#kıssadanhisse
Explore tagged Tumblr posts
Text
🎈Ceviz kurdu, gireceği kadar bir delik açarak cevizin içine girer.
Cevizin içi insan beynine benzer, başlar onu yemeye.
Buraya kadarı normal. Yedikçe şişmanlar.
Karnı büyür.
Yeterince yükünü tutup doyunca gitmek ister ama girdiği delikten çıkamaz.
Daha da kötü olanı; içi yenilen ceviz de kurumuş ve sertleşmiştir, o deliği genişletmek artık imkansızdır.
Kurtçuk oturup bakar, delikten geçip çıkmak için tek çaresi vardır: Zayıflamayı beklemek.
Aç kaldıkça zayıflar, eski cılız haline döner.
Ve bir gün çıkar.
Ama çıktığında mevsim bitmiş, ortada aç ve cılız bir kurtçuk ile bir içsiz ceviz kalmıştır.
Kimi insanlardaki para ve mal - mülk hırsı da ceviz kurduna benzer.
O hırsı yenip, artık yeter dediğinde baharlar ve yazlar bitmiş olur.
Geriye sadece, ömrünün sonbaharı ve belki de
çeşitli hastalıklar, ilaçlar ve diyetler ile geçirmek zorunda kalacağı, koskoca bir kara kış kalmış olur..
34 notes
·
View notes
Text
Gazali Bağdat’taki eğitimini tamamladıktan sonra bir kervanla Tus şehrine dönüyor. Ama yolda kervanı haramiler soyuyor ve herkesin altınını, gümüşünü alıyorlar. Gazali’nin de bir tek torbası var. Torba da gidiyor. Herkes kaderine razı olmuşken Gazali haramileri aramaya başlıyor.
Aylarca aradıktan sonra haramilerin saklandığı mağarayı buluyor ve torbasını geri istiyor.
Nöbetçiler bu deli çocuğu öldürmeye hazırlanırken Haramibaşı gürültüleri duyuyor ve neler olduğunu soruyor.
Bir deli oğlanın geldiğini torbam da torbam diye tutturduğunu söylüyorlar.
Haramibaşı ‘ Gönderin şu çocuğu bana diyor. Sonra ona ‘ Evladım, herkesin servetini aldık, ses çıkaran olmadı. Senin torbanda bunlardan daha kıymetli ne olabilir ki canını tehlikeye atıp buralara geldin?’ diye soruyor.
Gazali ‘ Benim yüküm onlardan daha değerli’ diyor. ‘ Çünkü içinde Bağdat’taki hocamın ders notları vardı.’
Haramibaşı adamlarına ‘ Verin şu çocuğun torbasını’ diye emrediyor.
‘ Karnını doyurup yola çıkarın.’ Sonra da Gazali’ ye dönüyor. ‘ Ders notlarını iade ediyorum delikanlı,’ diyor, ‘ ama âlim olmak istiyorsan bir şeyi hiç unutma.’
Gazali “ Nedir o?” diye soruyor.
Haramibaşı diyor ki:
“ Senden çalınabilen bilgi, senin bilgin değildir.”
2 notes
·
View notes
Text
Mutlu Binici
Zâhir b. Harâm şehrin dışında, çölün ıssız bir köşesinde yaşayan fakir ve kimsesiz bir adamdı. O, bazı insanlar için hiçbir değer ifade etmeyen; ufak tefek, çirkin ve sevimsiz biriydi. Belki de bu yüzden insan içine çıkmıyor, kalabalıklara karışmıyordu. Alaycı bakışlardan, aşağılayıcı sözlerden kaçıp sırra karışmak, kaybolup unutulmak istiyordu.
Mecburi ihtiyaçları için nadiren de olsa şehre gittiğinde Muhammed aleyhisselâmı ziyaret ediyor, bir tek onu görmek istiyordu. Her ziyaretinde şehirde bulunmayan şeyleri, yetiştirdiği mahsulü özenle hazırlıyor, Efendimiz aleyhisselâma hediye ediyordu.
Allah Rasûlü “Zâhir bizim köylümüz, biz onun şehirlisiyiz.”, “Muhammed ailesinin köylüsü Zâhir b. Harâmdır.” buyurarak ona olan sevgisini ve yakınlığını ifade ediyor, köyüne dönmek istediğinde Zâhir’in tüm ihtiyaçlarını karşılıyordu1.
