görünüyor. Adalet Bakanlığı Mağdur Haklarının hazırladığı yine seçim sebebi ile bu döneme kalan tasarıya göre, taciz iddiasında bulunan kişiye en az, brüt asgari ücretin dört katına kadar ödeme yapılacak ve bu alt limit asgari ücretin otuz katına kadar artabilecek. Ki tasarının ilk hali daha kötüydü istismar iddiasında bulunan kişiler (her iddia kanuna göre gerçek sayıldığı için) devlet memuru olabilecekti. İftira atan kadınlara sınavsız devlet memuru olma kapısı açılacaktı.
Kanun çıkmasın diye gösterdiğimiz gayretler neticesi taslak çekildi ve düzenlenmiş hali bu ve oldukça kötü. Asgari ücretin dört katı para ile iftira atanlar ödüllendirilmiş olacak. Eğer gerçek mağdurlara yardım düşünülüyorsa bu bir vakıf üzerinden yapılabilir. Ya da “kadınlar adına çalışma” adı altında Avrupa fonundan milyonlarca para alan kadın dernekleri yardım etsinler mağdur kadınlara. Devletin böyle bir maddi yardım yapması ancak iftiraları artırır.
Yine mecliste çalışmaları yapılan seçim sebebiyle henüz imzalanmamış olan torba yasaya eklenecek olan 657 nolu kanun düzenlemesi de eğer meclisten geçerse cinsel istismar iftiraları yüzde yedi yüz artar. Kanuna göre iş yerinde kadınları üzmek vatana ihanet sayılacak ve kişi işinden atılacak ve bir daha devlet memuru olamayacak.
İş yerinde bir erkeğin mevkisine göz diken bir kadın Allah korkusu yoksa bunu çok rahat yapar. Bir de dindar insanlardan hoşlanmayan hatta ölesiye nefret eden bir kesim olduğunu da düşünürsek bu kanunların çıkması dindar insanları bile bile ateşe atmaktan başka bir şey olamaz.
Sayın Cumhurbaşkanım!
Mevcut kanunlarla bile Yusuflar delilsiz beyansız suçsuz yere cinsel istismar gibi ağır bir suçla zindanlarda yatıyor. Gömlekleri arkadan yırtılmış fakat yine de zindana atılmışlar. Onların g��zyaşları ve bedduaları hepimizi yakar. Onlar ve aileleri sizden adalet bekliyorlar.
Yine bazı şer odakları yeni oyunlar peşinde. Planlı yapılmış gibi görünen hayvanlara eziyet, tecavüzler ve çocuk ölümleri üzerinden meclis üzerinde baskı oluşturarak zaten ağır aksak giden adalet sistemini tümden yıkmak istiyorlar.
Lütfen bu oyunlara gelmeyin. Kanunlarımız, sokağa dökülmüş devlet aleyhine slogan atan hainleri susturmak için değil adaleti tesis etmek için yapılsın. Vicdan sahibi, ön görüsü yüksek, adalet duyguları gelişmiş uzman bir ekip hazırlasın bu kanunları. Hakimler “kanunlar yüzünden adalet ve vicdanımız arasında kaldık” diyorlar. Kanunlar yapılırken kanun uygulayıcıların çoğunluğunun görüşleri de alınmalı. Mağduriyetleri en çok onlar görüyor.
Sayın Cumhurbaşkanım!
Seçim döneminde özgürlük ve adalet vaat etmiştiniz. Özgürlük hakkımı kullanarak size bu mektubu yazdım. Şimdi de mağdurlar adına adalet bekliyorum.
