#hasır çanta
Explore tagged Tumblr posts
Video
youtube
Kağıt İpten Hasır Görünümlü Kolay Çanta Yapımı
#youtube#hasır ip#hasır çanta#kağıt ip#kağıt ip çanta#crochet#crochet bag#bag#smile#çanta#knit#diy#handmade
3 notes
·
View notes
Text
YAZIN EN GÜZEL ÇANTASIVAKKO DAN FISTIK DETAYLI FİLE ÇANTA YAPIYO
İnstagram adresim ⬇️ nerminhandmade07 VAKKO ÇANTANIN SAPININ YAPILIŞI➡️ DİKDÖRTGEN TABAN VİDEOSU➡️ source
View On WordPress
#çanta örgü modelleri#çanta yapımı#crochet bag#file çantayapımı#hasır çanta yapımı#kağıt ip çanta#kağıt ip çanta modelleri#kağıt ip çanta yapımı#kağıt ip ile çanta modelleri#kağıt ip ile çanta yapımı#kağıt ipten çanta yapımı#knitting#knitting bag#marka challenge#Nermin Handmade#örgü çanta#örgü çanta modelleri#örgü çanta yapımı#örgü telefon çantası yapımı#plaj çantası#saplı çanta yapımı#tığ işi örgü çanta#trend#vakko çanta#Vakko çanta yapımı
0 notes
Text
ALIŞIYORUZ...
Safakes'in Medina denen bir yerine götürdüler bizi. Bizim bit pazarlarına benziyor. Burada yemekler genel olarak ucuz fakat geri kalan şeyler çok pahalı. Asgari ücretin 495 dinar olduğu bir ülkede fiyatlar gerçek anlamda yüksek. Kendime buraya ait olan bir adet hasır şapka aldım. Arada içimdeki Arap ortaya çıkıyor işte. Pazarın olduğu mahallenin yerleri çöp dolu. İnsanlar da hayvan sevgisi denen bir şey yok. Öyle ki sokak hayvanları bile sıkıntıdan kaynaklı erkenden yaşlanmışlar. Bizdeki gelen turisti dolandırma alışkanlığı burda da geçerli. Bir çanta sorduk önce 35 dinar dediler, turist olduğumuzu görünce 55 dinara çevirdiler. İşte adamlara benzediğimiz nokta bile üç kağıtçılığımız. Daha sonra dondurma yedik. Ama burdakinin farkı, dondurmayı bizdeki açmaya benzer bir ekmeğin arasına koyup yenmesinde. Herhalde Türkiye'de bu iki şeyin uyumlu olabileceğini hiç kimse düşünmemiştir. Bir de bu ülkede şöyle bir sıkıntı var. Ters yöne giden araçlar için yolların arasında çoğu yerde şerit yok. Arabalar saçma bir şekilde aynı yolda ters yönlere beraber gitmeye çalışıyorlar. Bindiğimiz taksilerden tecr��be edindiğim kadarıyla da kasabı ehliyetten almış tabiri buradakilere cuk diye oturmuş. Sağa sola savrula savrula gidiyoruz. Sanki Sarıyer yokuşundan aşağı yuvarlanıyor gibiyiz. Çok fazla araba kazası oluyormuş zaten. İnsan canının hiçbir kıymeti yok. Hala ülkemi çok özlüyorum tabi. Kalbimdekini ayrı, arkadaşlarımı ayrı, sürdürdüğüm hayatı ayrı... Dün akşama doğru birer bira falan içmek için bir otele geçtik. Burada öyle ulu orta her yerde içki satılmıyor da içilmiyor da. Gittigimiz yer çok lüks bir mekandı. İşte zengini harbi zengin fakiri harbi fakir bir ülke. Normal yerlere ödeyeceğimizin üç katı kadar hesap ödedik. Ama bir yere gidiyorsanız o bölgenin hem en iyi hem en kötü yerinde bir defada olsa takılmanız gerektiğine inanan bir insan olarak bunu çok önemsemedim. Ek bir bilgi olaraksa burada erkeklere özel barlar falan var. Türkiye'de çoğu erkek bara karşı cins için gider. Biz de olsa böyle bir yer batar herhalde. Akşamına geleneksel bir festivale katıldık. Ülke o kadar gelişmemiş ki görevliler bilet kontrolünü bileti yırtarak sağlıyorlar. Bizdeki gibi QR okuma sistemi falan yok yani. Müzikleri bizimkilere göre çok daha sakin. Ama bulunduğun yerin dilini bilmemek gerçekten büyük problemmiş. Ana temasının çok önemli olduğunu hissettigim bir festivali anlamamak koydu biraz açıkçası. Çok farklı bir bilgi ama burdaki tek bir insan en az iki üç tane dil biliyor; Arapça, Fransızca, Türkçe, İngilizce gibi. Festivalde Tunuslular gibi dans etmeyi öğrendim. Tam o sırada çok garip bir olay oldu. Festivalin ortasında elektrikler kesildi . Ya bu kadar önem verdiğiniz bir etkinliğin ortasında da elektrikler gitmez, hadi gitse de jeneratör falan olur yedekte. Jeneratörü bilmiyor değillerdir umarım diye dua ediyorum. Burda bu kadar dua etmekten kaybolan imanım geri yerine geldi yeminle. Festivalin son yarım saati nasıl olduysa kendimi uyurken buldum, tepemde bangır bangır müzik çalarken. Uyandıktan sonra da eve döndük zaten.
