#işçi düşmanlığı
Explore tagged Tumblr posts
Text
Karanlık Üstümüze Çöktü
Katran karanlığının orta yerine demirlemiş bir ülke gerçek kılınıyor. Bir gerekçe bildirme zorunluğu hissetmeden, herhangi bir tespite başvurmadan, buna gerek dahi duymadan her an yepyeni bir karanlık seyrüsefer güncelleniyor. Cerahat sahibi, erkanı muktedirin ortaya serdiği her hamlede, en başından bugüne kadar yirmi üç yıllık bir serüvenin taşıdığı izleği görmek mümkündür. Her gün atalete başvurularak, duraksamadan bir düşman yaratıp onu ve onlarla birlikte bir çepere dahil edilmiş olandan nefretle bahsederek katran karanlığının güncelliği sağlama alınır. Bir toprak parçasının ev olmaktan alıkoyan her hamle, muktedir ile siyasete yanlamış olagelen fikriyat ve matbuatın eş zamanlı oyunlarıyla birlikte güncel bir mefhuma dönüşür. Siyaset erkanının dilinden dökülenlerin peyderpey anbean onandığı bir ekran temsilinden, köşelerinden emir demiri keser yollu nice şarlatanın olumlama hal ve çabalarına o karanlığın bir suret değil hakikatin ta kendisi olduğu aralıksız güncellenir.
Katran karanlığı görece bir kavram olmaktan öteye taşınıp gündelik yıkımın başat taşıyıcı yapısı olarak imal olunur. Herkesin bir ötekisine kırdırıldığı bir zemin buna örnektir misal en kestirmeden. Toplumsal katmanların, gündelik yaşam olgusu ve eylemselliğinin bariz bir hiçe dönüştürüldüğü zeminde en küçük katmanın ülkenin yüzde ellisinin hakkını vur patlasın çal oynasın sömürdüğü bir düzendir misal katran karanlığına rehin edilmiş olan o ülke. Ayda 5 milyon lira harcayan sekiz yüz insan tespit edilir, hazine ve maliye bakanlığı tarafından. Ne tek bir kuruş vergi, ne tek satır nereden buldun sorgusuna haiz olagelen ve handiyse ak parti ile iltisaklı olagelmiş tüm seçilmişlerden mülhem olduğunu anlamak için alim olmaya gerek kalmayan bir şaklaban sürüsünün varlığı birinci elden kabul edilir. Öylesine bir çürümüşlük, o kadar afaki bir sömürü düzeneğinin yüzde biri muhafazasının ta kendisidir karanlık misal. Soruşturmalar, aklamalar, soruşturmalar ve yeniden örtbaslar arasında bir gıdım emeğinin karşılığını dahi vermekten imtina edilen asgari ücretlinin hakkı ve hukuku derdest edilir. İtibardan tasarruf edilmez bildirilirken, tabağı gündelik bir mesai ücreti, dört kişilik bir menünün bir asgari ücretten çok olduğu yerlerin reklamlarına yer ayrılan bir menzilin hakikatidir karanlığa rehin kılınmak. Demirlenen sahne kimseleri kapsamadığı bildirilirken, esasen halkı ve o birbirine kırdırılmaya her zamankinde de açık bir biçimde devam olunan yoksunlar için var edilmiş özenli bir çaba olduğu artık muhakkaktır. İyi de yol nereye?
Cerahatin maddi imkanları sömürerek, sürekli muhtaç kılarak geniş kesimleri kuşatmasını buna ilave ettiğimizde yolun çıkmazlara denk geldiğini de fark ederiz. Asgari ücretin hala 17bin iki lira otuz iki kuruş kılındığı, bırakalım iyileştirme çabasını lafzının dahi geçmediği bir zeminde yukarıda okuduğunuz gibi seçilmişlerin har vurup harman savura geldikleri herkesin ortak paydasından birer parça olduğu meydandadır. Sömürüyü var eden sistem, onun kısıtlayıcı / gözetleyicisi olagelen sermaye, her şeye olur veren devletli ve kurumlarının gözleri önünde bir cürüm sahası, katran karanlığına esir edilmiş menzil gerçekliği var edilir. Toplumsal teamülleri, tepkime vermesi artık unutturulmuş olagelen bir menzilde yaşamın çarçur olunmasına devam olunur. Bir yanda suçun batağına düşen, kendince bir yaşam aksiyonunu parayla sadece parayla hesapsızca var ettiğini sananlar, bir yanda ihale kovalamaktan, aldığı işleri yapmak bir yana vergi ödememek için en olmaz hamlelere girişip, devletinden teşvik kapanlar, imtiyazlılar, öte yanda devletlinin ta kendisi ve yamacında birikenler. Bütün bu kümeleme karşısında yoksunluk / yoksulluk ve olası sefaletle mücadele etmesi, vatan, millet, bayrak diye geçiştirilmek istenen milyonlar, milyonlar. Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonunun şu açıklaması var edilene dair bir ufak okumayı sağlayacaktır. Ekonomik okur yazarlığa gerek kalmadan.
“Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu'nun (Türk-İş) haziran ayı verilerine göre, dört kişilik ailenin açlık sınırı 18 bin 979, yoksulluk sınırı da 61 bin 820 liraya yükseldi. Bekar bir çalışanın yaşama maliyeti de 24 bin 614 TL ’ye yükseldi. Böylece açlık sınırı asgari ücretin üzerinde kalmaya devam etti.
Türkiye ekonomisinde yaşanan ekonomik kriz sonrası emeğin payı sermayenin payından her geçen düşerken, çalışanlar açlık ve yoksulluk sınırına sürüklendi.
Bu gelişmelerle birlikte milyonlarca emekçi 17 bin 2 TL olan asgari ücrete mahkum edilirken, Türk-İş'in 'Açlık ve Yoksulluk Sınırı' araştırmasının 2024 haziran ayı sonuçlarına göre, Ankara’da yaşayan dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken aylık gıda harcaması tutarını gösteren açlık sınırı 18 bin 979 TL’ye yükseldi. Önceki ay açlık sınırı 18 bin 969 lira düzeyindeydi.
Yoksulluk Sınırı Da Arttı
Gıda harcaması ile giyim, konut (kira, elektrik, su, yakıt), ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu diğer aylık harcamalarının toplam tutarını ifade eden yoksulluk sınırı 61 bin 820 TL ’ye çıktı. Geçen ay 61 bin 789 TL seviyesindeydi.
Bekar Bir Çalışanın Yaşama İmkanı Kalmadı
Bekar bir çalışanın yaşama maliyeti de aylık 24 bin 609'dan 24 bin 614 TL ’ye yükseldi.
Gıda Harcamasında Artış
Gıda harcaması tutarı yılbaşına göre 3 bin 930TL ve bir önceki yılın aynı ayına göre 8 bin 605 TL arttı. Tüm temel harcamalar için yapılması gereken harcama tutarı ise sadece son altı ayda 12 bin 800 TL artış gösterdi.
Gıda enflasyonu ilk 6 ayda yüzde 31,51, son bir yılda yüzde 82,96 olarak gerçekleşti.”
Bu hakikatin yanında bir de kurumsallıktan çoktan çıkıp babaların çiftliğine dönüşen ve tüm o enflasyona dair görece bir illüzyonu var eden istatistik kurumunun herkesin ekmeğine kan doğramaya devam ettiği manipülasyonu söz konusudur, onu da Bianet’ten aktaralım: “Ekonomim.com yazarı Alaattin Aktaş, Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) Nisan 2022’den beri yayımlamadığı madde sepeti fiyat listesini kendi hesapladı.
TÜİK’in enflasyon hesabında kullandığı ancak kamuoyundan sakladığı madde fiyatları için Aktaş “Verilerin üstü karartıldı ama tümüyle örtülmedi” dedi.
Aktaş, esas tartışılması gerekenin “artış oranının doğru olup olmadığından çok son fiyatın gerçekçi olup olmadığı” olduğunu söyleyip hesaplamayı nasıl yaptığını şu sözlerle anlattı:
Her ne kadar TÜİK Nisan 2022’de son kez açıkladığı madde fiyatlarına artık haber bültenlerinde yer vermiyorsa da arşivler sağ olsun! O veriler bir yerlerde duruyor.
Tek tek gidelim... TÜİK maddeleri gruplandırıyor; dolayısıyla elmayla armut aynı sepete atılınca birim fiyat ortadan kalkıyor. Ama fiyat değişimini gösteren endeksler, yani sepetin fiyat değişimi, bir başka ifadeyle madde gruplarına göre değişim açıklanıyor.
Ama bazı mal ve hizmetlerde endeksler gruplandırılarak değil, her bir madde için açıklanıyor. Zaten bunlarda fiyatın geçen ay hangi düzeyde alındığını kesin olarak bulabiliyoruz.
Şimdi elimizde 2022 Nisan’ındaki endeks hesaplamasında dikkate alınan fiyatlar var. Aradan geçen 26 ayda o madde ya da madde grubundaki fiyat değişiminin ne olduğu var. Geriye kalıyor ilgili maddenin ya da madde grubunun 2022 nisanındaki fiyatını o kalem ya da grup için 26 aylık döneme ilişkin olarak açıklanan endeks artışı ölçüsünde artırmak...
Nisan 2022’deki fiyata aradan geçen 26 aydaki fiyat değişimini ekledim. Bu fiyat değişimi verisi TÜİK’e ait.
Bu oran doğrudur, değildir; bugün onunla fazla ilgilenmiyorum. Varmak istediğim, başlıca kalemlerin Haziran 2024 itibarıyla hangi fiyattan endekse dahil edildiği. Dolayısıyla peşin peşin söyleyeyim; ‘Ama TÜİK artışı düşük gösteriyor’ gibi gerekçeleri bu yazı özelinde bırakın; konu artış oranının doğru olup olmadığından çok son fiyatın gerçekçi olup olmadığı.
Aktaş’ın hesaplamasıyla TÜİK’in madde fiyat listesinden bazı örnekler şöyle:Un 20,75
Ekmek 35,26
Makarna 29,19
Dana Eti 433,32
Tavuk Eti 101,45
Süt 29,72
Beyaz Peynir 147,69
Yumurta 2,47
Zeytinyağı 113,37
Domates 28,69
Kuru Soğan 7,76
Salça 49,18
Zeytin 134,96
Toz şeker 20,73
Su 4,83
Pideler: 98,96
Burgerler: 79,33
Sıcak içecekler: 18,44
Ayran: 18,12
Kira: 5 bin 844
Yurt ücreti: 457
Uzman doktor muayene ücreti: 33,69
Diş çekme ücreti: 901,75
Taksi ücreti: 75,26
Cep telefonu faturası: 206”
Katran karanlığının orta yerine demirlemiş bir ülke fecaati fabl değil hakikatin ta kendisi kılınıyor. Kurumsal idesini, toplumsal müştereklerin muhafazası için değil kendi bekaları adına şekillendiren, yönlendiren bir güruhun elinde kalem üstünde bunca açık hile hurda ile enflasyonun gerilediği zikrediliyor. Oysa sokağa yansıyan her şey tastamam delirmenin eşiğine yarı aç yarı tok taşınmaya devam edilen insanlar. Her şeyin tastamam rezil rüsva bir karanlığa çıkartıldığı zeminde, demokrasiyi, eşitliği, adaleti çoktandır bir kenara terk etmiş olagelen cerahat erki, bugünden yarına aşa da geçinme sorunlarına da hep birlikte kulaklarını kapatmaya devam ediyor. Üç otuz kuruşluk hayatların geçmişin ol tozlu raflarında anılan bir meselesi olduğu anılıp durulurken bizatihi bir asırdan sonra şu ülke denilen garabetlik çukur onu yeniden var ediyor. Aşağılamanın, yok saymanın, hemen her halükarda bir gardı düşsün de şu halkın bakın o zaman ne olacak tehditlerinin ortasında yaşam alenen karanlığın kılınıyor. Ekonomik darboğazı aşmanın yolu denilerek çok daha kalıcı yıkımların yolunun açıldığı, sıradan insanın sıkboğaz edildiği bir zeminde karanlığın ne kadar da sahici olduğunu fark edebiliyor musunuz? Cismanileşmiş olagelen o yıkıcılığın, nobran siyasetin pragmatist şekillerinin, ezberlerinin, sermayenin kanlı emek sömürüsünün ortasında dımdızlak sorunlarıyla bir başına konulan insanları şimdi fark edebiliyor musunuz? Bu kadar katran karanlığı fazla değil mi, hala değil midir? Tüm o cendere yaşamı boğmaya devam ederken, ümidi berhava ederken, çözüm diye zulmün ta kendisini dayatırken sahiden fark edebiliyor musunuz, karanlık üstümüze çöktü. Artık anlıyor musunuz... Yol nereye?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2024
Görsel: To Love And Be Wise - Illustration By Mark Smith - 3x3 Magazine
Meramda Paylaşılan Haberler
Türk-İş Açıkladı: Açlık Sınırı Asgari Ücrete Fark Attı! - Gerçek Gündem
https://www.gercekgundem.com/ekonomi/turk-is-acikladi-aclik-siniri-asgari-ucrete-fark-atti-467672
TÜİK'in Enflasyon Çarpıtması: Kira 5 Bin 844, Muayene Ücreti 33,69 TL – Bianet
https://bianet.org/haber/tuik-in-enflasyon-carpitmasi-kira-5-bin-844-muayene-ucreti-33-69-tl-297253
#meram#arzihal#biyopolitika#cerahat#karanlık çağ#yıkım#katran karası#akp#hayat ne olacak!#cürüm#siyasa#pragmatizm#kör karanlık#demokrasi#aş#emek mücadelesi#prekarya#emek#işçi düşmanlığı#asgari ücret#tüik#yaşamak#hayat akarken#yol nereye!#söz#yazı
1 note
·
View note
Text
Temsil: Kültürel Temsiller ve Anlamlandırma Uygulamaları (İng. Representation: Cultural Representations and Signifying Practices), Stuart Hall'in derlediği kültür sosyolojisinin temel metinlerinden birisi. Adından da anlaşılabieceği gibi kitap kültürel temsiller üzerine kurulu; kitap boyunca incelenen temsil türleri fotoğraf, afiş, müze, televizyon dizisi gibi pek çok farklı türü içeriyor. Yazarlar Roland Barthes ve Michel Foucault'un teorik yaklaşımlarından yola çıkarak yukarıda bahsedilen temsil türlerindeki ırkçılık, cinsiyetçilik, homofobi, işçi düşmanlığı gibi farklı eşitsizlikleri ve iktidar biçimlerini ortaya koymuşlar. Oldukça önemli bir eser olsa da maalesef çevirisi oldukça sıkıntılı.
2 notes
·
View notes
Text
Marx ve Lacan, aşırı sağ görüşün yükselişini açıklayabilir mi? – Düşünbil Portal
https://dusunbil.com/marx-ve-lacan-asiri-sag-gorusun-yukselisini-aciklayabilir-mi/?utm_source=facebook&utm_medium=social&utm_campaign=ReviveOldPost&=1
Marx ve Lacan, aşırı sağ görüşün yükselişini açıklayabilir mi?
Karl Marx ve Fransız psikiyatrist Jacques Lacan tarafından ana fikirleri detaylandırılan bir araştırma, aşırı sağ görüşün yükselişine yeni bir bakış açısı getiriyor. Çeşitli basın kuruluşları tarafından ideolojilerinin de desteklendiği aşırı sağ görüşlü grupların arttığı bir çağda yaşıyoruz. Araştırmacılar, bu çağda ve yakın tarihin ışığında, nereye vardığımız konusunda merak içindeler.
Yakın zamanda, Washington Devlet Üniversitesi’nden Claudia Leeb’in “Mystified consciousness: Rethinking the rise of the far right with Marx and Lacan (Anlaşılması güç olan bilinç: Marx ve Lacan ile aşırı sağ görüşün yükselişini yeniden düşünme)” makalesi De Gruyter’ın dergisi Open Cultural Studies’de yayınlandı. Makalede düşünürler Marx ve Lacan’ın sağ görüşün yükselişini anlamak için söz ettikleri felsefi fikirlerini göz önünde bulundurmak zorunda olduğumuzu tavsiye eden birkaç iddia ileri sürüyorlar. Yine makalede Leeb, neden ABD ve dünya genelinde beyaz işçi sınıfının anti-kapitalist özgürlükçü politikayı şekillendirmek yerine aşırı sağ görüşü destekleyenlere dönüştüğünü açıklamak için psikanaliz teorisini kullanıyor.
Marx ve Lacan’ın görüşleri büyük ölçüde aşırı sağ görüşün yükselişini literatürde yok sayar; ama Leeb’in makalesi sadece ekonomik değil aynı zamanda psikolojik faktörlerin de bu yükselişi getirdiğini tartışmak için hepsini bir arada işliyor.
Psikanalitik teorisyenlere göre, kimliklerimiz özünde tamamlamadığımız ya da bütün-olmayan korkularımız ışığında bütün bir kimliğe sahip olmak için isteklerimiz doğrultusunda oluşturulan tamamlanmamış ya da bütün-olmayan şeylerdir. Dahası, neoliberal kapitalist toplumların ideolojilerine göre, bizler sadece eğer ekonomik başarı sağlamışsak tamamlanmış ya da bütün sayılıyoruz. Ancak ekonomik başarıya ulaşma Birleşik Devletler gibi neoliberal kapitalist toplumlarda çoğu insan için çok zor hale gelmiştir ve bu durum makalede vatandaşların büyük bir kısmının tamamlanmamışlık hissinin olduğuna ve bundan dolayı da yetersizlik hissinin arttığına değinir. Leeb, beyaz erkek işçi sınıfı Amerikalıların yeniden bütün olmak adına bilinçdışı özlemlerini gidermek için aşırı sağ görüş ideolojisini benimsediklerini söylüyor. Bu ideoloji onlara, Amerikan Rüyası adı verilen ekonomik başarıyı yakalamak, din yoluyla ahirette tamamlanmayı ummak, etnik azınlık düşmanlığı ve kadınları hor görme gibi bütün-olmama ya da yetersizlik hissini telafi eden fantaziler sağlıyor.
Aşırı sağın fantazisi “Öteki”den daha bütün olma fantazisidir. Müslümanlar, göçmenler, sınırlanmış ya da bütün-olmayan kadınlar gibi belli insan gruplarını damgalayarak aşırı sağ görüş, beyaz erkek işçi sınıfının endişelerini bu insanların üzerinde üstünlük kurmasına ve böylece “yeniden yüce” ve bütün olmasına izin vererek yok eder.
