#iyi ki doğmuş
Explore tagged Tumblr posts
applee--pie · 1 year ago
Text
Dünya'nın senin etrafındaki dönüşü kutlu olsun bebiş ♡
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
@senisevdiginden
10 notes · View notes
vedalardan · 4 months ago
Text
Tumblr media Tumblr media
Bugün benim balım Özgür Kediii doğmuş, iyi ki de doğmuş. Nice musmutlu senelerin olsun güzelim, seviyorum senii.. 💞
@ozgurkedi
85 notes · View notes
nevzatboyraz44 · 10 hours ago
Text
Solcu Aziz Nesin bütün kitaplarını neden Arap harfleriyle yazmış?
Tumblr media
Aziz Nesin’in ömrünün sonuna kadar yazı ve kitaplarını Arap harfleriyle yazdığını bilmez çoğumuz. Hatta solcu olduğu için bu “irticaî zaafı” ona yakıştırmak istemeyenler bile çıkar. Ne var ki hakikat arzularımıza ram olduğu zaman ortaya çıkan şey tarih değil, komedidir.
Tumblr media
Hem Osmanlı tarihçiliğini dünyaya kabul ettiren Halil İnalcık da “Yazılarımı hep eski Türkçe yazarım, daha hızlı yazabiliyorum” (Tarihçilerin Kutbu, 2005, s. 131) diyerek bu gerçeği dile getirmemiş miydi?
Aynı şekilde İstiklal Marşımızın şairi Mehmed Akif’in bütün şiirlerini Arap alfabesiyle yazdığını, Adnan Menderes’in ölümünden önce yazdığı notta eski harfleri tercih ettiğini, hatta Çankaya adlı kitabının 1969’daki yeni baskısının tashihini Arap harfleriyle yaptığını bildiğimiz Falih Rıfkı Atay’ın tercihinin de Latin alfabesini olmadığını biliyoruz.
Tumblr media
Düşünün, Kemalistliği nişan-ı zişan gibi göğsünde şerefle taşıyan Falih Rıfkı Arap harflerinin Türkçeye uymadığını ve bizi geriliğe mahkûm ettiğini yazmaktan dili damağı kurumuştur ama kitabının tashihini düşmanlık ettiği harflerle yapmıştır.
Böylece asırlık bir yalan yerle bir olmaktadır: Arap alfabesi kesinlikle zor değildi, hatta yazılması Latin alfabesinden çok daha kolay ve hızlıydı.
Bu aslında Osmanlı devrinde doğmuş ve hiç değilse eğitiminin ilkokula kadarki kısmını Arap elifbasıyla almış nesillerin Harf Devrimi’nden sonra da resmi yazışmalar haricindeki yazılarını eski harflerle kaleme aldığını gösterir.
Tumblr media
Cumhuriyet devrinde bir benzerini yetiştiremediğimiz büyük edebiyatçılar neslinin zihni Arap harfleriyle şekillenmiş ve eski yazı alışkanlıklarını ölünceye kadar muhafaza etmişlerdi.
Şaşıracaksınız belki ama bunlardan biri Necip Fazıl ise diğeri Aziz Nesin’dir. Biri İslamî kesimin Üstad’ı, diğeri Sol kesimin ağır topu. Dünya görüşleri birbirine taban tabana zıt olduğu halde birbirlerini bizim onlardan birini anladığımızdan daha iyi anlayabiliyorlardı.
Her ikisi de Osmanlı zamanında doğmuştu da ondan. Cumhuriyetin ilanında Necip Fazıl 19, Aziz Nesin 8 yaşındaydı. Harf İnkılabının yapıldığı 1928 yılında ise Necip Fazıl’ın yaşı 26’ya, Aziz Nesin’inki ise 13’e varmıştı. Dolayısıyla her ikisi de Arap harfleriyle eğitim görmüştü.
Necip Fazıl ile Aziz Nesin birbirlerine takılıyor ve birazdan okuyacağımız gibi mektup da yazıyorlardı. Aziz Nesin Vakfı’nda Necip Fazıl’ın bir kitabını imzalarken Zübük yazarına şöyle hitap ettiğini öğrenmiştik:
“Aziz, Nesin? 25/6/62”
Tumblr media
Üstadın kelam maharetiydi bu ama Aziz Nesin’in kendisine yazdığı mektubu aralarındaki samimiyetin ideolojik olarak farklılaşmalarından sonra da medenice devam ettiğini gösterir.
Tarih 5 Aralık 1980’dir, yani 12 Eylül darbesinden üç kadar sonra kaleme alınmıştır. “Üstad” diye başlayan, Kültür Bakanlığı’ndan aldığı büyük ödülü tebrik eden ve “Neslihan Hanıma lütfen saygılarımı bildiriniz. Her zaman dostlukla” diye biten mektup Nesin Vakfı’nın Çatalca’daki merkezinden yazılmıştır. Okumak isteyenler buyursun: https://www.nfk.com.tr/mektup-telgraf-not/mektup-2
Aziz Nesin’in başka birine yazdığı 1986 tarihli yine Arap harfli mektubunu ise ilk kez Nisan 2015 tarihli Derin Tarih dergisinde yayınlamıştım.
Tumblr media
Öte yandan Aziz Nesin yalnız Osmanlıca bilmekle kalmıyordu. Çocukluğunda hafızlığa çalışmıştı. Yazımızı Bursa sürgünündeki traji-komik bir hatırasıyla bitirelim:
Sürgün olduğundan kimse kendisine iş vermez, verenler de polisin müdahalesiyle işten çıkarır. Parasız, hatta aç kalmıştır. 1939 yılında “Padişahlık zamanında bile daha insaflıymışlar” diye yakınır Tek Parti idaresinden.
Bir kitapçının akıl vermesi üzerine bir dükkânın camına “Eski Türkçe ders verilir” diye bir yazı asar. İlk hafta 4 çocuk gelir. Derken umumi arzu üzerine Eski Türkçe yerine Kur’an dersine dönerler. “Vaktiyle hafız olmanın bir zaman gelip yararını göreceğimi hiç ummamıştım” diye yazar.
Tumblr media
Her sabah Ulucami’de derslerini verir. Bu arada öğrenci sayısı 8’e çıkar. Durum gayet iyidir. Para da kazanmaktadır. “Sürgünden sonra da Bursa’da kalsam, bu Kuran dersi hiç de kötü iş değilmiş…” demeye başlamıştır ki öğrencilerin birdenbire ayağı kesilir. Sonradan öğrenir ki meğer bir öğrencinin babasına birileri Aziz Nesin’in komünist olduğunu anlatmış. Çocuklar anında toz olmuş tabii.