1 note
·
View note
Photo
BİZ KADINLARI HİÇ SEVMEDİK !!! ... Saçlarını sevdik hele bir de “sarışınsa” daha çok sevdik... Ağızlarını sevdik hele bir de “şehvetli ve dolgun” ise daha çok sevdik... Göğüslerini sevdik... Bacaklarını sevdik hele bir de sütun gibiyse bayıldık... Kalçalarını sevdik... Gerçekten güzel vücutlu ve "çıtırsa" daha çok sevdik... Yolda, arabada, televizyonda, internette onlara hep "baktık"... Her yerlerine iyice ve dikkatle! Baktık... Pekiyi görememiş olacağız ki bir daha baktık... Bir daha ve bir daha... Kadınların her yerlerine baktık ama GÖZLERİNE ya hiç bakmadık ya da baktığımızda çok GEÇ olmuştu... Biz kadınlara çok dokunduk! Onlar istese de istemese de dokunduk... Son yıllarda dini motiflerden güç bulanlarımız oldu.. Eh yozlaşan toplum ve geç gelen adalet olunca da... 13-14 yaşındaki ÇOCUKLARA bile dokunmaya başladık...! SAPIK damgası yemeyi göze alanlar bile şaşırdı... Çünkü SAPIK diye haykıran ne kadar azdı...! Kimimiz "araştırmacı" oldu icraata geçemedi...! Onlar CD ve DVD ler ile idare etti...! Hatta SAPIKLARA tepki bile gösterdi... Ya onlar ne yaptı...? Gerçek dünyada namuslu olanlar sanal dünyada bu çocukları aradı... Aradı ve hep buldu...! Kadınlara "dokunma da" dünya sıralamasında üst yerlere geldik... 2017 itibariyle rakamlar oldukça "umut verici"... % 40 ını SÜREKLİ DÖVDÜK... %45 ine DUYGUSAL ŞİDDET uyguladık (küfür, hakaret, küçük düşürme)... %16 sına ZORLA SAHİP OLDUK... Ve olmaya devam ediyoruz... Tüm bunlara maruz kalan HER 3 kadından biri İNTİHARA kalkıştı ama biz hiç oralı olmadık... (bize ne değil mi? fener ya da cimbom maç kaybedince çok üzüldük... Ama kadınlar söz konusu olunca pek oralı olmadık)... % 9 una daha MASUM BİRER ÇOCUKKEN bile dokunduk... Bizlere sorduklarında %25 imiz ... Bazı durumlarda KADIN DÖVÜLÜR" demeyi doğal bir şey gibi dile getirdik... İSLAMİ ÖĞRETİ yalanları ile KADINLARI ve KIZLARI bizlerin KÖLESİ yapmaya başladık... Ve bu çabalar sonuçlarını vermeye başladı... Artık kadınlar o bildiğiniz kadınlar değil...! % 51 i erkekler ile tartışmayı bile "saygısızlık" sanıyor artık... %36 sı kendisi para kazansa bile parasını nasıl harcayacağına karar veremeyeceğine inanmış... Ya da inanmak zorunda kalmış... % 52 si "erkek kadından sorumludur" diyecek kadar kadınlığını unutmuş... Ya da unutturulmuş... % 49 u ''erkek ne zaman isterse bana sahip olabilir benim itiraz hakkım olamaz" Diyecek konuma gelmiş, ya da getirilmiş... Kabul edelim biz kadınları KULLANMAYI çok sevdik... Evde, işte, siyasette, okulda kısacası her yerde... Parti kongrelerinde sözde liderler konuşurken arka fonda 3-4 kadın vardı hep... Onlardan VİTRİN yaptık... İMAJ yaptık.. Başörtülü, normal türbanlı, modern türbanlı ve türbansız.... Parti çalışmalarında kapı kapı dolaşanlar hep KADINLARDI... Koşturan ve çabalayan hep KADINLARDI.. . Miting olduğu zaman onları ön sıralara toplayıp KARANFİLLER attık üzerlerine... Ve iki lafın birinde anam, bacım edebiyatı yaptık.... Ama "ANANI DA AL GİT" demek bize daha çok yakıştı...! "Cennet anaların ayakları altında" diye diye büyütüldük... Ama ANALARI hep ayaklarımız altında ... ÇİĞNEDİK...! EZDİK...! TEKMELEDİK...! 14 şubat sevgililer günü ya da Anneler Gününde bir kaç saat ara verdik...! Ama sonra yine ezmeye devam ettik... İş verirken bile onları hep düşündük! İş yerinde gözümüz gönlümüz açılsın ya da malum niyetler ile... BAYAN ELEMAN ARANIYOR ilanı vermeyi çok sevdik... 2017 Türkiyesinde KADIN olmanın ne kadar zor olduğunu biLEMEDİNİZ... Çünkü artık KONUŞMUYORLAR.... KONUŞAMIYORLAR... KONUŞTURULMUYORLAR... İslam dini geregi sömüren ve kullanan KARANLIK ZİHNİYET kendi kadınlarını yetiştiriyor... Susan, itaat eden ve kaybolmuş kadınlar, kızlar hatta çocuklar.. Arada VİZYON ya da İMAJ için ortaya "sürülen" kadınlara bakmayın siz... Onlar da biliyor "kullanıldıklarını" ama artık düzen kurulmuş... Türkiye Nereye Gidiyor...? Diye soruyor herkes birbirine... Cevap ne kadar da açık değil mi...? Türkiye hızla ve şevkle KARANLIĞA gidiyor... Hatta KOŞUYOR... Çünkü KADIN YOK OLUYOR...! Kadını YOK OLAN ülkenin gideceği yol bellidir... KARANLIK ve ONURSUZ bir gelecek.... Bu işi PLANLI yürütenler İSLAMİ motifler ya da örnekler ile... KADININ İKİNCİ SINIF KONUMA gelmesini doğal karşılamamızı bekliyorlar... KURANI ÖRNEK ALIYORLAR... Mesela miras hukuku... Erkek çocuğa 2 pay... Kız çocuğa 1 pay... NİSA 34 AYETİ / DÖVÜN 8 MART KADINLAR GÜNÜYMÜŞ...! KADINI olmayan ülkenin kadınlar günü olmaz... Kutlanmaz... Burada yazılanlar size ters geldi ise vah benim ülkeme...
