#halkalar
Explore tagged Tumblr posts
Text

Yaşım kırk. Son üç yılda bedenim ihtiyarlığın bütün emarelerini gösterdi. Yüzümde kırışıklıklar, oluşan lekeler, ellerimde görünmeye başlayan ihtiyarlık benleri, göz altında mor halkalar...Ağaran ve dökülen saçlarımı saymıyorum bile! Bu durum beni deriiin etkiledi. Kabullenemedim. Ne oluyoruz? Dedim. Haliyle gizlemeye, kapatmaya, iyileştirmeye çalıştım bedenimi. Saç ekimidir, kozmetik ürünlerdir, alternatif tıp teşebbüsleridir... Her ne varsa denedim. Ne geriye döndürebildim, ne de gidişatı durdurabildim. Madem bu tahrip olmaya doğru gidiş her insanın hakikatıdır. Bir kaç yıl önce ya da sonra gelecek olan gelecektir. Gayretime hatime verdim. Olacak olan olsun. Hem sordum kendime: "ne için telaşa düştün? " Dedi nefsim: "el için. El'e nahoş görünmemek için." Yapmacık şekillere girmeye değer mi? El, hakikati görürse ne yapacaksın? Dedim haklısın gerilmeye gerek yok. Seni seven, sana saygı duyan, genç ya da ihtiyar haline bakıp da bir değer addetmez. Zaten birilerine kendimizi beğendirmek çabası kadar stresli ve zor bir durum yoktur herhalde. Allah'ın mümkin varlıklara koyduğu bir kuraldır bu en nihayetinde. Neticesi ölüm olan bir bedenin sureti bir kaç yıl güzel kalsa, ne katkı sunacaktır ki ebedi ahiretimize? Bu ruh, bu bedende kaldığı sürece madden her ne kadar ihtiyarlığa doğru gitsek de manen tövbeyle, istiğfarla genç kalabilecek fırsatlarımız var bizim. Sonsuz bir gençlik için vakit varken ölüm sekeratı uğramadan gayret et Fikret dedim. Ahh ahh! bunda dahi tembellik ediyor. Malesef günsonu sevap hesabımda düne nazaran iyileşme emaresi görülmemekle birlikte günah hanemdeki artış çokça gözlemlenmekte.
72 notes
·
View notes
Text
Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allahım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünürsünüz,
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?
Cahit Sıtkı Tarancı
Good old days.
16 notes
·
View notes
Text
Kızlar "Seni seviyorum" demez rehbere "🤍" olarak kaydeder whatsapp bildirim sesini "halkalar" yapar
19 notes
·
View notes
Text

En acısı da ne biliyor musun? Bilmiyorsun tabi..! Senin oralarda, Beni kalbinde her okşayışında, Yanaklarımda çalan melodilerin yankısının, Göle atılan taşın yaydığı halkalar gibi, Düşe kalka onların içinde gezindiğimi… Beni her anışında, ıslak ıslak… Ah neler söylediğimi, Hangi şarkılarla avazlarımı susturduğumu, Bilmiyorsun tabi..! Belki de en güzeli bilmemen…
Murat Mesut
21 notes
·
View notes
Text
sanıyordum seni unuttum çoktan aynaya baktım ki âh u zârdayım varetmiştim seni hem de hiç yoktan şimdi ben yoklukta bir mezardayım
gözlerimde halkalar morardı oldu mu ya şimdi bu aynalarda çiçekler açıyor durmaksızın bir yandan kirpiklerimde kırağı bir uçak gibi sen uzaklaşana dek gözden bilmiyordum ne demek olduğunu ışıksızlığın ömrümün hazanında cûş oldun,heyhat ... demek insanın şahdamarındaymış kafdağı bahar güzel,akasyalar,manolyalar bilcümle ben hep baktığım yerde aradım onu içim güzel,mavi göz,cam ayakkabılar ne bilirdim,parça pinçik edeceğim şafağı mevsimlerden mevsimlerin farkı yok sanırım bu yüzden üzüntümün budalasıyım ne alıp başımı gidebilirim,ne kalabilirim kendime yasak oof çâreceğzim,burası imkansız aşklar durağı ........ ateşin keşfinden önceydi demir,demirken henüz orman dolusu kuytular berkitilmişti taş,taş üstündeydi ez-cümle can kuruyor nesillerimiz üşüyordu ***** ne çamura batıktım ne ekmeğe katık ne geriye dönebilirim ne bir adım ileri gidebilirim artık o kadar çok şey fısıldandı ki kulağıma en eskisine yağmurların nokta koymak hep bana düşüyordu ***** yanlış levhalar üzerindeydim Tanrı bu koltukaltı meyhanesinde yanlış Java'nın tütününe müptela benim gibi milyonlarca müptela yürüyüşüm kimsesizler maviliğinedir aklımı elektrikle bölüştüm aklım,adıma mühlet dol,dolaş,dolaşıyordu **** bir parlar,bir söner tepemdeki gökyüzü beyazın kalbine kuş kondurdum acısında ciğerimi dondurdum sormayın bana daha fazla birşey yüreğim git-gel kırılganlğınde âsî parmaklarımın arasından dağ suları dökülüyordu ***** ateşin keşfinden önceydi allak bullaktım yani gene de aldırmayın bana siz ateş dediğim bir damla sudur öncesiz
Kızıl-Deniz Bozan

#aşk#bahar#edebiyat#şiir#kitap#şiir sokakta#gece#1duygusalhikayem#books#editorial design#flowers#hasret#papatya#vintage#playlist#spotify#türkiye#mutsuzluk#yalnızlık#postlarım#blog yazısı#anlamlı yazılar#edebi sözler#yazılarım#keşfedilmemiş#Spotify#aşka dair#kendi kalbine yazar#özlü sözler#siyah kadar yalniz
11 notes
·
View notes
Text
Cesaretimi toplayıp duvardaki aynaya çevirdim suratımı.
