#hamilelik belirtileri nelerdir ne zaman ortaya çıkar
Explore tagged Tumblr posts
Text
Boş gebelik, bir yumurta döllenir ancak anne karnında yerleşmez. Bu durumda, rahimde boş bir gebelik kesesi oluşur. Bu nadir bir durumdur, ancak 50 hamileden birinde görülür. Boş gebeliğin nedenleri arasında rahim iç tabakasının yanlış gelişimi, hormon dengesizlikleri ve genetik faktörler sayılabilir. Boş gebelik belirtileri gebelik belirtileri kadar net değildir. Sık sık belirtiler yoktur ve kadınlar bu nedenle bebeklerinin öldüğüne dair hiçbir işaret almayabilirler. Ancak, düşük riski arttığından, belirtiler tespit edilmelidir. Boş gebelikte sık görülen belirtiler arasında kanama, düşük ağrıları ve karın ağrısı sayılabilir. Bununla birlikte, boş gebelikte hiçbir belirti olmaması da mümkündür. Boş gebelik tanısı ultrason testi ile konulabilir. Bu test, gebelik kesesinin içindeki bebekle ilgili hiçbir işaret olmadığını gösterir. Bu tanı, gebeliğin ne zaman olduğuna bağlı olarak birkaç hafta ila bir ay arasında yapılır. Boş gebeliğin tedavisi genellikle kanamayı durdurmak ve düşüğü tamamlamaktır. Bu, rahmin tam olarak temizlenmesini sağlar ve enfeksiyon riskini azaltır. Boş Gebelik Nedir? Boş gebelik, anne adayının rahminde bebeği olmayan bir hamilelik durumudur. Embriyo gelişmez, ancak anneye hamile olduğuna dair belirtiler vardır. Genellikle gebeliğin ilk üç ayında ortaya çıkar. Boş gebelik, gebeliğin başarısız olduğu bir durumdur ve bazen kendiliğinden sonlanır. Ancak bazı durumlarda, düşük yapmak için kürtaj yapılması gerekebilir. Boş gebelikte rahimde bir boş gebelik kesesi oluşur. Ayrıca, Boş Gebelik Ne Zaman Belli Olur? başlıklı yazımızı da okumanızı tavsiye ederiz. Boş Gebelik Kesesi Nasıl Oluşur? Boş gebelik kesesi, rahim duvarında küçük bir kesedir. Bu kesede bebeğin geliştiği yer olurdu ancak kendisi gelişmediği için içi sıvı doludur. Boş gebelik kesesi, anne adayının gebeliğin varlığına dair belirtiler hissetmesine neden olur. Ancak ultrasonda veya vajinal ultrasonda belirgin bir embriyo veya kalp atışı bulunamaz. Boş gebelik kesesi, annenin sağlığı açısından ciddi komplikasyonlara neden olmaz. Ancak aynı zamanda, anne adaylarının fiziksel ve duygusal sağlığı açısından stresli bir durumdur. Bu nedenle, tıbbi müdahale genellikle önerilir. Boş Gebelik Belirtileri Nelerdir? Bos Gebelik Belirtileri Boş gebelik, rahim boşluğunda gebelik kesesi bulunmasına rağmen, içerisinde fetüs gelişmemiş bir hamilelik durumudur. Bu durum genellikle kendini belirtiler olmadan gösterir ve doktor muayenesiyle fark edilir. Ancak bazı durumlarda belirli semptomlar ortaya çıkabilir. Bu semptomlar arasında en yaygın olanı kanama ve lekelenmedir. Bu kanama, normal adet kanamasından farklı olabilir ve daha az ya da daha çok olabilir. İleri dönemlerde ise kasıkta ağrı, sırt ağrısı ve kramplar yaşanabilir. Boş gebelik, erken teşhis edilip tedavi edilirse, ciddi bir sağlık sorunu olmaktan çıkabilir. Ancak belirtiler göz ardı edilirse ve boş gebelik ilerlerse, ciddi kanamalar ve enfeksiyon riski gibi ciddi sağlık problemleri ortaya çıkabilir. Bu nedenle, hamilelik sürecinde herhangi bir belirti hissedildiğinde mutlaka doktorunuzla iletişime geçmelisiniz. Boş gebelik belirtileri aşağıdaki gibi olur: Kanama: Miktar ya da renk farklılığı hissedilen bir kanama Lekelenme: Kanama kadar yoğun olmayan bir lekeleme Kasık ağrısı: Orta şiddette ya da şiddetli kasık ağrısı Sırt ağrısı: Bel bölgesinde ya da omuzlarda ağrı hissedilmesi Kramplar: Mide krampı gibi kasılmalar hissedilmesi Boş gebelik belirtileri yaşayan anne adayları, paniklememeli ve doktorlarına danışarak gerekli kontrolleri yaptırmalıdırlar. Erken teşhis sayesinde, sağlıklı bir gebelik süreci yaşanabilir. Boş Gebelik Neden Olur? Boş gebeliği, gebelik sırasında fetusun gelişmemesi veya tamamen yok olması neden olur. Diğer bir deyişle, boş gebelik, rahimdeki gebelik kesesinin oluşmasıyla beraber fetusun gözle görülür şekilde olmaması durumudur. Bu durumun birçok nedeni olabilir; Genetik faktörler: Bazı genetik anomaliler, fetusun normal gelişememesine neden olab
ilir. Hormonal faktörler: Hormonal dengesizlikler, özellikle progesteronun yetersiz salgılanması, boş gebeliğe neden olabilir. Rahim anomalileri: Rahim içi anomaliler, fetusun doğru bir şekilde yerleşememesine neden olabilir. Boş gebelik nedenleri hakkında birçok teori olsa da, aslında net bir nedeni bulunmamaktadır. Bu nedenle, gebelik sırasında düzenli tıbbi takibe dikkat edilmesi ve olası bir boş gebeliğin erken teşhis edilmesi, hem anne hem de fetüs açısından önemlidir. Boş Gebelikten Sonra Tekrar Hamile Kalınır Mı? Bos Gebelikten Sonra Tekrar Hamile Kalma Boş gebelikten sonra tekrar hamile kalınması, birçok kadının endişe duyduğu bir konudur. Ancak, boş gebelik sonrası birçok kadın normal bir şekilde hamile kalabilir. Boş gebelik, döllenme sonrası embriyonun rahim içine yerleşmesine rağmen gelişememesi ve düşük ile sonuçlanmasıdır. Boş gebeliklerin çeşitli nedenleri olabilir ve nadiren tekrarlanabilir. Yine de, tıp uzmanları, boş gebeliğin bir sonraki hamilelik için bir engel teşkil etmediği konusunda hemfikirdir. Teşhis konulduktan sonra, rahmin iyileşmesi için genellikle birkaç hafta beklemek gerekir. Sonra doktorunuzun önerdiği şekilde yeniden hamile kalmaya çalışabilirsiniz. Boş gebelikten sonra tekrar hamile kalmak güvenli olmasına rağmen, bazı durumlarda riskli olabilir. Örneğin, boş gebeliğin nedeni rahim anomalileri, fibroidler veya endometriozis gibi durumlar ise, bu durumlar tekrar edebilir ve tekrarlanan boş gebeliklere neden olabilir. Bu nedenle, hamile kalmaya karar vermeden önce doktorunuzla konuşmanız önemlidir. Doğru tedavi planı ve düzenli izlem ile sağlıklı bir gebelik mümkündür.
0 notes
Text
Gebelik Belirtileri Nelerdir
Gebelik Belirtileri Nelerdir adlı makalemiz sitemiz Ayyu.NET üzerinden yayınlanmıştır. Merak ettiklerinizi yorum atarak sorabilirsiniz, sorularınıza en kısa sürede cevap verilecektir. Gebelik Belirtileri Nelerdir
Gebelik Belirtileri Nelerdir? Kadınların en büyük hayali bebek sahibi olmaktır. Ancak her kadın gebe kaldığını uzun zaman anlayamaz. Gebelik belirtileri kadından kadına değişiklik gösterebilir, kadın çok hassas ise anlaması zor olmaz.
Gebelik Belirtileri Nelerdir
Gebelik belirtileri her kadında aynı belirmez. Bu nedenle en kesin yolu doktor kontrolü ve gebelik testidir. Yine de ilk gebelik belirtileri de kesin bilgi olmasa da anlamak mümkündür. Gebelik belirtileri arasında ilk belirti olarak adet gecikmesi veya gelmemesi sayılabilir.
Düzenli gelen bayanlarda adet kesilirse gebelik testi gerekmektedir. Gebe değilseniz de doktor kontrolüne kesinlikle gitmeniz gerekmektedir. Gebelik belirtileri genel olarak her hamile de görülen bulantı ve kusma da sayılabilir. Her şey size tiksindirici gelebilir ya da hiçbir şey yokken mideniz bulanabilir. Bunun gibi durumlar gebeliği kişiye anlatmaktadır.
Bunun yanında günümüzün hastalığı baş dönmesi de gebelik belirtisidir. Günümüzde kadınların tamamında baş dönmesi ve baş ağrıması problemi bulunmaktadır. Sıradan bir sorun olarak görülmemeli ve kontrol ettirilmelidir. Bu durum hem anne hem de bebek sağlığı için gerekmektedir. Bunlara bağlı olarak yorgunluk hissi de gebeliğin belirtisi olarak sayılabilir. Göğüsler gebeliğe bağlı olarak dolgunlaşıp hassaslaşabilmektedir.
En ufak bir darbede canınız yanabilir çünkü bebeğinize bağlı olarak süt yapmak için kendini kasmaktadır. Yavaş yavaş süt dolduğu için de dolgunlaşmaktadır. Göğüslerde ki değişikliklerden de gebelik anlaşılabilir. Ayrıca areola yani göğüs halkası genişler ve büyür. Bu durumda gebelik belirtisi olarak görülür. Son olarak kasıkta ağrılar oluşabilir ve genital bölgeden bazı akıntılar gelebilir. Gebelikte hormonlar değişiklik gösterdiği için vajinal bölge genişler ve akıntı olabilir.
Dolaşım arttığı için akan bu sıvı renksiz, kokusuz ve ağrısızdır. Bu yüzden pek çok kadın tarafından hissedilmeyebilir. Hassas kadınların hissettiği bu belirtide gebeliği ortaya koyabilir. Kadınların çoğu hamile olduğunu hissedebilmektedir. Bu durumda anne ile çocuğun ilk iletişimidir. Kadın içinde kendi çocuğunu hissedebilmektedir.
Bu kutsal bağ da gebelik belirtisi olarak görülmektedir. Kadınlar gebe kaldığında vajinal bölge de renk değişimi de yaşanabilir. Bu değişim damar genişlemesine bağlı olarak oluşabilir. Ayrıca ilerleyen zamanlarda oluşan aşerme de gebelik belirtileri arasında sayılmaktadır.
https://ayyu.net/gebelik-belirtileri-nelerdir/
#gebeliğin belirtileri nelerdir kısaca#gebelik belirtileri nelerdir#gebelik belirtileri nelerdir ne zaman başlar#gebelikte belirtiler nelerdir#hamilelik belirtileri#hamilelik belirtileri nelerdir ne zaman ortaya çıkar#hamilelik belirtileri nelerdir ve ne zaman başlar#Hamilelik
0 notes
Link
Disleksi Nedir? Aynı zamanda öğrenme güçlüğü olarak bilinen disleksi, bir bireyin normal zeka düzeyinde olmasına rağmen dil, okuma, ve yazma becerilerinde sorunlar yaşamasına neden olan bir özel öğrenme bozukluğudur. Disleksisi olan bir birey, konuşma seslerini tanısa bile, bunların harfler ya da kelimeler ile olan ilişkilerini öğrenmede zorluk çeker. Genellikle okuma bozukluğu şeklinde gözlemlenen disleksi, aynı zamanda dikkat ve hafızayı da etkileyebilir ve beynin dili işleyen bölgelerini etkiler. Disleksi olan bireyler normal zekaya sahiptir ve genellikle görüşleri ile ilgili bir sorun yaşamazlar. Disleksi olan çocukların çoğu özel ders veya özel bir eğitim programı ile okulda başarılı olabilir. Duygusal destek disleksi ile başa çıkma sürecinde oldukça önemli bir rol oynamaktadır. Disleksi için belirli bir tedavi olmamasına rağmen, erken teşhis ve müdahale en iyi sonucu verir. Ancak bazı vakalarda disleksi yıllarca teşhis edilmez ve yetişkinliğe kadar tanınmaz, Yine de disleksi için yardım ve destek almak için asla çok geç değildir.
Disleksi Kaça Ayrılır?
Disleksi semptomları yaşa ve kişiye bağlı olarak değişiklik gösterebilmektedir. Küçük çocuklarda geç konuşma, yeni kelimeler öğrenmede zorluk çekme ve oyun oynarken sorunlarla karşılaşma gibi durumlar yaşanabilir. Disleksi semptomları, genellikle çocukların okula başlamasıyla birlikte daha da belirgin hale gelir.
Disleksinin 6 farklı tipi bulunmaktadır. Bunlar;
Fonolojik Disleksi: Bu disleksi türünde kişiler bazı kelimeleri seslendirmede zorluk çekebilir. Disleksinin bu türünde işitselden daha çok görsel işleme sorunu ön plana çıkar.
Yüzeysel Disleksi: Sözcüklerin tanınması ve yazılmasında zorluk çekilen türüdür.
Görsel disleksi: Görsel problemlerden (fiziksel nedenlere bağlı) veya görsel işleme bozukluklarından (bilişsel / nörolojik nedenler) kaynaklanan okumada güçlük çekilmesidir.
Birincil Disleksi: Disleksinin en yaygın türüdür. Beynin sol beyin kabuğu (serebral korteks) tarafında gerçekleşen işlevsel bir bozukluktur ve yaşla değişmez.
İkincil (Gelişimsel) Disleksi: İkincil disleksi, fetal gelişimin erken aşamalarında beyin gelişiminde yaşanan problemlerden kaynaklanır. Gelişimsel disleksi, çocuğun büyümesiyle birlikte azalabilir.
Travma Disleksisi: Yetişkin veya çocuklarda, travma veya hastalık nedeniyle beyinde meydana gelen hasara bağlı gelişir.
Disleksi Ne Zaman Ortaya Çıkar?
Disleksinin en erken belirtileri, çocukluk çağında gelişir. Özellikle çocukların ses çıkarmayı öğrendikleri 1-2 yaşlarında ortaya çıkar. Bununla birlikte, konuşma gecikmesi olan her insana disleksik denilemez. Geçmişinde okuma güçlüğü öyküsü veya disleksisi olan ailelerin çocukları da yakından izlenmelidir.
Disleksik Bir Çocuğa Sahip Aileler Neler Yapmalı?
Çocuğunun disleksik olduğunu öğrenen aileler, doğal olarak ona yardım etmek için elinden gelen her şeyi yapmak ister. Disleksiye sahip olan kişilere yardım etmenin en iyi yollarından biri de öğrenme güçlüğü hakkında olabildiğince çok fazla şey öğrenmektir. Çocuğunuz veya sevdikleriniz için ne kadar çok şey yapabileceğinizi gördüğünüzde, hem onun hem de kendi korkularınızı hafifletebilirsiniz.
Disleksi hakkında öğrendiğiniz her şey daha bilinçli seçimler yapmanız için size rehberlik edebilir. Çocuğunuz için daha iyi bir eğitim planı oluşturabilirsiniz. Planlı bir eğitim öğrenmeyi kolaylaştırırken aynı zamanda sınıfta arkadaşlarıyla iletişimini de kolaylaştıracaktır.
Çocuğunuzun öğrenmesini desteklemek için disleksi öğrencilerine özel tasarlanmış okulları araştırabilirsiniz ve eğitimini bu yönde almasını sağlayabilirsiniz. Çocuğunuzun okulda aldığı eğitimin yanı sıra evde verilen eğitim ve ilgi de hayatının kolaylaşmasına yardımcı olacaktır.
Diğer çocukların kolayca öğrendiği konuları, disleksiye sahip bir çocuğun aynı şekilde öğrenmesi oldukça zordur. Bu zor süreçte hem okulda hem de evde desteğiniz ve sabrınız oldukça önemlidir. Bu zorlu süreçte çocuğunuza sevgi, destek ve sabırla yaklaşmanız gerekecektir.
Nedenleri
Disleksinin Sebepleri Nelerdir?
Disleksi, genellikle aynı ailenin bireylerinde görülür. Beynin okumayı ve dili yöneten bölümünü yöneten genler ile çeşitli çevresel faktörler ile bağlantılı olduğu düşünülmektedir.
Ailede disleksi veya diğer öğrenme güçlükleri görülmesinin yanı sıra erken doğum veya doğumda düşük ağırlık, hamilelik sırasında fetüsün beyin gelişimini değiştirebilecek nikotine, ilaçlara, alkole veya enfeksiyona maruz kalma ile beynin okumayı sağlayan çeşitli bölümleri arasındaki uyumsuzlukları disleksi riskini yükseltebilir.
Disleksi, öğrenme zorluğu dahil olmak üzere çeşitli sorunlara yol açabilir. Okuma, diğer okul derslerinin çoğu için temel bir beceri olduğundan, disleksi olan bir çocuk çoğu derste dezavantajlıdır ve akranlarına ayak uydurmakta zorlanabilir.
Disleksi tedavi edilmediği takdirde, çocuklarda küçük yaştan itibaren özgüven sorunlarına, davranış sorunlarına, kaygıya, saldırganlığa, arkadaşlardan, ebeveynlerden ve öğretmenlerden kaçınmaya yol açabilir.
