#gizli dere
Explore tagged Tumblr posts
Text
Olgun Çatı
#çatı aktarma#dere izolasyonu#çatı tamiri#çatı izolasyonu#Konstrüksiyon çatı#çatı işleri#çatı onarımı#asma dere#gizli dere#mantolama#kiremit çatı aktarma#çatı ustası#membran çatı#çatıcı#Şıngıl Çatı Kaplama#Onduline Çatı Kaplama#arduazlı çatı
0 notes
Text
Ama aşk kadehinden şarap içmemiş biri nasıl bir insandır ve döşemesi kadın ve erkek yüreklerinden, tavanı düşlerin gizli çardağından oluşan o tapınağın nurlu mihrabının önünde saygıyla dikilmemiş bir ruh nasıl bir ruhtur? Şafağın, taç yapraklarına hiç çiy damlası düşürmediği bir çiçek nasıl bir çiçektir; denize ulaşmadan yolunu yitirmiş bir dere nasıl bir deredir?
Kırık Kanatlar, Halil Cibran
16 notes
·
View notes
Text
İLKYAZ
Ah, kimselerin vakti yok
Durup ince şeyleri anlamaya
Kalın fırçalarını kullanarak geçiyorlar
Evler çocuklar mezarlar çizerek dünyaya
Yitenler olduğu görülüyor bir türküyü açtılar mı
Bakıp kapatıyorlar
Geceye giriyor türküler ve ince şeyler
“Memelerinde biraz irin, biraz balık ve biraz gözyaşı
Bir dev oluyorsun deniz deniz deniz
sisin dere ağızlarından sokulup akşamları
Fındıklarımızı basıyor
Neyleriz kararan tomurcukları
Çocuklarımıza yalvarıyoruz: Aç durun biraz
Tecimenlere yalvarıyoruz:
Bir “Hotel” bir gizli evlenme az çiziniz
Bir banka az çiziniz bir yalvarma
Bizden size ve sizden dışardakilere
Karılarımızı yolluyoruz tırnaklarını kesmeye ve demeye
-Evet efendim-
Çocuklarımızı yolluyoruz dilenmeye
Bizler gidiyoruz yatağımız tanrıya emanet
Yazların motorlu çingeneleri
Ah, kimselerin vakti yok
Durup ince şeyleri anlamaya
Baba evleri, ilk kez girilen ırmağa dönüş
Toprağa tutku, kendinden dolayı
Kulaklarımızı tıkıyoruz: Para para para
Kulaklarımızı açıyoruz: Kavga kavga kavga
Sorar belki biri: Kavga ama neden kavga
Komşumuza sonsuz balta, karımıza yumruklar içinde
-Bilmiyoruz neden kavga.
Sonra kasabanın cezaevinde
Silgimizi göz önüne yerleştiriyoruz
Günlerimiz iterek genişletiyoruz
Yer açıyoruz karılarımızı düşünmeye
Bizsiz geçen menevşeyi düşünmeye
Durup ince şeyleri anlatmaya
Kimselerin vakti olmasa da
Okulların kadın öğretmencikleri
Tatil günlerini çoğaltsalar da
Kutsal nemiz varsa onun adına
Gözlerimiz için bağlar dokusalar da
Birikimler ve çizgiler gitgide gitgide
Açmaya ilkyaz çiçekleri
Bir gün birileri öte geçelerden
Islık çalar yanıt veririz
Gülten Akın
#gülten akın#yazar#kitap#edebiyat#kitapalıntıları#kitapalıntısı#şair#şiir#şiirler#şiirheryerde#keşfet
18 notes
·
View notes
Text
Gizli anlamlar yok artık sözlerimde öyle paldır küldür konuşuyorum yazıyorum artık. Eşelemeye gerek yok. Önceleri, kırmamak-kırılmamak adına sarf ettiğim üstü kapalı laflar, ulaşamamış meğer hiç yerlerine, sanmak ile geçiştirmişim kendimi. İnsanlar senin zannettiğin kadar değer vermiyorlarmış aslında sana ( uyandın mı?) Sen, beklentilerinle kalıveriyormuşsun bir güzelce ve komik bir halde. duyuyormusun gizli gülüşlerini, görüyormusun alaylı bakışlarını ? uyandın mı ?
Artık varsın sığ desinler, boş desinler, Kolay geçilebilecek bir dere gibi görsünler. Derinliğim/derinliğin kime söktü şimdiye kadar? Onlar, görmek istedikleri gibi görürler seni/beni. İşte bu yüzden, vazgeç isteklerinden, beklentilerinden. karşılığı olmayan hiçbir iyilik yoktur..
4 notes
·
View notes
Text
seni hâlâ seviyorum ama sanki bir pencere kenarında, sakin ve serin bir yayla sabahında, yani kimseciklerin olmadığı bir anda, sen aklıma geldiğinde kaşlarımı çatmadığım, gözlerimi gizli saklı doldurmadığım o laçkalaşmış boşlukta, açık camdan içeriye sade adın üflense, arkama bakmadan koşacak, sonra bir dere kenarına diz üstü kapaklanıp, içim dışıma çıkar gibi ağlayacak ve içimden binlerce kez dokunma diye sayıklayacakmışım gibi hissediyorum. seni seviyorum ama işte her şey bu kadar. artık, benden ve kalbimden bu kadar. özür dilerim her şeyi bu sevgiyi mahvetmeni engelleyemediğim için
0 notes
Link
0 notes
Text
çatı aktarma, dere izolasyonu, çatı tamiri, çatı izolasyonu, Konstrüksiyon çatı, çatı işleri, çatı onarımı, asma dere, gizli dere, mantolama, kiremit çatı aktarma, çatı ustası, membran çatı, çatıcı, Şıngıl Çatı Kaplama, Onduline Çatı Kaplama, arduazlı çatı
#çatı aktarma#dere izolasyonu#çatı tamiri#çatı izolasyonu#Konstrüksiyon çatı#çatı işleri#çatı onarımı#asma dere#gizli dere#mantolama#kiremit çatı aktarma#çatı ustası#membran çatı#çatıcı#Şıngıl Çatı Kaplama#Onduline Çatı Kaplama#arduazlı çatı
0 notes
Text
İLKYAZ
Ah, kimselerin vakti yok
Durup ince şeyleri anlamaya
Kalın fırçalarını kullanarak geçiyorlar
Evler çocuklar mezarlar çizerek dünyaya
Yitenler olduğu görülüyor bir türküyü açtılar mı
Bakıp kapatıyorlar
Geceye giriyor türküler ve ince şeyler
"Memelerinde biraz irin, biraz balık ve biraz gözyaşı
Bir dev oluyorsun deniz deniz deniz
sisin dere ağızlarından sokulup akşamları
Fındıklarımızı basıyor
Neyleriz kararan tomurcukları
Çocuklarımıza yalvarıyoruz: Aç durun biraz
Tecimenlere yalvarıyoruz:
Bir "Hotel" bir gizli evlenme az çiziniz
Bir banka az çiziniz bir yalvarma
Bizden size ve sizden dışardakilere
Karılarımızı yolluyoruz tırnaklarını kesmeye ve demeye
-Evet efendim-
Çocuklarımızı yolluyoruz dilenmeye
Bizler gidiyoruz yatağımız tanrıya emanet
Yazların motorlu çingeneleri
Ah, kimselerin vakti yok
Durup ince şeyleri anlamaya
Baba evleri, ilk kez girilen ırmağa dönüş
Toprağa tutku, kendinden dolayı
Kulaklarımızı tıkıyoruz: Para para para
Kulaklarımızı açıyoruz: Kavga kavga kavga
Sorar belki biri: Kavga ama neden kavga
Komşumuza sonsuz balta, karımıza yumruklar içinde
-Bilmiyoruz neden kavga.