Peygamber Efendimiz Medine pazarına geldiği bir gün, köşede bir yerde yetiştirdiği mahsulleri satmaya çalışan Zâhir’i gördü. Hiç sezdirmeden yanına yaklaştı. Sonra birden arkasından tutup kucakladı ve elleriyle gözlerini kapatarak “Kim bu köleyi satın almak ister?” diye seslendi. Zâhir “Kimsin sen, bırak beni!” diye çırpınırken Efendimiz aleyhisselâmı fark edip rahatladı, yüreği sevinçle doldu. Sırtını Peygamberimizin göğsüne iyice yaslayarak “Ey Allah’ın Rasûlü, beni satmaya kalkarsan elinde kalırım, kim benim gibi değersiz birini alır ki?” dedi.
Sevgili Peygamberimiz tüm pazar halkının duyacağı bir sesle şöyle buyurdu. “Sen Allah katında ne kadar değerlisin, biliyor musun?”2
Pazar halkı olanları hayret ve ibretle izliyordu. Gördüklerinde yüz çevirdikleri, varlığından rahatsız oldukları adam; hep olmak istedikleri yerde, âlemlerin efendisinin en yakınındaydı. Hiç önem verilmeyen, kıymeti bilinmeyen Zâhir, Allah’ın kendisini sevdiğini bizzat Allah’ın sevgilisinden işitiyordu. Artık insanların ne düşündüğünün, aşağılayıcı, yaralayıcı sözlerinin ne önemi vardı?
Ezilip horlanmış, mağdur ve mazlum bırakılmış nicelerinin ümidi Muhammed aleyhisselâm sevgi ve merhamet elini uzatmış, Zâhir b. Harâm’a âdeta yeniden hayat vermişti.
"Allah, sizin görünüşünüze ve servetinize değil; kalplerinize ve amellerinize bakar."3 buyuran iki cihan serveri Bedir’de firavunlarla çarpışırken yanında kahraman arkadaşı Zâhir b. Harâm da vardı.4 O, “Düşmanlar bize saldıracaklar!” denildiğinde Rıdvan ağacının altında ölünceye kadar savaşacağına dair Allah’ın elçisine söz veren, Allah ve Rasûlünün rızasını kazanan bahtiyarlardandı.5
Sâhibu’l-hedâyâ6 diye anılan yüce sahâbiye, Bedr’in kahraman yiğidi Zâhir b. Harâm’a ve tüm mahlukâta rahmet nazarıyla bakan herkese selam olsun.
Kaynakça:
1) İbn Esîr, Üsdü’l-Ğâbe, II, 302; Beğavî, Mucemu’s-Sahâbe, II, 518-9.
2) Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 161; İbn Hacer, el
#mutlu geceler#eski günler#peygamber#kıssadanhisse#insanlık#özlü söz#güzel ahlak#edep#şiirheryerde#allahﷻ#hasret#hayat işte
4 notes
·
View notes
Text
Kadın ve Vali
Bir zamanlar vâlilik yapan birisinin çok güzel bir bahçesi vardı. Rengârenk çiçeklerle donatılmış, tam bir zevk ve sefâ yeriydi. Bir gün vâli, bu bahçeye geldi. Vâli, bir bahane ile kadının kocası olan bahçıvanı, bir iş için dışarıya gönderdi. Kadına da dedi ki: -Bahçenin kapılarını kapat. Hiç bir kapı açık kalmasın! Kadın, akıllı ve namuslu idi. Vâlinin kendisine kötü niyet taşıdığını anladı. Gidip bir ağacın arkasına saklandı ve biraz sonra gelip dedi ki: -Kapıları kapattım. Yanlız bir tanesi kaldı. Onu kapatmaya gücüm yetmiyor. Ne kadar uğraşsam da kapatamıyorum. -O, hangi kapıdır? -Bu kapı, Allahü teâlânın (Basir) sıfatıyla bizi gördüğü kapıdır. Vâli, bu sözü duyunca, pişman olup tövbe etti. Bir daha aklına böyle kötülükler getirmemek için, Allahü teâlânın sevgili kullarından birinin bulunduğu yere gidip, onun sohbetinde yetişti. Allahü teâlânın sevgili kullarından biri oldu. Basir : Her şeyi gören. Allah her şeyi, herkesin yaptığını görür. Onun görmesine hiç bir şey engel olamaz. Allah'ın, kalpteki fısıltıları, beyindeki oluşumları, fikirdeki gizliliklei, kalplerdekini, zifiri karanlık bir gecede kapkara bir taşın üzerinde yürüyen simsiyah bir karıncayı ve çıkardığı sesi görür , duyar, bilir. İbadette ihlas, kulun Allah'ı görmemesine rağmen, Allah'ın onu gördüğünü bilmesi ve onu görür gibi ibadet etmesidir. Read the full article
0 notes
Text
Yıllardır kullanmadığım, kullanma fırsatım olmayan bloğuma bir yazı koydum. Okuma zahmetinde bulunarak şereflendirirseniz çok memnun ve mesud olurum.
