#homojen party
Explore tagged Tumblr posts
Note
şuanki seçim sonuçları hakkında ne düşünüyorsun millete yapılan öfkeyi yerinde buluyor musun veya umutsuzluk durumu normal mi
Şimdiki kendi açımı ve buhranımı bir kenara bırakıp objektif bakmaya çalışacak olursam:
Seçim sonuçları net bir şekilde göstermektedir ki insanımızın yarısı şöyle ya da böyle ülkenin gidişatından memnundur. Daha doğrusu mevcut düzenin varlığından memnundur ve bunun istikrarını korumak istemiştir. Bu çıkarılabilecek en basit çıkarımdır sadece sonuçlara baktığımızda. Ancak bu çıkarımı hazmetmek o kadar basit görünmemektedir çünkü gerçekten gidişatın istikameti de bu istikamete varırken deneyimlenenler de hiç de arzulanır durmamaktadır. Elbette ben bunu söylerken totaliterleşen yönetimin anti-demokratik konumlanışına, ekonomi politikalarının kötülüğüne, hizmetlerdeki düşüşe, demografik değişimlerdeki çatışmalara ve hukuki bozulmalara odaklanarak söylüyorum. Bunlar oldukça somut şeyler, pek göreli olduğu söylenemez. Ekonominin göreli iyi olduğu unsurlar ancak sınıfsal konumlanmalara bakar, halk tabakasının çoğunluğunun aynı ekonomik sınıfta olduğunu düşünürsek de kimsenin ekonomiye iyi diyebileceğini düşünmüyorum açıkçası. En nihayetinde aç kalmaya başlıyorsun, olabilecek en somut gerçekliklerden biri bu. Rasyonel bir açıdan baktığımızda da bir iktidar kusursuza yakın olsa dahi 20 yılı aşkın şekilde sadece yıpranmalar ve dış etmenlerin sebep olduğu bazı skandallarla bile belirli bir kayıp yaşardı en nihayetinde. Ancak bu gün böyle bir kayıp yaşanmadı. Yani demem o ki, bunlar kötüye giderken insanlar bu gidişatı destekliyorsa ya o insanlar gidişatın içinde bu durumlara odaklanmıyor veyahut diğer seçeneklerin gidişatı daha da kötü yapacağına inanıyor veyahut seçeneksiz kaldığına inanıyor ve kötünün iyisi olarak devam ediyor iktidarın istikrarını koruyarak.
Ben ikisinin de karşılığının olduğunu düşünüyorum açıkçası. En nihayetinde AKP seçmeni homojen bir yapı değil. Belirli bir grup var ki tamamen irrasyonel bir şekilde partinin politikalarına değil yalnızca milli ve dini duygularına empati geliştirerek hareket ediyor ve bir kimlik olarak kendisinin temsilcisine diğer konulardaki uzmanlığını umursamayarak oy vermeye devam ediyor. Şahsen bence bu iktidar partisinin kemik kitlesini oluşturan grubun motivasyonunu kapsıyor. Diğer tarafta ise koalisyon partilerine ve adayına karşı g��vensizlik geliştiren bir kitle bulunuyor. Cumhuriyetten de eski bir parti olarak CHP'nin ve Erdoğan ile neredeyse eşit zaman diliminde anılan Kılıçdaroğlu'nun yıpranmışlığı belli ki AKP ve Erdoğan'dan daha fazla. En azından bu kitlenin motivasyonundan bunu anlıyoruz. Burada CHP yönetimleri içerisindeki tarihsel tartışmalara veyahut Erdoğan'ın karşısında olmanın Erdoğan'ın negatif kimliklenme politikası sebebiyle ne denli yıpratıcı olduğunu ayrıntılı anlatmaya gerek olduğunu düşünmüyorum. Bu düşman yaratıcı ve kara propaganda merkezli sağcı politikayı çok bel altı bulsam da kitlelerde karşılığını buluyor belli ki, ne diyebilirim. Kılıçdaroğlu'nun bu saldırılara karşı siyasi hayatı boyunca pek de iyi duramadığını düşünenlerdenim ben de açıkçası. Ancak hakkını vermek lazım Anadolu'daki CHP algısını değiştirme konusunda kendisini de takdir ediyorum ve ben bu sebeple kendisini en başında en doğru aday olarak görmüştüm. Yanılmışım, belli ki değilmiş ya da en azından insanımızın %52'si için değilmiş.
Şimdi bence insanların seçmenlere yönelik öfkesinin temelinde başta ifade ettiğim odak yatmakta. Yani ekonomi, hukuk, bürokrasi, deprem, pandemi, anti-laik ve anti-demokratik hamleler sonucunda AKP'nin herkesi bir şekilde rahatsız etmiş olması gerekiyordu ve karşısındaki adaydan bağımsız kaybetmesi gerekiyordu. Bu rasyonel açıdan doğru evet sadece bu ekonomi bile Erdoğan'ı devirmeye yeter gibi gözükmekteydi ancak seçmen rasyonel olmak zorunda değil. Şahsen objektif olmayı bıraktığımda bu irrasyonel insanları aptal olarak nitelendiriyorum ben. Çünkü ben oyun duygusal karşılıklığa ya da kimlik temsiliyetinden çok bireysel ve toplumsal çıkarlarıma göre olması gerektiği kanaatindeyim. Demek ki çoğu insan benimle aynı kanaatte değilmiş. En azından benim kemik kitle diye tanımladığım başka fikre kapalı insan grubu bu kanaati taşımıyor ve bu irrasyonalite ve duygusallık insanları öfkelendirebilir bunu anlıyorum. Yine de bunun belli oranlarda saygı duyulması gerektiğini düşünüyorum. İnsanlar aptalca kararlar verebilir ve aptalca sonuçlara katlanmak durumunda kalırlar o zaman. Bunu seçme hakları var ve çoğulculuk temelli bir toplumda demokrasiye inanç da buna saygıyı gerektirir, maalesef bu böyledir. Kendi düşüncelerimin daha rasyonel olduğuna inandığım için bir başka tiranlığı ya da anti-demokratikliği savunamam en nihayetinde. Şu an elimden ancak bu aptallıkla eğitim ile ve analitik düşünme becerisi ile savaşmak gelir.
Ancak dediğim gibi bu sadece seçmenlerin bir kısmıdır. Diğer kısmı bu durumdan rahatsız olup yine de seçeneksiz kaldığını hisseden grup olabilir. Bu grup için de suçlanması gereken elbette muhalefetin ikna politikalarındaki zayıflıklardır. Böyle bir zayıflık olduğunu söylemek de başka bir tarafcılık olur. Muhalefet görünen o ki iktidarın her türlü gideceğine o kadar inandı ki gevşemiş bir şekilde davrandı. Karşı taraf mağdur edebiyatı yapamasın diye fazla mazlum kaldı. Her seçmeni birleştirelim diye herkesin gönlünü hoş etmek adına koca bir kakafoni yarattı. Halkta değişim ve yenilik talebi var, belediye seçimlerinde bunu gördük. Madem herkesi birleştirmek istiyorsun niye farklı kimliklerin mikro söylemlerinin hepsini elinde tutmaya çalışıyorsun? Yeni ve kapsayıcı bir şeyler söylemeye çalış o zaman? Koca iktidar mağdur edebiyatı yapacak korkusuyla göz yumulanlar nereye kadar gidecekti ya da? Dediğim gibi Kılıçdaroğlu'nu şahsen en iyi aday olarak görüyordum ben, bürokrat tabanlı siyaseti sakin ve istikrarlı geliyordu bana. Ancak halkın çoğunluğu bunu zayıflık olarak yorumlamaya meyilli, buradan bunu çıkarıyorum. Tayyip Erdoğan kendine malzeme çıkarmasın diye fazla üstüne gidemiyorlar, halk nezdinde sağlıklı sendikalaşmalar sağlayamıyor bu yüzden eleştirilerinin karşılığını yankılattıramıyorlar. Şu aşamadan sonra Kılıçdaroğlu'nun istifa etmesi gerektiği düşünenlerdenim. Kendisinin koca bir başarısızlık olduğunu düşünmüyorum, CHP imajını değiştirdi ve bu gerçekten zor bir şeydir ancak artık yıpranma payı ve insanlarda hatırlattıklarının yükü fazlalaştı. CHP'nin temiz bir sayfa ve küstün seçmeni barıştırmak adına yeni bir isimle hareket etmesi elzem geliyor bana.
