#ihtilaf
Explore tagged Tumblr posts
belkidebirharfimben · 7 months ago
Text
Ebubekir Sifil Hoca her konuda Bediüzzaman'la hemfikir olmak zorunda mı?
Tumblr media
Bunu da bir yazıyla zaptetsem iyi olacak. Geçenlerde, bir ağabeyimin dikkatimi çekmesiyle, Samet Yahya Bal kardeşin youtube videolarından birisini izledim. Tam başlığı şöyle: "Ebubekir Sifil Said Nursî'nin Büyük Hatasını İfşa Etti!" Gerçi, videoyu izlediğinizde, başlıkta söylenilen şeyin içerikle tam uyuşmadığını seziyorsunuz. (Yahut da en azından sondaki ünlem işareti bir 'parantez içi ünlem' olmalıydı.) Çünkü, Samet Yahya Bal kardeş, Bediüzzaman Hazretlerinin büyük bir hatasının ifşa edildiğini düşünmüyor. Hatta ortada hata olduğunu da düşünmüyor. Evet. İsabet ediyor. Ben de Bediüzzaman'ın bu konuda hatalı olduğunu düşünmüyorum. Ancak başlıkta, herhalde ilgiyi videoya çekmek için, böylesi bir yol izlenmiş. Eh, her yiğidin bir yoğurt yeyişi var. (Kendim de başlıklarım dolayısıyla çok azar işittiğimden fazla kelam etmeye cür'et edemiyorum.)
Fakat videoyu izledikten sonra benim de damağımda bazı acı tatlar kaldı. Bazı 'keşke'ler içimde söylendi. Şimdi ben de tenkidlerimi maddeler halinde beyan etmeye çalışayım. İnşaallah faydası olur. Evet. Bismillah her hayrın başıdır. Ve Bismillah:
1) Videonun içeriğiyle ilgili de bazı sıkıntılar var. Mesela: Ebubekir Sifil Hoca'nın konu hakkındaki beyanı çok kısa bir aralıkla izletiliyor. Öncesinde-sonrasında ne denmiştir? Buralara baktırılmıyor. Ebubekir Hoca'nın üslûbuna aşinalığımdan zannederim, o video en az beş-altı dakikalık falandır, o da en az. Çünkü Ebubekir Hoca, birşey hakkında konuşacağı zaman, altını iyice döşemeden, etrafını iyice çevirmeden, arkasını bir güzel toparlamadan mevzuu kapatmaz. Bu metod onda taş gibi yerleşmiştir. Maşaallah. Neredeyse on yıldır derslerinin sıkı bir takipçisiyim. Okumadığım kitabı olmadığını zannediyorum. Hatta bazılarını birkaç kez okumuşumdur. O nedenle Samet Yahya Bal'ın böyle kısa kesitler üzerinden tenkidini beğenmedim. Nihayetinde karşımızdaki çok kıymetli bir ehl-i sünnet âlimidir. Dine hizmeti denizler kadardır. Bizden, mademki biz de iman davasının neferleriyiz, herkesten daha fazla saygı görmeyi hakeder. Bu nedenle kesitin tamamının koyulmasını veya en azından tamamının linkle paylaşılmasını beklerdim. (Geç değildir. Birincisi elden gelmiyorsa da ikincisi için yol gayet açıktır.)
2) Ebubekir Sifil Hoca'nın her konuda Bediüzzaman'la aynı fikirde olmadığını biliyorum. Hoca zaten bunları beyan etmekten de çekinmez. (Mesela: Ebced-cifir meselesi.) Ancak şunu da biliyorum: İslam ulemasının ihtilafı yeni birşey değildir. Mezkûr konular hakkında ilk kez ihtilaf edenler Ebubekir Hoca ile Bediüzzaman da değildir. İkisinin de dayandığını asıllar olmakla birlikte birisi bir delilden tutmuştur, öteki başka bir delilden tutmuştur, bu tutuşmalar da normaldir. Hep olmuştur. Şunu İslam tarihinden kaldırabilmeye cür'et edebilecek var mıdır? Bunca cahilliğim içinde böyle bir iddiaya girişecek olanın aklına şaşarım. Bence ulemamız içindeki ihtilaflar kıyamete kadar devam edecektir. Hem bizim için bereketli yanları da olacaktır. "Ümmetimin ihtilafı rahmettir!" çok kıymetli bir düstûrdur. Yeter ki taraflar Ehl-i Sünnet dairesinin içinde kalsınlar. Birbirlerinin hürmetini kırmasınlar. İfrat etmesinler. Hakarette bulunmasınlar. Gerisi olmuştur, oluyordur, hep olacaktır da...
3) İbn-i Arabî Hazretlerinin durumu ihtilafların olduğu meselelerden birisidir. Samet Yahya Bal videosunda bütün Ehl-i Sünnet ulemasının İbn-i Arabî Hazretlerinin istikametine şahitlik ettiğini beyan ediyor. Doğrusu buna taaccüb ettim. Çünkü öyle olmadığını çok eserlerde okumuştum. Sözgelimi: Ömer Rıza Doğrul'un İslamiyetin Geliştirdiği Tasavvuf'unda İbn-i Arabî Hazretleri kendisine başlık açılmış bir meseledir. Orada, Doğrul, ulemanın İbn-i Arabî Hazretleri hakkındaki ihtilafını anlattıktan sonra 'savunanlar' ve 'yerenler' hakkında küçük birer liste de verir. Benim okumalarımdan anladığım: Tasavvuf tarafı olanlar genelde İbn-i Arabî Hazretlerini tevillerle anlamaya çalışmışlardır. Ehl-i Zâhir uleması diye tarif ettiklerimizse daha bir sert davranmışlardır. Bunların tutumları da kendi içinde farklı farklıdır. Hep bir derece olduklarını söylenemez. (Mesela: İmam-ı Rabbanî Hazretlerinin Mektubat'ta İbn-i Arabî Hazretlerine tavrı Bediüzzaman'ın tavrından biraz daha sert gelmişti bana. "Fütuhat-ı Medeniye (sünnet-i seniyye) varken Fütuhat-ı Mekkiye'ye (İbn-i Arabî Hazretlerinin eseri) bakılmaz!" gibi ifadeleri vardı.) Dolayısıyla ümmetin ihtilaf edegeldiği bir meselede Ebubekir Sifil Hoca gibi (veya evvelinde Mustafa Sabri Efendi merhum gibi) tasavvufa intisabını bilmediğim bir hocanın bakışı, elbette Nakşibendî-Halidî medreselerinde yetişmiş bir Bediüzzaman'la aynı olmayabilir. Burayı kaşımanın da çok bir anlamı yoktur. Zira ne kadar kaşırsanız kaşıyın bu iyi yaka birbirine kavuşmaz. Kavuşması da gerekmez. O orada, bu burada güzeldir, yerindedir. Allah hepsini bir hikmetle yaratmıştır.
4) Samet Yahya Bal, videonun ortalarına yakın, 'kavaid-i ehl-i sünnet' meselesini 'niye öyle yaptığını anlayamadığım' bir yere bağladı. Ehl-i Sünnet ulemanın içtihad farklılıklarını anarak İslam'ın bu kavaid içine hapsedilemeyeceği gibi birşeyler söyledi. Doğrusu çok taaccüb ettim. O ihtilafların Ehl-i Sünnet usûlü dışında mı yapıldığını düşünüyordu? Herhalde öyle düşünüyordu ki böyle bir delil getirdi. Bu delillendiriş çok yanlıştır. Müçtehidlerin usûlleri elbette birbirlerinden farklı olabilir. Malikî usûlü, Hanefî usûlü, Şafiî usûlü birbirinden farklı detaylar içeriyor olabilirler. Fakat, dikkat buyurunuz, bunların tamamı yine Ehl-i Sünnet içinde usûllerdir. Birbirlerini Ehl-i Sünnet kabul ederler. Sözgelimi: İmam Şafiî rahimehullah, Malikî usûlünü bizzat İmam Malik rahimehullahın kendisinden, Hanefî usûlünü İmam-ı Âzâm rahimehullahın en büyük üç talebesinin üçüncüsü olan İmam Muhammed rahimehullahtan ders almıştır. Her üçü hakkında da sitayişkâr sözleri vardır. Kendi usûlünün farklı olması onları Ehl-i Sünnet bulmadığından değildir. Ehl-i Sünnet en geniş dairedir. Bunlar o geniş dairenin içindeki yollardır. O yüzden biz birbirimizin arkasında namaz kılarız. Ama tutup bir Caferî'nin arkasında namaz kılmayız. Dolayısıyla Kur'an, hadis, icma, kıyas dörtlüsüne gerektiği gibi değer veren o geniş dairedeki ihtilaf yine 'kavaid-i ehl-i sünnet içinde' bir ihtilaftır. Dışı değildir. Samet Yahya Bal kardeşin bu yolla yaptığı istidlal doğru değildir. Hatalı bir argümandır.