📚
35 notes
·
View notes
Photo
Tevazu gösterdikçe ve bir yerde mütevazı durdukça kolay bir kişilik olduğumuz sanılır. Bunun sebebi gösterişli/nümayişli kimselerin daha çok değer görmesidir. Şirazi’nin “hâlin bizim gibi olmadıkça, hâlimiz sana masal gelir” demesi gibi tevazuyu da ancak hâliyle yaşayanlar tanır. . . . . . . . . . . #tevazu #mütevazı #mütevazi #mütevazılık #şirazi #kıssadanhisse #halimiz #edebiyatnotları #masal https://www.instagram.com/p/Ceb0AYwgO15/?igshid=NGJjMDIxMWI=
11 notes
·
View notes
Text
Türk Diplomatı Hayrete Düşüren İngiliz Müezzin
Muzaffer Efendi Hazretleri, vaktiyle Londra'da diplomat olarak vazîfe yapan Enis Akaygen Bey'in şâhid olduğu ibretlik bir hâdiseyi şöyle nakletmişlerdi :
Merhûm Enis Akaygen Bey, Londra'da diplomat olarak vazîfe yaptığı günlerde, hem ibâdet ve hem de yeni gelen müslümanları ziyâret maksadıyla, orada bulunan müslümanların toplandıkları ve ibâdet ettikleri yani bir bakıma mescid olarak kullandıkları bir apartman dâiresine gider ve orada özbeöz İngiliz ırkından olan bir kişinin müezzinlik yapdığını görerek kendi kendine, "Herhalde Mısır'da veya bir diğer İslâm ülkesinde tahsîl etmiş ve orada şeref-i islâm ile mübâhî olmuş bir zât olsa gerek" diye düşünür. Namazdan sonra sohbet esnasında bir fırsatını bularak müezzinlik yapan o zâta hitâben der ki : "Bu kadar güzel müezzinlik yapabildiğinize göre herhâlde Mısır’da veya bir başka İslâm ülkesinde bulunmuş ve bu işi ta'lîm etmiş olmalısınız". Aslen İngiliz olan o dîn kardeşimiz, kendisine şu cevâbı verir : "Hayır efendim, bu yaşıma gelinceye kadar, İngiltere’den hattâ Londra’dan hiç dışarı çıkmadım". Rahmetli Enis Akaygen Bey şaşırır ve sorar : "Öyleyse Kur`ân’ı nerede tahsîl ettiniz ve İslâm’ı nerede öğrendiniz?". İngiliz mühtedî hikâyesini şöyle anlatır :
Günlerden bir gün elime Kur`ân-ı Azîm'in İngilizceye tercüme edilmiş bir nüshası geçdi. Okumağa başladım ve bir daha da elimden bırakamadım. Ancak, gündüz işimle gücümle uğraşdığımdan pek vakit bulamıyor ve ancak geceleri yatağa girince uykum gelinceye kadar o mukaddes kitabı okuyordum. Bu hâl böylece uzun süre devam etti. Kur`ân-ı Kerîm'in İngilizce tercümesini okumadan yapamıyordum, beni sanki büyülemiş ve kendisine bağlamışdı. Bir gece yine o kitâbı okumuş ve uyuyakalmışdım ki, rüyâmda bana nûr yüzlü bir zât göründü. O derece güzeldi ki, daha ilk bakışda insanı etkisi altına alıyordu. Kiminle teşerrüf ettiğimi kendilerinden sordum. Bana aynen şöyle buyurdu : "Her gece uykun gelsin diye okuduğun o kitâb, Allah tarafından bana nâzil olan Kur`ân-ı Azîmü'ş-Şân'dır. Ben, o Kitâb-ı Kerîm'i taraf-ı İzzet'den getiren son Peygamber Muhammed Resûlullahım. Gel bana îmân et ve iki cihânda da azîz ol" buyurdu. Kendilerine sordum, "Bir hristiyan ülkesinde yaşıyorum, İslâm'ı ve Kur`ân'ı kimden talîm edebilir, kimden öğrenebilirim?" dedim. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, bana Londra'da mahalle, cadde, numara ve hattâ apartman dâiresini bile iyice tarîf buyurarak, "Orada bir Hindli müslüman yaşamakdadır, ona git ve kendisine selâmımı teblîğ et, sana Kur`ân'ı ve İslâm'ı öğretsin, sen benim dînimin müezzini ol" emrini verdi.