Son olarak da şunu söylemek istiyorum, ben artık Erdoğan'ı sevmiyorsan bize gelmek zorundasın mantığından da sıkıldım. "Hele şu gitsin sonrasına bakarız" mantığı ile diğer adayların bastırılmasının da hatalı olduğunu fark ettim. İki büyük kutup olmasının da bir faydası olmadığını yalnızca demokrasinin daha da zarar gördüğünü gördüm. Ben garanti seçmen olarak görülmek istemiyorum artık. Erdoğan'ı istemiyorum diye taleplerim önemsizmiş gibi, temsiliyetim önemsizmiş gibi sadece Erdoğan olmayan adaylara çekilmeyeceğim artık. Muhalefetin kendine çeki düzen vermesi için en önemli şeyin de bu rahatlığın bozulması gerektiği inancındayım. Sadece Erdoğan gitsin istiyoruz diye böyle rahat hamlelerle garanti görüldüğümüz için daha kaç seçim kaybedeceğiz? Bu açıdan umutsuzluk durumunun da normal olmasını açılıyor. Muhalefetin ana söylemi bunun köprüden önce son çıkışımı olduğu ve seçeneksiz olduğumuz yönündeydi. Durum hezimet olunca bu duygusal yükleme negatif yönde bir patlama yarattı doğal olarak. Ben bunun son seçim olacağını düşünmüyorum ama ben bu iktidarla birlikte muhalefetin de gitmesi gerektiğini düşünüyorum. İnsanlar sandığa gitmedi diye bile laf edildi, deprem bölgelerindeki depremzedelere de laf edildi. Bu tavır demokratik değil hiç, bir insana suçlu hissettirerek oy alamazsınız ya da ayrıştırarak. Bu seçim bu açıdan ideolojik farklılıklar olsa da demokrasi kültürünün ve oy verme zihniyetinin aslında tüm Türkiye'de benzer olduğunu gösteriyor. Bence buna odaklanmalıyız.
Biraz uzun oldu, okuduğunuz için teşekkür ederim. Güzel günler görmek dileğiyle...
6 notes
·
View notes
Text
Bursa'da DAĞDER'de 'Büyük Danışık'lık
https://pazaryerigundem.com/haber/173598/bursada-dagderde-buyuk-danisiklik/
Bursa'da DAĞDER'de 'Büyük Danışık'lık
Bursa Orhaneli-Keles-Büyükorhan-Harmancık ve Osmangazi’ye Bağlı Dağ Köyleri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği (DAĞDER) ‘in her yıl geleneksel olarak düzenlediği ‘DAĞDER Büyük Danışık Gecesi’, Keles Belediyesi ve Keles Yerel Eylem Grubu Derneği (KEGEYDER) işbirliğinde Keles İlçesi’nde gerçekleştirildi.
BURSA (İGFA) – Tarım ve Kırsal Kalkınmayı Destekleme Kurumu (TKDK), İlçe Halk Eğitim Merkezi, Keles Kocayayla Kadınları Tarımsal Kalkınma Kooperatifi ve Yerel Esnafların sponsorluk desteğiyle gerçekleştirilen DAĞDER Büyük Danışık Gecesi’ne, Keles Belediye Başkanı Ali Doğru, TKDK Koordinatörü Bilal Tunç, AK Parti Keles İlçe Başkanı Özcan Yeni, Köy Dernek Başkanları’nın yanı sıra vatandaşlar büyük ilgi gösterdi. Ayrıca Özbekistan’ın Keles ilinden gelen Akademisyenler Zibagül İlyasova ve Aygül Tursun Bayeva programın onur konuğu oldu.
Keles İlçe Gençlik ve Spor Merkezi Halk Oyunları Grubu’nun muhteşem folklor oyunları başlayan program Sorgun Folklor Ekibi’nin halk oyunları gösterisiyle devam etti.
Gelemiç Çalgı ve Oyun Ekibi’nin izleyicilere canlı müzik ziyafeti sunduğu Danışık Gecesi’nde Keles Köyleri Derneği Folklor Ekibi’nin folklor gösterileri büyük beğeni aldı. Özellikle Uludağ Efeler Derneği Folklor Ekibi’nin zeybek gösterisi ayakta alkışlanırken Gelemiç İhtiyar Delikanlılar Folklor Ekibi de bu özel geceye renk kattı.
Öte yandan folklor ekiplerinin izleyicilere doyumsuz bir görsel şölen sunduğu gecenin devamında yörenin sevilen ses sanatçılarından Emel Örgün, Mehtap Takmaklı ve Ahmet Bayhan seslendirdiği birbirinden güzel türkülerle sahnenin tozunu attırdılar.
Gecede konuşan DAĞDER Genel Başkanı İsmail Aydoğdu; ‘Danışık Geceleri’nin yöresel ve milli kimliğimizin ayrılmak bir parçası olduğuna işaret ederek, geçtiğimiz yıl UNESCO’nun somut olmayan kültür mirası olarak kabul edildiğini vurguladı. Orta Asya’dan günümüzde 700 yılı aşkındır bu topraklarda hüküm süren kültürel bir geçmişe sahip olduklarına dikkat çeken Aydoğdu, sadece cephede değil milli kimliğimizi koruma ve gelecek nesillere miras olarak bırakma noktasında da büyük savaş verdiklerini belirterek; “Bizi diğer milletlerden ayıran şey farklı bir Türk Kültürü içerisinde bulunmamız. Özellikle dağ yöresi 700 yıldır homojen bir kültür şeklinde varlığını devam ettiriyor. Yöresel folklor oyunlarımızdan hayvanlara vurduğumuz damgalara kadar kültürümüzün işaretlerini görebiliyoruz. İnşallah Danışık Programlarımıza 4 ilçemizde de devam edeceğiz ve finali de Eylül Ayında Osmangazi ilçemizde yapacağız” diye konuştu.
Keles Belediye Başkanı Ali Doğru da, yöresel kültürün milli kimliğin korunması, birlik ve beraberliğin güçlendirilmesi noktasında çok önemli bir yere sahip olduğunu belirtti. Herkesin ait olduğumuz kültüre sahip çıkmakla mükellef olduğunu belirten Başkan Doğru, “Çocuklarımızın milli bir şuur ve kültürel aidiyet hissiyle büyüyebilmesi için Danışık Gecesi gibi özünde istişare ve dayanışma programlarının yaşatmak zorundayız. Keles Belediyesi olarak bu özel programın paydaşı olmaktan onur ve mutluluk duyuyoruz. DAĞDER Genel Başkanımız İsmail Aydoğdu’ya ve emeği geçen herkese teşekkür ediyorum” dedi.
DAĞDER Yönetim Kurulu Üyeleri, program sonrası Keles Protokol Kültürevi’ni ziyaret ederek köy dernek başkanları ve üyeleriyle sohbet etti.
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
Text
Buraya eskiden aldığım iki politik videonun birinde konuşan biri diyor ki “Ben atatürkçü değilim marksistim”
Amirallerin yalnızlığı ve sosyalistlerin ilgisizliği üstüne aklıma bu söz kendiliğinden geldi.
Bu duyguyu açıklamam çok uzun sürerdi ama ben atatürkçü olmayan birinin marksist olacağına da inanmıyorum. İnanç meselesi değil, olasılık dışı. İki gündür tam bu konuyu düşünürken bazen tesadüfler öyle uygun düşüyor ki, bir yazı gördüm daşbordda,. Alıntı Lenin’den. Lenin de orda, kitabında, önce sosyalizm öncesi Rus burjuva devrimcilerinin isimlerini saymış sonra da onları devrimci saymayan insanların marksist olamayacağını söylemiş.
Doğal olanı da bence budur. Gerisi kibirdir.
Zaten burdaki videoda ki eleman da “Ben Atarükçü değilim marksistim” derken kibirli bir havada söylüyor bu sözü. “ Siz kimsiniz ki oğlum, lan yumuşak atatürkçüler, biz sert adamız oğlum, biz marksistiz lan” havasında :)
Aynı duyguyu geçmişte bende taşıdığımdan anlıyorum elemanı ama şu anda hak vermiyorum tabii.