Peki 'taassub' ile kastedilen nedir? Herhalde Bediüzzaman'ın buradaki kastı, 'körükörüne' değil, Mustafa Sabri Efendi merhumun İbn-i Arabî Hazretlerinin şahsını teviller ile kurtarmaya pek yanaşmamasıdır. Zira zâhir uleması murabıt gibidirler. Tasavvuf ehli akıncı gibidirler. Murabıtlar sınırları korudukları için çok hassaslardır. Akıncılar fetih için çabaladıklarından ileri-geri çok at oynatırlar. İslam'ın yayılışı genelde mutasavvıflar eliyle olmuştur. Esaslarının korunması ise murabıtların himmetiyledir. (Allah hepsinden razı olsun.) Ve zâhir uleması ile bâtın ulemasının hassasiyetleri de kimi hususlarda başkalaşmıştır. Tasavvuf tarihini inceleyenler bu türden tartışmalara hep rastlarlar. Hatta mutasavvıflar içinde de birbirlerine murabıtlık yapanlar olmuştur. (Nakşibendiler bu açıdan tasavvuf ehli içinde murabıt gibidirler. Tarikat içinde şeriatın muhafazasına ayrıca dikkat ederler. İmam Kuşeyrî, İmam Gazalî gibi hazretler de yine bu sadedde sayılabilir isimlerdir.)
5) Peki, Samet Yahya Bal'ın hiç mi isabeti yok? Elbette var. Bediüzzaman'ın Mustafa Sabri Efendi merhuma hürmetini anarken doğru yapıyor. (Gerçi bu hürmeti Ebubekir Sifil Hoca da bilir zaten.) Ve mezkûr mektubun sadedinin Mustafa Sabri Efendi'nin Musa Bekuf'a (Musa Carullah'a) yaptığı bütün eleştirileri 'ifrat bulmak' temelinde olmadığını belirtmekle doğru yapıyor. Evet. Hakikaten o mektubun sadedi bu değildir. O mektubun sadedi, meşhur reddiyeleşmeler sırasında, İbn-i Arabî Hazretlerinin şahsiyeti hakkında söylenenlerdir. Bediüzzaman, haklı bir şekilde Mustafa Sabri Efendi merhum Musa Carullah'a atış yaparken, arada İbn-i Arabî Hazretlerinin daha fazla kollanması gerektiğini düşünüyor. Ve Mustafa Sabri Efendi merhumu da, değil reddiyeleştiği için, İbn-i Arabî Hazretlerini hakkıyla kollamadığı için 'ifrat' içinde buluyor. Lakin mektubun devamında Mustafa Sabri Efendi'nin Musa Carullah'a tenkidlerinde doğru bir yerde durduğunun da altını çizmektedir:
"Birisi ifrat etmiş, diğeri tefrit ediyor. Mustafa Sabri gerçi müdafaatında Mûsâ Bekûf'a nisbeten haklıdır; fakat Muhyiddin gibi ulûm-u İslâmiyenin bir mucizesi bulunan bir zâtı tezyifte haksızdır..."
Ebubekir Sifil Hoca, eğer, Bediüzzaman'ın, Mustafa Sabri Efendi merhumun Ehl-i Sünnet çizgisini savunmasını 'ifrat' olarak gördüğünü anlamışsa, elbetteki mektubu yanlış anlamıştır. Zira Risale-i Nur'da Ehl-i Sünnet kelimesini şöyle bir aratsanız mürşidimin durduğu yerin ne kadar sabit olduğunu görürsünüz. Kendisini kesinlikle Ehl-i Sünnet içinde tanımlamaktadır. Kurtulmayı da ancak Ehl-i Sünnet dairesi içinde olmakta, ona sığınmakta-tutunmakta gördüğünü belirtmektedir, bu konuda mürşidimin bir 'acaba'sı yoktur. Ancak Ehl-i Sünnet ulema içinde İbn-i Arabî Hazretlerinin makamının yüce olduğunu düşünen yalnız Bediüzzaman değildir. İmam Suyutî rahimehullah gibi çokları onu müdafaa etmişlerdir. Kaldı ki: Bediüzzaman'ın mutasavvıf bir yanı vardır. Kendisi tarikat şeyhi olmasa da terbiyesinden geçmiştir. Birçok hatırada, hatta mektuplarında bile, beyan ettiği gibi birkaç tarikattan irşadda bulunabilme salahiyetine sahiptir. (Ancak kimseye tarikat dersi vermemiştir.) Üstelik Mustafa Sabri Efendi merhum gibi Hanefî-Maturidî değil Şafiî-Eş'arîdir. Eh, elbette, her konuda hemfikir olmaları beklenemez.
6) Ebubekir Sifil Hoca'nın Risale-i Nur'u okumadığını söylemek büyük hatadır. Arkadaşlar, okumadığım kitabı yok, izlemediğim de çok az dersi var. (Yeni çekilenleri de yavaş yavaş izliyorum.) Ebubekir Hoca'nın gerek kitaplaşmış gerek kitaplaşmamış birçok makalesinde Bediüzzaman'ı savunduğunu ben biliyorum. Üstelik eserlerinden alıntılar yaparak ona yapılan bazı suçlamaların yanlışlığına dikkat çekip cerh ediyor. Bir dönem FETÖ'ye de İçtihad Risalesi gibi eserlerden alıntılar yaparak reddiye de bulunduğunu yine kitaplarını okumuş olanlar bilirler. Ebubekir Sifil Hoca Risale-i Nur'u biliyor. Ancak elbette onu bir nurcu gibi görmüyor. Bu hususta da biz nurcuların biraz kendi fanusumuzdan çıkmamız lazım. Herkesin tastamam Bediüzzaman'ın her fikrine katılması gerektiğini düşünüyoruz. Bunu içimizde düşünmenin bir arızası yok ama ümmete dayatıyor bir hale gelmek de doğru değil. Bu ümmetin içinde nice âlimler çıkmış. Allah hepsine rahmet etsin. Kimse tek bir ekolde birleştirmeyi başaramamış. Demek bu ihtilaflar hep sürecek. 'Hep sürecek' gibi yaşamayı unutmayalım.
Kendimizi ifade edelim. Tamam. Lakin her farklı düşünenin de hakaret ettiğini sanrılamayalım. Evet. Ebubekir Hoca'nın (veya daha başka bir Ehl-i Sünnet âliminin) Bediüzzaman'ın hata ettiğini düşündüğü yerler olabilir. Bunda dayandığı asıllar da olabilir. Bizim delillerimizi delilden saymıyor da olabilir. Dört mezhep içinde böyle ihtilaflar yok mu? Oniki tarikat içinde böyle tartışmalar olmamış mı? Heyhat! Yoktur diyenin ilimden nasibi yoktur. Bunlar hep olmuştur. Öyleyse? Öyleyse alışmak lazım.
Bediüzzaman Hazretleri, Seyyid Abdülhakim Arvasî Hazretleriyle ebced-cifir meselesinde düştükleri ihtilafla ilgili olarak, bir mektubunda şöyle demiyor mu:
"Gayet ciddî bir ihtarla bir hakikati beyan etmeye lüzum var. Şöyle ki: 'Gaybı Allah'tan başkası bilemez!' sırrıyla ehl-i velâyet, gaybî olan şeyleri, bildirilmezse bilmezler. En büyük bir velî dahi, hasmının hakikî halini bilmedikleri için, haksız olarak mübareze etmesini Aşere-i Mübeşşerenin mabeynindeki muharebe gösteriyor. Demek, iki veli, iki ehl-i hakikat birbirini inkâr etmekle makamlarından sukut etmezler. Meğer, bütün bütün zâhir-i şeriate muhalif ve hatâsı zahir bir içtihadla hareket edilmiş ola. Bu sırra binaen 'Öfkelerini yutanlar ve insanların kusurlarını affedenler...'deki ulüvv-ü cenab düsturuna ittibaen ve avâm-ı mü'minînin şeyhlerine karşı hüsn-ü zanlarını kırmamakla, imanlarını sarsılmadan muhafaza etmek ve Risale-i Nur'un erkânlarının haksız itirazlara karşı haklı, fakat zararlı hiddetlerinden kurtarmak lüzumuna binaen; ve ehl-i ilhadın iki taife-i ehl-i hakkın mabeynindeki husumetten istifade ederek, birinin silâhıyla, itirazıyla ötekini cerh edip ve ötekinin delilleriyle berikini çürütüp ikisini de yere vurmak ve çürütmekten içtinaben, Risale-i Nur şakirtleri, bu mezkûr dört esasa binaen, muarızlara hiddet ve tehevvürle ve mukabele-i bilmisille karşılamamalı. Yalnız kendilerini müdafaa için musalahakârâne, medâr-ı itiraz noktaları izah etmek ve cevap vermek gerektir. Çünkü bu zamanda enaniyet çok ileri gitmiş. Herkes, kameti miktarında bir buz parçası olan enaniyetini eritmeyip bozmuyor, kendini mazur biliyor; ondan nizâ çıkıyor. Ehl-i hak zarar eder; ehl-i dalâlet istifade ediyor." 
