#iyi ki doğmuş
Explore tagged Tumblr posts
applee--pie · 2 years ago
Text
Dünya'nın senin etrafındaki dönüşü kutlu olsun bebiş ♡
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
@senisevdiginden
10 notes · View notes
tukenecegim · 18 days ago
Text
@mutessir doğmuş iyi ki doğmuşşşş
11 notes · View notes
amezhu · 5 months ago
Text
Heaven Official's Blessing▪︎
220. BÖLÜM - Beyaz İmparator yaşam ve ölüm bilmecelerini gizlice kuruyor -
Xie Lian yumruklarını sıktı, nefesi düzensizleşiyordu.
Bir cümle. İnanılmaz gibi geliyor, hatta gülünesi, ama hiç gülmedi.
Guoshi, “Bu canavarların yanında daha fazlası var. Ekselansları, şehir duvarından düşerken senin kurtarıp Kutsal Kraliyet Köşküne getirerek beni şaşkına çevirdiğin o çocuğu hatırlıyor musun?”
“…”
Xie Lian anında geri çekildi ve hızla Hua Cheng’e bir bakış attı, “hatırlıyorum. Ne olmuş o çocuğa? Dedin ki o…”
“Yalnızlığın Yıldızı!” Guoshi haykırdı.
Karanlık bir şekilde konuştu, “O zamanlar, sadece o küçük çocuğun kötülüğün özüyle çok yoğun bir şekilde kaplandığını, inanılmaz derecede anormal olduğunu hissettim. Ancak ocaktaki diğer üç kişiyle yüzleştikten sonra, ocağın sadece canavar üretmekle kalmayıp aynı zamanda lanetleyebildiğini de öğrendim. Tıpkı servetinizi dağıtabildiğiniz gibi, ocak da biriktirdiği talihsizlikleri dağıtabilir ve serbest bırakıldıktan sonra her yere saldırırlar."
"O küçük çocuğun doğumu zaten son derece tehlikeliydi; eğer kaderi şanslıysa şansların en iyisi olurdu; eğer kötüyse talihsizliklerin en kötüsü olurdu. Doğduğu gün, muhtemelen dağıtılan tüm talihsizlikleri özümsedi ve bu yüzden bu kadar korkunç oldu. Ortaya çıktığı anda tüm TaiCang Dağı neredeyse onun tarafından yerle bir ediliyordu!"
Xie Lian dinledikçe daha da telaşlandı ve yavaşça başını çevirerek Hua Cheng'e baktı. Belli ki kendi meselelerini konuşuyorlardı ama Hua Cheng'in ifadesi değişmedi, onun yerine Xie Lian'a gülümsedi.‌ ‌
Guoshi sözlerine şöyle devam etti: "Normal şartlar altında, bu çocuğun ebeveynlerinin erken ölmesi gerekir, eğer ölmezlerse, o zaman bu çocuktan tiksinirler veya onu terk ederler. Sonsuz istismara maruz kalır, bu yüzden aslında ebeveynlerinin ölmesi daha iyi olur. Ayrıca, on sekiz yaşından sonra yaşayamaz ve etrafındakilerin ölmesine, ayrılmasına, talihsizliklere maruz kalmasına neden olur, sanki Felaketin kendisi yeniden doğmuş gibi. Bu yüzden o zaman size ondan çabucak kurtulmanızı, yaklaşmamanızı söyledim..."
Xie Lian daha fazla dinleyemedi, "Usta! ...Lütfen daha fazla konuşmayalım."
Guoshi kafasını salladı,‌ “Duracağım. Sana sadece ocağın ne kadar korkunç olduğu ile ilgili örnek veriyordum.”
Xie Lian ne diyeceğini bilmiyordu ama Hua Cheng kıkırdadı, “Göründüğü kadar korkunç değil, ama Guoshi, okumalarında gerçekten oldukça doğru.”
“…”
Xie Lian muhtemelen Hua Cheng’in on sekiz yaşından sonra gerçekten yaşamadığını düşününce elleri hafiften titredi. Tam o sırada bir el ona uzanarak ellerini Xie Lian’ın ellerinin üşümüş sırtına nazikçe koydu.
İkisinin eli de eşit derecede soğuktu, ama birbirlerine değdikleri anda ısınmışlardı.
“Seni sınamak için her zaman sana bilmeceler hazırlıyordu.” Dedi Guoshi, “XianLe’nin insan yüzü hastalığı ilk soruydu. Cevabına göre, insan yüzü hastalığını YongAn’a karşı saldığın sürece geçecektin. Seni sürgün etmekle kalmaz, hatta örtbas etmene yardımcı olur ve seni gerçekten güvenilir varisi haline getirir, cennetin zirvesine ulaşmak için bir adım atarken ona karşı iki adım atardı. Ama sen yanlış cevap verdin."
"Sürgün edildiğin dönemde, sizin için başka bir bilmece hazırlamış olmalıydı ancak yine ona tatmin edici bir cevap vermedin, bu yüzden yükseldiğin anda hemen geri gönderildin.”
Solgun, gülümseyen maske Xie Lian’ın alında canlandı, bir süre durduktan sonra sessizce konuştu, “O sürgün benim kendi isteğimdi.”
Hua Cheng cevap verdi, “Gege, güven bana. Sen istemeseydin bile seni geri göndermek için binlerce yol bulurdu.”
“Ama yüzü olmayan beyazı da o yenmişti.” Dedi Xie Lian.
“Ama ölmedi.” Dedi Hua Cheng.
“O halde neden bu kadar belaya katlandı?” Xie Lian sordu.
“Tabii ki yüzü olmayan beyaz seni öldürebilirdi.” Dedi Guoshi, “Ama, istediği seni öldürmek değildi. Aslında, zaten söyledim, o senden hoşlanıyor ve ölmeni hiç de istemez. Seni sadece her zaman olmak istediği şeye çevirmek istiyor.”
Hua Cheng da ekledi, “Seni öldürmek onu amacına ulaşmayacaktır. Eğer o halde ölseydin, asla değişmeyecektin ve o da bunu daha az kabul edemezdi. Ama yüzü olmayan beyazın seni bu kadar kolay bırakması için hiçbir sebep yoktu ve bunu çözmenin Cennet Savaş İmparatoru'nun kötülüğü ortadan kaldırmak ve seni tehlikenin eşiğinden kurtarmak için ölümlüler diyarına inmesinden daha iyi bir yolu var mıydı? Bununla birlikte, ona daha da güvenir ve minnettar olurdun. Ama iki kez başarısız oldu, çok sinirlenmiş olmalı."
"İkinci kez sürgün edildiğinde ve ölümlüler diyarına sürüklendiğinde, sizi yavaşça 'eğitmek' için sayısız fırsatı oldu, fikrini değiştirene kadar yavaşça bekledi." Dedi Guoshi "Gözlemlerime dayanarak, ilk başta zaten sakinleşmişti, ancak bu sakinlik son zamanlarda bozuldu" dedi.‌ ‌ ‌
“Bunun nedeni üçüncü yükselişindi.”