9 notes
·
View notes
Text
Nilüfer'de el sanatları kursları için kayıt zamanı
https://pazaryerigundem.com/haber/186424/niluferde-el-sanatlari-kurslari-icin-kayit-zamani/
Nilüfer'de el sanatları kursları için kayıt zamanı
NİLSEM el sanatları kursları için kayıtlar 4 Eylül’de başlıyor. Ahşap boyama, kırkyama, deri çanta yapımı, miyoki takı, gümüş kazaziye gibi 28 farklı branşta verilecek kurslar, ekim ayında açılacak.
BURSA (İGFA) – Nilüfer Belediyesi’nin kadınların hobi edinmeleri, meslek öğrenmeleri, sosyalleşmeleri ve ekonomik açıdan güçlenmeleri için açtığı el sanatları kurslarında yeni dönem başlıyor. 2005 yılından bu yana binlerce kadının hayatına dokunan Nilüfer Sürekli Eğitim Merkezi (NİLSEM), 2023-2024 eğitim döneminde de yaklaşık 5 bin kursiyeri mezun etti. NİLSEM, bu yıl da 28 branşta vereceği eğitimlerle kadınlara yeni beceriler kazandırmayı hedefliyor.
Nilüfer Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Müdürlüğü bünyesinde 5 farklı merkezde ücretsiz verilecek eğitimlerde; kitre bebek yapımı, ahşap boyama, ahşap yakma ve süsleme, amigurumi oyuncak yapımı, çini boyama, dekoratif dokuma, deri çanta yapımı, deri giysi dikimi, el örgüsü, ev tekstili, filografi, geleneksel el nakışı, geri dönüşüm aksesuar yapımı, gümüş kazaziye, hasır sepet örücülüğü, iğne oyası, ipek koza aksesuar yapımı, kadın giysi dikimi, kağıt rölyef, keçe aksesuar yapımı, kırkyama, makrome, minyatür tezhip, miyoki takı yapımı, su kabağı süsleme, tel kırma, wayu çanta yapımı ve yapma çiçek yapımı branşlarında kurslar açılacak.
EĞİTİMLER EKİM AYINDA
NİLSEM el sanatları kursları için kayıtlar, 4 Eylül tarihinde başlayacak. Nilüfer Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Müdürlüğü bünyesindeki Fethiye NİLSEM, Üçevler NİLSEM, Yüzüncüyıl Eğitim ve Sanat Merkezi, Beşevler Gençlik Merkezi ve Altınşehir Gençlik Merkezi’nde verilecek kurslardan faydalanmak isteyen kadınlar, www.nilufersanatatolye.com adresinden çevrimiçi başvuru yaparak, eğitimlere katılabilirler. Ekim ayı içinde başlayacak kurslar, Temmuz ayı sonuna kadar devam edecek.
NİLSEM eğitim dönemi sonunda, yıl boyunca yapılan eserler açılan sergi ile izlenime sunulacak.
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
Photo
Sezona damgasını vuran ponponlu hasır çantalardan yeni gelenler var ----> https://brand-store.com/main/editorden/bu-sezonun-trendi-hasir/1299
#brand-store.com#brandstore#online alisveris#alışveriş#pon pon#hasır#hasır çanta#pompom#pom pom#straw bag#trend#trending#style#bags
1 note
·
View note
Photo
Efsane bir çanta modeli getirdim yapımı için : https://www.youtube.com/watch?v=TrJdI3c511Y :D <3
4 notes
·
View notes
Photo
52 yıl önce yapılan hasır çanta göreni kendine hayran bırakıyor
0 notes
Text
Heavenly Blessing - 20. Bölüm
Mega // MangaTr
Bölüm 20: Bir Adımda Binlerce Kilometre, Kum Fırtınasında Yitmek
Ancak Xie Lian. “Her ne kadar gayrı resmi tarihten ve söylentilerden bahsediyor olsak da, Ban Yue Krallığı sahiden var.”
San Lang. “Öyle mi?”
Bu sırada Nan Feng en sonunda yere çizdiği karmaşık rünü bitirmişti. Doğrulup konuştu. “Bitti. Ne zaman gidiyoruz?”
Xie Lian hızla küçük bir çanta hazırladıktan sonra ön kapıya yürüdü. “Şimdi gidelim.”
Elini kapıya koydu. “Cennetin Kutsaması üzerimizde olsun, tüm yasaklar kalktı!” Ardından hafifçe itti. *ÇN: Yine Çin özlü sözünden ‘Tüm yasaklar kalktı ve tüm kötülükler geri çekildi!’
Kapı açıldığı anda küçük tepeler ve köy gözden kaybolmuştu, karşılarına çıkan tek şey boş bir caddeydi.
Her ne kadar oldukça geniş bir yol olsa da etrafta çok az sayıda insan vardı. Saatlerce beklerlerse bile en fazla üç dört kişi oradan geçerdi. Bunun nedeni havanın kararmış olması değildi. Kuzeybatı zaten düşük nüfusa sahip bir bölgeydi ve Gobi Çölü de oraya yakın olduğu için gündüz bile yoldan geçen insan sayısı az olurdu.
Xie Lian bir binadan çıktı ve kapıyı kapatmak için döndüğünde meraklandı, Puji Manastırından nasıl yeni çıkmış olabilirdi? Arkasından küçük bir han vardı.
Tek bir adımla, binlerce kilometre aşılmıştı. Mesafe Kısaltan Tekniğinin gizemli yanı da buydu işte.