Okuma ve yetersizlik bir çocuğun büyüdükçe kendi potansiyeline ulaşmasını engelleyebilir. Bu nedenle yetişkinlerde disleksinin uzun vadeli eğitimsel, sosyal ve ekonomik sonuçları olabilir.
Disleksi olan çocuklar aynı zamanda dikkat eksikliği / hiperaktivite bozukluğu, yani kısaca DEHB riski altındadır. Bunun tersi de geçerlidir. DEHB, hiperaktivite ve dürtüsel davranışlar nedeniyle disleksiyi tedavi etmeyi zorlaştırabilir.
Belirtiler
Disleksi Belirtileri Nelerdir?
Çocuklarda okula başlamadan önce disleksinin fark edilmesi zor olabilir, ancak böyle bir sorunun varlığına işaret eden bir takım ipuçları önceden fark edilebilir. Bununla birlikte çocuklar okul çağına ulaştığında bir problemi ilk fark eden kişi genellikle öğretmeni olacaktır.
Disleksinin şiddeti bireyden bireye değişir, ancak durumun ağırlığı genellikle çocuk okumayı öğrenmeye başladığında belirginleşir. Okul öncesi küçük bir çocuğun disleksi riski altında olabileceğine dair işaretler arasında:
Geç konuşma,
Yeni kelimeleri öğrenmede yavaşlık,
Kelimeleri söylerken ses sırasını karıştırma ya da birbirleri ile benzer kelimeler arasında ayırt etmede zorluk çekme,
Harfler, renkler ve sayıların isimlerini hatırlamada zorluk çekme,
Tekerleme söylemede ya da kafiyeleri öğrenmede zorluk çekme bulunur.
Okul çağı gelmiş bir çocukta disleksi belirtileri ve semptomları daha belirgin hale gelebilir. Bunlar arasında:
Yaşına göre beklenen seviyenin altında okuyabilme,
Duyduklarını anlama ve kavramada sorunlar yaşama,
Doğru kelimeyi bulma veya sorulara cevap oluşturmada zorluk çekme,
Çeşitli nesnelerin sıralamasını hatırlamada zorluk çekme,
Harfler veya kelimeler arasındaki benzerliklerle farklılıkları görmede / işitmede zorluk çekme
Yabancı bir kelimeyi telaffuz ederken güçlük yaşama,
Heceleme ve imlada zorluk yaşama,
Okuma ödevlerini normalden uzun sürede tamamlama,
Okuma içeren faaliyetlerden kaçınma bulunur.
Gençler ve yetişkinlerde disleksi emareleri, çocuklukta görülen belirtiler ile benzerdir. Gençler ve yetişkinlerde görülen bazı yaygın disleksi belirtileri ve semptomları arasında:
Okuma ya da yüksek sesle okuma sırasında güçlük çekme,
Yavaş ve zorla okuma/yazma
Hecelemede zorluk,
Okuma içeren faaliyetlerden kaçınma,
İsimleri veya kelimeleri telaffuz edememe veya hatırlama zorlukları,
İçindeki kelimelerden kolaylıkla anlaşılamayacak şaka ya da ifadeleri anlama zorlukları,
Okumayı veya yazmayı içeren faaliyetleriçin beklenmedik sürelere ihtiyaç duyma,
Hikaye özetlemede zorluk,
Yabancı bir dili öğrenmede zorluk,
Ezberlemede zorluk,
Matematik problemlerini çözmede zorluk bulunur.
Çoğu çocuk anaokulu veya birinci sınıf başında okumayı öğrenmeye hazır olsa da, disleksi olan çocuklar genellikle o zamana kadar okumanın temellerini kavrayamazlar.
Eğer bir çocuğun okuma seviyesi yaşı için beklenenin altında ise veya diğer disleksi belirtileri fark edildiyse, bir doktora başvurulması tavsiye edilir. Disleksi teşhis ve tedavi edilmezse, çocukluk döneminde başlayan okuma güçlüğü yetişkinliğe kadar devam edecektir.
Tanı Yöntemleri
Disleksi Teşhisi Nasıl Konulur
Disleksi teşhis edebilecek belirli ve tek bir test yoktur, ancak teşhis esnasında bir dizi faktör göz önünde bulundurulur:
Başvurulan doktor çocuğun gelişimi, eğitim sorunları ve tıbbi geçmişi hakkında sorular sorarak, aile üyelerinin herhangi bir öğrenme özrü olup olmadığı da dahil olmak üzere, ailede mevcut herhangi bir tıbbi durum hakkında bilgi edinmek isteyecektir.
Doktor evde strese yol açacak herhangi bir sorun olup olmadığını belirlemek üzere aile ve ev yaşamı hakkında sorular sorabilir.
Doktor çocuğun, aile üyelerinin veya öğretmenlerin cevaplaması için yazılı sorular içeren bir anket verebilir. Çocuğun okuma ve dil becerilerini belirlemek için bazı testleri yapmasını isteyebilir.
Doktor tarafından gerçekleştirilecek görme, işitme ve nörolojik testler başka bir tıbbi bozukluğun çocukta zayıf okuma yeteneğine neden olup olmadığını belirlemeye yardımcı olabilir.
Doktor çocuğunuzun zihinsel sağlığını daha iyi anlamak için çocuğa ve ebeveynlerine psikolojik testlerde bulunan soruları sorabilir. Bu sayede sosyal sorunların, kaygı veya depresyonun çocuğun yeteneklerini sınırlayıp sınırlayamadığını belirlemeye yardımcı olabilir.
Okuma ve diğer akademik becerileri test etmek üzere çocuğa bir dizi eğitim testi yapılabilir. Bu testler sayesinde bir okuma uzmanı tarafından çocuğun okuma becerisinin seviyesi ve kalitesi analiz edilebilir.
0 notes
Text
Hamilelikte Hellp Sendromu Belirtileri
Hamilelik döneminde Hellp sendromu şiddetli preeklampsi durumunda gelişen hemoliz, karaciğer enzimlerinde yükselme, platelet düşüklüğü ile karakterize durumdur. Gebelik zehirlenmesi olarak da adı geçen bu sendrom ismini aşağıdaki bulguların baş harfinden almıştır. H (Hemolysis): Kırmızı kan hücrelerinin parçalanmasıEL (Elevated liver Enzymes): Karaciğer enzimlerinde yükselmeLP (Low Platelets): Kan pıhtılaşmasını sağlayan trombositlerin azalması Hamilelikte hellp sendromu oldukça riskli olmaktadır. Bu sendromun %70’lik kısmı gebeliğin son aylarında yaşanmaktadır. Kalan %30'u doğum sonrası dönemde gelişir. Preeklampsi hastalarının yaklaşık %15'inde Hellp sendromu görülmektedir.
Hellp Sendromu Belirtileri Nelerdir?
Hellp sendromu tipik bulgular şu şekildedir: Baş ağrısıCiddi bulantı ve kusmaKarında sağ üst kadran ağrısıYorgunluk ve bitkinlikGörme bozukluklarıYüksek tansiyonSoluk alıp vermede omuz ağrısıİdrarda protein (proteinüri)Ödem Diş eti kanamasıŞiddetli baş ağrısıBurun kanaması Genellikle Hellp sendromu preeklampsi ile birlikte olmasına rağmen preeklampsi tanısı konulmadan da hellp bulguları görülme durumu olabilir. Preeklampsi teşhisi kesinleşen kadınlarda hellp sendromu görülme oranı%4 ila %12 arasında seyretmektedir. HELP sendromu hepatit, safra kesesi hastalıkları, idiopatik trombositik purpura rahatsızlıkları ile ortak belirtilere sahiptir. Bu sebepten hellp sendromu uzman doktor tarafından kontrol edilmediği takdirde tanı konulmayacaktır.
Hellp Sendromu Tanısı Nasıl Konur?
Hamilelikte hellp sendromu tanısı uzman bir doktor tarafından konulmalıdır. Hellp sendromu tipik bulguları diğer hastalıkların bulguları ve komplikasyonları ile benzerlik gösterdiğinden hastane ortamında yapılan testler netleşmeden kesin bir tanı konmayacaktır. Bu sebepten hastalığın netleşmesi için kan testleri ile karaciğer fonksiyon testlerinin yapılması gerekir. Genellikle gebeliğin son 3 ayında ve doğumdan sonraki ilk 48 saat içinde olmasına rağmen 3. trimesterden önce ve doğumdan sonra 7. güne kadar nadiren görülür. Hamile kadınların çok dikkat etmesi gereken bir gebelik zehirlenmesidir.
Hellp Sendromu Neden Ortaya Çıkar?
Hellp sendromu nedeni tıbbi olarak kesinleşmiş ve belirlenmiş değildir. Hamilelikte hellp sendromu nedeninin ne olduğu tam olarak ifade etmek mümkün değil. Preeklampsi ve gebeliğe bağlı hipertansiyonu olan hamilelerde daha fazla olmasına rağmen preeklampsi bulgusu göstermeyen hamile kadınlarda da hellp sendromu vakalarına rastlanmaktadır. Hellp sendromunu tetikleyen risk faktörleri de şunlardır: Hamile kadının daha önceki gebelik sürecinde hellp sendromu olması bir sonraki gebelik için fazladan riskli olmaktadır. Yani her yeni gebelikte hellp sendrom riski %20 ile %25 oranında artış gösterir.Preeklampsi veya gebeliğe bağlı hipertansiyon bulguları olan hastalarda daha sık yaşanma olasılığı vardır.Hamilelik sürecinde 25 yaş ve üstü yaş gruplarında yer almak da riski tetikleyen faktörlerdendir.İki ve daha fazla doğum yapmış kadınlarda hellp sendromu yaşanma riski doğum yapmamış kadınlara oranla daha fazladır.
Hellp Sendromunda Olası Komplikasyonlar Nelerdir?
Hellp sendromu vakasında oluşacak komplikasyonlar hafife alınmamalıdır. Erken teşhis ve tedavi bu noktada büyük önem arz eder. Eğer tanı konmaz ve tedavi sürecine başlanmaz ise hem anne hem de bebek için ciddi sağlık problemleri söz konusu olacaktır. Hellp sendromunda karşılaşılma olasılığı yüksek olan komplikasyonlar şunlardır: Plasenta abruptiaAkciğerlerin sıvı toplanması (Pulmöner Ödem)Kanama faktörlerindeki sorunlar nedeniyle çok ciddi iç kanama yaşanması (DIC)Akciğer yetmezliği (ARDS)Akut böbrek yetmezliğiKan transfüzyonuİnfant ARDSBöbrek yetmezliğiİntrauterin gelişme geriliğiKaraciğerde hematom rüptürü gibi anne ve bebeği zora sokacak sağlık komplikasyonları mevcuttur. Bu sebeple ciddiye alınmalı ve önlenmesi sağlanmalıdır. Hamilelikte hellp sendromunun sebebi tam olarak netleşmediği ve bilinmediği için önlemek adına kesin bir yöntem de yoktur. En doğru yöntem belirtiler ilk fark edildiği zaman erken teşhis ve tedavi olmaktadır. Hellp sendromunun ciddi problemlerinden korunmanın en iyi yolu erken teşhis ve tedavidir.
Hellp Sendromu Tedavisi Nasıldır?
Hellp sendromu tedavisi için geç kalınmamış olmak büyük önem taşır. Hamilelikte hellp sendromu vakasının en iyi ve kesin tedavisi doğum yapmaktır. Doğum gerçekleştikten 2 – 3 gün sonra bir çok bulgu ve semptom kaybolur ve gebe normal haline dönmeye başlar. Gebelik haftası 34 haftanın üzerine çıkm��şsa ve gebe kadının sağlık durumu gittikçe daha kötüye gidiyorsa hemen doğum yaptırılması gereklidir. Eğer durumun ciddiyetine göre 34 haftadan önce doğum planlanırsa sezaryen doğum yapılır. Read the full article
0 notes
Text
B12 Vitamini Nedir, Neden Ve Nasıl Kullanılır? – B12 Eksikliği Belirtileri Nelerdir?
Vücudumuzun çalışmaya devam etmesi için bazı vitamin, mineral ve gıdaya ihtiyacı vardır. Bu gıdalar eğer ki insan tarafından tüketilmez ise sonucunda acılı bir ölüm kişiyi bekliyor demektir. B12 vitamini eksikliği son yıllarda hayvanların doğal ortamlarından alınması ve suni B12 vitaminleri ile besleniyor olmalarına bağlı sebepler dolayısı ile çoğu insanda görülen bir eksiklik oldu.
B12 eksikliği nedenleri arasında ilk sırada yer alan hayvansal gıdadan mahrum kalma durumu özelikle veganlarda görülürken, vegan insanlarda da B12 vitamini eksikliğini giderecek bazı gıdalar mevcuttur.
Ancak vegan insanların büyük bölümünde B12 eksikliği görülebileceği gibi, et veya et türevi ürünler, özellikle hayvansal ürünler tüketilmez ise kişi ne kadar gıda alırsa alsın B12 vitamini konusunda eksiklik yaşayabilir.
B12 vitamini doğal olarak et, balık, kümes hayvanlarında bulunur ve bunları tüketmeyen vegan insanlar için maalesef ki diğer gıdalardan yeterli B12 alımı ne kadar aksi zaman zaman veganlar tarafından iddia ediliyor olsa bile mümkün olamayabilir.
Suda çözünen önemli bir vitamin olan B12 vitamini eksikliği neden olur, sorusunun yanıtı ise kişinin B12’den mahrum gıdalardan tüketmesi veya emilim problemleri ile karşı karşıya kalmasına bağlıdır. Örneğin bir kişi haftanın 7 günü et ve et ürünleri tüketip, B12 vitamini içebilir. Ancak emilim sorunu varsa kişinin B12 eksikliği yaşaması doğaldır. Bu durumda uzman hekimden (dahiliye) yardım alınarak B12 iğneleri vurulmak mümkün olabilir ve daha sonrasında B12 kapsülleri ile devam edilebilir.
B12 Emilimini Ne Etkiliyor?
B12 vitamininin emilmesini engelleyen birden daha fazla faktör mevcut bulunmaktadır. Bunlar arasında yaşlılık, bağırsağın belli bir kısmının sağlık problemlerinin bir sonucu olarak cerrahi bir operasyonla çıkarılması, diyabet, vegan diyet uygulaması, uyuşturucu kullanımı gibi sebepler B12 emilimi sorunlarına neden olabilir.
B12 Vitamini Eksikliği Belirtileri Nelerdir?
B12 vitamini eksikliğinin belirtileri arasında birden daha fazla belirti bulunmaktadır. B12 eksikliği belirtileri bazen çok şiddetli olabilecek olduğu kadar, bazen ise belirtiler çok düşük uyaranlar olabilmektedir.
Soluk Ve Sarımtırak Cilt
B12 eksikliği önemli belirtileri arasında en önemli belirtilerden bir tanesi sarımtırak, parlak olmayan soluk bir cilttir. Bu cilt yapısına bağlı olarak bazı insanlarda soluk cilt her zaman olabilecek olsa bile, eğer sadece belirli dönemde cildinizde solukluk yaşanmaya başladıysa bu durumda B12 vitamini eksikliğinden şüphe ederek bir B12 tahlili yaptırmayı düşünebilirsiniz, düşünmelisiniz.
Zayıflık, Yorgunluk, Bitkin Hissetme Durumu
B12 vitamini en büyük belirtisi arasında zayıflık, yorgunluk ve kişinin sürekli olarak kendisini bitkin durumda hissetmesi yer alır. Kişi sürekli olarak kendisini bitkin halde hissedebileceği gibi sadece belirli zamanlarda da B12 vitamini eksikliği belirtisi nedeniyle kendisini bitkin hissedebilir. Bazı kimseler bazı günler yataktan kalkmak istese bile kalkamayacak kadar bitkin olabilecekleri gibi, bazen ise az düzeyde bitkin olma hali ile karşı karşıya kalma durumu yaşanması mümkündür.
İğne Batması, Karıncalanma, Ağrı
Cildinizde iğne batması sorunu yaşamaya başladıysanız ve özellikle bu kol ve bacaklar ile parmak uçlarında iğne batması durumu ile yakından ilgili ise bu durumda B12 eksikliğinden endişe edebilirsiniz.
Özellikle uyuşma durumu B12 vitamini eksikliğinde pek fazla görülmese bile kişi kendi parmak uçlarında iğne batması durumu hissedebilir. Bazen yaygın olmasa bile kişiler bu iğnelenme hissine ek olarak ağrı durumu hissedebilirler ancak bu ağrı çok şiddetli değil, uzun süreli devam etmeyen ve aralıklı olarak devam eden ağrılardır.
Karıncalanma yine önemli B12 vitamini eksikliği belirtileri arasında yer alan bir belirti olarak karşımıza çıkar.
Hareket Bozukluğu, Denge Kaybı
Üstte olan belirtilere hareket bozukluğu ve denge kaybı gibi belirtiler eşlik ediyorsa aklınıza hemen nörolojik bir hastalık gelmesin. Bu 2 belirti özellikle genç erişkinlerde günümüzde çok sık rastlanmakta olan MS yani Multiple Skleroz hastalığını hatırlatsa bile eğer vücudunuzda çok B12 vitamini eksiği varsa hareket bozukluğu ve dengede durmada bozukluk belirtileri görülmesi mümkün hale gelmektedir.
Bu sebeple en kısa süre içerisinde doktora gitmek ve tüm şikayetlerini doğru anlatmak, özellikle B12 vitamini tahlili istemek en doğru kararlar arasındadır. Eğer B12 eksikliğinden dolayı bu sorunları yaşamakta iseniz kısa süre içerisinde bu sorunlardan tamamen kurtulmak mümkün olabilir.
Ağızda Ülser
Ağızda çıkan yaralar, özellikle uçuk gibi viral problemler B12 vitamini eksikliğinin bir belirtisidir.