“Eğer çürümüş çamurdan bir su birikintisi olsaydın, o zaman ne olursa olsun. Ama sen, senin için planladığı her şeyi tamamen görmezden gelip bu hale geldikten sonra bile, sahiden üçüncü kez yükselebilmiştin ve hala öncekiyle aynı, tamamen değişmemiş şekildeydin… seni gördüğünde ne düşündüğünü bilmiyorum ama seni sınamak için kesinlikle daha fazla bilmeceler hazırlayacağını hissettim.
"Sonradan yaptığı her şeyi görünce bu apaçık ortada.” Dedi Hua Cheng, “Gege, geçmişi iyi düşün, Üçüncü kez yükseldikten sonra ne oldu?”
Xie‌ ‌Lian‌hemen harekete geçti, biraz düşündükten sonra konuştu, “İlk olay Yu Jun dağıydı. Kadın hayalet Juan Ji’yi yakalamak. Başlangıçta hayalet damadı bulamadım ve yolun yarısında bir çocuk şarkısıyla bana rehberlik eden cenin ruhuydu. Sanıyorum ki onun emri altındaydı. Ama onun o olayda bana yardım ettiğini düşünmüştüm.”
“Görevi tamamlamana yardım ediyor, hepsi bu.” Dedi Hua Cheng, “Doğrudan sonuç kadın hayalet Juan Ji’yi yakalamaktı ama dolaylı sonuç neydi?”
Xie Lian risk aldı, “…Arı kovanına çomak sokmak, General Pei’nin eski sevgili, ona biraz bela açmak?”
“Bu küçük bir bilmece olarak düşünülebilir, bence.” Dedi Guoshi, “Eğer General Pei’yi gücendireceğini biliyorsan neden hayalet damadını halletmek için başka yol bulmayasın ki? Mesela General Pei’yi gizlice haberdar edip meseleyi bastırtmak, Juan Ji’nin küçük bir alanda kendi başına bir şeyler yapmasına izin verip ve kontrolden çıkmasını engellemek falan.”
Xie‌ Lian terledi, “Pekala… Dürüst olmak gerekirse, bunun General Pei ile bir ilgisi olduğunu öğrenmem uzun zaman sonra oldu. O sırada kadın hayalet rehineler alıyordu ve o kadar çok insan vardı ki, yaydaki okun atılması gerekiyordu. Herhangi bir şeyin birilerini rahatsız edip etmeyeceğini düşünecek zaman yoktu."
Hua Cheng gülümsedi, "Gege, o sırada zaten bir karar vermiştin o zaman."
Analiz etmeye devam etti, "İkinci olay, boş kabuklu bir kukla PuQi Tapınağına geldi ve sizi Banyue Geçidine çekti. O kuklayı ilk kimin gönderdiğini atlayalım. Bu olayın sonucu ne oldu?"‌
“General Küçük Pei sürgün edildi ve General Pei’nin adamlarından biri gitmiş oldu.” Xie Lian cevap verdi.
“Gege, bu iki olaydan sonra, General Pei’nin gücünü zayıflatarak ona büyük bir yardım etmiş oldun ve aynı anda Pei Ming'i tamamen gücendirdin.” Dedi Hua Cheng, “Ve kendini hiç de göstermedi, bütün kinler sana geldi ve sen yine de ona minnettar olmak zorundaydın.”
“…”
Hua Cheng ekledi, “Eğer yanılmıyorsan, bu sekiz yüz yıl boyunca seni izlemeyi ihmal etmedi. Gege, muhtemelen senin bir ara YongAn’ın Guoshisi olduğunu ve Lang Qian Qiu’yı eğittiğini biliyordu ama yine de Lang Qian Qiu’yı seninle göreve gönderdi. Benim bakış açıma göre bu tamamen kötü niyetle yapıldı.”
Guoshi şaşırdı, “Bir saniye bekle? Ekselansları, sen YongAn’a gidip Guoshi mi oldun? Daha önce Lang Qian Qiu’yı eğittin mi?”
“Evet…” Xie Lian cevapladı.
“Sen Guoshi Fang Xin miydin???” Guoshi sorguladı.
“En… bir önemi mi var?” Xie Lian sordu ve kısa bir açıklama yaptı. Guoshi cevapladı, “Eğer bunu biliyorduysa, sana karşı çok öfkeli olmalı.”
 Hua Cheng devam etti, “Boş lafların efendisi davasında, Gege başta sen buna dahil olmak istemedin ama sonunda yine de içine çekilmiştin, şükürler olsun ki çok derinine inmedin. Kuzey denizindeki yüzlerce balıkçının cennet musibetine doğru sürüklenmesi Kara Su ya da Shi Wu Du’nun işi değildi, ama bu ikisinin dışında bunu yapabilecek kim var?”
Xie Lian ancak her olay açıkça ortaya çıktıktan sonra şunu fark etti, geri döndükten sonraki her attığı adım belki de Jun Wu tarafından belirlenmiş ve yakından izlenmişti.
Hua Cheng kollarını bağladı, “Bunu yapmasının nedeninin bir yandan sapkın zihniyetinden dolayı sana bilmeceler sorarak hangi yolu seçeceğini test etmek ve senin için açtığı yoldan gideceğini ummak; diğer yandan da muhtemelen seni o cennet mensuplarının güçlerini kesmek için bir kılıç olarak kullanmak olduğunu düşünüyorum."
"Önceki cennet hanedanın cennet mensupları onun zihninde son derece karanlık bir psikolojik gölge bırakmış olmalı. Son derece tetikte, her şey üzerinde mutlak kontrole ihtiyaç duyuyor, kimsenin gücünü ve statüsünü tehdit etmesine izin vermiyor ve hiçbir cennet mensubunun ona yetişmesine izin vermiyor. Ve sanırım..."
Xie Lian da aynı kısımlar üzerinde düşünüyordu, "Ne?"
Hua Cheng devam etti, “Shi Wu Du, Shi Qing Xuan’ın kaderini değiştirdi, Kara Su da soruşturmak için gizlice cennete sızmıştı, o cidden bunu bilmiyor muydu?”
Xie Lian da bunu düşündü.
En yüksek sandalyede oturan Jun Wu gerçekten hiçbir şey bilmiyor olabilir miydi? Pek mümkün değil.
Ling Wen’in elinden geçen tüm raporlar ve tomarlar doğrudan doğruya kendisi tarafından inceleniyor olmalı, yani eğer herhangi bir sahtecilik olsaydı, gerçekten bir şeylerin yanlış olduğunu fark etmez miydi?