Önlerinden tedbirli bakışlarıyla onları izleyen birkaç yolcu kendi aralarında mırıldanarak geçti. O sırada San Lang’ın konuştuğunu duydular. “Antik yazıtlara göre, ay gökyüzünden alçaldığında Kuzey Yıldızını takip edersen Ban Yue Krallığını görürmüşsün. Gege bak.” Gökyüzünü işaret etti. “Büyükayı.”
Xie Lian görmek için başını kaldırdı, gülümsedi. “Büyükayı ne kadar parlak.”
San Lang yanına geldi ve omuz omuza durdular. O da başını kaldırıp gülümsemeden önce Xie Lian’a baktı. “Evet. Bilinmeyen bir nedenden ötürü Kuzeybatıdaki gökyüzü, Merkez Ovalara göre her daim daha parlak ve net olmuştur.”
Xie Lian sözlerine katıldığını ifadesiyle belirtti. San Lang’la karanlık gök ve yıldızlar hakkında derin bir sohbete dalmışken, yanlarındaki iki genç savaş tanrısı ikisinin tavırlarını tuhaf bulmuşlardı. Nan Feng sordu. “O neden geldi?!”
San Lang masum bir şekilde yanıtladı. “Ah, antik kehanet geleneklerini oldukça gizemli buluyorum, bu yüzden sizi takip ederek burayı ziyaret etmek istedim.”
Nan Feng sinirle konuştu. “Ziyaret mi? Buraya gezmeye mi geldik sanıyorsun?!”
Xie Lian kaşlarının arasına masaj yaptı. “Boş verin. Eğer bizimle geldiyse gelmiştir işte. Sizin erzaklarınızdan yemeyecek ya; ben yanımda yeterince yiyecek getirdim. San Lang, yanımdan ayrılma. Kendi başına uzaklaşma.”
San Lang oldukça itaatkar bir şekilde cevapladı. “Tamam.”
“Sorunun gerçekten kimin kimin yemeğini yediği olduğunu mu sanıyorsun?”
Xie Lian iç çekti. “Nan Feng, şu an gecenin bir yarısı ve herkes uyuyor. Kendi işimize bakalım olur mu? Başka şeyleri bu kadar dert etme. Hadi gidelim, hadi.”
Büyükayı’nın rehberliğinde, doğrudan kuzeye giden patikayı takip ettiler. Gece yolculuklarında, kasabalar ve yeşillik alanlar yavaşça azalmaya başlarken, yoldaki kum ve taşlar gitgide arttı. Ayaklarının altındaki toprak son bulduğunda Gobi Çölüne resmi olarak adım atmışlardı.
Mesafe Kısaltan Rünü tekrar kullanmak onlara zaman kazandırabilirdi ancak gidilmek istenen mesafe ne kadar fazla olursa o kadar çok ruh gücü gerekirdi. Nan Feng zaten rünü bir kez çizmişti, bir kez daha çizebilmesi için saatler geçmeliydi.
Ayrıca Nan Feng zaten çok fazla güç harcamış olduğu için yolda karşılaşabilecekleri beklenmedik olaylar ve olası savaş ihtimallerini göz önünde bulundurarak Xie Lian, Fu Yao’dan da bu tekniği kullanmasını isteyemezdi. İçlerinden en azından birisinin ruhani güçlerini tam verimle kullanabiliyor olması gerekiyordu.
Çöldeki gece ve gündüz arasındaki sıcaklık farkı oldukça fazlaydı. Geceleri dondurucu soğuk insanın kemiklerine işliyor olmasına rağmen katlanılabilirdi. Fakat gündüzleri bambaşkaydı. Gökyüzü açıktı ve beyaz bulutların çizgileriyle engindi ancak kızgın güneş de bir o kadar kavurucuydu.
Yürümeye devam ettikçe muazzam bir buhar sepetine girdiklerini hissediyorlardı. Zeminden sızan sıcak hava, gün boyu yürüyen bir insanı canlı canlı pişirebilirmiş gibi geliyordu.
Xie Lian hangi tarafa gideceklerine rüzgarın yönüne ve taşların altındaki bitki örtüsüne göre karar veriyordu. Yanındakilerin ona ayak uyduramayacağından korktuğu için de sık sık arkasına bakıyordu. Nan Feng ve Fu Yao sıradan insanlar değillerdi, bu yüzden onların nasıl idare ettiğinden bahsetmeye gerek yoktu. San Lang’ın görüntüsü ise onu güldürmüştü.
Yukarıdaki yakıcı güneşi engellemek için genç adam dış cübbesini çıkartarak tembelce üzerine örtmüştü. Gevşek ifadesi bir parça yorgunluğu da ele veriyordu. Beyaz teni, simsiyah saçları ve başına sardığı kırmızı cübbesiyle yüzü daha da çarpıcı görünüyordu.
Xie Lian hasır şapkasını çıkarttı ve San Lang’ın başına sıkıca yerleştirmek için elini kaldırdı. “Sana ödünç veriyorum.”
San Lang bir an donakalmıştı, ardından gülümsedi. “Gerek yok.”
Hasır şapkayı geri verdi. Xie Lian konuyu uzatmak istemiyordu, San Lang gerek yok dediyse ısrar etmeyecekti. “Almak istersen sorman yeterli.” diyerek şapkasını aldı ve yürümeye devam etti.