Daha Komünist Nazım Hikmet’in şiir kitaplarının tashihini Arap harfleriyle yaptığını yazacaktık ama bu haftalık “hayret makamı”ndan bu kadar.
Haftaya bakalım nasibimize ne çıkacak?
Tumblr media Tumblr media
37 notes · View notes
zarifkaktus · 2 months ago
Text
Bugün benim güzel kalpli canım arkadaşımın doğum günü. İyi ki doğmuş da bize neşe saçmış, yeni yaşında aklından geçirip de keşke olsa ama olmaz ki dediği her ne varsa gerçekleşir umarım. Sağlıklı huzurlu mutlu güzel bir yaşı olsun, iyi ki doğmuş 🎉✨
@alisilmisindisinda 🎈
25 notes · View notes
amezhu · 3 months ago
Text
Heaven Official's Blessing▪︎
220. BÖLÜM - Beyaz İmparator yaşam ve ölüm bilmecelerini gizlice kuruyor -
Xie Lian yumruklarını sıktı, nefesi düzensizleşiyordu.
Bir cümle. İnanılmaz gibi geliyor, hatta gülünesi, ama hiç gülmedi.
Guoshi, “Bu canavarların yanında daha fazlası var. Ekselansları, şehir duvarından düşerken senin kurtarıp Kutsal Kraliyet Köşküne getirerek beni şaşkına çevirdiğin o çocuğu hatırlıyor musun?”
“…”
Xie Lian anında geri çekildi ve hızla Hua Cheng’e bir bakış attı, “hatırlıyorum. Ne olmuş o çocuğa? Dedin ki o…”
“Yalnızlığın Yıldızı!” Guoshi haykırdı.
Karanlık bir şekilde konuştu, “O zamanlar, sadece o küçük çocuğun kötülüğün özüyle çok yoğun bir şekilde kaplandığını, inanılmaz derecede anormal olduğunu hissettim. Ancak ocaktaki diğer üç kişiyle yüzleştikten sonra, ocağın sadece canavar üretmekle kalmayıp aynı zamanda lanetleyebildiğini de öğrendim. Tıpkı servetinizi dağıtabildiğiniz gibi, ocak da biriktirdiği talihsizlikleri dağıtabilir ve serbest bırakıldıktan sonra her yere saldırırlar."
"O küçük çocuğun doğumu zaten son derece tehlikeliydi; eğer kaderi şanslıysa şansların en iyisi olurdu; eğer kötüyse talihsizliklerin en kötüsü olurdu. Doğduğu gün, muhtemelen dağıtılan tüm talihsizlikleri özümsedi ve bu yüzden bu kadar korkunç oldu. Ortaya çıktığı anda tüm TaiCang Dağı neredeyse onun tarafından yerle bir ediliyordu!"
Xie Lian dinledikçe daha da telaşlandı ve yavaşça başını çevirerek Hua Cheng'e baktı. Belli ki kendi meselelerini konuşuyorlardı ama Hua Cheng'in ifadesi değişmedi, onun yerine Xie Lian'a gülümsedi.‌ ‌
Guoshi sözlerine şöyle devam etti: "Normal şartlar altında, bu çocuğun ebeveynlerinin erken ölmesi gerekir, eğer ölmezlerse, o zaman bu çocuktan tiksinirler veya onu terk ederler. Sonsuz istismara maruz kalır, bu yüzden aslında ebeveynlerinin ölmesi daha iyi olur. Ayrıca, on sekiz yaşından sonra yaşayamaz ve etrafındakilerin ölmesine, ayrılmasına, talihsizliklere maruz kalmasına neden olur, sanki Felaketin kendisi yeniden doğmuş gibi. Bu yüzden o zaman size ondan çabucak kurtulmanızı, yaklaşmamanızı söyledim..."
Xie Lian daha fazla dinleyemedi, "Usta! ...Lütfen daha fazla konuşmayalım."
Guoshi kafasını salladı,‌ “Duracağım. Sana sadece ocağın ne kadar korkunç olduğu ile ilgili örnek veriyordum.”
Xie Lian ne diyeceğini bilmiyordu ama Hua Cheng kıkırdadı, “Göründüğü kadar korkunç değil, ama Guoshi, okumalarında gerçekten oldukça doğru.”
“…”
Xie Lian muhtemelen Hua Cheng’in on sekiz yaşından sonra gerçekten yaşamadığını düşününce elleri hafiften titredi. Tam o sırada bir el ona uzanarak ellerini Xie Lian’ın ellerinin üşümüş sırtına nazikçe koydu.
İkisinin eli de eşit derecede soğuktu, ama birbirlerine değdikleri anda ısınmışlardı.
“Seni sınamak için her zaman sana bilmeceler hazırlıyordu.” Dedi Guoshi, “XianLe’nin insan yüzü hastalığı ilk soruydu. Cevabına göre, insan yüzü hastalığını YongAn’a karşı saldığın sürece geçecektin. Seni sürgün etmekle kalmaz, hatta örtbas etmene yardımcı olur ve seni gerçekten güvenilir varisi haline getirir, cennetin zirvesine ulaşmak için bir adım atarken ona karşı iki adım atardı. Ama sen yanlış cevap verdin."
"Sürgün edildiğin dönemde, sizin için başka bir bilmece hazırlamış olmalıydı ancak yine ona tatmin edici bir cevap vermedin, bu yüzden yükseldiğin anda hemen geri gönderildin.”
Solgun, gülümseyen maske Xie Lian’ın alında canlandı, bir süre durduktan sonra sessizce konuştu, “O sürgün benim kendi isteğimdi.”
Hua Cheng cevap verdi, “Gege, güven bana. Sen istemeseydin bile seni geri göndermek için binlerce yol bulurdu.”
“Ama yüzü olmayan beyazı da o yenmişti.” Dedi Xie Lian.
“Ama ölmedi.” Dedi Hua Cheng.
“O halde neden bu kadar belaya katlandı?” Xie Lian sordu.
“Tabii ki yüzü olmayan beyaz seni öldürebilirdi.” Dedi Guoshi, “Ama, istediği seni öldürmek değildi. Aslında, zaten söyledim, o senden hoşlanıyor ve ölmeni hiç de istemez. Seni sadece her zaman olmak istediği şeye çevirmek istiyor.”