Belki de baştan beri fark etmişti ama Su Ustasının o anki durumu onu tehdit etmediğinden açığa çıkartmamıştı. Eğer ifşa etseydi ve Su Ustası sürülseydi o zaman yeni bir Su Ustası yükselirdi. Yeni Su Ustasının ele geçirilecek kadar büyük bir davranışı ya da ihlali olmayabilirdi.
Su Ustası böylesine iğrenç bir suç işlemiş, neredeyse dünyayı kandırmış ama yıllarca huzur içinde yaşamış, ancak cennet sarayına hükmetmeye başladığında açığa çıkmış ve He Xuan tarafından kafası koparılmıştı.
Jun Wu, Su Ustası'ndan kurtulmak istiyorsa, kendi ellerini kullanmasına hiç gerek yoktu. Sadece Su Ustası'nın giderek daha çirkin, kibirli ve korkusuz hale gelmesini sessizce izlemesi gerekiyordu ve Shi Wu Du hoşgörü çizgisini aştığında, kaderi değiştirme meselesi He Xuan'a sızdırıldı.
Elbette He Xuan gidip kendisinin ve ölen ailesinin intikamını alacaktı.
Hua Cheng, “Ona gelince, milyonlarca hayaleti bir yüce doğsun diye ocakta topluyor, bu da muhtemelen…”
Xie Lian, yanına geldi ve şöyle dedi, “Dengeyi sağlamak için.”
“Evet.” Dedi Hua Cheng, “Bir yandan, kötücül Yücenin ölümlüler diyarında ortalığı kasıp kavurmasından zevk alıyordu diğer yandan da bu canavarlar ölümlüler diyarını kasıp kavurdukça dua eden insanlar olacaktı.”
İnançlı yapanlar olduğu sürece tanrıların ruhsal gücü her zamankinden daha da güçlü olacaktı.
Guoshi iç çekti, “Ocak her kapılarını açtığında biz dördümüz bunu durdurmak için giderdik ama her seferinde başarılı olduk. Bu kez işler daha da… daha da kontrolden çıktı.”
"WuYong'un o kederli ruhları, küçük bir kısmını öldürdü, çoğunluğunu Mesafe Kısaltma rünü ile uzaklaştırdı, sonra kendisi bazı şeyleri incelemek ve yok etmek için geride kalırken diğer herkesi gönderdi. Seni bulmaya gideceğimi düşündü, bu yüzden TongLu Dağı'nın icabına baktıktan sonra oraya koştu ve eminim ki önce beni yakaladı."
"İşlerin artık böyle devam edemeyeceğini düşündüm. WuYong Krallığı yeniden ortaya çıkmıştı ve onun yüksek ihtiyatıyla, büyük olasılıkla cennet alemindeki hanedanı yeniden değiştirmenin zamanı gelmişti. Hepiniz hiçbir şeyden şüphelenmemeye devam ederseniz, er ya da geç hepiniz temel olarak Cennet Başkenti'nin altına gömüleceksiniz. Feng Xin'in HongJing'i getirmesi tesadüf oldu, bu yüzden elimden gelenin en iyisini yaptım. Başlangıçta, ruhani güçleri gittikçe güçlenmişti ve HongJing artık yüzündeki şeyleri yansıtamıyordu. Ancak o üç dağ ruhuyla daha yeni savaştığı için, insan yüzleri tekrar aktif hale geldi."
"Hemen hemen her şeyi anlattım. Sormak istediğiniz başka bir şey var mı, Majesteleri?"‌
Xie‌ ‌Lian‌ ‌Hua‌ ‌Cheng‌ konuştuğunda hâlâ dalgındı, “Benim var. Guoshi, hala WuYong dilini hatırlıyor musun?”
“WuYong krallığı uzun zaman önce unutuldu ve artık kimse dili veya bir kelimesini kullanmıyor, bu yüzden ben ve üç arkadaşım uzun zamandır yeni bir şeyler öğrenmiştik, aksi halde ekselanslarının ne yapmayı planladığı ölçemezdik ve o canavarlar ve yaratıklarla uğraşmak oldukça acılı olurdu. Dil hala hatırlansa da çok nadir kullanılıyor olabilir.” dürüstçe söyledi, “Ben de onu kullanmayı gerçekten istemiyorum.”
Xie Lian hatırladı, o sırada Guoshi dağ ruhuna "Ekselansları kurtarılamaz", "Neredeyse uyandı" dediğinde, aslında ondan bahsetmiyordu ve Lang Ying'i ele geçiren ve iyileşmek için güçlerini emmeye çalışırken öldüren yüzü olmayan beyazdan bahsediyordu.
İnsan kelimeleri kusan Ceset Yiyen Fareler için, anılarını ona bulaştıran olası adayların sayısında gerçekten bir isabet vardı, aslında iki isabet vardı: Jun Wu ve yüzü olmayan beyaz.
Ve on bin tanrı mağarasının içinde Feng Xin ve Mu Qing’in taklit kuklalarını yapmak yüzü olmayan beyaz için hiç de zor değildi, çünkü Jun Wu onları çok iyi tanıyordu.
“O… her zaman benim WuYong veliaht prensinin kendisi ya da onun ruhunun bir parçası olduğumu düşünmeye yöneltti.” Dedi Xie Lian.
“Tabii yapar.” dedi Guoshi, “WuYong’un varlığı daha fazla saklanamayacağından XianLe’nin veliaht prensi ile WuYong’un veliaht prensini kim görse çok benzediklerini düşünürdü, yani bu, her şeyi sana yönlendirmek için mükemmel bir çözümdü. Bunun yanı sıra, sen kendinden, hakiki kalbinden, hareketlerin ve düşüncelerinden şüphe ettikçe seni istediği yöne yönlendirmek onun için kolay olurdu.”
“Eğer ‘ben WuYong’un veliaht prensiyim’ diye düşünürsen onun kaderini tekrarlama ihtimalin daha fazla olur. Tedbirli bir şekilde senin de onun seçtiği yolları seçmeni umarak seni yönlendiriyordu, yani ikinizin yolları bir şekilde benzer olmaya mahkum değildi.”
“İkinizin de bu kadar benzer olmanıza ama farklı yollarda yürümenize tahammül edemiyordu."
Uzun bir süre sonra Hua Cheng konuştu, “Zaten söylemiştim, birbirlerine hiç de benzemiyorlar.”
Guoshi ona döndü, “Sen, genç adam, senin sorunun ne?”
Xie Lian şaşırmıştı ve düşündü, ‘Ne sorunu?’
Guoshi kendini daha fazla tutamadı ve kollarını sıvayarak Hua Cheng'e kasvetli ve ağır bir ses tonuyla konuştu: "Sabahtan beri bunu söylemek istiyordum. Sen genç adam, neden gülümsemen hiç de samimi değil? Sırf Yüce Hayalet Kral olduğun için bana karşı kaba davranabileceğini düşünme. Elbette Yüce Hayalet Krallar nadirdir ama benim kaç yaşında olduğumu biliyor musun? Elbette benim gibi bu yaşta bir ihtiyar daha nadirdir."‌
“…”
Hua Cheng kaşlarını kaldırdı.
