#genç gezgin
Explore tagged Tumblr posts
Text
Moritz Burgmeier'in Bisikletle Türkiye Yolculuğu
Moritz Burgmeier’in Bisiklet Yolculuğu Türkiye’de Devam Ediyor Almanya‘nın başkenti Berlin‘den yola çıkan 20 yaşındaki Moritz Burgmeier, 2 bin 500 kilometreyi bisikletle kat ederek Türkiye‘ye ulaştı. Gittiği yerlerde tanıştığı arkadaşlarının evlerinde konaklayan Burgmeier, kısa sürede birçok farklı kültürle tanışma fırsatı buldu. Hırvatistan, Bosna-Hersek, Karadağ, Arnavutluk ve Yunanistan’ı…
#Almanya#bisiklet yolculuğu#Bursa#dünya kültürleri#genç gezgin#İzmir#kültürel keşif#Moritz Burgmeier#Seyahat#Türkiye
0 notes
Text
Dokuzuncu Osmanlı hükümdarı olan Yavuz Sultan Selim, devlet-i aliyenin başına geçmeden önce -şehzadelik- yıllarında satrançla yakından ilgilenirdi. Satranca merak salan Şehzade Selim diğer alanlarda olduğu gibi satranç alanında da kendini bir hayli geliştirir.
Şehzade Selim bu oyunda ustalaşırken İran bölgesinde de satrancın revaçta olduğunu öğrenir. Satranç adına kendisinde olan meziyetlerin Şah İsmail’de de var olduğunu öğrendiğinde bir yolunu bulup Şah İsmail’le oynamayı ve Şah’ın meziyetlerinden faydalanmayı kafasına takar.
Şehzade Selim Şah İsmail’le oynamayı kafasına koyduktan sonra işi gücü bırakıp tebdil-i kıyafetle(gezgin bir abdal kılığında) İran’a gider. İran’a varır varmaz hanlarda, kervansaraylarda satranç oynamaya başlar ve önüne geleni yener. Oynadığı herkesi yenerek bayağı ün salan Şehzade Selim’in ünü kısa bir sürede Şah İsmail’e kadar gider.
Şah bu ünlü satranç ustası dervişi duyunca, çağırın bir de benimle oynasın der. Böylece Şehzade Selim Şah’ın huzuruna çıkar ve düello başlar.
İlk oyunda; Şah’ın oyun tarzını öğrenmek isteyen Şehzade Selim kısa bir sürede yenilir. Tabi Şah buna çok şaşırır. Saraya kadar herkesi yenip ün salarak gelen bir derviş nasıl olurda böyle basit hataları göremez diye düşünür, bunda bir iş olduğunu anlar ve bir oyun daha ister.
Şah İsmail’in oyun tarzını görmek için ilk oyunda bilerek yenilen Şehzade Selim, ikinci oyunda çok kısa bir sürede Şah İsmail’i mat eder.
Mat olan Şah İsmail sinirlenir ve:
-Bre derviş! Hiç şahlar mat edilir mi? der.
Genç şehzade hemen cevabı yapıştırır:
-Şahların mat edilmeyeceği danışıklı dövüşünü bilseydim, elbette benim de tavrım ona göre olurdu.
Bunun üzerine Şah İsmail iyice sinirlenir Şehzade Selime bir tokat atar. Fakat karşısındakinin yarım akıllı bir derviş olduğunu düşünerek bir kese altın verip yollanmasını emreder.
İşte tam da huzurdan ayrılacakken bu beyit dökülür Şehzade Selimin dudaklarından:
Sanma şâhım herkesi sen sâdıkâne yâr olur
Herkesi sen dost mu sandın belki ol ağyâr olur
Sâdıkâne belki ol bu âlemde dildâr olur
Yâr olur ağyâr olur dildâr olur serdâr olur
Şehzade Selim yediği tokadın acısını unutmaz ve Sultan olarak Çaldıran’da Şah’ın karşısında tekrar çıkar. Şehzade iken satrançta yendiği Şah’ı, Sultan olup Çaldıran’da tekrar yenen Yavuz Sultan Selim savaştan sonra Şah’a bir mektup gönderir. Mektupta şehzade iken yediği tokadın acısını aldığını söyleyip ekler: Atacaksan tokadı, böyle atacaksın.
Aslında Yavuz bütün olanları Şah’ın huzurundan kovulduğu gün şiirinde anlatmış ancak Şah anlayamamıştır. Herkesin dost olmayacağını, bir gün böyle kişilerin karşısına serdar olarak ta çıkabileceğini söylemiştir:
Sanma şâhım herkesi sen sâdıkâne yâr olur
Herkesi sen dost mu sandın belki ol ağyâr olur
Sâdıkâne belki ol bu âlemde dildâr olur
Yâr olur ağyâr olur dildâr olur serdâr olur
(Şahım sen herkesi kendine sadık dost sanma
Sen herkesi dost sanma belki o düşmanın olur
Belki o kişi alemlerde sözü geçen olur
Dost olur düşman olur sözü geçen olur hükümdar olur.)