Yansımamdaki harelerimle bakıştım uzun uzun.
Tanımaya çalıştım en başta , zira benim tanıdığım kız bu yansımaya benzemiyordu.
Ellerimi gezdirdim suratımda yavaş yavaş.
Sanki ilk kez keşfediyor gibiydim bana ait olan ve bir o kadar da yabancı o yüzü.
Gözlerimdeki ışık sönmüştü adeta,
Mor halkalar vardı çevresinde.
Beyaz tenim iyice solmuştu,
Çatlayan dudaklarım fazlasıyla kuruydu,
Adeta çökmüş bir ifadem vardı,
Tanıdığım o görüntüm geldi aklıma,
Parlayan gözlerim,
Işıl ışıl cildim ,
Sevdiğim gülüşüm,
Yoktu artık .
Gülümsemek istedim,
Bir umuttu içimdeki,
Lakin olmadı,
Gülümsemem ilk defa gözüme bu kadar yapmacık geliyordu.
Ellerim saçlarıma gitti bu sefer ,
Yer yer kesilmiş,
Bir modeli olmayan,
Cansız ve yıpranmış saçlarım,
Ellerim titredi adeta her dokunuşumda,
Yavaş yavaş nefes alamadığımi hissettim ,
Ellerim boğazıma dolandı,
O ana dek kendi gözlerimin içine bakamamıştım,
Korkuyordum,
Lakin bir cesaret kendimle göz göze geldim,
Harelerimin derinlerinde o acıyla bir başına bıraktığım kız çocuğunu gördüm,
Bir damla yaş süzüldü yanağımdan aşşağı,
Ve bir damla daha ,
Dişlerimi sıktığımı ,
Dudaklarımın titredigini ,
Sornadan farkettim .
Daha fazla mecalim kalmadı,
Ve bu benim yıkılışım oldu,
Bedenim beni daha fazla taşıyamadı,
Kendimi dizlerimin üstünde buldum,
Buğuluydu etraf ,
Titreyen ellerimi zor seçiyordum,
Titreyen yanlız bedenim değildi,
Ruhum da titriyordu ,
Parçalara bölünüyordum adeta,
Ve bu hatırladığım son şeydi,
Gerisi kendimi bilmediğim bir karanlığın kollarına bırakmak oldu...
Kırılmış bir kadın
52 notes
·
View notes
Text
Bugün halk pazarından domates alırken yaşı baya olan amca muz kasası taşıyordu. Amca ile göz göze geldik. Gozler kırmizi, yorgun halkalar cevresine oturmus.Ulan hayat olduk. Emekli olacak torunu ile oturacak adamlar ekmek davasına çalışıyor. İnsan anasını satayım bu dünyanın diyor hakikaten.
23 notes
·
View notes
Text
Yaş otuz beş! yolun yarısı eder. Dante gibi ortasındayız ömrün. Delikanlı çağımızdaki cevher, Yalvarmak, yakarmak nafile bugün, Gözünün yaşına bakmadan gider. Şakaklarıma kar mı yağdı ne var? Benim mi Allahım bu çizgili yüz? Ya gözler altındaki mor halkalar? Neden böyle düşman görünürsünüz, Yıllar yılı dost bildiğim aynalar? Zamanla nasıl değişiyor insan! Hangi resmime baksam ben değilim. Nerde o günler, o şevk, o heyecan? Bu güler yüzlü adam ben değilim; Yalandır kaygısız olduğum yalan. Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız; Hatırası bile yabancı gelir. Hayata beraber başladığımız, Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir; Gittikçe artıyor yalnızlığımız. Gökyüzünün başka rengi de varmış! Geç farkettim taşın sert olduğunu.
#fecir#rumll#iyiyimlaben#ay benim gece senin#alıntı#edebiyat#sarhoskedi#virgülle ayrılmış#lostonyoubabe#postlarım#oğuz atay#oğuzcum atay#oğuz atay sözleri#ümit yaşar oğuzcan#oğuzhan uğur#oğlum#benim oğlan#35mm
31 notes
·
View notes
Text

Şakaklarıma kar mı yağdı ne?