Xie Lian alnını ovuşturdu, “Ah, usta, San Lang'ın kaba olduğu söylenemez, o sadece…” O, başkalarına sahte bir şekilde gülümsemeye fazlasıyla alışmıştı.
Guoshi Hua Cheng’e el işaretleri yaparak gelmemesini söyledi ve Xie Lian’ı kenara çekerek ciddi bir şekilde konuştu, “Ekselansları, gördüm.”
“Ha?” Xie Lian sordu, “Neyi gördün?”
“O devasa ilahi heykelin tepesinde.” Dedi Guoshi.
Devasa ilahi heykel? Tepesinde ne oldu ki? Xie Lian bir süre düşündü ve aniden aklı buğulandı.
Ruhsal güç ödünç almıştı!
Xie Lian durmadan öksürüyordu, “Hayır… sadece ruhsal güç ödünç alıyordum… hayır, aslında sadece ruhsal güç ödünç almak değildi, sadece şey olur diye…”
Guoshi'nin sesi daha da kasvetli hale geldi, “Ekselansları, neler oluyor? Uzun zamandır xiulian uyguladığınız ve kadınlardan uzak durduğunuz için... yollarınızı değiştirmiş olabilir misiniz?"
"..." Xie Lian elini çılgınca salladı, "BÖYLE BİR ŞEY DEĞİL!"
 Guoshi şüpheliydi, "O zaman... doğuştan gelen bir özellik olabilir mi? Şey... hiç fark etmedim. Hm... tamam, bu tarafınız kesinlikle ona benzemiyor... "
Xie Lian, “???BEKLE!? ÖYLE DE DEĞİL!”
Guoshi bir nefes aldı ve içini çekti, "Korkmayın Ekselansları, size herhangi bir konuda ders verecek değildim. Uzman olmadığım bir konuda size rehberlik edecek değilim. Ayrıca, zaten bu kadar şeyi atlattınız, endişelenecek ne kaldı? Kendiniz mutlu olduğunuz sürece erkek ya da kadın fark etmez."
Xie Lian alnını o kadar ovuşturdu ki kızarmıştı, kısık sesle şöyle dedi, “En… çok mutluyum.”
Bununla birlikte, Guoshi asık suratlılığa kafa karışıklığını da ekledi, “… Sekiz yüz yıl aradıktan sonra, Yüce bir Hayalet Kral'ı nasıl buldun?”
Xie Lian şaşırdı, Guoshi, “Sana kötü bir zevkin olduğunu söylemiyorum, kötü değil, eminim büyük kızlar ve küçük hanımlar senin tipini beğenmektedir. Ama sana diyeyim Yüce Hayalet Kral çok saldırgandır. Ekselansları, her şeyi baştan sona düşünmelisin, tamam mı? İnsanlar sana tutunmayı sevdiklerinde, onları terk etmeyi unutabilirsin.”
“Ah, usta, bekle…”
“Bu konuda kesinlikle haklıyım. Sana söylüyorum, Bu Çiçeği Arayan Kızıl Yağmur’un görünüşüne bakılırsa, talihinin bükülmüş, çarpıtılmış bir şekilde şiddetli olduğunu söyleyebilirim, her dağ bir diğerinden daha yüksek, kötülüğün özü boğucu bir şekilde bunaltıcı, pratik olarak ... "
Hua Cheng hemen arkalarındaydı ve tembelce, "Yalnızlık Yıldızı gibi, değil mi?" dedi.
Xie Lian zaten umutsuzca Guoshi'nin konuşmasını engellemeye çalışıyordu ama yine de başaramadı, bu yüzden yüzünü kapattı ve sessizce Hua Cheng'in arkasına geçti. Hua Cheng gülümsedi ve kolunu Xie Lian’ın etrafında dolayarak kaşlarını kaldırdı, "Gülümsemem kesinlikle oldukça samimiyetsiz, ama adamın yüzüne karşı kendisinin Yalnızlık Yıldızı olduğunu, Felaketin yeniden doğduğunu, talihsizliklerin en kötüsü, anne ve babasının öldüğünü ve on sekiz yaşından sonra yaşayamayacağını söylemek - bu pek hoş değil, değil mi?"
“?”
Guoshi’nin gözleri yavaşça açıldı, “… Sen, o?”‌
15 notes · View notes
lisansizacilar · 6 months ago
Text
bugün benim bal’ım, kız kardeşim doğmuş, iyi ki doğmuş, iyi ki beni bulmuş. 🤍 @ausstraliiss
13 notes · View notes
venaamoris1 · 9 days ago
Note
Element uydurmadım soru sordum sadece hayır buna aşığım desen de olur yersiz gerginsin ama merak ettim neye aşıksın mesela çok yakışıklı olduğu için mi bu ilişkidesin?
Özür dilerim gergin olduğum için pardon senin için hemen mizacımı değiştiriyorum HOOP 😸😸😸 Neyse. Hayır çok yakışıklı olduğu için de bu ilişkide değilim. Fiziksellikle alakası yok. 10 gündür konuştuğu ve o sıralar flört dahi olmadığı kişinin günler önce haybeye söylediği şeyi aklında tutup, bunu sonrasında yeri gelince karşısındaki kişi iyi hissetsin diye uygulayacak kadar ince düşünceli birine aşık olunur diye düşünüyorum. Veya tek bir cümlesiyle kilometrelerce uzaktaki bir kalbi sıcacık yapabilen birine de. Ben de elbette gördüğüm veya konuşmaya başladığımız an "aşık oldum offf ölüyorum" falan olmadım. Ama tek bir andaki hissiyat bambaşka yerlere çekti. İnce düşünce benim için kırmızı çizgi gibi bir şey. Ve o tam olarak "düşünce adam" olarak doğmuş. Yolda yürürken ayağımın önündeki taşa kadar düşünüyor ve sakınıyor beni. Yalnızca beni de değil bu arada. Bencillik olarak algılanmasın. Herkese karşı, her düşünceye karşı inanılmaz bir düşüncesi ve nahifliği var. Bir başkasına verdiği değer bile tebessüm ettiriyor insanı. Bunun dışında, düşünce yapısı. Zeka aşkı körükler. En büyük tahrik edicidir de aynı zamanda. Zekası ve düşünceleri öyle bambaşka ki, büyüsüne kapılıp gidiyorsunuz resmen. Bir masada 3. kişiye ciddi ciddi bir şeyler anlatırken, bilgilerini aktarırken, düşüncelerini savunurken ben yalnızca elimi yanağıma koyup izliyorum. Savunduğu dağ gibi şeyler var ve bunlar beni alıp götürüyor. Zekası, kafasının içi ve kalbi bütünen beni kendine çekiyor. Sonrasına fiziksellik gelebilir. Bakış, koku, ses tonu, kirpikleri vs vs gibi sıralanabilir.