Nefes Darlığı Ve Baş Dönmesi
Zaman zaman nefes darlığı ve baş dönmesi B12 eksikliğinden ötürü ortaya çıkan bir sorun olabilir. Kısa ve uzun süreli baş dönmesi ve nefes darlığı sorunlarında ilk sebep olarak B12 düşünülmez ancak hastalar ilk olarak kan tahlili gibi tetkikler sonucunda B12 eksikliği yüksek oranda çıkarsa uzman hekim bu durumu dikkate alarak bu belirtilerin B12 eksikliğinden olduğunu anlayabilir. Ancak uzman olmayan ve alanında başarılı olmayan bir doktor maalesef bu belirtilerin B12 size karşı iddia edebilecektir.
Bulanık Görme
B12 vitamini eksikliği göz belirtileri arasında gözlerde rahatsızlık ve bulanık görme yer alabilir. Bu belirtiler özellikle çok fazla ise en kısa süre içerisinde göz doktoruna gitmek, ardından ise herhangi bir neden bulunamadı ise bu durumda B12 eksikliği için bir uzman doktordan tahlil istemek en doğrusu olabilir. Doktor sizi B12 eksikliği olup olmadığını test edecek tahlilleri onaylayacak ve sonuç en kısa süre içerisinde çıkacaktır.
Duygudurum Değişimi
Sık sık duygudurum değişimi yaşıyorsanız B12 eksikliğinden olabilir. Eğer bir dakika önce çok gülen ancak bir anda sebepsiz yere ağlamaya başlayan bir insansanız bu şımarıklık sebebi ile bile olabilir. Ancak eğer ki bu durum yeni oldu ise ve herhangi bir hamilelik gibi durum söz konusu değilse ve psikolojik nedenler söz konusu edilemez ise B12 eksikliğinden şüphe edilebilir. Testler zaten her zaman size en doğru sonucu söyleyecektir. B12 eksikliği ya vardır, ya da yoktur.
Ateş
Çok ama çok nadir insanlarda B12 vitamini eksikliği şiddetli ateşe sebep olabilir. Bunun sebebi henüz net olarak ortaya çıkmamış olsa bile bu konuda ateş belirtisinin B12 nedeni ile olduğu çoğu zaman maalesef ki bulunamayacaktır. Özellikle yüksek ateş sürekli tekrar ediyorsa uzman hekimler her zaman için B12 tahlili yapmayı düşünmeli ve herhangi bir etken yok ise, herhangi bir CRP değeri sorunu bulunmuyor ise B12’den şüphe edilerek tahlil istenmesi doğru bir karardır.
B12 Eksikliği Tedavisi
B12 eksikliği tedavisinde uzman size önce hayvansal ürünler tüketip tüketmediğinizi soracaktır ve size genelde Türkiye’de B12 vitamin hapları verilecektir. Bu haplar sayesinde ve dengeli beslenme ve uyku sonucunda B12 eksikliğinizin giderilip giderilmediği test edilecek, sonucunda eğer bu eksiklik giderilemedi ve B12 eksikliği belirtileri bir süredir daha devam ediyor ise bu durumda size en etkili B12 eksikliği iğnesi yazacaktır.
Bu iğneyi vurulduktan sonra kısa süre içerisinde yer alan değerler bir anda yükselmeye geçecek, bunun etkilerini vücudunuzda kısa süre sonra hissedeceksiniz.
Ancak iğne sürekli olarak vurulamayacak olduğu için değerler normal seviyeye gelince uzman doktor tarafından size B12 vitamin hapları verilecek ve bir süre daha bunlara devam etmeniz istenecek. Ardından ise zaten vücudunuzda düzelecek olan bu belirtilerin yanında kendinizi daha enerjik hissedecek ve B12 eksikliği sorunlarından tamamen arınmış olacaksınız.
The post B12 Vitamini Nedir, Neden Ve Nasıl Kullanılır? – B12 Eksikliği Belirtileri Nelerdir? appeared first on Zovovo - En İyi Bilgi Sitesi.
Kaynak: https://www.zovovo.com/b12-eksikligi-belirtileri-ve-tedavisi/
0 notes
Text
İnsülin Direnci Nedir? Gizli Şeker Hastalığı Belirtileri Nelerdir?
İnsan vücudu insülini iyi kullanamadığını durumlarda insülin direnci ve prediyabet yani gizli şeker gibi sağlık sorunlarının yaşanması söz konusu olabilir. Bu tür sağlık sorunlarından Amerika Birleşik Devletleri'nde yaşayan 18 yaşında üzerindeki her 3 yetişkinden 1'inin muzdarip olduğu düşünüldüğünde dünya genelinde milyonlarca insanın yaşadığı bu sıkıntılar hakkında daha detaylı bilgilere sahip olmanız gerekiyor. İnsulin derinci nedir, gizli şeker tehlikeli midir ya da gizli şeker belirtileri nelerdir gibi soruların cevaplarını bilmeniz en azından bazı önlemler alabilmeniz açısından size yardımcı olacaktır.
İnsülin Nedir?
İnsülin, kanda bulunan glikozun enerji için kullandığı kas, yağ ve karaciğer gibi doku ve organlara yardımcı olan ve pankreas tarafından üretilen bir hormondur. Glikoz gün içerisinde yenilen yemeklerden üretilir. Ancak oruç gibi uzun süreli açlık durumlarında karaciğer de glikoz üretebilir. Kan glikozu ya da daha çok bilinen adıyla kan şekeri yemek sonrasında yükselir ve bu noktada pankreas kana insülin salgılamaya başlar. Salgılanan insülin de kan şekerinin normal seviyelere indirilmesini sağlar. İnsülin Direnci Nedir? İnsülin direnci, kaslar, yağ dokuları ve organlarda bulunan hücrelerin insüline cevap veremeyerek kandaki glikozu alamadığı durumunda ortaya çıkar. Bu durumda pankreas daha fazla insülin üreterek hücrelere daha fazla glikozun girmesine yardımcı olmaya çalışır. Pankreas yeterli miktarda insülin üretebildiği sürece kan şekeri seviyesi olması gereken aralıklarda tutulabilir. Gizli Şeker Nedir? Gizli şeker, kan şekeri seviyesinin normalden daha yüksek olduğu ancak bunun şeker hastalığı olarak tanımlanamadığı durumlar için kullanılan bir tanımlamadır. Gizli şeker genellikle belirli bir seviyede insülin direncine sahip olan ve pankreastaki beta hücreleri kan şekeri seviyesini normal aralıklarda tutmak için yeterli miktarda insülin üretemeyen kişilerde görülmektedir. Yeterli miktarda insülin bulunmadığı durumlarda kandaki glikoz hücrelere giremeyerek kanda kalmaya devam eder. Bu durumda zaman içerisinde Tip 2 diyabet (şeker hastalığı) ortaya çıkmasına neden olur. Gizli Şeker Ne Kadar Yaygın? Amerika Birleşik Devletleri'nde yaklaşık olarak 85 milyon kişinin gizli şeker problemi yaşıyor. Bu da yaklaşık olarak her 3 yetişkinden 1'inin gizli şekere sahip olması demek. Bu kişilerden önemli bir bölümünün Tip 2 diyabet (şeker hastalığı) geçirme riski de göz önüne alındığında ne kadar önemli bir sağlık sorunu olduğu daha da iyi anlaşılıyor.
İnsülin Direnci ve Gizli Şeker Hastalığı İçin Risk Grupları
Genel olarak bakıldığında insülin direnci ve gizli şeker hastalığı gibi sağlık sorunlarını yaşayan kişiler bunlar ile ya genetik mirasları ya da yaşam tarzları nedeniyle karşılaşırlar. Risk grupları ise maddeler halinde aşağıda sıralanmıştır; Aşırı kilo ve obeziteye sahip olunması 45 yaş ve üzerinde olunması Aile ve kardeşlerde şeker hastalığı bulunması Fiziksel hareketsizlik Yüksek tansiyon ve normal olmayan kolesterol seviyesine sahip olmak Gebelik şekeri geçmişine sahip olmak Kalp hastalığı veya felç gibi sağlıkların sorunları ile ilgili geçmişe sahip olmak Polikistik over sendromuna sahip olmak Yüksek tansiyon benzeri metabolik sendroma sahip olmak Tüm bu risk gruplarının yanı sıra insülin direncie katkı sağlayabilecek olan diğer gruplar da şu şekilde sıralanabilir; Glukokortikoidler, bazı antipsikotikler ve HIV (Aids) için kullanılan bazı ilaçlar Cushing sendromu ve akromegali gibi hormonal bozukluklar Uyku problemleri ve uyku apnesi Yaşam tarzı, beslenme alışkanlıkları Yaş ve etnik köken
İnsülin Direnci ve Gizli Şekerin Nedenleri Nelerdir?
İnsülin direnci ve gizli şekere sebep olan faktörler ve etkenler günümüzde dahi tam anlamıyla anlaşılamamıştır. Ancak birçok araştırmacı bu iki sağlık sorununun doğrudan fazla kilo ve düşük fiziksel aktivite ile doğrudan bağlantılı olduğu konusunda hem fikirdir. Aşırı Kilo (Obezite) Bilim insanları özellikle karın bölgesi ve çevresinde yer alan organlarda ile birlikte bulunan fazla yağların ki bunlara visseral yağ denilmektedir doğrudan insülin direncine neden olduğu hakkında hem fikirdir. Özellikle erkekler için bel ölçüsü 100 cm ve kadınlar için ise 90 cm üzeri olduğu durumlar genellikle insülin direnci ile doğrudan alakalıdır. Bu durum vücut kitle indeksi değerinizin normal aralıklarda kaldığı durumlarda dahi geçerlidir. Araştırmacılar geçmişte yağ dokusunun sadece enerji deposu olarak kullanıldığını düşünüyorlardı. Ancak yapılan çalışmalarla birlikte göbek yağında vücutta kronik ve uzun süreli iltihaplanmaya neden olabilecek hormonları ve diğer maddeleri ürettiğini göstermiştir. Özellikle iltihaplanmalar tip 2 şeker ve kardiyovasküler hastalıklara neden olabilir. Bununla birlikte aşırı kilo yağlı karaciğer hastalığının gelişimine neden olabilecek insülin direncine sebep olabilir. Fiziksel Hareketsizlik Günlük olarak yeterli derecede fiziksel aktivite gerçekleştirilmemesi de insülin direncine ve gizli şeker hastalığına neden olabilir. Düzenli fiziksel aktivite yapılması vücuttaki kan şekeri seviyesinin dengede tutulabilmesine neden olur.
İnsülin Direnci ve Gizli Şeker Hastalığı Belirtileri Nelerdir?
İnsülin direnci ve gizli şeker genellikle herhangi bir belirti göstermez. Gizli şekeri olan kişilerin genellikle koltuk altında ve boyun arkasındaki derilerde koyulaşma görülebilir. Bu durum akantoz nigrikansı olarak adlandırılır. Bununla birlikte noktasal şekilde birçok küçük deri büyümesi de görülür. Bu belirtiler ile birlikte kan şekeri seviyesine bağlı olarak retinopati adı verilen şeker hastalığına bağlı körlük yaşanabilir. Bunun gibi bir sağlık sorununun yaşanması da şeker hastalığının bir belirtisi olarak değerlendirilir.
İnsülin Direnci ve Gizli Şeker Nasıl Teşhis Edilir?
Doktorlar genellikle gizli şekeri teşhis edebilmek için kan testi yaparlar. İnsülin direncinin belirlenebilmesi için yapılan testler ise çok daha karmaşıktır. Gizli şekerin belirlenebilmesi için açlık plazma glukozu (FPG) ya da A1C testini kullanırlar. Bazı durumlarda ise daha pahalı olan oral glukoz toleransı (OGTT) testi de kullanılabilmektedir. A1C testi ile son 3 aydaki kan şekeri belirlenebilir. FPG ve OGTT testleri ile de test sırasındaki kan şekeri belirlenebilir. A1C testi diğer testler kadar hassas değildir. Bazı durumlarda A1C testi OGTT ile belirlenebilecek olan gizli şekeri tespit edemez. OGTT ise vücudun yemekten sonra glikozu nasıl idare ettiğini belirleyebilir. Hamilelik şekeri de yine OGTT ile belirlenmektedir. Gizli şekeri olan kişilerin 5 ile 10 yıl içinde şeker hastalığına yakalanma riski %50 civarındadır. Gizli şeker doğru bir şekilde yönetilebilir tip 2 şeker hastalığının önlenmesi sağlanabilir. Yapılan testlerden çıkan ve aşağıda yer sonuçlara göre gizli şeker olup olmadığı belirlenmektedir. A1C - 5.7 ile 6.4 (yüzde) pG - 100 ile 125 mg/dL OGTT - 140 ile 199 g/dL Aşırı kilolu, obez ya da diğer risk faktörlerinden birisine sahipseniz mutlaka yukarıda verilen testlerden yaptırmanız gerekmektedir. Herhangi bir risk grubunda olmasanız bile 45 yaşın üzerindeyseniz de yine testlere başvurmanız gerekmektedir. Yaptırdığınız testlerin sonuçları herhangi bir şeker hastalığı riski taşımadığınızı gösterse bile her 3 yılda bir bu testleri yenileyerek tekrar kontrol ettirmeniz önerilmektedir.
İnsülin Direnci ve Gizli Şeker Nasıl Önlenir?
İnsülin direnci ve gizli şekerin önlemenin en temel iki yolu kilo vermek ve günlük fiziksel aktiviteyi arttırmaktır. Bunların yanında daha sağlıklı besinlerin tüketilmesi de tip 2 şeker hastalığına yakalanma riskini azaltmaktadır. Fazla kilolu olan kişlierin kilolarının %5-7 arasındaki miktarı kadar zayıfladıkları takdirde insülin direnci ve gizli şekere yakalanma risklerini azalttıkları belirtilmiştir. Bununla birlikte doktor önerisi ve kontrolü ile kullanılan ilaçlar ve uygulanan diyet programlarında bu risklerin önüne geçilmesini sağlayabilir. Read the full article
0 notes
Text
AIDS - HIV Virüsü Tedavi Edilebilir mi?
AIDS – HIV Virüsü Tedavi Edilebilir mi?
AIDS – HIV virüsü sahibi insanlar son yarım yüzyıldan beri sürekli bir şekilde artmakta. Bu virüs yıllık ortalama 1 milyon insanın ölümüne sebebiyet vermektedir. Ancak bu virüs hakkında halkın genelinin içi boş söylence ve efsaneler haricinde bir şey bilmediği maalesef ki bir gerçek. Durum böyle olduğu için AIDS – HIV virüsünü enine boyuna ele alan bir yazı yazma gereği ortaya çıkıyor.
AIDS – HIV Nedir?
İmmün Yetmezlik Virüsü olarak da adlandırılan ve daha bilinen adıyla HIV olan bu virüs, insanın bağışıklık sistemi hücrelerini hedef alarak enfeksiyon oluşturan ve bu enfeksiyonun ilerlemesi durumunda Edinilmiş İmmün Yetmezlik Sendromuna yani AIDS’e neden olabilen bir virüstür. HIV, cinsel yolla, kanla ve kan ürünleriyle veya anneden bebeğine bulaşabilmektedir.
HIV virüsü esas hedef olarak enfeksiyonlara karşı savaşan bağışıklık sistemi hücrelerine saldırmaktadır. Bu hücrelerin kaybedilmesi bedenin enfeksiyonlara ve belirli kanser türlerine karşı savunmasız kalmasına sebep olmaktadır. HIV enfeksiyonundan önce kendiliğinden iyileşebilen veya tedavi edilebilen hastalıklar vücudun savunma gücünün yetersiz kalmasından ötürü tedavi edilemez hale gelebilmektedir.
HIV Enfeksiyonu Ne Kadar Yaygındır?
80’li yıllardan itibaren sürekli bir artışa sahip olan ve salgınlar ortaya çıkaran HIV virüsünün geçmişten günümüze toplamda 76 milyon insanın enfeksiyonuna ve 36 milyon insanında AIDS’e bağlı hastalıklar nedeniyle ölümüne sebebiyet verdiği tahmin edilmektedir. 2016 yılı itibariyle dünya üzerinde ortalama 36 milyon HIV (+) insanın bulunduğu bilinmekte. Bu sayının 2 milyon kadarının 15 yaş altı grubu çocuklardan oluştuğu bilinmektedir. 2016 yılı içerisinde dünya çapında 1.8 milyon yeni teşhis edilmiş HIV (+) vakası olduğu bilinmektedir. Türkiye’de ise 2016 yılına kadar doğrulanması yapılmış 13.518 HIV (+), 1.538 AIDS vakası olduğu bildirilmiştir. Sadece 2016 yılı içerisinde 1.470 tane yeni tanı almış hasta mevcuttur.
HIV (+) Ne Anlama Geliyor?
Özel test metotlarıyla yapılan değerlendirmeler sonucuna dayanarak kişinin HIV virüsü ile enfekte olduğu anlamına gelmekte. Tedavi olunmadığı durumlarda, HIV bağışıklık sistemini tamamen yok edebilir ve enfeksiyon AIDS safhasına geçme tehlikesine sahiptir.
AIDS – HIV Nasıl Bulaşır?
HIV virüsü, HIV ile enfekte olmuş bir kişinin vücut sıvılarına temas etme aracılığıyla bulaşır. Virüs, enfeksiyonun her aşamasında hatta enfekte olmuş ama hiçbir şikayeti bulunmayan kişilerden de bulaşma imkanına sahiptir. Kan, semen (meni, er suyu), pre-seminal sıvılar (meni gelmeden önce ortaya çıkan berrak sıvı), vajinal sıvılar, makat sıvıları, anne sütü, hamilelik sürecinde, doğum esnasında ya da emzirme döneminde kan ve diğer sıvılar yoluyla anneden bebeğe geçişi virüsün bulaşma yollarından biridir. AIDS ise HIV’in ilerlemesiyle ortaya çıkar.