New York, Albany’deki Siena Koleji’nden siyaset bilimci Laurie Naranch “makale, işçi sınıfındaki gizemin ve ayrılığın ekonomik bozulmadan daha çok beyaz eril üstünlüğünün ifadesi ile ilgili olduğunu öne sürerek aşırı sağ görüş için alternatif bir açıklama sağlar” der.
Son zamanlarda aşırı sağ görüşün yeniden ortaya çıkması, onu azaltılmak için, bu alanda ne kadar daha araştırma ve çalışma yapılması gerektiğini gösteriyor.
Yazar: De Gruyter
Çevirmen: Öznur Özaşir
Kaynak: Phys.org
Yazıda sözü geçen makale: Claudia Leeb, “Mystified Consciousness: Rethinking the Rise of the Far Right with Marx and Lacan”, Open Cultural Studies (2018). DOI: 10.1515/culture-2018-0022
0 notes
Text
Üzerlerine tez yazabilirim..
Kathryn ve Sebastian üzerine düşündükçe,ne kadar adil bir sona sahip olduklarını görüyorum...
İyi veya kötü değil.....ADİL BİR SON.
Ve bu finali,Adam ile Lawrence'ınkiyle, Behlül ile Bihter'inkiyle falan karşılaştırıyorum...
Herkes için dilediğim ne varsa, Kathryn ile Sebastian yaşamış.
Kathryn ifşa oldu, ama ölmesi gereken Sebastian idi...öyle de oldu. Testere'nin, Adam'ın sağ kalarak, Lawrence'ın ise ölerek, hiç "JigSaw'un tarafına geçti" dramaları yaşanmayarak bittiğini düşünün. Nasıl hissettiriyor.....İyi,değil mi?
Kaçımız ölenin Bihter değil de Behlül olmasını istemedi ? İşçi arı ölür, ana kraliçe hayatta kalır. Kathryn, daha sonra toparlar.Evlenir ve koca parası yemeye başlar.. Hem kadın hem de erkek metresleri olur. Harika bir son. Kathryn ve Sebastian, toksik bir ikiliydi ve çok gerçekçi bir finale sahip oldular. 1999 yılında ne gerekiyorsa yaşadılar. Sebastian'ın kadın düşmanlığı ve homofobisiyle iğrenç 1 villain oluşunu da katarak,daha yazmak istediğim bissssürü şey var ama bakalım...bunlardan bi FanFic çıkar belki.
#sebastian x kathryn#kathryn x sebastian#cruel intentions#sarah michelle gellar#sarah michelle prinze
1 note
·
View note
Text
"Yoksulluğun kökünü kazıdığını düşünen bir Bakan, işçi düşmanlığı tescilli bir patron temsilcisi, uzaktan kumandalı bir konfederasyon başkanı... Bu komisyondan işçiye müjdeli haber çıkmaz.
Asgari ücreti patronlar belirliyor. Birinci meselemiz budur. Asgari ücrette işçilerin söz hakkı bulunmamaktadır. İkincisi de bu. Asgari ücrette sendikal merkezlerin ve muhalefetin politikası yoksulluk sınırına dahi ulaşmayan rakamlar önermek değil, bu iki meseleyi gündeme getirerek, asgari ücretin belirlenmesinde toplu pazarlık ve grev hakkı için mücadele etmektir."
16 notes
·
View notes
Text
EMPERYALİZM BİR PROJE OLARAK ERDOĞAN'I TOPLUMUN TEPESİNE TAŞIDI, SÜREÇ İÇERİSİNDE TOPLUMSAL BİR SELEKSİYON AYGITINA DÖNÜŞTÜ
Bazı durumlarda “bir musibetin bin nasihatten daha evla olduğu” bir atasözü olarak hafızalarda yer edindiği gibi somut hayat içerisinde bir gerçeklik olarak da insan toplumunun karşısına çıkmıştır. Örneğin Erdoğan ve devri Erdoğan gibi. Erdoğan’ın ABD ve diğer emperyalist güçlerce önce BOP projesinin başına, devamında da Türkiye toplumunun tepe noktasına kadar çıkartıldığı yaşanarak da görülmüş somut bir gerçekliktir. Amaç Erdoğan’ın “yeşil kuşağın” bir mensubu, emperyalizmin “ılımlı İslam” kuramının bir uygulayıcısı olarak Arap-İslam dünyasının liderliğine, bölgede yaratılacak olan “Arap baharının” yöneticiliğine, Türkiye’nin, M. Kemal’in yönlendirmek istediği “muasır milletler” amacından saptırılarak Ortadoğu’nun tipik bir ülkesi konumuna getirmesini sağlamak olmuştu. Emperyalizmin önüne koymuş olduğu bu planı hayata geçirmek için din temelinde bir ayrışma yaratarak, Demirel’in sık sık tekrarladığı “% 99'u dindardır, Müslümandır” teranesini Erdoğan’a yaptırmak istediler. Erdoğan önüne konmuş olan bu görevi yerine getirmek için kolları sıvadı ve bütün gücü ile hayata geçirmeye çalıştı. Emperyalistler toplum mühendisliği temelinde kelimenin gerçek anlamına denk, derin bir planı uygulamaya koymaya çalıştılar.
Bu bağlamda toplumun “% 99’unun Müslüman dindar olduğu” söylemine dayanarak dindar Müslümanları öne çıkartıp geriye kalanını ise onların peşine takarak Türkiye’yi “muasır medeniyetler” amacından saptırıp, Ortadoğu’nun sıradan bir ülkesi haline getirmek için ayrıştırma işlevine başladılar. Bu plan çerçevesinde Erdoğan önce “her türden milliyetçiliği ayaklarımın altına aldım” diyerek dindarları milliyetçilikten kopartmaya ve milliyetçileri dindarların peşine takmaya çalıştı. Çünkü “Türk-İslam sentezi” daha önce askeri cuntalarca denenmiş, fazla işe yaramadığı görülmüştü. O nedenle “ılımlı İslam” kuramı, onun uygulayıcısı Erdoğan ile birlikte farklı bir deneme sürecine girilmişti. 20. yüzyılda Türkiye sınıf zemininde bir ayrışma süreci yaşamıştı, toplumsal ilerlemenin bu süreci de görülmüştü. Emperyalizm o dönemde “bizim çocuklar" dediği ordu eliyle cuntalar yapıp, onlara “Türk-İslam sentezi” politikalarını ürettirerek amacına varmaya çalışmıştı. Olmadı, yapamadı, ulaşmak istediği yere varamadı. Söz konusu amacına devri Erdoğan’la varmayı planladı. Devri Erdoğan’da Türkiye toplumu Kılıçdaroğlu’nun sık sık tekrarladığı gibi “bir ayrıştırma, ötekileştirme” sürecine sokuldu. Ama sınıf temelinde değil genel toplum temelinde yapılmaya çalışıldı.
Erdoğan, "amacım bir dindar kesim yaratmak” diyerek, dindar insanlarla toplumun diğer kesimlerini ayrıştırarak amacına varmayı planladı. Bununla da yetinmedi, basın- yayın, işçi sınıfı, akademisyenler, hatta “yerli ve milli” diyerek burjuvazi arasında da mimarlar, mühendisler, doktorlar, avukatlar, hakimler, savcılar vb. gibi bütün toplum kesimleri arasında amansız bir ayrıştırma süreci başlattı ve bütün hızı ile devam ettirdi ve ettiriyor. Söz konusu ayrıştırma toplumu böldü ama olması gereken doku ve dengeler üzerinde böldü. Örneğin dindarlar arasındaki bölünme: dini çıkarlarına alet eden, dini bir sömürü malzemesi yapan din bezirganları ile gerçek dindarlar arasında yaşandı. Dini bir sömürü aracı olarak gören din simsarları Erdoğan’ın yanında, dini tanrı ile kendi arasında bir vasıta olarak görüp, dini görevlerini yapanlar karşısında yer aldılar. Dindarlar söz konusu temelde bir ayrışma yaşarken bir dindar bütünlüğü sağlanamadığı gibi dindarların dinamik ve ruh sağlığına sahip olanları Erdoğan’ın karşısında, çürümüş, tortulaşmış olanları da Erdoğan’ın yanında yer almaya başladılar. Dindarlar mezrasında böylesi bir gelişme süreci yaşanırken basın yayın alanında yapılan ayrışmada da benzeri bir ortam oluştu.
Basını bir sömürü ve çıkar aracı olarak gören, böyle davrananla basını bir toplumun haber hakkı olarak görüp, ona denk bir tavır içine giren iki basın erbabı ortaya çıktı. Basın yayın işini toplumun bir haber alma olgusu olarak gören gerçek yayıncılar Erdoğan’ın karşısında, basını bir toplumu yanıltma aracı olarak gören sahtekarlar ise Erdoğan’ın yanında “yandaş basın” olarak yer aldılar. İşçi, memur ve bütün emekçiler de böyle. Erdoğan’ın kurdurmuş olduğu bazı “sarı” memur ve işçi sendikaları açık, açık işçi sınıfı ve entelektüel emek sahibi memur tabakasına ihanet ederek Erdoğan hükümeti ile anlaşırken gerçek memur ve işçi sendikaları işçi sınıfı ve entelektüel emek sahibi emekçilerin hakları için direnip mücadele ederek, Erdoğan yönetiminin karşısındaki yerlerini aldılar.
“Yerli ve milli” diyerek burjuvazi içerisinde yapmaya çalıştıkları ayrışmada da umduğu sonuca varamadı. Varamadığı gibi sitem karşıtı burjuva bile yaratmak durumunda kaldı. Gençliği, işsizleri katmıyorum bile, gençlik Erdoğan tarafından tümü ile dışlandığı için sistem dışı bir konumda durmaya devam ediyor. İşsizler kendilerini yakacak kadar Erdoğan yönetimine karşı bir duruş içindeler. Aynı duruş avukatlar için de geçerli. Avukatlar içinde Fevzioğlu ile yaratmaya çalıştığı ayrışma Türkiye Barolar Birliği'nin (TBB) bir bütün olarak Erdoğan’ın karşısına çıkmalarına neden olmuştur.
TBB Erdoğan’ın genel başkanları Fevzioğlu’nu “yandaş” hale getirince dünyada eşine az rastlanır bir tavır koyup, tutum geliştirerek Türkiye’de geçek hukukun sahibinin kim olduğunu net olarak göstermiştir. Erdoğan’ın hukuk düşmanlığı karşısına TBB aşılmaz bir engel olarak dikmiştir. Erdoğan’ın olağanüstü hal ilan ederek işten atarak ayrıştırmaya çalıştığı akademisyenler bir bütün olarak olmasa bile büyük bir çoğunlukla Erdoğan’ın karşısında yer aldılar. Topluca belirtmek gerekirse: Emperyalizmin toplum mühendisliği temelinde siyasi arenaya sürülmüş olan Erdoğan, kendisine biçilmiş olan kaftanın erbabı olamadı. O nedenle de araları açıldı, bozuştular. Söz konusu bozuşma sonucu Erdoğan kulvar değiştirme tavrı içine girdi. ABD ve NATO’ya sırt çevirerek, rotayı Rusya’ya çevirmeye başladı. Yapmış olduğu bu manevra gereği NATO silahları yerine Rusya’dan silah alamaya başladı. Erdoğan kendine yeni bir partner arayışı içine girdikçe ABD ve AB de Suriye’nin Kuzey ve doğusunda yeni bir oluşum yaratmaya başladılar. Askeri, mali, siyasi destek vererek, Erdoğan’ın düşman olarak gördüğü bir yapı yaratıyorlar. ABD, ABD olalı hiçbir insan toplumuna insani bir katkı yapmamıştır. Suriye Demokrasi güçlerine nasıl bir katkı yapar bilemiyorum. Ama söz konusu alanda hiç de küçümsenemeyecek bir yapılanmaya destek verdiği şimdilik kesin gibi.
Suriye Şam yönetimi şimdiye kadar QSD’ye “demokrasi” gücü diyor, öyle niteliyordu. Ama ABD ve AB’nin söz konusu alanda yaratmış olduğu yapılanmayı net olarak görünce: “bölücü terörist” olarak niteleyerek BM'ye şikayet etmeye başladı. AB ve ABD açık açık Suriye’nin kuzey ve doğusunda askeri, mali ve siyasi olarak destek verip bir yeni güç yaratırken Erdoğan ha bire “sabrımız kalmadı” diyerek söz konusu alana saldıracağını tekrarlıyor. Kendi kendini mi yoksa Suriye yönetimini mi aldattığı belli değil. Ama herhangi bir saldırı yapma olanağı en azından şimdilik olası gözükmüyor. Erdoğan yaptığı ayrıştırma siyaseti ile iç politikada başarılı bir sonuca varamadığı gibi dış politikada yapmaya çalıştığı ayrıştırma ile iyice bataklığa saplandı. Özellikle yapmış olduğu Kürt düşmanlığı iç politikada iktidar tabutuna çakılan bir çiviye dönüşürken dış politikada ise müthiş felaketi çağrıştıran bir konuma doğru ilerliyor. Erdoğan’ın Savunma Bakanı her gün “birkaç teröristi etkisiz hale getirdik” diyerek kendini avuturken “terörist” olarak niteledikleri güçler Suriye’nin kuzeyinde askeri, mali ve siyasi bir güç olma yolunda hızla ilerliyorlar. Erdoğan diktatörlüğü yaratmış olduğu yandaş medya, yandaş dinciler, yandaş işçi vb. gibi iç güçlerle çürümüş, kokuşmuş bir olguyu ifade ederken, dış politikada da sadece hiçbir değeri olmayan kuru gürültü yapan bir palavra mekanizmasına dönüşmüş durumda.
Evet, Erdoğan emperyalizmin bir projesi olarak Türkiye siyasi arenasına sokulurken süreç içerisinde toplumu ayrıştıran bir selektöre dönüşerek toplumun çürüyen kesimini kendi yandaşı yaparken en dinamik kesimini de karşısına iterek derinlemesine bir ayrıştırma gerçekleştirdi. Aynı ayrıştırmayı dış politika ve diplomasi planında da yaptı. Şu anda korkunç bir iç ve dış çatırdama ile önü alınamaz bir çöküş yaşıyor. Erdoğan diktatörlüğü çürütmüş olduğu toplum kesimi ile birlikte tarihin çöplüğüne doğru yol alırken toplumun diri ve dinamik kesimi Türkiye’yi bir üst düzeyde yeniden yaratmanın gayreti içine girmiştir.
Teslim Töre 19 Eylül 2019
3 notes
·
View notes
Text
“Komün topu topu 72 gün sürmüştür. Fakat o kısacık süre içinde gerçekleştirdiklerinin çoğu, insanlığın kurtuluşuna giden yolda henüz gerçekleşmemiş devrimler için dahi yol gösterici özelliğini -kuşkusuz embriyonik olarak- hâlâ korumaktadır.“
(...)
“ Kendisini belirli bir coğrafyaya (ülke) ya da ulusa değil tüm insanlığa ait/bağlı gördüğü için İşçi Cumhuriyeti ya da Evrensel Cumhuriyet olarak tanımlayan bir iktidardan söz ediyoruz. Katliamdan kurtulmuş bir Komünar olan Arthur Arnould, Komün’ün farkını şöyle tanımlar: 'Paris Komünü bir ayaklanmadan ÖTE bir şeydi, BAŞKA bir şey. Bir ilkenin ortaya çıkışı, bir siyasetin olumlanmasıydı. Kısacası devrimler arasında bir devrim değil, bayrağının kıvrımlarında bütünüyle özgün ve karakteristik bir program taşıyan yeni bir devrimdi.’“
(...)
“Kısacık ömrüne rağmen Komün’ün sadece bir konuda değil bir dizi alanda nasıl farklı bir dünya yarattığı gerçeği bazen Vendôme Sütunu’nun yıkılması gibi o günlerin dağdağası içinde göze küçük görünecek bir adımda gösterir kendisini bazen de eğitim ya da sanat politikaları biçiminde çıkar karşımıza.Vendôme anıtı konusunda yaşanan çatışma, burjuvazinin şoven milliyetçiliğiyle proletaryanın enternasyonalizmi arasındaki bir çatışmadır esasında. Yaklaşık 45 metre uzunluğundaki bu gösterişli bronz sütun, I. Napolyon’un Avusturya-Rus ordularını yenilgiye uğrattığı Austerlitz Savaşı’nın anısına -bir rivayete göre o savaşta ganimet olarak ele geçirilen hasım ordulara ait topların eritilmesiyle- dikilmiş bir zafer abidesidir. Fransız burjuvazisinin fetih arzuları yanında başka ulusları aşağılayan kibrini simgeler. Sütunun dikildiği meydanın adı da Komün öncesinde Place des Conquêtes’tir (Fetihler Meydanı) zaten. “Halklar arasında düşmanlığı körükleyip canlı tuttuğu” gerekçesiyle Komün yönetimi bu şoven anıtı 16 Mayıs’ta havaya uçurur. Meydanın adını da Place l’Internasyonal (Enternasyonal Meydanı) olarak değiştirir. Ne zaman ki Komün yenilgiye uğrar, onu kan banyosuyla boğan burjuvazinin ilk icraatlarından biri o sütunu tekrar dikmek olur.“
(...)
“Komün’ün eğitim politikasının komünizmin amaçlarıyla paralelliği sadece bu tür insani ayrıntılarla sınırlı değildir. Asıl benzerlik, eğitimin amacı, dolayısıyla felsefesi konusundadır. Kafa ve kol emeği arasındaki bölünmeyi ortadan kaldıracak bütünsel ya da politeknik eğitim düşüncesi ilk kez Komün döneminde ete kemiğe bürünüp hayata geçirilmiştir. Bu eğitim felsefesinin amacını, Komün günlerinde ikinci arrondissement’ın (yönetim bölgesi) duvarlarına asılan ve imzacıları arasında Enternasyonal Marşı’nın sözlerinin yazarı Eugène Pottier’in de olduğu bir afişten görebiliriz: 'Kız olsun erkek olsun her çocuk ilkokul seviyesindeki eğitimi tamamladıktan sonra okuldan bir veya iki mesleğe ciddi ölçüde vakıf olarak ayrılabilmelidir: Gayemiz budur. Bütün gayretlerimiz bu sonucu elde etmeye yöneliktir çünkü o basit Herkes çalışsın, herkes için çalışsın tabiri insan ilerlemesindeki son sözü bütünüyle özetlemektedir. İnsanlık, ilkel toplumlar kadar eski ve her türlü eşitliğin temeli olan bu kaideyi tam manasıyla gerçekleştirmelidir.'"