Ben, şahsen, Ebubekir Sifil Hoca'yı sırtımda taşımayı dileyecek kadar çok seviyorum. Namazlarımdan sonra ona, İhsan Şenocak Hoca'ya ve birkaç isme daha afiyet-istikamet duası ediyorum. Onları bu imtihanlı asırda semadaki yıldızlar gibi biliyorum. Yarın kıyamet kopsa, mizan kurulsa, cennetlik-cehennemlik ayrılsa; inşaallah; Ebubekir Sifil Hoca'nın, Mustafa Sabri Efendi merhumun, Zahid el-Kevserî Hazretlerinin, Bediüzzaman'ın kolkola cennete gireceklerini umut ediyorum. Böyle gördüğüm zaman içimde hiçbir ayrılık-gayrılık kalmıyor. Kardeşlerime de böyle bir bakış tavsiye ederim işte. Birisi Ehl-i Sünnet dairesinde hizmet ediyorsa başımızın tâcıdır. İhtilafımız daire içinde bir ihtilaftır. Yalnızca burası için geçerli bir ihtilaftır. Öteki tarafta hükmü yoktur. Hele ki Ebubekir Sifil Hoca gibi hizmet ediyor olsun. Onun dersleriyle imanının kurtulmasına vesile oldukları hiç az değildir. Allah afiyetle nice imanlar kurtarmak nasip eylesin. Âmin. Âmin. Âmin. Ya Allah, ya Hakîm, ya Rahîm.
2 notes · View notes
hengamedebiri · 7 months ago
Text
Tumblr media
Bilmeyenler sussaydı, insanların arasındaki ihtilaf azalırdı.
| İmam Gazâli (r.aleyh)
108 notes · View notes
icgudusel · 4 months ago
Text
Ironik. Eskiden, ben çocukken telefonla konuşmanın adabı ile ilgili bahisler vardı. Yapılan bazı şeylerin makbul çerçeveleri kamu spotu gibi anlatılır hatta ders konuları olurdu. Yolda yürümek, sosyal ortamlara giriş veya çıkışlar, giyim uygunlukları, taşıt kullanımları hasılı insana temas ettiğimiz her alanla ilgili adap dersleri vardı. Neredeyse aristokrat gibi yetiştik çünkü nesli bize devredenler bunu sorumluluk olarak görüyordu.
Kırsal göçlerin hakim nüfus olmasıyla beraber normların çoğu bozuldu. Sonra sistemin artan özgürlükler rahatlığı ve çoğalan nüfus içinde yapılanların çok fark edilmeyeceği algısıyla ufak ufak çoğunluk umarsız mizantrop bir eksende toplandı ve norm bu oldu.
Artık bir şeyden bireysel çıkar ve fayda ışıltısı ile durumları ölçen insanlar yeni ilkel tarzlar geliştirdi. Engel atıyorsun yok oluyor adabı falan yok bunun. Engel atıyorsun yaptığın tüm terbiyesizlik buhar oluyor. Insan değil çünkü senden başka hiç kimse. Bunlar iyi zamanlar yine. Insanların insanları kesme cesareti de artacak yıllar içinde.
Eski İstanbul beyefendileri ve hanımefendilerini yazdıklarım dışında tutuyorum. Azınlık da olsa varlar ve bir insan biriyle görüş ayrılığı ya da ihtilaf yaşayınca anlaşılan şeyler bunlar.
8 notes · View notes
ayten-ali · 7 months ago
Text
Tumblr media
“Yâ RABBİ! Yerde Ve Gökte SANA İtâat Edenlere Merhamet Eyle. Ey KERİM Olan ALLAH'IM! Lütuf Ve Keremin Hürmetine Bütün Günahlarımızı, Hatâ Ve Kusurlarımızı AFFEYLE. Ey Dilediğini Yok Ve Var Eden ALLAHIM! Kalan Ömrümüzde Bizi Kötülüklerden Koru. Râzı Olmadığın, Beğenmediğin Seyleri Bize Çirkin Göster, Beğendiklerini Sevdir. Bizlere Râzı Olduğun İşleri Yapmayı Nasîb Eyle. Vefâtımıza Kadar Bu Hâlimizi Dâim Eyle. İrâdelerimizi Bu Hususta Kuvvetlendir, Niyetlerimizi Sağlamlaştır. Bunlar İçin Kalbimizi Islâh Eyle. Uzuvlarımızı Bu İşlere Sevkeyle. Bizi Muvaffak Kıl Ve İşlerimizde Yardım Eyle. Yâ RABBİ! Bize SENDEN Utanmayı, Beğendiğin Her Söze Koşmayı İhsân Eyle. SEÇTİKLERİNE, SEVDİKLERİNE Nasîb Ettiğin, Beğendiğin İşleri Yapma Ve SENİ Devamlı Anma Hâlini, Sırf SENİN İçin Yapılan Amellerin En Güzelini Yapmayı Ömrümüzün Sonuna Kadar Devâm Etmeyi Nasîb Eyle. Ölümümüzü İyi Eyle. Ölümü Bize İkram, İhsân, SANA Yakınlık Ve Sevinç Eyle; pişmanlık Ve Üzüntü Eyleme. Kabirlerimize Neşe Ve Sevinç İle Girmek Nasîb Eyle. Kabirlerimizi Cennet Bahçeleri Ve RAHMETİNİN İndiği Yerler Eyle. Orada Bizi Korkudan Emin Eyle. Dirilteceğin Güne Kadar Bizi Emin Ve Kalpleri Huzurlu Olanlardan Eyle. Yâ RABBİ! Bizden Fitneyi Gider. Belâlardan Kurtar. Bize Müslümanlar Arasında İhtilaf Gösterme. Bizleri SANA Yaklaştıran Şeylerde Birleştir. Yâ RABBİ! Bize, SENDEN Korkmayı, SANA Tâzim Ve Hürmeti, Sevdiklerine Lütfettiğin MARİFET Ne Nîmetlerini Bize İhsân Ve Bunları Devamlı Eyle. Yâ RABBİ! Bedenlerimize, Bütün Kardeşlerimize, Bizden Sonra Gelecek Çoluk Çocuğumuza, Yakınlarımıza, SIHHAT Ve AFİYET İhsân Eyle. Bu Afiyeti Diğer Bütün Mümin Erkek Ve Kadınlara da Ver.”
(Cüneyd-i Bağdadi Hz)
Yüce RABBİM Sevdiği Kullarının Hürmetine Bizim de Dualarımıza İcabet Buyursun İNŞALLAH. ALLAH'IN ﷻ Selamı Rahmeti Bereketi Peygamber Efendimiz Hz MUHAMMEDİN ﷺ Şefaati Üzerinize Olsun. Hayırlı Akşamlar, Nurlu Cumalar. Cuma Akşamınız Mübarek Olsun Arkadaşlar
15 notes · View notes
hattabi · 8 months ago
Text
İhtilâfı toplumlar/milletler, mezhepler cemaatler, cemiyetler içinde gördük/görüyoruz. Büyükten küçüğe toplumun her alanında karşılaştığımız bir hakikat olarak kabul ettik. Öyle ki dostlar arası hatta aile içi eşlere dahi indiğine şahid oluyoruz. İki kişi olmasın ki aralarında ihtilaf ettiği bir mesele yaşamasınlar ve bugün iki insanın üzerinde ihtilaf etmediği bir meseleye dair bir misal dahi getiremiyoruz. Daha ötesi ise kişinin kendisi ile yaşadığı ihtilâftır. İnsanın şüpheleri benliğinde zamanla ihtilâfa dönüşmüş ve onu içinden çıkılmaz bir hale sokmuştur. En tehlikesi ise budur, neye iman edip neyi inkar edeceği noktasında bir ihtilâfa düşmüş ise ondan selâmetle kurtulması ancak bir rahmet tecellisi ile mümkündür. Bu sebeple her daim duamız;
”..اهدني لما اختلف فيه من الحق بإذنك، إنك تهدي من تشاء إلى صراط مستقيم“.
“..İhtilafa düşülen şeyde beni, izninle Hakk’a ulaştır. Şüphesiz Sen, dilediğini doğru yola iletirsin.”
7 notes · View notes
smaumutelcisi · 19 days ago
Text
Allahım! Efendimiz Hazreti Muhammed’e ve O’nun nebî ve resûl kardeşlerine, mahlûkatın sayısınca, Ulu Zâtının rızası, Arşının ağırlığı ve kelimelerinin mürekkepleri miktarınca salât eyle.
Allahım! Efendimiz Hazreti Muhammed’e ve âline, Senin ölçüler üstü kemâlin ölçüsünde, o kemâle yaraşır ve Nebiy-yi Ekrem Efendimiz’in Senin nezdindeki büyüklüğüne uygun şekilde salât eyle.
Allahım! Tembellikten, düşkünlük derecesine varan ihtiyarlıktan, borç altında ezilmekten ve günahlardan Sana sığınıyorum. Cehennem azabından ve fitnesinden, kabirde azaba dûçâr kalmaktan, zenginlik ve fakirlik fitnelerinin şerrinden ve Mesîh-i Deccal’ın fitnesinin şerrinden de Sana iltica ediyorum.
Allahım! Hatalarımı kar ve dolu suyu ile yıka. Beyaz elbisenin kirlerden arındığı gibi, kalbimi günahlardan arındır ve benimle günahlarımın arasını, doğu ile batının arasını ayırdığın gibi ayır.
Allahım! Aciz düşmekten, tembellik yaşamaktan, korkak davranmaktan ve kocamaktan Sana sığınırım. Kabir azabından Sana iltica ediyor; hayatın ve ölümün fitnelerinden de yine Sana sığınıyorum.