Hua Cheng da ekledi, “Seni öldürmek onu amacına ulaşmayacaktır. Eğer o halde ölseydin, asla değişmeyecektin ve o da bunu daha az kabul edemezdi. Ama yüzü olmayan beyazın seni bu kadar kolay bırakması için hiçbir sebep yoktu ve bunu çözmenin Cennet Savaş İmparatoru'nun kötülüğü ortadan kaldırmak ve seni tehlikenin eşiğinden kurtarmak için ölümlüler diyarına inmesinden daha iyi bir yolu var mıydı? Bununla birlikte, ona daha da güvenir ve minnettar olurdun. Ama iki kez başarısız oldu, çok sinirlenmiş olmalı."
"İkinci kez sürgün edildiğinde ve ölümlüler diyarına sürüklendiğinde, sizi yavaşça 'eğitmek' için sayısız fırsatı oldu, fikrini değiştirene kadar yavaşça bekledi." Dedi Guoshi "Gözlemlerime dayanarak, ilk başta zaten sakinleşmişti, ancak bu sakinlik son zamanlarda bozuldu" dedi.‌ ‌ ‌
“Bunun nedeni üçüncü yükselişindi.”
“Eğer çürümüş çamurdan bir su birikintisi olsaydın, o zaman ne olursa olsun. Ama sen, senin için planladığı her şeyi tamamen görmezden gelip bu hale geldikten sonra bile, sahiden üçüncü kez yükselebilmiştin ve hala öncekiyle aynı, tamamen değişmemiş şekildeydin… seni gördüğünde ne düşündüğünü bilmiyorum ama seni sınamak için kesinlikle daha fazla bilmeceler hazırlayacağını hissettim.
"Sonradan yaptığı her şeyi görünce bu apaçık ortada.” Dedi Hua Cheng, “Gege, geçmişi iyi düşün, Üçüncü kez yükseldikten sonra ne oldu?”
Xie‌ ‌Lian‌hemen harekete geçti, biraz düşündükten sonra konuştu, “İlk olay Yu Jun dağıydı. Kadın hayalet Juan Ji’yi yakalamak. Başlangıçta hayalet damadı bulamadım ve yolun yarısında bir çocuk şarkısıyla bana rehberlik eden cenin ruhuydu. Sanıyorum ki onun emri altındaydı. Ama onun o olayda bana yardım ettiğini düşünmüştüm.”
“Görevi tamamlamana yardım ediyor, hepsi bu.” Dedi Hua Cheng, “Doğrudan sonuç kadın hayalet Juan Ji’yi yakalamaktı ama dolaylı sonuç neydi?”
Xie Lian risk aldı, “…Arı kovanına çomak sokmak, General Pei’nin eski sevgili, ona biraz bela açmak?”
“Bu küçük bir bilmece olarak düşünülebilir, bence.” Dedi Guoshi, “Eğer General Pei’yi gücendireceğini biliyorsan neden hayalet damadını halletmek için başka yol bulmayasın ki? Mesela General Pei’yi gizlice haberdar edip meseleyi bastırtmak, Juan Ji’nin küçük bir alanda kendi başına bir şeyler yapmasına izin verip ve kontrolden çıkmasını engellemek falan.”
Xie‌ Lian terledi, “Pekala… Dürüst olmak gerekirse, bunun General Pei ile bir ilgisi olduğunu öğrenmem uzun zaman sonra oldu. O sırada kadın hayalet rehineler alıyordu ve o kadar çok insan vardı ki, yaydaki okun atılması gerekiyordu. Herhangi bir şeyin birilerini rahatsız edip etmeyeceğini düşünecek zaman yoktu."
Hua Cheng gülümsedi, "Gege, o sırada zaten bir karar vermiştin o zaman."
Analiz etmeye devam etti, "İkinci olay, boş kabuklu bir kukla PuQi Tapınağına geldi ve sizi Banyue Geçidine çekti. O kuklayı ilk kimin gönderdiğini atlayalım. Bu olayın sonucu ne oldu?"‌
“General Küçük Pei sürgün edildi ve General Pei’nin adamlarından biri gitmiş oldu.” Xie Lian cevap verdi.
“Gege, bu iki olaydan sonra, General Pei’nin gücünü zayıflatarak ona büyük bir yardım etmiş oldun ve aynı anda Pei Ming'i tamamen gücendirdin.” Dedi Hua Cheng, “Ve kendini hiç de göstermedi, bütün kinler sana geldi ve sen yine de ona minnettar olmak zorundaydın.”
“…”
Hua Cheng ekledi, “Eğer yanılmıyorsan, bu sekiz yüz yıl boyunca seni izlemeyi ihmal etmedi. Gege, muhtemelen senin bir ara YongAn’ın Guoshisi olduğunu ve Lang Qian Qiu’yı eğittiğini biliyordu ama yine de Lang Qian Qiu’yı seninle göreve gönderdi. Benim bakış açıma göre bu tamamen kötü niyetle yapıldı.”
Guoshi şaşırdı, “Bir saniye bekle? Ekselansları, sen YongAn’a gidip Guoshi mi oldun? Daha önce Lang Qian Qiu’yı eğittin mi?”
“Evet…” Xie Lian cevapladı.
“Sen Guoshi Fang Xin miydin???” Guoshi sorguladı.
“En… bir önemi mi var?” Xie Lian sordu ve kısa bir açıklama yaptı. Guoshi cevapladı, “Eğer bunu biliyorduysa, sana karşı çok öfkeli olmalı.”
 Hua Cheng devam etti, “Boş lafların efendisi davasında, Gege başta sen buna dahil olmak istemedin ama sonunda yine de içine çekilmiştin, şükürler olsun ki çok derinine inmedin. Kuzey denizindeki yüzlerce balıkçının cennet musibetine doğru sürüklenmesi Kara Su ya da Shi Wu Du’nun işi değildi, ama bu ikisinin dışında bunu yapabilecek kim var?”
Xie Lian ancak her olay açıkça ortaya çıktıktan sonra şunu fark etti, geri döndükten sonraki her attığı adım belki de Jun Wu tarafından belirlenmiş ve yakından izlenmişti.
Hua Cheng kollarını bağladı, “Bunu yapmasının nedeninin bir yandan sapkın zihniyetinden dolayı sana bilmeceler sorarak hangi yolu seçeceğini test etmek ve senin için açtığı yoldan gideceğini ummak; diğer yandan da muhtemelen seni o cennet mensuplarının güçlerini kesmek için bir kılıç olarak kullanmak olduğunu düşünüyorum."
