#insan özeli
Explore tagged Tumblr posts
Text
Yazmayım diyorum, lakin yapamıyorum! Yahu bu milletin aklımı yok, fikrimi yok. Neyi var neyi yok sayfalarda... Bunların hiçmi özeli olmayacak? Ne ar kalmış ne edep!
41 notes
·
View notes
Text
Bir sürü fotoğraf ve video gördüm, izledim... Hep çok mutlu ilişkiler, güler yüzler.
Aynı zamanda bir yüzü şiir, kitap, söz yazısı vs.. okudum. Hep çok mutsuzluk, var olmayan ama olmasını hayal eden insanlar, aşk acısı çekenler, arayış içinde olanlar....
Biri olmadan diğeri tamamlanmıyor mu? Hep bir eksiklik, hep bir yarım kalmışlık...
Aslında tek soru var aklımda. "İnsan ne ister??" Cevap çok basit. Olmayanı ister. Elindekini görmez gözü.. Mutlu olmak ister.. Çoğu mutlu olmayı bilmez.. ama ben kendimi biliyorum. Kötü olan her anı siliyorum artık hafızamdan. Unutuyorum, daha fazlasını da unutacağım.. mutlu olacağım. Kendime inanmaktan vazgeçmeyeceğim. Her gün kötü bitemez. Bitmemeli. İyi anılar biriktirmek istiyorum. Bunun için negatif düşüncelerimden kurtulacağım. En iyisi, en kıymetlisi, en özeli benim. Bak aynaya daha iyisi yokkkk.... Çok yazdım şimdi biraz mola
6 notes
·
View notes
Text
Bir Aşkın Hüznü
✍🏻 SerZer
Gün doğarken ufukta beliren kızıl çizgi, Leyla ve Mecnun’un aşkını hatırlatırdı bana. Gözlerimde büyüyen o kızıl, sevdanın en güzel, en acı rengiydi. İnsan ruhunu deşen bir aşk, nasıl olur da bu kadar kutsal, bir o kadar imkânsız olabilir? Bu düşünce, her mevsim dönümünde içimde yankılanırdı.
Leyla’nın adı bir şarkının nağmesi gibi yankılanırken, Mecnun’un sessiz haykırışları gökyüzüne ulaşırdı. Ama bu haykırışlar, gökyüzünü delip geçemezdi; onları yerle yeksan eden toplumsal yargılar ve ailelerin çatışmaları vardı. Leyla, bir kuş kadar özgürdü belki, ama ayak bileklerine bağlanan görünmez zincirler, onu yerinde tutmaya mahkûm etmişti. Mecnun ise, Leyla’nın yokluğunda çöllere düşmüş, yalnızlığın ve çaresizliğin diyarında kaybolmuştu.
“Dünyanın bütün kitaplarını yakabilirsin; ama bir tek aşkla yazılmış kitabı yakamazsın” der Mevlânâ. Leyla ve Mecnun’un aşkı, bu yakılmaz kitapların en özeli gibiydi. Sayfaları gözyaşıyla yazılmış, rüzgârın taşıdığı her kelimesi yüreklere dokunmuştu.
Aşklarını imkânsız kılan yalnızca dış dünyaydı sanılırdı. Ama bu sevda, iki kalp arasına sızan korkular, tereddütler ve yanlış anlamalarla da örülüydü. Mecnun’un gözlerinden okunan o derin özlem, zamanla bir ibadet şekline dönüşmüş, Leyla’dan çok onun hayaline tutulmuştu. “Sevda öyle bir denizdir ki, derinliğinde boğulmayana aşk demezler,” dememiş miydi Şems-i Tebrizî? İşte Mecnun, o denizde kendi varlığını kaybetmişti.
Leyla’nın güzelliği, sabah vaktindeki çiğ damlaları gibiydi; varlığı tarifsiz bir huzur verse de, dokunmaya kalktığında yok olurdu. İnsan, hayal ettiği güzelliği somutlaştıramazken, Leyla ve Mecnun’un dünyası da hayalle gerçek arasında sıkışmıştı. Onları birleştiren yegâne şey, aşkın kendisiydi; ama aynı aşk, onları sonsuza dek ayıran duvardı.
Bir fırça darbesi gibi hüzünlü ve keskin bir melodiydi bu aşk. Leyla bir nota, Mecnun bir sessizlikti. Ancak ikisi bir araya geldiğinde bir ahenk oluşturuyordu. Fakat ne zaman birleşmeye çalışsalar, evrenin dengesi bozuluyordu sanki. Goethe’nin “Gerçek aşk, birlikte olmak değil, birbirine rağmen var olmaktır” sözleri, bu hikâyenin tam kalbine dokunuyordu.