Allahım! Kalb katılığından, gafletten, fakirlikten, zillet ve meskenetten Sana sığınırım. Fakirlikten, küfür ve nankörlükten, fısktan, ihtilaf çıkarmaktan, süm’a ve riyadan, kulluğumu başkalarının duyup görmesine bağlamaktan da Sana sığınırım. Sağırlık, dilsizlik, delilik ve cüzzam gibi ağır hastalıklardan da yine sadece Sana iltica ediyorum Allahım.
Allahım! Gücümün zayıflığını, çaresizliğimi ve insanlarca önemsenmeyişimi Sana arz ediyorum.
Allahım! Nefsime takva bahşeyle ve onu temizle; onu temizleyecek olan şüphesiz yalnız Sensin. Sen, onun velîsi ve mevlâsısın.
Allahım! Fayda vermeyen ilimden, ürpermeyen kalbden, doyma bilmeyen nefisten ve icabet edilmeyen duadan Sana sığınıyorum. İşlediğim ve işlemediğim amellerin şerrinden Sana sığınıyorum Allahım! Bildiklerim ve bilmediklerimin şerrinden de yine Senin rahmetine iltica ediyorum Allahım!
Ey Rahman ü Rahîm, celâl ve ikram sahibi, Hayy u Kayyûm olan Allahım! Nimetinin zevalinden, afiyetinin değişmesinden, azabının ansızın gelip çatmasından ve her türlü gazabından Sana sığınıyorum.
3 notes · View notes
ah-val · 11 months ago
Text
Evliyânın büyüklerinden Cüneyd-i Bağdâdî Hazretlerinden bir kimse duâ istediğinde şöyle duâ ederdi: "Allahü Teâlâ senin kalbini dağınık etmesin. Seni, kendisinden alıkoyan her şeyden kurtarsın. Kendisine kavuşturan şeylere kavuştursun. Seni mâsivâdan (Cenab-ı Haktan başka şeylerden) kurtarıp, kendisiyle meşgul eylesin. Sana kendisiyle berâber olmaya lâyık bir edep ihsân eylesin. Kalbinden, râzı olmadığı, beğenmediği şeyleri çıkarıp, Kendi rızâsını koysun. Seni Kendisine ulaştıran yola kavuştursun." Cüneyd-i Bağdâdî Hazretleri şöyle duâ ederdi: Yâ Rabbî! Yerde ve gökte Sana itâat edenlere merhamet eyle. Ey Kerîm olan Allahım! Lütuf ve Keremin hürmetine bütün günahlarımızı, hatâ ve kusurlarımızı affeyle. Ey dilediğini yok ve var eden Allahım! Kalan ömrümüzde bizi kötülüklerden koru. Râzı olmadığın, beğenmediğin şeyleri bize çirkin göster, beğendiklerini sevdir. Bizlere râzı olduğun işleri yapmayı nasîb eyle. Vefâtımıza kadar bu hâlimizi dâim eyle. İrâdelerimizi bu hususta kuvvetlendir, niyetlerimizi sağlamlaştır. Bunlar için kalbimizi ıslâh eyle. Uzuvlarımızı bu işlere sevkeyle. Bizi muvaffak kıl ve işlerimizde yardım eyle. Yâ Rabbî! Bize senden utanmayı, beğendiğin her söze koşmayı ihsân eyle. Seçtiklerine, sevdiklerine nasîb ettiğin, beğendiğin işleri yapma ve seni devamlı anma hâlini, sırf senin için yapılan amellerin en güzelini yapmayı ömrümüzün sonuna kadar devâm etmeyi nasîb eyle. Ölümümüzü iyi eyle. Ölümü bize ikram, ihsân, sana yakınlık ve sevinç eyle; pişmanlık ve üzüntü eyleme. Kabirlerimize neşe ve sevinç ile girmek nasîb eyle. Kabirlerimizi Cennet bahçeleri ve rahmetinin indiği yerler eyle. Orada bizi korkudan emin eyle. Dirilteceğin güne kadar bizi emin ve kalpleri huzurlu olanlardan eyle. Yâ Rabbî! Bizden fitneyi gider. Belâlardan kurtar. Bize müslümanlar arasında ihtilaf gösterme. Bizleri sana yaklaştıran şeylerde birleştir. Yâ Rabbî! Bize, senden korkmayı, Sana tâzim ve hürmeti, sevdiklerine lütfettiğin mârifet ve nîmetlerini bize ihsân ve bunları devamlı eyle. Yâ Rabbî! Bedenlerimize, bütün kardeşlerimize, bizden sonra gelecek çoluk çocuğumuza, yakınlarımıza, sıhhat ve âfiyet ihsân eyle. Bu âfiyeti diğer bütün mümin erkek ve kadınlara da ver."Amin
7 notes · View notes
ruhurevan-tr · 3 months ago
Text
Tumblr media
Münakâşa ve Cedel
İhtilaf ve kavgalar bir işe yaramaz.
İhtilaf ve görüş ayrılığı düşmanlık duygularını harekete geçirir, düşmanlık ise insana daima bela yağdırır.
[Ebu Bekir Varrak Hz.]
4 notes · View notes
umuttherzamanvar · 3 months ago
Text
Tumblr media
FILOZOFLARIN TUTARSIZLIĞI
BİRİNCİ MES'ELE (GAZÂLÎ)
Onlar (filozofların âlemin kadim olduğu husūsundaki sözlerinin iptaline dairdir
#MEZHEP (#GÖRÜŞLERİNİN #AÇIKLANMASI:
Filozoflar, âlemin kadim olması konusunda ihtilaf etmişlerdir.
Onlardan mütekaddimin (eskileri) ve müteahhirin (sonrakiler) in hepsinin üzerinde karar kıldığı görüş; onun (alemin) kadim olması sözüdür.
O (âlem), devamlı Allah ile birlikte var olmuştur.
O'nun ma'lûlüdür ve onunla birliktedir.
Malûlün illeti, ışığın güneşi takip edişi gibi onu takip eder.
Zaman bakımından ondan sonra değildir.
Bari Teâlâ'nın (åleme) önceliği, illetin ma'lûle önceliği gibidir.
Bu öncelik sıra ve zát bakımındandır, zaman bakımından değildir.
Eflatun'dan nakledilir ki o, âlem var edilmiş ve sonradan meydana getirilmiştir demiştir.
Sonra onlar (filozoflar) dan bir kısmı onun (Eflatun) sözünü te'vil edip âlemin sonradan meydana gelmiş olduğuna inanmayı reddetmişlerdir.
Calinus (1) da ömrünün sonlarına doğru: Calinus'un İnandığı görüşler adını verdiği eserinde bu mes'elede duraklama yoluna gitmiştir.
O, âlemin kadim mi, yoksa sonradan meydana getirilmişmi olduğunu bilmemektedir.
Belki de bunun bilinemiyeceğine delil getirmiştir.
Ancak bu, ondaki bir eksiklikten dolayı değil mes'elenin akıllara zor gelmesinden dolayı olabilir.
Bu görüş, onların mezhepleri içerisinde şaz (müstesna) bir görüştür.
Onlar (filozoflar) in hepsine göre ålem kadimdir ve-yine hepsine göre bir vasıta olmadan kadimden hådisin sådir olması katiyen düşünülemez.
Onların Delillerinin İråd edilmesi:
Eğer ben onlardan delil sadedinde nakledilenleri anlatmaya ve bu konudaki itirazları zik retmeye yeltenseydim, bu mes'elede sayfalar karalardım. (2)
Ne varki uzatmanın hayri yoktur.
Biz onların delillerinden; her bakan kişinin çözümleyebileceği şekilde zayıf tahayyüle dayanan
SAYFA 17
tahakküm sadedindeki görüşlerini bir kenara atalım ruhlarda te'siri olan seçkin görüş sahiplerini şüpheye düşürecek delillerini iråd etmekle yetinelim.
Zira zayıf görüşlü kimselerin en küçük bir hayalle şüpheye düşürülmesi mümkündür.
Bu tür delilleri üç tanedir:
BİRİNCİ DELİL:
Onlar (filozoflar)ın, mutlak sûrette kadimden bir hádisin südüru sözleridir.
(Derler ki:) Eğer biz bir kadim var sayacak olursak ve bundan sözgelimi- âlem sâdır olmamışsa, sådır olmayışı onun var olması için bir müreccih (tercih edici bir neden) bulunmayışından dolayı olabilir.
Çünkü âlemin var olması salt imkân bakımından mümkündür.
Bundan sonra âlem eğer, hådis olursa müreccih (tercih edici bir neden) ya yenilenmiştir veya yenilenmemiştir.
Eğer müreccih yenilenmemişse ålem daha önce olduğu gibi salt imkân (şekli üzere) baki kalır.
Eğer bu müreccih yenilenmişse bu müreccihi meydana getiren kimdir?
(Ve bu müreccih) niçin şu anda hadis olmuştur da daha önce hådis olmamıştır?
Müreccihin meydana gelmesi konusunda suål båkidir. (3)
Ezcümle, eğer kadimin halleri birbirine benziyorsa, ondan ya hiç bir şey var olmıyacaktır veya devamlı var olacaktır.
Bu takdirde (var olmanın) terk edilmesi halinin, (var olmaya) başlama halinden ayırdedilmesi muhåldir.