"Önceki cennet hanedanın cennet mensupları onun zihninde son derece karanlık bir psikolojik gölge bırakmış olmalı. Son derece tetikte, her şey üzerinde mutlak kontrole ihtiyaç duyuyor, kimsenin gücünü ve statüsünü tehdit etmesine izin vermiyor ve hiçbir cennet mensubunun ona yetişmesine izin vermiyor. Ve sanırım..."
Xie Lian da aynı kısımlar üzerinde düşünüyordu, "Ne?"
Hua Cheng devam etti, “Shi Wu Du, Shi Qing Xuan’ın kaderini değiştirdi, Kara Su da soruşturmak için gizlice cennete sızmıştı, o cidden bunu bilmiyor muydu?”
Xie Lian da bunu düşündü.
En yüksek sandalyede oturan Jun Wu gerçekten hiçbir şey bilmiyor olabilir miydi? Pek mümkün değil.
Ling Wen’in elinden geçen tüm raporlar ve tomarlar doğrudan doğruya kendisi tarafından inceleniyor olmalı, yani eğer herhangi bir sahtecilik olsaydı, gerçekten bir şeylerin yanlış olduğunu fark etmez miydi?
Belki de baştan beri fark etmişti ama Su Ustasının o anki durumu onu tehdit etmediğinden açığa çıkartmamıştı. Eğer ifşa etseydi ve Su Ustası sürülseydi o zaman yeni bir Su Ustası yükselirdi. Yeni Su Ustasının ele geçirilecek kadar büyük bir davranışı ya da ihlali olmayabilirdi.
Su Ustası böylesine iğrenç bir suç işlemiş, neredeyse dünyayı kandırmış ama yıllarca huzur içinde yaşamış, ancak cennet sarayına hükmetmeye başladığında açığa çıkmış ve He Xuan tarafından kafası koparılmıştı.
Jun Wu, Su Ustası'ndan kurtulmak istiyorsa, kendi ellerini kullanmasına hiç gerek yoktu. Sadece Su Ustası'nın giderek daha çirkin, kibirli ve korkusuz hale gelmesini sessizce izlemesi gerekiyordu ve Shi Wu Du hoşgörü çizgisini aştığında, kaderi değiştirme meselesi He Xuan'a sızdırıldı.
Elbette He Xuan gidip kendisinin ve ölen ailesinin intikamını alacaktı.
Hua Cheng, “Ona gelince, milyonlarca hayaleti bir yüce doğsun diye ocakta topluyor, bu da muhtemelen…”
Xie Lian, yanına geldi ve şöyle dedi, “Dengeyi sağlamak için.”
“Evet.” Dedi Hua Cheng, “Bir yandan, kötücül Yücenin ölümlüler diyarında ortalığı kasıp kavurmasından zevk alıyordu diğer yandan da bu canavarlar ölümlüler diyarını kasıp kavurdukça dua eden insanlar olacaktı.”
İnançlı yapanlar olduğu sürece tanrıların ruhsal gücü her zamankinden daha da güçlü olacaktı.
Guoshi iç çekti, “Ocak her kapılarını açtığında biz dördümüz bunu durdurmak için giderdik ama her seferinde başarılı olduk. Bu kez işler daha da… daha da kontrolden çıktı.”
"WuYong'un o kederli ruhları, küçük bir kısmını öldürdü, çoğunluğunu Mesafe Kısaltma rünü ile uzaklaştırdı, sonra kendisi bazı şeyleri incelemek ve yok etmek için geride kalırken diğer herkesi gönderdi. Seni bulmaya gideceğimi düşündü, bu yüzden TongLu Dağı'nın icabına baktıktan sonra oraya koştu ve eminim ki önce beni yakaladı."
"İşlerin artık böyle devam edemeyeceğini düşündüm. WuYong Krallığı yeniden ortaya çıkmıştı ve onun yüksek ihtiyatıyla, büyük olasılıkla cennet alemindeki hanedanı yeniden değiştirmenin zamanı gelmişti. Hepiniz hiçbir şeyden şüphelenmemeye devam ederseniz, er ya da geç hepiniz temel olarak Cennet Başkenti'nin altına gömüleceksiniz. Feng Xin'in HongJing'i getirmesi tesadüf oldu, bu yüzden elimden gelenin en iyisini yaptım. Başlangıçta, ruhani güçleri gittikçe güçlenmişti ve HongJing artık yüzündeki şeyleri yansıtamıyordu. Ancak o üç dağ ruhuyla daha yeni savaştığı için, insan yüzleri tekrar aktif hale geldi."
"Hemen hemen her şeyi anlattım. Sormak istediğiniz başka bir şey var mı, Majesteleri?"‌
Xie‌ ‌Lian‌ ‌Hua‌ ‌Cheng‌ konuştuğunda hâlâ dalgındı, “Benim var. Guoshi, hala WuYong dilini hatırlıyor musun?”
“WuYong krallığı uzun zaman önce unutuldu ve artık kimse dili veya bir kelimesini kullanmıyor, bu yüzden ben ve üç arkadaşım uzun zamandır yeni bir şeyler öğrenmiştik, aksi halde ekselanslarının ne yapmayı planladığı ölçemezdik ve o canavarlar ve yaratıklarla uğraşmak oldukça acılı olurdu. Dil hala hatırlansa da çok nadir kullanılıyor olabilir.” dürüstçe söyledi, “Ben de onu kullanmayı gerçekten istemiyorum.”
Xie Lian hatırladı, o sırada Guoshi dağ ruhuna "Ekselansları kurtarılamaz", "Neredeyse uyandı" dediğinde, aslında ondan bahsetmiyordu ve Lang Ying'i ele geçiren ve iyileşmek için güçlerini emmeye çalışırken öldüren yüzü olmayan beyazdan bahsediyordu.
İnsan kelimeleri kusan Ceset Yiyen Fareler için, anılarını ona bulaştıran olası adayların sayısında gerçekten bir isabet vardı, aslında iki isabet vardı: Jun Wu ve yüzü olmayan beyaz.
Ve on bin tanrı mağarasının içinde Feng Xin ve Mu Qing’in taklit kuklalarını yapmak yüzü olmayan beyaz için hiç de zor değildi, çünkü Jun Wu onları çok iyi tanıyordu.
“O… her zaman benim WuYong veliaht prensinin kendisi ya da onun ruhunun bir parçası olduğumu düşünmeye yöneltti.” Dedi Xie Lian.