Sonra kasabanın cezaevinde
Silgimizi göz önüne yerleştiriyoruz
Günlerimiz iterek genişletiyoruz
Yer açıyoruz karılarımızı düşünmeye
Bizsiz geçen menevşeyi düşünmeye
Durup ince şeyleri anlatmaya
Kimselerin vakti olmasa da
Okulların kadın öğretmencikleri
Tatil günlerini çoğaltsalar da
Kutsal nemiz varsa onun adına
Gözlerimiz için bağlar dokusalar da
Birikimler ve çizgiler gitgide gitgide
Açmaya ilkyaz çiçekleri
Bir gün birileri öte geçelerden
Islık çalar yanıt veririz
Gülten AKIN
9 notes
·
View notes
Text
İLKYAZ
Ah, kimselerin vakti yok
Durup ince şeyleri anlamaya
Kalın fırçalarını kullanarak geçiyorlar
Evler çocuklar mezarlar çizerek dünyaya
Yitenler olduğu görülüyor bir türküyü açtılar mı
Bakıp kapatıyorlar
Geceye giriyor türküler ve ince şeyler
“Memelerinde biraz irin, biraz balık ve biraz gözyaşı
Bir dev oluyorsun deniz deniz deniz
sisin dere ağızlarından sokulup akşamları
Fındıklarımızı basıyor
Neyleriz kararan tomurcukları
Çocuklarımıza yalvarıyoruz: Aç durun biraz
Tecimenlere yalvarıyoruz:
Bir “Hotel” bir gizli evlenme az çiziniz
Bir banka az çiziniz bir yalvarma
Bizden size ve sizden dışardakilere
Karılarımızı yolluyoruz tırnaklarını kesmeye ve demeye
– Evet efendim –
Çocuklarımızı yolluyoruz dilenmeye
Bizler gidiyoruz yatağımız tanrıya emanet
Yazların motorlu çingeneleri
Ah, kimselerin vakti yok
Durup ince şeyleri anlamaya
Baba evleri, ilk kez girilen ırmağa dönüş
Toprağa tutku, kendinden dolayı
Kulaklarımızı tıkıyoruz: Para para para
Kulaklarımızı açıyoruz: Kavga kavga kavga
Sorar belki biri: Kavga ama neden kavga
Komşumuza sonsuz balta, karımıza yumruklar içinde
– Bilmiyoruz neden kavga.
Sonra kasabanın cezaevinde
Silgimizi göz önüne yerleştiriyoruz
Günlerimizi iterek genişletiyoruz
Yer açıyoruz karılarımızı düşünmeye
Bizsiz geçen menevşeyi düşünmeye
Durup ince şeyleri anlatmaya
Kimselerin vakti olmasa da
Okulların kadın öğretmencikleri
Tatil günlerini çoğaltsalar da
Kutsal nemiz varsa onun adına
Gözlerimiz için bağlar dokusalar da
Birikimler ve çizgiler gitgide gitgide
Açmaya ilkyaz çiçekleri
Bir gün birileri öte geçelerden
Islık çalar yanıt veririz
Gülten Akın
2 notes
·
View notes
Text
0 notes
Photo
Pepuk Kuşu Efsanesi Bir varmış bir yokmuş... Vakti - zamanda Anadolu’nun küçük bir dağ köyünde anne baba ile iki çoçuğu yaşarmış. Çocuklarının biri erkek diğeri de kız imiş. Bu ailenin herkesi imrendirecek derecede neşe, mutluluk ve sevinç içerisinde dilekleri gerçekleşir her şey gönüllerince olurmuş. Oturdukları köyde gayet sevilen bu iki güzel çocuk da gün gelmiş cıvıl cıvıl kuş sesleri, kuzu meleyişleri, dere çağlayışları arasında mavi ve yeşilin alabildiğine uzandığı yaylaların güzelliği içinde, boylu boyunca dağların eteklerinde bulunan ağaçların gölgeleri ve serinliği içinde güle, oynaya, büyümüşler. Taa ki günün birinde anneleri aniden rahatsızlaşıp ölünceye dek. Bu durum,ailenin tüm neşesini, huzurunu, mutluluğunu üzüntüye çevirip yok etmiş. İki kardeş de artık eskisi gibi ne gülmüş ne de sevinip oynamışlar. Her tarafa ağır bir yas ve sis bulutu çökmüş... Bir müddet sonra evde aş pişirecek kimsesi olmadığı için babaları yeniden evlenmek zorunda kalmış. Evlenmişte üvey anneleri kısır olduğu ve de çocuğu olmadığı için çocukları hiç sevmez, düşmanca davranırmış. Fırsat buldukça kötülük eder, elinden gelen her zulmü yapmaktan geri durmazmış. Hele babaları evden çıkınca vay haline çocukların, onlara türlü türlü eziyetler eder rahat yüzü göstermezmiş. Çocukları gece gündüz çalıştırp, döver ve kimseye anlatmamaları için de korkuturmuş. Zavallı çocuklar bütün bu kötülüklere rağmen yine de babaları üvey annelerinin yaptıklarına inanmaz diye çaresiz her eziyete katlanarak yaşamlarını sürdürme çabası gösterirmişler... Babalarının yine evde olmadığı bir bahar günü, üvey anneleri iki kardeşe torba, bıçak ve kazma vererek,dağa kenger toplamaya gönderir . İki kardeş sabah erkenden evden ayrılarak kenger toplamak için dağın yolunu tutmuşlar. Abla bir bir topladığı kengerleri kardeşinin sırtında taşıdığı torbaya koyarmış ve böylece de hava kararmaya başlayıncaya kadar kenger toplamışlar. Artık köye dönmek üzereyken Abla, kardeşinin sırtında taşıdığı torbanın dolup dolmadığını anlamak için torbayı yere indirip bakmışki ne görsün, torbada bir tek kenger yok. Bu duruma şaşıran iki kardeş, ’Sabahtan beri topladığımız kengerleri gizli gizli yedin değil mi?” Biz şimdi eve nasıl döneriz? üvey annemiz bizi öldürür!.. ’ deyip çıkışmış kardeşine. Kardeşi ise ’Hayır abla, bana yemem için verdiğin bir tek kengerin dışında yemin olsun ki yemedim!’ demiş. Ancak ablasını bir türlü inandıramamış. ’Abla eğer hala bana inanmıyorsan istersen karnımı aç da bak!’ demiş. Ablası almış bıçağı karnını yarmış bakmış ki kendisinin verdiği bir kengerin dışında midesi bomboş kardeşinin, meğerse kengerleri o yememiş!... Kardeşi doğru söylemiş. Kardeşinin karnını dikmeye çalışmışsa da kardeşi oracıkta ölmüş. Gidip torbaya tekrar bakmışki torbanın dibi delik ve sabahtan bu yana topladıkları kengerlerin döküldüğünü anlamış. Meğer üvey anneleri onlara (akşam kötülük etsin diye) dibi delik torbayı vermiş. Kardeşine inanmamakla hata yapıp onun ölümüne sebep olan abla, bu acı ve vicdan azabıyla neye uğradığını şaşırmış ve orada bulunan pınarın suyuyla kardeşini yıkayıp ağlaya ağlaya gömüvemiş. Gömütün yeri belli olsun diye de başucuna bir fidan dikmiş. Eve döndüğünde kardeşini soran babasına. ’O biraz yoruldu oduncularla gelecek’ demiş. Oduncular gelmiş, çocuk gelmemiş. - Nahırla gelecek demiş. Nahır da gelmiş, ama çocuk yine yok. - Davarla gelecek. Davar da gelmiş çocuk hala ortalada yok. Genç kız bir yandan baba korkusu, diğer yandan vicdan azabıyla kıvrılmış,yanmış, tutuşmuş parça parça olmuş yüreği. Kardeşine inanmamakla hata yapıp onun ölümüne sebep olan abla, bu acı ve vicdan azabıyla Allah’a yalvarmaya, dua etmeye başlamış. ’Allah’ım beni pepuk kuşu yap bu dağlara sal ki dünya döndükçe dağlardan dağlara kardeşim diye seslenip durayım!...“ Efsane bu ya o gece kızın dileği kabul olur, genç kız o gece Allahtan, pepuk kuşu olmuş ve gidip kardeşinin başucundaki ağaca konup hep kardeşi için seslenip durmuş. Ve işte o gün bu gündür bu kız, pepuk kuşu olarak dağlarda oradan oraya dolaşarak, kardeşini öldürdüğü için herkese kendini ihbar eder durur: Her bahar mevsimi kengerin yerden bitmesi ile beraber pepuk kuşunun acıklı ötüşü de başlar. (Zazaca) “Phepu” “Kheku” “Kam kerd” “Mı kerd” “Kam kişt” (çişt) “Mı kişt” (çişt) “Kam şüt” “Mı şüt” “Ax! Ax! Ax!” (Kürtçe) ’Pepuu’ “Kekuu” “Ke qir?” “Mın qir” ’Ke kuşt?’ ’Mın kuşt’ ’Ke şuşt?’ ’Mın şuşt’ “Ah! ah! Ah!” (Türkçe) ’Pepuu’ “Kekuu” (baba) “Kim yaptı?“ “Ben yaptım” ’Kim öldürdü?’ ’Ben öldürdüm’ ’Kim yıkadı?’ ’Ben yıkadım’ “Vah! Vah! Vah!” Alıntı
22 notes
·
View notes
Photo
Sasa Uçmağı
Bahar gelmiş toprağıma; bu sabah odamın perdesiyle tatlı tatlı dans ediyor rüzgâr. İnsanın içini dolduran güneşler çıkıyor pencereme. Saçlarım dağılıyor odama ekilen tohumlar gibi dalga dalga yayılıyor yüzüme. Bir Kızıl Derili atasözü düşüyor sonra aklıma tam da o anda "ilkbaharda usul usul yürü, toprak ana hamiledir" ne muazzam. Yürüyüş deyince dingin bir hayal doluyor içime; uzun uzadıya yürüyorum sanki ıhlamur ağaçlarıyla dolu bir deniz kıyısında, kapatıyorum gözlerimi bırakıyorum kendimi rüzgâra, göz kapaklarımda bulut, kulağımda sasa, gülümsüyorum. Gülümse, her gülüşte bahar doluşsun gönlüne.
Her daim bahar kelebeğini gözlemek için beklemişken, bütün senenin manasını onun rengine yüklemeyi beklerken bahar kelebeğine yasaklanmak benimkisi. Bu bir yangın işte; bu dumansız, bu alevsiz, bu ateşsiz bir yangın içimde. Hoş benim artık hobi olarak yanmak, mütemadiyen yanmayı seviyorum ben.
Sahi ne mutluyduk dünyadan sıyrılmış küçücük hayatlarımızın telaşında kaybolup giderken... Geceleri yıldızlara bakarken, içimde hiç kazma vurulmamış, hiç yeşertilmemiş bir yerin varlığını hissediyorum. Keşke bir tek bunu çözebilseydim. En çok yolumuzun kesiştiği şarkıları sevdim.