~
Belgesel “La Commune (Paris 1871)″: TIK!
1 note
·
View note
Text
Türkiye işçi haklarında en kötü 10 ülke arasında...
Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu (ITUC) tarafından yayınlanan, 148 ülkeyi kapsayan Küresel Haklar Endeksi’ne göre, Türkiye, işçiler için en kötü 10 ülke arasında yer aldı. Raporda, “Türkiye’de 2022 yılında da işçi hakları ve özgürlükleri ihlal edilmeye devam etti. Protestolara polis müdahalesi ve sendikacılara yönelik baskılar ve tutuklamalar dikkat çekti. 2021 yıl 1 Mayıs’ında 212 kişi gözaltına alındı” hatırlatması yapıldı. ITUC, Küresel Haklar Endeksi’nin bu yıl dokuzuncusunu yayınladı. ITUC, dünyada yükselen enflasyona ve ekonomik duruma vurgu yaparken “İşçi hakları çöküyor” uyarısı da yaptı. Küresel Haklar Endeksi ile ilgili açıklamada görüşlerine yer verilen ITUC Genel Sekreteri Sharan Burrow, dünya genelinde yaşanan ekonomik durumu “çoklu ve olağanüstü krizler” olarak niteledi. Tarihsel eşitsizlik seviyesi, iklim acil durumu, yaşamları ve geçim kaynaklarını yok eden salgın, yıkıcı yerel ve küresel çatışmalar yaşandığını dile getiren Burrow, “İşçiler bu krizlerin ön saflarında” dedi. Burrow, 2022 Küresel Haklar Endeksi’nin, “hükümetler ve işverenlerin, işçi haklarına saldırmasıyla istikrarsızlığın nasıl istismar edildiğini ortaya koyduğunu” belirtti. Dünyanın yaşanan hasarı geri almaya başlaması için yeni bir toplumsal sözleşmeye ihtiyaç olduğunu belirten Burrow, bu toplumsal sözleşmenin işler, ücretler, haklar, sosyal koruma, eşitlik ve kapsayıcılığı kapsaması gerektiğine de işaret etti. 'Türkiye’de sistematik sendika düşmanlığı' vurgusu Endeksin Türkiye ile ilgili bölümünde, “grev yasakları”, “sendikacıların tutuklanması” ve “sistematik sendika düşmanlığı” vurgulandı. 148 ülkeyi kapsayan endekste Türkiye; işçi hakları açısından en kötü 10 ülke arasında Belarus, Brezilya, Kolombiya, Mısır, Myanmar, Filipinler, Eswatini ve Guatemala ülkeleriyle birlikte anıldı. “Türkiye’de 2022 yılında da işçi hakları ve özgürlükleri ihlal edilmeye devam etti. Protestolara polis müdahalesi ve sendikacılara yönelik baskılar ve tutuklamalar dikkat çekti. 2021 yıl 1 Mayıs’ında 212 kişi gözaltına alındı” bilgileri aktarılan raporda, işverenlerin de sistematik bir şekilde sendika düşmanı uygulamalara devam ettiği ve örgütlenmeye çalışan işçileri işten attığı kaydedildi. Şu olaylar hatırlatıldı: “Kocaeli’de bulunan ve Renault, Fiat, Toyoto, Hyundai ve Ford gibi markalara üretim yapan Farplas Otomotiv fabrikası işçileri ücret artışı talebiyle Birleşik Metal-İş Sendikası’na üye oldular. İşten çıkartmaları protesto etmek için fabrika içinde eylem yapan işçilere polis müdahale etti. Polisin biber gazı kullandığı müdahale sırasında sendika şube yöneticileri Necmettin Aydın ve Engin Kulu’nun aralarında bulunduğu 106 kişi gözaltına alındı. Polis biber gazı kullanmaya gözaltı araçlarında da devam etti ve yaralananlar oldu.” '13 ülkede sendikacılar öldürüldü' Endeksle birlikte yayınlanan rapordan öne çıkan başlıklar da şöyle: “- Bu yıl El Salvador, Nijer ve Suudi Arabistan için ülke notları iyileşirken Ermenistan, Afganistan, Avustralya, Burkina Faso, Gine, Jamaika, Lesoto, Hollanda, Tunus ve Uruguay için kötüleşti. - 13 ülkede sendikacılar öldürüldü. Ülkelerin yüzde 41’inde ifade ve toplanma özgürlüğü ihlal edildi. 69 ülkede işçiler keyfi tutuklamalar ve gözaltılar yaşadı. Ülkelerin yüzde 66’sı işçilerin adalete erişimini engelledi veya kısıtladı. - 113 ülke, işçileri sendika kurma veya sendikaya katılma haklarından mahrum bıraktı. Bu sayı 2021’de 106’daydı. Afganistan, Burkina Faso, Myanmar, Suriye ve Tunus’taki işçiler, işyeri temsilinden dışlandı. - Ülkelerin yüzde 77’si işçilerin sendika kurma ve sendikaya üye olma hakkını engelledi. 'Ülkelerin yüzde 87’si grev hakkını ihlal etti' - Ülkelerin yüzde 74’ünde, yetkililer sendikaların tescilini engelledi. Afganistan, Belarus, Mısır, Ürdün, Hong Kong, Myanmar ve Sudan’daki bağımsız sendikal faaliyetlere yönelik devlet baskısı arttı. - 50 ülke işçileri fiziksel şiddete maruz bıraktı. 2021’de bu sayı 45’ti. - Ülkelerin yüzde 87’si grev hakkını ihlal etti. Belarus, Mısır, Hindistan, Myanmar, Filipinler ve Sudan’daki grevler, sendika liderlerinin tutuklanması veya şiddetli baskıyla söndürüldü. - Her beş ülkeden dördü toplu pazarlığı engelledi. Toplu pazarlık hakkı kamuda ve özel sektörde aşındırıldı. Tunus’ta, başbakanın izni olmadan sendikalarla müzakere yapılmasını yasakladı.” Read the full article
0 notes
Text
‘CHP’nin ‘hayır’ında hayır vardır’
‘CHP’nin ‘hayır’ında hayır vardır’
HABER MERKEZİ – Yeni Yaşam Gazetesi yazar Dr. Hayri Hazargöl, savaş tezkeresinin Kürt düşmanlığı olduğunu belirterek, tezkereyle AKP-MHP iktidarının savaş politikasının önemli oranda yara aldığını belirtti. AKP ve MHP’nin Meclis’e getirdiği savaş tezkeresi, İYİ Parti’nin desteğiyle kabul edildi. Halkların Demokratik Partisi (HDP), Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ve Türkiye İşçi Partisi’nin (TİP)…
View On WordPress
0 notes
Link
0 notes
Text
Nefret
Nefret, bildiğiniz kelimenin tüm karşılıklarından mülhem, dolu dolu bir nefret temsilini iş bu ülke denilen sahanın her gününde apayrı bir biçimde yaşıyoruz. Ambalaj değiştiriliyor gibi görünse de içeriğin her dem çürük bir arzu nesnesi olarak varlığı tescillenmiş bütün o nefret şablonundan mürekkep ülke gerçek kılınıyor. Cerahat birbiri ardına güncellenirken, yara ve yıkım artık dört bir yanı kuşatırken çalakalem nefret turnusolleri hayata düşürülen gölgeler çoğaltılıyor bizatihi devlet ve mahdumları ve aveneleri elleriyle birlikte topyekun cemaat! İmam neylerse cemaat pardon iktidarın iki ucundaki siyasal islamcı motif ile açık ve aleni faşizan güruh, kemalist eski türkiyeci, sözüm ona sosyal demokrat geçinip aslen kim daha fazla faşisti suna gelen ulusalcı kanat ve benzerleriyle bu nefret şablonu hemen her gün farklı bir biçimde güncellenir. Yıkım dört bir yanı kuşatmışken, hayatın alenen bu sahada heder edilmesine devam denilirken bütün bunları unutturabilmek için nefret hali, nefretten medet ummak var edilir.
Bir ülke formunu artık alenen zayi etmeye devam diyen, bütünüyle yıkım, talan ve bütün bütün bir çürüme istemi üstünden yükselen mevzide her gün apayrı bir nefret temsili var edilir. Kurumsallaştırılmış olanın var ettiği her türlü cerahat, yol verdiği hemen hemen her türden şiddet pratikleri için olur olmaz hedefler yeniden ve yeniden işlevsel kılınır. Bu coğrafyanın acılı kaderi / yazgısı olagelen ötekisini biçare koyma, hedef kılıp hemen her anlamda güvercin tedirginliğine rehin etme ve bütün bunların derleyicisi toparlayıcısı ola gelen ayrımcılığa her gün yepyeni hamlelerle yüklenilir. Bir yaşatan yer mefhumunu artık aleni bir biçimde hiç kılmak çabasına düşülendir. Bir yaşam bahsini sıradan herhangi ama herhangi bir kimlikten bir yurttaşın şu memlekette hayattaki varlığı, var olma çabasının ta kendisi bir kere daha alaşağı edilendir. Cürümler, kötülük ve bitimsiz nefretle birlikte bariz bir hayat istemi tarumar edilmiştir, dahası da var edilmek istenir. Dün Ermeni, Rum, Süryani, Yahudi nefreti ve yönelimi, yakın zamanda da süren Alevi / Kürd nefretine en sonunda da Suriyeli, Afgan, Arap veya Dürzi, Türkmen ya da Ezidi kimliklerini de kapsar hale getirilir. Bunca vahametin ortasında bir tek iyi gün var edilemez oysa ki! Bu bilindiği halde inat ve ısrarla karanlık yeniden savunulur.
Biteviye bir cürümler sarmalı haline dönüşmüş menzilde, Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan’ın var ettiği bu vahim şablonun / yönelimin bariz bir tezahürüdür. BBC Türkçe’de yayınlanmış olan haber metninden aktaralım: “Önceki gün düzenlediği basın toplantısında yaptığı açıklamaların ardından, Uluslararası Mülteci Hakları Derneği'nin yanı sıra birçok kişi Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan hakkında suç duyurusunda bulunmuştu.
Başsavcılık, şikayetler üzerine Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan hakkında 'görevi kötüye kullanma' ile 'nefret ve ayrımcılık' suçlarından soruşturma başlattı.
Kentte yaşayan yabancı uyruklulara ve mültecilere su faturası ve vergide 10 kat zam yapacağını söylemesiyle tepki çeken Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan tavrında ısrar etmiş ve "Geri adım atmayacağım, fazlasını da yapacağım" demişti.
DHA'nın haberine göre, suç duyurusunda bulunanlar arasında yer alan avukat Aydın Egemen, Bolu Cumhuriyet Başsavcılığı'na yaptığı suç duyurusunda şu ifadeleri kullandı:
"Halkı kin ve düşmanlığa tahrik ederek, su gibi temel ihtiyaç maddesine ulaşma imkanının fiilen ortadan kaldırılarak, özellikle virüs döneminde insanların, çocukların hastalanmasına neden olabilecek bu durumdan vazgeçilmeli ve kamuoyundan özür de dilenmelidir."
"Koronavirüs ile maske-mesafe-temizlikten başka bir çaremizin olmadığı bu dönemde, suya ulaşma hakkının fiilen engellenmesi ile yabancı uyruklu kişilerin hijyen şartlarını sağlayamadıklarından virüse yakalanmaları, bu kişilere virüs bulaşması ve nihayetinde bizlere, bizlerin çocuklarının da bu virüsü taşımaları nedeniyle zarar görmemizin sonuçlarına kim katlanacaktır?"
"(...) Şüphelinin eylemleri, başta Anayasa, Türk Ceza Kanunu kapsamında suç teşkil eden, şüpheli yöneticinin bu sıfatı hasebiyle özellikle hassasiyet gösterecek yerde, su gibi temel bir ihtiyaç maddesini, kamu hizmetini '10 kat arttırmak' gibi, toplum karşısında yabancı uyrukluk kişileri hedef haline getirilen, bizlerin, çocuklarımızın yaşama hakkını açıkça ve yakın tehdit edecek sonuçlar yaratan suç teşkil eden eylemlerinden dolayı hakkında soruşturma başlatılarak cezalandırılmasını talep ediyorum."
Özcan, Pazartesi günü belediye binasındaki basın toplantısında, ''Yabancı uyruklu kim varsa abonemiz olan, su fiyatlarına, katı atık ücretlerine başta olmak üzere bazı ücretlerde 10 kat zam yapacağız. Gitsinler istiyoruz" demişti.
"Arkadaş, yardımı kesiyorsun gitmiyorlar. 'İş yeri ruhsatı vermiyorum' diyorsun gitmiyorlar. Biz yeni önlemler almaya karar verdik" ifadelerini kullanan Özcan, Bolu Belediye Başkanı olduktan sonra mültecilere belediye bütçesinden ayni ve nakdi yardımı kesmesiyle de tepki çekmişti.
Dünkü açıklamasında yabancı uyruklu kişilerin gitmelerini istediklerini söyleyen Özcan, "Gitsinler istiyoruz. Bu misafirlik uzadı. Benim elimde yetki yok ki zorla, zabıtayla şehrin dışına bırakıp koyayım. Bir ara sınırlar açıldığında biz otobüsleri ücretsiz yapıp insan gönderdik. Şimdi de göndermeye hazırız. Gönderelim gitsin." diye devam etmişti.
Daha sonra "Biliyorum ki bu açıklamamdan sonra birileri hakkımda suç duyurusunda bulunacak. Gene çıkıp birileri insan haklarından bahsedecek, bana 'faşist' diyecek. Hiç umurumda değil" sözlerini kullanan Özcan, Habertürk televizyonu yayınında da geri adım atmadı.
Mültecilerden toplumun rahatsız olduğunu ve göçmenlerin Türkiye'ye entegre olamadıklarını söyleyen Özcan, "Benim askerim orada şehit olacak, sokaktaki Suriyeli de akşama kadar gelene geçene bakacak!" ifadelerini kullandı.
Tanju Özcan, hukuka aykırı bir işlem yapmayı planlamadığını, yapacaklarının hukuka uygun olacağını ve kendi yaptırdığı anketlerde bu konuda halkın yüzde 85 desteğini aldığını iddia etti.
Tanju Özcan, evinde Afgan işçi çalıştırdığı yönündeki iddialara ise "Doğru değil, çalışanım Faslı bir Türkiye vatandaşıydı, 6 ay kadar sigortalı olarak çalıştı, hatta bununla ilgili müfettiş incelemesi de geçirdim" yanıtını verdi.
Bu arada, CHP de Özcan'ın yabancılarla ilgili sözlerinin kendisini bağladığını söyleyerek, Bolu Belediye Başkanı'nın sözleriyle araya mesafe koymaya çalıştı.
Özcan'ın sözlerine CHP milletvekili Mehmet Bekaroğlu da tepki gösterdi. Bekaroğlu Twitter hesabından yaptığı açıklamada "Bu düşünce anayasaya aykırı olduğu gibi vicdan ve insanlıkla bağdaşmaz. CHP, sosyal demokrat bir partidir, programında yabancı düşmanlığı yoktur, böyle nefret söylemi kokan bir girişimi asla kabul etmez" dedi.”
Bütünüyle irin akıtan, bununla yol / yön tayinine girişen bir tahayyül toplamıdır belediye başkanının cismani kıldığı. Alışılageldik ezberden mavallar yanına eklenmiş olan yepyeni tahayyüllerle bir başkaldırı var edilir. Sözüm ona sosyal demokratlık lafları havalarda bu sahada uçuşurken, baştaki cüretin kötülüğü, kötünün cüretine ortak olma çabası bir defa daha var edilir. Tanju Özcan’ın patavatsızca vazettiği her cümle bir kırılmaya davetiyedir. Bütünüyle bir toprak parçasında yaşam istemine koşullar getirmek, onu sınırlandırmaya her an hazır ve nazır olmak ve bitimsiz bir nefret sunumuyla birlikte bu ülkenin bir köprü, bir medeniyetler beşiği, halkların ortak imecesi falan olmadığı gün yüzüne kavuşturulur. O aklın, ana muhalefet partisinden çıkagelen zulmü onaylayan, insanları yaftalayan hemen her şekilde ayrıştıran çabanın muktedir ve avenesindeki pek çok örneğini daha önce görmüştük. Soruşturma açılacağı bahsinden ötesine gidilmeyen, insanların haymatlos hayatları sanki keyifleri için talep ettiğini sanarak ortaya atılan ve her defasında da seçmenim de bunu istiyor diyebilen bir kötülük varken “nefret” bahsini satır satır anlatmaya gerek yoktur. Böyle ülke mi olur, kalır, bırakılır?
Evrensel Gazetesi’nden aktaralım: “Konya’da daha önce Kürt oldukları için ırkçı saldırıya uğrayan Dedeoğulları ailesinden 7 kişi katledildi. Aile 11 Temmuz’da mahalledeki 60 kişilik ırkçı grubun saldırısına uğramıştı.
Merkez Meram ilçesi Hasanköy Mahallesi Özşahin Sokak'ta saat 18.50 sıralarında bir eve düzenlenen silahlı saldırıda 7 kişi yaşamını yitirdi. Polis çevrede geniş güvenlik önlemi alırken, olay sırasında bölgeden ayrıldığı üzerinde durulan bir aracın bulunması için tüm kentte çalışma başlatıldı.
Konya Valisi Vahdettin Özkan ile İl Emniyet Müdürü Engin Dinç de olay yerine gelerek incelemede bulundu.
Katliamın ardından, öldürülen 7 kişinin Meram’da daha önce saldırıya uğrayan Kürt aile olduğu ortaya çıktı. 24 yıldır bu mahallede yaşayan Dedeoğulları ailesi, son 15 yıldır komşuları ve komşularının ırkçı saldırısına uğruyordu. En son 11 Temmuz akşamı 60 kişilik grup tarafından taşlı, sopalı ve bıçaklı saldırı düzenlemişti. Saldırının olduğu akşam evde bulunan 4’ü kadın 7 kişi yaralanmıştı. Saldırının ardından tutuklanan 10 kişi tahliye edilmişti.
İHD Eş Genel Başkanı Eren Keskin de sosyal medya hesabından "Konya Meram’da 12 Temmuzda saldırıya uğrayan aile. Tutuklular tahliye edilmiş ve kendileri hakkında ‘koruma kararı’ verilmişti.. İşte, onlar daha önce saldırdıkları aileyi katletmişler. İHD olarak olayın takibindeydik. Çok üzgünüz." açıklamasını yaptı.