Bunun tahkiki için denilebilir ki: Ålem, hadis olmazdan önce neden meydana gelmemiştir? B
unun, (Muhdis'in -Allah'ın) ihdås etmekten aczine hamledilmesi-mümkün değildir.
Hudûsun müstahil olduğuna hamledilmesi de (mümkün değildir) çünkü bu, kadimin (Tanrının) acz halinden kudret haline inkılâb etmesine, âlemin de istihlåleden imkân haline dönüşmesine vesile olur.
Bunun her ikisi de muhaldir. Daha önce (ålemin hüdüsun- dan evvel) bir gåye yoktu, sonra gâye yenilendi denilmesi de imkânsızdır. (Alemin hüdüsundan önce) ålet (álemi meydana getirecek araçlın yok olup sonra var olmasına da hamletmek imkânsızdır.
Şu halde insan zihnine en yakın söz şudur: O (Tanrı) daha önce (álem yaratılmazdan evvel) onun (âlemin) varlığını istememiştir.
Bu takdirde şöyle demek zorunluluğu da doğar: (Şimdi) âlemin vücudu hâsıl olmuştur.
Çünkü O (tanrı), onun (âlemin) var olmasını önce istemezken şimdi ister olmuştur.
Bu durumda iråde hådis olacaktır.
İrådenin (Tanrının) zátında hüdūsu muhåldir, çünkü o hadisler için bir mahal değildir.
Zâtının dışında hadis olması ise onu iråde edici duruma getirmez.
SAYFA 18
Biz hüdüc mahalline atf-ı nazar etmeyi bırakalım, âlemin hüdūsu kuralında da problem mevcûd değil midir?
O, nereden hadis olmuştur?
Neden şimdi hadis olmuştur da, daha önce hâdis olmamıştır?
Şu anda Allah'tan başka birisinin tarafından mı hadis kılınmıştır?
Muhdis (meydana getiren) olmadan hadis olmak caiz ise, âlem de såni'i (yapıcısı) bulunmadan hádis olmuş olsun (câizdir).
Aksi takdirde bir hadis ile bir başka hadis arasında ne fark vardır?
Eğer âlem Allah'ın ihdás etmesiyle hadis olmuşsa, niçin şimdi hadis olmuştur da, daha önce hadis olmamıştır?
Araç yokluğundan mı? Kudret yokluğundan mı?
Gâye yokluğundan mı?
Tabiat yokluğundan mı?
Bunlar varlık (şekline) dönüşünce mi ålem hådis olmuştur.
O zaman, ayniyle problem yeniden döner.
Yoksa iråde olmadığından mı (álem Hadis olmamıştır?)
Bu takdirde irade (bir başka) irådeyi gerektirir.
İlk irâde de bir başka irâdeyi. Ve bu, sonsuza kadar uzayıp gider.
Öyleyse, kadim'in durumunda; kudret, araç, vakit, gâye veya tabiiat bakımından bir değişiklik olmadan, hådisin kadimden südür etmesinin muhal olduğu mutlak bir sözle (şekilde) gerçekleşmiş oluyor. (Kadim'de) bir hal değişikliği var saymak ise muhaldir. Çünkü bu sonradan meydana gelen değişiklik konusunda (söylenebilecek söz), diğeri için söylenebilecek söz gibidir ve her ikisi de muháldir.
Ålem mevcûd olduğuna ve onun hadis olması muhal göründüğüne göre, şüphesiz ki kadim olduğu sabit olmuştur. (4)
Bu, onların delillerinin en hayali olanıdır.
(Filozofların) diğer ilahiyat mes'elelerine dair sözleri, bütünüyle bu mes'eledeki sözlerinden daha aşağıdadır. Çünkü burada öylesine (değişik) hayal sanatlarını varsayıyorlar ki diğer (mes'elelerde) bunlara dayanamıyorlar.
Bunun için de biz bu mes'eleyi öne aldık ve en kuvvetli delillerini önce zikrettik.
#İMÂM-I #GAZZALI
#TEHAFÜT #EL-#FELASİFE #FILOZOFLARIN #TUTARSIZLIĞI
#BİRİNCİ #MESELE
#MEZHEP (#GÖRÜŞLERİNİN #AÇIKLANMASI:
2 notes · View notes
etaali · 6 months ago
Text
Tumblr media
Biz böyle inanırız Aksa Tufanı operasyonunda Mezhep, meşrep, ırk, renk fark etmez direnişin yanındayız
"İhtilaf Yönünde Konuşan Her Gırtlak Düşmanın (Siyonistlerin) Mikrofonudur!
İmam Seyyid Ali Hamenei
3 notes · View notes
urvetulvuskaa · 2 years ago
Text
"Her hangi bir konuda ihtilafa düşerseniz, onun hükmü Allah'adır.”
Allah c.c. burada, insanlar ihtilafa düşerlerse, bu ihtilaflarını Allah'a geri çevirmelerini emretmiş ve gerekli kılmıştır.
İşte her kim savunmasını, tartışmasını ve hüküm kaynağını Allah'a ve Allah'ın indirdiklerine başvurarak halletmezse ve halletmek için uğraşmazsa, bu durumda Allah'ın emrine muhalefet etmştir ve Allah'tan başkasına muhakeme olmuş olur.
Taberi şöyle demiştir:
“Burada Allah c.c. şöyle demek istemiştir: “
Ey insanlar! Her hangi bir konuda ihtilaf ederseniz, aranızda anlaşmazlığa düşerseniz, onun hükmü Allah'adır.”
Yani diyor ki;
Şüphe yok ki o Allah aranızda hüküm verecek, hükmü aranızda o çözecektir.”
Taberi'nin bu sözü çok nettir.
Hükmü çözen hakimdir.
Eğer sen hükmü bir mahkemede çözersen, hükmü ona çevirmişsindir. Eğer Allah'ın indirdikleri ile Allah'ın emrettiği şekilde çözersen, Allah'ın emrini yerinegetirmişsindir.
Eğer tağutun mahkemesine giderek çözersen, hüküm tağutlarla meseleyi çözmüşsün ve onlara muhakeme olmuşsundur.
Allah c.c. şöyle buyurmuştur:
Bundan sonra, sizler rabbinizin huzurunda muhasame olacaksınız. (tartışacaksınız, savunacaksınız)”
Muhasame olacaksınız, yani rabbinizin huzurunda tartışacaksınız, bu şekilde de Allah'a muhakeme olmuş olacaksınız manasındadır.
..
11 notes · View notes
reyliika · 2 years ago
Text
6 notes · View notes
seslimeram · 1 year ago
Text
Hanemize Hep Mi Keder Yazıldı
Tumblr media
Her şey sakil bir şaklabanlığın esiriymiş gibi davranılırken, hakikatin yıkıcılığı aleni, artık hiçbir yere saklanamayacak kadar yalın bir tahayyülü imliyor. Hiçbir zaman bir iyiliği hiç ama hiçbir zaman tek bir anlığına dahi sulhu var edemeyecek dünya imgesinin koşar adım gittiği istikameti bildirmesi açısından mühimdir işte o şaklabanlık hallerinin gerçek sayıla gelmesi! Tümüyle bir illüzyon içerisinde sanki her şey rutinini var edemiyormuş gibi belli bir sabitimiz var edilir. Gel gelelim azıcık meyil verildiğinde bize gösterilenlerle hakikat arasında dağlar kadar fark vardır. Bu hem söz, hem eylem, hem de her anlamda yaşamsal olanın yerle yeksan edildiği bir düzlemi işaret eder. Her şey ama her bir şey sakil, kötücül gel gelelim hiç affetmeyen bir cerahatle kuşatılırken, şaklabanlıklarla beraber her günün bir kere daha üstesinden gelindiği bildirilir. Gerçekliğimiz tam tersini işaret ederken ekran ve yazılı basının suna geldiği şeylerin yekununda bu cerahat imgesinin, patavatsız bir linç sonu gelmez bir hiddet ve dibine kadar nefretten mülhem suretlerinin imali güncellenir hiç kesintisiz.
Hiçbir biçimde sonlanmayacak bir ihtilaflar düzeninde, yaşamsal olanın artık tastamam hep bir biçimde çarçur edilmesinin yolu ve zeminidir güncellenen. Dur durak bilmeden, esareti, tahakkümü, yıldırıyı ve tecridi imal eden aksiyonun tastamam bir iyilik değil ol kötülüğü eksiksiz var ettiği bir düzlem bugün yöneten katlarını işgal ediyor. Türkiye’nin doğal / endirekt müttefiği olarak bildirilen Azerbaycan’dan son birkaç haftada çıkagelen her türlü şiddet pratiğini bu bağlamda örnekleyebiliriz. Ata toprağı olarak bellenmiş olan bir sahada, gel gelelim bugünün Azerbaycan’ı sınırları içerisinde kalakalmış olan ve hiç aralıksız otuz iki yıldır bir ihtilafa dönüşmüş olan Artsakh / Nagorno Karabağ’dan tehcir olunan 120 bin insan sonrasında bomboş kalan kentleri, çevresini tekrar Azeri’nin kılma halini bir yıldırı, şiddet güzellemesine dönüştüren bizatihi Aliyev efendinin var ettikleri misal bir örnektir. Türettiği, yeniden güncellediği düşman, hain, ayrılıkçı vesair anlamlar, yaftalamaları neticesinde duraksamadan bir cenderenin sineye çekilmesini vaz eder. Hiç ama hiçbir hakkını tanzim etmeyecek olduğu insanlara burada yaşarlar, onlar bizim de vatandaşımızdır diye bildirirken, suç ortakları Avrupa Birliğinden vonderleyen, kendisini var eden Rusputin! Efendiye ol baş amire gerçek yüzünü esirgemeden var eder, binlerce yıllık Stepanakert’i bir kerede Xankendi’ne dönüştürerek. İhtilaf çözümünü, aldığı gazla, pardon arkasında bulduğu devletlerin işbirliği, göz yummasıyla var edebilen bir diktatör için yirmi yıllık iktidarının devamı / daimiliği için Ermenilere saldırmak, onları tehcir edip, kentleri talan ederek, bu defa beşli çete nam en büyük uluslararası şebekelerden birisi olan Türk sermayesine peşkeş çekerek sakil bir iyilik zikredilirken, cerahatle bir kere daha bir menzil kuşatılır. Alın size barış, alın size muteber ülke, yönetim, hayat!