Şimdilerde yeni bir hikâye başlattım kalbimde. Ah Muazzez ne çok acıların vardı ömründe. Adım adım yazacaktık bir öyküyü en baştan seninle. Peşimi bırakmayan arsız bir kedi gibi ayaklarımda dolaşan şu uyuşukluğum olmasa çoktan bitirmiştik birinci bölümü şimdiye. Ama sen üzülme, yazacaklarımın hepsi kafamın içinde. Bir başlasam coşkun ırmaklar, çığkan dereler gibi akacak kâğıda kaleme. Ama gel gör ki peşimi bırakmıyor bir türlü şu uyuşukluk, kör olası kan emici örümcek, bırakmıyor beni bana. Bir şeyleri yapmam gerekirken yapamıyor oluşumla yapamayışımın hengamesi arasında yuvarlanıp gidiyorum işte. Bunlar hep stres. Oturduğumda dans ediyor sanki harfler gözlerimin önünde. Ne çok dil vardı şu dünyada. Oysa hepsinin temeli, tüm insanlığın sevgi değil miydi? Koca bir hiç! Tamamen palavralar bütünü, ne kadar çok laf-ü güzaf.
Onca bugüne rağmen; daktilolara, klavyelere, dokunmatik samimiyetlere rağmen bir mektubu hala bir kâğıda karalamam lazım geliyor bana. Öyle olmalı sanki yazıyorsan şayet kalem kâğıda değmeli, aklın tüm odalarında koşuşturmalı yağız atlar, bir ceylan su içmeli göğsündeki pınardan. Sonra akmalı çılgın dereler gibi gönül mürekkebi dökülmeli kalemden kâğıda. Dökülmeli ki okuyan anlamalı kıymetini, bu da mektup mu deme şimdi; edebiyatta okuyucusuna yazılan her hece mektuptur biraz.
Neydi o meşhur söz; bir şiiri birkaç kalemle yazmak lazım gibi geliyor bana. Sahi değil mi? Bir yazıyı da birkaç kalemle yazmak lazım gibi geliyor bana, bütün renkleri katmalı içine; maviyle yazmalı bir bölümü mesela, özgürlük katmalı içine. Sonra bir bölümü kırmızıyla yazmalı aşkı dahil etmeli aşkın içine, yeşil ile karalamalı bir kısmı yaşamak ekmeli toprağına, sonra canlı bir sarı ile devam etmeli bahar serpiştirmeli aralara... Burayı da niye bunla yazmışım diye okurken renkler de manalarını akıtmalı kalemden satırlara.
Siz uyuyordunuz sevgili okur, tüm şehir uyuyordu; şiirdeki gibi, açlar toklar herkes uyuyordu. Bense oturmuş bir aşk masalı yazıyordum kulağımda bir sevda türküsü. Şimdi deniz karanlık gecede bir tutam buhar gibi titriyordur. Gemiler sessiz kuşlar uyuyordur. Oysa önceleri ne çok severdim bu saatleri. Sabahlara kadar titrek mum ışığına pervane ederdim gönlümü birkaç satır olsun karalayabilmek için kâğıtlara. Ne fırtınalar vardı gönlümde dışarıdaki sessizliğe inat. Bunca soğuğa rağmen en sevdiğim ağacın altında karalarken bi’şeyleri biraz olsun hafiflesin diye bekledim yalnızca gönül yüküm. Hani olur ya bazen hava sıcaktır, bir dere kenarında gezinirken önce suya ayaklarını sokmak istersin sonrası suyun serinliği içine çeker seni, gittikçe gitmek istersin; ama derenin suyu hızlı, ama dere güçlü, ama az daha gidersen bilirsin ki seni alıp götürecek ve çarpacak en sert kayalara. Vura vura kafanı öğretecek sana tüm bunları. Biliyorsun aslında ama yine de serinlik nasıl tatlı, nasıl çağırıyor şirin bir ezgi gibi kalbini büyülemiş. Benim hikayem de tam böyleydi işte.
Kuşlar terk etmiş beni, ben terk etmişim çok mu?
Gözlerim yenik düşüyor en çok gözlerine, bir laf arasında takılı buluyorum sonra ikisini duvarlara. Ne menem şey şu gece dedikleri… Sanki ne vardıysa tüm gün susan gelip dökülüyordu yatağa uzanınca yanına, soğuk bir beden gibi. Zindanlarca tutulan mahkumlar gibi akın ediyorlardı aklımın bütün bahçelerine, hele bir de güzelse hava. Zindan deyince şu paradoks düşüyor üzerime; ya asıl mahkumlar bizsek dışarda? Öyle ya bizim de hayatlarımız belirli zorunluluklar üzerinde yaşanmaya mahkûm kılınmış yapılar değil mi?
Mesela ben; bıraksalar yine bin bir hesapla kitapla projeler mi çizerdim? Yoksa dört bir yana baharda dağılan çiçekler misali okul sıralarında açan çiçeklerime kavuşmayı mı seçerdim? Farkeder miydi mesela çokça yüksek katlı, zamazingosu bol plazalarda tıkır tıkır dolaşmakla; Anadolu’nun belki en ücra köşesinde, kışın ortasında, sobası cıngır cıngır yanan bir odacıkta şiirler okumak, türküler söylemek? Biri şûride, biri ruh-u revan.
Ne ağır şey değil mi şu hasret türküsü? Hepimizin dilinde… Herkesin bir hasreti var sevgili okur ve herkes muhakkak ki kendine iyi gelen suya sürüklenirdi; ya merhem olurdu o su eninde sonunda ya da kanlı bir dere. Yine de ne olursa olsun gitmek isterdim arkama bakmadan o uzaklara. Toplayıp nerde ne kadar kitabım varsa hepsini sere serpe açmak isterdim o kır çiçeklerine ki senelerce bunun için biriktirmemiş miydim koca bir duvarı? Karış karış gezerken toprağımı, tek tek su diye sunmayacak mıydım bütün çeyizimi o sıra güllerine? Bir gün onlara kavuşabilme ümidiyle rengarenk o kitapları dizmemiş miydim koca duvarının raflarına? Olmadı… İşte bunlar hep algıda gececilik, nerden başladık nerelere geldik sevgili okur.