Artı TV’ye konuşan ailenin avukatı Abdurrahman Karabulut, “Daha 3 saat önce aile benim yanımdaydı. Davanın, soruşturmanın gidişatıyla ilgili bilgi alıyorlardı benden. Defalarca uyardık. Cezasızlık politikasının sonucu yeni saldırılara sebep olmaktadır. Biz devleti, yargıyı uyardık. Ama adeta, kasten bizimle dalga geçercesine her yeni tutuklama talebimize, yeni tahliyelerle karşılaştık ve maalesef böyle sonuç yaşandı. Aileye ilk saldırı Ramazan Bayramı'na bir gün kalanın akşamında olmuştu. 50-60 kişilik bir grubun saldırısı olmuştu. 7 kişi tutuklanmıştı. Daha sonra her hafta birer ikişer kişi serbest bırakılmıştı. Yeni tutuklamalar talep ederken maalesef her hafta birer ikişer kişi serbest bırakıldı. İki tutuklu kaldı. Bu sonucun oluşmasında en büyük payı olan yargının kendisidir” ifadelerini kullandı.”
11 Temmuz’da deneyimlenen vahşet, yerli ve milli adalet mekanizmasının konu Kürd halkı olduğundaki aceleciliği ile katil adaylarını salıvermesi ve yukarıda okuduğunuz gibi 30 Temmuz tarihinde 7 insanın katledildiği bir cinayet, kundaklama girişimine dönüştürülür. Cezasızlık politikalarının, sürekli sistemin başında duran zevatın hedef alıp, hedef gözeterek Kürd’ü düşman addetmesinin bir sonucu, bilmiyoruz kaçıncı kırımı olarak Meram’da Dedeoğullarından yedi insan katledilir. Saldırganlar aile fertlerinden Yaşar Dedeoğlu, Barış Dedeoğlu, Serpil Dedeoğlu, Serap Dedeoğlu, İpek Dedeoğlu, Metin Dedeoğlu ve Sibel Dedeoğlu’yu katletti. Bütünüyle nefret ediminin yükseltildiği bir zeminde bağır çağır bir cinayet silsilesi işlenir. Konya’nın Meram ilçesinde ortaya serilen şey Türk’ün misafirperverliği bahsinin de bilmiyoruz kaçıncı kez duvara çarpmış olmasıdır. Bilmiyoruz kaçıncı defa inkar edilen şeyin bir yıkımın ta kendisine dönüşümü güncel kılınmasıdır. Bilmiyoruz hangi çıkış için yeniden karanlığı harekete geçirilmesidir. Böyle afaki, bunca kin ve nefretle üstelik kısa süre sonra görsel kayıtlarına da ulaşılabilir olunan bir cinayet, bütün o nefret siyasetinin hazin sonucudur. Hesabı mahşere kalmasın!
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2021
Görsel: Savaş GÜLER – AA – Euronews
#meram#arzihal#türkiye101#nefret siyaseti#karanlık çağ#kötülük sarmalı#direnç#şiddet#devlet şiddeti#ötekiler#başka türkiye vardır#yıldırı#bolu#tanju özcan#kör karanlık#faşizm#konya#ayrımcılık#katliam#cinayet#kürd kırımı#kürd sorunu#demokrasi#insan nedir#hayat#biyopolitika#cürümler#ötekileştirme#hayat ne olacak
0 notes
Text
Temel Bakunin – 1993 – Anarşist Komünist Federasyon
(Britanya) Anarşist-Komünist Federasyonu’nun (ACF) 1993’de P.A.C. (Paterson Anarşist Kolektifi) tarafından basılan orijinal kitapçığın yeniden basımı. Buradaki elektronik hali, daha tamamlayıcı olması için, P.A.C. basımına ACF tarafından yapılmış olan bazı eklemeleri içermektedir.
Çevirenin Notu: Çevirenin metine yaptığı eklemeler, açıklamalar vb, […] ile gösterilmiştir.
“Devrim yıldızı kan ve ateş denizinden çıkarak, Moskova sokaklarının üzerinde yükselecek ve özgürleşmiş insanlığı yönlendirecek bir Kutup Yıldızına dönüşecektir”
Mikhail Bakunin
Giriş
Bu broşürün Mikhail Bakunin’in anarşist fikirleri hakkında yazarın düşündüklerini ortaya koymaktan başka hiçbir amacı yoktur.
Bakunin 19. yüzyıl sosyalist hareketi içinde oldukça etkiliydi; yine de fikirleri yıllarca boyunca yerildi, çarpıtıldı veya göz ardı edildi. Bu broşürü okurken Bakunin’in kazandıracağı çok şeyler olduğu; fikirlerinin (bazı yazarların düşündüğü gibi) karmaşık olmadığı, tamamıyla tutarlı ve iyi kurulmuş bir düşünce yapısına sahip olduğu belirgin hale gelecektir. Bakunin’in devrimci fikirlerinin daha ayrıntılı, ama daha zor [anlaşılır] bir incelemesi için Richard B. Saltman’ın “The Social and Political Thought of Michael Bakunin” kitabını tavsiye edilir. Yerel kütüphanenizden sorunuz.
Sınıf
Bakunin, devrimi baskı kuran bir sınıfın baskı altında olan sınıfça devrilmesi; devlet ve hiyerarşi olarak ifade edilen siyasi gücün tahrip edilmesi olarak nitelendirir. Bakunin’e göre toplum temel olarak birbirine zıt olan iki ana sınıfa bölünmüştür. Halk tabakasından olanlar, halk, işçi yığınları gibi çeşitli şekillerde tanımladığı baskı altında olan sınıf nüfusun büyük bir kısmını oluşturur. [Bu büyük kısım] ayaklanmak için “içgüdüleri” olmasına ve örgütlü olmasa da canlılık dolu olmasına rağmen, “normal” zamanlarda bir sınıf olarak kendisinin bilincine varmamıştır. Sayısal olarak çok daha küçük bir sınıfsa rolünün farkındadır; amaçlı, planlı ve birlik içinde davranarak üstünlüğünü devam ettirir. Bakunin’e göre bu iki sınıf arasındaki temel farklılık, oransız bir şekilde kapitalist azınlık sınıfının ellerinde yoğunlaşmış mülkiyetin kontrolü ve sahipliğinde yatar. Diğer yandan kitlelerin ise çalışma yetileri haricinde kendilerinin olarak adlandırabilecekleri pek az şeyi vardır.
Bakunin iki sınıf arasındaki farklılıkların her zaman açık seçik olmadığını anlayacak kadar zekiydi. Pekçok şeyde olduğu üzere farklılıklar aşırı durumlarda en belirgin hale gelirken, bu iki sınıf arasına kalın bir çizgi çekilmesinin mümkün olmadığını belirtir. Bu refah ve güç aşırılıklarının arasında, diğerini sömürmenin ya da kendiliklerinden sömürülmelerinin derecesine bağlı olarak tahmin edilebilecek bir toplumsal katmanlar [ing. social strata] hiyerarşisi vardır. Belirli bir grup işçilerden ne kadar uzakta yer alıyorsa, –toplumsal hiyerarşi içindeki konumlarına bağlı olarak– sömüren kategorisi içinde yer alması ihtimali de o kadar artar, ve sömürüden muzdarip olma ihtimali de o kadar azalır.
Bakunin’e göre, en fazla sömürülen kitleler günümüz ekonomik sistemini süpürüp geçebilecek büyük devrimci sınıfı oluşturur. Ne yazık ki, sömürü gerçeği ve bunun sonucunda ortaya çıkan yoksulluk kendiliğinden bir devrim [olmasının] garantisini teşkil etmez. Bakunin eğer mevcut düzenin bir alternatifinin olmadığı görürlerse, aşırı yoksulluğun [insanların] geri çekilmesine [ing. resignation, uysallaşmasına] yol açacağını düşünüyordu. Ümitsizliklerin engin derinliklerine mahkum edilirlerse, belki de yoksullar ayaklanacaklardır. Ama ayaklanmalar yerel olma eğilimindedir, bu nedenle de bastırılmaları kolaydır. Bakunin’e göre bir halk devrimi oluşmasının üç gerekli koşulu vardır:
Bunlar:
– kitlelerin içinde bulundukları koşullara karşı olan tam düşmanlığı,
– değişimin olası bir alternatif olduğuna dair inanç,
– insanlığın kurtuluşunu sağlamak amacıyla oluşturulması gereken topluma dair belirgin bir görüş.
Bu üç etmenin yanısıra birleşik ve etkili bir kendinden örgütlenme mevcut olmaksızın hiçbir özgürleştirici devrim muhtemelen başarılı olamaz.
Bakunin yeni bir toplumun temellerinin oluşturulması için, devrimin zorunlu olarak yıkımı içereceğinden şüphe etmiyordu. Devrimin savaştan, yani insanların ve mülklerin fiziksel yıkımından daha aşağı bir şey olmadığını belirtiyordu. Kendiliğinden olan devrimler sıklıkla mülkiyetin büyük bir yıkımını içerirler. Bakunin, koşullar gerektirdiğinde işçilerin –aksinden daha fazla çok durumda olduğu üzere– kendilerine ait olmayan oturdukları evleri bile yıkacaklarına dikkat çekiyordu. Geçmişi silip süpürmek için olumsuz ve yıkıcı dürtünün mutlaka gerekli olduğunu vurguluyordu. Yıkmak inşaa etmekle [ing. construction, yapmakla] yakından ilişkilidir; çünkü “gelecek ne kadar canlı bir şekilde tahayyül edilirse [ing. visualize], yıkımın kuvveti de o kadar güçlü olacaktır”.
Kapitalist toplumlarda refahın ve gücün yoğunlaşması arasındaki yakın ilişki biliniyorken, Bakunin’in ekonomik sorunlara fevkalade bir önem atfetmesi şaşırtıcı olmaz. Emek ve sermaye arasındaki çatışma bağlamında, Bakunin işçi grevlerine büyük önem atfetmiştir. Grevlerin kapitalizme karşı mücadelede birkaç önemli işlevi olduğuna inanıyordu. İlk olarak, işçileri kapitalizmi verili olarak kabullenmeleri [durumundan] çekip koparmak için bir katalizör olarak gereklidirler; [grevler] işçileri sarsarak [içinde bulundukları] uysallık koşullarından çekip çıkarır. Ekonomik ve politik bir savaş hali biçimi olarak grevler, başarı için birliği, işçilerin biraraya gelmesini gerektirir. Grevler sırasında işverenlerle işçiler arasında kutuplaşma oluşur. Bu, ikincileri [işçileri] devrimci propagandaya daha duyarlı bir hale getirir; ve taviz verme ve anlaşma yolları arama dürtüsünü ortadan kaldırır. Bakunin, emek ile sermaye arasındaki çatışma arttıkça, grevlerin yoğunluğunun ve sayısının da artacağını düşünüyordu. Nihai grev bir genel grev olacaktır. Bakunin, anarşist fikirlerin aşılandığı [ing. infuse, ilham verdiği] sınıf bilincine sahip işçilerin yer aldığı devrimci bir genel grevin, anarşist toplumu ortaya çıkaracak nihai patlamaya yol açacağını düşünüyordu.
Ekonomik sömürü ve toplumsal/politik hakimiyetin yıkımı, ve onların yerini insan doğasıyla uyumlu bir toplumsal örgütlenme sisteminin almasıyla ilgilenen Bakunin’in fikirleri tam manasıyla devrimcidir. Bakunin, otorite ve ekonomik eşitsizliğin el ele gittiği kapitalizmin, ve toplumsal otoritenin tehlikelerini tümden önemsizleştirirken, sadece ekonomik etmenler üstünde yoğunlaşarak tek yanlı kalan devlet sosyalizminin (yani Marksizmin) eleştirisini ortaya koymuştur.
Devlet
Bakunin tutarlı ve birleşik kuramını birbiriyle bağıntılı üç düzlem üstüne oturtmuştur:
– insanoğulları doğal olarak toplumsallardır (ve bu nedenle de toplumsal dayanışmayı arzularlar),
– az ya da çok eşitlerdir ve,
– özgür olmak isterler.
Onun anarşizmi nihayetinde eşitlikçi bir karşılıklı etkileşim sistemi bağlamında, özgür bir toplum yaratılması sorunuyla ilgilidir. Varolan toplumların sorununun, insanlığın ifade edilmesini engelleyen –şiddet kullanan, toplumsal karşıtı ve suni yapılardan oluşan– devletlerin bu toplumlara hakim olması olduğunu söyler.
Kapitalizmin içinde devletin haricinde karşı çıkılacak (örneğin kadınların ezilmesi, ücretli kölelik) başka pekçok özellik olsa da, Bakunin’e göre baskıcı sistemi bir bütün olarak besleyen, onun devamlılığını sağlayan ve onu koruyan şey devlettir. Devlet, baskıcı sınıf ya da seçkinlerin faydasına toplumu denetleyen toplumsal karşıtı bir aygıt olarak tanımlanır. [Devlet], temelde şiddet üzerine inşa edilmiş olan ve politik baskı aracılığıyla bu eşitsizliğin devamını sağlamakla alakadar olan bir kurumdur. Bunların yanısıra, hedeflerini gerçekleştirmek için devlet sürekli bir bürokrasinin [varlığına] dayanır. Bürokratik aygıt, basitçe bunu sağlayan tesadüfi bir araç değildir. Bakunin’e göre, ister kapitalist ister sosyalist olsun tüm devletler kendilerini daimi kılma içsel eğilimine sahiplerdir, ve bu nedenle insan özgürlüğünün önündeki engeller olmaları nedeniyle karşı çıkılmalıdırlar.
Devletlerin asli olarak politik baskı ve şiddetle ilgilenmedikleri ve gerçekte –özellikle de liberal demokratik devletlerin– toplumsal refahla daha ilgili oldukları öne sürülebilir. Bakunin bu gibi görünüşlerin sadece birer maske olduğunu, ve tehdit edildiklerinde tüm devletlerin varolan şiddetli doğalarını açığa vuracaklarını belirtir. Devlete karşı dikkate değer bir ölçüde meydan okunduğu zaman, [devletin] vahşi bir katılıkla cevap verdiği Britanya ve Kuzey İrlanda’da devletin bu baskıcı özelliği artan bir şekilde öne çıkmıştır.
Birkaç on yıldır Britanya’da yaşanan gelişmeler Bakunin’in dikkat çektiği devletin başka bir özelliğinin de gerçekleşme eğiliminde olduğunu ortaya koyuyor; [devletlerin] artan bir otoriterliğe ve mutlakçılığa doğru olan eğilimleri. Liberal, sosyalist, kapitalist veya her ne olurlarsa olsunlar, –demografi, kültür ve politika gibi unsurlara göre bu tip bir gelişmenin hızı değişmekle beraber– tüm devletlerde askeri diktatörlüğe doğru kuvvetli bir basınç olduğuna inanıyordu.
Son olarak, Bakunin devletlerin diğer devletlere karşı savaşma eğilimlerine dikkat çekmiştir. Devletler arasında uluslararası düzeyde kabul edilen ahlak normları olmadığı için, onlar arasındaki rekabetler askeri çatışma biçiminde ifade edileceklerdir. “Hükümetler varoldukça barış olmayacaktır. Yanlızca daima savaşa meyilli olacak devletler tarafından yapılan uzatılmış geçici ertelemeler, ateşkesler olacaktır; ama bir devlet kendi avantajına bu dengeyi yıkacak kadar kendini güçlü hisseder etmez, bunu yapmaktan asla kaçınmayacaktır”.
Burjuva Demokrasisi
Politik yorumcular ve medya, her birkaç yılda bir seçmenlerden kendilerini kimin yöneteceğini belirlemek üzere bir kağıt parçası üzerine bir çarpı atmalarının istendiği temsili demokrasi sistemine methiyelerini durmaksızın söylüyorlar. Oy kullananların bir şekilde sistemin çalışmasının kontrolünü elinde bulundurduğu hayali [ing. illusion] sayesinde kapitalist sistem meşruiyet [ing. legitimacy] kazandığı ölçüde, bu sistem iyi işlemektedir. Bakunin’in bu konudaki yazıları, temsili demokrasinin dünya üzerinde ender olarak varolduğu bir zamanda yazılmıştır. Yine de birkaç örnek temelinde (ABD ve İsviçre), oy kullanma hakkının genişletilmesinin nüfusun büyük kısımlarının durumunu iyileştirmek için pek az şey yapabileceğini görebilmiştir. Bakunin’in belirttiği üzere, orta sınıf politikacıların her türlü sözü vermek üzere seçmenlerin önünde eğilmeye mecbur kaldığı doğrudur. Ama adayların halkla aynı seviyeye gelişi, Parlamento üyesi konumuna geldikleri seçimin ertesindeki ilk günde kaybolup gider. İşçiler işe gitmeye devam ederler, ve burjuvazi bir kere daha iş hayatı ve politik entrika meselelerini eline alır.
Bugün ABD ve Batı Avrupa’da, hakim olan politik sistem liberal demokrasidir. Britanya’da seçim sistemi, geniş desteğe sahip bazı partilerin ihmal edilebilir bir temsiliyet hakkı elde edebildikleri ölçüde, parlamento sandalyelerinin dağılımı konusunda açıkça adaletsizdir. Ama katı bir şekilde oransal temsiliyetin uygulandığı yerlerde bile, Bakunin’in eleştirisi tüm yakıcılığı ile geçerlidir. Çünkü temsili sistem nüfusun sadece küçük bir kesiminin (Britanya’da 650 Parlamento Üyesi’nin çoğunluğu elinde bulunduran [kesimi]) yasama ve yönetme ile doğrudan ilgili olmasını gerektirir.
Bakunin’in temsili demokrasiye itirazlarının temelinde, onu toplumda varolan eşitsiz gücün bir ifadesi olarak görmesi gerçeği yatar. Anayasaların yurtdaşların kanun önündeki eşitliğini ve haklarını garanti alması [olgusuna] rağmen, gerçek kapitalist sınıfın daima kontrolü elinde bulundurduğudur. Nüfusun büyük bir kısmı hayatta kalmak için emek gücünü satmak zorunda olduğu sürece, orada gerçek bir demokratik hükümet var olamaz. İnsanlar ekonomik olarak kapitalizm tarafından sömürüldükçe ve refahın büyük bir eşitsiz dağılımı söz konusu oldukça, orada gerçek bir demokrasi olamaz. Bakunin’in netleştirdiği üzere, ekonomik gerçekler siyasi haklardan çok daha kuvvetlidir [belirleyicidir]. Ekonomik ayrıcalıklar olduğu müddetçe, zenginin yoksul üzerindeki siyasi hakimiyeti de olacaktır. Bu ilişkinin sonucu ise, kapitalizmin temsilcilerinin (burjuva demokrasisinin) “bir hak olarak olmasa bile, gerçekte tek başına yönetme ayrıcalığına sahip olmasıdır”.