Bugün, hâlâ uzak bir dağ yamacında esen rüzgârla birlikte Leyla’nın adı gelir kulağıma. Onu takip eden sessizlik, Mecnun’un suskunluğundan başka bir şey değildir. Ve işte o an, anlarım ki bu sevda, aşkın en saf ve en kırılgan halidir: dokunmaya kıyamadığınız, yalnızca uzaktan seyredebildiğiniz bir yıldız gibi.
Bir aşkın en güzel hali, belki de asla kavuşamamaktır. Çünkü kavuşmak, hayalleri gerçeğe, gerçeği sıradanlığa çevirir. Leyla ve Mecnun, bu dünyada birbirlerine değil, aşkın ebedi suretine kavuşmuşlardı. “Aşk, her şeyi göze almaktır. Ve bazen, vazgeçmektir,” der bir bilge. Onlar vazgeçerek kazandılar, adlarını ölümsüzlüğe yazdırarak.
Ve bir yıldız kayar, bir dua edilir… Leyla ve Mecnun için hâlâ bir umut var mıdır, dersiniz? Belki de umut, onların çoktan buldukları bir yerde saklıdır: aşkın ebedi sonsuzluğunda.
SerZer
0 notes
Text
Of not bein a jew şiirlerini okurken bi yazıya denk gelmiştim İsmet özel şiiri bırakmadı şiir İsmet özeli bıraktı falan diye o ara sanki intikam alıyormuş gibi sevindim şiirin ismet özeli terk ettiği söylentisine çok hoşlanmıştım bundan . Yazının bi yerinde dumbidum dubidum bidaa gibi bi şey yazıyordu ahhahahaha bu ne rezillik diyip eğlenmiştim bazen insanın sadece haddini bilmesi gerekiyor her boku eleştirmemize gerek yok çağında değildim . Belki o çağdaydım ama öfkeliydim de neyse . Bi süredir bu kitabı insan gibi okuyorum hadi ben öfkeliydim intikam alacaktım senin ne zorun vardı da şiir İsmet özeli bıraktı yazısı yazdın eşşek
0 notes
Text
Epeydir politikaya değinmedim.
Artık sosyal medyada bi Kılıçdar antipatisi nihayet başlamış. Ama bu insanların çoğu daha son seçimde bile gidip chp'ye oy verdiler. Kılıçdarın gerçek yüzünü ancak gördüler!
Benim eleştirilerim kaç yıllık?
Eminim ilk yazdığımda insanlar garipsemiştir bile. Neden iktidar duruken muhalefete böyle bir eleştiri?
Çünkü en sonunda görüldüğü gibi sorun iktidarda değildi muhalefetteydi. Hala da öyle.
Kılıçdar komedi programlarına rakip. Aklımızla alay eden sadece iktidar değil.
Mesela seçimden sonra ilk zam dalgası oldu Kılıçdar dedi ki " Hadi şimdi yapın seçimi de yine kazanın görelim"
Yani bir sürü zam olmuş. Vatandaş bunu beklemiyormuş. Akp biten seçimin hemen peşinden bir seçim daha yapsa Kılıçdar kazanacakmış.
Bu nasıl bir akıl yürütme?
Bunu beş yaşında çocuk söyler mi?
İktidar zar zor kazandığı bir seçimin hemen peşinden gelin bi seçim daha yapalım der mi? Milyonda bir ihtimal var mı? Yok.
Bunu söylerken herif iktidarla dalga geçmiyor ki bizle geçiyor. Vatandaşla dalga geçiyor.
Bir kaç gün önce seçimde istemiyor bu sefer. "İktidarı bize bırakın ortadoğuya barışı biz getiririz" diyor.
Buna diyecekler ki " Gel kardeş biz bu koltukların bu makamların tümünü sana bırakıyoruz, beceremedik. Gel sen yap"
Bu sözler sadece dalga geçmek de değil. Şu sözler de zerre kadar gerçekçilik zerre kadar ciddiyet var mı?
İnsan bu kadar gayrı ciddi, gerçekten bu kadar uzak birine nasıl güvenebilir?
Velevki bir mucize olsun. "Tamam kardeş gel iktidarı sana bırakıyoruz" deseler ne karşılık verecek?
Yüzde bin eminim şuna benzer bir şeyler söyler " yok biz öyle onursuz biçimde millet iradesini sizden teslim almayız. Demokrasinin gereği oalrak iktidar da sizin olmanız gerek. Vatandaş bu görevi size verdi. Biz ancak bir sonraki seçimde kazanırsak bileğimizin hakkıyla bu görevi alabiliriz."