63 notes
·
View notes
Text
AIDS - HIV Virüsü Tedavi Edilebilir mi?
AIDS – HIV Virüsü Tedavi Edilebilir mi?
AIDS – HIV virüsü sahibi insanlar son yarım yüzyıldan beri sürekli bir şekilde artmakta. Bu virüs yıllık ortalama 1 milyon insanın ölümüne sebebiyet vermektedir. Ancak bu virüs hakkında halkın genelinin içi boş söylence ve efsaneler haricinde bir şey bilmediği maalesef ki bir gerçek. Durum böyle olduğu için AIDS – HIV virüsünü enine boyuna ele alan bir yazı yazma gereği ortaya çıkıyor.
AIDS – HIV Nedir?
İmmün Yetmezlik Virüsü olarak da adlandırılan ve daha bilinen adıyla HIV olan bu virüs, insanın bağışıklık sistemi hücrelerini hedef alarak enfeksiyon oluşturan ve bu enfeksiyonun ilerlemesi durumunda Edinilmiş İmmün Yetmezlik Sendromuna yani AIDS’e neden olabilen bir virüstür. HIV, cinsel yolla, kanla ve kan ürünleriyle veya anneden bebeğine bulaşabilmektedir.
HIV virüsü esas hedef olarak enfeksiyonlara karşı savaşan bağışıklık sistemi hücrelerine saldırmaktadır. Bu hücrelerin kaybedilmesi bedenin enfeksiyonlara ve belirli kanser türlerine karşı savunmasız kalmasına sebep olmaktadır. HIV enfeksiyonundan önce kendiliğinden iyileşebilen veya tedavi edilebilen hastalıklar vücudun savunma gücünün yetersiz kalmasından ötürü tedavi edilemez hale gelebilmektedir.
HIV Enfeksiyonu Ne Kadar Yaygındır?
80’li yıllardan itibaren sürekli bir artışa sahip olan ve salgınlar ortaya çıkaran HIV virüsünün geçmişten günümüze toplamda 76 milyon insanın enfeksiyonuna ve 36 milyon insanında AIDS’e bağlı hastalıklar nedeniyle ölümüne sebebiyet verdiği tahmin edilmektedir. 2016 yılı itibariyle dünya üzerinde ortalama 36 milyon HIV (+) insanın bulunduğu bilinmekte. Bu sayının 2 milyon kadarının 15 yaş altı grubu çocuklardan oluştuğu bilinmektedir. 2016 yılı içerisinde dünya çapında 1.8 milyon yeni teşhis edilmiş HIV (+) vakası olduğu bilinmektedir. Türkiye’de ise 2016 yılına kadar doğrulanması yapılmış 13.518 HIV (+), 1.538 AIDS vakası olduğu bildirilmiştir. Sadece 2016 yılı içerisinde 1.470 tane yeni tanı almış hasta mevcuttur.
HIV (+) Ne Anlama Geliyor?
Özel test metotlarıyla yapılan değerlendirmeler sonucuna dayanarak kişinin HIV virüsü ile enfekte olduğu anlamına gelmekte. Tedavi olunmadığı durumlarda, HIV bağışıklık sistemini tamamen yok edebilir ve enfeksiyon AIDS safhasına geçme tehlikesine sahiptir.