Liberal demokrasilerde yaygın olarak karşılaşılan bir aldatmaca, halkın yönettiği [aldatmacasıdır]. Ama gerçek, yönetimi mutlak surette azınlıkların yürüttüğüdür. Refaha, eğitime ve boş zamana erişebilen ayrıcalıklı bir azınlık, genel olarak çok az boş zamanı olan ve ancak temel eğitim alabilmiş sıradan emekçi insanlara göre yönetmek için daha iyi bir donanıma sahiptir.
Ama Bakunin’in –biraz alaylı bir şekilde olsa da– açıkladığı üzere, seçilen sosyalist bir hükümet gerçek anlamda durumu pek de iyileştirmeyecektir. İnsanlar güce kavuşup kendilerini toplumun “üstünde” gördükleri zaman, [Bakunin] onların dünyaya bakış tarzlarının değişeceğini söylüyordu. Bulundukları resmi görevin haşmetli mevkinden bakınca, yaşama dair görüş açısı çarpıklaşır ve altta olanlarınkinden farklı gözükür. Parlamentodaki sosyalist temsiliyetin tarihi, esas olarak vediği sözlerden geri dönmenin ve yönetici sınıfın tavırlarının, ahlakının ve davranışlarının içine çekilmenin tarihidir. Bakunin, sosyalist fikirlerden bu gibi geri adımlar atmanın ihanet yüzünden olmadığını, parlamentoya katılmanın temsilciye dünyayı çarpık bir aynadan gördürmesi yüzünden olduğunu öne sürer. Bakunin’in söylediği üzere, yönetim işiyle ilgilenen bir işçiler parlamentosu nihayetinde “sömürücü ve tahakkümcü haline gelecek; kararlı aristokratların, otorite ilkesinin arsız ya da çekingen tapıcılarının” meclisine dönüşecektir.
Bakunin’in yazılarında defalarca belirttiği nokta, hiç kimsenin halkı onların çıkarları için [doğrultusunda] yönetemeyeceğidir. Adalet ve özgürlüğün hakim olmasını sadece ve sadece yaşamlarımız üzerindeki kişisel ve doğrudan kontrolümüz sağlayabilir. Doğrudan kontrolün engellenmesi özgürlüğümüzün reddedilmesidir. İster demokrasi, isterse cumhuriyetçilik veya halk devleti örtüsü altında olsun; siyasi egemenliği başkalarına vermek, kontrolü başkalarına vermek ve böylece de [onların] yaşamlarımız üzerinde tahakküm kurmalarını [sağlamak] olacaktır.
İnsanların doğrudan kanunları yapacağı referandumun temsili demokrasi fikrinin ötesine geçen bir gelişme olduğu düşünülebilir. Bakunin’e göre pekçok nedenden ötürü bu böyle değildir. İlk olarak, insanlar söz konusu olan tüm konularda tam bir bilgiye sahip olarak kararlar alabilecek durumda değildirler. Keza yasalar karmaşık, soyut ve özel bir karakterde olabilirler; ve bunlar hakkında ciddi bir şekilde oy kullanabilmeleri için insanların tam anlamıyla eğitilmiş olmaları ve [bu yasaların] söz konusu yansıma ve etkilerini tartışabilecek yeterince zamanları ve imkanlarının olması gerekecektir. Referandumlar gerçekte, tam zamanlı siyasetçiler tarafından –aslen burjuvaziyle ilgili olan konulara dair– meşruiyet kazanmak amacıyla kullanılırlar. Referandumun sıkça kullandığı İsviçre’nin Avrupa’daki en muhafazakar ülkelerden birisi olması bir rastlantı değildir. Referandum sayesinde insanlar tartışmanın şartlarını belirleyen siyasetçiler tarafından yönlendirilirler. Böylece popüler [halktan] bir girdiye rağmen, halk hala burjuvazinin kontrolü altında kalmaya devam eder.
Nihayet, Bakunin demokratik bir devletin olabilirliği olgusu hakkında [şunları belirtir]: Ona göre, demokratik devlet terimsel olarak bir çelişkidir; çünkü devlet asıl olarak kuvvet, otorite ve tahakküm ile ilgilidir, ve zorunlu olarak refahın ve gücün eşitsizliğine dayanır. Herkes için kendinden yönetim anlamındaki demokrasi, hiç kimsenin yönetilmediği anlamına gelir. Eğer hiç kimse yönetmiyorsa, o zaman ortada bir devlet de olmaz. Eğer ortada bir devlet varsa, o zaman kendinden yönetim olamaz.
Marks
Bakunin’in Marksizme karşı çıkması, çeşitli ayrı ancak birbirleriyle ilişkili eleştiriyi içerir. Marks’ın samimi bir devrimci olduğunu düşünmekle beraber, Bakunin Marksist sistemin uygulanmasının bir baskının (kapitalist) mecburen başka bir baskı (devlet sosyalist) ile yer değiştirmesine yol açacağına inanıyordu.
Bakunin ilk olarak Marks’ın düşüncesinde ekonomik determinist unsur olarak nitelendirdiğine, [yani] en basit olarak ifade edildiği şekli ile “Varlık [ing. being, varoluş] bilinci belirler”e karşı çıkar. Diğer bir şekilde ortaya konulursa; Bakunin toplumun bütün bir “üst yapısal” unsurlarının, yasalarının, ahlaki değerlerinin, biliminin, dininin vb.’lerinin ekonomik gerçeklerin gelişmesini takip eden kaçınılmaz etkiler olduğu fikrine karşıdır. Tarih ya da bilimin ekonomik faktörlerce (yani “üretim tarzı”nca) belirlenmesinden ziyade, Bakunin kendi kaderlerini gerçekleştirmelerinde insanoğullarının etkin müdehalelerine çok daha fazla imkan tanır.
Bakunin’in –aslında devletsiz komünizme giden yolda geçici bir devlet olan– Marksist proletarya diktatörlüğü fikrine karşı çıkması daha önemlidir. 1848 Komünist Manifestosu’nda, Marks ve Engels devlet kontrolü altında olacak işçi ordularının gerekliliğinden, kırsal işçilerin geriliğinden, merkezi olan ve komuta edilen bir ekonominin gerekliliğinden ve yaygın bir ulusallaştırmadan bahsederler. Daha sonra ise Marks işçi hükümetinin evrensel oy verme sayesinde ortaya çıkacağını da belirtir. Bakunin bu önermelerin her birini sorgulamıştır.
Temeli ne olursa olsun –ister proleter, isterse burjuva [temelli] olsun– devlet, kaçınılmaz şekilde pekçok itiraz edilebilir özelliklere sahiptir. Devletler zor ve hakimiyete dayanırlar. Bakunin, düşmanlarına karşı proletaryanın [sahip olduğu] bu hakimiyetin kısa zaman içinde proletaryaya karşı devletin [hakimiyetiyle] sonlanacağını öne sürer. Bakunin, sayı olarak milyonlarca insanı bulan tüm bir sınıf adına yönetmenin imkansızlığı yüzünden bunun gerçekleşeceğine inanmaktaydı. İşçiler zorunlu olarak yönetim işlerini küçük bir grup siyasetçiye emanet etme yolu ile güçlerini kullanacaklardır.
Bir kez yönetme rolü kitlelerin ellerinden alındığında, yeni bir uzmanlar, bilim adamları ve profesyonel siyasetçiler sınıfı ortaya çıkacaktır. Bakunin’e göre, (Maksistlerin en önemli iddiası olan) bilimsel yasalara göre çalıştıkları iddiasıyla [sağlanan] mistikleştirme ve meşruiyet bahşetme sayesinde, bu yeni seçkinlerin işçiler üzerinde [oluşturacakları] hakimiyetin çok daha güvenilir olacağı hiç de doğru değildir.Bunun da ötesinde, bunlar veriliyken yeni devlet kendini halkın arzularının gerçek ifadesi olarak maskeleyebilir. Siyasi gücün kurumsallaştırılması, aynı biçimde kendi çıkarlarını gözeten ve ne olduğu şüpheli işlerini aynı şekilde örtbas eden yeni bir yöneticiler grubunun ortaya çıkmasına neden olur.
Bakunin’e göre, devletçi sistemin sahip olduğu bir başka sorun ise merkezi devletçi hükümetin hakimiyet sürecini daha da kuvvetlendirmesidir. Emeğin ve ekonominin sahibi, örgütleyeni, yöneteni, finanse edeni ve dağıtanı [dağılımını düzenleyeni] olan devlet, işleyişinde zorunlu olarak otoriter bir tarzda faaliyet gösterecektir. Sovyet sisteminde görüldüğü üzere, komuta ekonomisi en yukarıdan en aşağıya doğru akan kararlara göre faaliyet göstermelidir; bireyin karmaşık ve çeşitli gereksinimlerini karşılayamaz ve son tahlilde umutsuz, etkin olmayan bir devden ibarettir. Marks, nereden gelirse gelsin merkeziyetçiliğin devrimin nihai, [yani] devletçi çözümüne doğru bir yönelim olduğuna inanıyordu. Bakunin ise aksine federalizmle merkeziyetçiliğe karşı çıktı.
Bakunin’in Marksist devletin işleyişine dair tahminleri gerçekte ortaya çıkmıştır. Bolşevikler 1917’de iktidarı ele geçirdiler, hemen akabinde proletarya diktatörlüğü ve devlet iktidarından bahsetmeye başladılar; ve yine de –isteyerek ya da istemeden– kaçınılmaz bir şekilde devasa bir bürokratik polis devletini yarattılar.
Sendikalar
Britanya’daki solun büyük bir kısmı sendikaların mevcut yapısını olumlu olarak değerlendirir. Bu hem sol hem de sağ İşçi Partisi üyeleri için, Komünist Parti için, Militan Eğilim ve birçok diğer Marksist örgüt için geçerlidir. Bunların tümü kendi amaçları doğrultusunda kullanmak üzere sendikaları ya da [onların] kontrolünü –hemen hemen oldukları biçimiyle– ele geçirmeyi arzularlar. Sonuçta sendikaların içinde kontrol amacıyla sıklıkla keskin çatışmalar ve manevralar yaşanır. Sendikanın yönetim kurulunun ve tam zamanlı görevlerin kontrolü için destekçilerinin [devamlı olarak didiştiği], [yönetimin] hırçın anti-komünist bir sağ grupla Militan Eğilim arasında gidip geldiği CPSA’da bu eğilim oldukça belirgindir. Bunun en önemli istisnası, –SWP kontrol edebilir oldukça– sıradan işçilerin [yönetimde bulunması] destekleyen Sosyalist İşçi Partisi [SWP]’dir.
Bakunin bir yüzyılı aşkın bir zaman önce sendika örgütlerine dair anarşist yaklaşımın temellerini, ve anarşist olmayan sendikaların kendi kişisel tımarlarına ve bürokrasiye doğru gerilemeleri genel eğilimini ortaya atmıştır. Uluslararası İşçi Birliği [ing. International Working Mens Association, Enternasyonal] dahilindeki sendika örgütlenmesi bağlamında, [Bakunin] sendikaların aslında sözcüsü olmaları gereken üyelerinden nasıl çalınabileceğinin örneklerini vermiştir. Gücün sendika yöneticileri tarafından ele geçirilmesine yol açacak birbiriyle ilintili pekçok özelliği teşhis etmiştir.
İlk olarak, anahtar işlevi gören psikolojik unsuru belirtmiştir. Dürüst, çok çalışkan, zeki ve anlayışlı militanlar zorlu çalışmalarının sonucunda iş arkadaşlarının saygı ve sevgisini kazanabilir, sendika yönetimine seçilebilirler. Onlar kendinden fedakarlık etme, inisiyatif alma ve yetenek ortaya koymayı sergileyebilirler. Ne yazık ki, bir kere liderlik mertebesine eriştiklerinde bu insanlar kendilerini olmazsa olmaz [kişiler] olarak görmeye başlarlar, giderek daha fazla bir şekilde ilgi odakları farklı sendika komitelerindeki manipülasyonlara doğru [kayar].
Bir zamanların militanı böylece sıradan üyelerin günlük sorunlardan uzaklaşır ve tüm liderleri mahzunlaştıran kendi hülyasına –yani bir üstünlük hissine– dalar.
Liderlerin sendikanın eylemlerini ve politikalarını karara bağladığı gizli tartışma meclislerinin ve sendika bürokrasilerinin varlığı biliniyorken; yapılarının resmi olarak ne kadar demokratik olmalarından bağımsız olarak, sendika yapıları içinde “yönetsel bir aristokrasi” ortaya çıkar. Sendika komitelerinin, vb.’nin giderek artan otoritesi ile birlikte; Bakunin’in belirttiği üzere kendilerini doğrudan etkileyen konular –görev tazminatları, ücretler, grevler vb.– hariç olmak üzere, işçiler sendika meselelerine karşı giderek ilgisiz hale gelirler. [Kendilerine] yabancılaşan üyelerinden [üye] aidatlarını toplamak konusunda sendikalar her zaman sorunla karşılaşmışlardır; [buna] çözüm olarak ise, gerekli miktarın kaynağında –yani [doğrudan] ücret paketinden– kesilmeesi için sendikaların ve işverenlerin işbirliği yaptığı “hesap kesme” [ing. check off] sistemini bulmuşlardır.
İşçilerin sendikayı doğrudan kontrol etmediği, ve yetkeyi komitelere ve tam gün [çalışan, işi bu olan] ajanlara devrettiği bir yerde birçok şey olur. İlk olarak, sendika üyelik aidatları çok yüksek olmadığı ve gecikmiş aidatlar konusunda çok katı olunmadığı müddetçe, [doğrudan yönetimin] yerini alan organlar neredeyse tam bir muafiyetle faaliyet gösterirler. Bu, komiteler açısından iyidir, ancak sendikanın demokratik yaşamını neredeyse tamamıyle sona erdirir. Aynen tüm hükümetler[-de olduğu] gibi, bu komiteler ve organlarda da giderek yoğunlaşan güç, üyelerinin iradesi yerine kendi iradesini geçirecektir. Bu ise sonucunda kişisel entrikaların, kibirin, ihtirasın ve bencilliğin ifade edilmesine olanak yaratır. Görünürde ideolojik temellerde yürütülen pekçok sendika içi çatışma, aslında kendi kariyerleri için sendikaları seçen doymak bilmez bencillerin kontrol sağlamak için yürüttükleri mücadelelerdir. Bu kariyerizm –örneğin çatışma için hiçbir siyasi nedeninnin olmadığı durumlarda– rakip solcular arasındaki çarpışmalarda zaman zaman yüzeye çıkar. Geçmişte Komünist Parti bazı sendikalarda sendika kariyeri uygulamasını teklif etmiş ve bu tip çatışmalar devamlı ortaya çıkmıştır.
Açıktır ki, sendikaları ele geçirmeyi hedefleyen Militan Eğilim içinde de bu sorun var olmaktadır.
(Kapitalizmi yansıtan bir şekilde) hiyerarşik bir temelde düzenlenen pekçok sendika komitesi içinde, bir ya da iki birey üstün zekaları veya saldırganlıkları temelinde hakim hale gelirler. En nihayetinde, demokratik yönelge ve tüzüklerin korumasına rağmen, sendikalar kendi örgütlerinde büyük bir güce sahip olan patronların hakimiyetine geçer. Son bir kaç on yıldır, bu tip pekçok sendika patronu –özellikle de İşçi [partisi] hükümeti dönemlerinde– ulusal şahsiyetler haline gelmiştir.
Bakunin, sıradan işçilerin [üyelerin] yokluğu, demokratik olmayan eğilimlere karşı muhalefetin yokluğu ve kendilerinin ayartılmasına müsade edenlerin sendika erkine erişimi durumlarında, bu tip bir sendikal dejenerasyonunun [bozulmanın] kaçınılmazlığının farkındaydı. Bakunin, samimi olarak kendi kişisel bütünlüklerini [ing. integrity, dürüstlük] muhafaza etmek isteyen bireylerin görevde uzun süre kalmamaları ve sıradan üyelerin güçlü muhalefetini cesaretlendirilmesinin gerektiğini ifade ediyordu.
Ancak kişisel bütünlük yetersiz bir koruma olacaktır. Diğer kurumsal ve örgütsel unsurlar da işin içine dahil edilmelidir. Bunlar görevliler tarafından yapılan önerilerin ve nasıl oy kullandıklarının düzenli olarak rapor edilmesini, diğer bir ifade ile sürekli ve doğrudan bir denetlenebilirliğin içerilmesidir. İkinci olarak, bu tip sendika delegeleri sıradan üyelerin direktiflerine tabi olan üyeler arasından aday gösterilmelidirler. Üçüncü olarak, Bakunin yetersiz olan delegelerin anında geri çağrılmasını önerir. Nihayetinde ve en önemlisi, [Bakunin] demokratik olmayan yollardan davranan liderlerin önünü kesmek için kitle toplantılarının ve diğer tabandan [ing. grassroots] faaliyet şekillerinin geliştirilmesi çağrısında bulunur. Pasif üyeleri eylemliliğe çağıracak kitle toplantıları, sözde liderlerin tanınmaması eğilimini yaratacak bir yoldaşlık ortaya çıkaracaktır.
(Web için ekleme – Bundan hareketle, Bakunin’in anarko-sendikalist hareketin en önemli esin kaynağı olduğu söylenebilir).
Devrimci Örgütlenme
Bakunin, her şeyin ötesinde anarşiyi başarmak için kolektif eylemliliğin gerekli olduğuna inanan bir devrimciydi. Ölümünden sonra, anarşist hareket içinde küçük gruplar ve bireysel eylemlilik lehine, örgütlenmenin terk edilmesi yönünde güçlü bir eğilim ortaya çıkmıştı. Ondokuzuncu yüzyılın sonunda Fransa’da bireysel terör eylemlerine yol açan bu gelişme, anarşizmi devrimin asıl kaynağından, yani işçilerden izole etmiştir.