“Tabii yapar.” dedi Guoshi, “WuYong’un varlığı daha fazla saklanamayacağından XianLe’nin veliaht prensi ile WuYong’un veliaht prensini kim görse çok benzediklerini düşünürdü, yani bu, her şeyi sana yönlendirmek için mükemmel bir çözümdü. Bunun yanı sıra, sen kendinden, hakiki kalbinden, hareketlerin ve düşüncelerinden şüphe ettikçe seni istediği yöne yönlendirmek onun için kolay olurdu.”
“Eğer ‘ben WuYong’un veliaht prensiyim’ diye düşünürsen onun kaderini tekrarlama ihtimalin daha fazla olur. Tedbirli bir şekilde senin de onun seçtiği yolları seçmeni umarak seni yönlendiriyordu, yani ikinizin yolları bir şekilde benzer olmaya mahkum değildi.”
“İkinizin de bu kadar benzer olmanıza ama farklı yollarda yürümenize tahammül edemiyordu."
Uzun bir süre sonra Hua Cheng konuştu, “Zaten söylemiştim, birbirlerine hiç de benzemiyorlar.”
Guoshi ona döndü, “Sen, genç adam, senin sorunun ne?”
Xie Lian şaşırmıştı ve düşündü, ‘Ne sorunu?’
Guoshi kendini daha fazla tutamadı ve kollarını sıvayarak Hua Cheng'e kasvetli ve ağır bir ses tonuyla konuştu: "Sabahtan beri bunu söylemek istiyordum. Sen genç adam, neden gülümsemen hiç de samimi değil? Sırf Yüce Hayalet Kral olduğun için bana karşı kaba davranabileceğini düşünme. Elbette Yüce Hayalet Krallar nadirdir ama benim kaç yaşında olduğumu biliyor musun? Elbette benim gibi bu yaşta bir ihtiyar daha nadirdir."‌
“…”
Hua Cheng kaşlarını kaldırdı.
Xie Lian alnını ovuşturdu, “Ah, usta, San Lang'ın kaba olduğu söylenemez, o sadece…” O, başkalarına sahte bir şekilde gülümsemeye fazlasıyla alışmıştı.
Guoshi Hua Cheng’e el işaretleri yaparak gelmemesini söyledi ve Xie Lian’ı kenara çekerek ciddi bir şekilde konuştu, “Ekselansları, gördüm.”
“Ha?” Xie Lian sordu, “Neyi gördün?”
“O devasa ilahi heykelin tepesinde.” Dedi Guoshi.
Devasa ilahi heykel? Tepesinde ne oldu ki? Xie Lian bir süre düşündü ve aniden aklı buğulandı.
Ruhsal güç ödünç almıştı!
Xie Lian durmadan öksürüyordu, “Hayır… sadece ruhsal güç ödünç alıyordum… hayır, aslında sadece ruhsal güç ödünç almak değildi, sadece şey olur diye…”
Guoshi'nin sesi daha da kasvetli hale geldi, “Ekselansları, neler oluyor? Uzun zamandır xiulian uyguladığınız ve kadınlardan uzak durduğunuz için... yollarınızı değiştirmiş olabilir misiniz?"
"..." Xie Lian elini çılgınca salladı, "BÖYLE BİR ŞEY DEĞİL!"
 Guoshi şüpheliydi, "O zaman... doğuştan gelen bir özellik olabilir mi? Şey... hiç fark etmedim. Hm... tamam, bu tarafınız kesinlikle ona benzemiyor... "
Xie Lian, “???BEKLE!? ÖYLE DE DEĞİL!”
Guoshi bir nefes aldı ve içini çekti, "Korkmayın Ekselansları, size herhangi bir konuda ders verecek değildim. Uzman olmadığım bir konuda size rehberlik edecek değilim. Ayrıca, zaten bu kadar şeyi atlattınız, endişelenecek ne kaldı? Kendiniz mutlu olduğunuz sürece erkek ya da kadın fark etmez."
Xie Lian alnını o kadar ovuşturdu ki kızarmıştı, kısık sesle şöyle dedi, “En… çok mutluyum.”
Bununla birlikte, Guoshi asık suratlılığa kafa karışıklığını da ekledi, “… Sekiz yüz yıl aradıktan sonra, Yüce bir Hayalet Kral'ı nasıl buldun?”
Xie Lian şaşırdı, Guoshi, “Sana kötü bir zevkin olduğunu söylemiyorum, kötü değil, eminim büyük kızlar ve küçük hanımlar senin tipini beğenmektedir. Ama sana diyeyim Yüce Hayalet Kral çok saldırgandır. Ekselansları, her şeyi baştan sona düşünmelisin, tamam mı? İnsanlar sana tutunmayı sevdiklerinde, onları terk etmeyi unutabilirsin.”
“Ah, usta, bekle…”
“Bu konuda kesinlikle haklıyım. Sana söylüyorum, Bu Çiçeği Arayan Kızıl Yağmur’un görünüşüne bakılırsa, talihinin bükülmüş, çarpıtılmış bir şekilde şiddetli olduğunu söyleyebilirim, her dağ bir diğerinden daha yüksek, kötülüğün özü boğucu bir şekilde bunaltıcı, pratik olarak ... "
Hua Cheng hemen arkalarındaydı ve tembelce, "Yalnızlık Yıldızı gibi, değil mi?" dedi.
Xie Lian zaten umutsuzca Guoshi'nin konuşmasını engellemeye çalışıyordu ama yine de başaramadı, bu yüzden yüzünü kapattı ve sessizce Hua Cheng'in arkasına geçti. Hua Cheng gülümsedi ve kolunu Xie Lian’ın etrafında dolayarak kaşlarını kaldırdı, "Gülümsemem kesinlikle oldukça samimiyetsiz, ama adamın yüzüne karşı kendisinin Yalnızlık Yıldızı olduğunu, Felaketin yeniden doğduğunu, talihsizliklerin en kötüsü, anne ve babasının öldüğünü ve on sekiz yaşından sonra yaşayamayacağını söylemek - bu pek hoş değil, değil mi?"
“?”