Büyük bir sevinç ve ferahlıkla uykudan uyandım, yatdığım odanın içine tarîf ve tavsîf edemeyeceğim nefis bir koku yayılmışdı. Sabah olmasını o günkü kadar hasret ve iştiyakla beklediğim başka bir gece hatırlamıyorum. Gün ağarırken kalkdım, yıkanıp temizlendim, temiz elbiselerimi giydim ve büyük İslâm Peygamberi'nin bana tarîf buyurdukları adrese gitdim. İşâret buyrulan apartmanı buldum ve emrolunan dâirenin kapısına geldim. İtirâf ederim ki, samîmî bir heyecân içindeydim. Acabâ neler görecek, nasıl karşılanacakdım? Apartman dâiresinin zilini çalar çalmaz açıldı ve nûr yüzlü bir zât, sanki kırk yıllık ahbâb ve samîmî arkadaş imişiz gibi beni güleryüzle karşılayarak ve bana adımla hitâb ederek, "Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin gönderdiği kıymetli misâfir, evime hoş geldiniz, buyurunuz, içeri giriniz" dedi. Hayret ve dehşet içinde kalmışdım. O nûr yüzlü, tatlı sözlü zât, iki cihân serverinin bana İslâm'ı ve Kur`ân'ı öğretmesi için kendisine emr ü fermân eylediğini bildirdi ve hemen derse başladık. Bu açık ve kesin kerâmet karşısında, İslâm'a, Kur`ân'a ve Peygamber-i âlî-şân'a büyük bir muhabbet ve iştiyâk ile sarıldım ve elhamdüIillah hâlis bir müslümân oldum ve emr-i peygamberî gereğince o günden beri de müslümanların ibâdet ettikleri bu mescidde fahriyyen müezzinlik yapmakdayım. Rabbimin inâyet ve hidâyetine şükürler olsun ki, tüccar terziyim ve mâlî durumum da yerindedir. İşte benim hayat hikâyem bundan ibâretdir.
Defteri uşşak blogspot adresinden alıntıdır.
16 notes
·
View notes
Photo
Behlül Dânâ Hazretleri, bir gün pazara üç tane kuru kafa getirerek, onları satmaya başladı. Her üç kafanın da fiyatları farklı farklıydı. Tabiî millet merakla Behlül Dânâ'nın etrafına toplandı. Önüne açtığı tezgâhın üzerindeki bu kuru kafaları sattığını öğrenince sordular: – Ey Behlül! Bu kafaları kaça satıyorsun? Behlül Dâna: – Birini bir paraya, birini on paraya, birini de ağırlığınca paraya satıyorum, diye cevap verince, oradakilerden bir tanesi taaccüb ederek sordu: – Ey Behlül! Bunların üçü de kurumuş kafalar olduğu hâlde sen üçüne de ayrı ayrı fiyat biçiyorsun. Bunların birbirlerinden ne farkı var ki? Behlül Dânâ Hazretleri, bunun hikmetini şöyle anlattı: – Birincisi, taş kafadır. Bunun değeri hepsinden düşüktür; çünkü bu hiç nasihat dinlemez ve nasihata ihtiyaç duymaz. İkincisi, yani on paralık kafa ise, nasihat dinler; ama nasihati tutmaz... Söz onun bir kulağından girer, öbür kulağından çıkar. Bunun adı da boş kafadır. Üçüncüsü ise, tam kafadır. Bu kafa, hem nasihat dinleyip onunla amel eder, hem de öğrendiklerini başkasına öğretir. İşte en kıymetli kafa budur. Bunu da ağırlığınca paraya veriyorum. #kıssadanhisse https://www.instagram.com/p/CgKTNXkN-8uBTBuTMwuVwsMXRxdxEmxJhgNE2s0/?igshid=NGJjMDIxMWI=
5 notes
·
View notes
Text
bugün yaşamımın ıssızlığını hissediyorum.