Benim mi Allahım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar.
Neden böyle düşman görünürsünüz;
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?
~
CahitSıtkıTarancı
https://youtu.be/tfJ10VXEXaU?si=PN3yY_7ofkHDrU8i
#cahitsıtkıtarancı#cahit sıtkı tarancı#şiirheryerde#kitapsevgisi#şiir#edebiyat#kitap#günün şiiri#şiirler#şiirsokakta#edebiyet#şiirdefteri#aynalar
7 notes
·
View notes
Text
Yaş otuz beş! yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.
Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allah'ım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünürsünüz,
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?
Zamanla nasıl değişiyor insan!
Hangi resmime baksam ben değilim.
Nerde o günler, o şevk, o heyecan?
Bu güler yüzlü adam ben değilim;
Yalandır kaygısız olduğum yalan.
Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız;
Hatırası bile yabancı gelir.
Hayata beraber başladığımız,
Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;
Gittikçe artıyor yalnızlığımız.
Gökyüzünün başka rengi de varmış!
Geç fark ettim taşın sert olduğunu.
Su insanı boğar, ateş yakarmış!
Her doğan günün bir dert olduğunu,
İnsan bu yaşa gelince anlarmış.
Ayva sarı nar kırmızı sonbahar!
Her yıl biraz daha benimsediğim.
Ne dönüp duruyor havada kuşlar?
Nerden çıktı bu cenaze? ölen kim?
Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar?
Neylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak.
Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak,
Taht misali o musalla taşında.
#geceye bir söz bırak#geceye not#geceyedair#iyi geceler#tumblr şiir#uykusuz geceler#şiir#şiirheryerde#şiirler#şiirsokakta#kendisi yakamoz güzeli#evimi özledim
10 notes
·
View notes
Text
Geçen gün hediye olan kupa bardağım benim sakarlığım yüzünden yere düşüp kırılınca, bardağın önünde diz çöküp bir süre izledim kırık parçaları. Omuzlarım düşük, ellerim dizlerimin üzerinde ve başım önümde. Nasıl anlatsam bilemiyorum; okyanusa atılan kocaman bir kaya parçası ve onun su yüzeyinde oluşturduğu sonsuz halkalar gibi, karda kayarken ufacık bir dal parçasını kırınca çıkan çatırdının devasa kar kütlelerinin düşmesine neden olması gibi, yemyeşil ve cıvıl cıvıl ağaçların ufacık bir kıvılcımla küle dönüşmesi gibi. Katran karası düşüncelerim apansız bir acımasızlıkla beynime doluşunca ve aylardır kuru olan gözlerim nemlenince. Nasıl anlatsam bilemiyorum
13 notes
·
View notes
Text
Tanrı bir çakıl taşı olan beni bu muhteşem göle fırlattığı zaman, suyun yüzünde sayısız halkalar çizdim...
Ama derinlere varalı, çok sakinim.
Halil Cibran

18 notes
·
View notes
Text
Melek Sözü
Huzur, hayatın içinde olduğu kadar bir o kadar da dışında var olur.
Beyaz bir örtü misali gökyüzüne serilmiş bulutlar, rüzgârın dokunuşlarıyla titreşen g��l yüzeyine zarif yansımalar bırakıyordu. Sonbaharın ardında bıraktığı sararmış yapraklar; rüzgârın nazik dokunuşlarıyla çimenlerle adeta dans ediyor, birkaç tanesi ise rüzgarın peşinden sürüklenip kendini gölde süzülürken buluyordu. Bir yandan rüzgâr, dallara fısıldıyor; dallar da usulca hışırdayarak cevabını veriyordu. Laleler, gölün çevresinde yerlerini almış; etraflarında süzülen kelebeklere başlarını çevirmişti. Doğayı uyandıran bahar, insanları da gölün çevresine toplamıştı. Piknik örtüleri çiçekler gibi çimlere serilmişti. Çocuklar, ellerindeki rengârenk uçurtmalarla koşarak etrafı sarıyor, kahkahalarla havayı dolduruyordu. Göl kenarındaki piknik örtülerinin etrafında toplanan insanlar, sevdikleriyle geçirdikleri anlara tutunarak zamanın akışına kendilerini teslim ediyordu.
Genç bir çift, göl kıyısında elleri birbirine kenetlenmiş halde yürüyordu. Adamın elinde piknik sepeti, kadının elinde ise desenli bir şemsiye vardı. Arada bir gözleri birbirini buluyor, dudaklarında tatlı bir gülümseme beliriyordu. Ayaklarının altında ezilen çimenler baharın canlı kokusunu havaya salıyordu. Gözleri etrafta geziniyor, piknik örtülerini serebilecekleri uygun bir yer arıyordu. Gölün yüzeyi ayna misali pürüzsüzdü; rüzgârın nazik dokunuşları suyun üzerindeki yansımalarını hafifçe titreştiriyordu. Kıyıda martılar beyaz kanatlarını çırparken, ara sıra bir balığın suyu şapırdatan sıçrayışı gölün dinginliğini bozuyor, suyun yüzeyine ince halkalar bırakıyordu.