O da biliyor. Gideceğini bildiğinden gitmeden moral bozucu son dalgalarımı geçiyim. Hepsi benim ne kadar ciddiyetten uzak biri olduğumu, onlarla dalga geçtiğimi iyice anlasınlar diye uğraşıyor.
----
Chp de yakın gelecekte umut yok. Özgür özeli kılıçdardan farklı görmüyorum.
Aklımdan genel başkan adayı olarak geçirdiğim adamlar da ayrı komedi.
Birini takip ediyorum eski savcı. Sol kanat filan demiş kendine. Adam daha tivit atamıyor. Atıyor da zahmet edip atmıyor. Heee... ana akım medyayı sana verecekler gel fikirlerini her gün büyük tv kanallarında açıkla diyecekler. Gazeteler her gün onu yazacak sanki. Elindeki her araçla düşüncelerini bile anlatamıyorsan en başta umutsuz vakasın.
Daha tivitırı bile etkin biçimde kullanamıyorsa, Atatürk kalkıp gelse faydasız.
Emekli askeri takip ediyorum. Adam yaşına göre çok çalışkan gerçekten. Her gün halka gerçekleri anlatmaktan bıkmıyor. Vizyonu yok. Chp genel başkanlığını sanki Atatürk'ten alacak. Hayaline bile sığdıramıyor! Tutuyor milletvekili aday adaylığına soyunuyor. Tabii milletvekili aday adayı bile olamadı. Seçilemeyeceği bir yere bile koymadılar, jest olsun diye adının aday adayı olarak bile yazmadılar.
Kısaca: garp cephesinde yeni bir şey yok, chp de umut yok.
Chp de umut olmayışı belkide iyi bişeydir.
0 notes
Note
ilişkide telefon ve sosyal medya şifreye bakış açın ne sevgilim vermeyi saçma bulduğunu söyledi
Bu konuda bakış açım aşırı saygılıydı. Ben de sevgilin gibi düşünüyordum. Kişinin kendi özel yaşatısana saygı duymak' Yan yana biri telefonla uğraşırken diğerimiz bakmıyordu o derece bir saygıdan bahsediyorum hatta. Fakat böyle olmaması gerektiğini öğrendim. Bi' ara aşırı saygı saygısızlık getirir diye post atmıştım gerçekten de öyle. Şeffaflık. Dibine kadar şeffaflığı savunuyorum artık. Zaten kişinin özeli karşısındaki insan oluyor. Hayatımdaki kişinin telefonunu rahatlıkla elime alabilmeliyim, o da benimkini aynı şekilde. Sosyal medya şifresi için pek aynı şeyi düşünmüyorum ama telefonda istediği/istediğim şekilde gezebilmeyiz. Çevremde iyi giden ilişkilere ve kendimi bulduktan sonra istediğim şeylere odaklanınca birçok bakış açım değişti. Bu konu da buna dahil. Bugün mesela oturuyoruz hep beraber. Para muhabbeti döndü hesaplarımıza bakacaktık. Arkadaşımın eli pisti, sevgilisi telefonunu alıp banka hesabının şifresini kendi girip söyledi. Çoğu kişiye bu absürt gelebilir ama bu derece şeffaflık olması gerektiğini düşünüyorum. Birini hayatına alıyorsan, o ilişkinin sorumluluğunu alabilmek lazım her açıdan. Benim dünyam da bu şekilde işliyor :')
0 notes
Text
metrobüs çok kalabalıktı, "ne çok insan var" diye düşündüm
yoldan geçenleri izlerken "ne çok insan var" diye düşündüm. hepimiz bir yerlere gidiyoruz, birileriyle konuşuyoruz, çalışıyoruz, dinleniyoruz. ne kadar çoğuz. hepimiz ne kadar çok kendimizi önemsiyoruz. hayallerimiz var. çok azımız uyguluyor hayallerini. uğraşıyoruz yine de. belli bir yaşa kadar, bişey olmaya çalışıyoruz. olamayanlarımız çocuk yapıyor, kendi olamadıklarını, onlar olsun istiyor. kafamızdaki olmak istediğimiz insan da farklı farklı. genelde çok zengin olmak istiyoruz. sıradan olmayı hazmedemiyor birçoğumuz. özel olmalıyız, en azından bir kişi için. kafasında olmak istediği kişiyi olamamış biri olarak, başka bir olamamış ile ilişkiye giriyoruz. iki sıradan insan, birbirinin ne kadar özel olduğunu hatırlatıp duruyor. aralarında biri hatırlatmayınca ilişkiyi kesip, başka bir sıradana hatırlatması için arayışa giriyor. uzun süre hatırlatanlar belli bir zaman sonra sıkılıp evleniyor, baktılar ki ikisi de birbirine bunu anlatmaktan sıkılmış, çocuk yapıp onu dünyanın en özeli kılıyorlar. seçildiği için, annesinin babasının sıradanlığını aşmakla görevlendiriliyor. istediği gibi biri olmak yerine, anne-babanın kafasında olmak istediği ama olamadığı insanı olmak zorunda. hayır demesi neredeyse imkansız… bu hayır diyemeyenler de büyüyüp çabalıyor, olmuyor, birini buluyor, sıkılıyor, çocuk yapıyor… bu kısır döngü, böyle sürüp gidiyor, gittikçe artıyoruz.
