#gergin biri
Explore tagged Tumblr posts
Text
ya gerçekten bi hate love ilişkisi var patronumla aramda gerçi love kısmı yok ya nefret ediyorum ya da üzülüyorum adama hiç arası yok
10 notes
·
View notes
Text
ortalamamın elli dokuzda kaldığı bi ders vardı büte girmem gerekecek diye ödül kopuyordu canım hocam altmış yapmış🫶🏻
8 notes
·
View notes
Text
her şeyden ve herkesten kopuk hissediyorum. diyalogları uzun süre, sürdüremiyorum. bir kadının hayatımda birkaç haftadan fazla nasıl kalacağını bilmiyorum. kötü bir şeyin beklenmedik ve gergin bir şekilde olacağına dair inançlarım var. rahatsız edici bir duygu. düşündüğüm kadar yüzeysel biri oluyorum. her şey anlamını yitirmiş gibi görünüyor ve işleri daha da kötüleştirmek için bu üzücü hipoteze inanıyorum. gülümsemeler için ya da hiçbir şeyde umut sahibi olmak için daha fazla sebep yok. başka hiçbir şey önemli değil, ben de önemli değilim. ben bir hiçim.*
147 notes
·
View notes
Note
üçüncü kitap yüzünden ben artık darenciyim dedigin icin su halki bi tık gergin asko aodhapdjapdjsl
Ya öyle değil!!! Kendime konuşmama yasağı koymak istiyorum artık sjdjsksksks benim cidden sevmediğim bir karakterim yok. Ama zaman zaman ben de insan evladı olduğum için hislerim değişiyor. Mesela şu sıralar gerçekten Daren gibi birinin sevgisini de şefkatini de isterdim. Aynı zamanda çok iyi bir dost olacak biri. Yoksa Arın’ım yine ilahi lordum ama Arın bir buz dağı ve ben zaten çok üşüyorum:(
102 notes
·
View notes
Text
Heaven Official's Blessing▪︎
231. BÖLÜM - Hünerli zar - Yuvarlanan hep yek kalbi korkutuyor - 3
Karanlığın içinde o figür bir adım attı ve sonunda ateşin ışığı altında meydana çıktı.
Mu Qing’in yüzü karanlıktı ama konuşmadı, Feng Xin Xie Lian’i tuttu ve ekledi, “Cennet Başkentinde insanları ararken aniden arkamdan biri bana çarptı, yoksa neden düşeyim ki?"
Xie Lian'ın zihni hızla döndü ve gözlerini kırpıştırdı, "Sana vuran o muydu?"
Feng Xin kesin bir ifadeyle, "Hiç şüphesiz oydu!" dedi.
"Peki sana vurduktan sonra hemen bayıldın mı?" diye sordu Xie Lian.
"Oldukça!" dedi Feng Xin, "Her iki durumda da Ekselansları ona dikkat edin, çok yaklaşmayın ya da onu yakalayın!"
Mu Qing kendi kendine yemin etti, "Saçmalı..."
Xie Lian hemen araya girdi, "Bekle! Feng Xin, burada bir sorun var. Eğer seni arkadan pusuya düşürdüyse ve hemen ardından bayıldıysan - sana arkadan vuran kişinin Mu Qing olduğunu nereden biliyorsun?"
Feng Xin onun bu soruyu soracağını tahmin etmemişti ve geri çekildi. Mu Qing o anı anında yakaladı ve kamburunu çıkardı, "O sırada Cennet Başkenti kaos içindeydi, herhangi birinin seni bayıltması garip olmazdı, ama sen bu karmaşayı benim üzerime attın, yanlış gördüğünü kabul edemez misin?"
Ancak Feng Xin, Xie Lian’a tutundu ve ayağa kalktı, ses tonu karanlıktı, “Hayır, kesinlikle sendin!”
“Bu suçlaman neye dayanıyor?” Mu Qing talep etti.
Feng Xin açık bir şekilde ifade etti, “Gayet açıktı çünkü cennet başkenti tutuşmuş her yer alev alevdi ve yer arkamdaki o kişinin gölgesini yansıtıyordu. Arkaya dönüp bakma şansım olmamasına rağmen düştüğümde saldırı hareketini ve gölgenin şeklini gördüm. Senin gölgendi!”
Xie Lian ikilinin sözlü darbelerini dikkatle izledi. Mu Qing hâlâ geri adım atmadı, “Tek yaptığın konuşmak ama gözlerinle hiçbir şey görmedin ve gölgelerin gerçeği bulanıklaştırması normaldir yani sadece bir gölgeye dayanarak onun benim olduğunu nasıl belirleyebilirsin? Neredeyse bayılacakken ne görebilirsin ki?”
“Aradaki farkı anlatıp anlatamayacağımı çok iyi biliyorsun, ekselansları da.” Dedi Feng Xin.
Xie Lian cidden biliyordu. ne olursa olsun o üçü beraber büyüdü, beraber xiulian uyguladılar, birbirlerinin hareket ve hallerini daha fazla bilemezlerdi bu yüzden yüzünü görmese bile hala yüzde seksenden fazla emin olabilirdi.
“Ekselansları, buraya beraber mi geldiniz?” Feng Xin sordu, “Yolda gelirken şüpheli bir şey yaptı mı?”
“Şey…” dedi Xie Lian.