Gölün kıyısından biraz daha ilerlemiş, sonunda yaşlı bir söğüt ağacının gölgesinde durmuşlardı. Ağaç, gölün üzerindeki sessizliği kutsar gibi dallarını suya doğru eğmişti. Rüzgâr dalları usulca sallıyor, ince yapraklar gölde hafif titreşimler oluşturuyordu. Adam ağacın altına piknik örtüsünü sererken, kadın gölün kenarına doğru adımladı. Saçları rüzgârın zarif dokunuşlarıyla dans ederken, suyun yüzeyinde titreşen yansımalar gözlerini alıyordu. Baharın taptaze kokusu ve söğüt dallarının usulca salınan gölgeleri ruhunu huzurla doldurmuştu. Tereddüt etmeden topuklu ayakkabılarını çıkarıp çıplak ayaklarını serin suya bıraktı. Suyun serinliği önce derisinden içeriye, ardından ruhunun derinliklerine işleyerek yüzüne yaramaz bir neşe yerleştirdi. Ayaklarını suda hafifçe sallarken, zarif bir tebessümle arkasına dönüp sevgilisiyle göz göze geldi. Dudaklarından tatlı bir tını döküldü: " Burası tam anlamıyla huzurun içinde hissettiriyor. "
Adam, piknik sepetindeki yiyecekleri dikkatlice örtünün üzerine yerleştirirken kadının söylediğiyle bir an duraksadı. Rüzgâr saçlarına dokunuyor, söğüdün altındaki huzurlu sessizliği bozmadan esiyordu. Yüzünde beliren hafif bir gülümsemeyle doğrulup kadının yanındaki yerini aldı. Kadının coşkusuna ruhunu kaptırmış bir şekilde " Evet." dedi. "Ama bana senle olduğum her an huzurun içindeymişim gibi hissettiriyor."
Kadının gülümsemesi adamın ruhunu sararken, kadın dudaklarını araladı. "Yine başladın." diye mırıldandı. "Senin gibi romantik adamlara karşı koymak ne zor!" Bu sözler adamı keyifle gülümsetti. Şakacı bir tavırla kaşlarını çatarak sordu: "Ne yani, başka karşı koyamadığın romantik adamlar da mı var? " Kadın kahkahasını tutamayıp hafifçe adamın omzuna vurdu. "Saçmalama!" dedi, yüzündeki gülümsemeyi saklayamadan. Adam başını eğip sevgilisinin yüzüne düşen saçlarını nazikçe kulağının arkasına sıkıştırdı. Gözlerindeki ışık ve yüzündeki gülümsemeyle konuştu: "İkna etme kabiliyetleriniz beni benden alıyor, hanımefendi."
Bir süre sessizlik hüküm sürdü; kelimelerin yerini kalplerinin uyumlu ritmi almıştı. Kadın başını adamın dizlerine bırakmış, gözleri sevgilisinin derin bakışlarında kaybolmuştu. Adamın parmakları ise sevgilisinin saçlarında usulca geziniyordu. Gökyüzü ile göl arasında uzanan bu huzur, aşkı da beraberinde sonsuz bir bahar misali sürüklüyordu. Ama o an kadın birden ciddileşti, gözlerini adamın gözlerinden ayırmadan "Bir gün ben öldüğümde..." diye başladı tereddütle, "mezarıma her gün gelip çiçek bırakacak mısın?" Adam şaşkınca kaşlarını çattı. Böylesine güzel bir anın ortasında nereden çıkmıştı bu soru? "Hayır." dedi sesinde alışılmadık bir kararlılıkla. Kadın gözlerini kırpıştırarak ona baktı. "Nasıl yani? Filmlerdeki aşkına sahip çıkan eşler gibi her gün mezarıma çiçekle gelmeyecek misin?"