AIDS – HIV Nasıl Bulaşır?
HIV virüsü, HIV ile enfekte olmuş bir kişinin vücut sıvılarına temas etme aracılığıyla bulaşır. Virüs, enfeksiyonun her aşamasında hatta enfekte olmuş ama hiçbir şikayeti bulunmayan kişilerden de bulaşma imkanına sahiptir. Kan, semen (meni, er suyu), pre-seminal sıvılar (meni gelmeden önce ortaya çıkan berrak sıvı), vajinal sıvılar, makat sıvıları, anne sütü, hamilelik sürecinde, doğum esnasında ya da emzirme döneminde kan ve diğer sıvılar yoluyla anneden bebeğe geçişi virüsün bulaşma yollarından biridir. AIDS ise HIV’in ilerlemesiyle ortaya çıkar.
AIDS Hemogram Testi hakkında bilgi için tıklayın.
AIDS – HIV Tedavi Edilebilir mi?
Günümüzde HIV enfeksiyonunun tedavisinde virüsün çoğalmasını kontrol edip ilerlemesini engelleyen antiretroviral tedavi (ART) olarak adlandırılan ilaçlar kullanılmaktadır. ART, HIV’in çoğalmasını önler ve vücuttaki virüs miktarını azaltıp ilerlemesini önler. Vücutta daha az virüs yükünün bulunmasıyla bağışıklık sisteminin etkinliğinin kuvvetlenmesi ve hastalığın AIDS’e ilerleyişinin önlenmesi sağlanmaktadır. HIV (+) olan kişilerin mümkün olan en kısa sürede tedaviye başlamaları gerekmektedir.
Antiretroviral tedavi, HIV (+) insanların daha uzun ve sağlıklı yaşamalarına yardım eden ve yaşam boyu süren bir tedavi yöntemidir. Ancak antiretroviral tedavinin etkili olması, ilaç uyumuna, ilaçların her gün ve belirlenmiş biçimde kullanılmasına bağlıdır. HIV tedavi rejimine uyum sağlamak virüsün çoğalmasını ve bağışıklık sisteminin çöküşünü önlemektedir. HIV ilaçlarının her gün kullanımı HIV’in bulaşma riskini de azalttığı bilinmektedir.
AIDS – HIV Ne Zaman Anlaşılır?
Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) HIV ile AIDS’ e yönelik klinik sınıflandırması hastalığın klinik evreleri ve eşlik eden klinik durumlar ve belirtilerin değerlendirilmesi ile yapıldığı bilinmektedir. Bir bireye HIV bulaşmasını takip eden dönemde ortaya çıkan enfeksiyon ve devamında hastalığın ilerlemiş bulunan 4 klinik evresi olmak üzere toplam 5 evresi mevcuttur.
HIV enfeksiyonunun erken dönemde genellikle belirti vermeden ya da “viral sendrom” adı verilen bir tıbbi durum seyrettiği bilinmektedir. Klinik evre 1’de kişilerde belirti olmayabilir ya da süreklilik gösteren yaygın lenf bezi şişkinliği görülebilmektedir. Klinik evre 2’de açıklanma imkanı bulunmayan kilo kaybı, tekrarlayan solunum yolu enfeksiyonları, uçuk, ağız içinde bulunan yaralar, tırnaklarda mantar enfeksiyonlarına rastlanmaktadır.
Daha sonra klinik evre 3’te açıklanamayan şiddetli ve aşırı kilo kaybı, açıklanamayan uzun süreli ishal ve ateş, ağızda kandida (bir mantar türü) enfeksiyonu, akciğer tüberkülozu (verem), açıklanamayan anemi yani kansızlık, şiddetli bakteriyel enfeksiyonlar ve kronik trombositopeni yani kanın pıhtılaşmasını sağlayan hücrelerin azlığı gözlemlenmektedir. En son klinik evrede yani klinik evre 4’te ise bakteri, parazit, mantar ve virüs kaynaklı fırsatçı enfeksiyonlar ve sistemik enfeksiyonlar HIV/AIDS ile beraber görülmektedirler ve bunlar hastalığın sınıflandırılmasında da kullanılmakta olan klinik durumlardan biridir. AIDS – HIV Elisa, Salgı Testi, Virüs Yükü Testi ve Western Blot testinin yapılması ve hastanın bir süre takip edilmesiyle anlaşılabilmektedir.