Doğruyu söylemek gerekirse Mu Qing yol boyunca istikrarsız, gergin ve şüpheli görünüyordu. Ama bu durumda Xie Lian’in bunu Mu Qing’in yüzüne söylemesi kolay değildi. Feng Xin devam etti, “Hayır! dikkatlice düşünün, onun geldiği gerçeği bile şüpheli. Kişiliği gereği, o neden insanları kurtarmak için tehlikeyi göze alsın ki? Mu Qing’den bahsediyoruz.”
Mu Qing’in yüzü gittikçe karardı, “Kesinmiş gibi şeyler söyleme. Bir çocuk sahibi olmak senin yapacağın bir şey değil, ama yine de durum belli.”
“…”
Xie Lian bu konuşmanın nereye gideceğini hissedebiliyordu ve hızlıca lafa girdi, “Pekala, tartışmayın. Eğer tartışmaya devam ederseniz sakinleşmek için deyim çalışmak zorunda kalacağız!”
Mu Qing ekledi, “Ayrıca, seni ben itmiş olsam neden seni bulmak amacıyla onları buraya çekmeye bu kadar çaba harcayayım ki?”
Feng Xin cevapladı, “Çünkü arkamdan ittikten sonra yine de senin yaptığını söyleyeceğimi düşünmedin! Ve burası hangi cehennemse belki de ekselansları ve diğerlerini beni bulmak için buraya çekmedin. Çiçeği Arayan Kızıl Yağmur yarı yolda sizden ayrılmadı mı?”
“Ekselansları ve diğerlerini çok tehlikeli bir tuzağa çekmek için bana sahte demeye mi çalışıyorsun? Pekala, kusura bakma ama ekselansları ve Çiçeği Arayan Kızıl Yağmur tüm yol boyunca benimleydi, hiçbir şey fark etmemelerine imkan yok.”
“Doğru, evet…” dedi Xie Lian.
Ama bu sadece Mu Qing rotası için doğruydu. WuYong yer altı sarayına girdikten sonra yer değiştirmediğini kim söyleyebilir? Hiçbir şey kesin olamazdı.
Mu Qing, Feng Xin'e baktı ve ekledi, “Ekselansları en iyisi ondan uzak durmanız. Sonuçta geldiğimizden beri yalan söylüyor, Çiçeği Arayan Kızıl Yağmur da ortadan kayboldu ve şimdi de bizi ayırmaya çalışıyor, onun sahtekardan daha fazlası olduğunu düşünmüyor musunuz?”
Yüzü olmayan beyaz önceden o ikisinin kılığına girip gizlemişti, yani bir daha yapsa sürpriz olmazdı. Xie Lian alnını ovuşturdu, “Şuna ne dersiniz? Neden ikiniz sadece üçümüzün bildiği bir şey söylemiyorsunuz, böylece kimliklerimizi doğrulayabiliriz?”
“Ne gibi?” sordu Mu Qing.
Xie Lian düşündü ve gelişigüzel bir şekilde şöyle dedi, “Karlı dağın zirvesinde neden ikiniz birbirinize bağırıyordunuz?”
Bu öneriyi verdikten sonra diğer ikisinin yüzü dondu, Xie Lian ellerini kollarının içine soktu, “Eğer dedikleriniz birbiriyle uyuşmazsa o zaman ikinizden biri sahte. Hadi hemen doğrulayalım.”
Ancak bu ikisi sadece birbirlerine baktılar ve tek kelime bile konuşmadılar. Xie Lian ilk başta o kadar da meraklı değildi ama elinden olmadan meraklandı. Bir zaman sonra soruyu umursamadı, “İkiniz de bir noktayı atlıyorsunuz. Onun gerçek bir şey olmadığından şüphelenmedim.”
Mu Qing gözlerini kıstı, “O zaman ne demek istiyordun?”
Feng Xin açıkça söyledi, “Baştan beri onun gerçek Mu Qing olduğunu düşündüm. İkimize de katlanamıyor o yüzden hiçbir şey yapmaması onun için garip olmaz.”
Mu Qing'in elleri yumruk haline geldi, eklemleri çatırdadı, elini hafifçe vurarak dışarı doğru savurdu!
Feng Xin yaralıydı bu yüzden darbeden zar zor kurtuldu. Ve böylece ikisi kavga etmeye başladı. Xie Lian bunun olacağını tahmin etse de elinde olmadan başı zonklamaya başladı, “Sakin olun… Neden biraz deyim çalışmıyoruz, hm?”
Darbeleriyle Xie Lian havadaki kana susamışlık aurasının gittikçe daha da arttığını hissetti. Birkaç ateş ışığı topu gelişigüzel bir şekilde tüm odayı aydınlatarak etrafta uçtu. Xie Lian ancak o zaman duvarların ve rafların son derece ürkütücü birçok çeşit süvari kılıcı, mızrak, kılıç ve birçok silahla dolu olduğunu fark etti.
Görünüşe göre burası cephanelikti. Havanın kana susamış aura ve soğuklukla kaplı olmasına şaşılmamalıydı.
Xie Lian’ın da kendi çok sevdiği ve değer verdiği, içinde zaman geçirirken zaman algısının kaybolduğu cephaneliği vardı, ama bu cephanelik onu o kadar rahatsız hissettirdi ki içinde bir dakika daha durmak istemedi. Ama hangi sözlere güvenmesi gerektiğini ya da hangi tarafa yardım etmesi gerektiğini bilmiyordu –doğruyu söylemek gerekirse ikisi de çok şüpheliydi.
En sonunda Xie Lian ancak seslenebildi, “RuoYe!”
Önce onları bağlayıp konuşma sonraya kalacaktı!