2 notes
·
View notes
Photo
#fıkra #kıssadanhisse #önderkaraçay https://www.instagram.com/p/CYHMkE_oaOe/?utm_medium=tumblr
2 notes
·
View notes
Photo
İyilik.. Yapılmadığında vicdan azabına sebebiyet veren fakat yapıldığında da pişmanlık duyulan şey oluyor bazen. Yaşaya yaşaya öğreniyoruz her şeyi. Mutluluğu da öyle.. Mutluluğun kendine değer vermekten geçtiğini de. Ben varsam çevremdekiler de var olacak ve var olmaya devam edecek dediğimizde aslında hayatın kolayını bulmuş oluyoruz. İnsanlar ne der kaygısı hep bir adım geriye atıyor bizleri. Konuşuyorlar, konuşuyorlar, konuşuyorlar. Asla susmuyor insanlar. Bir gün bir adamın eşeği kuyuya düşüyor. Adam ne yapsa ne etse eşeği kuyudan çıkaramıyor. Yaralanan eşekte zaman geçtikçe daha da acı çekmeye, bağırmaya başlıyor. Etrafa toplanan kalabalıktan birinin aklına üstüne toprak atmak geliyor. Gelin diyor üzerine toprak atalım. Acı çekmesin en azından hayvancağız. Kurtulsun. Herkese mantıklı gelen bu fikir için alıyorlar kürekleri başlıyorlar eşeğin üzerine atmaya. 1,3,5 derken bir bakıyorlar eşek yükseliyor. Meğerse eşek üzerine atılan her kürekte silkeleniyor ve kumu ayaklarının altına alıyormuş. Böyle böyle de o kuyudan çıkmayı başarmış. Kuyular dertlerimiz olsun, bizi karanlığa geçen. İyiliğimizi isteyenler çevremizder olsun. Ve atılan kürek kürek kumlarda her seferinde söylenen sözler olsun. Şimdi, siz hangi kuyudasınız.. Üzerinize kim kürek kürek kum atarak iyiliğinizi istiyor, ve siz o kumları ne yapıyorsunuz? Altında kalmayı, ezilmeyi kabul mü ediyorsunuz yoksa silkelenip ayaklarınızın altına alarak kendinize mi geliyorsunuz? #kıssa #islamic #dua #kıssadanhisse #ayet #hadis #dua #dedikodu https://www.instagram.com/p/CEv4NPUHiqg/?igshid=1g1j4avtq1zzc
30 notes
·
View notes
Text
Mesnevî’de Hazret-i Mevlânâ;
Süleyman -aleyhisselâm- devriydi. Saf bir adam, bir kuşluk vakti, kudretli peygamberin sarayına telâşla girdi. Nöbetçilere, hayatî bir mesele için Hazret-i Süleyman’la görüşeceğini söyledi ve hemen huzûra alındı. Süleyman -aleyhisselâm-; benzi sararmış, korkudan titreyen adama sordu:
“–Hayrola neyin var? Neden böyle korku içindesin? Derdin nedir? Söyle bana!”
Adam korku ve heyecan içinde başladı anlatmaya:
“–Bu sabah karşıma Azrâil -aleyhisselâm- çıktı. Bana hışımla baktı ve hemen uzaklaştı. Anladım ki, benim canımı almaya kararlı!..”
Hazret-i Süleyman sordu:
“–Peki, ne yapmamı istiyorsunuz?”