AIDS Hemogram Testi hakkında bilgi için tıklayın.
AIDS – HIV Tedavi Edilebilir mi?
Günümüzde HIV enfeksiyonunun tedavisinde virüsün çoğalmasını kontrol edip ilerlemesini engelleyen antiretroviral tedavi (ART) olarak adlandırılan ilaçlar kullanılmaktadır. ART, HIV’in çoğalmasını önler ve vücuttaki virüs miktarını azaltıp ilerlemesini önler. Vücutta daha az virüs yükünün bulunmasıyla bağışıklık sisteminin etkinliğinin kuvvetlenmesi ve hastalığın AIDS’e ilerleyişinin önlenmesi sağlanmaktadır. HIV (+) olan kişilerin mümkün olan en kısa sürede tedaviye başlamaları gerekmektedir.
Antiretroviral tedavi, HIV (+) insanların daha uzun ve sağlıklı yaşamalarına yardım eden ve yaşam boyu süren bir tedavi yöntemidir. Ancak antiretroviral tedavinin etkili olması, ilaç uyumuna, ilaçların her gün ve belirlenmiş biçimde kullanılmasına bağlıdır. HIV tedavi rejimine uyum sağlamak virüsün çoğalmasını ve bağışıklık sisteminin çöküşünü önlemektedir. HIV ilaçlarının her gün kullanımı HIV’in bulaşma riskini de azalttığı bilinmektedir.
AIDS – HIV Ne Zaman Anlaşılır?
Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) HIV ile AIDS’ e yönelik klinik sınıflandırması hastalığın klinik evreleri ve eşlik eden klinik durumlar ve belirtilerin değerlendirilmesi ile yapıldığı bilinmektedir. Bir bireye HIV bulaşmasını takip eden dönemde ortaya çıkan enfeksiyon ve devamında hastalığın ilerlemiş bulunan 4 klinik evresi olmak üzere toplam 5 evresi mevcuttur.
HIV enfeksiyonunun erken dönemde genellikle belirti vermeden ya da “viral sendrom” adı verilen bir tıbbi durum seyrettiği bilinmektedir. Klinik evre 1’de kişilerde belirti olmayabilir ya da süreklilik gösteren yaygın lenf bezi şişkinliği görülebilmektedir. Klinik evre 2’de açıklanma imkanı bulunmayan kilo kaybı, tekrarlayan solunum yolu enfeksiyonları, uçuk, ağız içinde bulunan yaralar, tırnaklarda mantar enfeksiyonlarına rastlanmaktadır.
Daha sonra klinik evre 3’te açıklanamayan şiddetli ve aşırı kilo kaybı, açıklanamayan uzun süreli ishal ve ateş, ağızda kandida (bir mantar türü) enfeksiyonu, akciğer tüberkülozu (verem), açıklanamayan anemi yani kansızlık, şiddetli bakteriyel enfeksiyonlar ve kronik trombositopeni yani kanın pıhtılaşmasını sağlayan hücrelerin azlığı gözlemlenmektedir. En son klinik evrede yani klinik evre 4’te ise bakteri, parazit, mantar ve virüs kaynaklı fırsatçı enfeksiyonlar ve sistemik enfeksiyonlar HIV/AIDS ile beraber görülmektedirler ve bunlar hastalığın sınıflandırılmasında da kullanılmakta olan klinik durumlardan biridir. AIDS – HIV Elisa, Salgı Testi, Virüs Yükü Testi ve Western Blot testinin yapılması ve hastanın bir süre takip edilmesiyle anlaşılabilmektedir.
AIDS – HIV Belirtileri Nelerdir?
HIV (+) bireylerde belirtiler açıktır. Kişinin HIV ile karşılaşmasından ortalama iki ile dört hafta içerisinde ateş, üşüme, ciltte döküntü ve grip benzeri semptomlar görülmektedir. Belirtilerin enfeksiyondan birkaç hafta boyunca devam ettiği gözlemlenmektedir. HIV enfeksiyonunun en erken evresinden sonra HIV, çok düşük seviyelerde artış göstermeye devam etmektedir. Bu yüzden kronik ishal, hızlı kilo kaybı ve fırsatçı enfeksiyonlar gibi daha ciddi belirtiler yıllarca görülmeme imkanı ortaya çıkmaktadır.
Fırsatçı enfeksiyon olarak adlandırılan bu enfeksiyonlar bağışıklık sisteminin zayıflamasından sonra sağlıklı bağışıklık sistemine sahip insanlardan daha çok veya daha ciddi olarak görülebilen enfeksiyonlar ve enfeksiyona bağlı olarak ortaya çıkan kanser türleri olarak bilinmektedirler. Tedavi edilmediği takdirde HIV sahibi bir kişi genellikle 10 yıl veya daha uzun bir süre sonrasında AIDS‘e kadar ilerlemektedir. Bu süre bazı bireylerde daha kısa olma ihtimaline sahiptir.
HIV (+) bir kişinin tedavisizlik dönemi sonucunda AIDS olup olmadığını değerlendirmeyi sağlayan bazı kriterler mevcuttur. Sağlıklı bir insanda bağışıklık sisteminin durumunu gösteren CD4 hücre sayısı milimetreküpte 500 ila 1,600 hücre arasında değişiklik gösterdiği bilinmektedir. Bu seviyenin 200 hücreden az olması, bakteri, parazit, mantar ve virüsler bağlı fırsatçı enfeksiyonların görülmesi, bağışıklık sisteminde önemli rol oynayan CD4+ T hücrelerinin lenfosit olarak adlandırılan diğer bağışıklık sistemi elemanlarına oranının %14 ün altına düşmesi, AIDS hastalığına sahip kişilerde görülen ve tanı koydurucu durumlardan sayılabilir. Bu belirtilere ek olarak dil üzerinde beyaz tabakalaşma, boğaz ağrısı, baş ağrısı, kuru öksürük, nefes darlığı, ağız, burun, makat ve ya vajinadan kanama olması, ellerde ve ya ayaklarda hissizlik, ishal, ateş, gece terlemeleri, kontrolsüz kilo kaybı gibi durumlar eşlik edebilmektedir.
AIDS – HIV Virüsünden Nasıl Korunulur?
HIV virüsünün bulaşmasından korunmak için cinsel ilişki süresince doğru ve düzenli bir biçimde kondom (prezervatif, kılıf ya da kaput) kullanmak, cinsel partnerlerin sayısını sınırlı tutmak ve enjeksiyon ekipmanlarını asla paylaşmamak gerekmekte. Anneden çocuğa HIV bulaşması, HIV’in çocuklara bulaşmasının en yaygın olan halidir.
Hamilelik sürecinde kadınlara ve doğumdan sonrada bebeklere verilen HIV ilaçları, anneden çocuğa bulaşması riskini azaltmaktadır. HIV (+) insanlara tokalaşarak veya onlara sarılarak, HIV (+) bireylerin kullandıkları tabakları, klozet kapakları veya kapı kolu gibi eşyalarına dokunma yoluyla da bulaşmaz. HIV’in hava yoluyla, kene, sivrisinek ya da diğer böcek ısırıklarıyla da bulaşma imkanı bulunmamaktadır.
AIDS - HIV Virüsü Tedavi Edilebilir mi?
0 notes
Text
AIDS Nedir?
AIDS potansiyel olarak ölümcül olabilen kronik bir hastalıktır. HIV ile enfekte olarak kişinin bağışıklık sisteminin virüs tarafından zarar görmesi, vücudun hastalığa neden olan istilacılarla savaşma kabiliyetine müdahale etmesi ve kişiyi tüberküloz, pnömokiztoz, toksoplazmoz ve sarkom gibi fırsatçı enfeksiyonlara karşı duyarlı hale getirmesiyle ortaya çıkar. Bu içeriğimizde AIDS nedir sorusunun cevabına yanıtlar arayacağız ve AIDS hastalığının nedenlerine göz atacağız.
HIV, cinsel yolla bulaşan bir enfeksiyondur. Aynı zamanda HIV virüsü taşıyan kadın bu virüsü hamilelik döneminde çocuğuna da aktarır.
Türkiye’de, Birleşmiş Milletler HIV / AIDS Programı’na (UNAIDS) göre, 2013’teki en son güncellemeye göre 15-49 yaş grubundaki insanlar arasında HIV görülme oranı % 0,6’dır. Aynı rapora göre.
AIDS nedenleri nelerdir?
Bilim adamları, HIV’e benzer bir virüsün, Afrika’da beslenmeleri için avlanan bazı şempanzeler ve maymun popülasyonlarında ortaya çıktığına inanıyorlar. Enfekte olmuş maymunun kanıyla temas sırasında ya da yemek pişirme sürecinde temas etmesi, virüsün insanlarla temasa geçmesine ve HIV’e dönüşmesine izin verebilir.
HIV esas olarak prezervatif kullanımı olmadan cinsel ilişki (vajinal, anal ya da ağızdan) aracılığıyla iletilir. Kişi tedavi edilmediği zaman HIV enfeksiyonu AIDS ilerler ve bağışıklık sistemi tamamen çöker.
Semptomların tezahür etmesi ne kadar sürer?
Bir kişi HIV taşıyıcısı olabilir ve yıllar boyunca semptomlarını fark etmeden veya AIDS geliştirmeden yaşayabilir.
Kimlerde AIDS görülebilir? Risk faktörleri nelerdir?
AIDS’ten söz etmek için kişiye HIV virüsünün bulaşması gerekir. Tümü HIV virüsü ile ilişkilidir, çünkü hastalık cilt rengi, yaşı, cinsiyeti veya cinsel tercihlerini seçmez, ancak HIV enfeksiyonu için bazı riskler vardır:
+ Prezervatif kullanmadan kişi ile cinsel ilişki (vajinal, anal veya oral)
+ En başta uyuşturucu kullanımı olmak üzere iğneler ve şırıngaların paylaşılması
+ Keskin nesnelerin, HIV tarafından kirlenmiş olan kan veya sıvıların varlığında yeniden kullanılması.
+ Gebe kalmak isteyen HIV virüsüne sahip kadınların da hamilelik, doğum ya da emzirme sırasında virüsü çocuklarına iletmemeleri için tıbbi rehberlik altında adımlar atmaları gerekmektedir.
AIDS belirtileri nelerdir?
Akut AIDS enfeksiyonu: ateş, lenf bezi bozuklukları, farenjit, kas ve eklem ağrısı gibi viral enfeksiyon semptomları; birkaç gün sonra kaybolan derideki göbek ve lekeler; ağızda, özofagus ve genital bölgelerde yaralar; iştahsızlık; baş ağrısı; ışığa duyarlılık; kilo kaybı; mide bulantısı ve kusma.
AIDS’li kişilerde görülen belirgin belirtiler şunlardır:
+ İstenmeyen kilo kaybı
+ Yorgunluk
+ Gece terlemeleri
+ Titreme
+ Birkaç hafta boyunca 38 C’den yüksek ateş
+ Kronik İshal
+ Beyaz lekeler veya dil veya ağızdaki sıra dışı lezyonlar
+ Baş ağrısı
+ Kalıcı ve açıklanamayan yorgunluk
+ Döküntüler
+ Vücutta herhangi açıklanamayan şişkinlikler
AIDS Nedir?
#aids#aids açılımı#aids nasıl bulaşır#aids nedir belirtileri nelerdir#aids nedir kimlerde görülür#aids nedir kısaca#aids nedir pdf#aids nedir tedavisi varmıdır#aids rehberi#aids tedavisi#aids testi#aıds belirtileri#aıds belirtisi#aıds nedir
0 notes
Text
Mide Yanması Nedir Belirtileri Nelerdir?
Mide yanması (mide ekşimesi olarak da bilinir), mide içeriğinin bir kısmının yemek borusuna geri zorlandığı bir durum olan asit reflünün (mide asidinin yemek borusuna geri akıtılması) yarattığı yaygın bir sorundur. Göğsün alt kısmında yanma hissi yaratır. Kalıcı asit reflü haftada ikiden fazla olur, gastroözofageal reflü hastalığı (GERD) denir. Mide asidi, mide asidinin yemek borusuna, ağızdan mideye kadar yiyecek taşıyan boruya geri akmasıyla hissedilir. Mide yanması GERD belirtisidir. Nedenleri diyet, obezite ve egzersiz eksikliği içerir. Birincil semptom, mide asidinden boğazda veya göğsünde yanma hissidir. Çoğu durumda, mide ekşimesi genel sağlık üzerinde çok az etkisi vardır.
Mide Yanması Neden Olur? Nedenleri Nelerdir?
Bazen mide yanması normaldir ve nadiren endişe etmeniz gerekir. Tekrarlayan asit reflü, gastroözofageal reflü hastalığı (GÖRH veya GORD) tanısı ile sonuçlanır ve sağlık için ciddi sonuçlar doğurabilir ve diğer altta yatan sağlık sorunlarına işaret edebilir. Gastroözofageal reflü hastalığı her yaştan insanlarda görülür ve neden genellikle obezite, sigara ve düşük egzersiz seviyeleri gibi bir yaşam tarzı faktörlerine atfedilebilir. Gastroözofageal reflü hastalığının (GERD) nedenleri hakkında daha fazla bilgi edinin.
Mide Yanması Belirtileri Nelerdir?
Mide ekşimesi belirtileri çoğu hasta için oldukça açıktır. En yaygın olanı, mide asidinin neden olduğu göğüs ve boğazda bazen yanma hissi olan bir sıcaklık veya ısı hissidir. Diğer belirtiler şunlardır: Göğsün ortasında yanma hissi. Çeneye kadar ulaşabilen artan ağrı Yanma ve hazımsızlık benzeri ağrı. Ağızda pis koku, keskin tat. Bir kişi asit reflü semptomları sık sık yaşıyorsa, daha fazla araştırma için bir gastroenteroloğa danışmalıdır. GERD hakkında daha fazla bilgi edinin.
Mide yanmasına ne iyi gelir?
Gastroözofageal reflü hastalığının neden olduğu tekrarlayan mide ekşimesi için ana tedavi, mide asidinin üretimini azaltmaktır. Yaşam tarzı değişkliği, mide ekşimesini önlemeye veya azaltmaya yardımcı olabilir. Araştırmacılar tarafından doktorlardan toplanan öneriler şunlardır: Sınırlı yağ alımı ile sağlıklı bir diyet Uzanmadan önce yemekten kaçının ve yemek yerken düz oturun Ağır kaldırma ve zorlamadan kaçınma Alkol, kafein, baharatlı yiyecekler, tam yağlı sütler, alkolsüz içecekler gibi gevrek yiyecekler ve domates, limon veya portakal suları gibi asidik gıdalar gibi tetikleyicilerin izlenmesi ve bunlardan kaçınılması. Kilo vermek Sigara içmekten kaçınma Egzersiz yaparak formda kalmak Az ama sık yemek yemek Mevcut ilaçların gözden geçirilmesi Sigarayı bırakmak: Sigarayı bırakmak ve sigara dumanından kaçınmak. Giysilerin uyarlanması: Mide üzerine gereksiz baskıları önlemek için gevşek giysiler giyin. Reçeteli ilaçlar düşünün: Mide ekşimesi olan kişiler, reçeteli ilaçların kullanımı ve bireyin doğru olup olmadığı konusunda doktorlarıyla da konuşmalıdır. Vücut ağırlığını yönetin: Aşırı kilolu veya obez olan kişiler vücut ağırlığını azaltmanın yardımcı olabileceğini fark edebilir. Bir diyet ve egzersiz kilo verme programı asit reflü semptomlarını azaltmaya yardımcı olabilir. Her kişi bu değişikliklere farklı şekilde tepki verir, bu nedenle çok fazla kilo vermeden önce bir sağlık hizmeti sağlayıcısıyla konuşmak önemlidir. Yatağın başını kaldırın: Yatağın başını kaldırmak, yerçekimi belirtilerini azaltmak için yer çekimine izin verebilir. Diğer bir seçenek, yatağın kafasının açısını yükseltmek için şilte ve takozlar yerleştirmektir. Yastıklar, mide ekşimesi semptomlarını azaltmada etkili değildir. Over-the-counter (OTC) ilaçları deneyin: Mide ekşimesi olan kişiler, semptomların giderilmesi için OTC ilaçları konusunda doktorlarıyla konuşmalıdır. Bir doktor, antasitler, famotidin veya ranitidin de dahil olmak üzere asit indirgeyiciler veya lansoprazol ve omeprazol gibi asit blokerleri önerebilir. GERD belirtilerini tedavi etmek için önerilen bazı seçenekler şunlardır: Meyankökü Kırmızı karaağaç Sarı papatya İnsanların herhangi bir bitkisel takviyeye başlamadan önce olası yan etkileri ve ilaç etkileşimleri hakkında doktorlarıyla konuşmaları önemlidir. Çevrimiçi çeşitli bitkisel ilaçlar mevcuttur. Akupunkturu: Kullanımını destekleyecek sınırlı kanıtlar olmasına rağmen, bazı insanlarda mide yanması semptomlarının giderilmesinde akupunktur yararlı olabilir. Rahatlayın: Stres ve gerginlik, mide ekşimesi de dahil olmak üzere çok çeşitli istenmeyen yan etkilere neden olabilir. Progresif kas gevşetme, meditasyon veya yoga gibi rahatlama teknikleri, bazı semptomlar için rahatlama sağlayabilir.
: Mide ekşimesinin oluşumunu ve ciddiyetini etkileyebilecek bazı diyet tetikleyicileri vardır.
Ne Zaman Doktora Görünmelidir?