Bir daha altını çizmiş oluyum: Atatürkçü olmayan bir kimse, hele de bu günkü koşullarda marksist olamaz. Hayaller aleminde gezinen bir tiptir. Ne toplumu anlamıştır. Ne toplumun tarihsel gelişimine dair doğru bir bilgisi vardır. Ne devrimi, ne dünyayı anlamıştır gerçekte. Ezberler dünyasında yaşamaktadır.
Böyle bir insan hiç bir şeyden ders almasa karşısında düşman saydığı güçlere bakar onlardan ders alır.
Birbirlerinin boğazını sıkacak, ve geçmişte de sıkmış olan siyasal sınıflar, bakın iktidarlarını tehlikede hissettiklerinde nasıl da can ciğer kuzu sarması oldular. Bu kendi başına bir derstir anlayana.
Çünkü hiç bir savaşı homojen bir gurupla götüremezsin. Mutlaka müttefiklerin olacak. Sosyalist devrimci burjuva devrimlerini görmezden gelip aşağılıyorsa, tamamen yalnızdır. Dünyadan kopuktur.
Aklıma hemen Çin tarihinden örnekler geliyor: Bırak doğal ve kendiliğinden oluşacak müttefikliği, insanlar bir noktada düşmanlarıyla bile anlaşmış birlikte başka düşmana karşı savaşmıştır. Çin kızıl ordusu devlet güçleriyle savaşırken çin, Japon işgaline uğruyor. Mao “ Oooo ne güzel oldu, japonlarla bir olup iktidarı yıkalım” demiyor. Savaştıkları devlet güçleriyle bir olup önce japonları kovalıyorlar.
Budur.
Tarihte böyle örnekler dururken, bir ülkenin aydınlanmacı tarihini aşağılayan insan hiç sosyalist olabilir mi?
Bırakın Atatürkçülüğü, 2. Mahmut’çu bile olabilmeli. Fatih’çi bile olabilmeli. Neden çünkü bu insanlar tarihsel süreçte toplumlarını, yani yaşadığımız toplumu, yani bizi ileriye taşımaya çalışan adamlar, önderler, liderler.
Ben bu tarihe neden yüz çeviriyim?
Niye bu birikimi elimin tersiyle itiyim?
Niye olası en yakın müttefiklerimi kendime düşman yapıyım?
****
Böyle solcular hiç olmazsa kibirlerinde tutarlı olsalar ona da canımız yanmaz. Biz atatürkçü değiliz deyip gidip faşizmin kalesi chp de poltikacılık oynamaya kalkarlar. Gidip aşırı sağcılığı meşrulaştırmaya hizmet ederler. Son seçimde bile CHP’ye oy vermiş benim gibileri de peşlerine takar, paniğe uğramış koyun gibi kurda doğru koşarlar.
***
Bakarsanız aslında toplum sürekli tepki veriyor. Çeşit çeşit şiddet tepkisi hepside. Haftada 65 kişi intihar ediyor bu ülkede.Kurban katilin kendisi olduğundan adli olay sayılmaz ama cinayet cinayettir. İnsan kendisini de öldürse cinayettir. Yani içe dönük şiddettir.
İşçiler eylem yapıyor dağıtılıyor eziliyor.
Üniversite eylem yapıyor. Dağıtılıyor eziliyor.
Maden bölgesinde yöre halkı eylem yapıyor, itiraz ediyor. Dağıtılıyor eziliyor.
Emekli eylem yapıyor. Dağıtılıyor eziliyor.
Gazeteci gerçeği yazıyor saldırıya uğruyor.
Hoca gerçeği söylüyor. Saldırıya uğruyor.
Politikacı gerçeği söylüyor. Saldırıya uğruyor.
Asker gerçeği söylüyor saldırıya uğruyor.
vs vs vs....
Liste uzadıkça toplumun ses verdiği ortaya çıkıyor.
Öyleyse bu ses niye hedefine ulaşan bir ses olmuyor?
Çünkü herkes yalnız. Herkes tek başına. Aynı zamanda herkes, her kesim kendi kibirinde boğuluyor. Biraz da bundan yalnız.
***
Bu tarz düşüncelerin sonunda hep liderlik sorununa geliyorum. Herkes yalnız olmaz. Hiç kimse yalnız olmaz. Halkın içinden çıkan siyasal liderlik herkesin bir arada olduğu duygusunu, kimsenin yalnız olmadığı duygusunu sadece bir liderlik verebilir. İşte o yok. Hep tespit ettiğim zekayla cesaretin bileşkesi seksen milyon insanın hiç birinde uyumlu biçimde bir araya gelmiyor!
***
Yazı uzasın: Bu yazıya da ilham olan amirallerin bildirisine dönüyüm: Kimi karşı çıktı kimi doğal buldu amiraller böyle bir bildiri yayınladı.
Asıl yapmaları gereken bu mu?
Bahsettikleri sorunlar için doğru hareket bildiri yayınlamak mı?
***
Olaydan sonra okudum içlerinden birisi CHP de politika yapmaya soyunmuş. Adam amiral. Trabzon'da il başkanı olmaya çalışmış onu da kazanamamış, CHP’den ayrılmış.
Nasıl bir vizyon yokluğu. Trabzon il başkanı olsan ne olacak? Liderlik koltuğu o kadar mı büyük partide? Geniş düşün parti liderliğini al. Sonuçta tesadüfen partinin önünden kahveye kağıt oynamaya giden emekli kemal amcayı tutup “gel hacı, pis kahve kokusunda ne yapacaksın, gel bizim partinin lideri ol” demişler. o da gelmiş olmuş.
Başar bunu, Atatürk olamıyorsan Kazım Karabekir ol, ismet inönü ol.
***
Chp bu gandici kliğin elinde olduğu sürece gerçek muhalefetin işi her zaman daha zor olacaktır. Kendi partisini, Atarük’ün partisini bile Atatürk’e düşman zihniyetlerin elinden kurtaramayanların ülkeyi kurtarması söz konusu bile değildir.
0 notes
Text
HELE BİR GİTSİNDE
“Hele, o bir gitsin de…”, “hele, bir sabah olsun da”, “hele, bir kazanalım da…” Aslında bu cümleler sadece sarf edenin biçareliğini değil, belli bir siyaset biçiminin de egemenliğini bize işaret eder. Eyleme, harekete geçmeye ve geçirmeye odaklanan bir siyaset biçimi… Tek bir hedefe odaklanıp o hedefin doğru olduğuna kendisini ve etrafındakileri inandıran, böylelikle de tali tartışmaları daha sonraya öteleyen bir siyaset anlayışı…
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın bir dönem aydınlarının profilini sergilediği “Mahur Beste” romanının çok sayıda kahramanından Behçet Bey, İttihatçılık sevdasına hızlı bir geçiş yaptığı dönemde, feleğin çemberinden geçmiş, Ali Süavi’nin Çırağan Sarayı Baskını’na katılmaktan son anda kurtulmuş Sabri Hoca ile tartışırken, “Hele, o bir gitsin de…” der. Sabri Hoca’nın yanıtı ağır ve uzun olur, ama mesajı basittir, memleketteki bütün “fenalıkları” tek kişiye bağlamak, onun elinden iktidarı alınca her şeyin günlük gülistanlık olacağını sanmak aslında bu umuda sarılmış olanların biçareliğini gösterir. Gerçekten de tarih Sabri Hoca’yı haklı çıkarır -ya da Tanpınar tarihin haklı çıkaracağı bir Sabri Hoca karakteri yaratmıştır-, İttihat ve Terakki’nin bırakın iktidarda ne yapacağını bilmesini, iktidara dahi nasıl geleceği konusunda bir fikri olmadığı açıkça görülür. İktidardakileri şu ya da bu şekilde düşürmek konusundaki maharetleri, iktidarda ne yapacakları konusundaki “vizyonlarından” daha fazla gibi gözüküyor.
“Hele, o bir gitsin de…”, “hele, bir sabah olsun da”, “hele, bir kazanalım da…” Aslında bu cümleler sadece sarf edenin biçareliğini değil, belli bir siyaset biçiminin de egemenliğini bize işaret eder. Eyleme, harekete geçmeye ve geçirmeye odaklanan bir siyaset biçimi… Tek bir hedefe odaklanıp o hedefin doğru olduğuna kendisini ve etrafındakileri inandıran, böylelikle de tali tartışmaları daha sonraya öteleyen bir siyaset anlayışı.