10 notes
·
View notes
Text
Lidya bugün sana moskovadaki kaktüsten söz etmek istiyorum. Nefes alırken kendi hoşgörüsünü kendine batıran bir insandan.
Lidya bugün sana kar kürelerinden söz etmek istiyorum.
Güzel hissiyatlarıyla koskoca bir yalnızlık yaşayan heykellerden,
Yaşadığı sokaklarda artık gezgin sayılan eksiklerden,
Lidya bugün sana gelemeyeceğimden söz etmek istiyorum.
Çok yorulmuş olacak genç ihtiyardan,
Beklenilmeyeceğini bile bile koşarak giden umutlardan,
Lidya bugün sana başka sevgilerden söz etmek istiyorum.
Bir masal dinliyormuş gibi uyuyup inanacağın sevgilerden,
Öyle sahte öyle çıkarcı öyle soluk ki yaşam isteğinin kalmayacağı sevgilerden.
Lidya bugün sana ölümden söz etmek istiyorum üstelik yaşamın bu kadar içindeyken,
Mendilinde kan sesleri olan bir şairden,
Kahkahaları insanları ürkütecek kadar yaşamı seven bir kadından,
Sevgi savurganlığını yaşayan, teni bu kadar yaşam kokarken ölüme sarılan zengin ve pişkin insanlardan.
Lidya bugün sana benden ve bizden söz etmek istiyorum,
Ulaşılmaz olandan, bir ağustos sabahı cansız uyananlardan,
Güven duvarını kumdan yapıp prensesi kurtarmaya çalışandan,
ve bu tehlikeli oyunları küçük bir çocuk gibi oynayanlardan.
Lidya bugün sana veda edemediğim için özür diliyorum, toprağımı koklayıp sana kavuşacağım günü bekliyorum.
2 notes
·
View notes
Text
"Evet, yalnızca bir gezgin, yeryüzünde bir yolcuyum ben! Ya sizler daha önemli şeylerle mi meşgulsünüz? "
Genç Werther'in Acıları-Goethe
2 notes
·
View notes
Text
"Niçin uyandırıyorsun beni bahar yeli? Hem esiyor, hem de diyorsun ki: Göklerin şebnemini yağdırırım! Oysa yapraklarımın kuruması yakın, yakın yapraklarımı dökecek fırtına! Yarın gezgin gelecek, gelecek ve tüm güzelliğimle beni görecek, kırlarda her yanda gözleri beni arayacak, ama bulamayacak.-“
Genç Werther’in Acıları - Johann Wolfgang Von Goethe
#kitap#kitaptan alıntı#edebiyat#books & libraries#kütüphane#genç werther'in acıları#johann wolfgang von goethe#goethe#kitap sözü#kitaplayasamak#kitaplık#kitaplar#kitaplığımdan#kitaptavsiyesi
1 note
·
View note
Text
Bölüm 180: Çayırlardaki gezgin bir ruh, gece vakti atıyla dörtnala gidiyor
İnsanların bilinçaltında verilen belirli kararlar, kalplerindeki asıl düşünme şekline en yakın olurdu.
Belki de Qi Yan'ın kendisi fark etmemişti ama: kalbi o farkında olmadan, zamanla Nangong Jingnu'nun tarafında yerini almıştı. Fakat ortadaki tezatlık şuydu ki: hiçbir zaman intikamından vazgeçmeyi düşünmemesine rağmen ne zaman ani bir tehlike ile karşılaşsa, düşmanının kızı için endişelenmekten kendini alamıyordu.
Qi Yan: "Durum buysa, bu yetkili yolculuk alayını yarın Wulan şehrine doğru yola çıkaracak..."
Anujin: "Hayır, sadece kendin gidebilirsin."
Qi Yan Anujin ile göz göze geldi. Anujin bir kez daha belirtti, "Kendi başına git, ya da beklemeye devam et."
Qi Yan sıcak bir şekilde gülümsedi. Yüzündeki ifadeden memnuniyetsizlik veya şüpheye dair bir iz okunmuyordu, "Pekala, anladım."
Qi Yan Anujin'in mekanından dışarı çıktı, ardından doğruca Ding You'nun yanına gitti.
Ding You: "Nasıldı? Anujin ne dedi?"
Qi Yan: "Yarın Qian Tong'un gelip seni bulmasını sağlayacağım, sonra benim odama gelip birkaç gün kalacaksın. Mevsimsel bir hastalığa yakalandığımı söylesen yeter, istirahat etmeye ihtiyacım var ve ziyaretçiye izin yok."