Ulusal Diyabet ve Sindirim ve Böbrek Hastalıkları Enstitüsü, aşağıdaki belirtilerden herhangi birine sahipse hemen doktor çağırmayı önerir. Güçlü olan kusma refleksi veya büyük miktarlarda kusma Yeşil, sarı ya da kanlı kusmuk ya da kahve gibi görünen kusmuk Kusma sonrası solunum güçlüğü Yerken ağız veya boğaz ağrısı Ağrılı veya zor yutma
Hamilelik Sırasında Mide Yanması
Gebelikte mide ekşimesi ve hazımsızlık hormonal değişiklikler ve bebeğin mideye karşı bastırılması nedeniyle yaygındır. Semptomları hafifletmeye yardımcı olabilecek diyet ve yaşam tarzı değişiklikleri vardır. Amerikan Hamilelik Derneği önerileri: Gün boyunca beş ila altı küçük öğün yemek Yemekten bir saat sonra uzanmamak Yağlı ve baharatlı yiyeceklerden kaçınmak Yemekten önce, bir yoğurt yemeye veya bir bardak süt içmeye, belki de içinde bir kaşık bal ile yardımcı olabilir.
Hamileler neden mide yanması geçiriyor?
Hamile kadınların bir dizi nedenden dolayı mide yanması daha olasıdır. İlk olarak, hamilelik sırasında hormon progesteronu gebeliği desteklemek için daha yüksek miktarlarda salgılanır. Progesteron, yemek borusunu mideden ayıran ve rahatlamak için mide yanmasına neden olan valfe neden olur. Buna ek olarak, büyüyen rahim daha sonraki hamilelikte mide ve diğer iç organlara baskı yapmaya başlar. Bu basınç aynı zamanda yiyecek ve mide asidini tekrar yiyecek borusuna da itebilir. Hazımsızlık ve mide ekşimesi, hamilelik öncesi ve daha önce gebe kalanlarda mide ekşimesi geçiren kadınlarda daha olasıdır.
Mide Yanması ve Asit Reflü Arasındaki Fark Nedir?
Mide ekşimesi, asit reflü ve gastroözofageal reflü hastalığı arasındaki farklılıkları anlamak, aralarındaki bağların anlaşılmasını gerektirir. Mide yanması kendi başına bir durum değildir ve kalple ilgisi yoktur. Bunun yerine, bir asit reflü belirtisidir. Asit reflüsü semptomları sıklıkla görülürse, bir kişinin gastroözofageal reflü hastalığı (GERD) olduğunu gösterebilir. Mide ekşimesi, asit reflü ve GÖRH'yi ayırt etmek zor olabilir çünkü hepsi aynı anda hissedebilir. Ancak, farklılıkların anlaşılması bir kişinin doğru tedaviyi bulmasına yardımcı olabilir.
Asit Reflü Nedir?
Asit reflü, alt göğüs bölgesinde mide ekşimesi olarak bilinen bir yanma ağrısına sahip olan yaygın bir durumdur. Mide asidi yiyecek borusuna geri aktığı zaman olur. Gastroözofageal reflü hastalığı (GERD), asit reflü haftada ikiden fazla olduğunda ortaya çıkar. Kesin rakamlar farklılık göstermektedir, ancak asit reflü sonucu ortaya çıkan hastalıklar, Amerika Birleşik Devletleri'ndeki hastane departmanları tarafından görülen en yaygın gut şikayetidir. Amerikan Gastroenteroloji Koleji, 60 milyondan fazla Amerikalı'nın en az ayda bir kez mide yanması ve günde en az 15 milyon kez yaşadığını söylüyor. GERD, Batı ülkelerinde en yaygın olanıdır ve nüfusun tahmini yüzde 20 ila 30'unu etkilemektedir. Kronik mide ekşimesi ciddi komplikasyonlara yol açabilir. Asit reflüsü hakkında bazı önemli noktalar. Asit reflü ayrıca mide ekşimesi, asit hazımsızlığı veya piroz olarak bilinir. Asidik mide içeriğinin bir kısmı yemek borusuna geri döndüğünde meydana gelir. Asit reflü alt göğüs bölgesinde genellikle yemek yedikten sonra yanma hissi yaratır. Yaşam tarzı risk faktörleri obezite ve sigara içmeyi içerir. İlaç tedavileri en yaygın tedavi yöntemidir ve reçeteyle ve reçetesiz olarak kullanılabilirler (OTC). Kaynaklar: 1, 2, 3 Read the full article
0 notes
Text
Erken Doğum Belirtileri Bebek Hareketleri
Yeni yazımız: https://www.kadinsi.net/erken-dogum-belirtileri-bebek-hareketleri/
Erken Doğum Belirtileri Bebek Hareketleri
Erken Doğum Belirtileri Bebek Hareketleri
Normal bir hamilelik süreci 40 hafta sürmektedir. Ortalama 280 gün süren normal hamilelik süresi en son adet kanamasının ilk gününden başlayarak doğum yapılacağı güne kadar devam eden sürece verilen isimdir. İdeal bir gebelik süreci 39-40 haftayı bulmaktadır. Birçok bebek 40. haftayı beklemeden 38-39. haftada doğum yapar. Bebeğin doğumu 37. haftadan sonra gerçekleşiyorsa normal doğum olarak adlandırılabiliriz. Ancak 37. haftadan önce gerçekleşen doğumlar erken doğum olarak adlandırılmaktadır. Erken doğum nedir, erken doğum belirtileri ve erken doğumda bebek hareketleri nasıl olmalı gibi birçok sorunun cevabını makalemizi okuyarak bulabilirsiniz.
Erken Doğum Nedir?
Erken doğum kadının son regl günü baz alınarak 24. hafta ile 37. haftada gerçekleşen doğumlardır. Erken doğum nedeniyle bebek ölümleri sık sık yaşanır. Erken doğum halinde bebeklerde görme veya işitme sorunları, kronik hastalıklar, kalp hastalıkları, akciğer hastalıkları ve okulda başarısız olma gibi birçok sorunla karşı karşıya kalmak mümkündür.
Erken Doğumda Bebeğin Yaşama Şansı Nedir?
Erken doğan bebekler normal doğan bebeklere göre gelişim ve büyüme açısından dezavantaja sahiptir. Erken doğumlarda bebeğin yaşama şansı bebeğin doğum haftası ile doğrudan ilgilidir. Bebeğin anne karnında kalma süresi arttıkça bebeğin yaşama şansı da artacaktır. Hamileliğin 24. haftasında dünyaya gelen bebeklerin yaşama oranı oldukça düşüktür.
Erken Doğum Belirtileri Nelerdir?
Erken doğum belirtileri anne adaylarını rahatsız edecek bir hale gelirse ve düzenli olarak görülürse mutlaka bir doktora başvurulması gerekir. Erken doğum belirtileri şu şekildedir:
Anne adayının uyluk kemiğinde, leğen kemiğinde ağrı hissi oluşması
Bel ve sırt kısmında uzun süreli geçmeyen ağrıların oluşması
Anne adayının kasık kemiğinin üstünde regl dönemine benzer kramp ve ağrıların oluşması
Bağırsaklar kramp oluşumu
Düzenli aralıklar ishal olma
Vajinal akıntıda görülen artış
Vajinal akının renginin ve yoğunluğunun koyuluğunun artması
Vajinadan kan gelmesi erken doğumun habercisi olan belirtiler arasında yer almaktadır.
Erken doğum belirtileri 20. haftadan sonra ortaya çıkar ve 1-2 saat içerisinde 3-4 defa tekrarlanırsa mutlaka doktorla görüşülmeli ve sağlık kuruluşuna gerekli başvurular yapılmalıdır. Gebeliğin 37. haftasından önceki dönemde sancıların başlaması erken doğum tehdidi olarak adlandırılabilmektedir. Sancıların artması erken doğuma işarettir. Rahim ağzında meydana gelen açılma ve bebeğin doğum kanalına girmesi erken doğumun en önemli göstergesidir.
Bebeğin Anne Karnındaki Hareketleri Ne Zaman Başlar?
Bebeğin anne karnındaki hareketleri hamileliği ilk üç aylık dönemlerinde başlamaktadır. Ancak ilk üç aylık dönemde anne adaylarının bu durumu fark etmesi söz konusu değildir. Anne adayları bebeğin hareketlerini ancak 20 ile 24. haftada hissedebilmektedir. Ancak daha önceden çocuk sahibi olan annelerin bebeğin hareketlerini hissetmesi 16. haftadadır. Bebeğin en hareketli olduğu dönemler 24. haftadan itibaren başlar.
Bebeklerin Hareket Sıklığı Nasıl Olmalıdır?
Bazı anne adayları bebeklerinin hareket sıklığının ne kadar olması gerektiği konusunda kafa karışıklığı yaşamaktadır. Bebeğin hareket sıklığı her gün farklılıklar gösterebilmektedir. Bebeğin sürekli hareket etmesini beklemek doğru bir davranış değildir. Gebeliğin 28. haftasından sonra bebek gün içerisinde ortalama 150 defa hareket etmektedir. Ancak hareketlerinin tümünü annenin hissetmesi mümkün değildir. Anne aday adayları gün içerisinde bu hareketlerin sadece 15-20’sini hissedebilmektedir. Gün içerisinde hissedilen 15-20 hareket bebeğinizin sağlıklı olduğunun işaretidir. Bebeğin hareketlerinin çok fazla olması bebeğin hiperaktif olacağına işaret etmezken bebeğin hareket etmemesi sorunlu olduğu anlamını taşımamaktadır. Bebek hareketleri en çok sabah, gece ve yemeğin ardından hissedilmektedir. Doğum süreci yaklaştıkça ve bebek büyüdükçe bebeğin hareketleri yavaşlamaktadır. Bu nedenle bebeğin hareketlerinin yavaşlaması halinde mutlaka bir doktora başvurulmalı ve erken doğum riski olup olmadığı değerlendirilmelidir.
Erken Doğum Riskini Arttıran Faktörler Nelerdir?
Erken doğum riskini arttıran bazı faktörler bulunmaktadır. Özellikle son yıllarda erken doğum sayısının giderek arttığına şahit oluyoruz. Aşağıdaki erken doğum risk faktörlerini ortadan kaldırırsak erken doğum riskini o denli azaltabiliriz. İşte erken doğuma neden olan risk faktörleri;
Sigara, Alkol Ve İlaç Kullanımı
Anne adaylarının gebe kalmadan önce veya gebe olduğunu öğrendikten sonra sigarayı ve alkolü bırakması gerekir. Doktor onayı olmadan ilaç kullanmak son derece yanlıştır.
Yetersiz Kilo Alımı ve Yetersiz Beslenme
Gebelik öncesi normal kilolarında olan anne adayları en az 12 kilo almalıdır. Ancak çok zayıf olan anne adaylarının 20 kilo alması gerekir. Kilolu ve beslenmesi düzenli olan anne adaylarının daha az kilo alması mümkündür. Gebelik boyunca anne adaylarının dengeli beslenmesi gerekmektedir.
Yorucu İşlerden Uzak Durulmalıdır
İşiyle ilgili uzun süre ayakta kalanlar ve yorucu işlerde çalışan anne adaylarının ya işten ayrılması ya da çalışma saatini azaltması gerekir.
Cinsel İlişki
Cinsel ilişki sonrasında orgazm olan anne adaylarının kasılma riskiyle karşı karşıya kalma imkanı yüksektir. Bu nedenle ilk üç ay ve son iki ayda cinsel ilişkiden kaçınılmalıdır. Erken doğum riski taşıyan kadınlarda cinsel ilişki yasaklanabilir.
Stres
Gebelik dönemde stresli bir ortamda çalışan kişilerde erken doğum riski yüksektir. Stresten kurtulmak için gevşeme tekniklerinin öğrenilmesi ve dengeli bir dinlenme ortamının yaratılması çok önemlidir.
17 Yaşından Küçük 35 Yaşından Büyük Kadınlarda Erken Doğum Riski Bulunmaktadır
17 yaşından küçük kadınlarda gelişim tam anlamıyla gerçekleşmediği için erken doğum riski yüksektir. Erken yaşta anne olmak isteyen kadınların iyi beslenmesi ve gerekli bakımı gerçekleştirmesi gerekir. İleri yaşlarda hamile kalan kadınların erken doğum riskini azaltmak için stresten uzak durmalı ve gebelik döneminde yeterli bakımın sağlanması gerekmektedir.
Çoğul Gebelikler
Çoğul gebelik yaşayan anne adayları normal doğuma göre üç hafta erken doğum yapabilmektedir. Çoğul gebelik yaşayan kadınların dinlenmesi çok önemlidir.
Rahimde Ağzında Zayıflık Ve Rahimde Hassasiyet
Rahim ağzı gebelik nedeniyle zayıf bir yapıya sahiptir. Daha da zayıf bir hale gelen rahim ağzı nedeniyle erken doğumlar yaşanabilir. Erken doğumu önlemek için gebeliğin 14. haftasında rahim ağzı dikilebilmektedir. Erken doğum tehlikesi yaşayan kadınlarda gebeliğin son aylarında düzenli olarak rahim ağzı kontrolü yaptırmaları gerekir Bazı kadınların rahminde hassasiyet olabilir. Hassas rahimlerde belli zamanlarda kasılma sorunu ortaya çıkabilmektedir. Gebeliğin son üç ayında rahim hassasiyeti teşhisi konulur ve kontrolleri eksiksiz bir şekilde yapılırsa erken doğum önlenebilmektedir. Rahim hassasiyeti yaşayan kadınların yatak istirahati yapması ve kasılmalarını önleyecek ilaçlar kullanmaları çok önemlidir.
Plasenta Previa
Plesenta previa; plasentanın rahim ağzı bölgesine yakın veya üzerinde olması durumuna verilen isimdir. Ultrason tetkiklerinde plasenta previanın teşhis edilmesi mümkün değildir. Bu rahatsızlığın kanama olana kadar fark edilmesi mümkün olmayabilir. Böyle durumlarla karşı karşıya kalan anne adaylarına doktorlar tarafından yatak istirahati önerilmektedir.
Annede Bulunan Kronik Hastalıklar
Annede bulunan kronik hastalıklar erken doğuma neden olabilmektedir. Kalp hastalıkları, böbrek hastalıkları, karaciğer hastalıkları, şeker hastalıkları ve yüksek kan basıncı kronik hastalıklar olarak nitelendirilmektedir. Bu gibi durumlarda anne adaylarına yatak istirahati verilmektedir.
Bebekte Anomali Meydana Gelmesi
Bazı hallerde doğumdan önce bebek rahimdeyken tedavi edilmesi mümkün hastalıklar ortaya çıkabilir. Tedavi gerçekleştirilmezse erken doğum meydana gelebilir.
0 notes
Text
Genital Herpes'e Bitkisel Çözüm
HSV (Herpes Simplex Virüsü) erkek ve kadınlarda "uçuk"lara sebep olan bir çeşit virüstür.
Herpes (Uçuk) Tipleri Klinik olarak uçuklar kişilerde iki ayrı tipte görülebilir:
Tip 1 Herpes (Perioral tip): Ağız ve dudak çevresinde kızarıklık üstünde oluşan sulu lezyonlar ile kendisini gösteren tiptir. Tip 2 Herpes (Genital tip): Benzer lezyonlar genital bölgede oluştur. Bu nedenle Tip 2 herpes'e "genital herpes veya genital uçuk" adı verilmektedir.
Bu bölümde cinsel temasla bulaşma özelliği olan "genital herpes enfeksiyonları" ele alınmıştır.
Genital Herpes (HSV Tip 2) ne kadar sık görülür?
Penis başında uçuk, tip 2 genital herpes
ABD'de genital herpes'in görülme sıklığı % 20'dir. Ülkemizde yapılmış bir araştırmada ise HSV tip 1 'in görülme sıklığı % 86, HSV Tip 2 (genital herpes)'in ise % 5 olarak bulunmuştur.
HSV tip 2 (genital tip) en sık olarak 20 ile 30 yaş arasında karşımıza çıkmaktadır. Maalesef ülkemizde ve dünyada görülme sıklığı her geçen gün artmaktadır.
(Üstteki resim- Erkek glans penisi üzerindeki Tip 2 HSV- genital uçuk)
Genital herpes nasıl bulaşır? Bulaşma yolları İki tipi de direkt deriye temasla, masum bir öpücükle (ağız çevresine) veya cinsel temasla (genital alana) bulaşabilir. Bulaşma yukarıda belirtilen lezyonların yokluğunda olmaz, direkt yarayla temas şarttır.
Genital herpes ne tür şikayetler yapar? Belirtileri nelerdir? Bulgular (semptomlar)
Genital herpes, HSV Tip 2, Genital Uçuk, herpes enfeksiyonu
Genital herpes (uçuklar), virüs ile bulaşmış kişilerde genital alanda kabarcık, kızarıklık, kaşıntı ve ağrı ile kendisini göstermektedir. Bazan ise kişi virüsü almış olsa bile sessiz seyredebilir; yani hiç bir bulgu ortaya çıkmayabilir (asemptomatik'tir). Bu, HSV ile bulaşmış kişilerin % 20'sinde görülen bir durumdur.
Ancak virüsü alan kişilerin % 60'ı bu virüsü taşımalarına ve vücutlarında lezyon olmalarına rağmen böyle bir hastalıktan haberdar bile değildir.
Genital herpeste görülen lezyonlar devamlı kalıcı değildir; yani tedavi ile veya kendiliğinden geçer. Ancak çeşitli zaman dilimlerinde tekrarlama (rekürrens) olasılığı yüksektir.
Bulaşma olduktan bir süre sonra kişinin genital bölgesinde "çok şiddetli kaşıntılar" görülür.