Bakunin, düşüncesinin diğer yönleriyle tutarlı bir şekilde, örgütlenmeyi merkezileşmiş ve disiplinli bir ordu biçiminde (özdisiplinin [ing. self-discipline] hayati olduğunu düşünüyor olsa da) değil, kolektif içinde yapılan karşılıklı anlaşmalar sayesinde devrimcilerin enerjilerini yönlendirebilecekleri merkezsizleşmiş federalizmin bir sonucu olarak görüyürdu. Pekçok nedenden ötürü koordine edilen bir devrimci harekete gereksinim olduğunu söyler Bakunin. İlk olarak, [belirli] bir yönelimi olmadan hareket eden anarşistler en nihayetinde farklı yönlerde hareket ediyor olacaklar, ve bunun sonucunda da birbirilerini etkisizleştirme eğilimini göstereceklerdir. Örgütlenme kendi hatırına gereken bir şey değildir, kapitalist devlet tarafından idare edilen büyük kaynağın karşısında devrimci sınıfların kuvvetini azami kılmak için gereklidir.
Ancak Bakunin’in bakış açısından, en önemlisi insanlar tarafından otoriteye karşı yapılacak kendiliğinden isyandır. Eşitsiz olmaları ve yoğunluklarının zamana ve yere göre değişiklik göstermesi, tamamen kendiliğinden olan ayaklanmaların doğasıdır. Anarşist devrimci örgütlenme ayaklanmayı ele geçirmeye ve yönlendirmeye teşebbüs etmemelidir; ancak hedefleri belirginleştirme, devrimci propagandayı öne çıkarma ve kitlelerin devrimci içgüdüleriyle uyum içinde olan fikirleri geliştirme sorumluluğuna sahiptir. Bunun ötesine geçmek devrimin tüm kendinden-özgürleştirici [ing. self-liberatory] amacının altını kazacaktır.
Böylece Bakunin devrimci örgütü devrimi ikame eden [onun yerini alan] bir şey olarak değil, ona yardımcı bir şey olarak görür. Bakunin’in “gizli devrimci öncüler” ve öncülerin “görünmez dikatörlüğü” çağrılarını işte bu bağlamda yorumlamalıyız. [Bakunin’in bahsettiği bu] öncünün, işçi sınıfı üzerinde fiili ve doğrudan kontrolü amaçlayan Leninist modeldeki [öncü kavramı] ile hiçbir ortak yanının olmadığı söylenmelidir. Bakunin bu tip yaklaşımlara şiddetle karşı çıkarak, takipçilerine “ne hiçbir üyenin … –devrimin tam ortasında bile– herhangi bir kamusal görevi, ne de (devrimci) örgütlenmenin bunu yapmasına müsade edilecektir; … daima uyanık kalınarak, otoritelerin, hükümetlerin ve devletlerin kurulması imkansız kılınacaktır”. Öncü ise, sonuçları elde etmek için resmi olmayan bir temelde üyelerinin yeteneklerine dayanan devrimci hareketi etkilemek için oradadır. Bakunin, doğal eşitsizliklerin değil de otoritenin kurumsallaşmasının devrim için bir tehdit oluşturduğunu düşünüyordu. Öncü, işçi sınıfının kendi devrimci eylemliğinde bir katalizör olarak hareket edecektir ve kendini tamamen harekete adayacaktır. Bu durumda Bakunin’in öncüsü eğitim ve propaganda ile ilgili olup; Leninist öncü partinin aksine sınıftan bağımsız ayrı bir organ değil, onun içinde yer alan aktif bir ajan olacaktır.
Bakuninci bir örgütün başka bir önemli meselesi de, işçi sınıfının bekçi köpeği gibi davranacak olmasıdır. Aynen şimdiki gibi o zaman da, devrimin liderleri olarak poz takınacak ve kendi üyelerini “sırada bekleyen hükümet” olarak hazırlayacak otoriter gruplar olacaktır. Devrimin bir temsili hükümeti başka bir “devrimci” [hükümetle] değiştirmemesi için, anarşist öncü bu tip hareketleri deşifre etmelidir. İlk zaferin ardından siyasi devrimciler, sözde işçi hükümeti ve proletarya diktatörlüğü taraftarları; Bakunin’e göre “popüler tutkuları susturmaya” çalışacaklardır. “Onlar düzen[-in sağlanması], devrim yolunda ve [devrim] adına kendi diktatöryal iktidarlarını kuran ve bunu meşrulaştıranlara güven duyulması, [onlara] tabi olunması çağrılarında bulunacaklardır; bu tip siyasi devrimciler işte böylece devleti yeniden kurarlar. Diğer yandan biz ise, halkın tüm dinamik tutkularını uyandırmalı ve canlandırmalıyız”.
Anarşi
Kapitalizm ve devlet sosyalizmine karşı yaptığı eleştirilerde, Bakunin devamlı olarak özgürlükten bahseder. Bu nedenle geleceğin anarşist toplumuna dair taslaklarında özgürlük ilkesinin hakim olmasına şaşmamak gerekir. Birçok devrimci programda, olası azami bireysel ve kolektif özgürlüğü teşvik edecek toplumların esas özelliklerini ele alır. Bakunin’in programlarında tasavvur edilen toplumlar –hiçbir sorunu olmayan, ayrıntılı kurmaca topluluklar olmaları anlamında– birer Ütopya değildirler; daha ziyade özgürlüğü garanti edecek asgari bir iskelet benzeri yapılara dair önerilerdir. Bakunin tarihsel, kültürel, ekonomik ve coğrafi etmenlere bağlı olarak, geleceğin anarşist toplumlarının karakterinin değişeceğini söyler.
Temel mesele, herkes için adalete ve toplumsal refaha dayanacak ve özgürlük de üretecek bir toplumu ortaya çıkaracak asgari gerekli koşulları sağlamaktır. Programların olumsuz, yani yıkıcı özelliklerinin tamamı tahakküm ve sömürüye yol açan kurumların yıkılması ile ilgilidir. Yerleşik kilise, yargı, devlet bankaları ve bürokrasisi dahil olmak üzere devlet, silahlı güçler ve polis tamamı ile süpürülmelidir. Keza tüm rütbeler, imtiyazlar, sınıflar ve monarşiler lağvedilmelidirler.
Yeni toplumun olumlu, yapıcı özelliklerinin tümü özgürlük ve adaleti yaymakla ilintilidir. Toplumun özgür olması için, Bakunin eşitliğin ortaya konmasının yanlızca yeterli olmadığını söylüyordu. Hayır, özgürlük ancak toplumsal ve ekonomik endişelerden kurtulmuş, tamamıyla iyi eğitimli ve sağlıklı bir nüfusun tam katılımının olduğu bir toplum sayesinde başarılabilir ve korunabilir. Böyle bir aydınlanmış toplum gerçekten de özgür olabilir; ve söz konusu olan şeyler hakkındaki bilgi ve halk tarafından kontrol edilen bilim temelinde, rasyonelce hareket edebilir.
Bakunin, insanların inançları ve eylemleri yüzünden hiç kimseye karşı sorumlu olmayacakları tam bir hareket, görüş ve ahlak özgürlüğünü savunur. Bunun tam ve sınırsız bir konuşma, basın ve toplantı özgürlüğü olması gerektiğini belirtir. “Savunulması bahanesiyle özgürlüğün kısıtlanmasını savunmak tehlikeli bir aldanma” olduğu için, özgürlüğün ancak özgürlükle savunulabileceğine inanır. Bakunin, gerçekten özgür ve aydınlanmış bir toplumun özgürlüğünü yeterince savunabileceğini söyler. Düzenli bir toplumun, sonuçta sadece muhalefeti ve gruplaşmayı besleyecek olan fikirlerin bastırılmasından değil, tüm herkes için sağlanan tam bir özgürlükten ortaya çıkacağını düşünür.
Bu, Bakunin’in toplumun kendini savunma hakkının olmadığını düşündüğü anlamına gelmez. Özgürlüğün [toplumun] yıkımında değil, toplumun içinde bulunduğuna inanıyordu. Diğerlerinin özgürlüğünü kısıtlayacak şekilde hareket eden insanlara yer yoktur; bu başkalarının emeğiyle yaşayan tüm asalakları da içerir. Çalışma –yani bir kimsenin emeğiyle refahın yaratılmasına yaptığı katkı– öne sürülen anarşist toplumdaki siyasi hakların temelini oluşturur. Diğerlerini sömürerek yaşamlarını sürdürenler siyasi haklara layık değildirler. Hırsızlık yapan, toplumdaki ve toplumla yaptıkları gönüllü anlaşmaları ihlal edenler, fiziki zararlara yol açanlar vb., o toplum tarafından oluşturulan yasalar uyarınca cezalandırılmaya hazır olmalıdırlar. Öte yandan, suçu karara bağlanan suçlu kendisini toplumdan ve onun sağladığı faydalardan dışlayarak, toplumun verdiği cezadan kaçınabilir. Eğer isterse toplum da suçluyu ihraç edebilir. Temel olarak, Bakunin toplumsal karşıtı faaliyetleri asgari kılmak için aydınlanmış bir kamu görüşünün gücüne büyük bir değer vermiştir.
Bakunin farklı yetenek, enerji ve tasarruf düzeylerinin bir yansıması olan doğal eşitsizliklere tolerans gösterilmesi gerektiğini belirtirken, refahın eşitlenmesi [gerektiğini] öne sürer. Bu eşitliğin amacı, bireylere toplum içinde insanlıklarının tam bir ifadesini bulmalarına imkanını tanımaktır. Bakunin, anarşist bir toplumda uygulanırsa eşitsizlik ve ücretli köleliğin yeniden inşasına yol açacak olan kiralanan emek fikrine şiddetle şekilde karşı çıkar. Bunun yerine, daha etkin olma eğilimine sahip olduğunu düşündüğü kolektif çabayı öne çıkarır. Ancak bireyler diğerlerini istihdam ediyor olmadıkça, [bireylerin] kendi başlarına çalışmalarına hiçbir itirazı yoktur.
İşçilerin faaliyetlerini koordine edebilecek olan emek birliklerinin oluşturulması yoluyla, Bakunin ürünlere olan taleple üretimi uyumlandıracak bir sanayi meclisi teşkil edilmesini önerir. Piyasanın yokluğunda bu tip bir meclis gerekli olacaktır. Federe hale gelmiş olan değişik gönüllü örgütlerden toplanan istatistiki bilgiyle donanmışken, üretim uluslararası bir temelde uzmanlaştırılabilir; böylece de halihazırda ekonomik avantajları olan ülkeler genel fayda yararına en etkin şekilde üretim yaparlar. Böylece, Bakunin’e göre israf, ekonomik kriz ve durgunluk “artık insanoğlunun başına bela olmayacaktır; insan emeğinin kurtuluşu dünyaya yeniden hayat getirecektir”.
Toplumun siyasi örgütlenmesi sorununa geri dönersek, Bakunin [siyasi örgütlenmelerin] tümünün gönüllü örgütlerin bir federasyonu temelinde özgürlüğün sağlanması yoluyla düzeni sağlayacak bir şekilde inşa edilmesi gerektiğini vurgulamıştır. Bu tip tüm siyasi organlarda, erk “tabandan yukarı doğru” ve “çeperden merkeze doğru” akacaktır. Diğer bir deyişle, bu tip örgütler insanları kontrol edecek yönlendirme merkezleri değil, birey ve grup görüşlerinin birer ifadesi olmalıdırlar.
Bakunin karar alma sürecinin, federalizm temelinde tüm katılımcılar için –eğer sistemi destekliyorlarsa– bağlayıcı olacak çok katmanlı bir sorumluluk sistemi olmasını önermiştir. Bütün bir yapıyı meydana getiren bireyler, gruplar veya siyasi kurumlar ayrılma hakkına sahip olacaklardır. Her bir katılımcı birim kendi kaderini tayin, daha büyük bir organa katılma veya katılmama haklarına mutlak olarak sahiptir. Bakunin, yerel düzeyden başlamak üzere, tamamen özerk [olan] komünü temel siyasi birim olarak değerlendirir. Komün evrensel oy kullanma [herkesin oy kullanması] hakkı temelinde, tüm görevlilerini, yasa yapıcılarını, hakimlerini ve komünal mülkü yönetecek kişileri seçecektir.
Komün kendi işlerini kendisi karara bağlayacaktır; ama eğer gönüllü olarak bir sonraki [üst] yönetim kademesine –yani bölge meclisine– federe olmuşsa, o zaman anayasası bölgesel meclisle uyumlu olmalıdır. Benzer şekilde, bölge anayasası katılan komünler tarafından onaylanmalıdır. Bölge meclisi komünler arasındaki hakları ve yükümlülükleri tanımlayacak, bir bütün olarak bölgenin tümünü etkileyecek yasaları ele alacaktır. Bölge meclisinin kompozisyonu yine genel oy kullanma temelinde belirlenecektir.
Siyasi örgütün daha üst seviyeleri, ulusal organlar ve en nihayetinde de uluslararası meclis olacaktır. Bakunin, uluslararası örgütler bağlamında, devamlı silahlı güçlerin olmaması gerektiğini, bunun yerine yerel yurtdaşların oluşturacağı savunma milislerinin oluşturulmasını tercih ettiğini belirtir. Uluslar ve bölgeler arasındaki anlaşmazlıklar uluslararası meclislerde çözüme bağlanır. Bu meclis eğer gerekirse yabancı saldırganlara karşı savaş yürütebilir; eğer uluslararası federasyonun bir üyesi bir başka üyeye saldırırsa, o zaman [saldırgan] ihraç edilmeyle ve tüm federasyonu karşısına almakla yüz yüze kalacaktır.
Bu nedenle Bakunin’in çizdiği anarşi taslağı baştan sona bireysel ve kolektif iyiliği azami kılmak için katılımcılarının özgür federasyonuna dayanacaktır.
Bakunin’in Bugüne Uygunluğu
Bu broşür boyunca Bakunin’in kendisinin konuşmasına imkan tanındı; ve broşürün yazarlarına ait herhangi bir görüş gayet açıkça görülebilir. Bu son kısımda Bakunin’in fikirlerinin ve eylemlerinin genel bir değerlendirmesini yapmak faydalı olabilir.
Yirminci yüzyılda Marksizmin dünya emek ve devrimci hareketine hakim olması ile beraber Bakunin’i kafası karışık ya da ilgilisiz [konu dışı] değerlendirerek göz ardı etmek adeta bir kural haline geldi. Ancak Bakunin, yaşamı boyunca oldukça ciddi bir destek kazanmış bir kişilikti. Marks, Bakunin ve taraftarları tarafından o kadar baskı altına alınmıştı ki, en sonunda Birinci Enternasyonal’i New York’a taşıyarak dağıtmak zorunda kaldı. Marks, –anarşizme mağlup olmasını engellemek için– yaptığı bürokratik manevralarla [Enternasyonal’i] öldürdü.
SSCB’nin dağılmasının ve Çin’deki belirgin bozulmanın ardından Marksizmin ciddi ölçüde zayıfladığı bugün, Bakunin’in fikirleri ve devrimci Anarşizm artık yeni olanaklara sahip. Eğer otoriter, devlet sosyalizminin canavara dönüşecek bir çocuk olduğu ispatlanmışsa, [artık bu durumda] liberter komünist fikirler bir kere daha geçerli bir alternatif ortaya koymaktadır.
Bakunin ve takipçilerinin kalıcı olan pekçok nitelikleri var, ancak kapitalizm ve devletin devrimci yıkımına dair ciddi kararlılıkları [bunlar arasında] en yüksek değerde olanıdır. Bakunin bir kuramcıdan ziyade bir eylem adamıydı; kendisini Avrupa devletlerinin başındakileri [korkudan] dehşete düşüren fiili ayaklanmaların içine atmıştır. Bu militan gelenek Malatesta, Makhno, Durruti ve diğer birçok isimsiz militan tarafından devam ettirilmiştir. Aşamalı bir yaklaşımı benimseyen anarşistler Anarşizme karşı birer hakarettirler. Ya devrimciyizdir, ya da etkisiz bir pasifizme doğru yozlaşırız.
Bakunin devlet sosyalizminin tehlikelerini önceden görmüştü. Her ne kadar Bakunin tam olarak tasavvur edemese de, onun Marksist yönetici sınıfça hakim olunan askeri, köleleştirilmiş toplum tahmini gerçekleşmiştir. Kibir ve vahşilik açısından Lenin, Troçki ve Stalin Çarları bile geride bırakmıştır. Ve sıkça hükümetler kuran reformist sosyalizmin on yıllarının ardından, Bakunin’in değerlendirmelerinin doğru olduğu ispatlanmıştır. Britanya’da en sonunda “sosyalist Lordlar” biçiminde işçi sınıfına karşı yapılan bir hakaretle karşılaştık. Kapitalizme yaptıkları hizmetleri karşılığında, İşçi [Partisi] millletvekillerine en sonunda aristokrasi [kademesine] yükselme [hakkı] bahşedildi.
Bakunin, adalet, eşitlik ve özgürlüğe dayanan bir toplum için mücadele etmiştir. Solun siyasi liderlerinin aksine, onun işçi [sınıfından] insanların kendiliğinden, yaratıcı ve devrimci potansiyallerine karşı büyük bir inancı vardı. Onun inançları ve eylemleri bu yaklaşımı yansıtır. Yirminci yüzyılda devasa ve tehlikeli boyutlara varan devlete karşı tutumundan, onun militanlığından ve onun federalizminden devrimciler pekçok değerli şey öğrenebilirler. Bakunin’in bize öğreteceği pekçok şey var, ama biz de yeni sorunlar ve fırsatlar karşısında fikirlerimizi geliştirmeliyiz. İşte bu Bakunin’in mirasıdır.
Bunları zihninde tutan Anarşist Komünist Federasyon en nihayetinde Bakunin’in fikirlerine dayanan, ama bugünkü kapitalizmin gereklerini karşılamak üzere daha ileri giden bir devrimci anarşist doktrin geliştirmektedir. Ekolojik meseleler, dünyanın emperyalistlerce hakimiyeti sorunu, kadınların kitlesel olarak ezilmesi, endüstrinin otomasyonu, bilgisayarlı teknoloji vb., tüm bunlar uğraşılması gereken şeylerdirler. Biz bu mücadeleye hazırız!
Daha fazla okuma için
Kamu kütüphanelerinde bulunan, Bakunin’in çalışmalarının toplandığı iki temel kitap vardır. Bunlar Sam Dolgoff tarafından düzenlenen “Bakunin on Anarchy” ve G.P. Maximoff’un düzenlediği “The Political Philosophy of Bakunin”‘dir. Dikkate değer olan Robert M. Cutler’ın düzenlediği “The Basic Bakunin – Writings 1869-1871” ve yine aynı kişi tarafından düzenlenen “Mikhail Bakunin – From Out of the Dustbin”‘e bakabilirsiniz.