Çağırılmayı bekleyen RuoYe sonunda gösteri yapma şansı buldu ve fırladı. Ancak beklenmedik şekilde beyaz ipek kumaş çıkmadan önce Xie Lian aniden arkasından bir başka soğukluğun geldiği hissetti.
Saldırısının yönü anında değişti. RuoYe'yi yakaladı ve onu arkaya doğru salladı. Beyaz ipek kumaşın bir şeye yakalandığını hissettiği an Xie Lian RuoYe’yi kavradı ve tüm gücüyle aniden çekti ancak o neyse yerinden hareket etmedi.
Xie Lian korktuğunu hissetti ve devamında diğer eliyle de RuoYe’yi çekti, sırtı sağlam bir şekilde kucaklaşmaya çarptı ve hatta beline saplanan soğuk ve sert bir şey bile vardı. Xie Lian, “???”
Vücudu o kadar sağlam görünmese de fiziksel gücü oldukça zorluydu. Karşı taraf devasa bir yaratık olmadığı sürece o halde nasıl kolayca çekilebiliyordu?
Xie Lian tam karşılık vermek üzereydi ki bir elin beline dolandığını ve yukarıdan bir ses geldiğini hissetti, “Gege, benim.”
“San Lang?” diye sordu Xie Lian.
A��ağıya baktığında, onu çevreleyen elin akçaağaç yaprakları, kelebekler ve canavarlarla oyulmuş gümüş bir kolluk taktığını gördü; başını çevirdiğinde, onu yakalayanın uzun boylu, ince yapılı, kırmızı giysili, sakin ve ağırbaşlı bir adam olduğunu ve belinde gümüş bir pala asılı olduğunu gördü. Az önce beline saplanan şey büyük olasılıkla bu pala kabzasıydı.
Hua Cheng!
Xie Lian hemen anladı: Meğer az önce onu bilerek Hua Cheng'in yanına sürükleyen RuoYe'ymiş, yani ikiye karşı bir dövüşüyormuş, tabii ki bu kadar kolay çekilmiş!
Kendini dengeledi ve suskun bir şekilde RuoYe'yi kaldırarak "Seni küçük hain..." diye mırıldandı.
RuoYe akıllıca ölü taklidi yaparak kıpırdamadan yatıyordu. Xie Lian da daha fazla konuşmak istemedi ve onu bir kenara fırlattı, "San Lang, az önce ne oldu? Arkamdan gelmiyor muydun? Ustam nerede?"
“Bu yer çok garip.” Dedi Hua Cheng, “Yarı yolda, geri dönüş yolu tamamen mühürlenmişti. Biraz zor bir şeyle karşılaştık, o yüzden onunla ilgilenmek biraz zaman aldı.”
Hua Cheng bile bunun biraz zor olduğunu söylediyse görünüşe göre o şey gerçekten zorluydu. Xie Lian hafifçe endişelendi, “İyi misin?”
“Tabii ki.” Dedi Hua Cheng, “Ancak Guoshi'nin nerede olduğu şu anda bilinmiyor, dolayısıyla daha derinlere inmeye devam etmemiz gerekebilir. Bu arada şu ikisi neden kavga ediyor? Çok gürültülü.”
”Ah, onlar…” Xie Lian aşağıya baktı.
Mu Qing ve Feng Xin sonunda onların durumunu fark etmişti Mu Qing aniden bağırdı, “Hey! Dikkat et, sen! Öylece bir anda ortaya çıkan insanların yanında durma!”
İkisi geçici olarak ateşkes çağrısında bulundu ve Feng Xin şunu söyledi, “Ekselansları, onu görür görmez hemen üzerine atlayıp sarılma!”
Xie Lian hemen kendini açıkladı, “NE? Ne demek istiyorsun? Sorunun üstesinden gelen kişi ben değildim. RuoYe’nin hatası…” Neden bu kadar gergin olduklarını birdenbire anlayınca sesi azaldı.
Mu Qing ve Feng Xin sahtekar olmakta şüpheli olduğundan o zaman… Hua Cheng de aynı durumda olmaz mıydı?
Önünde duran gerçek ‘Hua Cheng’ miydi?
Hua Cheng kaşını kaldırdı, “Yani şu an benim gerçek olup olmadığından şüpheleniyorsunuz, ya siz?”
Xie Lian bir elini dirseğinin altına koydu ve diğer eliyle de çenesini destekleyerek onu dikkatlice gözlemledi.
Hua Cheng onun bakışını fark etti ve o da gözlerini ona doğru hareket ettirdi.
“…” Xie Lian daha fazla o bakışla gözlemleyemezdi, biraz düşünceye daldıktan sonra sonuca vardı ve diğer ikisine dönerek, “Bence bu gerçek olan.”
Mu Qing bıkmıştı, “Senin ‘düşündüğün’ doğru olmayabilir. Nerede olduğumuzu unutma. Burası yüzü olmayan beyazın ini, her şey mümkün. Test etmek için bir şeyler bul.”
Hua Cheng diğer taraftan kıkırdadı, “Pekala, çok kolay. Gege, buraya gel. Hemen yargılamana yardımcı olabilecek iyi bir yol anlatacağım.”
Xie Lian böylece onu dinledi ve suçluluk duygusuyla onun rehberliğini talep ederek oraya gitti, “Nasıl bir iyi yol?”
“Sana her dediğini yapmaz mısın lütfen? Şu an şüpheli o, anlıyor musun?”
Hua Cheng, “Bana iletişim rünümün sözlü şifresinin ilk yarısını oku ve ben de sana ikinci yarıyı okuyacağım. Eğer gerçek bensem o zaman bileceksin.”