Adam başını iki yana salladı. "Hayır." dedi aynı kararlılıkla tekrar. "Sen öldüğünde ben de peşinden geleceğim, seni toprağın altında yalnız bırakacak değilim." Ruha dokunan bu kelimelerle, kadının yüzünde önce şaşkın sonra huzurlu bir ifade belirdi. "Öyle mi?" diye fısıldadı. Kadının saçlarında ellerini gezdirmeye devam ederken "Öyle." dedi adam. Rüzgâr dalların arasından esip geçiyor yalnızca yaprakların fısıltıları onlara eşlik ediyordu. Kadın hafifçe başını yana eğdi, bakışları derinleşti. "O zaman söz verelim." dedi. "Hangimiz önce bu dünyadan göçerse, bir melek olup diğerini almaya gelsin. Ruhlarımız zamanın ötesinde de bir arada olsun. O güne kadar da bu dünyada, birbirimizi ne olursa olsun bırakmayalım. " Kadının bu masalsı sözlerine, adamın ruhu kendini kaptırmış; dudaklarından ise yavaşça bir cevap dökülmüştü: " Ne olursa olsun yan yana olacağız, melek sözü." Kadın da, yüzündeki gülümsemeyle dudaklarını aralamıştı söz için. Göl, rüzgâr, martılar ve güneş şahit olmuştu bu söze. Sonsuz bir bahar anısı olarak ruhlarına kazınmıştı o gün…
Yıllar, anıları geride bırakmıştı. Adam, her sabah olduğu gibi yine göl kıyısında, geride bırakamadığı geçmişine sıkıca tutunarak buluyordu kendini. Yılların omuzlarına yüklediği ağırlıkları bir kenara bırakmış; yıllar önce huzuru bulduğu o aynı yere geri dönmüştü. Bir zamanlar huzurun içindeymiş gibi hissettiren bu göl kıyısı ona şimdi bir o kadar huzurun dışında hissettiriyordu. Gölün yüzeyine vuran hafif dalgalar, ona sanki burada verilen sözleri tekrar tekrar fısıldıyordu. O an, aynı o zamanlardaki gibi, dizlerinde onun saçlarında ellerini gezdirmeyi, göle yansıyan yüzlerinde tekrar göz göze gelmeyi hayal ediyordu. Hayatın içinde olduğunu hissettiren tek sığınak, onun kalbinde olan varlığıydı. Her dalga, gölde gördüğü yalnız silüetini yankılar gibiydi; gözyaşları geçmişin ağırlığıyla birlikte suyun sessizliğine karışıyor, zamanın geri getiremeyeceği anlara doğru usulca savruluyordu.
Adamın sırtı yaşanmışlıkların ağırlığıyla kamburlaşmış, artık hayat karşısında dimdik duramaz olmuştu. Adımları yere daha temkinli basarken kalbinden gelen ince bir sızı her dakika kendisini hatırlatıyordu. Buruşmuş elleri, geçmişin hatıralarını taşımaktan yorulmuş gibiydi. Saçları tamamen aklara teslim olmuş, bir zamanlar ışıldayan bakışları gözlerinin etrafındaki derin çizgilerle gölgelenmişti. O çizgiler, sevdiğinin yanında belirginleşmiş; aşk ve sadakatin izlerini taşır hâle gelmişti.
Zaman yalnızca bedenini değil, ruhunu da yorup hırpalamıştı. Ancak içindeki sevda, ilk günkü kadar canlıydı; ömrünün tamamını sevdiğine adamış olmanın verdiği inançla gün geçtikçe daha da büyüyordu. Bir zamanlar karısıyla birlikte geldikleri bu göl kıyısında şimdi yalnızca gölgesi ona eşlik ediyordu. Yorgun gözlerini etrafta gezdirirken her bir detay zihninde bir anıya dönüşüyor, göl suyunda silik yansımalar bırakıyordu.
Bahar artık yalnızca bir mevsim değişikliğiydi; ne umut vaat eden bir başlangıç ne de hayatın coşkun bir kutlamasıydı. Hayatı yaşanabilir kılan, baharı bahar yapan karısının ona aşkla bakan gözleriymiş meğer. Kalbindeki varlığını gözlerindeki gülüşten anlamak, hayatı daha anlamlı kılıyormuş. Şimdi ise o bahar, sanki hiçbir zaman gelmeyecekmiş gibi solmuştu. Adamın gözleri sol bileğindeki saate kaydı, geç kalmış olmanın telaşıyla derin bir nefes alıp doğruldu. Her gün aynı saatte eşinin kaldığı huzurevine gider, gününün tamamını ona adardı.
Kadının zihni artık hatıraları sis bulutlarının arasında seçemez, geçmişin gölgelerini göremez olmuştu. Eşinin onu tanımamasını kabullenmek, adam için ilk zamanlar tarifsiz bir acıya dönüşmüştü. Kadının gözlerinde eskiden gördüğü sevda dolu bakışlar yerini derin bir boşluğa bırakmıştı. O boşluk her defasında adamın yüreğine keskin bir bıçak gibi saplanıyor, derin yaralar açıyordu.
Yine de adam her sabah yola koyulurdu. Kadının ona bir yabancıymış gibi davranması ruhunu paramparça etse de, sevdanın kalpten bağlanmak olduğunu biliyordu. Bazen kadın ona öfkeli sözlerle karşılık verir, bazen sessizliğe çekilirdi. Ne kadar kadının zihni onu unutmuş olsa da adam karısının kalbinin hâlâ hatırladığına inanıyordu. Her seferinde gözlerindeki yorgunluğu gizleyerek, kalbindeki yarayı sessizce saklayarak kadının yanına otururdu.
Çünkü yıllar önce, bu göl kıyısında birbirlerine bir söz vermişlerdi: "Ne olursa olsun, yan yana olacağız." Kadın artık o sözü hatırlamıyordu ama adam için o söz dünyalara bedeldi. Sevgi bazen hatırlanmasa da insanın ruhuna tutunur, kalpte büyür, nefes alırdı. Ve adam, işte bu sevdayla nefes almaya devam ediyordu.