Bir süre ilerledikten sonra ilerideki sarı kumların üzerinde küçük, gri bir bina gördüler. Yakından bakmak için yaklaştıklarında yıllardır kullanılmamış gibi görünen bir hanla karşılaştılar. Xie Lian gökyüzünü incelemek için başını kaldırdı, çoktan öğlen olmuştu. Günün en sıcak ve en zorlayıcı saatleri öğleden sonra olduğundan ve tüm gece boyunca yürümüş olduklarından kısa bir mola vermenin zamanı gelmişti, bu yüzden hana doğru ilerledi.
Hanın içerisinde kare şeklinde bir masa vardı. Etrafına oturduklarında Xie Lian sırtındaki basit seyahat çantasından bir su şişesi çıkarıp San Lang’a uzattı. “İster misin?”
San Lang başını salladı. Şişeyi kabul ederek bir ağız dolusu su içti. Xie Lian ondan sonra kendisi içmek için şişeyi geri aldı.
Xie Lian başını geriye attı ve adem elması bir aşağı bir yukarı hareket ederken birkaç yudum aldı. Soğuk sıvı boğazından süzülürken inanılmaz tazeleyiciydi. Bu sırada San Lang ise çenesini eline yaslamış, onu izlermiş gibi görünüyordu. Bir süre geçtikten sonra aniden sordu. “Su kaldı mı?”
Xie Lian kenarında su kalmış olduğu için ağzını sildi. Dudakları hala hafifçe ıslaktı. Başını sallayarak şişeyi tekrar San Lang’a uzattı. San Lang tam almak üzereydi ki, bir el Xie Lian’ın şişeyi uzatmasına engel oldu.
Fu Yao araya girdi. “Dur biraz.”
Herkesin bakışları üzerindeydi, Fu Yao yavaşa kol yeninden bir su şişesi çıkarttı ve masaya bırakarak San Lang’a doğru itti. “Benim de yanımda su var. Buyur.”
Xie Lian anında onun bir şeylerin peşinde olduğunu anlamıştı.
Fu Yao gibi birisi başkasıyla suyunu paylaşmayı nasıl isterdi ki? Xie Lian o ikisinin geçen gün de San Lang’ı daha yakından incelemek istediğini unutmamıştı. Bu yüzden de şişedeki su normal bir su olamazdı, Suret Açığa Çıkartan Su olduğu neredeyse kesindi.
Bu gizli, şifalı su normal bir insan içtiğinde hiçbir etki göstermezdi. Ancak insan olmayan birisi içerse, o zaman şifalı etkisinin altında gerçek suretlerini göstermeye zorlanırlardı. Zaten iki savaş tanrısı da bu genç adamın Yıkım seviyesi veya üstünde olup olmadığını öğrenmek istiyorlardı, Suret Açığa Çıkartan Su güçlü olduğundan bu iş için oldukça uygundu.
Ancak San Lang sadece gülmüştü. “Gege ve ben bu şişeyi paylaşacağız.”
Nan Feng ve Fu Yao aynı anda kenarda oturmakta olan Xie Lian’a baktılar. Xie Lian içinden geçirdi, Ne diye bana bakıyorsunuz? Fu Yao sakin bir sesle konuştu. “Onun şişesi neredeyse boşaldı, resmi davranmana gerek yok.” *ÇN: Adama bir ‘indirect-kiss’i /dolaylı öpücüğü çok gördün be ayıp ama :(
San Lang. “Sahi mi? O zaman ilk sen iç.”
“…”
Bir süre olan sessizliğin ardından ilk konuşan Fu Yao’ydu. “Sen misafirsin, ilk sen iç.”
Her ne kadar kibar ve terbiyeli bir halde konuşsa da Xie Lian sözlerin zorla dişlerinin arasından çıktığını duyar gibiydi. San Lang eliyle ‘önden buyur’ diye işaret ederek karşılık verdi. “Savaşçılarımız sizlersiniz. Önce sen iç, yoksa kötü hissederim.”
Xie Lian onların birbirlerine caka satmasını izledi. Ancak böyle durumlarda iş bir yerden sonra fiziksel bir boyuta varırdı. Aralarında sadece masa olan üçlü, su şişesini bir ileri bir geri itmeye devam ettiler.
Xie Lian elinin altındaki masanın hafifçe titrediğini hissedebiliyordu. Zavallı masanın son günlerinin geldiğini düşünürken başını pişmanlıkla iki yana salladı. Yoldaşları ise sessiz savaşlarına bir süre daha devam ettiler.
En sonunda Fu Yao daha fazla dayanamayarak alayla güldü. “Suyu bu kadar içmek istemediğine göre gizlemeye çalıştığın bir şeyler var demek.”
San Lang güldü. “İkinizde düşmanca davranıp suyu ilk olarak içmeyi kabul etmiyorsunuz. Kim bir şeyler gizlemeye çalışıyor sence bu durumda? Suya zehir katmış olabilir misin acaba?”
Fu Yao. “Hemen yanında oturan kişiye suyun zehirli olup olmadığını sorabilirsin.”
Bunu dediğinde San Lang, Xie Lian’a döndü. “Gege, bu su zehirli mi?”
Fu Yao kurnaz davranmıştı. Doğal olarak Suret Açığa Çıkartan Su zehirli değildi. Sıradan bir insan içtiğinde, normal sudan hiçbir farkı olmazdı. Xie Lian verebileceği tek cevabı verdi. “Zehirli değil ama…”
Ama o daha cümlesini bitiremeden Nan Feng ve Fu Yao ters ters bakmaya başladılar. San Lang ise anında ellerini gevşetti. “Peki.”