Herkesin gizli kutusunda sarıp sakladığı yıkılan birtakım hayalleri vardır burdan devam ediyoruz. Şimdi çok toz kalkacak diye eski şeyleri düşünmüyorum. Heveslerimi tüketiyor bu kış demiştim geçenlere, bahar dallarına hasret kaldım. Şimdi beklenen bahar geldi işte, yavaş yavaş düşüyor yeryüzüne. Ağaçlar çiçek açtı, yeşeriyor çimenler. Ne büyük mucize! Kahverengi dallardan beyaz çiçekler açtıran Rab, illaki biliyordu içimizden geçen duaları; öyle değil mi Sevgili Okur? Kalbini denizden yap.
Bugünler geçtiğinde uzunca bir yola çıksak; ıhlamur ağaçları boyunca, mis kokuları tepemizde, sasalar kulağımızda...
“Sasa” ; “ilkbahar çimlerinin sesi” demektir Sevgili Okur.
Yeniden çimlerde gezeceğimiz günlere kavuşma temennisiyle.
https://www.youtube.com/watch?v=8astGDM3NOc
6 notes
·
View notes
Photo
https://www.eclectia.com.tr/su-yalitim-sistemleri İSOSPRİNG SU KESİCİ; Akrilik Reçine Esaslı, Uv Güneş Işınlarına Dayanıklı, Tek Bileşenli, Elastik, Sürüldüğü Yüzeyin Şeklini Alan, Yapışma Gücü Yüksek, Isı Değişkenliklerine Dayanıklı, Nefes Alabilen, Çatlaklara Köprü Yapabilen % 100 Su Yalıtımı Sağlayan, Temel, Balkon, Banyo, Tuvalet Teras, Fayans Altı, Perde Duvar Çatı Dipleri, Saçak, Gizli Dere, Gibi Su Yalıtımına İhtiyaç Olan Her Yerde Kullanılır, Hazırdır ve Su İle İnceltilmez. GSM:0(532) 227 91 53 E-Mail: [email protected]
1 note
·
View note
Text
GÖKÇEADA TURU
Güneşin en yavaş battığı yer: Gökçeada (İmroz)
Gökçeada, Kuzey Ege’nin incisi
Türkiye'nin en büyük adası olan Gökçeada (İmroz) mitolojide Poseidon’un adası olarak anılıyor. Türkiye’de güneşin en son battığı yer olan İmroz bakir kalmayı başarabilmiş yerlerdendir. 95 km uzunluğundaki kıyı şeridinde Yuvalı, Aydıncık, İnceburun ve Uğurlu gibi el değmemiş birçok plaj var. Türkiye'nin tek sualtı milli parkı da burada, Yıldızkoy ile Yelkenkaya arasındadır.
Bademli, Zeytinli, Tepeköy ve Dereköy; Gökçeada’nın Rum köyleri kökeni yüzyıllar öncesine dayanan yerleşim yerleri. Gökçeada’yı tam anlamıyla hissetmek için mutlaka gezilmesi gereken, nostaljik havalarıyla büyüleyici yerler!
Gökçeada denizinin bu kadar temiz olmasının bir kaç nedeni var. İlk olarak kuzey ege hem yunanistan hemde Türkiye açısından sanayileşmemis bir bölge dolayısı ile denizleri kirletecek herhangi bir sanayi bölgesi veya büyük liman bulunmuyor.Karadenizden gelen akıntılarda kirliliği açık denizlere taşıyor. Hakim rüzgar yönüde kuzeyli olduğu için havasıda denizide çok temizdir.
1960’lı yıllara kadar adanın nüfusunun %95’ini Rumlar oluşturuyormuş. Bu dönemde Kıbrıs sorununun yarattığı gerginlik yüzünden Rumlar evlerini ve topraklarını bırakıp, adayı terk etmiş. Şimdi yaklaşık 10 bin kişinin yaşadığı adada 150 civarında Rum kalmış, üstelik bunların çoğunun yaşı yetmişin üzerindedir
Rumlar ilçe merkezi (Panagia) dışında, Kaleköy (Kastro), Tepeköy (Agridia), Dereköy (Schinoudi), Zeytinliköy (Aya Todori) ve Bademli (Gliki) köylerinde yaşıyor. Rumların yaşadığı köyler Kaleköy dışında kıyıdan içeride. Adaya yerleşen Türkler için kurulan köylerden Uğurlu ve Şahinkaya’da Karadenizliler, Yeni Bademli ’de Ispartalılar, Eşelek ve Şirinköy’de de Bulgaristan göçmenleri yaşıyor.
İmroz
"Çorak Topraklarda Bereket" tanrısı olarak adlandırılan Imbrasos'un bolluk diyarı olarak bilinen Imroz; bugünkü adıyla Gökçeada, Homeros'un Ilyada destanında deniz tanrısı Poseidon'un adası olarak geçmektedir. Ada, 1456 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafından Osmanlı İmparatorlugu topraklarına katılmıştır. Ada halkının Kaptan-ı Derya Barbaros Hayrettin Paşa'ya gösterdigi ilgiyi duyan Kanuni Sultan Süleyman adayı vakıf ilan etmiş ve ada halkından vergi alınmaması hakkında ferman çıkartmıştır. Balkan Savaşı yenilgisi sonucu ada, Yunanistan'ın egemenligine geçmiş, 1. Dünya Savaşı sırasında İngilizler tarafından hava ve deniz üssü olarak kullanılmıştır. 24 Temmuz 1923 Lozan Antlaşması ile ada tekrar ülkemiz topraklarına katılmıştır. Adanın fiilen Türkiye topraklarına katılması, 22 Eylül 1923'tür. Bu tarih adanın kurtuluşu olarak kutlanır.
Türkiye'nin en büyük adası. Kendi suyunu kendi karşılayan bir ada.
Türkiye'nin en batı ucu, güneşin en son battığı yer.
Doğal su kaynakları açısından Ege'nin en zengin adası.
Deniz kenarındaki tek düzenli yerleşim yeri Kaleköy Limanıdır.