“…”
İkisi bir süre birbirlerinin kulaklarına fısıldadılar ardından döndü ve boğazını temizleyerek diğer ikisine konuştu, “Pekala… bu gerçek olan.”
Feng Xin nihayet artık o kadar gergin görünmüyordu ama Mu Qing şüpheyle sordu, “Emin misin? Sadece yüzüne bakıp tüm aklını kaybetme.”
“Zaten onun kesin olarak gerçek olduğunu söyledim, neden ikiniz de sanki ben şeymişim gibi söylemek zorundasınız...” Xie Lian sızlandı.
“Pekala, çözüldü ve bitti.” Dedi Hua Cheng, “Konuya dönelim –Gege, bu ikisi az önce neden kavga ediyordu?”
Xie Lian böylece alnını desteklemek için elini kullanarak kısa bir açıklama yaptı, “O konu hakkında… dürüst olmak gerekirse kimin daha şüpheli olduğunu bilmiyorum.”
Ancak Hua Cheng cevapladı, “Sormana gerek var mı? Tabii ki o en şüpheli olan.”
Elinin gösterdiği yön Mu Qing'ti.
Mu Qing sinirlendi, “Eğer beni bir şey için suçlayacaksan en azından bir sebebin olsun? Her bir şey olduğunda üzerime atma.”
“Peki.” Dedi Hua Cheng, “O zaman sana bir soru sorayım –bileğindeki şey ne?”
Bunu duyan Mu Qing'in yüzü anında renk değiştirdi.
Birkaç adım geriye sendeledi ama Feng Xin hızlıydı ve anında onu yakalandı, “Bileğindeki?”
Bileğinde lanetli kelepçe vardı!
Mu Qing Feng Xin’in elini itti, alnındaki damarlar kabarmıştı ve sinirle ona baktı. Xie Lian o şeyi gördüğünde kollarını düşürdü ve şaşkınlıkla konuştu, “Mu Qing, elin?”
Mu Qing konuşmuyordu, yüzü karanlıktı. Hua Cheng konuştu, “Şu sorulara dürüstçe yanıt vermeni öneririm; Jun Wu neden seni büyük dövüş holüne çağırdı? Sana ne dedi? Neden diğer cennet mensuplarından daha iyi bir muamele gördün ve zarar görmeden geri dönebildin? Neden TongLu dağına, buraya onca tehlikeye rağmen insanları kurtarmaya geliyorsun, neden bu kadar anormal davranıyorsun? Elindeki şeyin nesi var? bizi buraya neden çektin?”
Durumun kötüye gittiğini görünce Mu Qing bir adım geriledi ve anında “Bekleyin! Hemen saldırmayın. Kendimi açıklamama izin verin.” dedi
Hua Cheng açık bir işaret yaptı, "Lütfen. Devam et."
Feng Xin, "Önce bana söyle, bana vuran sen miydin?"
Bir süre durakladıktan sonra Mu Qing sonunda dişlerini gıcırdatarak şunları söyledi, “… Teknik olarak bendim. Ama durum düşündüğünüz gibi değil.”
Feng Xin öfkelendi ama Xie Lian dedi ki, “Bırakın devam etsin.”
#hualian#xie lian#jun wu#feng xin#ling wen#jian lan#tian guan ci fu#hua cheng#heaven official's blessing#heavenlyblessing#mu qing#he xuan#xuan zhen#guoshi#fangxin guoshi#lang qianqiu#pei su#peiming#yushi huang#ban yue#bai wuxiang
13 notes
·
View notes
Text
Babalar aslında en çok kızlarını severler
Ama inanmaz kimse buna
“Yalan” derler“imkansız” derler.
Her nedense kimse çıkıp da “neden?” demez.
...Nedendir bilir misiniz?
Çünkü kız babası olmak,
Farklıdır, özeldir bambaşka bir duygusallık verir babalara
Hayatında hiç ağlamayan babalar bile kızlarını ellerine aldıklarında
Tutamazlar göz yaşlarını…
Ama bir taraftan da zordur kız babası olmak.
Bir kız iki evlat demektir.
İki canı birden sırtına yüklenmek demektir.
Çünkü biri iki yapan da kadındır, ikiyi üç yapan da…
Bunu bildiklerinden babalar,
Onların üzerlerine daha da titrerler.
Onlara her baktıklarında annelerini,
Bazen kırdıkları ama her şeye rağmen onları yetiştiren
Annelerini anımsarlar…
Ama bir yandan da koruma iç güdülerine yenilirler
Kızlarına hiçbir şey olmasın
Onlar hiç üzülmesin,
Gözlerinden bir damla yaş gelmesin isterler
O bir damla yaş için koca dünyayı yıkacak olurlar…
Ama bu sevgilerini,
bu bağlılıklarını,
Asla gösteremezler, utanırlar.