Su şişesini eline alarak birkaç kez salladı. “Gege zehirsiz diyorsa, içmemin bir mahsuru yok demektir.”
Genç adam gülümsedi ve tüm şişeyi içti.
Xie Lian onun bu kadar çabuk davranmasını beklemediği için ani hareketiyle epey şaşırmıştı. Nan Feng ve Fu Yao oldukları yere çakılmış olmalarına rağmen yine de tetikteydiler. San Lang, Suret Açığa Çıkartan Suyu sonuna kadar içti, bitirdikten sonra şişeyi birkaç kez daha salladı. “Tadı çokta matah değil.”
Ardından hızla şişeyi bir kenara attı, şişe ise bir çınlama sesiyle yere çarparak parçalanmıştı.
San Lang’ın Suret Açığa Çıkartan Suyu içtikten sonra herhangi bir anormallik göstermeden tamamen kendi halinde oturduğunu görünce Fu Yao’nun yüzü hayretle doldu. Yine de hemen soğuk bir sesle cevap vermesini bildi. “Sadece su işte. Hepsinin tadı aynı değil mi? Ne farkı olacaktı ki?”
San Lang, Xie Lian’ın dirseğinin yanındaki su şişesini aldı. “Tabi ki farkı olur. Bu suyun tadı çok daha güzel.”
Bunu duyunca Xie Lian gülümsemekten kendini alamadı. Bu testin sonucu onun hiç umurunda olmamıştı. Sonuç ne çıkarsa çıksın San Lang’ın kim olduğu veya niyeti hiçbir şeyi değiştirmeyecekti. Bu nedenle önünde patlak veren kaos ona sadece komik gelmişti, başka bir anlamı yoktu.
Xie Lian tam işlerin artık yoluna gireceğini düşünürken, yüksek bir çınlama sesiyle Nan Feng masaya bir kılıç bıraktı.
Böylesi etkileyici bir hareket, orada bulunan herkesi öldüreceğini düşünmek için yeterliydi. Xie Lian kendini toparlamadan önce söyleyecek hiçbir söz bulamamıştı. “Ne yapıyorsun?”
Nan Feng belirsiz bir şekilde homurdandı. “Yolumuz tehlikelerle dolu. Bu yüzden genç kardeşimize kendisini savunabilmesi için bir kılıç veriyorum.”
Xie Lian yakından inceleyebilmek için başını eğdi. Kını basit ve sadeydi, kılıcın kendisi ise yıllarca bilenmişti.
Sıradan bir eşya değildi. İçi titredi. Xie Lian kaşlarını kaldırarak döndü, Bu sahiden de Kırmızı Ayna.
Kılıcın adı ‘Hong Jing’, kırmızı aynaydı ve oldukça bir kılıçtı. Her ne kadar kötü ruhları kovamasa veya iblisleri öldüremese de, hiçbir iblis ya da hayalet onun büyülü aynasından kaçamazdı. Kılıcı kınından çeken kişi bir insan değilse, kılıç sanki kanla dolmuş gibi kırmızıya dönerdi. Dahası kan kırmızısı kılıç, onun kınından çeken kişinin gerçek görünüşünü yansıtırdı. İster Şiddet ister Yıkım sınıfından olsun, kimse ondan kaçamazdı!
Genç insanların gözleri her daim değerli kılıçlar ve bineklerin üzerinde olur, onlara özel bir ilgiyle yaklaşırlardı. San Lang ‘Aa?’ derken oldukça kendini kaptırmış görünüyordu. “Bir bakayım.”
Bir eliyle kını, diğer eliyle kabzasını tuttu, ardından yavaşça kılıcı çekti. Hem Nan Feng’in hem Fu Yao’nun gözleri yoğun bir şekilde onun hareketlerini izliyordu. Kınından birkaç santim sıyrılmış olan kar beyazı kılıç büyüleyiciydi. Bir an sonra San Lang kıkırdadı. “Gege, bu iki hizmetçin benimle dalga mı geçiyor?”
Xie Lian hafifçe öksürdü ve ona döndü. “San Lang, daha önce de söyledim. Onlar benim hizmetçim değiller.” Ardından tekrar önüne döndü.
Nan Feng ondan beklenmedik, soğuk bir sesle konuştu. “Kim seninle dalga geçiyormuş?”
San Lang güldü. “Kırık bir kılıçla mı kendimi savunacağım?”
Sözleriyle birlikte kılıcı tekrar kınına soktu ve masaya attı. Nan Feng’in kaşları ise şaşkınlıkla kalkmıştı, aniden kılıcı alarak metalik bir çınlamayla kınından çekti. Elinde, fazladan bir keskin kenarı olan… kırık bir kılıç vardı.
Kırmızı Ayna kabzasının birkaç santim altından kırılmıştı!
Nan Feng’in ifadesi hafifçe değişti, ardından kını aldı ve kalan kısmı çınlama sesleriyle içeri soktu. Kının içinde sayılamayacak kadar küçük parçalara bölünmüş kılıçtan geriye kalanlar duruyordu.
Kırmızı Ayna her tür iblisi veya hayaleti ayırt edebilirdi, bu kadarı doğruydu. Onun gözlerinden daha kaçabilen bir şey hiç olmamıştı ancak aynı zamanda onu kınının içinde sayısız parçaya ayırabilen birisi de hiç görülmemişti!