Hangi durumlarda ortaya daha fazla çıkar diye düşünüyorum, muhtemelen iktidardakiler ve muhalefettekiler arasındaki güç dengesinin asimetrik olduğu anlarda daha fazla kabul gören bir anlayış. İktidar, elindeki bütün araçlarla egemenliğini tesis eder ve sürdürürken, muhalefetin geniş bir cephe savaşı vermeye hali ve mecali bulunmaz, “devirmekten” başka her konu enerjinin boşa sarf edilmesi anlamına gelir. Bir de muhalefet, tek bir homojen blok değil, kırılgan bir koalisyondan ibaretse, her türlü tali konu blok içerisinde bir çatlak oluşturacağından, tartışmaların daha sonraya, iktidara erişileceği o kutlu günün ertesine ötelenmesi daha doğru gözükür. İktidarla kıyaslandığında eldeki her türlü kaynağın -umut dahil- ne kadar kıt olduğu göz önünde tutulursa, taktik açıdan çok da kötü bir fikir olmayabilir. Ancak tarih, o gün geldiğinde ve muhalefet artık iktidar olduğunda, sağduyulu tartışmalardan çok kanlı/kansız tasfiyelerin daha yaygın olduğunu bize gösteriyor. Jirondenler, Menşevikler, İttihat ve Terakki’nin ekalliyet unsurları ve Emiliano Zapata bize bu konuda şahitlik edebilirler. İktidar yürüyüşünde tali olarak görülen konular, iktidara erişildiğinde asli hale dönüşüp birlikte yaşamayı imkansız hale getirebilirler.
Ülkemizde de benzer bir durumla karşı karşıyayız. Bıkkınlık veren seçimler silsilesine ara vermiş ve Koronavirüs salgınının paniğinden henüz kurtulmamış gibi gözükebiliriz ama en geç 2023 yılında gerçekleşmesi muhtemel Cumhurbaşkanlığı seçimine günbegün yaklaşırken muhalif unsurların gündemini tek bir konu işgal etmiş gözükmekte: “Hele, o bir gitsin de…”. İçinde bulunduğumuz başkanlık sisteminin doğal bir sonucu bu, Juan Linz bizi 1990’da uyarmıştı, bütün gücün tek bir kişinin elinde bulunduğu başkanlık sistemleri “sıfır toplam” bir oyun ortamı yaratır, birisi kaybetmeden diğeri kazanamaz. Hele bizimki gibi başkanın aşırı güçlü olduğu bir sistemde, gücü eline almak her türlü çözümü kendiliğinden getirebilir inancının yaygınlaşması şaşırtıcı olmaz, çünkü bu seçimi kazanmadan iktidara erişmek mümkün olmaz.
Oysa parlamenter sistemlerde, meclis için koalisyonlarla iktidara her zaman erişme olanağı bulunur, 1990’lardaki deneyimimiz bunu gösterdi. Bir de ülkemizin ne kadar çok kutuplaştığını, bir 50/50 toplumuna dönüştüğünü göz önünde tutalım, tek bir oyun bir çok kıymetli olduğu böyle bir ortamda, geniş tabanlı bir koalisyonu koruyabilmenin tek yolu üzerinde uzlaşılması gereken konu sayısını en aza indirgemek.
Muhtemel Koalisyonların Üyeleri Birbirleriyle Ne Kadar Uyumlu?
Yapılan akademik çalışmalar koalisyon ortakları arasında görüş farklılıkları ne kadar çoksa, koalisyonun ömrünün o kadar az olduğunu gösteriyor. Latin Amerika başkanlık sistemleri üzerine yapılan bir başka çalışma da başkanlık seçimleri öncesinde kurulan koalisyonlara ideolojik mesafesi yüksek partileri dahil etmenin zorluğunu vurgulamakta. Rekabetçi otoriter sistemlerdeki 111 seçimi analiz eden Michael Wahman ise eğer iktidar ile muhalefet arasında politikalar arasında büyük bir farklılık yoksa seçim öncesi koalisyonu korumanın çok zor olduğunu gösteriyor, tabii seçimi kazanabilme umudunu korumak da önemli bir faktör. Sonuçta ne kadar az konuya odaklanılırsa, iktidar ile muhalefet arasındaki farklılık korunabilir, konu sayısı arttıkça aradaki fark azalacaktır.
Yukarıda yer alan grafik, çok uzun soluklu bir veri toplama projesi olan Manifesto Project veri tabanından elde edilen verilerle yapıldı. Partilerin seçim programlarını analiz eden ve karşılaştırmalı veri sağlayan bu veri tabanı sayesinde 1950’lerden beri Türkiye’de siyasi partilerin söylemlerinin nasıl değiştiğini niceliksel olarak görebiliyoruz. Ben, yakın döneme odaklanmak amacıyla 2007 sonrasına ve sadece sağ-sol eksenindeki değişmelere odaklandım. Görüldüğü üzere bazı partiler örneğin AKP ve HDP (ve öncülleri) ideolojik olarak çok tutarlıyken, MHP ve CHP gibi partilerde, muhtemelen zamanın ruhuna uygun bir kayma oluyor. CHP’nin Baykal’ın iktidarı devretmesinden sonra, özellikle de 2018 seçimindeki sola kayması kadar, MHP’nin 2011-2015 arasındaki mutedil durumunu bırakıp 2018’de sağa kayması da ilginç.
Bu resme baktığımızda AKP ve MHP’nin bir seçim koalisyonu kurmaları şaşırtıcı gözükmüyor, iki parti de birbirine oldukça yakın konumlanıyor 2018’de. Yelpazenin öteki tarafında CHP, HDP’den bile solda ki, bu da iyi bir koalisyon olacağını gösteriyor. Gelelim İYİ Parti’ye, bu parti sağ-sol ekseninde sol tarafta kalsa bile, AKP ile arasındaki mesafe, HDP’ye olan mesafesinden kısa. SP ise HDP’ye daha yakın gözükse de olası koalisyonun ana ortağı CHP’yle AKP’ye mesafesi hemen hemen aynı. Dolayısıyla sadece sağ-sol eksenindeki konumlamadan yola çıkarsak, Cumhur İttifakı’nın işinin kolay olduğunu ama muhalefetin ideolojik olarak daha uzak olduğunu söyleyebiliriz. Tabii ki iş sadece sağ-sol eksenindeki konumlanmayla sınırlı kalmayacak.
Parti programları ikna edici olmayabilir, çoğu kişinin okumadığı belgeler bunlar. Chapel Hill Expert Survey (CHES), çok sayıda ülkede partilerin konumlarını bu konunun uzmanlarına soruyor, Türkiye için 2019 verileri yukarıda. Görüldüğü üzere yine AKP ve MHP siyasi yelpazenin sağında yer alırken, sol tarafta HDP ve CHP bulunuyor. İYİ Partiyse soldan çok sağa yakın. Özgürlükçülük-Otoriterlik ekseninde CHP ve HDP özgürlükçü olarak görülürken, AKP ve MHP otoriter iki parti olarak yan yanalar. İYİ Parti’nin Cumhur İttifakı’na mesafesi oldukça yakın. Buradan da aynı sonucu çıkarabiliriz, Cumhur İttifakı ideolojik olarak daha homojenken, muhalefetin unsurları arasındaki farklar daha fazla, dolayısıyla da kurulacak koalisyon daha kırılgan.
Durumu bir de seçmenlere soralım dersek, Temmuz ayında verileri açıklanan Dünya Değerler Araştırması (DDA) seçmen gözünden bir değerlendirme yapmamıza izin veriyor. Türkiye verilerini sergilediğimiz bu çalışma da diğer bulguları doğruluyor. Seçmenlerin ortalama pozisyonlarına bakacak olursak, MHP ve AKP yelpazenin sağ tarafını işgal ediyorlar, CHP ve HDP de solcu seçmenlerden oy alıyorlar. İYİ Parti ve SP de, verilerin el verdiği ölçüde merkez-sağ durumdalar.