Dönüp dolaşıp bir biçimde bataklığa dönüştürülen, bununla birlikte asla o yıkıcılığın kafi görülmediği, karşılıklı kırımların / kırılmaların var edile geldiği, bir kez olsun hayatın sahiden var edilemediği, hiç muhafaza edilemediği bir İsrail, Filistin, Gazze cephesinde cereyan edenleri de bu denklem içinde anabiliriz. Her şey sakil bir şaklabanlığın esiriymiş gibi davranılırken, hakikatin yıkıcılığı aleni, artık hiçbir yere saklanamayacak kadar yalın bir tahayyülü imler burada da. Netanyahu nam yıkıcı tavır erbabı, elinde kan oturmuş zorba ile 7 Ekim tarihinde İsrail’in modern tarihinde görülmemiş bir kırıma imza atmış olagelen, sivilleri kendisinin başat hedefi addeden Kassam Tugayları / Hamas’ın varlığı ve birlikte eyledikleri bütün o cafcaf dolu cümleleri, yeniden imal olunan sözel yetimi, anlatma çabasını sekteye uğratır. Acının birilerine denk getirilmiş keskin / kati acının hiç doğrudan bir tarifi yoktur.
Yeşil Gazete’den aktaralım: “İsrail, Hamas‘ın saldırısına misilleme olarak günlerdir bombardımanla yerle bir ettiği Gazze‘deki El-Ehli Baptist Hastanesi‘ni bombaladı. En az 500 kişi hayatını kaybetti.
Hastanede bombardımanlardan ötürü yaralananlar ve hastaların yanı sıra binlerce yerinden edilmiş Gazzeli de bulunuyordu. Gazze Sağlık Bakanlığı binlere varan yaralı olduğunu da bildirdi. Çok sayıda insanın enkaz altında bulunduğu belirtiliyor.
Filistin yönetiminin Gazze’deki Medya Ofisi Başkanı Salam Marouf saldırıyı ve kayıpları doğruladı ve İsrail’in savaş suçu işlediğini söyledi. Marouf saldırı sonrasında Şifa Tıp Kompleksi’ne onlarca ölü ve yaralı getirildiğini açıkladı.
Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas, saldırıdaki kayıplar nedeniyle üç gün yas ilan etti.
Dünyadan tepki yağıyor
Birleşmiş Milletler (BM), hastane saldırısını şiddetle kınayarak, siviller ve sağlık tesislerine yönelik saldırıların sonlandırılması çağrısında bulundu.
AB Konseyi Başkanı Charles Michel saldırıya ilişkin “Çok fazla ölü var. Orada yaşayan insanlar için sahadaki dramatik durumu gösteriyor” dedi.
Mısır Gazze’deki saldırıyı kınanayarak İsrail’i, “toplu cezalandırma politikalarına” derhal son vermeye çağırdı.
Dünya Sağlık Örgütü Gazze’deki el-Ehli Baptist Hastanesi’ne yapılan ‘saldırıyı güçlü bir şekilde kınadığını’ açıkladı.
Arap Birliği Genel Sekreteri Ebul Gayt, sosyal medya hesabı X’ten yaptığı açıklamada saldırıyı kınadı; “Hangi akıl hastası, savunmasız insanların olduğu bir hastaneyi kasten bombalar?” dedi. “Arap kurumlarının savaş suçlarını belgelediğini ve suçluların yaptıkları yanına kar kalmayacağını” vurgulayan Ebul Gayt, “Batı bu trajediyi derhal durdurmalı” ifadesini kullandı.
Kanada Başbakanı Justin Trudeau da saldırı için “korkunç ve kabul edilemez” dedi. Trudeau gazetecilere yaptığı açıklamada, “Bir hastanenin vurulması kabul edilemez” diye konuştu.
Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF), Gazze’deki el-Ehli Baptist Hastanesi’ne yönelik saldırıyı şiddetle kınayarak, acil ateşkes çağrısında bulunurken, Kuzey Kıbrıs da Gazze’deki hastane saldırısını kınadı.
Anglikan Kilisesi Lideri Başpiskopos Welby “Bu, masum canların şok edici ve feci bir kaybıdır. Hastaneyi, Anglikan Kilisesi yönetiyordu” ifadelerini kullandı.
Sınır Tanımayan Doktorlar (MSF), İsrail’in Gazze’deki el-Ehli Baptist Hastanesini bombalamasını “katliam” olarak niteledi ve bunun “kabul edilemez” olduğunu bildirdi. MSF, X sosyal medya platformundan yaptığı açıklamada, İsrail’in Gazze’de hastaları tedavi eden ve yerinden edilmiş Gazzelilere ev sahipliği yapan hastaneyi bombalaması karşısında dehşete düştüklerini belirterek, “Bu bir katliamdır. Kesinlikle kabul edilemez” ifadesi kullanıldı.
İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ise resmi sosyal medya hesabından paylaştığı mesajda, El Ehli Baptist Hastanesi’ndeki katliamda İsrail Hava Kuvvetleri’nin sorumluluğunu reddetti; İslami Cihad örgütüne işaret etti.
İsrail Ordusu’nun, hastane vurulduğu sırada Gazze’deki ‘teröristlerin baraj halinde roket atışlarının’ hastane yakınından geçmekte olduğunu saptadığını iddia eden Netanyahu, “Elimizdeki değişik kaynaklardan gelen istihbarat Gazze’deki hastanenin vurulmasından İslami Cihad’ın hedefini bulmayan bir roket atışının sorumlu olduğunu gösteriyor” dedi.
İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog da medya kuruluşlarını suçlayarak “Hayat kurtarılması gereken Gazze hastanesinde çok sayıda Filistinliyi, bir İslami Cihad füzesi öldürdü. Hamas’ın ve İslami Cihad’ın yalanlarını yiyen, dünya çapında bir kan iftirasını yayınlayan medya utanç duymalı” dedi.
İslami Cihad’dan yalanlama
İslami Cihad örgütü ise suçlamayı reddetti. Reuters ajansı, İslami Cihad sözcüsünün iddiayı reddettiğini, o saatte Gazze Şeridi’nin Gazze kentinde herhangi bir faaliyeti bulunmadığını belirtti.
Gazete Duvar'dan iliştirelim: "Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları Yüksek Komiserliği Sözcüsü Ravina Shamdasani, BM Cenevre Ofisi'nin haftalık basın toplantısında, 7 Ekim'den bu yana devam eden İsrail-Filistin çatışmalarına ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
AA'nın aktardığına göre, Shamdasani, işgal altındaki Batı Şeria'da İsrail'in saldırıları, yerleşimci şiddeti ve keyfi gözaltılar nedeniyle insan haklarıyla ilgili durumun hızla kötüye gidişinden son derece endişeli olduklarını söyledi. İsrail güçlerinin Gazze'de devam eden ağır silahlı saldırılarından endişe duyduklarının altını çizen Shamdasani, Gazze'den İsrail'e rastgele roket atılmasından da endişe duyduklarını belirtti.
Shamdasani, Kassam Tugayları'nın 7 Ekim'deki saldırısının ardından Filistinli silahlı gruplarca rehin alınanların derhal ve koşulsuz olarak serbest bırakılması çağrılarını yinelerken, rehin almanın uluslararası hukuk uyarınca yasak olduğunu söyledi.
İşgal altındaki Batı Şeria'da İsrail'in saldırıları, yerleşimci şiddeti ve keyfi gözaltılar nedeniyle hızla kötüye giden insan haklarıyla ilgili durumdan son derece endişeli olduklarını vurgulayan Ravina Shamdasani, "7 Ekim'den bu yana, BM İnsan Hakları Ofisi'ne işgal altındaki Batı Şeria'da İsrail güvenlik güçleri tarafından en az 15'i çocuk ve biri kadın olmak üzere 69 Filistinlinin öldürüldüğü rapor edildi. 6 Filistinli, silahlı yerleşimciler tarafından öldürüldü ve bazı Filistinliler topraklarından zorla çıkarıldı" dedi. Shamdasani, Batı Şeria'da Filistinlilere yönelik keyfi tutuklamaların da arttığını bildirdi."