Çünkü baba demek; güçlü, çatık kaşlı olmak olarak öğretilmiştir
Onlara…
Gülümsemek isterler o güzel kızlarına gülümsemek…
Ama rolünün dışına çıktıklarını düşünüp
Dönerler eski çatık kaşlı, gergin suratlarına…
Bazen ağlamak isterler
Ama “Erkekler ağlamaz” denmiştir onlara
Yapamazlar bu yüzden saklarlar gözyaşlarını…
İşte böylece her şeyi içlerine atarlar
Kız babaları
Yansıtmazlar asla duygularını…
Ama dayanamazlar gece yarılarına
Ve giderler o güzel kızlarının tatlı şirin odalarına
Uzun uzun bakarlar yüzlerine
Ve bir kez daha hayran olurlar
O muhteşem güzelliklerine
Gündüzleri dokunamadıkları gözlerine, ellerine
Hiç bırakmayacakmış gibi dokunurlar
İçlerindeki duygunun gözyaşlarını boşaltırlar
Ve yavaşça güzel kızlarını öpüp
“İyi geceler” derler
Derinden derinden…
Eğer siz de bir sabah uyandığınızda yanağınızda
Bir damla gözyaşı hissederseniz
Bilin ki babanız o gece de sizi izlemiş
Ve en sonun da “iyi geceler” deyip gitmiştir…!
~
7 notes
·
View notes
Text
yola çıkmadan babam hep gergin olur. en nefret ettiğim şeylerden biri o gerginlik. şu yaşa geldim şimdi ben de hep gergin oluyorum yolculuk öncesi. ya sabır arkadaşlar ya sabır bazen kendimize iyi katlanıyoruz diye düşünüyorum
18 notes
·
View notes
Note
aile evinde akıl sağlığını nasıl koruyorsun? ben koruyamıyorum
rutin oluşturarak. Kendime açtığım alanı zorla da olsa devam ettirerek. Rutinimi aksattığımda gergin biri oluyorum ve sinirleniyorum. Bunun yanında çokça dua ve Allah'a sığınma. Yani çoğunlukla bulunduğumuz yerden ayrılırsak daha mutlu olacağımızı düşünüyoruz..Bu bazen secimler noktasında bizi yanlışa sürükleyebilir. Bu yüzden en hayırlısı ve afiyetlisi ne ise onu istemek lazım. Yanlışa ve başka ağır imtihana maruz kalmadan. Bazen bunları düşünürken ya rabbi bu kulunu ne için yarattın oluyorum benim vasfim ne falan. Bir yaratılış hizmetimiz ve görevimiz mutlaka vardır. Rabbim hiçbirimizin bir anı seyyale dahi ümitsizliğe ve kimsesizlik ve öyle bir hisse düşürmesin. Elimizden tutsun bizi afiyetle hayırla yoluna katsın anonim
11 notes
·
View notes
Text
Meursault'la Konuşmalar 47
İnsan severek takip ettiği bir dizinin bölümlerini bir noktada ipin ucunu kaçırıp takip edemeyince onu sırtında yapılmamış bir iş gibi taşır mı Meursault? Ben taşıyorum. Bu çeşit bir hafif zekalılık mevcut. Ya da dürüst olursak hala tam düzene girmemiş olan kaygı bozukluğu. Ama dur baya düzene soktum, iki senedir izlemediğim için zihnimi meşgul eden iki diziden birini bitirdim biri de az kaldı.
Alçım hala çıkmadı, bu hafta cuma kontrole gideceğim. İnşallah yeterince iyileşmiştir çünkü sıcakta alçılı gezmek çok zor. salı günü derslerim başlıyor, bu sıcakta haftada iki gün önce Fatih'e sonra Üsküdar'a gidip ders vereceğim. Bazen çok akılsızca kararlar verebiliyorum. BU hafta yoğun bir hafta olacak. Yarın bir planlı bir belirsiz toplantım, belki gerçekleşecek bir piknik var. Salı Perşembe ders günü, Çarşamba seansım, Cuma doktor randevum Cumartesi ne zamandır beklediğim iş hayatımı muhtemelen değiştirecek bir toplantı ve kardeşimin mezuniyeti var. Pazar inşallah boşum. ç haftayı off modda geçirdikten sonra böyle hızlı bir başlangıca gerçekten ne gerek vardı? Bakalım ayağım dayanacak mı bu tempoya, o da ayrı bir mesele.
Dün biraz teze baktım, zihnimde bir şeyler oturdu, yazarak not almaya başladım. Biraz toparlayıp metne dökerim diye umuyorum. Salı ve Perşembe günleri dersten çıkınca eve dönmeden biraz çalışır temmuz boyunca bir şeyler yaparım inşallah. Artık bitmeli çünkü.
Moralmanlarım nasıl bilmiyorum. Sorumluluklarımın neredeyse sıfırlanmış olması ve epeydir bekleyen işleri halletmiş olmak iyi geldi kesinlikle ama telefon aldığım için maddi açıdan sıkışmış olmak çok yoruyor. Ayın 1'ini bekliyorum gergin bir şekilde, ödemenin biriktirdiğim kısmını yapacağım annemler de üstünü tamamlayacak ve bu çile bitecek inşallah. Gerçi yarın 1'i zaten ama bu bir ayı nasıl geçirdim Allah bilir. Bir şeylere başlamak için ideal bir tarih. Belki yarın diyete başlarım, kim bilir?
8 notes
·
View notes
Text
Kimsenin kollarında yığılıp can vermek istemiyoruz. Aşktan bunca korkmamızın sebebi bu yüzden.
Çünkü zaten, her yanımız kılıç yaralarıyla dolu. Ama bir şekilde kapanmış, kabuk bağlanmış yaralar onlar.
Nasıl yapmışsak yapmışız üstesinden gelmişiz. Ama biri, kabuk tutmuş yaraları okşamaya başladığında, cırt diye açılıveriyor ve oluk oluk kanama başlıyor yeniden. Birine teslim olduğumuzda, anlatmaya başladığımızda, içimizi döktüğümüzde bedenimiz ve ruhumuz kan içinde kalıveriyor.