DDA çalışması çok zengin verilere sahip ama biz sadece bir tanesine, yaşam tarzı farklılıklarını daha iyi yansıtan Kutsal-Seküler değerler endeksine odaklanalım. Bu endeks, aile bağlarına, otoriteye ve dine daha az önem vermek gibi değerlerle ilişkili. Genel olarak bakıldığında Türkiye diğer nüfusun çoğunluğu Müslüman olan ülkelerle beraber daha dindar ülkeler arasında yer alıyor. Yukarıdaki haritada CHP ve HDP seçmenleri daha yüksek sekülerlik ortalamalarına sahipken, AKP ve MHP yine yan yanalar. İYİ Parti ve SP de bu iki partiye yakın. Bu harita da aynı resmi doğruluyor, potansiyel muhalefet koalisyonunu bir arada tutacak çok az sebep var.
Konular Yerine Kişiler Üzerinde Uzlaşmak Daha Kolay!
Bütün bu rakamlar -parti programları, uzmanların gözünden konumlanmalar ve seçmenlerin konumlanmaları- tek bir şeye işaret ediyor, yakında gerçekleşecek bir genel seçimde muhalefetin geniş bir koalisyon kurabilmesinin yolu ancak bu kadar farklı değerlere sahip partileri az sayıda anlamlı bir eksende buluşturmaktan geçiyor. Parti tabanlarının birbirine duyduğu alerji bir kenara bırakılırsa -ki İstanbul seçiminde bu resim değişmiş olabilir- CHP ve HDP arasında bir konu bazlı koalisyon kurmak ve sürdürmek daha kolay gibi gözüküyor. Ama bu koalisyonu kazanan hale getirmek için Cumhur İttifakı’na meyletmiş gibi duran İYİ Parti ve SP’nin yanı sıra konumlarını henüz bilmediğimiz GP ve DEVA’yı da kapsamak gerektiğinden, geniş platformlu bir koalisyon sürdürülebilir değil. Yukarıda sergilenen bu farklılıklar koalisyonu da daha kırılgan hale getiriyor. Bu şartlar altında ortak bir platform, bir değişim programı oluşturmaktansa, tek bir konu, basitçe Recep Tayyip Erdoğan karşıtlığında somutlaşan bir siyaset herkes için daha kolay. Yani, “hele, bir gitsin de…”
Üstelik siyasetin kişiselleştiği ve magazinleştiği popülizm çağında da bu strateji zamanın ruhuna daha uygun, tabii bu tür bir “antagonist” siyaset de muhalefetin bütün söyleminin bir kişide somutlaşmasına ihtiyaç duyuyor. Fikirlerin değil, şahısların tartışılmasının sebebi de bu…
Realist Olma Zamanındayız
Bu kadar kırılgan bir koalisyonu korumak için tek kişi karşıtlığına dayanan bir söylem mantıklı olabilir, seçimi bile kazandırabilir. Ama seçildikten sonra ne olacak? Diyelim toplumun en az yüzde 48’inin arzusu gerçekleşti ve gelecek seçimlerde başka bir aday seçimi kazandı. Mazbatasını alıp odasına geçtiği zaman yapacağı ilk şey ne olacak? Herhalde ilk kararnamesi “haydi parlamenter sisteme geri dönelim!” olmayacaktır, kimse o kadar saf olmamalı. İşte, baştaki meseleye geri dönelim, “hele, bir gitsin de!” demekle gelinen noktanın ne olduğunu hep beraber deneyimledik, bir kere daha denendiğinde tarih olmaktan çıkar, farsa dönüşür.
Bir gelecek hayaline sahip olmak kolay değil, çok çaba gerektiriyor. Hele de bizim gibi siyasetin kutuplaşmış ikili koridorlarına sıkışmış olanlar için empati duyarak, tanıyarak, hak vererek ve uzlaşarak ortak akla dayanan bir dünya hayali inşa etme pratikleri çok uzakta kaldı, belki de hiç olmadı. Ama eğer harcayacak biraz zamanımız varsa, bunu hiç yürünmemiş yollarda yürüyerek sarf etmek daha gerçekçi olacaktır.
Tanpınar’la başladık, onunla bitirelim. “Saatleri Ayarlama Enstitüsü” romanının muhteşem kahramanı Halit Ayarcı, gerçekçiliği şu şekilde tanımlıyor: “Realist olmak hiç de hakikati olduğu gibi görmek değildir. Belki onunla en faydalı şekilde münasebetimizi tâyin etmektir. Hakikati görmüşsün ne çıkar? Kendi başına hiçbir mânası ve kıymeti olmayan bir yığın hüküm vermekten başka neye yarar? İstediğin kadar uzatabileceğin bir eksikler ve ihtiyaçlar listesinden başka ne yapabilirsin? Bir şey değiştirir mi bu? Bilâkis yolundan alıkor seni. Kötümser olursun, apışır kalırsın, ezilirsin… Yeni adamın realizmi başkadır. Elinde bulunan bu mal, bu nesne ile, onun bu vasıflarıyla ben ne yapabilirim? İşte sorulacak sual…”
Önümüzdeki dönemde realist olmak kaçınılmaz bir durum gibi gözüküyor, elimizde bulunan bu aktörler ve onların bu vasıflarıyla ne yapılabilir, nasıl bir ortaklık kurulabilir?
EMRE ERDOĞAN KİMDİR?
Galatasaray Lisesi ve Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nü bitirmiş, aynı bölümde doktorasını tamamlamıştır. 1996’dan itibaren kamuoyu araştırmaları yapan Erdoğan, 2003 yılında bağımsız araştırma şirketi Infakto RW’yu kurmuştur. Emre Erdoğan dış politika ve kamuoyu, siyasal katılım, genç ve çocuğun iyi olma hali; gönüllülük, sosyal sermaye ve sosyal gelişim konularında çok sayıda araştırma yürütmüş ve yayın yapmıştır. Son kitapları “Biz”liğin Aynasından Yansıyanlar: Türkiye Gençliğinde Kimlikler ve Ötekileştirme”, “Fanusta Diyaloglar: Türkiye’de Kutuplaşmanın Boyutları” ve “Siyaset’teki Gölge: Korku” adlarını taşımaktadır.
EYLÜL 24, 2020 | PERSPEKTİF*
EMRE ERDOĞAN | HELE BİR GİTSİNDE
#Emre Erdoğan#Perspektif Online#Köşe Yazıları#Ahmet Hamdi Tanpınar#Mahur Beste#İttihat ve Terakki#Çöküş Dönemi#Emiliano Zapata#Ali Suavi#Çırağan Sarayı Baskını#Michael Wahman#Cumhurbaşkanlığı Seçimi#AKP Dönemi#Juan Linz#Muhalefet Bloku#Türkiye Toplumu#Türkiye Siyaseti#Muhalefet#Parlamento#Parlamenter Sistem#Başkanlık Sistemi#Sistem Tartışmaları#Seçim Sistemi#Yeni Türkiye
0 notes
Text
En Mükemmel Berliner/Donut Tarifi (Muzlu Dolgulu)
1.5 aylık yaz tatili,çalışırken yapmaya zaman bulamadığım uğraştırıcı her yiyeceği yapmama zaman veriyor.Bir çoğu da çok fazla işlemden geçen,şeker içeren gıdalar ancak sürekli zaten yapamayız ve güzelini yemek zor.Biraz parti kimseyi öldürmez.Bir hafta sonu yemeye düşkün aile üyeleriyle, sevgili,arkadaşlarla ya da tarifi yarım ölçü kendinize yapabileceğiniz muhteşem bir tatlı.Krispy Kreme'in muzlu dolgulu,pudra şekerli muhteşem donutının harika bir muadili oldu.Buraya Krispy Kreme donut tarifi yazmaz mıyım😛.Hadi tarife geçelim:
Malzemeler :
10 adet Berliner için;
200 ml. süt (ılık) 60 gr. yumuşak tereyağı
21 gr. kuru maya (pak maya 11,dr oetker 10 grlık paketlerde satılıyor,2 paket kuru maya kullanılacak)
40 gr. şeker(1 yemek kaşığı şeker 13gr= 3 yemek kaşığı kullanılacak)
1 paket vanilya
Bir tutam tuz
1 yumurta + 3 yumurta sarısı (3 yumurtanın sadece sarısı dikkat!)