Gezi Planı
1. Gün 30.08.2019 Cuma Günü
KEFALOS-Aydıncık Plajı (Yüzme Molası)
TUZ GÖLÜ (Çamur Banyosu)
LAZ KOYU (Yüzme Molası)
DEREKÖY - Tarihi Çamaşırhane-Kilise-Köy Sokakları
2. Gün 31.08.2019 Cumartesi Günü
GİZLİ LİMAN (Yüzme Molası)
TEPEKÖY - Agridia Kilisesi
ZEYTİNLİ KÖYÜ-Greek-Orthodox-Madamın Yeri-Köy Meydanı-Kahvesi-Kilise
GÖKÇEADA MERKEZ - Alışveriş-Kilise-Tarihi Cami
3. Gün 01.09.2019 Pazar Günü
BADEMLİ
KALEKÖY - Tarihi Kilise-Mustafanın Kayfesi-Kale
KUZULİMANI PLAJI (Serbest Zaman)
Kefaloz – Aydıncık Plajı
Adanın en geniş en meşhur plajı
Aydıncık plajı, adanın en meşhur ve kalabalık plajıdır. Halk arasındaki adı Kefaloz’dur. İncecik kuma ve dalgasız denize sahiptir. Aydıncık (Kefaloz) Plajı Gökçeada’nın günübirlik tesisi olan tek plajı olması nedeniyle dikkat çekiyor. Plaj 1200 metre uzunluğundadır. Konaklama tesisleri ve yemek servisi de bulunmaktadır. Kuzeyden esen rüzgarlara açık olduğu için serin bir hava sunuyor. Lodos çıktığında ise sörf yapmak isteyenler bu sefer Aydıncık’ın hemen bitişiğindeki Kefaloz koyuna yönelebiliyor.
Gökçeada Surf Inn Murat bey 0532 220 26 24, 0533 293 22 08
Tuz Gölü
Aydıncık ve Kefalos plajının ortasında yer alan Tuz Gölü, her iki taraftan rüzgarın yığdığı kum seddinin ortasında oluşmuş. Gölün derinliği ortalama 1 mt. , genişliği 1 km. Göle boşalan bir dere yok, tamamen deniz suyu ve yağmurlarla oluşuyor.
Gölden çıkan siyah çamur bazı hastalıklara iyi geldiği düşünülerek turistler tarafından vücuda sürülüyor. Yapılan analizlerde, içerisinde bol miktarda kükürde rastlanmış olup çamur kürü tedavisi yapıldığında, romatizma, sedef, kireçlenme gibi hastalıklara iyi geldiği görülmüş.
Aydıncık’ta Tuz Gölü olarak adlandırılan lagün ve biyolojik üretim sağlayan ekosistem düzeniyle adanın en önemli sulak alanlarından biridir. Aralarında koruma altında bulunan flamingolar başta olmak üzere pelikan, yaban ördeği ve kaz gibi göçmen kuşlara da bahar aylarında ev sahipliği yapmaktadır.
Şiddetli rüzgarlar sonucunda yığılan kum seddinin deniz ve yağmur suyu ile dolması sonucu oluşan göl, yaz aylarında ise suyun buharlaşmasıyla geriye ince bir tabaka tuz bırakarak süper bir manzara oluşturur.
Laz Koyu
Laz Koyu, Gökçeada'nın güney kıyısında, ufak, şirin bir koy. Asfalt yoldan sola doğru tabela işareti bulunuyor. Toprak yoldan 300 metre ilerledikten sonra sizi şaşırtacak güzellikte bir koya ulaşıyorsunuz.
Koyda bir tesis bulunuyor. Burada şemsiye şezlong kiralayabilir, yemek yiyebilirsiniz. Aklınızda bulunsun, kuzey rüzgarı ne kadar kuvvetli olursa olsun Laz Koyu'nu etkilemiyor, deniz yine süt liman...
Dereköy
Tarihi Çamaşırhane, Kilise ve Köy Sokakları
Dereköy adanın en batı kısmında yer alan bir Rum Köyü. Stratejik konumu ve Pirgos Limanı sayesinde, geçmişte diğer köylere göre ekonomik ve sosyal açıdan daha fazla gelişim göstermiş. Zamanında 1950 hane ile adanın hatta Türkiye'nin en büyük ve kalabalık köyüymüş şimdi hayalet bir kasaba gibi, yalnızca kahvehanesi açık. İçerisinde 22 kahve, 2 sinema, çok sayıda berber, bakkal, terzi gibi dükkanlar ve 3 zeytinyağı imalathanesi bulunurmuş.
Şimdi ise köyün iki kilisesiyle, çamaşırhanesi ve yeni okulu ayakta duruyor.
Günümüzde yaz-kış köyde 140-150 hanede yaşam sürmekte. Nüfusun yarısını Rumlar yarısını güneydoğu'dan yerleşen Türkler oluşturmakta.
Köyde ibadete açık iki kilise bulunuyor. Köyün girişindeki Hagia Marina Kilisesi ve çarşıdaki Koimesis Tis Theotokos Kilisesi. İkisi de 1800’lü yılların başında inşa edilmiş. Yakın zaman önce köyün papazı ölünce yenisi tayin edilmemiş. Pazar günleri ibadeti merkezden gelen papaz yönetiyor.
Tarihi Çamaşırhane
Adadaki sosyal hayatı yansıtan bir diğer yapı grubudur. Anadolu’da “yunak” olarak da adlandırılan çamaşırhaneler, kadınların belirli günlerde toplanıp çamaşır yıkadıkları ve sonrasında kapılarını kapatarak yıkandıkları yapılardır.
Ada’daki hemen her köyde birden çok çamaşırhane bulunmaktadır. Bunlar bir cephesi açık veya kapalı dikdörtgen planlı basit yapılardır. Geleneksel yığma taş duvarla inşa edilen yapıların üzerleri kiremit kaplı kırma çatılarla örtülüdür. İçerisinde yer alan çeşmeler, kazanlarda suların ısıtıldığı ocaklar, çamaşır yıkama tekneleri, sekiler, malzemelerin konduğu nişler ve suların atıldığı açık kanallar bu yapıların temel unsurlarıdır.
Dereköy’deki Hagia Panaghia Kilisesi yanında yer alan çamaşırhane bunların anıtsal bir örneğini teşkil eder. Kilise ile aynı yıllarda inşa edildiği düşünülen yapı doğu-batı yönünde uzanan dikdörtgen planlıdır. Kapalı bir özellik gösteren çamaşırhanenin kısa cephelerinde birer kapı yer alır. Kuzey duvarında belirli aralıklarla yerleştirilen dokuz ocak bulunur. Kemerli ocakların hemen önünde çamaşır yıkama tekneleri yer alır. Suyun temin edildiği iki çeşme, güney duvarına yerleştirilmiştir.