1 note
·
View note
Photo
Merhaba 🤗 Dengenin En Özeli Dengeli Olmaktır. -Uğur Kılıç- #ugurkilic #uğurkılıç #denge #dengeli #dengeliolma #dengeleme #dengelenme #dengelenmek #kişiselgelişim #gelişim #psikoloji #insan #psikoloji #lifecoach #yaşamkoçu #yasamkocu #istanbul🇹🇷 https://www.instagram.com/p/CoC36vKoDE7/?igshid=NGJjMDIxMWI=
#ugurkilic#uğurkılıç#denge#dengeli#dengeliolma#dengeleme#dengelenme#dengelenmek#kişiselgelişim#gelişim#psikoloji#insan#lifecoach#yaşamkoçu#yasamkocu#istanbul🇹🇷
0 notes
Text
İnsan kendisi olmaya karar verdiği zaman güzelleşir🍃
Sen ki rastlantıların en güzel ,en özeli🍃
🍃 Hoş saatler🍃
90 notes
·
View notes
Note
Neden özeli açmiyorsun insan fikirlerin yazsınlar
Ne fikrini yazıcak? Sırf porn blog diye azgın insanların mesajlarını görmek istemiyorum. Düşüncesi fikri olan buraya yazar
2 notes
·
View notes
Text
Yaşıyoruz. Binlerce insan tanıyoruz. Tramvayda gördüğün yüzü yıllar sonra başka bir yerde görebiliyorsun. Bazı tanışmalar daima en özeli kalıyor.
19 notes
·
View notes
Text
Günlük 06.05.2022
Sevmek mi daha güzeldir, sevilmek mi?
Eskiden bu soruya istisnasız cevabım sevilmek olurdu. Sevilmek varken hangi aptal sevip acı çekmeyi seçer diye düşünürdüm. O aptallardan biri olduğumu anlayana kadar.
Artık aptal olduğumu biliyorum. Ama pişman değilim çünkü gerçekten aşık olduğun birini sevmek sevilmekten çok çok daha mükemmel hissettiren bir duygu…
Sevilmek küçük bir havuza sahip olmaksa sevmek koskoca bir denize(okyanusa) sahip olmaya eşdeğer olurdu herhalde…
Sevmek kadar özeli yok ve severken sevgini hissettirebilmek gibisi de yok belki de…
Peki ya sevdiğin senden çok çok önce ölürse,
O hep genç kalacakken ben gün geçtikçe onsuz yaşlanacaksam…
İşte o zaman insan, sevmeği bırakıp sevilmekle kendini avutmalı mı?
Yoksa kalbini sonsuza dek o kişi için mühürlemeli mi?
Peki birini delicesine sevdikten sonra başkasını da delicesine sevebilir mi?
Yani kalbi farklı kalplere farklı zamanlarda fazlasıyla ait olabilir mi?
Eskiden birini çok sevdikten sonra asla başka birini çok sevemeyeceğimi zannederdim. Ama garip canlı olan insan başka birini de çok fazla sevebilirmiş, garip kalplerimiz var. Sabit olduğunu düşündüğüm ama bir o kadar da değişken zihinlerimiz var. Bizi istediğimizden farklı noktalara ulaştıran adımlarımız, işaretlemelerimizden farklı yerleri gösteren ellerimiz var…
Aslında yalan söyleyemeyeceğim, çünkü ben de o aptal insanlardan biriydim. Başlangıçta senin yerine sana benzeyen sayısız insanı deneyip o boşluğun dolmasını ve sanki bir çukur gibi kalbimi yakmamasını istedim. Yaptığım yanlış olsa da o boşluğa o kadar çok parça yerleştirmeye çalıştım ki o boşluk artık eskisinden bile daha büyük…
Sonra anladım, senin kanın benim ellerimdeyken ve ben her sabah uyandığımda bu kanları görmeye devam ederken, ben asla başkasını sevemezdim.