300 gr. un(1 yemek kaşığı un 9 gr=33,3 kaşık un konulacak)
Muzlu Dolgu için gereken malzemeler(hamur mayalanırken yapılırsa soğuması için vakit olur) :
Malzemeler: 2.5 su bardağı süt (500 ml)
1 su bardağı şeker (180 gr)
3 yemek kaşığı buğday nişastası(tepeleme,80 gr)
1 kaşık tereyağı,1 kaşık becel margarin
Yarım paket vanilya
Hazırlanılışı: Orta boy bir tencereye sütü ve yarım bardak şeker dökülecek,yağ içine eklenerek karıştırılarak kaynatılacak.
Bir yandan subyesi için orta derinlikte bir kaba 2 yumurta kırılıp,yarım bardak şeker eklenip karıştırılacak.Sonrasında içine nişasta dilebilerek iyice karıştırılacak.Tenceredeki karışım kaynadığında içinden bir kepçe alınıp subyesiyle(nişastalı karışımla) hızlıca karıştırılacak.Sonrasında karısımı tencereye ekleyip hızlıca karıştırın,pişerken ocağı kısık ateşte tutup devamlı karıştırın,iyice koyulaşana kadar pişirin.Kapatıp vanilyasını koyun.Sonrasında beklemeden bir fırın tepsisi ya da tepsiye aktarıp,sürekli yayarak,açarak ısınana kadar karıştırılması lazım yoksa kabuk tutar,soğuyunca karmasını ekleyip karıştırın,bir kapta bir muz ezip içine ekleyin ve dolgusu hazır,buzdolabına hamur hazırlanana kadar koyun.
Üzeri için :5-6 kaşık toz şeker,1 tatlı kaşığı kakao,pudra şekeri
Kızartmak için :1 litre sıvı yağ
Hamur Yapımı :
Ilık sütü bir kaba alıp içine oda ısısında olan tereyağı, kuru mayayı, tuz, şeker, vanilya ve yumurtaları ekleyip, homojen bir kıvama gelinceye kadar mikser ile çırpalım. Sonra unu ekleyip yoğuralım. Yumuşak bir hamur elde edince(hamur çok sert ve toparlanmıyorsa süt,tereyağı takviyesi yapılabilir) hamuru bir saat kadar iyice kabarana kadar üzeri kapalı sıcak bir ortamda mayalanmaya bırakalım(havluyla kapatıp,fırının içine mesela). Mayalanmış hamuru unlanmış tezgah üzerinde 2 cm. kalınlığında merdane yardımıyla açalım(yuvarlak/yassı berliner büyüklüğünden biraz daha küçük bezeler).Elde berliner şekli verilecek(eller sıvı yaşlanırsa daha iyi). Yağlı kağıt serilmiş tepsiye dizelim ve üzerini havlu ile örtüp en az bir saat dinlenmeye bırakalım(yine fırına konulacak). Sıvı yağı derin bir tencereye döküp kızdıralım.(derin 1 litre sıvı yağ alacak bir tava ya da tencere kullanılabilir) Daha sonra hamur toplarımızı kızartma işlemine başlamadan önce kızan yağın derecesini orta ateşe düşürelim. Çok kızgın ateşte pişerse hamur toplarının içi çiğ kalabilir.Yağ kızarken bir tabağa 5-6 kaşık toz şeker,1 tatlı kaşığı kakao koyup karıştırılacak.Orta ateşteki yağa hazırladığımız hamur toplarını koyup altın sarısı bir renkalıncaya kadar kızartalım. Kızaran berlinerler bir peçete üzerine çıkartılacak.Sıcakken şekerli karışıma bir yüzü bulanacak.Bu sayede pudra şekeri serptiğimizde dolguyu doldurduktan sonra hemen erimeyecek.Dolgu için bir çöp şişle delik açılıp dolgu şırıngalanabilir,sıkma torbasıyla doldurulabilir,hiçbiri yoksa keskin bir bıçakla hamur ikiye kesilip kaşıkla doldurulabilir.En son çay süzgeciyle ya da elekle pudra şekeri serpilir.Afiyet olsun.
P.S : Buzdolabında muhafaza edilmelidir.
0 notes
Text
İVME TOPLANTISI SONUÇ BİLDİRİSİ
Seçim sonuçlarını değerlendirmek üzere 22 Temmuz 2018, Pazar günü İstanbul MMO‘da bir toplantı gerçekleştirdik. “İVME toplantısı” adı verdiğimiz toplantıda Türkiye’nin yeni yönetim sistemi, yeni sistemde muhalefetin yolları ve bir araya gelmenin ilkeleri başlıkları altında değerlendirmeler yapıldı.
Sistem Değişikliği ve Yeni Yönetim Sistemi
16 Nisan 2017 anayasa referandumunun meşruiyeti henüz tartışmalı iken 24 Haziran’da Türkiye’de cumhurbaşkanlığı seçimine gidildi.
Yapılan seçim sonucunda CHP’de tartışmalar seçim güvenliğine odaklandı. Oysaki OHAL koşullarında seçim yapılmasının, propaganda özgürlüğü ve eşit kampanya yapma olanaklarının olmaması, kamu ve özel sektörün KHK ‘larla şekillendirilmesi, yurttaşların fişlenmesi gerçeği seçim güvenliği tartışmalarının gerisinde kaldı. Daha sandık kurulmadan, seçim kararı alınmadan yaratılan ortam ve koşullar, seçimin sonucunu çok önceden manüpüle etmiştir. Bu faşist ortamda yapılan seçimlerin 1936 Almanya seçimlerinden farkı bulunmamaktadır.
“Atı alan Üskidar’ı geçti”, “AKP kaybetti, CHP kazandı” açıklamaları dışında seçim sonuçlarına itiraz edilmemesi, sağlıklı seçim verilerinin elde edilememesi, mevcut verilerle muhalif tutumun belirlenememesi rejim değişikliğini seçim güvenliği tartışmalarının gölgesinde meşru hale getirmiştir.
Yeni dönemde iktidar alternatifi olmak, muhalefet yapmak için öncelikle yeni yönetim sisteminin yeni rejimin analiz edilmesi gerekiyor.
Yeni sistemde meclis, anayasa mahkemesi yasa yapan denetleyen kurumlar hala var olmakla birlikte içi boşaltılmış ve işlevsiz hale getirilmiştir.
Faşizm ülkede demokrasi varmış gibi yaparak yurttaşları demokratik bir sistem simülasyonu içinde yaşatmaktadır.
Artık yürütme seçilmiş milletvekilleri aracılığılı ile değil atanmış profesyonel yöneticiler, şirket sahipleri aracılığı ile yönetilecektir. Bu sistem “Patron Cumhurbaşkanı” modelidir, bakanlarsa Cumhurbaşkanının direktiflerini kılıfına uydurmak üzere atanmış personelleri olacaktır!
Devlet ve halk kavramı bu sistem ile AKP ajanda ve tehdit algılarına göre yeniden tanımlanacak ve güncellenecek, her tehdit görülen yapı karşısında devletin tanımı değişecek ve halk buna göre konumlanacak, böylece anayasal toplumsal sözleşme ortadan kaldırılmış olacaktır.
Bu ortamda mecliste mücadele imkanı ortadan kaldırılmıştır.
Bu totaliterleşme süreci dünyada yaşanmakta olan ticaret ve gümrük savaşları, üçüncü paylaşım savaşı söylentileri ve otoriter yönetimlerin yaygınlaşması sürecinden, kapitalizmin krizinden bağımsız olarak değerlendirilemez.
Aynı zamanda yeni sistemin nüvelerinin siyasi tarihimizde 12 Eylül’de doğrudan bağlantılıdır. Patron cumhurbaşkanlığı, 12 eylül faşizminin ürünüdür. Bu süreç yıllarca süren hak kayıpları ile anayasa değişikliği, torba yasalarla, KHK’larla dönüştürülüp yıllar içerisinde tamamlanmış bir rejim değişikliğidir. Toplum zamanla kültürel olarak tek adamcılığa alıştırılmıştır.
50+1
Artık iktidar olmak için %50’nin üzerinde oy alınmalıdır.
Yeni sistemin yönelimi laik/üniter/demokratik cumhuriyetten, teokratik/üniter/totoliter devlet yapısına doğrudur. Bu yönelim Rusya modeline benzetilebilir.