Dünyanın sakil şaklabanlıklarla vaktini yitirdiği bir zaman diliminde yıkımın tüm o cerahat halinin aralıksız kılındığı bir sahne var edilir bir kere daha. Semavi dinler için kutsal addedilmiş, ortak bir bellek merkezi olduğu zikredilen, İsrail / Filistin toprakları acının bir kere daha fevkalbeşer var edilmesine esir kılınır. 7 Ekim tarihinden bu yana sürgit yinelenen bir şiddet sarmalı, bir taraftan öbürüne süreklilik haliyle cehennemi olan bir tahayyülü biçimlendirir. İnsan yaşamının biricikliği hikaye kılınır. Hamas can alır, insan kaçırır. İsrail, can almanın yanında hayat var etmiş sahaların da kökünü kurutur. Birlikteliklerinin çok uzak olmayan bir ihtimalle danışıklı bir kırıma imza atma adına olduğu muhakkak iken geleceğin o topraklarda çok daha derin acılarla birlikte var edileceği yeniden bina olunur. El-Ehli Baptist Hastanesi’nin hedef alınması neticesinde beş yüze yakın insanın hayatı elinden çalınır. Duraksamayan cerahat, sadece sayılara indirgenmiş bir yıkım halinin devamlılığında barışın artık ehven bile sayılamayacak şart ve koşulları süreğen kılınır. İstikametin acıdan mürekkep bir hale rehineliğinin duraksız istikameti, sonrasındaki kıyametlerin dipnotları her gün haberlerden önümüzde düşmeye devam ediyor, halihazırda. Bir kere daha sığınılan / güvenli liman addedilen hastane ya da dini yapıların ya da sivil yerleşim yerlerinin de bir savaş koşulunda göz ardı edilip alenen yok edilmesi isteminin yolu da yönü de kesintisiz kılınıyor. Olan biten bütün şaklabalıklar, aralıksız İsrail devleti ile işbirliklerini, kapalı kapılar ardındaki pazarlıkları, kesintisiz silah / mühimmat / yazılım vesaire anlaşmalarına dokunmadan yürütülen endişeliyiz çıkışları sıradan insanların hayatlarında tek bir iyi günü var etmeyecektir, etmez de.
Yine geçtiğimiz hafta daha önce 2014 yılında uluslararası haberlerde de geçmiş olan bir tarihsel / uhrevi mekan hedef kılınır. Gazze’deki Rum Ortodoks Hristiyanların kutsal addettiği, dünyanın en eski kiliselerinden Aziz Porfiryus Kilisesi bombalanır. Kilisenin daha öncelerinde de var ettiği gibi insanlara bir sığınak olarak kullanımının önünü almak, bahçesinde bekleşen insanların hayatlarını çalabilmek için Hamas faktörü tek başına yeterli görünür. Düzenin oyun kurucusu sistemin çarklarını ellerinde tutan cerahat erkanı sayesinde kimseleri / birbirlerinden başka hiç kimseleri kalmayan Müslüman, Hristiyan ve inançsızlar için bir kere daha cehennemin kapıları insan eliyle var edilir. Gelsin kınama mesajları, gitsin endişeliyiz bahisleri. Arada Siyonist İsrail kahrolsun mesajları diğer yandan şu ülkeden bahis açarsak, gelecek senenin tatil rezervasyonu paketlerinde bilmem yüzde kaçlık indirimler maksat müşterinin ayağı kesilmesin. Öbür yanda canlar çalınırken, gündelik yaşamın kendi cehennemi süre dururken, çok duyarlıymışız gibi bir sela okumalar, üç günlük yas ilanları. Kenarda köşede iş bitici sermaye taklaları, aman şimdi ağzımızın tadı bozulmasın halleri. Bir yanda Gazze’de var edilen yıkım öte yanda artık bahsi bile açılmayan Kfar Azza başta olmak üzere İsrail’de kalakalmış yerleşim yerlerindeki akıbetler. Tel Aviv’e yağmaya devam eden roketler, Yeruşalayim’in Filistin kısımında kalakalan Hristiyan mahallerinde tacizler, Fetih milislerinin varlığı bildirilerek Filistin’liye kök söktürmeler. Uzayıp giden bir serencam. Düpedüz yalın bir maskaralık hallerdeki yöneten katlarının havanda dövdükleri sudan yansıyan akan kan, heder edilen hayatlar. Düpedüz, bariz bir kırılma eşiğinin ortasında sadece Arabı, Yahudi’yi değil aynı zamanda da dünyanın bu bölgesinde yaşayan halkların hepsinin de kaderini belirleyecek bir mahvetme döngüsü sürdürülüyor. Ağalar, beyler hamasi nutuklarını keserken, hiçliğin ortasında dımdızlak konulmuş sıradan insanların hakikati her türlü riyayı alaşağı etmeye kafi geliyor. Coğrafya kaderiniz diye bildirilirken kederin el birliğiyle imal olunduğu hiç fark edilmesin isteniyor. Dökülen kan, yok edilen bellek, izi kalmasın diye çabalanan hayat dengesi, dur durak bilmeden yinelenen hamaset ile salt iki toplum için değil hemen hemen hiç kimseler için iyi bir gelecek bırakmıyor, kalmıyor. Onca laf, o kadar afaki yıkım karşısında birlikte bir itiraz var edilemedikçe daha çok hayıflanacak modern insan. Geçmişinin yıkıntılarını yüklenip geleceğine koşa duran insan, sorgular mıydınız?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel // Image Credit: “Palestinians carrying belongings flee to safer areas following Israeli bombardments on southern part of Gaza City, Tel al-Hawa neighborhood [Ali Jadallah/Anadolu] – Al Jazeera
5 notes · View notes
hattabi · 1 year ago
Note
Es selamu aleykum kardeşim,
Benim sorum sabah-akşam okunan temel korunma duaları hakkında (3'er İhlas, Felak, Nas; Ayetel Kürsi). Sabah duaları sabah namazının ardınca okunuyor. Akşam duaları da aynı mantıkla akşam namazının ardınca okunuyor diye biliyorum, büyüklerden öyle öğrendik. Ama yakın zamanda akşam dualarının okunma zamanının akşam namazından önce olduğuna dair bir yazı okudum. Biraz araştırayım dedim, ama araştırdıktan sonra düzgün bir bilgi edinmek bir yana, çocukluğumdan beri alışageldiğim vakitte dua etmek de rahatsız eder oldu. Sonuç olarak hangisi doğru bilmediğim için, hem ikindi vaktinde, hem akşam namazı ardınca okuyasım geliyor, ama bu hal de hiç hayırlı bir hale benzemiyor.
Kısaca, akşam dualarının sahih olan vakti hangisidir? Bilginiz varsa paylaşmanızı rica ederim, Allah'a emanetsiniz.
Aleykum esselam kardeşim,
İlim ehli sabah ve akşamın vaktinde, başlangıcı ve bitişinde ihtilaf etmiştir. Onlardan bazısı sabahın, fecrin doğusundan güneşin doğusuna kadar olduğunu, diğer bir kısım da güneşin yükselmesine kadar (Duhâ vakti) olduğunu söylemiştir. Dolayısı ile sabah zikirleri fecrin doğusundan güneşin irtifasına (yükselmesine) kadar yapılabilir.
Akşam vaktine gelince, âlimlerden bazısı onun ikindi vaktinde başlayıp güneşin batışına kadar olduğunu söylemiş, bazısı ise akşam vaktinin gecenin üçte birine kadar uzadığını söylemiş, dolayısıyla akşam zikirlerinin güneş batımından itibaren başladığını söylemiştir.
Racih olan, kişinin sabah zikrini fecrin doğusundan güneşin doğuşuna kadar okumaya dikkat etmesi gerektiğidir, eğer bunu kaçırırsa, Duhâ vaktinin sonuna kadar okumasında bir sakınca yoktur, bu da öğle namazından önce kısa bir vakittir. Akşam zikirlerini ise ikindiden sonra güneşin batışına kadar okuması gerektiğidir, eğer bunu kaçırırsa gecenin üçte birine kadar uzatmadında bir sakınca yoktur. Bunun delili ise Kurân'da sabahın ve akşamın başlangıcında zikir etmeye teşvik edilmesidir.
وَسَبِّحْ بِحَمْدِ رَبِّكَ قَبْلَ طُلُوعِ الشَّمْسِ وَقَبْلَ الْغُرُوبِ
“Güneş doğmadan önce ve batmadan önce Rabbini hamd ile tesbih et.” (Kâf, 39)
Katâde, İbn Vehb ve diğerleri ayette ki güneşin doğuşundan önce "sabah namazı" batışından önce "ikindi namazı" olduğunu söylemiştir. (Tefsîru't Taberî)
وَسبح بِحَمْد رَبك بالْعَشي وَالْإِبْكَار
“Sabah akşam Rabbini hamd ile tesbih et.” (Mü'min, 55)
"Akşam, güneşin zevalinden (ikindiden) batışına kadardır. Ayette ki وَالْإِبْكَار fecrin doğusundan güneşin doğuşuna kadardır."
| Tefsîr'us Sem'ânî.
Allah en doğrusunu bilir.