Bakunin’in fikirlerini derinlemesine anlamak için, Richard B. Saltman’ın “The Social and Political Thought of Michael Bakunin”inin bir eşi yoktur.
Bakunin’in eserleri şunlardır:
– “God and State”
– “Marxism, Freedom and State” (düzenleyen K.J. Kenafik).
– “The Paris Commune and the Idea of the State”
– “Statism and Anarchy” (ağır giden bir metin, düzenleyen Marshall Shatz).
Çeviri: Anarşist Bakış
Kaynak: “Basic Bakunin”
https://anarsizm.org/temel-bakunin-1993-anarsist-komunist-federasyon/?__cf_chl_jschl_tk__=pmd_1sxbVIrF9Od1PkVIwKb8YRLck0qKfRmGfuBYnxtT38E-1630240203-0-gqNtZGzNApCjcnBszQkl
0 notes
Text
"Siz, gençler, bilmelisiniz ki, insanoğlunun bilim, sanat ve teknoloji alanında sağladığı güzel, sonsuza dek yararlı ve gerçekten değerli olan her şey, anlatılması güç kötü koşullar altında, "toplumun" büyük cehaletinin dişleri arasında, kilisenin yabanıl düşmanlığı ve kapitalistlerin doymak bilmez hırslı gözleri dibinde, ve sanatla bilim "patronlarının" kaprisli istemlerinin pençelerinde elde edilmiştir. Kültürün yaratıcıları arasında, örneğin, büyük fizikçi Faraday ve büyük mucit Edison gibi pek çok sıradan işçi bulunduğu akıldan çıkarılmamalıdır; makara sisteminin, bir berber olan Arkwright tarafından bulunduğu, en güzel seramik sanat yapıtlarının bir nalbant olan Bernard Palissy'nin yaratıcılığıyla ortaya çıktığı, dünyanın en büyük oyun yazan Shakespeare'in ve de Moliere'in sıradan birer aktör olduğu gözden uzak tutulmamalıdır. İnsanların yeteneklerini nasıl geliştirdikleri üzerine buna benzer daha yüzlerce örnek verilebilir.
Bütün bunlar, şimdi insanoğlunun elinde bulunan büyük bir bilimsel bilgi ve teknik bulgular birikiminin sağ layacağı kolaylıklardan yararlanabilme olanağına sahip olmayan kişiler tarafından gerçekleştirildi. İnsan emeğinin boşa harcanmasının, işçilerin insan onuruna yaraşmayan sömürülerinin, hızla yozlaşan varlıklı bir sınıf yaratmakla kalmayıp, çalışan sınıfın da yozlaşması tehlikesini yaratan sömürünün kökünden kazınmasına çabaladığımız ülkemizde, kültürel çalışmaların ne denli kolaylaştığını düşünün bir kez.
Çok b��yük ve son derece açık bir yükümlülükle karşı karşıyasınız: «Eski dünyayı kovmak» ve yeni bir dünya yaratmak. Bu eylem başlamıştır. Bu süreç ilerlemektedir ve eski dünya o yola ne engeller koyarsa koysun, gelişmesini sürdürecektir. Bütün dünya bu işe hazırlanmak üzere kollarını sıvamakta. Topluluktan soyutlandıkları duygusunu taşımak yerine, o topluluğun yaratıcı iradesini haykıran öncüleri olduklarına inanan bireylerin çalışmaları, artık hoşnutlukla karşılanıyor.
İlk kez böylesine apaçık, böylesine yürekli bir gözü peklikle saptanmış bir erek söz konusu olunca, kimileri nin diline dolanan "Ne yapacaksın?, "Yaşamak kolay değil", gibi sözlere yer olamaz. Yaşamak, gerçekten güç mü acaba? İsteklerinizin çoğalmasından, atalarınızın aklından geçmeyen şeylere gereksinim duymanızdan gelmesin bu güçlük? Belki de istekleriniz aşırı olmaya başladı?"
Maksim Gorki, Edebiyat Yaşamım
7 notes
·
View notes
Text
1 Mayıs işçi bayramında İBB’de emek düşmanlığı hızla devam ediyor.
Engelli kardeşimiz Buğra BABUR
SOSYAL MEDYA PAYLAŞIMLARINDAN dolayı Metro AŞ’de iş akdi fesih edilerek Ramazan ayında ekmeği elinden alındı.
Ne kadar demokratik ve emeğe saygılılar değil mi?
Ne dersiniz?
(In Turkey, Municipality of İstanbul from opponent party, fired this disabled young man cause of his dissent sharings in social media. Where is the freedom of speech?)
Engelliler Ne İster TV Youtube Kanalı
https://www.youtube.com/channel/UCq4z5s9kNYuc5uftfVU2A8Q
Duyarlı Kankiler Youtube Kanalı
https://www.youtube.com/channel/UCsxCPwrw7lKbLwI3ZIaITsw
İhtiyar Karikatürist YouTube Kanalı
https://www.youtube.com/channel/UCnYE7l6aEG0HwVAivnattWQ
New Age Keloğlan YouTube Kanalı
https://www.youtube.com/channel/UC-K4OsixgHhgp2d_jqryEWw
#MetinKülünk #BuğraBabur #EngellilerNeİsterTv #İhtiyarKarikatürist #DuyarlıKankiler #NewAgeKeloğlan #NizamettinÇayır
0 notes
Text
Gerçek Hayat Kitabı
Brifing 5/366
Usta öğretir:
Tanrı'nın halkı için uyarılar ve emirler
İlahi Vahiyler - Meksika
1866-1950
Rab diyor ki:
1. Bu, İlahi Ruh için bir sevinç anıdır, çünkü İsrail halkı Yeni Antlaşma Sandığının önünde toplanmıştır.
2. Sana izimi bırakmaya tekrar geldim ve sen onu takip ettin. Seni besledim ve lütfumla süsledim.
3. Bu, İlyas'ın hazırladığı ve özlediği bir gündür; aklının sevindiği an geldi. Elias koyunlarını saf gösterir, çünkü onların zarafet baharında yıkanmasına izin verir, bu tövbe, yenilenme ve yüceltme demektir. Çoban'ın bugün bana gösterdiği kişilerin sayısı az, halkımın oluşumunun başlangıcı sayılmaz ama ben "ilk" in birleşmesini istiyorum ki "son" a iyi bir örnek oluştursunlar.
4. Bana savurgan oğul gibi başları eğik ve utanç dolu gelmeni istemiyorum. Babanızın evini kendi eviniz olarak görmenizi istiyorum.
5. Zil çalıyor, saat geldi, kalabalık yaklaşıyor. Uyuyan koyunlar uyanacak çünkü Elias, çocukların, gençlerin ve yetişkinlerin ruhlarını sözümün ışığını almaya ve onları ruhumla bağ kurmaları için hazırlamaya yaklaşıyor.
6. Kalabalık benim çağrımı dinledi ve sözümü hasretle buraya geldiler, ki bu onlar için vaat edilen topraklara ulaşmak gibidir. Huzur ve teselli olan sesimi duymak için can atıyorlar çünkü ızdıraplar, korkular ve acılar acı verici hale getiriyor. Kurban yerine dilekçe getirenlerdir. Bazıları bana hastalıklarını, bazıları işsizliklerini, bazıları da yoksulluk ve gözyaşlarını gösteriyor. Hepsine ek hediyeler vereceğim ve ruhun bedenden önce geldiğini anlamalarını sağlayacağım. Bugün onlar hala benim küçük çocuklarım, ama bu nimetler sonucunda, sonunda öğrencilerime dönüşene kadar beni takip edecekler.
7. Bu yolda sizi bekleyen ayartmalara yenilmeniz için size gücümü veriyorum. Aranızda sevgi, yardımlaşma ve birliğin hüküm sürmesini istiyorum. Altıncı mührün bu zamanında insanlığın beni ruhuyla araması benim arzumdur.
8. Seni Bana yükseltmek istiyorum. Bunun için ikinci kez insan olursam ve sizin için hayatımı verirsem, o zaman şimdi size ilahi varlığımı vereceğim, çünkü kendimi insan anlayışı ile anlatıyorum. Ama ben haçı sırtımda taşıdığım sürece senin yerine gelmene izin vermeyeceğim. Size her birine ait olan kısmı omuzlamayı öğreteceğim. Yol sizin tarafınızdan tanınacak, kan ve fedakarlık izleri ile işaretlenmiştir. Zevklerle dolu çiçeklerle dolu bir yol arzu ederseniz, bu sizi hayatınızın yolculuğunun sona ereceği dağın tepesine götürmez.
9. Size "Marian halkı" adını verdim çünkü İlahi Anne'yi nasıl seveceğinizi ve tanıyacağınızı biliyorsunuz ve ona şefkat isteyen ya da şefaat arayan günahkar gibi gelen çocuk gibi geliyorsunuz.
10. Meryem'in dünyadaki varlığı, insanlara olan sevgimin bir kanıtıdır. Onun saflığı size açıklanan cennetsel bir mucizedir. Benden bir kadın olmak için yere indi ve böylece ilahi tohumun rahminde filizlenebilmesi için İsa'nın bedeni "Söz" ün konuşacağı. Günümüzde kendini yeniden ortaya koyuyor.
11. Meryem'in sevgisi sizin için göksel bir gemi gibi olacak. Çocuklar annelerinin etrafında toplanırken onun etrafında toplanacaksınız. Onların güzel sözlerini dinleyin ve kalplerinizi katılaşmış bulmalarına izin vermeyin; içeri girin ve pişmanlık duyun ki ışık size nüfuz edebilsin ve onların şefkatini hissedebilesiniz. Bu kadar hazır olduğunuzda, tek bir beden oluşturacağınız ve tek dileyeceğiniz için Tanrınıza, Meryem'e ve İlyas'a şükredin; Yeni Antlaşma Sandığı'nda, kalbinizden bencilliği, nefreti ve fanatizmi yırtmak için yorulmadan mücadele edeceğinize yemin edin. Şüphesiz size söylüyorum, eğer sözünüzü tutarsanız, acı içinde yaşadığınız arınma zamanı geçecektir.
12. Halkım, sözümün hükmünü kayalar bile hissediyorsa, onu nasıl hissetmezsin? Yeryüzü benim sesimle titrerse ve sular hareket etmeye başlarsa, ruhunuz yaratılışın en yüksek yaratığı iken nasıl sarsılmasın?
13. Usta yorulmadan öğretmek ve iyiliğini size en güzel öğretilerle aktarmak için gelecek.
14. Savaş zamanı yaklaşırken yeni antlaşma sandığının anlamını görebilecek misiniz bir bakın. İsa çarmıhtan şöyle dedi: "Baba, onları affet çünkü ne yaptıklarını bilmiyorlar" ve cehaletin için affedildin, bugün benim isteğim, ışığımı düşünmen ve böylece ona artık karşı çıkmaman. Yasayı ihlal ediyor.
15. Yabancılar dediğiniz kişilerin Sözümü aramaya geldiği ve yeni nesillerin daha büyük bir maneviyatla büyüdüğü zaman çok yakındır. Yakında aranızda farklı ten rengi ve dillerden insanlar göreceksiniz, Beni sevgiyle dinleyen ve kendilerini öğrencilerime dönüştürecek; çünkü sözüm dünyanın sonuna doğru bir yankı bulmalı. Daha sonra kendilerine öğretildikten sonra kendi ülkelerine geri dönecekler ve bu mesajı yanlarına alacaklar.
16. Ruhunuz yükselmeyi başardığı için sözümü coşkuyla dinleyen öğrenciler: Ruhsal olarak girdiğiniz kutsal alan, Kutsal Ruh'un tapınağıdır. Kendinizi alçakgönüllülükle hazırladınız, kendinizi kardeşler olarak görüyorsunuz, ilahiyatımda birbirinizi seviyorsunuz ve bu lütfu elde ettiniz.
17. Benim inşa ettiğim ve sizin saygısızlık ettiğiniz her şeyin restorasyonu için çalışmak üzere bu davanın elçisi olun. Zayıf olmayın, çünkü ilahi işareti sergileyen yenilmez olacaktır. Bu zarafeti sonsuza kadar korumak istiyorsanız, bataklık yollarında kaybolmayın. Artık karanlık ormanlara girmeyin, çünkü aksi takdirde İlahi Çoban sizi kayıp koyun gibi şikayet ederken bulacaktır.
18. Herkes bu kutsal alanın kurulması için çalışacak, çünkü Benim için bilinmeyen hiçbir değer kalmayacak. Sözüm size öğretecek, vicdanınız size yol gösterecek ve sezginiz size sözümü hangi anda ve hangi yerde ifade etmeniz ve iyilik yapmanız gerektiğini söyleyecektir.
19. Kayaları kaldırarak ekilecek ve geri kazanılacak "alanları" bulun. Çorak tarlaları verimli hale getirin, çünkü çalışmanızdan harika meyveler bekliyorum. Yani hem veren hem de alan onda sevinç olacaktır. Sana askerlerim diyorum ve seni kutsuyorum.
20. Altıncı mühür meleğinin tuttuğu trompet duyuldu ve Benden önce ruhen verdiğiniz yemininiz yaşam kitabına yazılı olarak kaldı.
21. İşiniz, işinizi bitirdiğinizde sizi ücret karşılığı bekliyor.
22. Tohumumu Üç Zamanda alan işçilersiniz. Ama aynı zamanda tarlalarınızın buğdayla yaldızlığını gördüğünüzde uyuşukluğa düşen ve solucanın bitkilerin köklerini kemirmesine ve böylece meyvelerini köreltmesine izin verenler de sizsiniz.
23. İlk Zamanlardaki çekişmenizi, sadakatsizliğinizi, düşüşlerinizi hatırlayın. Bu yüzden seni bu zamanda dağınık ve zayıflamış buluyorum. Tekrar görüşmeye geleceğimi size duyurduğumu hatırlayın; ve bakın, işte buradayım. Bir Üstat olarak, gözlerinize veya hakaretlerinize bakmaya gelmedim. Seni affetmeye, kutsamaya ve sana yine bilgeliğimi vermeye geldim.
24. Bu, Benim Kutsallığım ile yaptığınız yeni antlaşmadır. Bu vahiy, yeni antlaşmanın sandığıdır. Bir daha yoldan sapmadan yolunuza gitmek istiyorsanız, oraya gidin ve üzgün olanı teselli edin, hastaları "mesh", * kayıpları kurtarın, körlere önderlik edin ve adalet, anlayış ve barış için aç olanlara yiyecek verin. Bedeni veya ruhu hasta olanların yolunu açın, bana gelsinler ve onlara şifalı balsamı vereceğim. ama onlara acılarının sebebinin günah olduğunu söylemeyeceğim. (* Sadece bir çare kullanmak değil, öncelikle dua ederken ellerin üzerine yatırılması anlamına gelir.
25. Fakirlerin kulübesine geldiğimde, güçlülerin meskenine de geleceğim. Doğrusu size söylüyorum, hem kardeş katili düşmanlığı ile karşılaştım hem de bu tarlalarda barış tohumlarını ekeceğim.
26. Size hukuk ve doğruluğu içeren bu öğretiyi veriyorum, böylece, Üstadınızı izleyerek, düşmanlığın olduğu yere barış ve bencilliğin hüküm sürdüğü yerde sadaka getirebileceksiniz. Kardeşlerinizin hayatında, yollarını aydınlatan yıldızlar gibi olun.
27. Öğretilerimi asla tahrif etmeyin. Çalışmamı yalnızca saflığı içeren bir kitap olarak sunun ve yolunuzu bitirdiğinizde sizi alacağım. Zihnindeki noktalara bakmayacağım ve sana İlahi öpücüğümü vereceğim, Vaat Edilmiş Topraklara vardığında en büyük ödül olacak. Çünkü şu anda size bir avuç tohum verdim, böylece verimli tarlalara ekmeyi öğrenmeniz ve onu orada çoğaltmanız için.
28. Size meyveyi vaktinden önce toplamamanızı, olgunlaşana kadar bitkinin üzerinde bırakmanızı öğrettim.
29. Benim tarafımdan çağrılıp tarlalarımda işçi olmanın kaç yüzyıl sürdüğünü bilmiyorsun. Aşkım seni büyük kalabalığın arasından arayıp bulana kadar dünyanın sokaklarında sapmışsın.
30. Bugün sizi süsledim ve mirasınızı size bildirdim.
31. Hiç kimse yeniden savurgan oğul gibi olmayı istemez çünkü her dönüş daha acı verici olacaktır.
32. Bencilliğin kalbinize yeniden girmesine izin vermeyin ve bu mirası yalnızca kendinize saklayın.
33. Ruhsal olarak ayrılmış ve yalnızca görünüşte bir arada yaşamayın; çünkü insanları gerçekten aldatabilirsin, ama bana yalan söyleyemezsin.
34. Nasıl dua edileceğini bilirsen, yoldan sapmazsın, çünkü seni önemseyen ve sana rehberlik eden ruhani çoban Elias'ın yanı sıra, kardeşlerin hala orada, sana öğüt vermek için yeryüzüne yerleştirdiğim ve doğru.
35. Tüm toplulukların birleşmesi ve barış, birlik ve iyi niyet bayrağını oluşturmaları için çaba gösterin. Elinizde asla kardeş öldürme silahları olmamalı. Size verdiğim silahlar aşktan yapılmıştır.
36. Şu anda hastaları nasıl “meshedeceğinizi” ve lütuf yaşamında ölü olana yeni bir yaşam kurmayı öğreniyorsunuz. Yavaş yavaş savaşmayı ve öğretimi yaymayı da öğreniyorsun; ancak bu şekilde bile zenginlik, dışsal ihtişam ve şeref arayanlar var, çünkü bu lekelerin ne kadar acıyla temizlendiğini bilmiyorlar.
37. Arabulucuya emanet edilen hediye ne kadar büyük! Aklından ve dudaklarından ne bir bilgelik, sevgi ve rahatlık akışı akıyor! O, beni duyabilmeleri için Tanrı ile insanlar arasında "arabulucu". Kibir ya da kibir içlerinde yuva yapmamalıdır, çünkü olsalardı baştan çıkarılırlardı. Örnekleri nezaket, basitlik ve yardımseverlik olmalıdır ki böylece ilahi ilhamın bütünlüğünden zevk alabilirler. Ancak aralarında kral gibi hisseden, hizmetçilerini arayan ve etrafını pohpohlayanlarla çevreleyenler olacaktır. Ama insanlar onlara inanabilecek mi? "Ölüleri" lütuf yaşamına getirebilecek ve sıkıntılı kalpleri rahatlatabilecekler mi? - Hayır, sadece alay konusu olacaklar, ki bu değilama benim öğretimime uygulanacak.