O yüzden değil mi içimizi tutmamız?
Birisine teslim olmaktan korkmamız?
Ortalıkta tedirgin ve gergin dolanmamız?
“Anlatsam mı, anlatmasam mı” kararsızlığımız, “Bu sevgi beni acıtır mı” kuşkularımız.
Her zaman seni üzecek birileri olacaktır. Yapman gereken insanlara güvenmeye devam etmek...
Ve kime iki defa güveneceğini iyi seçmek.
Resim: Luke Hillestad
17 notes
·
View notes
Text
"Mutlu Müzik Keyfi!"
7. Bölüm "Müziğin yankılandığı bir mekan"
«Müzikal Kafe»
Honami: Ah… Burası çok kalabalık…
Ichika: Evet, ayrıca… Piyano ve birinin şarkı söylediğini duyabiliyorum.
Mio: Hehehe, çoktan çalmaya başlamışlar gibi görünüyor.
Iori: Muhtemelen müdavimler olmalı.
Müdavimler: ——♪ ——♪
Saki: (Bu şarkı… Annem bu şarkıyı uzun zamandır çok seviyor.)
Saki: (Ne nostaljik… Yemek pişirirken falan bu şarkıyı söylerdi, bu yüzden ben de onu ezbere öğrendim.)
Müdavimler: —— Harika bir performanstı!
Müdavimler: Teşekkür ederim! Başka biri de çalmak ister mi?
Müdavimler: Aa, belki ben? Çok sevdiğim bir şarkıyı çalmak isterim.
Saku: Yine biri çalmaya hazırlanıyor.
Ichika: Aa… Bu, Miku’nun şarkısı!
Saku: Cidden, introdan tanıyabildin mi?
Saki: Hehe, Ichika-chan gerçekten Miku’yu çok seviyor!
Iori: Vay… İnanılmaz.
Ichika: Ama… Bu şarkı oldukça yeni. Burada duyacağımı düşünmemiştim.
Shiho: Belki bu kişi de Ichika gibi Miku’yu seviyordur.
Ichika: H-haklısın… Merak ediyorum, nasıl bir çalma tarzı var…
Iori: Hehe, Ichika, senin için bu tür yerler kesinlikle uygun.
Iori: Burada müzik yoluyla insanlarla tanışmak mümkün
Shiho: Gerçekten, Ichika bu mekana çok uygun.
Honami: Hehe, gerçekten de.
Honami: Ama… Cidden harika bir yer burası.
Honami: Nostaljik şarkıların yanı sıra son zamanlarda sıklıkla duyduğunuz şarkılar da var; yaş ve nesil fark etmeksizin herkesin müzikten keyif aldığını hissedebiliyorum.
Saku: … Ama ben, dürüst olmak gerekirse sadece favori şarkılarımı seviyorum.
Saku: Neyse, herkes mutluysa sorun değil.
Shiho: Her zamanki gibisin.
Mio: Hehe… Buranın atmosferini çok seviyorum.
Mio: Buraya gelip, şarkı söyleyen ve eğlenen insanları izleyerek, müziği ne kadar çok sevdiğimizi bir kez daha anlıyoruz.
Iori: Evet. Bu yüzden buranın herkes için eğlenceli olacağını düşündük.
Saki: … Burayı ÇOK ÇOK sevdim!
Honami: Ben de!
Honami: Iori-chan, Mio-san, bizi buraya getirdiğiniz için teşekkür ederiz.
Müdavim A: Aa, Iori-chan, sen de buradasın!
Iori: Evet, merhaba. Bugün de harika bir atmosfer var!
Müdavim A: Evet! Geldiğinize göre, keyifli vakit geçirelim!
Müdavim A: Siz de Iori-chan’ın arkadaşları mısınız?
Honami: Aa, e-evet…
Müdavim A: Hehe, gergin olmayın, ben sadece normal bir müşteriyim.
Müdavim A: Bu arada, bir şey çalmayı ister misiniz? Kesinlikle çok seversiniz!
Ichika: Eh, çalmak mı?
Honami: Yani… O piyano da mı?
Müdavim A: Evet, yakında boşalacak.
Honami: Ee…
Ichika: Ne diyebilirim ki…
Iori: Tenma-san, sen ne düşünüyorsun? Sen de klavye çalıyorsun, belki bir şeyler çalabilirsin?
Saki: E, ben mi?
Ichika: Aa… Gerçekten. Saki, eskiden piyano çalardın.
Shiho: Evet, aslında şarkı söylemeden önce piyano çalıyordun, değil mi?
Honami: Evet… Sanki tekrar seni piyano çalarken duymak çok güzel olur.
Müdavim A: Aa, gerçekten mi? Eğer piyano çalabiliyorsan, bir şeyler çal!
Saki: A-a, ben o kadar iyi çalmıyorum ki…
Iori: Sadece dene. Böyle bir yerde piyano çalmak çok eğlenceli.
Saki: Ee…
Müdavim A: Evet, kesinlikle. Ayrıca kimse, iyi çalıp çalmadığını umursamıyor.
Müdavim A: Önemli olan, müzikten keyif alman.
Saki: Müzik…
Saki:Peki… Tamam, çalacağım!
Honami: Saki-chan…
Müdavim A: Teşekkürler! Sıra sana gelince seni çağırırım, biraz bekle.
Saki: Tamam!