Nan Feng ve Fu Yao aynı anda San Lang’ı işaret ettiler. “Sen…”
San Lang bir kahkaha attı ve geriye yaslanarak siyah çizmelerini masaya yasladı. Kırmızı Aynanın kopan bir parçasını alarak elinde havaya atıp tutmaya başladı. Eğleniyordu. “Bana bilerek kırık bir kılıç sunmadığınızı farz ediyorum. Yolda kırılmıştır herhalde. Ama merak etmeyin, kendimi kılıcım olmadan da savunabilirim. Kılıç ya da daha artık neyiniz varsa, onları kendiniz için saklayabilirsiniz.”
Xie Lian kılıca doğrudan bakabilme yetisini kaybetmişti. O kılıç, o değerli kılıç, Kırmızı Ayna Jun Wu’nun koleksiyonundandı. Xie Lian kılıcı ilk kez yükselişinin ardından Savaş Tanrılarının Salonuna gittiğinde görmüştü. Kılıç her ne kadar kullanıma çok elverişli olmasa da kendine göre bir çekiciliği vardı. O böyle düşününce Jun Wu da kılıcı ona hediye etmişti.
Düşüşünün ardından çok büyük zorluklar çektiği günler olmuştu. Çaresiz kaldığı günlerden birinde Feng Xin’e kılıcı rehin vermesini söylemişti.
Evet, rehin vermişti!
Aldıkları paranın getirisiyle ikisi güzel birkaç yemek yemiş ve… eh, başka da bir şey yapamamışlardı. O günlerde Xie Lian pek çok şeyi rehin bırakmıştı, bu yüzden de bir gün aklına gelir de içi kan ağlar diye hepsini unutmasının en iyisi olduğuna karar vermişti.
Feng Xin muhtemelen tekrar yükseldikten sonra o günleri düşününce, kılıcın varlığını hatırlamış ve böylesine ender bir eşyanın ölümlü diyarda başı boş kalmasına dayanamamıştı. Bu yüzden arayıp bulmuş ve geri almış olmalıydı. Tekrar bilemiş, cilalamış ve Nan Yang Sarayı’na yerleştirmişti. Ardından ise Nan Feng tarafından alınarak tekrar buraya indirilmişti.
Neticede Xie Lian bu kılıcı gördüğünde, sadece donuk bir acı hissederek bakışlarını çevirebilmişti. Diğerlerinin tekrar dövüşmek üzere olduğunu hissettiğinde ise başını iki yana sallayarak dışarıdaki havayı incelemeye başladı. Kendi kendine, Hareketliliğe bakılırsa yakın zamanda bir kum fırtınası olacak. Eğer bugün tekrar yola koyulursak, fırtınadan kaçarken sığınacak bir yer bulup bulamayacağımız malum, diye düşünüyordu.
Tam bu sırada binanın dışında, parlak altın kumların arasından aniden iki insanın sureti görüldü.
Xie Lian hemen ayağa kalktı.
Birisi beyazlara ve diğeri siyahlara bürünmüştü. O kadar telaşsız hareket ediyorlardı ki insan tembel olduklarını düşünebilirdi. Ancak ayaklarının altında toplanan bulutlar hızlarını ele veriyordu. Siyahlı kişi uzun ve eğik duruyordu, beyazlı ise sırtında uzun bir kılıç ve kolunda at saçından bir fırça olan bir kadındı. Siyahlı olan arkasını dönmedi ancak beyazlı kadın binanın önünden geçerken dönüp onlara gülümsedi. Gülümseme de siluetleri kadar hızlı geçmişti. Nedensiz yere, içleri tuhaf bir his ve güvensizlikle doldu.
Xie Lian bakışlarını pencereye sabitlemiş olduğundan olanları rahatlıkla görmüştü. Küçük binanın içindeki diğer üç kişi ise sadece onlara bir an için bakabilmişti çünkü o anda başka hiçbir şeyle ilgilenebilecek durumda değillerdi. Nan Feng aniden ayaklandı. “Onlar kim?”
Xie Lian da ayağa kalkmıştı. “Bilmiyorum ama sıradan kişiler değiller.” Bir süre kendi kendine mırıldandıktan sonra cevap verdi. “Üçünüz artık oyalanmayı bırakın, rüzgar gittikçe güçleniyor gibi. Acele edelim ve tekrar yola koyulalım. Yolumuzun ne kadar kısaltırsak o kadar iyi.”
Şansına bu insanlar her ne kadar bazen kaçışan tavuklar kadar şaşkın ya da zıplayan köpekler kadar korkmuş davransalar da konu ciddi bir meseleye gelince hemen kendilerini toparlayıp işe koyulmayı biliyorlardı. Derhal birbirlerine sataşmayı bıraktılar, Hong Jing’in parçalarını topladılar ve küçük binadan çıktılar.
Yaklaşık dört saat kadar bir süreyle rüzgara karşı yol aldılar. Ancak bu dört saatte aldıkları yol, önceki dört saatteki mesafeyle kıyaslanamazdı. Kum fırtınası bir öncekinden çok daha şiddetliydi. Kumla karışmış rüzgarlar yüzlerindeki ve kollarındaki kıyafetlerle örtülmemiş tenlerini boğuk bir acıyla kaplayarak üzerlerine bardaktan boşalırcasına yağıyordu. Yürüdükçe daha da meşakkatli geliyordu. Kulaklarına çarpan rüzgarın sesi ve her yerde her daim var olan sarı kumlar görüşlerini bulandırırken Xie Lian hasır şapkasını eğdi. “Bu kum fırtınası bir oldukça tuhaf.”