Bedeni artık ruhunu taşıyamaz hâle gelse de sevdiğinin kalbindeki varlığına tutunuyordu. Adımlarını hızlandırıyor, kalbi onu yeniden görebilmenin heyecanıyla çarpıyordu. Zihni, zaman nasıl dikkatinden kaçar da onu geciktirir diye kendini suçluyordu. Ruhunun tek isteği, bir an önce onun yanına varıp kalbini kalbiyle sarmaktı. Ellerini tutmak, belki de yüzündeki ifadede bir aşk kırıntısı yakalamaktı.
Göl kenarındaki sokak lambaları, puslu sabahın içinde cılız bir aydınlık saçıyordu. Hafif bir esinti dalları usulca sallarken, ağaçların tomurcuklanmış dallarında çiy taneleri yapraklara tutunuyordu. Baharın gelişi vaatkâr olsa da hava serinliğini hâlâ koruyor, rüzgârın içinde geçmiş mevsimlerin gölgesi dolaşıyordu. Adam, yılların kamburlaştırdığı sırtını dikleştirmeye çalışarak adımlarına devam ediyordu. Soluk ceketinin yakasını titreyen elleriyle düzeltti; oysa baharın sıcaklığının çoktan içini sarıyor olması gerekirdi. Fakat ne rüzgâr yumuşaktı ne de günün aydınlığı yüreğine dokunuyordu. Derin bir nefes aldı ama ciğerleri sanki bu baharı içine çekmeyi reddediyordu, kaybolan umut dolu baharların yokluğuna duyulan bir inatla.
Kuş cıvıltıları ve uzaktan yankılanan su sesi adımlarına eşlik ediyordu. Fakat o, duyduğu hiçbir şeye dikkat kesilemiyordu. Zihninde tek bir düşünce vardı: her sabah olduğu gibi onu görmek. Kalbi hâlâ aynı heyecanla çarpıyor, sevdiğinin yanına varabilmek için bedeninin sınırlarını zorluyordu. Ancak yorgun bacakları artık bu tutkunun ritmine yetişemiyordu. Gözlerindeki eski ışık çoktan sönmüş olsa da ruhu hâlâ ilk günkü sevdanın sıcaklığıyla parlıyordu.
Bir an her şey bulanıklaştı. Adımları tökezledi; ayakları zemine tutunmaya çalışırken boşluğa yenik düştü. Bedeni sert bir şekilde yere savruldu, pürüzlü zemin sırtını acımasızca çizdi. Gözleri gökyüzüne dikildi, bulutlar yavaşça hareket ediyordu ama zaman onun için tamamen donmuş gibiydi. Belki birkaç saniye belki de bir ömür o yerde öylece yattı. İçinde yankılanan sessizlik, yalnızca düşüşün değil ömrü boyunca taşıdığı hayatının sessizliğiydi.
Çevredeki insanların ayak sesleri ve fısıltıları, bu sessizliği bozdu. Panikle başına üşüşen birkaç kişi oldu. Genç bir adam eğilip endişeyle, "Amca, iyi misiniz?" diye sordu. Adam, titreyen elleriyle yerden destek alarak doğrulmaya çalıştı ama dizleri bu çabayı reddetti. Göğsündeki kesik nefesler, ona ihanet edercesine hızlanırken boğuk sesiyle "İyiyim." dedi. Ruhu hâlâ ayakta kalmak istiyordu ama bedeni bu inada direniyordu. Yanındaki birkaç kişi, koluna girerek onu zar zor yakındaki bir bankın üzerine oturttu. Adam istemsizce başını eğdi, alnından akan terler yanaklarından süzüldü ve gözleri göle odaklanmaya calıştı. Görüş açısı buğulanmıştı, ama o yine de her detayı belleğine kazımaya çalışıyordu. Gölün durgun yüzeyi, ona bir zamanlar sevdiğiyle burada geçirdiği huzurlu anları hatırlatıyordu. Her hatıra, zihninde bir yansıma buluyor ve onu sevdiğine biraz daha bağlayarak kalbindeki sızıyı hafifletiyordu.
Nefesini düzenlemeye çalışırken, zihninde yankılanan tek bir düşünce vardı: "Yetişmeliyim... O beni bekliyor." Sevdiğinin artık onu hatırlamıyor olması, hiçbir şeyi değiştirmiyordu onun için. Kalp, hafızanın çok ötesinde bir bağ ile severdi ve o bağ, onları bir arada tutuyordu.
Adam inatla “İyiyim.” dese de, etrafındakiler bir türlü rahatlayamıyordu. Birkaç kişinin ısrarlarıyla hastaneye götürüldü. Hastaneye vardıklarında, bir hemşire hızla durumunu kontrol etmeye başladı. Ekranda beliren sayılarla birlikte kaşları çatıldı, nabzı çok yüksekti ve bu endişe verici bir durumdu. “Birkaç saat burada kalmanız gerek, nabzınız çok yüksek.” dedi, sesinde belirgin bir kaygı vardı. Adam kararlı bir şekilde başını iki yana sallayarak cevap verdi. “Hayır, gitmem gerek. Karım beni bekliyor.”