Çünkü bütün gözyaşlarım seninle tükendi. Başkası için akıtacak gözyaşım kalmadı.
Şarkılarımı hala sana söylüyorum, gökyüzüne usulca söylüyorum ve sana ulaşmalarını diliyorum. Başkası ona şarkı söylememi istediğinden söyleyemediğim için yargılansam da sorun değil.
Hala ikimizin eskiden oynadığı oyunları tekrar zihnimde hayal ediyorum, sen benim çocukluğumsun. Çocukluğumun kayıp parçası...
Ben seni çok sevdim, hala çok seviyorum. Seni sonsuza kadar sevmek yanlış olmaz…
Dezi
#sevmek#sevilmek#günlük#boşluk#yakmak#yazmak#another love#dark paradise#kan#aptallık#deniz#kalp#çocukluk#yalan#yanlış#gözyaşı#şarkı#oyun
3 notes
·
View notes
Text
Yoldan geçenleri izlerken “Ne çok insan var” diye düşündüm. Hepimiz bi yerlere gidiyoruz, birileriyle konuşuyoruz, çalışıyoruz, dinleniyoruz. Ne kadar çoğuz. Hepimiz ne kadar çok kendimizi önemsiyoruz. Hayallerimiz var. Çok azımız uyguluyor hayallerini. Uğraşıyoruz yine de. Belli bir yaşa kadar, bişey olmaya çalışıyoruz. Olamayanlarımız çocuk yapıyor, kendi olamadıklarını, onlar olsun istiyor. Kafamızdaki olmak istediğimiz insan da farklı farklı. Genelde çok zengin olmak istiyoruz.
Sıradan olmayı hazmedemiyor yine birçoğumuz. Özel olmalıyız, en azından bi kişi için. Kafasında olmak istediği kişiyi olamamış biri olarak, başka bir olamamış ile ilişkiye giriyoruz. İki sıradan insan, birbirinin ne kadar özel biri olduğunu hatırlatıp duruyor. Aralarından biri hatırlatmayınca ilişkiyi kesip, başka bir sıradana hatırlatması için arayışa giriyor. Uzun süre hatırlatanlar belli bi zaman sonra sıkılıp evleniyor, baktılar ikisi de birbirine bunu hatırlatmaktan sıkılmış, çocuk yapıp onu dünyanın en özeli kılıyorlar. Seçildiği için, annesinin babasının sıradanlığını aşmakla görevlendiriliyor. İstediği gibi biri olmak yerine, anne-babanın kafasında olmak istediği ama olamadığı insanı olmak zorunda. Hayır demesi neredeyse imkânsız... Bu hayır diyemeyenler de büyüyüp çabalıyor, olmuyor, birini buluyor, sıkılıyor, çocuk yapıyor... Bu kısır döngü, böyle sürüp gidiyor, gittikçe artıyoruz.
2 notes
·
View notes
Text
“Sen, olmayı seçtiğin kişisi. Ve daima kendini seçebilirsin. Seç!”
İşe giderken her gün dinlediğim seminerlerden birinde, “Kitaplar, size geçmişi, bugünü hatta yarını anlatır” demişti. Kendimi, varlığımı, ülkemi, yaşadığım toplumu, hiç tanımadığım toplulukları ve daha fazlasını keşfetmek için okuduğum kitapların hayatıma kazandırdığı çok özel insanlarda da oldu… Yakın zamanda asılsız iftiralara ve suçlamalara maruz kalan Azra Kohen bu isimlerden en özeli. Farklı disiplinleri bir arada görmek ve birbirleri ile olan etkileşimlerini fark ettikçe heyecanlanan biri olarak, bir arkadaşımın önerisi ile Kohen’i; önce katıldığı TV programları ve seminer kayıtları ile keşfettim. Merakımı cezbeden alanları harmanladığı konuşmaları ve her konuşmasında işaret ettiği kaynaklar eşsiz hazineler gibiydi. En çok da holistik yaşam!