6 notes · View notes
dareyynn · 3 months ago
Text
@reyliika ‘mm iyi ki doğmuş mu birileriiiiii🎈🎈
caaaanımmmmmm💗💗💗
Bizi karşılaştıran rabbimize hamd olsun
15 notes · View notes
yazan-kalem-siyah06 · 3 months ago
Text
Tumblr media
ARKADAŞLIK HAFTASI
Eski Türklerde cengaverler savaşırken arkadan gelecek herhangi bir saldırıyı kontrol edebilmek için sırtlarını bir ağaca, kayaya veya taşa vererek ok atarlarmış.
Atalarımız genelde bozkır hayatı yaşadıkları için bu sırt dayanan nesne genelde bir taş veya kaya olurmuş.
Yıllar sonra sırt dayanan taşın ismi ARKA-TAŞ dan ARKADAŞ şeklinde dilimize yerleşmiş ve bugün güvenebileceğimiz, bizi arkadan vurmayacak olan, samimiyetine güvendiğimiz kişilere verdiğimiz isim olmuştur.
Aşk ve arkadaşlık bir gün yolda karşılaşırlar.
Aşk, kendinden emin bir şekilde sorar;
-Ben senden daha samimi ve daha cana yakınım sen niye varsın ki bu dünyada? Demiş…
Arkadaşlık cevap verir:
-Sen gittikten sonra bıraktığın gözyaşlarını silmek için...
Hiç bir zaman arkadaşsız kalmamanız dileğiyle...
Bu hafta ulusal arkadaşlık haftası. Arkadaşlarına onları ne kadar düşündüğünü göster! Bunu tüm ARKADAŞ olarak düşündüklerine gönder,
Yılmaz Güneyin dostlukla ilgili şiiri çok güzel anlatmış
Kavgayı,
Bir yaprağın üzerine yazmak isterdim…
Sonbahar gelince yaprak kurusun, dökülsün diye…
Öfkeyi,
Bir bulutun üzerine yazmak isterdim…
Yağmur yağınca bulut yok olsun diye…
Nefreti,
Karların üzerine yazmak isterdim…
Güneş açınca karlar erisin diye…
Dostluğu,
Ve sevgiyi,
Yeni doğmuş tüm bebeklerin yüreğine yazmak isterdim…
Onlarla birlikte büyüsün…
Bütün dünyayı sarsın diye……
Sonsuza dek arkadaş kalmak dileği ile... Tüm arkadaşlarım, iyi ki varsınız..❤🌷⚘️♥️💖🥰
12 notes · View notes
the1ruby · 11 days ago
Text
Beklentiler Üzer.
   Selamlar... 
   İnsanın içindeki beklentiyi bitirmesi de bir veda şekli midir?
çok etkileyici bir soru oldu bence. Düşündürücü yerden geldi. Ben sizin yerinize cevap verebilirim: Evet. 
bir önceki yazımda insanların neden gittiği hakkında yorum yapmıştım. şimdi ise sıra kalanlarda. 
Aslına bakılırsa hayatımızda kurduğumuz birçok ilişki beklentilerimiz üzerine kurulu. İnsanlar bizim gibi olsun, aynı şeylerden zevk alalım, aynı kafa yapısında olalım düşüncesindeyiz. Tamam bizim tarafımızdan bakıldığında sevdiğimiz insanın bize benzemesi  onunla geçen tüm zamanlarımızı güzelleştirebilir. Bunu yapmaya çalışabiliriz, bunu isteyebiliriz ,Benim kadar ince düşünsün veya benim kırıldığımı fark etsin, yaptığı yanlışı düzeltsin, gibi isteklerimiz illa ki olacak. Bu isteklerin gerçekleşmesi için kendi zihnine oynadığı oyundur aslında beklenti.Ve oyunun sonunu bile bile bazen kanmak isteriz kendimize. Beklentiye girmeye, tüm ilişkiyi beklentiler üzerinde kurmaya başlarız. Mesela "bir gün o da anlayacak, o da fark edecek. ben kendimden vermeye devam edeyim" düşüncesi gelişir. Bunun sonucunda insanlara hak ettiğinden fazla bir muamele gösteririz. Halbuki o insanın o kadarını yapabileceğini, onun da kendi karakterinin olabileceğini kabullenmemiz gerekir. Kendiniz gibi düşünmeyen insanları değiştirmeye çalışmak ve onların adına beklentiye girmek yerine kendiniz gibi insanları bulun. "Kendiniz gibi" derken;
aynı fikirde olduğunuz, aynı mizah anlayışını paylaştığınız, sizi anlayan, hisseden, özür dilemesini bilen, 
sevgisi ve sevgisinden çok saygısı ile sizinle ilişki kurabilen insanlarla tanışın. Bu demek değildir ki insanlarla aranızı açın, mesafeli davranın. Bahsettiğim şey: Beklentiye girmek; yeni doğmuş bir bebeğe matematik formülü ezberletmeye çalışmak, bir şizofren hastasına gördüklerinin halisülasyon olduğunu anlatmak, alzheimer hastasına kendinizi hatırlatmaya çalışmak gibidir.  Beklentiden kurtulmak da; o kişilerin aslında olması gerektiği konuma gitmesi, "yüceltilmiş" konumuna veda etmesi halidir. Bu yüzden beklentiyi bitirmek bir yandan kafanızda oluşturduğunuz sahte profile veda etmektir. İnsanlara ederi kadar muamele etmektir. Olur da gerekirse ve canınızın yandığını fark eder iseniz; beklentide kalmaya veda edin. çünkü "beklentiler üzer" 
Hayatınızda çok önemli bir konuma sahip insan olduğunda canınızın ne kadar yanabileceğini tahmin edebiliyorum. Ama insanlar hiçbir şeyi silah zoruyla yapmazlar. Her şey özgür irademize bağlıdır. Bu yüzden yapılan seçimleri değiştirmeye çalışmak sadece bizi yorar. Ha olur da beklentilerinizin işe yaradığı insanlarla karşılaşırsanız, sizi gerçekten seviyor demektir. Kısacası beklentiye girip kendi mentalinizden vazgeçmek yerine, Beklentilere veda edin. Gerekirse canınız yana yana. Daha sonrasında kabuk bağlamayan bir yaraya dönmesini istemez iseniz tabii. 