Bir süre geçtikten sonra hala hiç kimse yorum yapmayınca Xie Lian onların geride kalıp kalmadıklarını merak etti. Başını arkaya çevirdiğinde ise üçünün de hala yakinen onu takip etmekte olduğunu gördü. Muhtemelen onun konuştuğunu duymamışlardı. Görünüşe göre kum fırtınası sahiden de çok güçlüydü. İçlerinden birisi ağzını açtığı anda ses hemen siliniyordu. Doğal olarak Nan Feng ve Fu Yao’yla ilgilenmesine gerek yoktu. Girdaba karşı sağlam adımlarla ve kati ifadeleriyle ilerliyorlardı. Ama San Lang her zaman beş adım kadar arkasından geliyordu, adımları ne çok yakın ne çok yavaştı.
Sarı, kumla dolu gökyüzünün arasında genç adamın yüz ifadesi rahat kalmaya devam etti, ellerini arkasından çaprazlamış yürürken bir kez bile herhangi bir duyguyla çalkalanmadı. Baştan aşağıya kırmızılarla sarılmış, saçları eğik ve dağınık bir dansa tutulmuşken, kum fırtınasının saldırıları ona hiç etki etmiyormuş gibi görünüyordu. Hiç istifini bozmuyordu. Dahası, gözlerini bir kez bile kırpmamıştı. Xie Lian ise fırtınanın darbeleri yüzünden çoktan yüzünün acıdığını hissedebiliyordu. San Lang’ı böyle, kendisini hiç kollamaz bir halde görünce gerçekten çok endişelendi. “Kumların gözlerine ve kıyafetlerine girmemesi için dikkat et.”
Tekrar düşündüğünde kendisinin bile bu söylediklerinden ne anlam çıkartacağını bilmediğini fark etti. Xie Lian doğrudan San Lang’ın yanına giderek kıyafetlerini ve yakasını toplamasına yardım etti. Onu sıkıca sararak rüzgarın ve kumun içeri girmesini önlemek istiyordu. San Lang şaşırmıştı. Bu sırada diğer ikisi de onlara yetişmişti. Dördü birbirlerine artık daha yakın olduğu için en sonunda seslerini duyurabiliyorlardı. İlk olarak Xie Lian konuştu. “Herkes dikkat etsin. Kum fırtınası çok ani başladı, bu işte bir tuhaflık var gibi geliyor. Kötülük eli değmesinden korkuyorum.”
Fu Yao. “Rüzgar ve kumlar normalden daha güçlü. Başka ne sebebi olacak ki?”
Xie Lian başını iki yana salladı. “Rüzgar ve kumlarda bir sıkıntı yok. Ben kumlara bir şey eklenmiş olmasından korkuyorum.”
Tam bu sırada ani bir rüzgar Xie Lian’ın hasır şapkasını uçurdu. Hasır şapka havaya yükselince sonsuz sarı kum taneleri arasında tamamen kaybolmak üzereyken San Lang çabucak tepki vermişti. Hızla elini yukarı kaldırdı ve uzanarak gökyüzüne uçmak üzere olan hasır şapkayı yakaladı ve yeniden Xie Lian’a uzattı. Xie Lian ona teşekkür edip şapkasını sırtına daha sağlam bir şekilde bağladı. “Fırtınadan kaçınabileceğimiz bir yer bulsak çok iyi olur.”
Ancak Fu Yao hemfikir değildi. “Eğer sahiden kum fırtınasında bir tuhaflık varsa, o zaman tek amacı bizi yolumuzdan alıkoymak olabilir. Bu durumda da devam etmek için bir nedenimiz daha oluyor.”
Xie Lian daha tek bir kelime söyleyemeden San Lang yüksek sesle gülmeye başladı. Fu Yao başını kaldırdı ve soğuk bir sesle sordu. “Neye gülüyorsun sen?”
San Lang kollarını bağladı ve kıs kıs güldü. “Kasten insanlara karşı gelmek, seni bu kadar mı tatmin ediyor?”
Xie Lian, daha önceleri bile bu genç adam her ne kadar sürekli güler yüzlü olsa da gülümsemesinin içten mi olduğunun yoksa iltifatlarla maskelenmiş bir alay mı taşıdığının hiçbir zaman ayırt edilemeyeceğini düşünüyordu. Ancak bu kez herkes gülümsemesinde bir parça bile iyi niyet olmadığını tek bakışta söyleyebilirdi. Fu Yao’nun ifadesi ansızın soğurken Xie Lian elini kaldırdı. “Şimdilik konuyu kapatın. Eğer söylemek istediğiniz bir şeyler varsa sonraya saklayın. Rüzgar güçlendiği zaman korkutucu bir halde alabilir.”
Fu Yao. “İnsanları havaya kaldırabilir bir hal mi?”
Xie Lian cevapladı. “Nn, söylediğin şey oldukça mümkün…”
O sözlerini tamamlayamadan önündekiler aniden gözden kaybolmuştu.
Fakat gerçekte kaybolan onlar değildi, kendisiydi – bu kum fırtınası sahiden onu sararak havaya kaldırmıştı.
Hortum çıkmıştı!
Xie Lian havada şiddetli bir şekilde dönerken elini salladı ve konuştu. “RuoYe! Sağlam ve güvenilir bir şeyi kavra!”
Bir ıslık sesiyle RuoYe uçtu. Bir an sonra Xie Lian beyaz ipeğin bir ucunun bir şey yakalamış ve ona sarılmış gibi alçaldığını hissetti. Xie Lian sıkıca onu tutarak en sonunda kendisini havada çok zor da olsa sabitlemeyi başarmıştı. Bakmak için başını eğdiğinde ise yerden en az otuz metre yükseğe sürüklenmiş olduğunu fark etti.