Bu sistem seçim fetişistidir. Seçmenin yalnızca be�� yılda tüm yetkiyi Cumhurbaşkanı’na devretmesi ile meşrulaşacak ilkel bir sistemdir.
Paydaşlık, yurttaşlık kavramları belirsizleşmiş, tüm ötekiler dışlanmış, güç tekelleşmiştir. Bu sistem parlamanter sistemin paydaşları olan muhalefet partileri, meslek odaları, sivil toplum kuruluşları ve özel sektörü tüm süreçlerin dışında bırakmıştır.
Çoğulcu değil çoğunlukçudur. Tüm sorumluluk cumhurbaşkanına aittir.
“Yalana, talana, dolana karşı demokrasi ittifakı“
Tek adam patron-cumhurbaşkanı başarısız politikaların tek sorumlusu olacaktır. Gerçek sorumlunun ifşası muhalefetin ajandasını oluşturmalıdır.
KHK’lar yeni sistemde cumhurbaşkanı kararnamasi olarak devam edecektir. Daha önce çıkartılan KHK’ların 3 ay içinde meclisten getirilmesi gerekiyordu. Bu durum sistemin açığı olabilir. Muhalefet bunun takipçisi olmalıdır.
İktidarda olmadan elde edilen kazanımlar ve proaktif mücadeleler, iktidarı köşeye sıkıştıracak eylemler süreklilik içinde devam ettirilmeli, başarı hikayeleri yazılmalıdır. İyi parti ve SP ile yapılan ittifak benzeri kapsayıcı ve seçmeni heyecanlandıran aksiyonlar devam ettirilmeli, sağ ve solda ittifakların yolları aranmalıdır.
Yerel seçimler, sol siyasetin yerellerde halkla buluşacağı alan olarak kısa vadede bir fırsat olarak görülmelidir. Önümüzdeki yerel seçimler muhalefet için kaldıraç olabilir.
Erdoğan’ın belediye başkanlarını görevden aldığı, metal yorgunluğu saptamasını ilan ettiği bir dönemde belediye seçimleri kritiktir.
Yerel seçimlerde ittifak söz konusu olabilecek tüm belediyeler değerlendirilmeli, bir yerel yönetim sistemi ilkeleri ortaya konarak bağımsız adaylar gösterilmelidir.
Yalana, talana, dolana karşı demokrasi ittifakı oluşturulmalıdır!
“Toplumda Güvenilirlik Arttırılmalı”
Hep bizden alınanlara karşı çıktık. Tembel, muhafazakar ve statükocu siyaset yaptık. Alternatif olarak ne vaadettiğimize odaklanmadık. Öncelikli olarak özeleştirimizi vermeliyiz.
%50+1 ‘e ulaşmanın kriter haline geldiği bu süreçte toplum nezdinde partinin tutarlılığı ve güvenilirliği arttırmalıdır. Özellikle taşeron politikası ile çelişen mevcut uygulamalar bir an önce parti belediyelerinde acilen sonlandırılmalıdır.
Belediyelerin bütçeleri denetlenmeli ve şeffaflık içinde ilan edilmelidir.
Parti kadın ve gençlere güvenmelidir. Gençleşme, değişim ve siyasi kadroların üretilmesi için ittifakın mümkün olmadığı tüm yerellerde hem başkan adayları, hem meclis adayları için genç adaylar gösterilmelidir. Partide var olan kadın ve gençlik kotaları adaylıklar için de uygulanmalı.
Hem bakanlar hem de yerel yönetimler için komisyonlar aracılığı ile siyasi kadroların örgütlenmeli, gölge yönetimler acilen oluşturulmalıdır.
Bir Araya Gelmenin İlkeleri
Türkiye AKP’den ibaret değildir! Seçim sonuçlarına göre toplumun %49’ı yeni rejimi reddetmekte, farklı bir sistem talep etmektedir. Bu düzenle birlikte eski düzenden kalan 12 Eylül’ün mirası çarpık, antidemokratik parlamenter sistemi de reddediyoruz. Çoğulcu, katılımcı parlamenter sistemi, gerçek demokrasiyi programımızda ön sıraya yerleştiriyoruz.
Parti içi, kişiler üzerinden yapılan sığ hizipleşmeler insanlarda biraraya gelmenin yaftalanmaya yol açacağı endişesini arttırıyor ve üyeleri parti içinde yalnızlaştırıyor. Partililerin tarihsel misyon çerçevesinde ilkeler etrafında birbiri ile ittifakı kurgulamalıyız.
Homojen bir CHP, homojen bir muhalefet yok. Birlikte yürümek için ilkelerimizi tartışmalıyız. İktidar sürecinin önündeki tüm engelleri kaldırmak için biz kimiz sorusunu sorarak kendimizi yeniden tanımlamalıyız.
Teknolojinin getirdiği iletişim kanallarının tamamı, iletişim platformlarını etkin biçimde kullanmalı biraraya gelmenin yollarını arttırmalıyız.
Demokrasi için mücadele eden herkesi, teksesliliğin olmadığını, canlı ve enerjik tutmak gereklidir. Toplumu ne kadar canlı tutarsak toplumdan o kadar beslenebiliriz. Bunun için bir milyon yeni üye yapılması için mevcut şartlar ve kampanyaları değerlendirmeliyiz. Siyasete katılımı arttırılmalı, üyelerin parti yönetiminde daha etkin ve demokratik katılımı sağlanması için parti tüzüğünü “ama”sız “veya”sız tam demokratik hale getirmeliyiz.
0 notes
Text
Muhafazakarlık Kavramının Türk Kamuoyundaki Algısı & Numan Kurtulmuş Örneği Kitabı pdf indir pdf indir
Muhafazakarlık Kavramının Türk Kamuoyundaki Algısı & Numan Kurtulmuş Örneği Muhafazakârlık, modern dünyanın önemli siyasi ve kültürel akımlarından biri olmakla beraber, Türkiye’de ağırlığı ölçüsünde fikri bir ilgiyle karşılaşmamıştır. Türkiye’de özelikle çok partili hayata geçmek suretiyle muhafazakâr partiler iktidar olmuşsa da bu durum muhafazakâr düşüncenin geliştiği anlamına gelmemektedir. Cumhuriyet’in ilan edilmesi ile mevcut olan ikili yapı tamamen ortadan kaldırılmış ve geleneksellik adına ne varsa bertaraf edilmiştir. Devlet eliyle modernleşme hareketi, toplumu dönüştürme biçimi eski olan bütün kurumların tasfiyesine sebep olmuş bu da geleneksellik adına toplumda var olan yaşam biçimini tedrici biçimde ortadan kaldırmıştır. Tek parti dönemi ile homojen bir yapının oluşması adına tercih edilen tepeden yönetim biçimi, 1946 yılından sonra gelişmeye başlayan ve 1950 yılında DP’nin iktidar olmasıyla da hayat bulan kısmi serbestlik ve demokratik yaşam biçimi, muhafazakârlığın görünürlülük kazanmasını sağlamıştır. Ancak muhafazakârlığın kendini toplumda somut olarak göstermesi sembollerden öteye geçememiştir. Türk muhafazakârlığı, geleneksel anlamda eskiye sahip çıkmakta ve toplumsal değişimlerin zamana bırakılarak tedrici olmasını isterken asla imar ve kalkınmaya yönelik bir direnç göstermemiştir. Hatta söylenebilir ki Türkiye’de kalkınmanın öncülüğünü muhafazakâr partiler yapmıştır. Cumhuriyetin ilk dönemlerinde kendine milliyetçilik içinde yer bulan muhafazakârlık, özellikle ANAP ve AK Parti dönemlerinde yeniden hayat bulmuş ve daha mutedil bir hal almıştır. Tam da bu noktada literatürde olmayan ancak AK Parti ile gündeme gelen “muhafazakâr demokrasi” söylemi dikkat çekici bir noktadır. Muhafazakârlığı güçlü bir biçimde Türk siyasi ve toplumsal hayatın içine döndüren AK Parti ile toplumsal değişim ve dönüşümler ekonomik hareketlilik ile hızlı biçimde yaşanmıştır. Elinizdeki bu çalışmada, toplumsal muhafazakârlık biçimini özellikle Türk siyasi tarihi bağlamında ele alınırken aynı zamanda siyasal temsiliyet noktasında Türkiye’de önemli bir isim olan Prof. Dr. Numan Kurtulmuş’un muhafazakârlık bakışı da irdelenmiştir.