  Beklenti güzel şeydir; veda etmek gerekmedikçe, birilerinin size hep vakti olduğu sürece..
iyi geçen günleriniz olması dileği ile <3
Tumblr media
5 notes · View notes
birkahramanvar · 5 months ago
Text
Hiç bir yere ait olmayanları iyi tanırım,
her yere aitmiş gibi davranırlar…
Az önce denk geldiğim söz. Okurken bu benim dedim. Bazı sözler sizi böyle çok uzaklara daldırır ya. Bu gün aynen öyle oldum. Mesela hayatta en sevdiğim, değer verdiğimi, annemi düşündüm. Sevgisi bir kenara, yaşadıklarımı bilse benden çok bana üzülür bunu biliyorum. Bazen sevdiklerimi de kendimden koruyorum… Daha sonra tercihlerimi düşündüm… Babam hep bizim için şunu derdi. Hayat öyle kolay değil kızım… En fazla ne olabilir diyorsun. Gençlik ve yaşanmamışlık duygusu ile… Sonra ne mi oluyor ? Hep daha fazlası oluyor. Ve söylediği gibi de hayat hiç öyle kolay olmuyor… Bu gün geçmişi düşündüm, birazda hayallerimi. Köy evi gibi bir hayalim vardı. Köy hayatına dair şeyler hep bir hoşuma gitmiştir. Ekmek pişirmek, hayvan beslemek v.s Keşke sadece hoşlantı olarak kalsaydı da, kimseye hayallerimi söylemeseydim. Neden mi ? Çünkü şu dünya üzerinde bir çok şey için hayal kurarız. Bazen o hayallere ulaşınca hayallerinden bile güzel olduğunu düşünürsün. Bazende bazı hayallerine ulaşınca, hep hayal olarak kalmalıydı diyorsun. Mesela bu köy hayatına dair hayalim, hep hayal olarak kalmalıydı. Ben yapamazmışım çünkü şehir hayatında doğmuş, büyümüş biri için çok çok ağır bir yaşam. Ama hayalini anlattığın için, insanlara garantisini vermişsin gibi muamele görürsün… İnsanın en büyük dostu kendisidir. Bunu bir kez daha anlamış oldum. Ben beni anlarım ama herkes beni anlayamaz… Aynanın önüne geçtiğimde yorulduğumu o kadar hissediyorum ki. Çünkü bu görüntüme bile yansımış. Hep başkasına göre şekil alıyorum. Neden mi aman o yanlış anlamasın, aman o kırılmasın. Baktım onlar hoyratça davranıp, beni kırıyor. Aynı dönüşü alıyorlar. Kırılıyorlar mı ? Kendileri de kırılsınlar. En azından yaşadığım duyguyu tatmış olurlar. Kimse hakkında kötü düşünmek istemiyorum. Ama bazı insanlar safi kötülük ile bütünleşmiş bir şekilde yaşıyorlar. Lütfen benden uzak durun. Çünkü benim şu dünyada da yaşayacağım gün sayısı belli günlerimi doldurup, bu dünya üzerinde hiç bir iz bırakmadan silinip gitmek istiyorum. Günden güne farklı duygular tadıyorum. Ve düşüncelerim çizmiş olduğum yolda yürürken eski Esra’yı geride bırakıp, o şekilde ilerlemem sebep oluyor. Kısacası değişiyorum. Bu değişimi pek sevdiğim söylenemez. Ama kendime kalkan oluşturuyorum bu şekilde. Ve kimsenin bana zarar vermesine müsade etmiyorum…
8 notes · View notes
gunesliyiz · 1 year ago
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
03/02/24
Hayatımın aşkı iyi ki doğmuş! ✨🩷
26 notes · View notes
kabuluk · 3 months ago
Text
BUGÜN HAYATIMDAKİ EN MÜKEMMEL İNSANLARDAN BİRİNİN DOĞUM GUNU🥳🥳🥳🥳 resmen beraber büyüdük inanamıyorum.. onunla böyle bi dostluğumuz olduğu için kendimi o kadar şanslı ve mutlu hissediyorum ki anlatamam size. değer verdiğim kadar değer gördüm. güvendim. beraber düştük kalktık devam ettik. gerçekten yıllar oldu.. her animda yanımda oldu ve olmaya devam ediyo. reisim o kadar güzel kalpli bi insan ki. en büyük destekcim yol göstericim. onu çok seviyorum iyi ki doğmuş iyi ki var canım kaanım✨
5 notes · View notes
kalemineiyibak · 4 months ago
Text
Şey ve Hiçlik Arasında
Sonsuzluk, var oluşun budanıp elle tutulmuş öznel bir yapıyla karşılaşırken kendine çarpması gibi bir şey mi?
‘Şey’ olarak nitelendirirken sonsuzluğu, var oluşun yok oluştan geldiğini unutmadan, herhangi bir şeyin içinde birden fazla şey mi, bir tek şey mi olmamız gerektiğini bize anlatmaya çalışan asıl sorumluluk ve gerçek, sonsuzluğun acılarımızda serin ve derin olması mı? Duygulara kaftan giydirip zamanı kendimize bölerken, kendimizden neyi saklamamız gerektiğini bilmiyoruz. Sorular ve sorunlar arasında bir girdapta, var oluşun yaşamsal faaliyetlerin yerine getirilip eylemsel bir çığlıkta akıp gittiği sanrısında kendimize garip dedikodular türetiyoruz.
İnsan, kendi iç sesiyle de dedikodular yapabilir: pekala. En fazla ünlüler ile ünsüzlerinin yer değiştirmesine izin verirsin; kendi var oluşunun.
Ölmek, yeniden doğmak ile bir zıtlık içerisindeyse, ölürken mi doğmuş oluruz? Hangisi daha gerçek ve evrensel bir parantezde açılıyorsa yaşama; orada mı gerçek vardır? Kendimize ‘şey’ diye nitelendirdiğimiz isimli isimsiz her şey, bir ünlem ve soru işaretine bakıyor aslında. Altını çizdiklerimize soru işareti, üstünü çizdiklerimize ünlem bırakıyoruz.
Her birimizin beden denilen kıyafeti farklıyken, bize yakıştırılanı mı giydik, bize yakıştığını düşündüğümüz kıyafeti mi? Açık uçlu sorularla ömrü uzatıp saçlarımızı kestiğimizi sandık; aslında çoğu zaman.
Kim için var oldum, kim için yaş alırken kim için daha yeni doğan bir bebek oldum? Kayıplarımız bir ecza dolabına atılan reçetesiz ilaçlarla dolu. Sabır deseninde şükrederek çoğumuz var oluşumuzun kilitli kapısına dokunmayıp o kapının önünde yaşanacakları bekler olduk.
‘Kader, nasip, kısmet’ ipliğiyle bağlanan derin yaşamın, mayasına ne çalındı? Sazlar sustu, güfteler tenor adamların elinde ezberlenen bir keşke oldu. Zaman, durduğunu sandığımız yerde aktı, aktığını sandığımız yerde aslında belki de hiç yoktu.
Neredeyiz biz? Yaşam nerede? Özgür ruhların kanalizasyonda bir nefret ile geçirdikleri tenha yollara sıfatı şifacı zannedilen nazarları değerken unuttuğumuz dualar nerede? Hangimiz iyi, hangimiz daha iyiyiz? Her sebepten.