Ding You: "Neler oluyor?"
Qi Yan: "Dediğim gibi yap, geri döndüğümde kalanını açıklayacağım. Unutma, hiç kimsenin benim Yanran arazisinde olmadığımı bilmesine izin veremezsin. Bu bir ölüm kalım meselesi."
Ding You: "...Ne kadar önemli bir şey bu böyle? Ben bile bilemez miyim?"
Qi Yan: "Sana karşı önlem alıyor değilim, sadece, bu uzun bir hikaye; yalnızca birkaç cümle ile net bir şekilde açıklamam mümkün değil. Sana güvenmeseydim yaşamımı ya da ölümümü senin ellerine bırakmazdım. Daha halletmem gereken başka şeyler var, önden çıkıyorum."
Ding You Qi Yan'ı kapıya kadar geçirdi, "O zaman senin için ne hastalığı duyurmalıyım?"
Qi Yan: "Orası sana kalmış."
... ...
Ding You kapıda Qi Yan'ın arkasına bile bakmadan geçip gidişini izledikten sonra oradan ayrıldı.
Qi Yan Qian Tong'un yanına gitti; Qi Yan'ın planını duyduğunda bu kişinin tepkisi son derece yoğun olmuştu.
Qian Tong: "İmkanı yok! Bu çok tehlikeli, bu basit kimse de gelecek!"
Qian Tong ilk defa Qi Yan'a karşı bu denli yüksek sesle konuşmuştu. Qi Yan'ın kaşlarının arasındaki hafif çatıklığı görünce, derhal yere diz çöktü, "Yabancı insanların bulunduğu bu yabancı bölgede, bu basit kimsenin içi gerçekten rahat edemez. Efendim lütfen beni de yanına alsın."
Qi Yan Qian Tong'u yerden kaldırdıktan sonra alçak sesle bir iç çekti, "Benimle gidersen, burayla ilgilenmek için kim kalacak? Ding You kendi başına yetemez. Ben hastalıktan yatağa düşersem birilerinin hâlâ burada kalması gerekir, değil mi? Diğer herkes senin, kişisel hizmetkarım olduğunu biliyor. Ben hastayken sen etrafta bulunmazsan ne düşünürler? Ve ayrıca, Ding You muhtemelen bunu yalnız başına gizli tutamaz."
Qian Tong: "Ama..."
Qi Yan: "Çoktan kararımı verdim. Artık beni vazgeçirmene gerek yok."
Qian Tong: "Anlaşıldı..."
Qi Yan oradan ayrılmak amacıyla arkasına döndü, fakat Qian Tong onu durdurdu. Göğsünden bir hançer çıkardı, ardından bunu iki eliyle ona sundu, "Efendim bunu yanında götürmeli, bu sayede bu basit kimsenin endişeleri bir nebze yatışır."
Qi Yan hançeri teslim aldı. Genç adamın gözlerinin çevresinin komple kızardığını görünce, o da buna dayanamadığını hissetti, "Git ve benim için biraz erzak ile su hazırla, gizlice odama ilet. Sadece üç gün yetecek kadar olsun."
Qian Tong: "Anlaşıldı."
Qi Yan odasına döndü. Masaya oturduktan sonra, derin düşüncelere daldı. Zihni tamamen karman çorman bir haldeydi.
Jiya neden kendisiyle teke tek görüşmek istemişti? Tuba kabilesi maskeli kişiyle birlik olmuş muydu, olmamış mıydı?
Anujin ya da Nangong Wang ihanet tasarısı yapıyor muydu?
Dışarıya yaptığı bu yolculukta, yanında güvenebileceği sadece iki insan vardı; Ding You ve Qian Tong. Bu haberleri Nangong Jingnu'ya nasıl iletmeliydi?
Anujin ister ihanet planı yapsın ister yapmasın, ve bu yolculuk nasıl biterse bitsin, bazı tedbirler alması her zaman için gerekliydi.
Anujin'in öğrenmesine izin vermeden haberleri Nangong Jingnu'ya nasıl iletmesi gerektiğine kafa yorarken, Qi Yan kendini tamamen düşüncelere kaptırmıştı. Öyle ki, kendi meseleleri için plan tasarlamayı unutmuştu.
Ta ki kapısı bir kez daha çalınıp, Qi Yan'ın irkilmesine neden olarak kendine getirene dek.
Qi Yan: "Kim var orada?!"
Qian Tong: "Efendim, benim."
Qi Yan: "İçeri gel öyleyse."
Qian Tong kapıyı itip içeri girdi, kucağında şok edici seviyede büyük bir kumaş bohça taşıyordu.