Guoshi’nin gözleri yavaşça açıldı, “… Sen, o?”‌
15 notes · View notes
r6-r · 1 month ago
Note
Ahmet Kayanın bugün doğum günü ✌️
Tumblr media
İyi ki doğmuş çok seviyorum adamı
11 notes · View notes
lisansizacilar · 4 months ago
Text
bugün benim bal’ım, kız kardeşim doğmuş, iyi ki doğmuş, iyi ki beni bulmuş. 🤍 @ausstraliiss
13 notes · View notes
dareyynn · 1 month ago
Text
@reyliika ‘mm iyi ki doğmuş mu birileriiiiii🎈🎈
caaaanımmmmmm💗💗💗
Bizi karşılaştıran rabbimize hamd olsun
14 notes · View notes
yazan-kalem-siyah06 · 2 months ago
Text
Tumblr media
ARKADAŞLIK HAFTASI
Eski Türklerde cengaverler savaşırken arkadan gelecek herhangi bir saldırıyı kontrol edebilmek için sırtlarını bir ağaca, kayaya veya taşa vererek ok atarlarmış.
Atalarımız genelde bozkır hayatı yaşadıkları için bu sırt dayanan nesne genelde bir taş veya kaya olurmuş.
Yıllar sonra sırt dayanan taşın ismi ARKA-TAŞ dan ARKADAŞ şeklinde dilimize yerleşmiş ve bugün güvenebileceğimiz, bizi arkadan vurmayacak olan, samimiyetine güvendiğimiz kişilere verdiğimiz isim olmuştur.
Aşk ve arkadaşlık bir gün yolda karşılaşırlar.
Aşk, kendinden emin bir şekilde sorar;
-Ben senden daha samimi ve daha cana yakınım sen niye varsın ki bu dünyada? Demiş…
Arkadaşlık cevap verir:
-Sen gittikten sonra bıraktığın gözyaşlarını silmek için...
Hiç bir zaman arkadaşsız kalmamanız dileğiyle...
Bu hafta ulusal arkadaşlık haftası. Arkadaşlarına onları ne kadar düşündüğünü göster! Bunu tüm ARKADAŞ olarak düşündüklerine gönder,
Yılmaz Güneyin dostlukla ilgili şiiri çok güzel anlatmış
Kavgayı,
Bir yaprağın üzerine yazmak isterdim…
Sonbahar gelince yaprak kurusun, dökülsün diye…
Öfkeyi,
Bir bulutun üzerine yazmak isterdim…
Yağmur yağınca bulut yok olsun diye…
Nefreti,
Karların üzerine yazmak isterdim…
Güneş açınca karlar erisin diye…
Dostluğu,
Ve sevgiyi,
Yeni doğmuş tüm bebeklerin yüreğine yazmak isterdim…
Onlarla birlikte büyüsün…
Bütün dünyayı sarsın diye……
Sonsuza dek arkadaş kalmak dileği ile... Tüm arkadaşlarım, iyi ki varsınız..❤🌷⚘️♥️💖🥰
12 notes · View notes
gunesliyiz · 10 months ago
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
03/02/24
Hayatımın aşkı iyi ki doğmuş! ✨🩷
26 notes · View notes
nevzatboyraz44 · 10 months ago
Text
Kaynak: Instagram/@rotahakkari...sayfası
NEDENMİ HAKKARİ?
COĞRAFYA KADERMİDİR?
KENDİ RIZKINI İKRAM EDEN HEDİYE EDEN BİR ABDURRAHMAN KARDEŞİMİZ
⭕⭕LÜTFEN DİKKAT ⭕⭕
bu sayfaya birçok yorum yazan arkadaşlarımız var O bölgeyi hiç gitmeden o bölgedeki insanları farklı gözle lanse eden kişilere duyurulur
Gitmeden görmeden insanların yüreğinin kalbinin sıcaklığını hissetmeden boş yorum yazmayın
O bölgede sizler de doğmuş olabilirdiniz gelin görün oradaki yaşam koşullarını insanların güzelliğini sonra bu sayfaya yorum yazmayacaksınız çünkü gerçekleri gördüğünüz için
Bizler birbirlerimizi anlamadıkça ön yargıyla bakmaya maalesef devam ediyoruz ön yargıların kırılması lazım birbirimizi anlamamız gerekiyor
Belki de birçok insan bu şekilde düşündüğü için o bölge turizme açılamadı o bölge insanlar arasında kaynaşma olmadı
Ama inanın doğa şartları orada o kadar zor ki ve
İş imkanları orada o kadar kısıtlı ki neredeyse yok denilecek kadar az
ama her şeye rağmen doğduğu toprağı terk etmeyen sevgi dolu misafirperver bir Hakkari halkı
Bizler Çanakkale'de faaliyet gösteren bir seyahat acentasıyız 14 yıllık turizm hayatımızda Türkiye'nin ve dünyanın birçok yerine turlar tertip ettik
ama o bölgedeki yaptığımız turlar kadar hiçbir turlardan keyif almadık bize o bölgede keyif veren coğrafyanın zorluğuna rağmen geçim sıkıntılarına rağmen insanların yüreğinin güzelliği
bazen özelden mesaj atanlar oluyor siz Hakkari misiniz neden bu kadar hakkari'ye önem veriyorsunuz diye bizler çanakkale'liyiz
ama sizler de o bölgeye bir defa geziye gelseniz inanın ikinciye üçüncüye gelmek isteyeceksiniz
Hatta ikinciye üçüncüye götürdüğümüz birçok misafirimiz var
2 YIL İÇİNDE O BÖLGEYE 25 DEFA TUR TERTİP ETTİK
HEPSİNDE MEMNUN BİR ŞEKİLDE AYRILDIK
İNSANLAR BİZİ SEVGİYLE KARŞILADI EVLERİNİ AÇTI DÜĞÜNLERİNE GİTTİK YEMEKLERİNİ YEDİK
HİÇBİR OLUMSUZ BİR ORTAM DAHA İYİ OLMADI
VE İNANIN O BÖLGE O KADAR GEZİLECEK YER VAR Kİ İSVİÇRE ALPLER YANINDA HALT YESİN
🇹🇷☝️🇵🇸
30 notes · View notes
kabuluk · 1 month ago
Text
BUGÜN HAYATIMDAKİ EN MÜKEMMEL İNSANLARDAN BİRİNİN DOĞUM GUNU🥳🥳🥳🥳 resmen beraber büyüdük inanamıyorum.. onunla böyle bi dostluğumuz olduğu için kendimi o kadar şanslı ve mutlu hissediyorum ki anlatamam size. değer verdiğim kadar değer gördüm. güvendim. beraber düştük kalktık devam ettik. gerçekten yıllar oldu.. her animda yanımda oldu ve olmaya devam ediyo. reisim o kadar güzel kalpli bi insan ki. en büyük destekcim yol göstericim. onu çok seviyorum iyi ki doğmuş iyi ki var canım kaanım✨
5 notes · View notes
gulnarsultan · 5 months ago
Note