Var oluşumun ikonik zaman çizelgesinde saate bakmadan da akıp giden bir yaşam varsa önümde, duvar saatlerinin kol saatime çelme takmasına izin vermemek niye?
Her soru gurme olur yaşamda. Yediği içtiği ise ayrı gitmez aklınla. Sonra ne olur? Düşündüğüm bir an. An, şu an. Peki beş dakika önce de bir an değil miydi? Yağacaksa beş dakika sonra yağmur, engellenir mi? Batacaksa her gün güneş, hep aynı yerden. Bu ezberden vazgeçilir mi? Hangisinin adı yaşam, hangisinin ezberi külliyen yalan?
Şu an da az önce bir şu an. Dahi anlamındaki ekleri ayıracağım diye ettiğim şu çaba kadar, hayatıma gül saçmadım. Sorarsan hepsi hüsnü-zan...
Tencere kapağa der ki: Kapak olmazsa tencere açık olur ve üşür. Kapak tencereye der ki: Tencere olmazsa Kapak boş kalır ve üşür.
Her sebepten doğma büyüme sorgu meclisi başkanıyız sanırız, kendimizi. Halbuki en çok kendimize yabancıyız. Sor sana, sen kimsin? Var oldun da mı oldun? Yok oldun da mı var oldun? Çokken mi azsın? Azken mi daha çok varsın? Müptela gecenin ışıkları açıldı.
Dila VARLI
5 notes · View notes
gulnarsultan · 7 months ago
Note
RC Göklerin Sırrı hakkında bahsetmek istediğim bir kaç şey var birincisi, 1. ve 2. Hikayede de yazarın inatla Eragon'u asla love interest yapmaması hayır benim anlamadığım şu, ilk kitapta yazarın Andy ve hatta Loy'u bile love interest yapıp onu yapmaması, hadi bu ilk kitap ve bu serafların olayına çok dalış yapmamış olmasına ve oyunda çok geç tanışmış olmamıza verebilirim (onunla 3. sezonda tanışıyorduk sanırım) çünkü Eragon rotası o zaman çıksaydı olaylar daha karmaşık hale gelirdi (ki bunu Eragon'un kişiliğinin tam derinliğine inemediğimize sayıyorum) o yüzden bunu 1. Kitapta olayların hikayeden çok sapmaması için yapılmadığına verebilirim, fakat ikince kitapta gerçekten hayal kırıklığına uğradım. Sebebi ise 2. Kitapta bizim toplayıp dönüştürdüğümüz şeyin yeniden yıkılmasına ve her anlamda herşeye yeniden başladığımızı görüyoruz, biz herşeyi yeniden bir araya getirmeye çalışıp buluduğumuz durumu kavramaya çalışırken uçurumun eşiğinden aşağı itilmeyi ve senin tarafında olması gereken insanların bir anda sana sırtlarını dönmesini en iyi o anlardı, o kadar yeni love interest gelirken Eragon'a gelmemesini ben oturtamıyorum çünkü bence Eragon her açıdan ilginç bir karakter. Prestijli bir ailede melek olarak doğmuş ve ailesinin ihtişamını bile geride bırakarak şepfa'ya en yakın olan seraf olmayı başarmış, dokunulmazlık yasası yüzünden kız kardeşinden olmuş ardından yine malbonte'ye karşı dururken güvendiği kişiler tarafından ihanete uğrayarak öldürülen ve yeniden dirildiğinde yine boyun eğmeyen birisi. Hikayedeki en belki de en ilginç karakter olabilirdi o genç görünüşünün ve soğuk kişiliğinin gölgesinde kalmış bir sürü şey ilginç olduğuna eminim, ayrıca Eragon estetik açıdan da çok hoş bir karakter tüm bunlara rağmen yazarın Eragon'u love interest yapmaması bence çok hayal kırıklığına uğratıcıydı. Bu konuda ayrıca seninde ne düşündüğünü bilmeyi çok isterim (gözümden kaçan yazım hatası varsa üzgünüm).
Tumblr media
Merhaba canım. Düşüncelerini paylaştığın için teşekkürler. Bende bu konuda sana katılıyorum. Eragon karakteri için aşk rotasının olmamasına hem üzüldüm hemde sinirlendim. Belki ilk kitapta rotanın olması kafa karıştırıcı olurdu.Bu konuda sana katılıyorum. Ancak ikinci kitapta olmaması gerçekten çok kötü. Hiç bir karakteri küçümsemiyorum ancak bazı karakterlerin rotası olması yerine Eragon'un rotasının olmasını isterdim. Eragon gerçekten ister görünüşü, ister kişiliği ve isterse geçmişi konusunda gerçekten bir çok karakterden daha ilginç ve dikkat çekici. Keşke Eragon'un rotası olsaydı. Üstelik herkesin bize sırt çevirmesi ve oynadığımız karakterin yeni yürümeye başlayan bir bebek gibi gösterilmesi bana saçma geldi. Sanki yazarın Eragon ile bir sorunu varmış gibi bu karaktere için rota yapmaması çok büyük haksızlık. Doğrusu ikinci kitabı oyanamadım. İlk kitabı oynamıştım. Dokunumazlık yasası konusunda beni aydınlatırmısın ? Eragon'un kız kardeşi Malbontenin ailesi tarafından öldürülmemişmiydi ?
◇◇◇◇◇◇◇◇◇◇◇◇◇◇◇◇◇◇◇◇◇◇
Hello dear. Thanks for sharing your thoughts. I agree with you on this too. I was both saddened and angry about the lack of a love route for the character Eragon. Maybe having the route in the first book would have been confusing. I agree with you on this. But it's really too bad it's not in the second book. I'm not belittling any character, but I wish Eragon had a route instead of some characters having a route. Eragon is truly more interesting and remarkable than many characters, whether in terms of his appearance, personality or past. I wish Eragon had a route. Moreover, it seemed ridiculous to me that everyone turned their backs on us and the character we played was portrayed as a toddler. It's very unfair that the author didn't make a route for this character, as if he had a problem with Eragon. Honestly, I couldn't play the second book. I played the first book. Can you enlighten me about the immunity law? Wasn't Eragon's sister killed by Malbonte's family?