Hemşirenin yüzü şaşkınlıkla değişti. Adamın durumu ciddi görünüyordu, bu yüzden ısrarcı olmasına rağmen dışarı çıkmasına izin veremedi. “Bu halde dışarı çıkamazsınız. Arayıp haber verelim, durumunuz daha da ciddileşebilir.” Adam derin bir nefes aldı, omuzları yorgunluktan düşmüş yüzü solmuştu ama sesi yine de kararlıydı. “Karım Alzheimer hastası." dedi, sesinde bir hüzün hakimdi. “Benim kim olduğumu dahi bilmiyor.”
Hemşire şaşkın bir ifadeyle dudaklarını araladı "Madem sizin kim olduğunuzu bilmiyor, neden hâlâ onun peşinden koşuyorsunuz?" diye sordu. Dışarıdan tek cümlelik basit bir soru gibi görünse de, sorunun taşıdığı ağırlık adamın yüzünde ince bir hüzne dönüştü. Gözleri; yılların biriktirdiği sevdanın beraberinde getirdiği çaresizliği taşırken, geçmişle geleceğin kesişiminde derin bir boşluğa dalmıştı.
Derin bir nefes aldı. Dudaklarının kenarında beliren gülümseme, hüzünle karışık bir huzursuzluğun ve hayata teslimiyetin belirgin izlerini taşıyordu; sanki geçen zaman, yüzünde ince çizgilerle, kelimelere ihtiyaç duymaksızın sessiz bir hikâye yazmıştı. Sesinde, akrep ve yelkovanın hiçbir darbeyle silemediği bir kararlılık vardı. "O benim kim olduğumu bilmiyor ama ben onun kim olduğunu biliyorum." dedi.
Adamın dudaklarından dökülen cümle, odadaki her bireyin zihninde geri dönülmez bir iz bırakmış, kalplerde derin bir yankı uyandırmıştı. Her bir kelime, adeta bir çivi gibi kalplere çakılmış, sessizlikle birleşerek etkisini daha da güçlendirmişti. Hemşire, ağzını açmaya çalıştı fakat dilinde kaybolan kelimeler, yüreğindeki şaşkınlıkla birleşip boğazına düğümlendi. Bir şey söylemenin anlamsız olduğunu fark etti. O an, odada sadece keskin bir sessizlik ve sevdanın derin, unutulmaz izleri hakim oldu. Ne kelimeler ne de notalar bu bağın gücünü anlatabilirdi.
Adam direnerek hastaneden çıktı. Adımlarını atarken kalbinden yayılan keskin ağrı her nefesinde bedenine işliyor, her adımda ise bedeninden bir parça daha kayboluyordu ama buna aldırmadı; ruhsal acı, fiziksel acının önüne geçmişti. Gökyüzü griye bürünmüştü, yağmur ince ince çiseliyordu, her damla alnına düşerken zihninde yankılanan tek şey karısına verdiği o sözdü: "Melek sözü…" Her adımı hayata karşı bir meydan okuma, her nefesi ise bir inançtı. Dizlerinin titremesine rağmen ilerliyordu çünkü sevda hatırlanmakla değil, vazgeçmemekle büyürdü. O, sevdiği kadının yanına varana kadar kalbinde taşıdığı sevdayla yürümeye devam etti; toprağa kök salmış bir çınar gibi dimdik... Hayatın içinden, hayatın dışına; huzurun dışından, huzurun içine... Sol tarafında taşıdığı kişiye verdiği söz kalbinden bu dünyanın ötesine taşınacaktı, melek sözü…
Önünde beliren beyaz ışıkla adımları durdu, gördüğüyle gözlerine inanamadı; geçmiş ve gelecek ebediyen susmuş, sadece o an var olmuştu. Ruhunu saran o tanıdık gülümseme… Karısının gençliği, tıpkı yıllar önceki gibi, gözlerinde yılların verdiği boşluk değil sadece onu görebildiği bir aşk vardı. Üzerinde bahar rüzgârında zarifçe dans eden, hafifçe dalgalanan beyaz elbisesiyle ona bakıyordu; elbisesinin uçları rüzgarın etkisiyle hafifçe savruluyordu. Dünya adeta onların kavuşma anı için durmuştu. O anın içindeki sessizlik, zamanın ötesinde bir yaşamı hatırlatıyordu; yalnızca onlar vardı, geriye kalan her an silinip gitmişti.
Geçmişin tüm acıları ansızın bir anda ardında kalmış, yüzünde ise sadece o anda hayat bulan sıcak bir ifade belirmişti; geriye yalnızca o anda yeşeren aşklar kalmıştı. O an, tüm kırgınlıklar, tüm ayrılıklar, sadece bir anl��k gölge gibi silinmişti. Ne zaman vardı, ne de mekân; yalnızca iki kalp, birbirine kavuşmayı bekliyordu. Kadın, elini ona doğru uzattı, parmakları zarifçe havada dans ederken “Gel," dedi; sesi bir melodi, rüzgarın taşıdığı bir fısıldama gibiydi. "Birlikte yürüyelim."