Saki: (Hiç beklemiyordum, kutlama için geldim ama aniden piyano çalmam gerekiyor)
Saki: (Biraz heyecanlıyım ama… Kararımı verdim, bu anın tadını çıkaracağım…)
3 notes
·
View notes
Note
Dış görünüşe kafayı takmış biri olarak ben de parayı bulduğum an -yazın bunun için işe girip çalışacağım- ilk iş burnumu yaptırmayı düşünüyorum hatta İrem derici gibi duvara kafa atmayı bile düşündüğüm oldu çünkü bundan dolayı kendimi yetersiz hissediyorum. Etrafta insanlar varken yemek yerken bile kasıntıyım insanlar artık arkadaş seçerken bile dış görünüşüne bakıyorken ben karşı cinsten biriyle etkileşimde bulunduğumda kendimi gergin hissediyorum çünkü etrafımda bu kadar güzel kadın varken benim şansımın çok düşük olduğunu biliyorum abarttığımı falan söylemeyin eminim hepiniz insanları dış görünüşüne göre değerlendiriyorsunuz bir arkadaşınız flört yaptığında ilk iş o kişiyi görmek istersiniz sonra inceleyip yakışıklıymış güzelmiş veya tipsizmiş gibi yorumlarda bulunursunuz bu devirde her şeyin dış görünüş olduğunu hepimiz biliyoruz
Soruyu okurken aklıma bu reels geldi wksmwksm
instagram
Şaka bir yana dış görünüşün her şey olduğuna katılsam da, dış görünüş tanımımız birbirinden ayrılıyor. Sen dış görünüş konusuna fazla sığ bakıyorsun. Dış görünüş dediğimiz şey sadece burun, dudak, gözlerden ibaret olan bir şey değildir. Giydiklerimiz, aksesuarlarımız, yaptığımız makyaj, saç şeklimiz hatta duruşumuz ve bakışlarımız bile dış görünüş kapsamındadır, ve insanlar bizi bunlara göre değerlendirir. Nasıl bir burnun var bilmiyorum ama eminim ki insanlar senin kadar dikkat etmiyordur. Zaten kusurlarımız en çok kendimizin dikkatini çeker, bu bir gerçek, ama olaya yanlış tarafından bakıyorsun bence. Ha doğal halin daha güzeldir, burnunu yaptırma vs demeyeceğim, hatta hayatını bu derece olumsuz etkiliyorsa yaptırmanın senin için iyi olacağından eminim. Nasıl mutluysan öyle yaşamalısın, ama bence bakış açını genişletmende fayda var.
18 notes
·
View notes
Text
Baş Belaları | 31 - Şeytan Kovucu
Tatsumi: Haha. Bazen fazla olumsuz düşünüyorsun, Aira.
Tatsumi: Ortada biten bir şey yok—pes edemeyiz. Tanrı bize daima destek olacaktır.
Tatsumi: Tamam o zaman. Umarım keyfinizi size yemek hazırlayarak yerine getirebilirim. Yemek yapma konusunda kendime güvenirim.
Tatsumi: Yani, genel anlamda ev işlerini iyi yaparım. Zamanında kiliseye hep yardımcı olmuştum.
Mayoi: Ah, izin ver ben de yardım edeyim. Diğerlerini zaten eşyalarımızı taşıdı, onların da dinlenmesini istiyorum...♪
Tatsumi: ...?! Kaybol! Şeytan!
Mayoi: Aaaa!! Ç-Ç-Ç-Çok özür dilerim! Bu kadar acınası bir varlık olduğum için özür dilerim!
Mayoi: Lütfen inan bana! Yemeğe tuhaf bir şey koyma gibi bir amacım yoktuuuuu...!
Tatsumi: Ah, o anlamda değil... kusuruma bakma. Seninle konuşmuyordum, Mayoi. Bir anda bağırmam seni korkutmuş olmalı.
Tatsumi: Sadece tuhaf bir varlık hissettim.
Hiiro: Tuhaf bir varlık...? Şey, birisi kapının aralığından bizi izliyor.
Hiiro: —Kim var orada?
Ritsu: ......
Ritsu: Ah~...Pardon, sizi korkutmak istemedim. Sadece bu boş binadan ses gelince neler oluyor merak ettim.
Tatsumi: Hm, peki sen kimsin?
Ritsu: Of~ Boşver onu... Öyle yoldan geçen biriyim işte. Sessiz olduğu için burayı şekerleme yapmak için kullanıyordum. Ne zamandan beri insanların bu eski binada kalmasına izin veriyorlar?
Tatsumi: Sorun yok, sadece geçici süreliğine burada yaşayacağız. Rahatını bozduğumuz için özür dileriz.
Ritsu: Yok ya~ Özür dilemeye gerek yok. Buraya izinsiz girip uyuyan kişi bendim...
Mayoi: Sen, Sen Sakuma ailesinden—
Ritsu: Ha? Sen kimsin? Anijayı* tanıyor musun?
ç.n. Anija = Abisi, Rei'ye böyle sesleniyor.
Aira: Aaah, Ritsu Sakuma!!
Ritsu: Ayy?! Ha? Sen kim oluyorsun? Off~ Son zamanlarda yabancılar bana seslenip duruyor. Nefret ediyorum.
Ritsu: Başka birinin söylediği gibi, çoook sinir bozucu!
Hiiro: Tanışıyor musunuz, Aira?
Aira: Hayır, benim gibi biri onunla asla yakınlaşamaz! O Knights grubundan Ritsu Sakuma, ES'in Büyük Üçlüsünden!
Aira: Uyuyan, Alaycı Siyah Prens!
Ritsu: Deme öyle~... Benim için şu sloganı kullanma. Secchan o anlık saçma sapan bir şeyler uydurdu.