Yaşamını, eğitimini pek çok kayıtta bu kadar net ve şeffaf anlatan, farklı kültürlerin bir arada olduğu bir ailede büyüyüp, farklı coğrafyalarda yaşamış biri olarak Azra Sarızeybek Kohen, her izlediğimde daha çok dikkatimi çekti ve araştırmaya başladım. Farklı kaynaklarda yer alan yanlış bilgilerden ziyade pek çok konuşmasında, kendi ağzından aktardığı gibi İstanbul Üniversitesinde Radyo Televizyon bölümü okuyup, Halit Refik’in yönlendirmesi ile Ottawa Üniversitesi’nde üçüncü dünya ülkelerine yardım ekonomisi öğrenimi görmüş (ama bitirmemiş)… Bir söyleşisinde ki ifadesiyle, “Aslında her şeyin insanların psikolojisinden kaynaklandığını ve içinde bulunduğumuz, tüketime yönlendirildiğimiz bir toplumunun içerisinde insanların ihtiyacı olmayan bir şey için zamanlarını sattığını fark ederek psikoloji alanında eğitim almaya kadar verdim”… Böylece Liverpool Üniversitesi’nde psikoloji masterını tamamlamış. Eğitimi konusunda yanlış aktarılan bilgileri düzeltme ihtiyacı (İTÜ Taşkışla’da, seminer öncesi davet eden edebiyat kulübü öğrencisi özgeçmişini okurken Boğaziçi’de eğitim almadığına dair uyarmasına bizzat şahit oldum, ordaydım) her zaman dikkatimi çekti. Her yerde anlattığı eğitiminin sorgulanması hala çok saçma geliyor! Neyse, bu eğitim ve bilgi alt yapısı ile yazdığı kitaplarda sunduğu bakış açısı için daha da meraklandım.
"Dersini hayattan almış birinden korku beklemek mümkün değildi ama bilemezlerdi." Kitapevlerini bir anda kaplayan ve herkesin ilgisini toplayan Fi-Çi-Pi üçlemesi yepyeni bir dünyanın ilk adımı oldu. Böyle kitap ismimi olur diye başladığım ama altında yatan derin anlamları okudukça elimden düşürmediğim üç kitap. Azra Sarızeybek Kohen’in her söyleşisinde dinlediğim holistik yapı bu muydu? Estetik, matematik, psikoloji, insan, din, yaşam… Pek çok insan roman konusunu, karakter kurgusunun mükemmelliğini anlatırken beni en çok yakın zamanda yaşadığımız toplumsal olayların alt yapısını ve kanıtlarla sunulan gerçekleri etkiledi. Özellikle Çernobil konusu kitap çıktıktan seneler sonra yeniden gündeme geldiğinde, Azra Kohen’in satırlarından fark etmiş ve araştırmış olmak inanılmaz bir deneyimdi. Kitabında yazdıktan 6 sene sonra Çernobil adı ile yapılan dizi, Kohen’in anlattığı şeyleri delilleriyle gözler önüne serdi. Azra Kohen beni hiç yanıltmadı. Dedikleri bazen; “Olur mu böyle şey!” diye düşündürse de hep haklı çıktı.
“Başka bir yaşam mümkün… Ama sadece emek verenler için” Üçlemeden sonra Aeden… “Bir şey, eğer araştırılabilir düzeydeyse, onu minik bir detayla öne sürün ve bırakın insanlar onu merak edip kendi çabalarıyla araştırsınlar, öğrensinler” anlayışını zihnimize kazıyan Azra Kohen, bu sefer bir değil onlarca minik ipucu sundu Aeden’de. Fantastik bir bilimkurgu setinde geçen ilk 100 sayfadan sonra Numi ve Sonje ile dünyaya düştük! Bilimsel veriler ışığında dünyanın ve insanın potansiyeli keşfettiren inanılmaz bir serüvendi. Aeden; Kohen’in dediği gibi bir öğrenme çabasında olmak için harika bir kaynaktı. Bilgilerini yeniden pekiştirmek ve dünyayı, yaşadığın evreni bambaşka bir gözden anlayabilmek için tekrar tekrar okunması gereken bir kitap. Karşılaşmak, zihnimde yaktığı tüm kıvılcımları sormak için imza günlerini takip etmeye başladım. Sırada onlarca kişi varken her bir okuru ile tek tek ilgilenip, sorularını sabırla yanıtlayan bir yazar olduğunu ve okurların da uzun kuyrukta saatlerce bekleyişe sabrettiğini de ilk defa görmüş oldum. Sorularım için mail ile iletişim kurabileceğimizi söylediğinde yaşadığım heyecanı tarif edemem. Kitaplarında aktardığı bütünselliği kapsayan bir danışmanlık almak istedim ve mail attım. Ancak nazik bir yanıtla seans yapmadığını belirtti. (Tabi bu görselde isim ve adresleri gizlemeliyim)