Çoğu zaman cilletki bu kaşıntılar derinin mantar enfeksiyonu ile karıştırılarak gereksiz yere kişilerin mantar tedavileri almasına sebep olabilir. Kaşıntılardan kısa bir süre sonra da genital bölge de döküntülü ve bazan ağrılı lezyonlar ortaya çıkar.
Genital sahada ortaya çıkan bu lezyonlar ağızda çıkan uçuklara benzer şekilde olup, kırmızı ve sert bir zemin üzerinde iltihabi akıntısı olan döküntüler şeklindedir.
Kaba etlerde, kasık bölgesinde, penis ve dış genital bölgelerdeki kabarcıklı, bazan ağrılı, sulu ve iltihabi lezyonlarda akla ilk genital uçuklar gelmelidir. Bazan kasık bölgesindeki lenf bezlerinde şişlikler de ortaya çıkabilir.
Yine, bulgulara nadiren ateş, baş ağrısı, halsizlik, bitkinlik ve kas ağrıları da eşlik edebilmektedir.
Herpes Genitalis Enfeksiyonunun Sık Tekrarlanması Psikolojik Şikayetlere Yol Açmaktadır... Sürekli tekrarlayıcı hastalıkla başetmek zorunda kalan hastalarda zamanla psikolojik yakınmalar; depresyon ve anksiyete (bunaltı) durumları da ortaya çıkabilir. Eşlerine bulaştırma korkusu ile kişilerin zaman içinde kaygı ve endişeleri artabilir, cinsel isteksizlik ortaya çıkabilir.
Herpes genitalis özellikle evli çiftler arasında ciddi evlilik sorunlarına yol açabilen bir cinsel enfeksiyondur.
Genital herpes (HSV) neden tekrarlar? Rekürrans (hastalığın yenilemesi) nasıl oluşur? Virüs vücuda girdikten sonra sinir hücrelerine ve sinir köklerine yerleşir. Burada ömür boyu kalıcıdır. Vücut direnci düştüğünde tekrar tekrar reaktive olarak (yeniden aktif hale geçerek) hastalığa özgü bulguları verir ve daha sonra yine ortadan kaybolur.
Genellikle geçirilen ilk enfeksiyondan sonra oluşan reaktivasyonlar (yeniden alevlenmeler) daha az şiddetlidir ve hafif şekilde atlatılmaktadır.
Herpes genitalis hastalığını kaptıktan sonra yapılması gerekenler... HSV son yıllarda pek çok kişilerde görülen ve yaygınlığı gittikçe artan bir cinsel temasla geçen hastalıktır.
Bir kez enfeksiyonu aldıktan sonra zaman içinde sık sık tekrarlamalardan korunmak için yapmanız gereken bazı maddeler ve almanız geren önlemler bulunmaktadır. Bunlar:
Vücud direnciniz (immünite) önemlidir.
Özellikle stres, sigara ve alkol kullanımları vücut direncinizi düşürerek enfeksiyona açık bir hale düşmenize sebep olacaktır. Bu nedenle bu tür alışkanlık yapıcı maddelerden uzak durunuz. Stresle başaçıkabilmeyi öğrenmezide de fayda olacaktır.
Vücud direncinizi (immuniteyi) arttırın.
İmmunite yani vücud direncini arttırıcı bir takım ilaçları kullanmanızda fayda olabilmektedir.
İmmün sistemi güçlendirici, yan etkisi olmayan ilaçları Hera Klinik'ten de temin edebilirsiniz.
Özellikle sık sık tekrarlayan HSV enfeksiyonları durumunda immün sistemi güçlendirici bir takım doğal ilaçları almanızda fayda olacaktır. Bu tür ilaçlar için hekiminize danışmanızda fayda var.
Spor yapmak ve dengeli beslenmek önemlidir. Düzenli egzersiz ile dengeli beslenmeniz bağışıklık sisteminizi güçlendirecek ve stresinizi azaltacaktır.
Hastalığın rekürransını azaltmada düzenli uyku, istırahat ve hijyenin de önemi büyüktür.
Sürtünme nüks olasığını arttırrır.
İlişki sırasında veya masturbasyon ile sürtünme sonucunda hastalığın rekürrans şansı artmaktadır. Cildin uzun süreli kaşınarak tahriş edilmesi (irritasyon) ve ultraviyole ışınlar sonucunda da enfeksiyon tetiklenerek yayılabilmektedir.
HIV (Aids'ten) korunun.
HSV ile HIV virüsü arasında bir etkileşim mevcuttur. Bunlardan herhangi bir virüsün varlığı diğerinin bulaşma ve yayılma olasılığını artırmaktadır.
Yani, HSV enfeksiyonları kişilerde HiV (Aids) enfeksiyonunun yayılmasını arttırırken, AiDS enfeksiyonları da vucut direncini baskılayarak herpes enfeksiyonlarının yayılmasını arttırabilmektedir.
Bu nedenle özellikle ileri derecede HSV rekürranslarında HiV testinin de yapılması önerilmektedir.
Diğer taraftan HSV enfeksiyonları kadınlarda rahim ağzı (serviks) kanserlerini bir miktar arttırabilirler. Bu yüzden jinekoloğunuzu düzenli olarak ziyaret edip "smear testi" nizi yaptırmanızda fayda olacaktır.
İlişkilerinizde partnerinize karşı dürüst olun.
Herpes simplex virüse karşı günümüzde geliştirilmiş bir aşı maalesef bulunmamaktadır. Bu nedenden ötürü aktif herpes enfeksiyonu olan kişiler bunu partnerlerine de geçirme olasılığı taşımaktadırlar. Eğer herpes enfeksiyonunuz aktif ise cinsel ilişkiden uzak durunuz. Aktif olmayan dönemlerde prezervatif ile korunmanızda fayda olacaktır.
Gebelikte Herpes Enfeksiyonu Türkiye'de Tip 2 herpes enfeksiyonu her 20 kadından birisini etkilemektedir (% 5). Eğer önceden herpes enfeksiyonu geçirmişseniz ve şu an hamileyseniz veya gebe kalmayı planlıyorsanız durumunuzu önceden doktorunuza bildirmenizde fayda olacaktır.
Hamile kalmadan herpes enfeksiyonu geçirdiyseniz bu virüsün hamileliğinizde bebeğinize geçme olasılığı oldukça düşüktür (% 3). Çünkü kanınızda bulunan virüse karşı oluşmuş antikorlar plasenta yoluyla bebeğize geçerek onu nisbeten koruyacaktır.
Hamilelik sırasında ilk kez ortaya çıkan herpes enfeksiyonlarında virüsün bebeğe geçme olasılığı ise daha yüksektir. Kendinizde veya eşinizin genital organında bu tür bir lezyon ortaya çıktığında, mutlaka jinekoloğunuzu ve dermatoloğunuzu görmenizde fayda vardır.
Gebeliğiniz sırasında ilk kez (primer) veya tekrardan (sekonder) ortaya çıkan genital uçuklar konusunda duyarlı olmanız ve doktorunuz bilgilendirmeneniz önemlidir. Bu durumda doğum şekli olarak sezeryan önerilebilir.
Hamilelik döneminde çok zorunlu olmadıkça ilaç tedavileri uygulanmamakla birlikte "karı zararından fazla olacağı düşünülen durumlarda" bir takım antiviral ilaçlar kullanılabilir. Çünkü bu tür ilaçların sınıfı genelde "Kategori C" dir.
Gebelikte ilaç tedavileri ve teratojenite ile ilgili bilgiler için >>>
Genital Herpes (Uçuk) Tedavisi Viral hastalıkları baskılamak, çoğalmasını engellemek için kullanılan ilaçlara "antiviral ilaçlar" denir. Aynı HPV enfeksiyonlarında olduğu gibi genital uçuklarda da herpes virusunu (HSV) vucuttan çıkartmak için kesin bir tedavi yoktur; sadece şikayetleri azaltıcı ve hastalığın seyrini kısaltıcı bir takım antiviral krem ve hap tedavileri uygulanmaktadır.
Gecikilmeksizin, hastalığın bulguların görülmesinin hemen sonrasında başlanılan antiviral tedavilerin daha fazla yararı olacaktır.
Rekürranslardan korunmak için bazan uzun süreli (3-6 ay gibi) baskılayıcı düşük doz "antiviral ilaç" tedavileri gerekebilir (Supressif tedavi). Bu şekilde rekürrenslerin % 80-90'ı engellenebilmektedir.
Hastalığın alevlendiği dönemlerde viral lezyonlar üzerinde zaman içinde "ikincil bakteriyel enfeksiyonlar" da gelişebilir; bu durumda bu bölgelere topikal (lokal) antibiyotik kremleri veya ağızdan alınacak (oral) ilaçlar da verilebilir.
Rekürransları engellemek için vucudun "immün siteminin (bağışıklık sistemi) güçlendirilmesi" amacıyla dönem dönem Com Galus, "ekinezya" bitkisinin hapları veya çayları veya immuneks tablet kullanılabilir. Bu tür ilaçları kullanmadan önce mutlaka doktorunuza danışmalısınız.
Genital HSV 'den Korunma Yöntemleri ve Önlemler Eşe geçiş riskini azaltmak için kondom (prezervatif) kullanımı önerilmektedir. Burada unutulmaması gereken nokta virüsün cilde teması sonucunda geçtiğidir. Yani prezervatif kullanılması her ne kadar geçişi azaltsa da tam olarak engellemeyecektir.
Şüpheli kişilerle cinsel ilişkiden kaçınmak tüm cinsel yolla bulaşıcı hastalarda olduğu gibi önemlidir.
Maalesef kişiler çok hafif bulgular ile Herpes Simplex Virüsü taşısalar, hatta virüsü taşımalarına rağmen hiç bir enfeksiyon bulguları olmasa (asemptomatik durum) bile kendi cinsel partnerlerine hastalığı bulaştırabilirler.
Sağlık Videoları Tedavi Videoları, sifa market, sifali bitkiler
0 notes
Text
Kimyasal gebelik, hamile olunduğu fakat embriyonun rahim duvarına yerleşmeden önce kaybedilmesi durumudur. Bu durum, gebeliğin en erken evresinde gerçekleşebilir ve birçok kadın tarafından fark edilmez. Bu yazıda, kimyasal gebeliğin ne olduğunu, nedenlerini, belirtilerini, nasıl teşhis edildiğini, tedavi seçeneklerini ve kimyasal hamilelik sonrası tekrar hamile kalma olasılığı hakkında bilgi vereceğiz. Yazımızın devamında detaylı bir şekilde kimyasal gebelik hakkında bilgi edinebilirsiniz. Kimyasal Gebelik Nedir? Kimyasal gebelik, döllenme sonrası rahimdeki doku hücrelerinin, embriyo gelişmeden önce ölmesi veya durması sonucunda gerçekleşen gebelik kaybını ifade eder. Bu, hamileliğe özgü hormonları (hCG) üreten bir plasenta yokluğu ile karakterizedir. Bu tür gebelikler, tipik olarak kadınlar regl dönemi gecikmesi nedeniyle hamile olduğunu öğrendiğinde ortaya çıkar. Kimyasal hamilelik, doğal bir düşük olarak da bilinir ve çoğu zaman bir keselenme veya diğer bir cerrahi prosedür gerektirmez. Bununla birlikte, bazı durumlarda, rahim içindeki dokuyu temizlemek için ilaçlar veya diğer prosedürler gerekebilir. Kimyasal HamilelikDüşükPlasenta gelişmezPlasenta gelişimi başlarhCG seviyesi yükselirhCG seviyesi yavaş yavaş artarCerrahi prosedür çalıştırın neredeyse hiç gerek yokturCerrahi prosedür çalıştırın bazen gerekir Kimyasal Gebeliğin Nedenleri Nelerdir? Kimyasal Gebeligin Nedenleri Kimyasal gebelik, bebeğin rahimde yeterince gelişemediği ve sonrasında gebelik kaybının yaşandığı bir durumdur. Peki, bu durumun nedenleri nelerdir? Hormonal dengesizlikler: Hamilelik sırasında hormon seviyeleri oldukça yüksektir. Ancak bazı durumlarda hormon seviyeleri düşük kalabilir. Bu durumda, bebeğin rahimde yeterince büyüyemediği için kimyasal gebelik meydana gelebilir. Kromozom anomalileri: Bebeğin sağlıklı bir şekilde gelişebilmesi için doğru sayıda ve doğru şekilde kromozomlara sahip olması gerekir. Ancak bazı durumlarda bebeğin kromozomları normal değildir. Bu durumda, bebeğin rahimde büyüyebilmesi mümkün olmayacaktır ve kimyasal gebelik meydana gelecektir. Rahim anomalileri: Rahimdeki bazı anomaliler de kimyasal gebelik nedenleri arasında yer alır. Örneğin, rahimdeki bir yapışıklık veya kistler bebeğin rahimde büyümesine engel olabilir ve gebelik kaybına yol açabilir. Bu nedenlerin yanı sıra kimyasal hamilelik, stres, yaş, beslenme alışkanlıkları gibi çeşitli faktörlere de bağlı olabilir. Ancak bu faktörlerin etkilerinin çok büyük olmadığı düşünülür. Görüldüğü gibi, kimyasal gebelik meydana getiren nedenler oldukça çeşitlidir. Bu nedenle, hamile kalmayı planlayan kadınların özellikle altta yatan bir sağlık sorunu varsa, hamile kalmadan önce mutlaka doktorlarına danışmaları önemlidir. Kimyasal Gebeliğin Belirtileri Nelerdir? Kimyasal Hamilelik birçok kadında fark edilmeyebilir ve hamile olduğunu öğrenen kadınlar normal adet döngülerinde menstrüasyon görmeye devam edebilirler. Ancak bazı kadınlar belirtiler yaşayabilirler. Genellikle; ilk belirti adet kanamasına beklenenden daha kısa süre önce lekelenme tarzında bir kanama yaşanmasıdır. Erken gebelik testlerinden sonra hafif kanama Adet dönemi öncesinde ortaya çıkan şiddetli kramp tarzında karın ağrısı Gebeliğin diğer belirtilerinin kaybolması Kimyasal Gebelik Nasıl Oluyor? Kimyasal gebelik gebeliğin erken evresinde gerçekleşir ve kadınlar genellikle adet gecikmesini takiben hamile olduklarını düşünürler. Fakat kısa bir süre sonra adet kanamaları başlar ve hamilelik sona erer. Birçok kadın kimyasal hamileliği fark etmez, çünkü diğer gebelik belirtileri aynı kalabilir ve adet gecikmesi dışında herhangi bir semptom görülmeyebilir. Ancak bir kadın gebe olduğunu fark ettiğinde, kimyasal gebelik durumunda endişe edebilir. Çünkü kimyasal gebelik, tekrarlayan gebelik kayıplarının bir işareti olabilir. Nasıl Teşhis Edilir? Kimyasal gebelik, diğer gebelikler kadar kolay teşhis edilebilmeyebilir. Bu nedenle, çoğu zaman bu tür gebelikler gerçekleşirken kadınlar bunun farkına b
ile varamazlar. Ancak, normal şartlarda yapılacak bir ultrason muayenesi veya kan testi ile gebeliğin tespit edilmesi mümkündür. Kimyasal Gebeligin teshis edilmesi Ultrason Testi: Kimyasal hamileliğin teşhisi, ultrason testiyle mümkündür. Bu test, rahimdeki gebeliğin durumunun görüntülenmesine yardımcı olur. Ancak, gebeliğin ilk aşamasında benzer bir durumda ultrason sonucu normal olabilir, bu nedenle bazı doktorlar gebeliğin ilerlemesini beklemek için birkaç gün daha bekleyebilirler. Kan Testi: Gebelik sırasında yapılan kan testleri, bazı hormon seviyelerini ölçerek gebeliğin teşhis edilmesinde yardımcı olabilir. Ancak, hormon seviyeleri kimyasal gebelik sırasında normal olabilir, bu nedenle testler net bir sonuç veremeyebilir. Belirtiler: Ancak birçok kadın, gebeliğin başlangıcında meydana gelen bazı semptomları fark edebilir. Bu belirtiler arasında kanamalar, kasık ağrısı ve vajina akıntısı yer alabilir. Bu semptomlar varsa, bir doktora başvurmak ve durum hakkında bilgi almak önemlidir. Kimyasal hamilelik, kadınlar arasında oldukça yaygın bir problem haline gelmiştir ve ne yazık ki kolay teşhis edilemeyebilir. Ancak, yukarıdaki yöntemlerle gebelik tespit edilebilir ve gerekli önlemler alınabilir. Tedavisi Mümkün Mü? Bu durum, gebelik testinde pozitif sonuç alındıktan sonra, bebeğin döllenen yumurtanın rahime yerleşememesi veya oluşan gebeliğin düşmesiyle sonuçlanır. Bu durum, hamile kalmak isteyen kadınlar için büyük bir hayal kırıklığına neden olabilir. Peki, tedavisi mümkün mü? Bazı durumlarda, kimyasal hamilelik tedavi gerektirmez. Bununla birlikte, bazı durumlarda, kimyasal gebelik tekrarlayabilir. Tedavi, tekrarlı durumlarda daha karmaşık hale gelir. Hormon tedavisi yararlı olabilir. Herhangi bir tedavi yöntemi öncesinde doktorunuzla konuşmalısınız. Tedavi seçeneğiniz, durumunuza ve semptomlarınıza bağlı olarak değişebilir. Kimyasal Gebelik Sonrası Hamile Kalma Olasılığı Kimyasal gebelik sonrası hamile kalma olasılığı, her kadının durumuna bağlı olarak farklılık gösterir. Bazı kadınlar kimyasal gebelik sonrası hemen tekrar hamile kalabilir. Bazı kadınların vücudu, kimyasal gebeliği takiben birkaç ay boyunca hormonlarda dalgalanmalar yaşadığı için hamile kalma süreleri uzayabilir. Bu nedenle, hamile kalma olasılığına karar vermek için her kadının durumunu kendi doktoruyla görüşmesi en doğru yaklaşımdır.