38. İşiniz öğretmek. Ama benden öğrenmezsen ne öğretebilirsin?
39. Hepinizi eşit derecede seviyorum; hem beni seven hem de gayretle kanunuma itaat eden, hem de onu tahrif eden ya da ihlal eden. İkincisini ziyaret edeceğim, onları iyileştireceğim ve sonunda onlar benim iyi işçilerim olacaklar.
40. Yeni antlaşma sandığı önünde verdiğiniz sözü yerine getirmenize yardım edeceğim ve bu, sizinle birlikte doğurduğunuz görevi bitirdiğiniz zaman olacak.
41. Her zaman kendimi sizin içinizde hissettiririm, böylece dikkatli yaşarsınız ve zihniniz ve kalbiniz her zaman ruhsal talimatlara açık kalır.
42. Zaman geçtikçe kalabalık gelecek ve sözümün ve sizin hazırlığınızın doğasını yargılamak için "son" un bakışları gittikçe daha nüfuz edici hale gelecektir.
43. Kendinizi arındırın! Yenileme olmadan iyi meyve veremezsiniz. Kutsal Ruh'umun ışığı vicdanınızda öyle ki çalışmalarınız gerçeğimin tanıklığı olsun.
44. Bana yaklaşmak için yılları, yüzyılları, yaşları kullanın.
45. Size bunu söylüyorum çünkü sizi benim öğretime kayıtsız görüyorum; Öte yandan, ölümün yaklaştığını hissettiğinizde ağlarsınız çünkü kaybedilen zamanı doldurmak ve telafi etmek istersiniz.
46. Dağa tırmanmaktan korkmayın. Seni onun zirvesinde beklediğimi biliyorsun.
47. Haçın beni zirvesinde beklediğini çok iyi bilerek İsa'nın Calvary'ye çıktım ve cesur kaldım; bu öğretimi unutma!
48. Kendimi insanlığa göstermek için seni kullanıyorum; Ağzından cennetsel Sözümü söylüyorum. Ama insanlar bunu duyarken şüphe duyarsa, bu içeriği nedeniyle değil, kusurlarınız nedeniyle olacaktır.
49. Size dua ve düşünce yoluyla, yardım göndermek istediğiniz herhangi bir yere kendinizi ruhen taşımayı öğretiyorum. Benim öğretimi farklı bölgelere taşımak için fiziksel olarak da kendini vermelisin.
50. Tüm varlığınızı kullanmalıyım.
51. Bu insanları oluşturmak için, ruhunuzu arkasına sakladığınız taştan kalpleri yumuşatmak zorunda kaldım ve sizi mağlup eden aşk sözümdü. Daha sonra size silahlar verdim - bunlar benim öğretilerim - mücadelenizdeki engelleri aşmanız için ve kendinize İsrail'in çocukları diyebilmeniz için öğretimi saf bir şekilde uygulamanız ve kanunumu değiştirmeden öğretmeniz gerektiğini anlamanızı sağladım. .
52. Bana sorduğunuz ve cevapladığınız şey kalbinizin en iç kısmında sessizlik içinde olur. Yıllar geçti, öğrencilerimin her birinin kardeşlerinin önünde fiziksel olarak ayağa kalkmalarına ve Sözümü tartışmalarına ve sorularımı cevaplamalarına izin verdim.
53. Anıları silmek ve Sözümü hafızanızdan çıkarmak için nasıl zaman tanıyabilirsiniz?
54. Öğrettiklerim sizi ince bir keski gibi düzeltirken hayat, değişimleri ve denemeleriyle sizi hazırlar.
55. Bilge ve mükemmel yasamın her şeyi yargılayacağı düşüncesiyle hayatınızın acı ve zor anlarında kendinizi rahatlatın.
56. Onun aracılığıyla Beni arayabilmeniz için acı çekiyorum. Sormayı, alçakgönüllü olmayı ve başkalarını anlamayı öğrenebilmeniz için size yoksulluk çektim.
57. Size güvenmeye devam edenlerin yarın umurunda olmayan kuşlar gibi olduğunu size göstermek için günlük ekmeğinizi bile esirgemedim; Şafağın doğuşunu Varlığımın bir sembolü olarak görüyorlar ve uyandıklarında yaptıkları ilk şey şükran duası ve güvenlerinin bir kanıtı olarak trillerini yükseltmektir.
58. Ruhun güçlenmesi ve bu hayatın büyük imtihanlarında bedenini bu kuvvetle desteklemesi için sizi sınamak için en sevgili akrabalarınızda kendimi fark ettim.
59. İnsanlığın inatçılığı büyüktür ve her insanın kalbinde bir kaya vardır; ama sözümün manevi okşamasıyla herkese geleceğim.
60. Ölçülemez kalabalıklar arasında, İsa'nın tekrar tahtaya çivilenmiş ve kan kaybından ölmesini görmek için sarsılmayacak olanlar var. Acı çığlıkları ve komşularından fışkıran kan nehirleri, insanlık için bu saatlerde yapılan duruşmalarda daha da az etkileniyorlar.
61. Artık insanlara hiçbir şey dokunmuyor. Her şeyi yüzeysel olarak görürler ve hiçbir şey düşünmezler.
62. Sözümün ışığının ruhlara gelmesi, gerçeğe, sevgiye ve merhamete uyanmaları için gereklidir. O zaman böylesine büyük acıların nedenini anlayacaklar.
63. Her biriniz için sonsuzlukta bir yer hazırladığımı ve bu yerin bu dünyada olmadığını hepiniz anlamalısınız.
64. Yaşam tarzınızda Baba'nın bir emrini yerine getiriyorsunuz: "Büyüyün ve çoğalın". Ama şimdi ruhunuzun Bana dönüşünü hazırlama zamanı.
65. Size birçok talimat vereceğim ve bunları şu anda yazılı olarak bırakacağım, çünkü yakında beni bu formda duymayacaksınız. Daha sonra kendinizi hazırlayacaksınız ve ışığım doğrudan ruhunuza ulaşacak. Bu, Kutsal Ruh'un gerçek öğrencileri olarak ortaya çıkacağınız zaman olacak.
66. Kehanet armağanlarının, sözün ve ilhamın doğruların ve azizlerin ayrıcalığı olduğuna inandınız; Bu sırada paryalara şunu söyleyerek bu hatayı sizden aldım: Siz de peygamberlerim, elçilerim ve havarilerim olabilirsiniz.
67. Maddi ihtiyacın yüzünden insanlık seni hor görüyorsa, benim tarafımdan sevildiğini hissetmen için seni masama davet ediyorum. - Sizin için sahip olduğum sevginin karşılığını nasıl ödeyeceksiniz halkım? Sadakatin mi yoksa nankörlük mü?
68. İlk başarıdan memnun olmayın, daha çok çabalayın çünkü bu müjdeyi ülke çapında göndermeye hazır olanları bekliyorum.
69. Babanızı, eşinizi veya çocuklarınızı geride bırakmaktan korkuyor musunuz? Senin olanı dünyada bırakmakla mı ilgileniyorsun? Kim öğrencim olmak isterse, onları örnek almak için ikinci kez elçilerimi hatırlamak zorundadır.
70. Ne mutlu, benim öğretimi duyururken fiziksel ölümle şaşıranlara, çünkü ruhlarındaki ışık çok büyük olacak.
71. Her zaman hazırlıklı olun çünkü melekler bile bu saati bilmiyor.
72. Sözüm olan bu ilahi kitap, ruhları mükemmelleştirecektir. Ondan önce ne yaşlı adam, ne yetişkin ne de çocuk olacak, sadece öğrenciler olacak.
73. Bu kitabı okuyun ve anlayın, çünkü size harika dersler verecektir. Sizler "Bülbül" dediğim kimselerin aracılığı ile verdiğim sözümü duymaktan yorulmamış olanlarsınız.
74. Yolda ne sıklıkla zayıf hissettin ve bazı sözlerimi sadece hatırlayarak güç kazandın.
75. Bugün bir imtihanla karşı karşıya kaldığınızda, Ruhsal dua yoluyla Kutsallığım ile doğrudan bağlantı kurmaya çalışıyorsunuz ve zihninizi temizlemek için kendi içinizde savaşıyorsunuz, böylece Baba'dan istediğiniz lütfu alabileceksiniz.
76. Bana itiraf ettiğiniz şeyi sadece ben biliyorum. Ve Bende olan sırdaşınız asla suçlarınızı duyurmayacak ve hatta sizi suçlamayacak. Sana tekrar affetmeyi öğretiyorum.
77. Ziyaretleri ders olarak alın ve öğretilerimden yararlanın. Zaman hızla geçiyor. Buraya çocukken gelenler artık genç; Gençliğinde bu kursu alanlar olgunluğa ulaşmış, orta yaşta başlayanlar yaşlılığa dönüşmüştür.
78. Sözümü duymak için kendini içten toplayabilen, onu emdi. Ancak kim dinlerken düşüncelerinin benim işime ait olmayan şeylere gitmesine izin verdiyse, talimatsız kaldığında ruhu ve yüreği boştu.
79. Sizi sadece size lütuf vermek için çağırmadığımı, bu şekilde efendiniz ve kardeşlerinizle birlikte aldığınız pek çok şeyi aktarma yükümlülüğünü üstlenmeniz için sizi çağırdığımı kabul edin.
80. Siz kirletilirken işimin size bilinmesine izin vermeyeceğim. Kardeşlerine böyle ne verebilirsin?
81. Kendinizi hazırlayın, çünkü size emanet ettiğim şeyi birlikte korumanız gerekecek. Yüce Yargıç olarak size acıdan ziyade sevgiyi uygulayarak lekelerinizi temizleme fırsatı veren Babanıza minnettar değil misiniz?
82. Buna tövbe dediğinizde, sizden kabul ettiğim tek tövbenin bu olduğunu söylüyorum. İyiyi yapmak için faydasızların ve kötülerin reddinin, sizin için fedakarlık yerine gerçek bir zevk olduğu gün gelecek, sadece manevi değil, aynı zamanda insan.
83. Elçilerimin üzerlerindeki çeşitli vilayet ve milletlere ulaşmalarının önünü açma sürecindeyim.
84. Şu anda sözüm son yıllarda meyve verdi, çünkü buluşma yerleri çoğaldı ve kalabalık arttı.
85. Böylesine hassas bir göreve yaklaşamayacak kadar garip hissediyorsun. Ama doğrusu size söylüyorum, sayısız öğretilerim ve ilhamlarım sözün armağanını dudaklarınıza koyacak. Ancak bu vaadin gerçekleşmesi için bana ve kendinize güvenmeniz gerekiyor. Bu güvene sahip olan ve yasamı yerine getiren, yetenekleriyle övünmez, çünkü aksi takdirde esas olan sözünde eksik kalır.
86. Sözüm neden her tür insanı etkiledi? - Alçakgönüllülüğü, saflığı ve sadeliği nedeniyle.
87. Halkım, çocuklara insanlık için dua etmeyi öğret; onların masum ve saf duaları çiçek kokusu gibi üzerimde yüzecek ve acı çeken kalplerin yolunu bulacak.
88. Çocukları hazırlayın, pusuların üstesinden gelmenin yolunu gösterin, yarın sizden bir adım önde olacaklar. Çünkü sözümü anlarsanız, kendimi duyurduğum çeşitli aracılar aracılığıyla şekillenen düşüncelerin her birinin özünü zaten tanırsanız, bu çalışmadan bahsetmekten o kadar utangaç olmazsınız. bir tek talimatımın ne kadar değerli olduğunu bilirdim. Bir savaş alanına ilerleyebileceğinizi hissedersiniz, böylece bu insanlar benim öğretilerimden birinin içeriğini duyabilirdi.
89. Size doğrusunu söyleyeyim, onların ağladığını görürdünüz, bazıları pişmanlıktan, diğerleri umutla doludur. Neden bazen bu kadar dokunulmadan kalıyorsun? - Ey sözümün okşamasına alışmış olan sert kalpler! Uyuyakalmışsınız, huzur ve rahatlığa kavuşmaktan memnundunuz, harcadığınız bu ekmeğin bir kırıntısına bile sahip olmayanların olduğunu düşünmeden.
90. Üstadın teselli sözünün birçok yürekte yaratacağı etkiyi görmekten zevk almak istemediniz.
91. Ey küçük çocuklar! Nihayet ruhen ne zaman büyüyeceksin? Vücudunuzun zayıf yönlerini kontrol etmeye ne zaman hazır olacaksınız? Çölü geçen, ilahi sözümü ilan eden ve başıboş gezginleri arayan benim. Ama insanların benden aldıklarını aktarmayı öğrenmelerini istiyorum. Bu yüzden size halkım, kendinizi hayırseverliği yaymaya ve bu öğretileri dünyanın sonuna kadar götürmeye hazırlamanız gerektiğini söylüyorum. İnsanları çeşitli şekillerde arayarak tüm uluslara ulaşmak için elinizden gelenin en iyisini yapın.
92. Bu, sevgi ve gerçeğe susamış olanlara sunabileceğiniz en iyi sudur.
93. Henüz işe koyulmadınız çünkü size emanet ettiğim ruhani hazineleri saklıyorsunuz, diğer milletlerdeki insanlar ise bu mesajı alamadıkları için yok oluyorlar. Yönsüz giden kalabalıklar, su ve ışıktan yoksun yürüyüşçüler var.
94. Kalkmazsanız halkım, bilginizi ne için kullanacaksınız? Gelecekteki yaşamınız için hangi yararlı ve iyi şeyler yapmayı planlıyorsunuz, ruhlar dünyasında sizi neler bekliyor?
95. Kendinize merhamet edin! Ruhunun maddeden ayrılacağı anın ne zaman geleceğini kimse bilmiyor. Ertesi gün gözlerinin ışığa açılıp açılmayacağını kimse bilmiyor. Hepiniz yaratılan her şeyin tek sahibisiniz ve ne zaman çağrılacağınızı bilmiyorsunuz.
96. Kafanızdaki saçın bile size ait olmadığını ve üzerine bastığınız tozun olmadığını unutmayın; krallığınız da bu dünyanın dışında olduğundan, kendinize ait olmadığınızı, bozulabilir herhangi bir mala ihtiyacınız olmadığını.
97. Kendinizi ruhsallaştırın ve ihtiyacınız olduğu sürece her şeye doğruluk ve ölçülü bir şekilde sahip olun. Bu hayattan vazgeçme anı geldiğinde, öteki dünyada size ödenmesi gerekenlere sahip olmak için ışıkla dolu olarak yükseleceksiniz.
98. Çağlar boyunca tüm ruhani çalışmalarımın amacı, tüm çocuklarım için sonsuzlukta bir mutluluk ve ışık krallığı kurmaktı.
Huzurum seninle olsun!
0 notes
Text
SEYİT RIZA KİMİN KAHRAMANI? Her yıl olduğu gibi bu yıl da kimi solcu isimler Seyit Rıza’yı anmaya başladılar. Onlara göre Seyit Rıza bir kahraman, Cumhuriyet ve Atatürk ise katliamcı. Bu tezi ilk savunan Necip Fazıl’dı. Tutucu bir Sünni ve sıkı bir Alevi düşmanıydı ama Atatürk’e ve Cumhuriyet’e düşmanlığı o kadar büyüktü ki, Seyit Rıza’yı bile savunabilmişti. Atatürk'ün adalet bakanı olan Mahmut Esat Bozkurt " Kemalıst Turk devrımı, Turk düşmanı şeyhcı tarıkatcı ıslamcıları ve toprak ağası kürtçüleri tasfiye etmiştir.Bunun içindir ki Türk düşmanları Seyh Said ve Seyyit Rıza hainlerini anarak Kemalist rejime kinlerini kusmaktan vazgeçmeyeceklerdir." Bugun geldiğimiz nokta Mahmut Esat Bozkurtu haklı çıkarmıştır, Atatürk ve Cumhurıyet dusmanı olan mezhepci dinciler Şeyh Saidi anmakla kalmazlar dersıme de katlıam derler, ne tesadüf(!) ki toprak ağası olan lıbos kürtçüler de Seyyit Rızayı savunur, Dersim isyanına katlıam derler. Peki bir solcu için Seyit Rıza kimdir? Her şeyden önce, bir tarikat şeyhidir. Sırf bu nedenle bile bir solcu asla ama asla Seyit Rızacı olamaz. Tarikatlar kapatılsın diyen, AKP’nin İslamcılığına karşı çıkan bir solcu, iş bir Alevi tarikatına gelince neden tarikatçıyı savunsun! Seyit Rıza aynı zamanda bir aşiret reisidir. Klasik sol jargonla bir ağadır. Hani o köylünün kanını emen ağalardan! Bir ağayı halk kahramanı yapmak için insanın solculuğunu bir yana bırakmasını geçtim, aklını bir yerde bırakması gerekir. Halk kahramanı bir ağa oluyorsa, işçi kahramanı da bir fabrikatör mü olsun? Bu arada bu solculara sorsanız Atatürk’ü “soldan” eleştirirler ve Kemalizmi de “toprak devrimi”ni yapmadığı için eleştirirler. İyi ama hem Kemalizmi toprak devrimi yapmadı diye eleştireceksiniz, hem de Seyit Rıza gibi bir toprak ağasını savunacaksınız. Toprak devriminden yana olan biri bir toprak ağasını savunabilir mi? Seyit Rıza Alevi diye mazlum olmaz, tıpkı Seyh Sait Kürt olduğu için mazlum olamayacağı gibi. Çünkü ikisi de tarikat şeyhi ve aşiret reisidir. Şeyhten ve ağadan mazlum olmaz, şeyhlikle ve ağalıkla mücadele eden Cumhuriyet’ten de zalim olmaz. Bir kısım solcu mezhepçilik yaparak Şeyh Sait’i, bir kısım solcu ise ırkçılık yaparak Şeyh Sait’i savunuyorsa, ortada artık solculuk falan kalmamıştır, geldiğiniz yer Necip Fazıl’ın yanıdır. (Serap Yeşiltuna, Cumhurbaşkanlığı Dersim Arşivi kitabından ) Görüntünün olası içeriği: 2 kişi, şunu diyen bir yazı 'SEYİT RIZA KİMİN KAHRAMANI?' Beğen Yorum Yap
0 notes