Azra Kohen, pek çok yayında klinik psikolog olmadığının altını çizerken, danışmanlık - seans isteyerek patavatsızlık ettiğimi de düşündüm. Ama sonra dayanmayıp Facebook sayfasındaki numarayı arayıp videolarda Azra Hanım’ın seans verdiğini belirterek neden beni red ettiğini, üzüldüğümü anlattım. Telefona çıkan asistanı “Siz yanlış anlamışsınız, Azra Hanım klinik psikolog değil, terapi seansı yapmıyor. Sadece çevresine ve ücretsiz olarak mentorluk seansları yapıyor. Azra Hanımın yaptığı psikolojik bir destekten öte gelişim yolculuğu dizayn etmek, terapiler klinik psikologların konusu” diye açıkladı. Seans almak için ısrar ettim, “Lütfen kitaplarını okuyun” dediler. İşte bu yüzden Azra Kohen’in yalan söylemediğini ben birebir yaşadım. Takip edip, söyleşilerini dinledikçe, Azra Kohen’in çalışmalarını tıpkı gelecekte var olmak istediği bir çiftçi gibi onlarca farklı unsurları gözeterek yaptığını anladım. Bir bitkiyi yetiştirmek için uygun toprak, iklim koşulları, yeterince su, çevresel faktörler, bakımı, hasadı vs. gerekir. Azra Kohen’in bütünsel yaklaşımı, bireysel potansiyel konularda bilimsel verilere odaklanarak, pozitif psikoloji ekolünde eğitim almayı seçmesi de bu yüzden sanırım.
“Neyi bilip bilmeyeceğimize gerçekler değil, birileri kara veriyor…” Ve Gör Beni… Cumhuriyet’in kurulduğu yılları, farklı sosyo – kültürel yapılardaki karakterlerin bakış açısı ile anlatması, genel geçer bilgilerle zihnimizi dolduran eğitimlerimiz, zahmet edip araştırmadığımız insanlık tarihi, yakın coğrafyamızda yaşananlar ve sürüklenmek istediğimiz karanlık… Devam eden hikaye içinde saklanan detaylar, araştırmalar, kaynak gösteren dip notlar, ana eşlik eden müzikler… Hepsini için notlar alıp tek tek araştırdım., dinledim, izledim. Evet, bir kitap geçmişi, bugünü ve geleceğin oluşumunu anlatıyordu. Bitirdiğim bir kitabın ardından hemen devamının gelmesini istiyorum ancak Azra Kohen seminerleri, imza günleri ve katıldığı TV programlarında aktardığı araştırmalar, okuduğu makaleler ile hepimize yeni ufuklar açmaya devam ediyor. Bu bilgilerle ve farkındalıklarla üstümüze düşenleri yapmak için çabada olmamız gerektiğini düşünüyorum. Her seminerinde üstüne basa basa anlattığı anti sosyal kişilik bozukluğu, bu insanların önce hayvanları, sonra çocukları ve kadınları katlettiği hepimizin dikkate alması gereken bir konu. Özellikle şu günlerde önemini daha çok fark ettiğimiz, güçlü bir bağışıklık sistemi için değiştirmemiz gereken alışkanlıklarımız, önümüze getirilen her bilgiyi sorgulamamız, cana sahip çıkmamız… Hiçbir beklentisi olmadan doğru bildiğini aktaran, doğru soruları birlikte sormamız gerektiğini vurgulayan bu değerli insana neden böyle saldırılıyor? (Pek çok seminerinde üniversite öğrencilerine kitabının pdf’sini internetten bulabileceklerini söylediğini bile duydum) Saldırıları dikkatlice incelediğimde; planlanmış, örgütlenmiş ve yalanlar üzerine inşa edilmiş olması Azra Sarızeybek Kohen’i benim ve kitaplarını merakla okuyan tüm okurları için daha değerli yapıyor. Demek ki susturulmak isteniyor! Potansiyelimizi ortaya çıkarmamız için bizi sarsan Azra Kohen’in Çi kitabında yazdığı gibi, “Unutma ! Ne olduğunu bulma savaşındasın. Korkma! Vazgeçmezsen başaracaksın. Bil! Yarattığın etkinin tepkisini deneyimlemek için buradasın. Çünkü... Etkinin tepkisidir hayat. Birlikte hayata katkı sağlayacağımız günlerimiz olması dileği ile…
#kitap#kitaptavsiyesi#simseklerintanrisi#raziyeez#birazparabirazsen#yuhbelkii#umutbittigezegeniyakin#yalnzadam#birazderiniz#meteerpeginhutamesi#duslerbiter#solugumdasin#bokmutluyuzaqq#vodkaverinbana#dokunmayanarsin#kemalistbiradam#kadehsenvegece#danketti#ahpiraye#plakteseninsesin#kaanbubelli#tuhafbey#veradansatirlar#kitapyorumu#kitapanalizi#akilahazrakohen#azrakohen#azrasarızeybekkohen#sarızeybek#özgeazrakohen
185 notes
·
View notes
Photo
Benliğimizi müthiş derecede önemsiyoruz ve çoğumuzun ilk hedefi zengin olmak. Sıradan olmayı hazmetmekten ziyâde seçilmiş veya özel olmalıyız, en azından bir kişi için..