0 notes
Text
HAMİLELİK BELİRTİLERİ NELERDİR İLK HAFTA
Hamilelik sanıyorum doğru zamanda ve doğru koşullarda olduğu zaman her kadının yaşamak istediği bir duygudur. Bu nedenle evli, çiftler evlendikten bir süre sonra çocuk sahibi olmak isterler. Kimi kısa zamanda bu şansa erişirken kimisi bunun için beklemek hatta zaman zaman tedavi sürecini de yaşamak zorunda kalır. Peki hamile kalıp kalmadığını anlamanın ilk belirtileri nelerdir? ve hamileliğin ilk belirtileri ne zaman başlar?
HAMİLELİK BELİRTİLERİ İLK HAFTA
1) Adet gecikmesi: Hamileliğin ilk ve en temel belirtisi geciken adet veya regl durumudur. Ya da bazı kadınlar hamilelik döneminde normal âdet kanamasından daha az ve daha açık renkte bir kanama durumu yaşayabilirler. Bu durum hamileliğin muhtemel habercisidir.
2) Göğüslerde hassasiyet: Hamileliğin ilk haftalarında ortaya çıkan en önemli belirtilerden ikincisi de göğüslerde oluşan hassasiyet durumudur. Hamilelikle birlikte göğüslerde şişlik ve ağrı durumu başlar. Kadınlar gebelik sürecine girmeleriyle birlikte göğüsler süt üretmeye ve emzirme sürecine hazırlanmaya başlar. Bu nedenle göğüste şişlik, ağrı ve hassasiyet durumu oluşur. Bazı kadınlarda göğüs uçlarında renk değişikliği de yaşanmaktadır. 3) Yorgunluk: Bir diğer erken hamilelik belirtisi de bir anda ortaya çıkan erken yorulma durumudur. Yaptığınız en ufak bir işte dahi çabucak yorulma durumu ortaya çıkar. Yatağa daha erken girme durumu veya yataktan kalkarken zorlanma yaşanır. 4) Sık sık tuvalete çıkmak: Hamileliğin ilk dönemlerinde ortaya çıkan diğer bir belirtide sık tuvalete çıkma durumudur. Bu belirti etrafınızda bulunan kişilerinde dikkatini çekecek kadar sık bir hale gelir. Ve bu belirti dokuz ay boyunca da devam edebilmektedir.
(adsbygoogle = window.adsbygoogle || []).push({});
5) Mide bulantısı: Hamileliğin ilk başlarında yaşanan diğer bir durumda mide bulantılarıdır. Mideniz bir anda bulanmaya başlayıp hatta hiç beklemediğiniz bir anda kusabilirsiniz. Bazı kadınlar bunu yalnızca sabahları yaşarken bazı kadınlarda gün boyu sürebilmektedir. 6) Kendini hamile hissetme durumu: Birçok kadın hamile olduğu kendisine söylenmeden kendini hamile hissettiğini belirtmektedir. Bu dönemde bir anda gelen duygu değişimi durumları, stres gibi hissiyatlar oluşması genel anlamda hamile olduğunuzun işareti olmaktadır. Ayrıca ruh halinde yaşanan duygu değişimi de diğer bir belirtidir. 7) Baş dönmesi ve bayılma: Hamileliğin diğer ilk belirtilerinden biride baş dönmesi durumudur. Bu durum ayakta beklerken veya oturduğunuz yerden kalkma durumlarında yaşanabilmektedir. 8) İştah açılması: İştah açılması veya zamansız bir meyve veya sebze aşerme durumu hamilelikte yaşanan diğer bir durumdur. 9) Artan vücut ısısı: Bir anda vücut ısısının yükselmesine bağlı olarak gribal bir enfeksiyona yakalandığınızı düşünebilirsiniz. Ama bu yükselen vücut ısısı hamile olduğunuzun da göstergesi olabilir. 10) Kokulara karşı hassasiyet: Eskiden sizi rahatsız etmeyen birçok koku yemek kokuları da dahil olmak üzere bir anda rahatsız etmeye başladıysa bu hamile olduğunuz işareti olabilir. 11) Mide ekşimesi veya kabızlık: Hamilelikte yaşanan en büyük problemlerden biri olan mide ekşimesi ve kabızlık sorunudur. Böyle bir sıkıntı yaşamıyorken bir anda yaşamaya başladıysanız bunu da hamilelik belirtisi olarak kabul edebilirsiniz.
0 notes
Text
Ucuz Ereksiyon Hapları Fiyatları
yeni makale http://ucuzereksiyonhaplari.com/hepatit-b-nedir-ve-nasil-bulasir.html
Hepatit B Nedir ve Nasıl Bulaşır ?
Cinsel ilişki ile bulaşan hastalıklarda bugün hepatit B virüsünü ele alacağım. Hepatit B virüsü nedir, nasıl bulaşır, belirtileri ve tedavi yöntemlerini açıklık getireceğim. Hepatit B ve diğer cinsel yollar ile bulaşan hastalıkların önlenmesi ve size bulaşmasını önlemenin en önemli ve güvenli yolu kesinlikle prezervatifler kullanmaktadır. Önceki konularımda erkekler ve kadınlar için olan prezervatifler hakkında detaylı bilgiye ulaşabilir ve kullanımını resimli olarak görebilirsiniz.
Hepatit B nedir?
Hepatit B hastalığı dünya çapında birçok kişide görülen cinsel yollar ile bulaşan bir hastalıktır. İnsanın karaciğer organını bir hastalıktır ve dünya çapında 350 Milyon insanda görülen ve taşıyıcısı olduğu tahmin edilmektedir. Maalesef ki her yıl Hepatit B virüsü nedeni ile karaciğerden 600 bin den fazla insan ölüyor. Virüs bulaşmış bir kişinin kan, tükürük, sperm veya vajinal sekresyonları vücuda girdiğinde Hepatit B korunmasız vajinal, anal veya oral seks yoluyla kolaylıkla bulaşabilir. Nadir de olsa, kan transfüzyonlarından veya kontamine olan iğneleri, şırıngaları, razorlamları veya diş fırçalarını paylaşarak hepatit B enfeksiyonu alabilirsiniz. Ayrıca, hepatit b virüsü taşıyan anneler doğum sırasında hepatit B’yi bebeklerine bulaştırma riskini vardır.
Hepatit B iyileştirilemese de, rutin olarak çocuklara verilen hastalığın önlenmesi için bir aşı bulunmaktadır. İyi haber şu ki, virüsle enfekte olan yetişkinlerin çoğu antiviral ilaçlarla iyileşiyor … bazen tedavi olmadan vücuttan bile temizleniyor. Kronik vakalar ciddi karaciğer hasarına (siroz), karaciğer kanserine … hatta ölümle sonuçlanabilir.
Hepatit B Virüsü Nasıl Bulaşır ?
Hepatit B virüsü bulaşmasına kolaylaştıracak veya bulaşma riskini arttıracak olası nedenler şu şekildedir;
Prezervatifsiz cinsel ilişki
Yeni cinsel ilişki partnerleri
Birden fazla cinsel ilişki partnerleri
Bir erkeğin bir erkek ile cinsel ilişkisi
Hemofiliaklar (kalıtsal kanama bozukluğundan etkilenenler)
İntravenöz (IV) ilaç kullanımı ve iğnelerin paylaşımı
Çin, Güneydoğu Asya ve Sahra altı Afrika’dan gelen veya seyahat eden insanlar da hepatit B için daha yüksek bir risk altındadır. Eğer virüse sahipseniz, iğneler, şırınga, paçavralar ya da diş fırçaları paylaşmayın. Vajinal veya anal seks yaparken her zaman bir lateks prezervatifler kullanın ve oral seks yapıyorsanız prezervatif veya diş baraj kullanın.
Hepatit B Virüsü Belirtileri Nelerdir ?
Hepatit B virüsüne maruz kalmış iseniz bazı belirtileri sizlerde görülebilir ve bu belirtiler ışığında doktora başvurarak detaylı muayene sonucu itibari ile kesin sonucu varabilirsiniz. Hepatit B genel itibari ile cinsel yollar ile bulaşır ve karaciğer organına zarar verir. Cinsel yollar ile bulaşmasına rağmen Hepatit B virüsü cinsel organlara herhangi bir olumsuz etkilemez. Eğer 6 ay içerisinde alttaki belirtilerden bazılarına mahruz kalmış iseniz en kısa sürede doktorunuza başvurmanız gerekmektedir.
Kusma ve mide bulantıları
Kilo verme ve yemek yememek, iştahsızlık
Karın ağrısı
Eklem ağrısı
Ateş ve yorgunluk gibi grip benzeri semptomlar
Koyu renkli idrar veya gri renkli bağırsak hareketleri
Sarılık (cildin sararması ve gözlerin beyazlığı)
Eğer Hepatit B virüsüne maruz kalmış iseniz yukarıdaki belirtilerin hiçbiri uzun süreli görünmeye bilmektedir. Hepatit B virüsünün teşhisi için gerekli tıbbi testler yapılması gerekmektedir.
Hepatit B Virüsü Tedavi Edilmez ise Ne Olur ?
Hepatit B virüsü karaciğere zarar verir ve tedavi edilmez ise aşağıdaki sorunlar ortaya çıkar.
Karaciğerin skarlasması (siroz)
Karaciğer yetmezliği
Karaciğer kanseri
Kan damarı iltihabı (vaskülit)
Hepatit D enfeksiyonuna duyarlılığın artması
Hepatit B ve gebelik
Hepatit B’li gebe kadınlar doğumdan önce veya doğumdan önce bebeklerine bebeklerini nakletebilir. Ancak kadınlar hamilelik öncesinde veya hamileliklerinin erken döneminde test edilir ve yenidoğan aşılaması ile tedavi edilirse, bebekleri için riski önemli ölçüde azaltılır.
Hamileyseniz ve hepatit B’den endişeleniyorsanız mutlaka düzenli doktorunuza danışın.
Hepatit B Testi
Hepatit B virüsü testi yapılması çok kolaydır. Testi yapılacak kişiden alınacak kan ile gerekli testler yapılır.
Hepatit B Testi Sonuçları
Yapılan test sonuçlarında eğer POZİTİF (OLUMLU) çıkmış ise aktif bir hepatit B virüsüne sahip olduğunuz anlamına gelir. Eğer test sonuçlarında NEGATİF (OLUMSUZ) çıkmış ise Hepatit B virüsünün kanınızda bulunmadığı anlamına gelmektedir.
ÖNEMLİ NOT : Eğer herhangi bir cinsel birleşim sonucu itibari ile Hepatit B virüsüne maruz kaldığınız düşündüğünüz anda Hepatit B testi yaptırmış ve negatif çıkmış ise emin olmak için 3 ay sonra yaptırmanız gerekir çünkü Hepatit B virüsü saplanmaya bilir tam emin olmak için 3 ay sonra tekrar Hepatit B testi yaptırmanız gerekir.
Hepatit B Tedavisi
Hepatit B virüsü için gerekli testler yapılmış ve virüse maruz kaldığınız kesinleşmiş ise bir karaciğer veya bulaşıcı hastalık uzmanı tarafından tedavi edilebilir ve yönetilebilir ve kesin olarak iyileştiremezler. Hepatit B aşısı, hepatit B enfeksiyonuna ve ilgili sağlık komplikasyonlarına karşı en etkili korumadır. Genellikle yeni doğanlar ve virüse maruz kalmayan çocuklar için önerilir.
Hepatit B’niz varsa, bir önlem olarak hepatit A için aşı yaptırmanızı öneririz (hepatit C için aşı yoktur.) Pnömoni, influenza ve diğer rutin aşılar da önerilir (difteri ve tetanoz dahil).
Akut hepatit B
Akut (kısa süreli) hepatit B enfeksiyonunuz varsa, semptomların şiddetine bağlı olarak herhangi bir tedavi gerekli olmayabilir. Bol miktarda dinlenmeye, bol miktarda sıvı almaya, sağlıklı bir diyet yapmaya ve alkol, sakinleştiriciler ve ağrı kesicilerden kaçınmaya dikkat edin. Ayrıca virüsün vücudunuzda etkin olmadığını onaylamak için yeniden test edilmeniz gerekir … ve enfeksiyonu ve izlem testini yönetmek için bir doktora görünmek istersiniz.
Kronik hepatit B
Kronik (uzun süreli) hepatit B enfeksiyonu tanısı aldıysanız, antiviral ilaçlar karaciğer hasarını yavaşlatabilir … ve karaciğeriniz ciddi şekilde hasar görmüşse, bir karaciğer nakli yaptırmak bir seçenek olabilir.
Hamilelik ve Tedavi
Hepatit B, bebeğinizin potansiyel riskini azaltmak için gebelik öncesi ve sırasında yakından yönetilmelidir. İlgili riskler konusunda düzenli doktorunuza danışın ve sizin ve bebeğiniz için en iyi tedaviyi belirleyin.
Hepatit B nedir, Hepatit B Tedavisi, Hepatit B Testi, Hepatit B Virüsü Belirtileri Nelerdir, Hepatit B Virüsü Nasıl Bulaşır, Hepatit B Virüsü Tedavi Edilmez ise Ne Olur
#Hepatit B nedir#Hepatit B Tedavisi#Hepatit B Testi#Hepatit B Virüsü Belirtileri Nelerdir#Hepatit B Virüsü Nasıl Bulaşır#Hepatit B Virüsü Tedavi Edilmez ise Ne Olur
0 notes
Text
İnsülin Direnci Nedir? Gizli Şeker Hastalığı Belirtileri Nelerdir?
İnsan vücudu insülini iyi kullanamadığını durumlarda insülin direnci ve prediyabet yani gizli şeker gibi sağlık sorunlarının yaşanması söz konusu olabilir. Bu tür sağlık sorunlarından Amerika Birleşik Devletleri'nde yaşayan 18 yaşında üzerindeki her 3 yetişkinden 1'inin muzdarip olduğu düşünüldüğünde dünya genelinde milyonlarca insanın yaşadığı bu sıkıntılar hakkında daha detaylı bilgilere sahip olmanız gerekiyor. İnsulin derinci nedir, gizli şeker tehlikeli midir ya da gizli şeker belirtileri nelerdir gibi soruların cevaplarını bilmeniz en azından bazı önlemler alabilmeniz açısından size yardımcı olacaktır.
İnsülin Nedir?
İnsülin, kanda bulunan glikozun enerji için kullandığı kas, yağ ve karaciğer gibi doku ve organlara yardımcı olan ve pankreas tarafından üretilen bir hormondur. Glikoz gün içerisinde yenilen yemeklerden üretilir. Ancak oruç gibi uzun süreli açlık durumlarında karaciğer de glikoz üretebilir. Kan glikozu ya da daha çok bilinen adıyla kan şekeri yemek sonrasında yükselir ve bu noktada pankreas kana insülin salgılamaya başlar. Salgılanan insülin de kan şekerinin normal seviyelere indirilmesini sağlar. İnsülin Direnci Nedir? İnsülin direnci, kaslar, yağ dokuları ve organlarda bulunan hücrelerin insüline cevap veremeyerek kandaki glikozu alamadığı durumunda ortaya çıkar. Bu durumda pankreas daha fazla insülin üreterek hücrelere daha fazla glikozun girmesine yardımcı olmaya çalışır. Pankreas yeterli miktarda insülin üretebildiği sürece kan şekeri seviyesi olması gereken aralıklarda tutulabilir. Gizli Şeker Nedir? Gizli şeker, kan şekeri seviyesinin normalden daha yüksek olduğu ancak bunun şeker hastalığı olarak tanımlanamadığı durumlar için kullanılan bir tanımlamadır. Gizli şeker genellikle belirli bir seviyede insülin direncine sahip olan ve pankreastaki beta hücreleri kan şekeri seviyesini normal aralıklarda tutmak için yeterli miktarda insülin üretemeyen kişilerde görülmektedir. Yeterli miktarda insülin bulunmadığı durumlarda kandaki glikoz hücrelere giremeyerek kanda kalmaya devam eder. Bu durumda zaman içerisinde Tip 2 diyabet (şeker hastalığı) ortaya çıkmasına neden olur. Gizli Şeker Ne Kadar Yaygın? Amerika Birleşik Devletleri'nde yaklaşık olarak 85 milyon kişinin gizli şeker problemi yaşıyor. Bu da yaklaşık olarak her 3 yetişkinden 1'inin gizli şekere sahip olması demek. Bu kişilerden önemli bir bölümünün Tip 2 diyabet (şeker hastalığı) geçirme riski de göz önüne alındığında ne kadar önemli bir sağlık sorunu olduğu daha da iyi anlaşılıyor.
İnsülin Direnci ve Gizli Şeker Hastalığı İçin Risk Grupları
Genel olarak bakıldığında insülin direnci ve gizli şeker hastalığı gibi sağlık sorunlarını yaşayan kişiler bunlar ile ya genetik mirasları ya da yaşam tarzları nedeniyle karşılaşırlar. Risk grupları ise maddeler halinde aşağıda sıralanmıştır; Aşırı kilo ve obeziteye sahip olunması 45 yaş ve üzerinde olunması Aile ve kardeşlerde şeker hastalığı bulunması Fiziksel hareketsizlik Yüksek tansiyon ve normal olmayan kolesterol seviyesine sahip olmak Gebelik şekeri geçmişine sahip olmak Kalp hastalığı veya felç gibi sağlıkların sorunları ile ilgili geçmişe sahip olmak Polikistik over sendromuna sahip olmak Yüksek tansiyon benzeri metabolik sendroma sahip olmak Tüm bu risk gruplarının yanı sıra insülin direncie katkı sağlayabilecek olan diğer gruplar da şu şekilde sıralanabilir; Glukokortikoidler, bazı antipsikotikler ve HIV (Aids) için kullanılan bazı ilaçlar Cushing sendromu ve akromegali gibi hormonal bozukluklar Uyku problemleri ve uyku apnesi Yaşam tarzı, beslenme alışkanlıkları Yaş ve etnik köken
İnsülin Direnci ve Gizli Şekerin Nedenleri Nelerdir?