Adamın ruhu, yıllar önce unuttuğu bir huzurla doldu. Sözleri, bedeninden öte bir anlam taşırken, elini kadınınkiyle buluşturdu. Tüm bedenindeki ağrılar kaybolmuş, yerini sevdayla dolan bir ruhun birbirine yakınlaşan adımları almıştı. Adamın dudakları titredi. Kalbindeki tüm acı birden hafiflemiş, ağır yükleri ardında bırakmıştı. Melek sözü… Beyin zamanla silse de, kalp hatıraları hep saklardı. Yıllar önce verdikleri söz, şimdi gerçekleşmişti. Gülümseyerek elini uzattı ve adımlarını hızlandırarak kadının yanına yöneldi. Her bir adımda, ruhu bedeninden biraz daha uzaklaşıyordu; dünyadan göçüyordu.
Sadece bir an vardı, bir sonsuzluk anı, hayatlarının tekrar birleştiği ve sona erdiği…
10.04.2024 —Sözlerin Ressamı

#edebi sözler#edebiyat#yazılarım#anlamlı yazılar#blog yazısı#şiir#kendi kalbine yazar#aşka dair#artists on tumblr#sessiz ve yalnız#bu kalp seni unutur mu#hayata dair#söz yazarı#sözlerinressamı#kendine yazar#keşfedilmeyen#keşfedilmemiş#ay benim gece senin#gecenin şarkısı#gecenin sözü#benim yazım#aşk ile#sevda#ruhun yalnızlığı#yalnızlığım#yalnızlığa mahkum#bazı yollar yalnız yürünür#aşk acıtır#Spotify
5 notes
·
View notes
Text

Yaş otuz beş! yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.
Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allahım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünürsünüz,
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?
Zamanla nasıl değişiyor insan!
Hangi resmime baksam ben değilim.
Nerde o günler, o şevk, o heyecan?
Bu güler yüzlü adam ben değilim;
Yalandır kaygısız olduğum yalan.
Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız;
Hatırası bile yabancı gelir.
Hayata beraber başladığımız,
Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;
Gittikçe artıyor yalnızlığımız.
Gökyüzünün başka rengi de varmış!
Geç farkettim taşın sert olduğunu.
Su insanı boğar, ateş yakarmış!
Her doğan günün bir dert olduğunu,
İnsan bu yaşa gelince anlarmış.
Ayva sarı nar kırmızı sonbahar!
Her yıl biraz daha benimsediğim.
Ne dönüp duruyor havada kuşlar?
Nerden çıktı bu cenaze? ölen kim?
Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar?
Cahit Sıtkı Tarancı
8 notes
·
View notes
Text

🌿Ferahlık Yakındır!Nice dertler vardır, yiğidi sıktıkça sıkar,Allah katında her derdin bir dermanı var.Sıkıldıkça daralır da daralır halkalar,Açılmaz zannederken, bir anda açılırlar.🍁| İmâm Şâfiî رحمه الله♥️
11 notes
·
View notes
Text
Sevgili 35.yaşım ne diyeceğimi bilemiyorum ama en çok da bu şiir ile ifade edebilirim kendimi. İçimde bir çocuk kaldı mı bilmiyorum. Büyüdüm mü emin değilim. Tek hissettiğim çoğunlukla yorgunluk. Bu süreçte istediklerimse pek olmuyor. Zaman diyorum. Geçecek. Garip bir dinginlik de hissetmiyorum desem yalan olur. Hala arıyorum. İçimdeki kendimi. Tamamlanmamış hissediyorum bazı şeyleri... iyi ki doğdum sanırım...
Yaş otuz beş! yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün.
Gözünün yaşına bakmadan gider.
Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allahım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünürsünüz,
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?
Zamanla nasıl değişiyor insan!
Hangi resmime baksam ben değilim.
Nerde o günler, o şevk, o heyecan?
Bu güler yüzlü adam ben değilim;
Yalandır kaygısız olduğum yalan.
Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız;
Hatırası bile yabancı gelir.
Hayata beraber başladığımız,
Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;
Gittikçe artıyor yalnızlığımız.
Gökyüzünün başka rengi de varmış!
Geç farkettim taşın sert olduğunu.
Su insanı boğar, ateş yakarmış!
Her doğan günün bir dert olduğunu,
İnsan bu yaşa gelince anlarmış.
Ayva sarı nar kırmızı sonbahar!
Her yıl biraz daha benimsediğim.
Ne dönüp duruyor havada kuşlar?
Nerden çıktı bu cenaze? ölen kim?
Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar?
Neylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak.
Kimbilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak,
Taht misali o musalla taşında.
12 notes
·
View notes