Gizli Liman
Adanın en batı ucudur. Doğal olarak ülkemizin en batı coğrafi koordinatlarına sahip noktadır. Dalganın olmadığı, bakir uzun bir plaja sahip akvaryum gibi berrak denize sahiptir. İncecik kumdan oluşan kumsalı çam ağaçlarının önünde uzanan, cennet gibi bir koy. Koyda köylüler tarafından büfe, tuvalet ve duş hizmeti veriliyor.
Tepeköy
Agridia Kilisesi, Çınaraltı
Rum Köylerinden en yüksekte olanıdır. Eski ismi Agridia dır. Agridia Yunanca'da küçük tarlalar anlamına geliyor. Köy, volkanik Aya Dimitri tepesinin yamacına kurulmuş. Manzarası, tahmin edeceğiniz üzere çok etkileyicidir.
1964 senesinden önce 1200 olan köyün nüfusu şimdi sadece 60. Bir hayalet köyüne dönmüşken 15 sene önce uzun yıllar yaşadığı İstanbul'dan doğduğu köye dönen Barba Yorgo'nun girişimleriyle canlanmaya başlamış. Kendisi önce köy meydanında ufak bir Rum tavernasını işletmeye başlamış. Ürettiği ev şarapları Gökçeada'nın ismiyle anılır olmuş. Son yıllarda köylerine geri dönen Rumlar çoğalmış. Köy kahvesi artık sürekli dolu. Burada frappe içebilir, ünlü yunan tatlısı tatlı süt böreğinden yiyebilirsiniz. Köyde, 1832 tarihli Evangelismos Teotoku Kilisesi ve eski Rum mezarlığı gezilebilir. Zamanında köyde 2 zeytinyağı ve sabun imalathanesi, 9 dokuma atölyesi, 3 kaşar peyniri imalathanesi, 4 marangoz atölyesi bulunuyormuş.
Çınaraltı: Adada koruma altına alınmış 6 adet çınar ağacının en yaşlısının bulunduğu Tepeköy Çınaraltıdır. 625 yaşındaki çınar ağacı herkesi büyüleyecek güzelliktedir. keyifli bir piknik alanı. En sıcak günlerde bile bunaltmayan havası ile bu alan aynı zamanda tepede yer alan konumu sayesinde eşsiz bir manzaraya sahiptir. Ağacın dibinde tarihi bir çeşme bulunuyor.
Zeytinli
Greek - Orthodox Church, Madam’ın Yeri-Dibek Kahvesi-Sakız Muhallebesi,
Köy Meydanı, Köy Kahvesi, Kilise
Rum mimarisi taş evleri, birbirinden şirin kafeleri, her taraftan fışkıran rengarenk çiçeklerle adeta bir film platosunu andırıyor.
Yapısı hiç bozulmamış taş sokakları, eski Rum evleriyle merkeze yakın bir köydür. En önemli özelliği harika şarapların burada yapılmasıdır. Sakızlı muhallebisi ve Dibek kahvesiyle ünlü Zeytinli köyü diğer Rum köylerine göre daha bakımlıdır.
Zeytinliköy zamanında adanın en sosyal yerlerinden biriymiş. Şimdi de çok sayıdaki kafesi sebebiyle en sık ziyaret edilen köylerden. Yaz-kış sürekli yaşayan kişi sayısı 50-60 civarında. Adından da anlaşılacağı gibi etrafı çok sayıda zeytin ağacıyla çevrilidir. Adanın en eski kilisesi olan Agios Georgios Kilisesi bu köydedir.
Dünyadaki 300 milyon ortodoks Hiristiyanın ruhani lideri olan 1.Bartholomeos 1940 yılında Zeytinli'de doğmuş. 1991 yılında Patrik ilan edilen Bartholomeos, senede birkaç kez doğduğu evi ziyarete geliyor. Zeytinliköy'de kafeler dışında 3 butik otel ve 2 meyhane de bulunuyor.
Mina Cafe 0534 389 85 02
Gökçeada Merkez
Kilise, Tarihi Merkez Cami, Kent Müzesi, İş bankasının sokağı (trafiğe kapalı olan yer mutlaka gezilmeli-kokina)
Adanın tüm bankaları, mağazaları ve devlet binaları günümüzde ilçe merkezi olan Çınarlı’da (Panagia) yer alıyor. Merkezde Osmanlı döneminden kalma iki tarihi cami de var. Adadaki Rumların dini temsilcisi olan metropolit de buradaki konutunda oturuyor. Metropolithane olarak adlandırılan bu iki katlı binanın bitişiğinde İmroz’un katedrali olan Panagia Kilisesi yer alıyor. İlçe merkezindeki Yeni Mahalle’de (Evlampiyo) Hagia Barbara adında büyük bir kilise, çevrede de otuzdan fazla şapel bulunuyor.
Trafiğe kapalı tek sokak olan İş Bankası sokağı son yıllarda dükkanları, kafeleri ve restoranları ile canlandı. Ada merkezinin bu en sempatik sokağına uğramadan dönmeyin...
Merkezdeki eski hamam restore edilerek 2017 yılında Kent Müzesi olarak açıldı. Adayı yakından tanımak ve adalıların hikayelerini öğrenmek için mutlaka uğrayın. Müzenin bahçesindeki kafe, merkezin kalabalığından sıyrılacağınız bir vaha gibi, burada çok lezzetli ev yapımı limonata da içebilirsiniz.
Bademli
Bademli de kilisesi, çamaşırhanesi ve güzel evleriyle ünlü bir başka Rum köyü. Köyde şimdi çok az Rum yaşıyor, kahvehane dışında açık hiçbir dükkan kalmamış. Köyün altındaki ovaya Yeni Bademli köyü kurulmuş. Artık adanın en kalabalık köyü olan Yeni Bademli’de ev pansiyonculuğu yaygındır.