Ritsu: Öyle tanınmayı sevmiyorum. Oldukça utanç verici.
Hiiro: Knights—
Ritsu: Evet. Ben Knight'dan Ritsu Sakuma. Bir sorunun mu var?
Hiiro: (Hm. Demek ES'in Büyük Üçlüsünden biri... O kadar da korkutucu görünmüyor.)
Hiiro: (Hatta zor farkediliyor, vahşi bir kedi gibi. Tatsumi-senpai söylemeseydi onu göremezdim bile.)
Hiiro: (Aslında etkilenmem gereken bir şey bu.)
Hiiro: (Evimde dövüş sanatlarında usta olanlar da böyle iyi saklanabiliyor—ve diğerlerinden daha az farkediliyorlar.)
Ritsu: Uff... Dik dik bakma bana. Çok tuhaf.
Ritsu: Eh, neyse, mutlu konuşmanızı böldüğüm için üzgünüm. Bay-bay~♪
Hiiro: Ah, gitti bile. Olayı neydi onun?
Tatsumi: Hm. Sadece yoldan geçiyor gibi görünüyordu. Bir olay olduğu sanmıyorum.
Mayoi: ......
Tatsumi: Mayoi? İyi misin? Rengin solmuş gibi duruyorsun.
Mayoi: Ah, iyi, iyiyim!
Mayoi: Sadece Sakuma ailesi beni fazla korkutuyor. Küçüklüğümden beri onlar hakkında çeşitli hikayeler duydum, o yüzden gergin hissettim!
Mayoi: Endişelenmenizi gerektiren bir şey yok! Önemli değil. Hiç değil!
Tatsumi: ...?
Hiiro: Hm. Neyse, ben hâlâ aç hissediyorum. Bunu demesi biraz utanç verici, yemek isteyen bir çocuk gibi davranıyorum.
Tatsumi: Haha. Konuşmamıza yemek yerken de devam edebiliriz.
Tatsumi: Ana binadaki mutfağa gidelim mi artık? Ne yemek istersiniz?
Aira: Aa! Ben marshmallow istiyorum✩
Hiiro: Hm. O bir yemek adına benzemiyor. Öyle yemeğinde yenilecek bir şey olduğunu düşünmüyorum.
Mayoi: ...
Mayoi: (Ah, ne kadar tuhaftı... Bana böyle anlatmamışlardı. Sakuma ailesi nasıl güneşin altında öylece yürüyebiliyor? Vampir değiller mi?)
Mayoi: (Kendimi buna hazırlıklı sanmıştım—dışarıda başıma her şey gelebilir.)
← Önceki bölüm ◆ Sonraki bölüm →
#ensemble stars#ensemble stars music#enstars#enstars music#tatsumi kazehaya#aira shiratori#hiiro amagi#mayoi ayase#ritsu sakuma
2 notes
·
View notes
Text
"Sana ihtiyaç duyuyorum" bu cümle görebileceğiniz en tuzak cümlelerden biri olabilir.Düşünsenize birisi size ihtiyaç duyuyor evet bu harika ama sadece size ihtiyaç duyuyor.Başka hiç bir şey yok ya da yok gibi davranıyor.Size sadece zorda olduğunda,gergin olduğunda ya da güvende hissetmediğinde geliyor.Ama tam tersi olduğunda sanki sizden nefret ediyormuş gibi davranıyor.Bu his çok kötü.Gerçekten çok kötü...
3 notes
·
View notes
Text
kısa sınav olduk. hoca sınıfa o kadar gergin geldi ki korktum biraz. iyiyken çok iyi kötüyken tam cadaloz olan hocalardan çünkü. 20 dk boyunca topuklularıyla zihnimize sembolik darbeler indire indire gezdi sınıfta. quizim iyi geçti sanırım.
sonra sırayla grupların çıkıp sunum yapması faslına geçtik. gönüllü olarak ilk biz çıktık. tam istediğim gibi bir sunum olmadı çünkü 3 kişiyiz ve diğerlerinin kekeleyerek ve anlatması gereken yerleri atlayarak anlatmasını kontrol edemem.
ama benim kısımları herkes pür dikkat dinledi. arkadaşlardan biri ortaya doğru dedi ki " beyza anlatırken otomatik herkes sessizleşip dinliyor he" djnsjsnekdnejdd şaka maka çok mutlu oldum buna. akademik makale gibi cümleler kullanıyorsun ama basit ve anlaşılır oluyor dediler. inşallah hoca olursam işime yarar bu özellikler.
tenefüse çıkınca hocanın yanına gittim. aslında kaçırdığım bir dersle alakalı soru soracaktım ama nasıl oldu anlamadım hocanın sınıfla paylaştığı bir makaleyi tartışır olduk birden. gülümseyerek dinledi beni. bir tek sen okumuşsun makaleyi afferim dedi. defterine yıldız yapıştırılmış birinci sınıf öğrencisi gibi hissettim kendimi.
ama daha da önemlisi geçiştirircesine değil gerçekten karşısında dengi bir akademisyen varmışçasına sorguladığım şeyleri benimle tartışması etkileyiciydi. bugünün en güzel kısmı buydu.
şimdi diğer arkadaşların sunumunu dinliyorum.
en son hocaya tezimin gidişatıyla ilgili raporumu sunacağım ve eve döneceğim.
dört kitap kargomun teslim edildiği maili geldi. kapıdan kargomu alıcam. kaldı üç kitap.
3 notes
·
View notes