AIDS – HIV Belirtileri Nelerdir?
HIV (+) bireylerde belirtiler açıktır. Kişinin HIV ile karşılaşmasından ortalama iki ile dört hafta içerisinde ateş, üşüme, ciltte döküntü ve grip benzeri semptomlar görülmektedir. Belirtilerin enfeksiyondan birkaç hafta boyunca devam ettiği gözlemlenmektedir. HIV enfeksiyonunun en erken evresinden sonra HIV, çok düşük seviyelerde artış göstermeye devam etmektedir. Bu yüzden kronik ishal, hızlı kilo kaybı ve fırsatçı enfeksiyonlar gibi daha ciddi belirtiler yıllarca görülmeme imkanı ortaya çıkmaktadır.
Fırsatçı enfeksiyon olarak adlandırılan bu enfeksiyonlar bağışıklık sisteminin zayıflamasından sonra sağlıklı bağışıklık sistemine sahip insanlardan daha çok veya daha ciddi olarak görülebilen enfeksiyonlar ve enfeksiyona bağlı olarak ortaya çıkan kanser türleri olarak bilinmektedirler. Tedavi edilmediği takdirde HIV sahibi bir kişi genellikle 10 yıl veya daha uzun bir süre sonrasında AIDS‘e kadar ilerlemektedir. Bu süre bazı bireylerde daha kısa olma ihtimaline sahiptir.
HIV (+) bir kişinin tedavisizlik dönemi sonucunda AIDS olup olmadığını değerlendirmeyi sağlayan bazı kriterler mevcuttur. Sağlıklı bir insanda bağışıklık sisteminin durumunu gösteren CD4 hücre sayısı milimetreküpte 500 ila 1,600 hücre arasında değişiklik gösterdiği bilinmektedir. Bu seviyenin 200 hücreden az olması, bakteri, parazit, mantar ve virüsler bağlı fırsatçı enfeksiyonların görülmesi, bağışıklık sisteminde önemli rol oynayan CD4+ T hücrelerinin lenfosit olarak adlandırılan diğer bağışıklık sistemi elemanlarına oranının %14 ün altına düşmesi, AIDS hastalığına sahip kişilerde görülen ve tanı koydurucu durumlardan sayılabilir. Bu belirtilere ek olarak dil üzerinde beyaz tabakalaşma, boğaz ağrısı, baş ağrısı, kuru öksürük, nefes darlığı, ağız, burun, makat ve ya vajinadan kanama olması, ellerde ve ya ayaklarda hissizlik, ishal, ateş, gece terlemeleri, kontrolsüz kilo kaybı gibi durumlar eşlik edebilmektedir.
AIDS – HIV Virüsünden Nasıl Korunulur?
HIV virüsünün bulaşmasından korunmak için cinsel ilişki süresince doğru ve düzenli bir biçimde kondom (prezervatif, kılıf ya da kaput) kullanmak, cinsel partnerlerin sayısını sınırlı tutmak ve enjeksiyon ekipmanlarını asla paylaşmamak gerekmekte. Anneden çocuğa HIV bulaşması, HIV’in çocuklara bulaşmasının en yaygın olan halidir.
Hamilelik sürecinde kadınlara ve doğumdan sonrada bebeklere verilen HIV ilaçları, anneden çocuğa bulaşması riskini azaltmaktadır. HIV (+) insanlara tokalaşarak veya onlara sarılarak, HIV (+) bireylerin kullandıkları tabakları, klozet kapakları veya kapı kolu gibi eşyalarına dokunma yoluyla da bulaşmaz. HIV’in hava yoluyla, kene, sivrisinek ya da diğer böcek ısırıklarıyla da bulaşma imkanı bulunmamaktadır.
AIDS - HIV Virüsü Tedavi Edilebilir mi?
0 notes
Photo
RT @igiadtr: ÇOCUĞA DOKUNMA!!! KADINA DOKUNMA!!! Ülkemizdeki kadınlara ve çocuklara yönelik uygulanan cinsel istismarı en şiddetli şekilde kınıyor ve devlet tarafından en ağır cezanın verilmesini istiyoruz. #AdaletBakanlığı https://t.co/15CNLACqHA
0 notes