8 notes · View notes
isvicreninsesi · 2 years ago
Text
'Sınırlar, Lozan Antlaşması, 1923-2023' sergisi açıldı
Tumblr media
VAUD- Serginin açılışında konuşan Lozan Belediye Başkanı Grégoire Junod; “Lozan'da gerçekleşen ve adı barış antlaşması olarak geçen bu antlaşma ne yazık ki 100 yıl sonra bile barışı getirememiştir” dedi. Lozan Belediyesi ile Lozan Tarih Müzesi tarafından Kurdistan'ın dört parçaya bölünmesi ve bölge coğrafyasının kadim halklarının soykırım çemberinden geçirilmesiyle hatırlanan Lozan Antlaşması'nın 100'üncü yılı dolayısıyla gerçekleştirilen karma sanat sergi, ziyaretçiye açıldı. Lozan Tarih Müzesi'nde “Sınırlar, Lozan Antlaşması, 1923-2023' adıyla hazırlanan serginin açılışına Lozan Belediye Başkanı Grégoire Junod, Demokratik Kürt Toplum Merkezi temsilcileri, Lozan 2023 Komitesi adına Sevgi Koyuncu, İsviçreli çok sayıda siyasi parti temsilcisi, Türkiyeli ve Kurdistanlı onlarca sanatçı, yazar ve siyasetçi katıldı. Lozan Tarih Müzesi Direktörü Laurent Golay sergiye ilişkin bir açıklama yaptı. Golay, şunları belirtti: “Bu sergi, davetlileri Lozan Antlaşması öncesi yaklaşık dokuz ay süren konferansın öne çıkan noktalarına ve mekanlarına geri dönmeye davet ediyor. Beau-Rivage Sarayı veya şu anki Clinique Cecil gibi Lozan'ın tarihi kurumları gibi, yine birçok uluslararası delegasyona ev sahipliği yapan Vaud Kantonu’nun başkentinde o yıl yaşananları merkezine alıyor. Projenin amacı, dönemler arasında bağlantılar kurmak ve çağdaş sanatsal ifadeye yer vermektir.” Ardından katılımcıları selamlayarak bir konuşma yapan Lozan Belediye Başkanı Grégoire Junod, Antlaşma sonrası bölge haritasının yeniden şekillendirildiğini hatırlattı. Junod, “24 Temmuz 1923'te imzalanan Lozan Antlaşması, ihtilaf sonrasında yapılan anlaşmalar arasında etkilerini hâlâ sürdüren tek anlaşmadır” dedi. Lozan Antlaşması'nın 100'üncü yılı kapsamında düzenledikleri 'Sınırlar, Lozan Antlaşması, 1923 - 2023' sergisiyle bölge halklarının yaşadığı yıkım ve acılar üzerinden etkisinin hala sürdüğünü dile getiren Junod, “Bu sergi bir anma sergisidir. Lozan'da gerçekleşen ve adı ‘barış antlaşması’ olarak geçen bu antlaşma ne yazık ki 100 yıl sonra bile barışı getirememiştir” diye konuştu. Özellikle Kürtler, Ermeniler, Rumlar başta olmak üzere halklara acılar çektiren antlaşmanın 100’üncü yılında düzenledikleri bu sergiyle bir geriye dönüşü ele aldıklarını söyleyen Junod, bu sergi anma olarak tasarlandığını yineledi. Sergi boyunca Lozan'daki farklı halk grupları, yanı sıra Lozan Antlaşması'nın etkilerini yaşayan Kürtler, Ermeniler, Rumlar ve Türklerin antlaşmanın kendi taraflarından ele alınacağı bir dizi etkinlik düzenlenecek. 'Sınırlar, Lozan Antlaşması, 1923 - 2023' sergisi, 8 Ekim'e kadar Lozan Tarih Müzesi'nde ziyaretçilere açık olacak. Read the full article
2 notes · View notes
teneres · 2 years ago
Text
DENİZ SUYUYLA ABDEST ALMAK ve YENİLEBİLİR DENİZ CANLILARI HAKKINDA ÖZET BİR GİRİŞ
Bir adam Rasulullah ﷺ'e gelip: "Ey Allah'ın Resulü! Biz gemiye binip, beraberimizde az bir su alabiliyoruz. Abdestlerimizi bu su ile alsak susuz kalacağız. Deniz suyu ile abdest alabilirmiyiz?" diye sordu. Rasulullah ﷺ "Evet, denizin suyu temizdir, meytesi de helaldir" cevabını verdi.
İmam Malik , Muvatta, Taharet 12, (1, 22); Ebu Davud, Taharet 41, (83); Tirmizi, Taharet 52, (69); Nesai, Miyah 55, (1, 176)
Açıklama :
1- Rasulullah ﷺ bu soruyu soran sahâbînin adı hususunda farklı rivayetler vardır. Bizce isim ehemmiyet taşımaz. Mühim olan hadisteki fıkıhtır. İmam Ahmed, Hâkim ve İmam Beyhakî tarafından tahric edilen bir rivayet, bu sorunun balıkçılar tarafından sorulduğunu ifade eder. Arabistan kıyılarında, o devirlerde icrâ edilen balıkçılık hakkında açıklayıcı bazı teferruatı da ihtiva etmesi yönüyle ehemmiyetli olan rivayeti aktarıyoruz: "Biz, bir gün Rasulullah ﷺ'in yanında idik. Bir balık avcısı gelerek sordu:
"Ey Allah'ın Rasûl'ü! Biz balık avı için denize açılırız. Beraberimize bazı kapkacak alırız. Gemiye binerken karaya yakın bir yerde avlanıp dönmeyi düşünürüz. Bazan böyle yakında balık buluruz, bazan da bulamayız. Öyle olur ki, başlangıçta aklımızda olmayan uzaklıklara açılmış oluruz. Bu uzaklıkta ihtilam olan veya abdest alan oluyor. Beraberimizdeki su ile yıkanacak veya abdest alacak olsak bizi susuzluk helâk edebilir. Bu endişeyle deniz suyunu yıkanma veya abdest almada kullanmamıza ne dersiniz?"
Rasulullah ﷺ bu soru karşısında deniz suyu için tahûr tabirini kullanır. Tahûr, hem temiz hem temizleyici ma'nâsına gelen mastar isimdir. Kendisiyle temizlik yapılan şey demektir. Âyet-i kerimede de yağmur suyu tahûr diye isimlendirilmiştir. "Ölü bir yeri diriltmek ve yarattığımız nice hayvan ve insanları sulamak için gökten tertemiz su indirmişizdir." (Furkan 49)
2- Meyte: Şer'an yenmesini helâl kılacak bir tarzla olmaksızın ölen hayvandır. Kur'an meyteyi haram kılmıştır (Bakara 173) Burada, denize ait olan meytenin helâl olduğu belirtilmektedir. Âlimler bu hadiste kastedilen meyte'yi şöyle tarif ederler: "Sadece denizde yaşayan hayvanlardan denizde ölmüş olanıdır, "mutlak olarak denizde ölen" hayvan değildir. Zira, lügat açısından deniz meytesi deyince sadece denizde yaşayan hayvanın meytesi anlaşılır."
Balık dışındaki deniz mahluklarının yenip yenmeyeceği hususunda âlimler ihtilaf etmiştir.
* Hanefîler, "balık dışındaki mahluklar haramdır" der.
* Ahmed İbn Hanbel, "Kurbağa ve timsah dışındaki her şey yenir"der
* İmam Mâlik ve İbnu Ebî Leyla, "Denizde ne varsa yenir" der.
* Şâfiîlerde farklı görüşler var:
** İbn Hacer el-Askalani der ki: "Bütün çeşitleriyle balığın helal olduğu hususunda ulema ihtilaf etmez. Ancak şeklen karada yaşayanlara benzeyen deniz mahlukları hususunda ihtilaf edildi. Söz gelimi insana, köpeğe, domuza, yılana benzeyen deniz hayvanları var!" Hanefîlerin ve Şâfiîlerden bir kısmının görüşüne göre balıktan başkası yenmez, haramdır. Şâfiî mezhebinin resmi görüşüne göre ise deniz mahlukları mutlak olarak helaldir. Bu aynı zamanda Mâlikîlerin de görüşüdür, ancak bunlar bir rivayette domuzu istisna ederler. Bu görüşte olanlar Kur'an'da geçen "Deniz avı ve onu yemek size de yolculara da helâl kılınmıştır" (Mâide 96) âyetini delil getirirler.
** Şâfiîlerden bir grup âlim: "Karadaki benzeri helâl olan helâl, haram olan haramdır" demiş, ayrıca hem karada hem denizde yaşayanları da hükümden hariç tutmuşlardır.
Bunlar iki çeşittir:
1) Etlerinin yenmesi hususunda yasak gelenler: Mesela kurbağa gibi. Bunu Ahmed İbn Hanbel de (hakkında gelen öldürme yasağı sebebiyle) istisna eder. Timsah da (deniz hayvanı olmasına rağmen) istisna edilenlerdendir. Çünkü kesici (köpek) dişleriyle saldırmaktadır. Tuzlu denizlerdeki köpek balığı, yılan, akreb, yengeç, kaplumbağa da insan tabiatının iğrenç bulması ve onlardan gelebilecek zehir sebebiyle müstesnalar arasında tutulmuşlardır.
2) Hakkında bir mânî vârid olmayanlar. Bunlar tezkiye yani şeriatın derpîş ettiği kesim şartıyla helâldir, kaz ve su kuşu gibi.
2 notes · View notes