Adam yalvarıp yakardı:
“–Ey canların koruyucusu, mazlumların sığınağı Süleyman -aleyhisselâm-!
Sen nelere muktedirsin. Kurt, kuş, dağ ve taş senin emrinde!..
Rüzgârına emrediver de beni buradan alsın tâ Hindistan’a götürsün. O zaman Azrâil -aleyhisselâm- belki beni bulamaz. Böylece canımı kurtarmış olurum. Medet senden!”
Süleyman -aleyhisselâm-; adamın, kaderin bir sırrından bir başka sırrına intikal edeceğinin idrâki içinde rüzgârı çağırdı ve;
“‒Bu adamı hemen al, Hindistan’a bırak!” emrini verdi.
Rüzgâr bu; bir esti, kükredi ve adamı aldığı gibi bir anda Hindistan’da uzak bir adaya götürdü.
Adamın arzusu yerine gelmişti.
Öğleye doğru Hazret-i Süleyman, dîvânını toplayarak, gelenlerle görüşmeye başladı. Topluluğun içinde Azrâil -aleyhisselâm-’ı da gördü. Hemen yanına çağırıp;
“–Ey Azrâil! Bugün kuşluk vakti bir adama hışımla bakmışsın? Neden o zavallıyı korkuttun?..” diye sordu.
Azrâil -aleyhisselâm- cevap verdi:
“–Ey dünyanın ulu sultanı! Ben, o adama hışımla bakmadım. Hayretle baktım. O yanlış anladı. Vehme kapıldı.
Onu, burada görünce şaşırdım. Çünkü Allah Teâlâ bana o adamın canını Hindistan’da almamı emretmişti. Ben onu burada Kudüs’te görünce;
«Bu adamın yüz kanadı olsa, bu akşam Hindistan’da olamaz. Bu nasıl iştir?!.» diye hayretlere düştüm. İşte onun öfke sandığı farklı bakışımın sebebi bu idi.”
Hazret-i Mevlânâ bu kıssayı anlattıktan sonra sorar:
“Kimden kaçıyoruz? Kendimizden mi? Bu hayalî bir şey…
Kimden kapıp kurtarıyoruz?.. Allah Teâlâ’dan mı? Ne boş hayal!..
Dünya, Allah’tan gafil olmaktır. Dünya; para-pul, kadın, giyim-kuşam, ticaret değildir. Bunu bil!..”
2 notes
·
View notes
Text
İmanı olmayanın hayrı
Cüneyd-i Bağdadî (k.s.) bir kış gününde bir mecûsînin kuşlara yem dağıttığını görür ve aralarında şöyle bir konuşma geçer: - Sen hayır yapıyorum diye kendini boşuna aldatıyorsun. Allah evvelâ îmanı farz kılmış, geri kalan hayır-hasenatı ondan sonra emretmiştir. İman etmedikçe senin bu yaptığın iyilik Allah indinde makbule geçmez - Ben de biliyorum kabul olunmıyacağını. Fakat Allah bu yaptığımı görmez, bilmez mi? dedi. - Elbette görür ve bilir. - Öyleyse o da bana yeter, der ve bildiğine devam eder. Aradan zaman geçer. Cüneyd-i Bağdadî Hazretler bir hac mevsiminde Mescid-i Haram'ı tavaf ederken bir adamın ellerini açmış Allaha yalvarmakta olduğunu, hatta gözlerinden sel gibi yaşlar akıttığını görür. İyice dikkat eder, o zatın karlı bir havada kuşlara yem veren mecûsî olduğunu anlar. Tavaftan sonra yanına yaklaşıp hemen kollarından yakalar. Mecûsîde onu tanır ve şçyle der: - İşte Allah gördü ve bildi, deyip kelime-i şehadet getirip ruhunu oracıkta teslim eder. O anda Cüneyd-i Bağdadî (k.s.) Allah tarafından şöyle hitap olunur: - Ya Cüneyd! Sen Beytimi arzu ederek geldin ona kavuştun. O ise beni arzu ederek geldi bana kavuştu. Bir mecûsînin bile mubarek bir ayda Allah rızası için hayırda bulunması nelere vesile oluyor .... Allah cümlemizin sonunu hayreyleye!.. Read the full article
0 notes
Text
Şeyh Muhammed Konyevi (ks)
#Konyevi#Seyda#ibretlik kıssalar#kıssadanhisse#ibretlikolaylar#ibretlik hikaye#ibretlik söz#💐🌹🌺🌻🌼💮🌷🌱🌿🌵🌾🍁🍂🍃
18 notes
·
View notes
Text
❗MUTLAKA OKU❗
(Kıssadan hisse, Herkes samimiyeti nisbetince anlar inşallah)
Zamanın behrinde bir Allah dostu, İnsanları yeni yeni kırmaya başlamış olan Veba salgını ile manen bir görüşme yapar. Veba o zata şöyle söyler;
- 1 milyon kişinin canını almam emrolundu. Zira cenabı hakkın emri ve taktiri budur der ve ekler bugün bir mümin kula musallat olmuştum, kendisi bir mescitteydi o mescitte bir zaat şöyle buyuruyordu, Cenabı hak her yılın muayyen bir gününde Bir melek vazifelendirir ve ona şöyle söyler;
- Git ve o şeytan aleyhillaneyi bul her nerede olursa olsun ona bir sopa vur.