Muhafazakarlık Kavramının Türk Kamuoyundaki Algısı & Numan Kurtulmuş Örneği Kitabı pdf indir pdf indir oku
#Muhafazakarlık Kavramının Türk Kamuoyundaki Algısı & Numan Kurtulmuş Örneği kitabı pdf indir#Muhafazakarlık Kavramının Türk Kamuoyundaki Algısı & Numan Kurtulmuş Örneği pdf oku#Muhafazakarlık Kavramının Türk Kamuoyundaki Algısı & Numan Kurtulmuş Örneği ücretsiz indir#Muhafazakarlık Kavramının Türk Kamuoyundaki Algısı & Numan Kurtulmuş Örneği ücretsiz pdf indir#Siyaset
0 notes
Text
Bu Ürünleri Almayın!!!
Taklit ve tağşiş yaptığı belirlenen işletmeler ve ürünlerinin parti numaraları, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı internet sitesinde açıklandı. Açıklamaya göre, Gıda Güvenliği Bilgi Sisteminin kurulması, riske dayalı denetim sistemine geçilmesi gibi çalışmalar neticesinde, 2014 yılı sonu itibariyle yaklaşık 600 bin denetim gerçekleştirildi. Resmi kontroller sonucunda zaman zaman çok düşük miktarda da olsa 2014 sonu itibariyle yaklaşık 600 bin denetim sonucu 155 parti üründe taklit ve tağşiş yapıldığı, 40 parti üründe ise içerisinde bulunmaması gereken ilaç etken maddesinin yer aldığı tespit edildi. Birinci grupta yer alan taklit veya tağşiş yapıldığı kesinleşen ürünlerle ilgili olarak toplam 39 parti ürün açıklandı. Taklit vetağşiş edilmiş ürünleri üreten firmalar hakkında 13 bin 304 lira idari para cezası uygulanarak, bu ürünlerin mülkiyetinin kamuya geçirilmesine karar verildi. İkinci grupta bulunan, kişilerin sağlığını tehlikeye düşürebilecek şekilde laboratuvar analizleri neticesinde içeriğinde ilaç etken maddesi tespit edilen 6 parti ürün listede yer aldı. Bu ürünler, masrafları sorumlusuna ait olmak üzere piyasadan toplatılacak ve ürünlerin mülkiyeti kamuya geçirilecek. Ayrıca söz konusu ürünleri üreten veya piyasaya arz edenler hakkında kamunun sağlığına karşı suçlar kapsamında cumhuriyet savcılığına suç duyurusunda bulunuldu. İşte o firmalar ve ürünler: ET ÜRÜNLERİ: Firma Adı Ürün Adı Hamza Usta Keyif Mangal Restaurant-Elmadağ/Ankara Köfte Harcı (Dana Eti) (Kanatlı Eti Tespiti) Kanatçı Sarayı-Küçükçekmece/İstanbul Lahmacun (Sakadat Tespiti) Oğuz Piknik-Altındağ/Ankara Döner (Dana Eti) (Kanatlı Eti Tespiti) Yıldırım Gıda İnş. Otomotiv-Bağcılar/İstanbul Isıl İşlem Görmüş Sucuk (Kanatlı Eti Tespiti) Selim Bosna Et ve Et Ürünleri-Vize/Kırklareli Isıl İşlem Görmüş Sucuk (Soya Tespiti) Daim Güven Et-Kağıthane/İstanbul Kıyma (Dana Eti) (Sakadat Tespiti) Adaklı Pide Salonu-Sultanbeyli/İstanbul Kır Pidesi Harcı (Sakadat Tespiti) Yaşam Kasap-Sultanbeyli/İstanbul Kıyma (Dana Eti) (Sakadat Tespiti) Doy-An Piknik-Etimesgut/Ankara Et Döner (Kanatlı Eti Tespiti) Sukaş Kimya, Tarım, Hayvancılık-Aziziye/Erzurum Isıl İşlem Görmüş Sucuk (Sakadat Tespiti) SÜT ÜRÜNLERİ: Firma Adı Ürün Adı Mutlu Tolga Gıda-Afyonkarahisar Tam Yağlı Tulum Peyniri (Bitkisel yağ)-Tulum Peyniri (Bitkisel yağ) Sütkon Gıda-Konya Tam Yağlı Eritme Peyniri (Bitkisel yağ) Hisar Mandıra-Diken/İzmir Yağlı Taze Kaşar Peyniri (Bitkisel yağ) Beyaz Süt ve Tarım Ürünleri-İzmir Sade Eritme Peyniri (Nişasta) Mencoğlu Ay-Pa Gıda-Erzurum Kaşar Peyniri (Bitkisel yağ) Şavak Ak Süt Ticaret- Afyonkarahisar Tulum Peyniri (Nişasta) Ak Gökseller Gıda Süt-Konya Erzincan Şavak Tulum Peyniri (Bitkisel Yağ)-Tam Yağlı Tulum Peyniri (Bitkisel Yağ) Fuat Özer Gıda-İzmir Tam Yağlı İzmir Tulum Peyniri (Bitkisel Yağ) Keklik Süt Mam. Gıda-İzmir Homojenize Yoğurt (Bitkisel Yağ ve Jelatin) Emek Süt Ürünleri-Sarıkaya/İzmir Yoğurt (Bitkisel Yağ ve Jelatin) Egepak Süt ve Süt Ürünleri-Değerli/İzmir Yarım Yağlı Homojenize Yoğurt (Bitkisel Yağ) Birecik Ak Gıda-Şanlıurfa Yoğurt (Bitkisel Yağ) Ak Yoğurt Süt ve Süt Ürünleri-Şanlıurfa Yoğurt (Bitkisel Yağ) ARS-PA Tav. Gıda-Şanlıurfa Yoğurt (Bitkisel Yağ) Aydoğan Süt Mamülleri-İzmir Tava Yoğurdu (Bitkisel Yağ ve Jelatin)-Kaymaksız Yoğurt (Bitkisel Yağ ve Jelatin) Sütsa Süt Mamulleri-Antalya Süzme Yoğurt (Bitkisel Yağ) Kültürova Süt ve Süt Ürünleri-Adana Keçi Tereyağı (İnek Sütü) Sütten Gıda-istanbul Kaymak (İç Yağ) TAKVİYE EDİCİ ÜRÜNLER: Firma Adı Ürün Adı Elit Naturel Gıda-Yenişehir/Mersin Ballerina-Powder Drinks,Eiola-Ballı Kudret Narı (ilaç Etkin Maddesi/Sildenafil) Sidra Gıda İzmit/Kocaeli Sidra-Bitkisel Karışımlı Epimedyumlu Macun İlaç Etkin Maddesi) Seçil Energy-MUĞLA Max 48-İlaç Etkin Maddesi ÇİKOLATA: Firma Adı Ürün Adı Sofram Gıda Çatalca/İstanbul Festal Çikolata (İlaç Etkin Maddesi/Sildenafil) BİTKİSEL YAĞLAR: Firma Adı Ürün Adı Arslan Gıda-Tekirdağ Erdem Saroz Natürel Sızma Zeytinyağı (Yağ Asidi Metil Esterleri) Güney Tüketim Malları-İzmir Yeni Selin 14 Sızma Zeytinyağı-Riviera Zeytinyağı Verde Yağ San-İzmir Bizler-Riviera Zeytinyağı (Eritrodiol uvaol ve mumsu maddeler) ANTEP FISTIĞI EZMESİ: Firma Adı Ürün Adı Gaymak Tatlı Dondurma-Maraş Gaymak Tatlı Dondurma-(Yapay Gıda Boyası Tespiti) BAL: Firma Adı Ürün Adı Hünkar Bal-Çankaya/ANKARA Balkaymak Süzme Çiçek Balı (Balda protein ve ham bal delta C13 değerleri farkı...) ENERJİ İÇECEĞİ: Firma Adı Ürün Adı Fırtına Gıda Sanayi-Kartepe /KOCAELİ Nitromaxgold Enerji İçeceği (İlaç Etkin Maddesi /Sildenafil) Kaynak : ajanslar Bu haberin içeriği hakkındaki bütün sorumluluk sadece Mynet kurumuna aittir.
0 notes