RC Göklerin Sırrı hakkında bahsetmek istediğim bir kaç şey var birincisi, 1. ve 2. Hikayede de yazarın inatla Eragon'u asla love interest yapmaması hayır benim anlamadığım şu, ilk kitapta yazarın Andy ve hatta Loy'u bile love interest yapıp onu yapmaması, hadi bu ilk kitap ve bu serafların olayına çok dalış yapmamış olmasına ve oyunda çok geç tanışmış olmamıza verebilirim (onunla 3. sezonda tanışıyorduk sanırım) çünkü Eragon rotası o zaman çıksaydı olaylar daha karmaşık hale gelirdi (ki bunu Eragon'un kişiliğinin tam derinliğine inemediğimize sayıyorum) o yüzden bunu 1. Kitapta olayların hikayeden çok sapmaması için yapılmadığına verebilirim, fakat ikince kitapta gerçekten hayal kırıklığına uğradım. Sebebi ise 2. Kitapta bizim toplayıp dönüştürdüğümüz şeyin yeniden yıkılmasına ve her anlamda herşeye yeniden başladığımızı görüyoruz, biz herşeyi yeniden bir araya getirmeye çalışıp buluduğumuz durumu kavramaya çalışırken uçurumun eşiğinden aşağı itilmeyi ve senin tarafında olması gereken insanların bir anda sana sırtlarını dönmesini en iyi o anlardı, o kadar yeni love interest gelirken Eragon'a gelmemesini ben oturtamıyorum çünkü bence Eragon her açıdan ilginç bir karakter. Prestijli bir ailede melek olarak doğmuş ve ailesinin ihtişamını bile geride bırakarak şepfa'ya en yakın olan seraf olmayı başarmış, dokunulmazlık yasası yüzünden kız kardeşinden olmuş ardından yine malbonte'ye karşı dururken güvendiği kişiler tarafından ihanete uğrayarak öldürülen ve yeniden dirildiğinde yine boyun eğmeyen birisi. Hikayedeki en belki de en ilginç karakter olabilirdi o genç görünüşünün ve soğuk kişiliğinin gölgesinde kalmış bir sürü şey ilginç olduğuna eminim, ayrıca Eragon estetik açıdan da çok hoş bir karakter tüm bunlara rağmen yazarın Eragon'u love interest yapmaması bence çok hayal kırıklığına uğratıcıydı. Bu konuda ayrıca seninde ne düşündüğünü bilmeyi çok isterim (gözümden kaçan yazım hatası varsa üzgünüm).
Tumblr media
Merhaba canım. Düşüncelerini paylaştığın için teşekkürler. Bende bu konuda sana katılıyorum. Eragon karakteri için aşk rotasının olmamasına hem üzüldüm hemde sinirlendim. Belki ilk kitapta rotanın olması kafa karıştırıcı olurdu.Bu konuda sana katılıyorum. Ancak ikinci kitapta olmaması gerçekten çok kötü. Hiç bir karakteri küçümsemiyorum ancak bazı karakterlerin rotası olması yerine Eragon'un rotasının olmasını isterdim. Eragon gerçekten ister görünüşü, ister kişiliği ve isterse geçmişi konusunda gerçekten bir çok karakterden daha ilginç ve dikkat çekici. Keşke Eragon'un rotası olsaydı. Üstelik herkesin bize sırt çevirmesi ve oynadığımız karakterin yeni yürümeye başlayan bir bebek gibi gösterilmesi bana saçma geldi. Sanki yazarın Eragon ile bir sorunu varmış gibi bu karaktere için rota yapmaması çok büyük haksızlık. Doğrusu ikinci kitabı oyanamadım. İlk kitabı oynamıştım. Dokunumazlık yasası konusunda beni aydınlatırmısın ? Eragon'un kız kardeşi Malbontenin ailesi tarafından öldürülmemişmiydi ?
◇◇◇◇◇◇◇◇◇◇◇◇◇◇◇◇◇◇◇◇◇◇
Hello dear. Thanks for sharing your thoughts. I agree with you on this too. I was both saddened and angry about the lack of a love route for the character Eragon. Maybe having the route in the first book would have been confusing. I agree with you on this. But it's really too bad it's not in the second book. I'm not belittling any character, but I wish Eragon had a route instead of some characters having a route. Eragon is truly more interesting and remarkable than many characters, whether in terms of his appearance, personality or past. I wish Eragon had a route. Moreover, it seemed ridiculous to me that everyone turned their backs on us and the character we played was portrayed as a toddler. It's very unfair that the author didn't make a route for this character, as if he had a problem with Eragon. Honestly, I couldn't play the second book. I played the first book. Can you enlighten me about the immunity law? Wasn't Eragon's sister killed by Malbonte's family?
9 notes · View notes
endergelisenataklar · 5 months ago
Note
duvar filmi ne anlatıyor? Bir alıntı paylaşabilir misin?
yılmaz güney'in 1983 yılında tamamını sürgün döneminde fransa'da çektiği, kamera arkası görüntülerinde çocuk oyuncuların gözlerine limon sıkarken “bakın bu filmde yaşanan gerçekleri olduğu gibi aktarmazsam tarih benden hesap sorar” diyecek kadar üstünde durduğu, yıllarca yasaklı duran, son filmi, adeta başyapıtıdır. filmi izlemeden önce izlemiş olduğun bütün işkence, zulüm konulu sert filmleri unut, çünkü bu film öteki bütün filmleri nikbinliğe sokacak kadar hardcore bir film. film baskılardan yılan ve tek umutları daha iyi koşulların olduğunu duydukları buca cezaevine gönderilmek olan çocukların, önce normal yollardan dilekçe ile dertlerini duyurmaya çalışmaları, bu teşebbüsün başarısızlık ve utançla sonuçlanması üzerine başka yollar aramaya başlamalarını ve isyana kadar gitmelerini konu alıyor. filmin geneli büyük ölçüde adi suçlardan yatan gariban çocukların, gençlerin bulunduğu, sefaletin, eziyetin, dayakların, taciz ve tecavüzün, bunların dışında daha birçok kötü muamelenin gırla gittiği dördüncü koğuş çevresinde dönüyor. fakat, gerek yılmaz güney'in politik duruşunu belli ettiği, siyasi mahkûmların ön planda olduğu sahneler, gerekse nisbeten daha rahat koşullarda yaşayan koca katili, fahişe, solcu öğretmen gibi kadın mahkûmlar, hapishanede doğmuş büyümüş ve okula başlamaya hazırlanan kız çocuğu gibi tiplemelerle, muazzam toplumsal göndermelerde de bulunuyor. filmde tuncel kurtiz ve ayşe emel mesci dışında profesyonel oyuncu bulunmuyor. zira diğer oyuncuların (başta çocukların) yer yer amatörce davranışlarından bu durum rahatlıkla seziliyor. fakat film o kadar gerçek, o kadar başarılı bir kurguya sahiptir ki, bu çocukların oynarken amatörlükleri film için kötü müdür, yoksa iyi bir şey midir karar veremiyorsun. birkaç alıntı bırakmamı istersen şâyet;
"bizim için hayat hiçbir yerde kalmamış. hiçbir yerde. babam olsaydı da, anam olsaydı da 100 sene ceza yeseydim. 100 sene."