İnsülin direnci ve gizli şekere sebep olan faktörler ve etkenler günümüzde dahi tam anlamıyla anlaşılamamıştır. Ancak birçok araştırmacı bu iki sağlık sorununun doğrudan fazla kilo ve düşük fiziksel aktivite ile doğrudan bağlantılı olduğu konusunda hem fikirdir. Aşırı Kilo (Obezite) Bilim insanları özellikle karın bölgesi ve çevresinde yer alan organlarda ile birlikte bulunan fazla yağların ki bunlara visseral yağ denilmektedir doğrudan insülin direncine neden olduğu hakkında hem fikirdir. Özellikle erkekler için bel ölçüsü 100 cm ve kadınlar için ise 90 cm üzeri olduğu durumlar genellikle insülin direnci ile doğrudan alakalıdır. Bu durum vücut kitle indeksi değerinizin normal aralıklarda kaldığı durumlarda dahi geçerlidir. Araştırmacılar geçmişte yağ dokusunun sadece enerji deposu olarak kullanıldığını düşünüyorlardı. Ancak yapılan çalışmalarla birlikte göbek yağında vücutta kronik ve uzun süreli iltihaplanmaya neden olabilecek hormonları ve diğer maddeleri ürettiğini göstermiştir. Özellikle iltihaplanmalar tip 2 şeker ve kardiyovasküler hastalıklara neden olabilir. Bununla birlikte aşırı kilo yağlı karaciğer hastalığının gelişimine neden olabilecek insülin direncine sebep olabilir. Fiziksel Hareketsizlik Günlük olarak yeterli derecede fiziksel aktivite gerçekleştirilmemesi de insülin direncine ve gizli şeker hastalığına neden olabilir. Düzenli fiziksel aktivite yapılması vücuttaki kan şekeri seviyesinin dengede tutulabilmesine neden olur.
İnsülin Direnci ve Gizli Şeker Hastalığı Belirtileri Nelerdir?
İnsülin direnci ve gizli şeker genellikle herhangi bir belirti göstermez. Gizli şekeri olan kişilerin genellikle koltuk altında ve boyun arkasındaki derilerde koyulaşma görülebilir. Bu durum akantoz nigrikansı olarak adlandırılır. Bununla birlikte noktasal şekilde birçok küçük deri büyümesi de görülür. Bu belirtiler ile birlikte kan şekeri seviyesine bağlı olarak retinopati adı verilen şeker hastalığına bağlı körlük yaşanabilir. Bunun gibi bir sağlık sorununun yaşanması da şeker hastalığının bir belirtisi olarak değerlendirilir.
İnsülin Direnci ve Gizli Şeker Nasıl Teşhis Edilir?
Doktorlar genellikle gizli şekeri teşhis edebilmek için kan testi yaparlar. İnsülin direncinin belirlenebilmesi için yapılan testler ise çok daha karmaşıktır. Gizli şekerin belirlenebilmesi için açlık plazma glukozu (FPG) ya da A1C testini kullanırlar. Bazı durumlarda ise daha pahalı olan oral glukoz toleransı (OGTT) testi de kullanılabilmektedir. A1C testi ile son 3 aydaki kan şekeri belirlenebilir. FPG ve OGTT testleri ile de test sırasındaki kan şekeri belirlenebilir. A1C testi diğer testler kadar hassas değildir. Bazı durumlarda A1C testi OGTT ile belirlenebilecek olan gizli şekeri tespit edemez. OGTT ise vücudun yemekten sonra glikozu nasıl idare ettiğini belirleyebilir. Hamilelik şekeri de yine OGTT ile belirlenmektedir. Gizli şekeri olan kişilerin 5 ile 10 yıl içinde şeker hastalığına yakalanma riski %50 civarındadır. Gizli şeker doğru bir şekilde yönetilebilir tip 2 şeker hastalığının önlenmesi sağlanabilir. Yapılan testlerden çıkan ve aşağıda yer sonuçlara göre gizli şeker olup olmadığı belirlenmektedir. A1C - 5.7 ile 6.4 (yüzde) pG - 100 ile 125 mg/dL OGTT - 140 ile 199 g/dL Aşırı kilolu, obez ya da diğer risk faktörlerinden birisine sahipseniz mutlaka yukarıda verilen testlerden yaptırmanız gerekmektedir. Herhangi bir risk grubunda olmasanız bile 45 yaşın üzerindeyseniz de yine testlere başvurmanız gerekmektedir. Yaptırdığınız testlerin sonuçları herhangi bir şeker hastalığı riski taşımadığınızı gösterse bile her 3 yılda bir bu testleri yenileyerek tekrar kontrol ettirmeniz önerilmektedir.
İnsülin Direnci ve Gizli Şeker Nasıl Önlenir?
İnsülin direnci ve gizli şekerin önlemenin en temel iki yolu kilo vermek ve günlük fiziksel aktiviteyi arttırmaktır. Bunların yanında daha sağlıklı besinlerin tüketilmesi de tip 2 şeker hastalığına yakalanma riskini azaltmaktadır. Fazla kilolu olan kişlierin kilolarının %5-7 arasındaki miktarı kadar zayıfladıkları takdirde insülin direnci ve gizli şekere yakalanma risklerini azalttıkları belirtilmiştir. Bununla birlikte doktor önerisi ve kontrolü ile kullanılan ilaçlar ve uygulanan diyet programlarında bu risklerin önüne geçilmesini sağlayabilir. Read the full article
0 notes
Text
Düşük Belirtileri ve Nedenleri Hakkında Bilmeniz Gerekenler
Düşük, 20. haftadan önce gebeliğin kendiliğinden kaybolmasıdır. Bilinen gebeliklerin yaklaşık yüzde 10 ila 20'si düşükle sonuçlanmaktadır. Ancak asıl sayı büyük olasılıkla daha yüksektir, çünkü hamileliğin çok erken olmasının nedeni, bir kadının hamile olduğunu fark etmemesidir. Düşük belirtileri ile ilgili daha fazla bilgi alın. Düşük vakaları fetüs normal gelişmediği için ortaya çıkar.
Düşük yapmak nispeten yaygın bir deneyimdir, ancak bu onu daha kolay hale getirmez. Düşüklüğe neden olan şeyleri anlayarak, neyin düşük riskini artırabileceğini ve hangi tıbbi bakımın gerekli olabileceğini anlayarak duygusal iyileşmeye doğru bir adım atın.
Düşük Belirtileri
Düşükler en çok hamileliğin 12. haftasından önce gerçekleşir. Düşük belirtileri arasında şunlar olabilir: Vajinal lekelenme veya kanama Karnınızdaki ağrı veya kramplar Vajinanızdan geçen sıvı veya doku Vajinanızdan fetal doku geçtiyse, temiz bir kaba koyun ve düşük belirtileri, tedavisi ve analiz için hastanenizin ya da sağlık ocağına getirin. İlk üç aylık dönemde vajinal lekelenme veya kanama yaşayan kadınların çoğunun başarılı gebeliklere sahip olduğunu unutmayın. Düşük belirtileri uzmanlar için bir anlam ifade edecektir.
Düşük Nedenleri Nelerdir?
Anormal genler veya kromozomlar Düşükler, fetüs normal gelişmediği için ortaya çıkar. Düşüklerin yaklaşık yüzde 50'si ekstra veya eksik kromozomlarla ilişkilidir ve çeşitli düşük belirtileri ile fark edilir. Çoğu zaman, kromozom problemleri, embriyonun bölündüğü ve büyüdüğü gibi, tesadüfen meydana gelen hatalardan kaynaklanır. (ebeveynlerden miras alınan problemler değil.) Kromozomal anormallikler şunlara yol açabilir: Yanan ovum. Hiçbir embriyo oluşmadığında yanan ovum oluşur. Rahim içi fetal ölüm. Bu durumda, embriyo oluşur, ancak gebelik kaybı belirtileri ortaya çıkmadan önce gelişir ve ölür. Molar gebelik ve kısmi molar gebelik. Molar gebelikle birlikte, her iki kromozom seti de babadan gelir. Molar gebelik, plasentada anormal büyüme ile ilişkilidir; genellikle fetal gelişim yoktur. Kısmi bir molar hamilelik, annenin kromozomları kaldığında oluşur, ancak baba iki set kromozom sağlar. Parsiyel bir molar gebelik genellikle plasenta anormallikleri ve anormal bir fetus ile ilişkilidir. Molar ve parsiyel molar gebelikler uygulanabilir gebelikler değildir. Molar ve parsiyel molar gebelikler bazen plasentadaki kanserojen değişikliklerle ilişkili olabilir. Anne sağlığı koşulları Birkaç vakada, bir annenin sağlık durumu düşükle sonuçlanabilir. Örnekler şunları içerir: Kontrolsüz diyabet Enfeksiyonlar Hormonal problemler Rahim veya serviks sorunları Tiroid hastalığı Ne düşüklüğe sebep olmaz? Aşağıdakiler gibi rutin faaliyetler bir düşük yapmaya denen olmamaktadır: Jogging ve bisiklete binme gibi yüksek yoğunluklu aktiviteler dahil olmak üzere egzersiz. Cinsel ilişki. Çalışma, zararlı kimyasallara veya radyasyona maruz kalmamanız şartıyla. İş ile ilgili risklerden endişe ediyorsanız, doktorunuzla konuşun.
Risk faktörleri
Aşağıdakiler dahil çeşitli faktörler düşük yapma riskini artırır: Yaş. 35 yaşından büyük kadınlar, genç kadınlardan daha yüksek bir düşük riski vardır. 35 yaşında, yaklaşık yüzde 20 riskiniz var. 40 yaşında, risk yaklaşık yüzde 40'tır. Ve 45 yaşında, yaklaşık yüzde 80'dir. Önceki düşükler. İki ya da daha fazla ardışık düşük yapmış kadınlar, düşük riski daha yüksektir. Kronik Durumlar. Kontrolsüz diyabet gibi kronik bir hastalığı olan kadınların daha yüksek bir düşük riski vardır. Rahim veya servikal problemler. Bazı uterus anormallikleri veya zayıf servikal dokular (yetersiz serviks) düşük yapma riskini artırabilir. Sigara, alkol ve yasadışı uyuşturucular. Hamilelik sırasında sigara içen kadınlar, sigara içmeyenlere göre daha düşük bir riski vardır. Ağır alkol kullanımı ve yasadışı uyuşturucu kullanımı da düşük yapma riskini artırır. Ağırlık. Düşük kilolu olmak ya da aşırı kilolu olmak, düşük doğum riski ile bağlantılıdır. İnvazif prenatal testler. Koryon villus örneklemesi ve amniyosentez gibi bazı invaziv prenatal genetik testler, hafif düşük riski taşır.
Komplikasyonlar
Düşük yapan bazı kadınlar, uterus enfeksiyonu geliştirir, ayrıca septik düşükleme olarak da adlandırılır. Bu enfeksiyonun belirtileri ve belirtileri şunlardır: Ateş Titreme Alt karın hassasiyeti Kötü kokulu vajinal akıntı
Düşük Önleme İçin Neler Yapılabilir?
Çoğunlukla, bir düşüklüğü önlemek için yapabileceğiniz hiçbir şey yoktur. Sadece kendinize ve bebeğinize iyi bakmaya odaklanın: Düzenli doğum öncesi bakım isteyin. Sigara, alkol ve uyuşturucu kullanımı gibi bilinen düşük riski faktörlerinden kaçının. Günlük multivitamin alın. Kafein alımını sınırlayın. Son zamanlarda yapılan bir araştırmada, günde ikiden fazla kafeinli içecek içmenin daha yüksek bir düşük riskiyle ilişkili olduğu görülmüştür. Kronik bir durumunuz varsa, kontrol altında tutmak için sağlık ekibinizle çalışın.
Teşhis
Düşük teşhisi için sağlık uzmanınız çeşitli testler yapabilir: Pelvik muayene. Sağlık uzmanınız serviksinizin dilate olup olmayacağını kontrol edebilir. Ultrason. Bir ultrason sırasında, sağlık uzmanınız fetal kalp atışı olup olmadığını kontrol edecek ve embriyonun normal gelişip gelişmediğini belirleyecektir. Bir tanı yapılamazsa, yaklaşık bir hafta içinde başka bir ultrason almanız gerekebilir. Kan testleri. Sağlık uzmanınız kanınızdaki hamilelik hormonu, insan koryonik gonadotropini (HCG) düzeyini kontrol edebilir ve önceki ölçümlerle karşılaştırabilir. HCG seviyenizdeki değişiklik paterni anormal ise, bir sorun olduğunu gösterebilir. Sağlık hizmet sağlayıcınız anemik olup olmadığınızı kontrol edebilir - eğer önemli bir kanama yaşadıysanız olabilir - ve ayrıca kan grubunuzu da kontrol edebilir. Doku testleri. Vajinanızdan bir dok çıkmışsa, bir düşük meydana geldiğini doğrulamak için bir laboratuvara gönderilebilir. Kromozomal testler. Daha önce iki veya daha fazla düşük puanınız varsa, sağlık hizmeti sağlayıcınız hem sizin hem de eşiniz için kromozomlarınızın bir faktör olup olmadığını belirlemek için kan testi isteyebilir. Muhtemel teşhisler şunları içerir: Tehdit altındaki düşükler. Kanama yapıyorsanız ancak rahim boynunuz genişlemeye başlamadıysa, bir düşük yapma tehdidi var demektir. Bu gibi gebelikler genellikle herhangi bir sorun olmadan devam eder. Kaçınılmaz düşük. Kanamanız ve kramp ve rahim yolu genişlemişse, bir düşük yapma kaçınılmaz olarak kabul edilir. Tamamlanmamış düşük. Fetal veya plasental materyali çıkmışsa, ancak rahminizde bir miktar kalırsa, bu eksik bir düşük sayılır. Kaçırılan düşük. Kaçırılan bir düşüklemede, plasental ve embriyonik dokular rahim içinde kalır, ancak embriyo ölmüş ya da hiç oluşmamıştır. Tamamlanmış düşük. Tüm hamilelik dokuları çıkmışsa bu tam bir düşük sayılır. Bu 12 haftadan önce meydana gelen düşüklerde yaygındır. Septik düşük. Rahiminizde bir enfeksiyon gelişirse, septik düşük olarak bilinir. Bu ciddi bir enfeksiyon olabilir ve acil bakım gerektirir.
Tedavi
Tehdit altındaki düşük Tehdit altındaki bir düşük için, sağlık uzmanınız kanama veya ağrı düzelene kadar dinlenmenizi tavsiye edebilir. Yatağın düşmesini önlemek için yatak istirahati kanıtlanmamıştır, ancak bazen bir koruma olarak reçete edilir. Egzersiz ve cinsel ilişkiden de kaçınmanız istenebilir. Bu adımların düşük yapma riskini azaltmadığı kanıtlansa da rahatınızı artırabilirler. Bazı durumlarda, seyahat etmeyi ertelemek de iyi bir fikirdir - özellikle acil tıbbi yardım almanın zor olduğu bölgelere. Planladığınız herhangi bir yaklaşımı ertelemek akıllıca olup olmadığını doktorunuza sorun. Düşük Ultrason ile, bir embriyonun öldüğünü veya hiç oluşmadığını belirlemek artık çok daha kolay. Ya bulma, bir düşüğün kesinlikle meydana geleceği anlamına gelir. Bu durumda, birkaç seçeneğiniz olabilir: Gebelik yönetimi. Enfeksiyon belirtileriniz yoksa, düşüğün doğal olarak ilerlemesine izin vermeyi tercih edebilirsiniz. Genellikle bu, embriyonun öldüğünü belirleyen birkaç hafta içinde olur. Ne yazık ki, bu üç veya dört hafta kadar sürebilir. Bu duygusal olarak zor bir zaman olabilir. Sınır dışı etme kendi başına gerçekleşmezse, tıbbi veya cerrahi tedaviye ihtiyaç olacaktır. Tıbbi tedavi. Eğer belirli bir gebelik kaybı teşhisi konulduktan sonra, süreci hızlandırmayı tercih ederseniz, ilaç vücudunuzun hamilelik ve plasentadan kurtulmasına neden olabilir. İlaç ağız yoluyla veya vajinaya sokarak alınabilir. Sağlık uzmanınız, etkinliğini artırmak ve bulantı ve ishal gibi yan etkileri en aza indirmek için ilacı vajinal yolla yerleştirmenizi tavsiye edebilir. Kadınların yaklaşık yüzde 70 ila 90'ı için bu tedavi 24 saat içinde çalışmaktadır. Cerrahi tedavi. Diğer bir seçenek, emme genişlemesi ve küretaj (D & C) olarak adlandırılan küçük bir cerrahi işlemdir. Bu prosedür sırasında, sağlık uzmanınız rahim ağzınızı genişletir ve dokuyu uterusunuzun içinden çıkarır. Komplikasyonlar nadirdir, ancak serviksin veya rahim duvarının bağ dokusuna zarar verebilir. Eğer ağır kanama veya bir enfeksiyon belirtisi ile birlikte düşükse, cerrahi tedavi gereklidir. Kaynaklar: 1, 2, 3 Read the full article
0 notes