O anda yere bağlanmış bir ipin ucunda sürüklenen bir uçurtma gibiydi. Sarı kumların saldırısı altında Xie Lian RuoYe’yi tutmuş, yakaladığı şeyin ne olduğunu anlayabilmek için geriyordu. Defalarca baktı, en sonunda ise kırmızı bir gölge çıkartabildi. RuoYe’nin diğer ucu görünüşe göre kırmızılara bürünmüş genç adamın bileğine sarılmıştı.
RuoYe’ye sağlam ve güvenilir bir şeye tutunmasını söylemişti, ama RuoYe gidip San Lang’a tutunmuştu!
Çevirmen: Nynaeve
Not: Demek San Lang oldukça sağlam ve güvenilirmiş, hmmmm…
161 notes
·
View notes
Photo
Hasır Saplı Çanta - Beach Bag 109,90 ₺ #hasır #çanta #plaj #pamuk #plajmodası #plajgiyim #moda #beach #bag #beachbag #fashion #beachfashion #cotton
1 note
·
View note
Photo
Hasır çanta modelleri bu yazın en gözde ve şık çanta modelleri olarak gardroplarda yerini aldı.
0 notes
Photo
Sitemize "2017 Yazın'da Trend: Hasır Sepet Çantalar" konusu eklenmiştir. #magazin #haber #tbt #fotoğraf. http://www.dizimedya.com/2017-yazinda-trend-hasir-sepet-cantalar.html
#2017 çanta modelleri#2017 moda trendleri#2017 yaz modası#çanta#hasır çanta#hasır çanta modelleri#hasır çanta trendi#hasır sepet
0 notes
Text
Havalar ısınmaya ve günler uzamaya başladığı zaman rengarenk, enerjik ve eğlenceli yazlık kombinler yaratmanın da vakti gelmiş demektir. Yaz boyunca tüm gözleri üzerinde toplamak ve stilinle ilham verici görünümlere imza atabilmek için şimdiden sezona damga vuracak stiller, renkler, baskılar ve hit parçalar için alışverişe başlaman gerekir. Büyük beden yaz giyim trendleri hakkında daha fazlasını keşfedebilmek ve mükemmel yazlık büyük beden kombinlere imza atabilmek istiyorsan senin için hazırladığımız rehbere göz atabilirsin. Büyük Beden Çiçek Desenli Elbiseler Büyük Beden Çiçek Desenli Elbiseler Her yaz döneminde trend olan ve her daim stil parçası büyük beden çiçek desenli elbiseler hepimizin dolabında olan parçalardandır. Doğanın birbirinden güzel desenlerini yansıtan elbiseler vazgeçilmezimizdir. Yaz aylarının kurtarıcı giy çık parçasıdır. Sadece deseni itibariyle her ayakkabı çanta ve makyaj uygun olmayabilir. Bu nedenle çiçek desenli kıyafetleri doğru parçalarla nasıl kombinleyebileceğimizi sizler için hazırladık. Çiçek desenli elbiseler gözü yoracağı için desenli ayakkabıları pek tercih etmeyiz. Onun yerine babet, stiletto ya da sandaletler doğru seçim olacaktır. Renk seçimini elbisedeki desene uygun olarak yapmalıyız. Şifon elbiselere ise stilletto çok yakışıyor. Tatil elbiselerine de ayrıca hasır sandaletler veya babetler çok yakışacaktır. İlkbahar/yaz akşamlarında ise üzerinize denim ceket alarak spor şıklığınızı bozmadan eğlencenize devam edebilirsiniz. Büyük Beden Geometrik Desenli Elbiseler Büyük beden geometrik desenli elbiseleri şimdi yaz elbiselerine dahil etme zamanı. Çiçek desenlerinde olduğu gibi geometrik desenlerde de küçük desenler daha zayıf görünmemize yardımcı olacaktır. Geometrik desenler zaten fazlasıyla hareketli olduğu için bizim önerimiz ayakkabı ve çantada düz renkleri tercih etmenizden yana olacaktır. Elbiseniz siyah beyaz geometrik desenliyse zıt renkli ayakkabı ve çanta ile kombininizi patlatabilirsiniz. Büyük Beden Siyah Renk Elbiseler Siyah büyük beden için her zaman vazgeçilmezdir, siyah elbiseler hem günlük hayatımız da hem de özel günlerimizde hep ilk tercihimizdir. Siyah elbiselerde spor bir görünüm istersek spor ayakkabılarımız ve kot ceketimizle kombinleyerek spor şıklığını yakalayabiliriz. Özel bir davete gidiyorsak parıltılı bir ayakkabı ya da stilettolarımız ve küçük bir çanta ile kombinleyerek zarif bir görünüm elde edebilirsiniz. Büyük Beden Yazlık Elbiseler Büyük Beden Yazlık Elbiseler Büyük bedende her zaman en kullanışlı parçadır elbise, tek parça olması nedeniyle bizleri her zaman cezbetmiştir. Büyük beden elbise deyince akla her zaman ilk olarak Myline Moda gelir. Siz de yaza hazırlık ve yaz trendlerinden geri kalmamak için şimdi www.mylinemoda.com adresini ziyaret edebilirsiniz. Her bütçeye ve tarza uygun parçalar bulabileceğinize eminiz ;)
0 notes