"dışarda da hayat yok, kimse kimseye bakmıyor. herkes koşuyor, herkes telaşla koşuyor. nereye koşuyor?"
11 notes · View notes
musfika-hanim · 1 year ago
Text
ö le ya zı yo rum
bebiş hiç uyumadı sabaha kadar, her ağladığında annesine ver emzirsin tekrar yerine koy bir daha ağlasın bu sefer altına bak derken sabahı ettik. ama iyi ki doğmuş 💗 arada hafif uyukladık onda da hemşireler şafak baskınına girermiş (bir anda kapılar hızlıca açılıyor lambalar yakılıyor falan) gibi odaya girdiklerinden defaatle uyandık yani gece arkadaşım da bende hiç uyumadık. sabah onbir gibi taburcu oldu beni eve bırakıp onlar da evlerine geçeceklerdi fakat dernekteki kursumuzun bitiş sınavı vardı ve mecburen derneğe bıraktılar. sınavı yaptık bitti ama ben çıkamadım ki. az önce geldim eve gözlerimi açamıyorum, vücut dengemde fizyolojik ve psikolojik sapmalar var ve gözlerimi kapatınca bebek ağlama sesi duyuyorum :)
ben nasıl torun bakcam ayol
20 notes · View notes
kalemineiyibak · 2 months ago
Text
Şey ve Hiçlik Arasında
Sonsuzluk, var oluşun budanıp elle tutulmuş öznel bir yapıyla karşılaşırken kendine çarpması gibi bir şey mi?
‘Şey’ olarak nitelendirirken sonsuzluğu, var oluşun yok oluştan geldiğini unutmadan, herhangi bir şeyin içinde birden fazla şey mi, bir tek şey mi olmamız gerektiğini bize anlatmaya çalışan asıl sorumluluk ve gerçek, sonsuzluğun acılarımızda serin ve derin olması mı? Duygulara kaftan giydirip zamanı kendimize bölerken, kendimizden neyi saklamamız gerektiğini bilmiyoruz. Sorular ve sorunlar arasında bir girdapta, var oluşun yaşamsal faaliyetlerin yerine getirilip eylemsel bir çığlıkta akıp gittiği sanrısında kendimize garip dedikodular türetiyoruz.
İnsan, kendi iç sesiyle de dedikodular yapabilir: pekala. En fazla ünlüler ile ünsüzlerinin yer değiştirmesine izin verirsin; kendi var oluşunun.
Ölmek, yeniden doğmak ile bir zıtlık içerisindeyse, ölürken mi doğmuş oluruz? Hangisi daha gerçek ve evrensel bir parantezde açılıyorsa yaşama; orada mı gerçek vardır? Kendimize ‘şey’ diye nitelendirdiğimiz isimli isimsiz her şey, bir ünlem ve soru işaretine bakıyor aslında. Altını çizdiklerimize soru işareti, üstünü çizdiklerimize ünlem bırakıyoruz.
Her birimizin beden denilen kıyafeti farklıyken, bize yakıştırılanı mı giydik, bize yakıştığını düşündüğümüz kıyafeti mi? Açık uçlu sorularla ömrü uzatıp saçlarımızı kestiğimizi sandık; aslında çoğu zaman.
Kim için var oldum, kim için yaş alırken kim için daha yeni doğan bir bebek oldum? Kayıplarımız bir ecza dolabına atılan reçetesiz ilaçlarla dolu. Sabır deseninde şükrederek çoğumuz var oluşumuzun kilitli kapısına dokunmayıp o kapının önünde yaşanacakları bekler olduk.
‘Kader, nasip, kısmet’ ipliğiyle bağlanan derin yaşamın, mayasına ne çalındı? Sazlar sustu, güfteler tenor adamların elinde ezberlenen bir keşke oldu. Zaman, durduğunu sandığımız yerde aktı, aktığını sandığımız yerde aslında belki de hiç yoktu.
Neredeyiz biz? Yaşam nerede? Özgür ruhların kanalizasyonda bir nefret ile geçirdikleri tenha yollara sıfatı şifacı zannedilen nazarları değerken unuttuğumuz dualar nerede? Hangimiz iyi, hangimiz daha iyiyiz? Her sebepten.
Var oluşumun ikonik zaman çizelgesinde saate bakmadan da akıp giden bir yaşam varsa önümde, duvar saatlerinin kol saatime çelme takmasına izin vermemek niye?
Her soru gurme olur yaşamda. Yediği içtiği ise ayrı gitmez aklınla. Sonra ne olur? Düşündüğüm bir an. An, şu an. Peki beş dakika önce de bir an değil miydi? Yağacaksa beş dakika sonra yağmur, engellenir mi? Batacaksa her gün güneş, hep aynı yerden. Bu ezberden vazgeçilir mi? Hangisinin adı yaşam, hangisinin ezberi külliyen yalan?
Şu an da az önce bir şu an. Dahi anlamındaki ekleri ayıracağım diye ettiğim şu çaba kadar, hayatıma gül saçmadım. Sorarsan hepsi hüsnü-zan...
Tencere kapağa der ki: Kapak olmazsa tencere açık olur ve üşür. Kapak tencereye der ki: Tencere olmazsa Kapak boş kalır ve üşür.
Her sebepten doğma büyüme sorgu meclisi başkanıyız sanırız, kendimizi. Halbuki en çok kendimize yabancıyız. Sor sana, sen kimsin? Var oldun da mı oldun? Yok oldun da mı var oldun? Çokken mi azsın? Azken mi daha çok varsın? M��ptela gecenin ışıkları açıldı.
Dila VARLI
4 notes · View notes