Bademli koruma altında olan 4 köyden biri. İsmini etrafını saran çok sayıda badem ağacından alıyor. Zamanında adanın en zengin köyü olarak, meyvecilik, süngercilik ve hayvancılıkla uğraşıyormuş köy halkı. Bu ufak köyde ara sokaklarda dolaşırken köy meydanını kendi kendine buluyor ayaklarınız. Burada sizi köyün eski kahvehanesi karşılıyor. Üzerinde 1903 tarihli bir güneş saati bulunuyor. Son yıllara kadar kullanılan saat, binanın yanındaki dut ağacının büyümesi ve güneşi engellemesiyle işlevini kaybetmiş. Meydanda Rum bir aile tarafından açılan bir kafe daha bulunuyor. Köyün imece usulüyle, kendi olanaklarıyla inşa ettiği ilkokul bir süredir otel olarak hizmet veriyor. Artık okula ihtiyaç duyan çocuklar yok köyde. Köyde anıt niteliğinde yaşlı bir çınar ağacı bulunuyor. Çınar ağacının yanında da yarı açık bir çamaşırhane yer alıyor.
Eski Bademli'de Gökhan'ın Bal Çiftliğine * Arıların şaşırtıcı dünyasıyla ilgili bir sürü ilginç şey öğrenecek, organik ve ödüllü balının tadına bakabileceksiniz.
Kaleköy
Mustafanın Kayfesi, Tarihi Kilise, Kale, Kaleköy Çarşı, Kaleköy Liman
Tepede kurulmuş, eski bir Rum köyüdür. Limanı var. Yunanistan’ın Semadirek adası en güzel buradan izlenir. Tepede her yere hakimsinizdir. Havaalanı da buradadır.
Eskiden adanın limanı Kaleköy’müş ve burası deniz kıyısındaki tek yerleşimiymiş. Köyün üstündeki tepede de bir kale kalıntısı var. Köyde birkaç kilise var.1974 yılında Rumların tümü köyü terk etmiş. Adadaki otel ve lokantaların çoğu Kaleköy’de.
Kaleköy eski ismiyle Kastro, antik dönemden kalma bir yerleşim yeri. Bir tepe üzerine kurulu olan köy, kentsel sit alanı ilan edilmiş. Mimari projeler önce anıtlar kurulunun onayından geçiyor ve sadece taştan binalar yapılabiliyor. Köyde yaşayan hiç Rum kalmamış. Sadece 20-30 sene önce Doğu Anadolu'dan göçmüş aileler ve son yıllarda yerleşmiş şehirliler yaşıyor.
Kalenin çevresinde antik yazıtlara, mermer mimari kalıntılara ve heykel parçalarına rastlanıyor. Ayrıca burada yaşayanlar su gereksinimlerini karşılamak üzere tepe üzerine Roksades isimli bir sarnıç yapmışlar. Bu vadinin önemi, dinsel törenlerin merkezi olması. Burada bir Hermes tapınağının kalıntılarından bazı parçalar ayaktadır. Kalenin civarındaki evlerin duvarlarında eski taşlar kullanılmış.
Ada zeytinyağından, yağmur suyundan, keçi sütünden yapılan İmroza Sabunları'ndan almak için Kaleköy'deki atölyelerine uğrayın. Hem böylece köyün en güzel manzaralı bahçesini de görmüş olacaksınız.
Mustafa'nın Kayfesi: (0286) 887 20 63 dibek kahve+sakızlı muhallebi
Gökçeada Ne Yapmadan Dönme?
Gökçeadanın Temiz Berrak ve Buz Gibi Denizine Girmeden Dönmeyin
Zeytinliköyün de Dibek Kahvesini İçmeden
Efibadem Kurabiyesini Tatmadan Hediyelik Almadan Dönmeyin. (Gökçeada merkezde meydan pastahanesinden) karadut dondurması tavsiyeli
Kefaloz Tuz Gölünde Çamur Banyosu Yapmadan
Gökçeada Koyunu Ve Keçisinin Tadına Bakmadan Dönmeyin.
Yukarı Kaleköyde gün batımı mutlaka izleyin
Rum Köylerini gezmeden
Ev yapımı Rum şarabı almadan
İmroza sabunlarından alınmadan, dönmeyin.
Ne Alınır?
Efibadem kurabiyesi
Ne Yenir?
Oğlak tandır, buharda oğlak, kuzu kapama gibi.
#gökçeada#imroz#kefaloz#tuzgölü#lazkoyu#dereköy#tarihi çamaçırhane#gizli liman#tepeköy#zeytinli#bademli#kaleköy#efibadem#berabergezsek
2 notes
·
View notes
Photo
🌸🌸🌸🌸 Güzel gören güzel düşünür. Güzel düşünen, hayatından lezzet alır. ... Rabbim güzel düşünenlerden ,güzel bakanlardan ve hayattan tat alanlardan şükredenlerden eylesin bizleri ....ÂMİN 🌸🌸🌸 Gizlikent Şelalesi, Muğla’nın Seydikemer ilçesine bağlı Kayadibi Mahallesinde bulunur. Saklıkent kanyonuna 1km mesafede bulunan bu gizli cennet Dere içerisinde 300m yürüyerek ulaşılan şelale muazzam bir doğal ortam Mutlaka tavsiye 1* #gizlikent 2* #muğla 3* #seydikemer 4* #kanyon 5* #şelale (Gizlikent Şelalesi) https://www.instagram.com/p/By-ui43l6vY/?igshid=hp10im78udjp
1 note
·
View note
Text
Gizli anlamlar yok artık sözlerimde. Eşelemeye gerek yok. Önceleri, kırmamak-kırılmamak adına sarf ettiğim üstü kapalı laflar, ulaşamamış meğer hiç yerlerine. İnsanlar senin zannettiğin kadar değer vermiyorlarmış aslında sana. Sen, beklentilerinle kalıveriyormuşsun bir güzelce.
Artık varsın sığ desinler bana. Kolay geçilebilecek bir dere gibi görsünler. Derinliğim kime söktü şimdiye kadar? Onlar, görmek istedikleri gibi görürler seni “ deli seviyordu değil de çok kaptırdı kendini “ derler . İşte bu yüzden, vazgeçtim. Seviyorsam seviyorumdur, sevmiyorsam sevmiyorum. Neyin kavgasını verdiysem bugüne kadar kendi kendime. Ne için çabaladıysam. Neyse, akıllanmak güzel. Şimdi sıra, sen bunu da yaparsın denileni yapmak olacak. Sıra şimdi sana sorgulatan seni bulmak olacak. Ne demiştik Akıllanmak mı 🤫🍀
3 notes
·
View notes