Olmak istediği esas kişi olamamış birisi ; başka bir olamamış ile ilişki içerisine giriyor. Sıradaki şarkı bile armağan edilmeyecek iki sıradan insan birbirinin ne kadar özel biri olduğunu hatırlatıp duruyor. Aralarından biri hatırlatmayınca da ilişkiyi kesip, başka bir sıradana hatırlatması için arayışa giriliyor. Uzun süre hatırlatanlar belli bir süre sonra sıkılıp evleniyor, baktılar ki ikisi de birbirine bunu hatırlatmaktan çok sıkılmış e bari çocuk yapalım da onu dünyanın en özeli kılalım diyorlar. Seçildiği için, anasının babasının sıradanlığını aşmakla görevlendiriliyor. İstediği gibi biri olmak yerine ana babanın kafasında olmak istediği ama olamadığı insan olmak zorunda ve hayır demesi neredeyse imkansız. Bu hayır diyemeyenler de büyüyüp çabalıyor ; olmuyor. Birini buluyor , sıkılıyor, çocuk yapıyor.. Kısır döngünün kilidi kırılmadan böyle sürüp gidiyor, gittikçe artıyoruz.
4K notes
·
View notes
Text
İnsan kokusu
Beşiktaş’tan Üsküdar’a geçer gibi. Geçer. Hücrelerine kadar işleyen bir insanın kokusuyla bütünleşiyorsun. Bunu yapıyorsun. İki saniye sonrasında, hayat normal seyrinde.
Şekerli. Tatlı. Yanından geçerken uyarır seni burnun. Tüm vücudun görmediği birini kokusundan betimlemeye çalışır. İçgüdüsel bir tavırla geriye dönüp bakarsın hızlıca giden bir sırta. Çok değil, sadece iki saniye sonrasında, hayat normal seyrinde.
Metafiziğe inanan bir dostum bu içgüdüsel tavırları "ruhun eş bulma çabası" olarak yorumlamıştı. Saçmalık. Bazen sadece bir kokuya aşık oluyorsun (aşk?). Bazen de bir koku sayesinde nefretle doluyor damarların (nefret gerçek). Eskiden kalma bir kokuya özlem duyabiliyorsun. Hatırlar mısın, anneannenin ahşap büfesinin içindeki o keskin, ismini koyamadığın kokuyu? Peki ya sobanın üzerinde pişen kestaneyi? Ruhunun ihtiyacı varmış gibi her duyduğunda içine çektiğin o benzin kokusunu? Damla sakızına benzeyen boya? Yapıştırıcının kokusu? Sayamayacağım belki de milyonlarcası…
En özeli bir dişinin. En keskini bir erkeğin. Boynundaki damarlar attıkça yayılan sahte veya doğal bir koku. Karakterize bir özellik olarak sayılmaması için geçerli bir sebep yok değil mi? Tavırların bu sahnede oyunlarını oynarken kokun seni ele verir adeta. Sen farklı bir kişiyi oynasan bile kokun dile gelir adeta ve bağırır. Burun diyorum, tuhaf şey. Binlercesinin içinden hepsini hatırlıyor, sınıflandırıyor ve o kokuya ihtiyacın olduğun anda cüretkar bir özlem meydana getirmesi için beyin denen muamma ile samimi ilişkilerde bulunuyor.
Avuç içlerinin kokusunu anımsıyorum. Ciğerlerimin üzerine bağımlılık gibi yapışan o arsızı. Saçlarını yüzüme dayayıp bir müptezel gibi içime çektiğim o kokuyu da anımsıyorum. Boynunun ardındaki dünyaları. Acaba başka birinin de avuçları seninkiler gibi kokar mı? En korktuğum şey de bu zaten. Ya o kokuyu bir daha bulamazsam? Kim demiş tüm kokular sahtedir diye? Sahtesinin olmadığı anda dahi ben alabildim o kokuyu. İnsanın kokusu.
(El Altı - 2017 )
2 notes
·
View notes