9 notes · View notes
endergelisenataklar · 7 months ago
Note
duvar filmi ne anlatıyor? Bir alıntı paylaşabilir misin?
yılmaz güney'in 1983 yılında tamamını sürgün döneminde fransa'da çektiği, kamera arkası görüntülerinde çocuk oyuncuların gözlerine limon sıkarken “bakın bu filmde yaşanan gerçekleri olduğu gibi aktarmazsam tarih benden hesap sorar” diyecek kadar üstünde durduğu, yıllarca yasaklı duran, son filmi, adeta başyapıtıdır. filmi izlemeden önce izlemiş olduğun bütün işkence, zulüm konulu sert filmleri unut, çünkü bu film öteki bütün filmleri nikbinliğe sokacak kadar hardcore bir film. film baskılardan yılan ve tek umutları daha iyi koşulların olduğunu duydukları buca cezaevine gönderilmek olan çocukların, önce normal yollardan dilekçe ile dertlerini duyurmaya çalışmaları, bu teşebbüsün başarısızlık ve utançla sonuçlanması üzerine başka yollar aramaya başlamalarını ve isyana kadar gitmelerini konu alıyor. filmin geneli büyük ölçüde adi suçlardan yatan gariban çocukların, gençlerin bulunduğu, sefaletin, eziyetin, dayakların, taciz ve tecavüzün, bunların dışında daha birçok kötü muamelenin gırla gittiği dördüncü koğuş çevresinde dönüyor. fakat, gerek yılmaz güney'in politik duruşunu belli ettiği, siyasi mahkûmların ön planda olduğu sahneler, gerekse nisbeten daha rahat koşullarda yaşayan koca katili, fahişe, solcu öğretmen gibi kadın mahkûmlar, hapishanede doğmuş büyümüş ve okula başlamaya hazırlanan kız çocuğu gibi tiplemelerle, muazzam toplumsal göndermelerde de bulunuyor. filmde tuncel kurtiz ve ayşe emel mesci dışında profesyonel oyuncu bulunmuyor. zira diğer oyuncuların (başta çocukların) yer yer amatörce davranışlarından bu durum rahatlıkla seziliyor. fakat film o kadar gerçek, o kadar başarılı bir kurguya sahiptir ki, bu çocukların oynarken amatörlükleri film için kötü müdür, yoksa iyi bir şey midir karar veremiyorsun. birkaç alıntı bırakmamı istersen şâyet;
"bizim için hayat hiçbir yerde kalmamış. hiçbir yerde. babam olsaydı da, anam olsaydı da 100 sene ceza yeseydim. 100 sene."
"dışarda da hayat yok, kimse kimseye bakmıyor. herkes koşuyor, herkes telaşla koşuyor. nereye koşuyor?"
12 notes · View notes
musfika-hanim · 1 year ago
Text
ö le ya zı yo rum
bebiş hiç uyumadı sabaha kadar, her ağladığında annesine ver emzirsin tekrar yerine koy bir daha ağlasın bu sefer altına bak derken sabahı ettik. ama iyi ki doğmuş 💗 arada hafif uyukladık onda da hemşireler şafak baskınına girermiş (bir anda kapılar hızlıca açılıyor lambalar yakılıyor falan) gibi odaya girdiklerinden defaatle uyandık yani gece arkadaşım da bende hiç uyumadık. sabah onbir gibi taburcu oldu beni eve bırakıp onlar da evlerine geçeceklerdi fakat dernekteki kursumuzun bitiş sınavı vardı ve mecburen derneğe bıraktılar. sınavı yaptık bitti ama ben çıkamadım ki. az önce geldim eve gözlerimi açamıyorum, vücut dengemde fizyolojik ve psikolojik sapmalar var ve gözlerimi kapatınca bebek ağlama sesi duyuyorum :)
ben nasıl torun bakcam ayol
20 notes · View notes
kanarca · 11 months ago
Note
arsen uzunca bi şey anlatır mısın, seni dinlemeyi özledik.
birkaç aydır bu soruyla bakışıyoruz, gel yaz dedikçe ben kaçıyorum. yakalandım, kendimi dinlemeyeli de çok uzun zaman olmuştu. belki hala dinleyen birileri vardır bir yerde, bilmek ister miyim bilmiyorum varsa da. kelimeleri süslemeyi çok severdim eskiden, yılan gibi dolanır dolaşırdım kelimelerle, ne oldu bilmiyorum. değişenin dünya olduğunu bilsem de kendimi onunla evrilirken bulacağımı hiç düşünmemiştim. bu denli keskin dönüşlerin olacağını kestirememiştim hiç, ben sandığım benden ne kadar uzağım, ben kimim, siz ya da onlar kim? cevap arıyor muyuz hala bir şeyler için, kime sorsam çok yorgun, aramayı bırakın görmek istemiyorlar sorulanları. o kadar iyi anlıyorum ki, yaş geçtikçe gençleşirim sanıyordum, belki de yanıldım. ben pek yanılmazdım, insan oluşumun payını bırakarak oynardım kumarlarımı, ne ara bu kadar görmezden gelmeye başladım kazan kaybeti hatırlamıyorum. hayatın bir kumar olduğunun hep farkındaydım, en usta oyuncularından biri olacağımı düşünmezdim. lafım sizden uzak, ben kendi hayatımın kumarbazıyım. uçlarında mıyım, kesinlikle değilim. kazanır mıyım, bilmiyorum ama kaybetmem. bir nefret eden daha buldum bu çağdan, aklındakileri okumama izin vermiyor ilginçtir ki o benim aklımı su gibi okuyor. birlikte akıyoruz ama bir türlü yetişemiyorum ona, hangimiz daha iyi bir kumarbaz, kesinlikle ben. bu kadar temkin fazla bile, günün sonunda kazanan hep kumarı oynatan olmayacak mı zaten? yaşayan ve yalan olmadığını düşündüğüm tek bir gerçek bile kalmadı, bugünü geçirmek herkesin aklından geçen, biliyorum. eskiden böyle değildik, biliyorum büyüdük çok iyi biliyorum evrilip devrildik ama tanımıyorum ben bu dünyayı. ayak uyduramuyorum, unutamıyorum. en büyük lanetmiş unutamamak, sürekli hatırlamak. aklımdan çıkmıyor ki hatırlayayım, o çığlıkları kim unutabilirdi ki?
kızıldan vazgeçtim, hala lekelerini taşıyorum ama siyaha döndüm. elinde sonunda yolum hep siyahı bulacaktı zaten, elimi biraz çabuk tuttum. derdim ya, tilkinin kuyrukları, hepsini kesip attım. kızılı akıttığım gün onlar da akıp gitti, belki de bir lanetti. kızıl kadınlar hep acı verirdi, kendilerine bile. bazen özlüyorum. bazen nefret ediyorum üç yılından. üçleri hiç sevmemiştim zaten. dün gece doğmuş yeşil gözlü bir kadın, dünyayı da doğurmuş. eskisi kadar nefret etmiyorum renklerden, taşıyamıyorum ama nefret de etmiyorum. eğer dünyam dönmezse tersine, altı üstünden daha iyi değil biliyorum, yine keskin bir dönüş beni bekliyor. şehirler değişecek, isimler ve ünvanlar, parmaklar bile değişir belki. adım hangi tarafına yazılır, ben hangi tarafa adım atarım belli olmaz. herkesin bir evi vardır demişlerdi, evimi bulurum belki bir gün.
12 notes · View notes