o melekte emri yerine layıkı ile getirir ve şeytan nerede ve ne işle meşgul olursa olsun onu bulur ve her yıl ansızın o sopayı şeytanım kafasına geçirir. Öyle bir vuruş ki Şeytan artık bıkmıştır. İkinci sopanın günü gelesiye kadar hiç hareket edecek takatı neredeyse kalmıyor tam sopanın etkisinden kurtuldum derken aradan tam bir yıl geçmiş ve ikinci bir sopa ile Şeytan aleyhillane yine alaşağı olur. gel zaman git zaman Şeytanın canına bu tak etmiş işlerde iyice kesat kendisi işin başında olmayınca da işler yürümüyor malum. Aklına muazzam bir fikir geliyor kafirin. Başlıyor fikrini tatbik etmeye bir diğer sopanın günü geliyor, hacı gözler gibi o meleği beklemede , derken o melek hiddetle şeytanın bulunduğu yere geliyor Tam tokmağı indirecek Şeytan;
- bende seni bekliyordum. Bir kelime edeyim de ondan sonra emrini yerine getir diyor ve şöyle diyor;
- Ya Rabbi Habibin Muhammet Mustafa (s.a.v) Hürmetine bu sopayı bana artık vurma.
öyle deyince Melek bir anda yok oluveriyor diye anlatınca o musallat olduğum mescitteki müminde içinden şöyle niyaz ediverdi yarabbi beni ve ailemi peygamber efendimiz yüzü suyu hürmetine şu veba illetinden muhafaza ediver diye bir anda kendimi bir pirenin sırtında buluverdim.
Bizim Allah dostu, O zatı Muhterem bu kıssayı dinleyince hiç bir şey söylemez, ve öylece geri döner ibadetine, taatine devam eder. hergün Peygamber efendimizin yüzü suyu hürmetine vebadan Allaha sığınır Ve halka da bundan hiiç bahsetmez.
Aradan bir rivayete göre 8 ay diğer r rivayete göre de 1 yıl geçer ve halk arasından konuşulan veba kırılmaya başlamış ama vebadan ölen 3 milyon kişi olmuş.
bizim Allah dostu tekrar Veba ile bir görüşme daha tertip eder ve sorar;
- Sen Allahın emri 1 milyon insana musallat olmam demiş idin. Zira duyarım ki 3 milyon insanın canını almışsın. Neden Allahın emrinindışına çıkarsın diye hiddetlice sorunca Veba;
- Ben Allahın emrettiği gibi 1 milyon kişiye musallat oldum. Diğerleri korkudan öldüler. Hakka teslim olmadılar. Panik oldular korkudan öldüler demiş.
Yani kıymetli dostlarım İşin sırrı Panik olmadan , Korkmadan Allaha teslim olmaktadır. Hee dünyada bile torpilsiz işler yürümüyor malum o zman ne yapacağız Habibinin ismi ile habibinin habibi olan zaatların ismi ile el açıp devamlı halimizi cenabı hakka arz edeceğiz.
Selam ve Dua ile...
108 notes
·
View notes