Qian Tong bohçayı masanın üzerine yerleştirdi, ardından açtı. Kumaşın uyguladığı baskıdan kurtulunca, içindeki şeyler tüm masayı kapladı.
Qian Tong son derece ciddi bir yüz ifadesiyle eline birkaç ufak şişe aldı, "Yeşil şişe yılan ve böcekleri savmak için. Eğer efendim vahşi doğada uyumak zorunda kalırsa lütfen bedenine bundan biraz sürsün ve zemine de bir miktar serpiştirsin. Beyaz şişede kan dolaşımını hızlandırmak ve kan durağanlaşmasını yok etmek için dışarıdan alınan bir tıbbi toz var. Olur da, bu basit kimse ne olur ne olmaz diye söylüyor; efendim yaralanırsa, bunu kullansa yeter. Sarı şişedeki, ısıyı dağıtmak ve zehri iyileştirmek için ağızdan alınan bir ilaç. Bu basit kimse bu hayvan postunu satın aldı. Geceleyin, zemini kaplayabilir ve bu iki temiz kıyafet seti battaniye işlevi görebilir. Bu üç tane yağlı kağıttan ambalajın içinde tütsülenmiş koyun eti var. Bu küçük kumaş torbada üç günlük erzak ve yirmi adet pişmiş hamur işi var. Şunlar birkaç ateş yakıcı ve şunlar da ipe dizilmiş bakır para ile ufak gümüş parçaları, asla dışarıdayken çıkarmayın! Ve, bu su kabının içinde..."
Henüz yirmilerine erişmemiş olan bu genç adamın dırdırcı bir anne misali kendisine talimat verişini izlerken Qi Yan'ın kalbi, ailevi yakınlığa benzer bir hisle doldu.
Demek bu dünyada Xiao-Die, Jingnu ve Ding You dışında... onu gerçekten önemseyen, onun güvenliği için endişe duyan başka insanlar daha vardı.
Qi Yan Qian Tong'un iyi niyetlerini geri çevirmedi. O talimatlarını bitirene kadar sessizce dinledi, ardından şöyle dedi, "Ama burada sahiden çok fazla eşya var, hepsini yanımda götürürsem yolculuk süresini etkileyebilir. Şuna ne dersin, biraz sonra yanımda götürmek için gerekli birkaç tanesini seçeyim."
Qian Tong ağzını bir miktar açtı, "Bu basit kimse efendimi varış yerine ulaştırıp, sonrasında gece gündüz yol gidip buraya geri dönebilir. Bu basit kimse efendinin planlarını kesinlikle etkilemeyecek."
Qi Yan'a anlık bir ilham geldi. Qian Tong'un sözleri ona hatırlatmada bulunmuştu!
Qi Yan: "Sana soruyorum, buradan bize en yakın ticarethane nerede?"
Qian Tong bir an düşündükten sonra, "Luo Nehri'ni geçtikten sonra bir tane var," diye cevapladı.
Qi Yan: "Harika!"
O gece Qi Yan, Jinhuaiwu'nun sırtında Yanran arazisinden ayrılıp doğruca kuzeye yöneldi.
Ertesi sabah erkenden, Qian Tong da at sırtında oradan ayrıldı ve güneye doğru yola çıktı.
O öğlen, efendi imparatorluk elçisinin hastalık nedeniyle yatağa düştüğü haberi tüm yolculuk alayı arasında yayıldı. Fakat Ding You, Qi Yan'ı ziyaret etmeye gelen epeyce insanı kapıların dışında durdurmuştu.
İnsanlar çok geçmeden bir şey öğrendi: efendi imparatorluk elçisi ağır bir hastalık kapmıştı. Çok ciddi bir durumdu.
Bazıları, Luo'nun kuzeyi ilkel bir yer olduğu için burada hayat kurtaran birkaç tıbbi malzemenin olmadığını, bu yüzden Efendi Qi'nin kişisel hizmetkarının ilaç getirmek için Luo'nun güneyine doğru gece gündüz yol gittiğini söylemişti.
Buraya gelirkenki yolculukta Qian Tong dibinden ayrılmadan Qi Yan'ın yanında korumalık etmişti. Oraya kadar eşlik etmiş olan Wei Krallığı insanları, Qian Tong'u etrafta göremediği için çoktan hikayenin yarısına inanmıştı. Ve imparatorluk hekimi Ding You'nun bir parça beyaz ağ kumaş bulup onunla yüzünün yarısını kapatmasına, Qi Yan'ın kaldığı avludan gelen boğucu sirke kokusu da eklendiğinde; bu hikayeye tamamen inandılar.
Qi Yan'ın hastalık haberi, ağızdan ağıza aktarıldıkça daha da olağan dışı bir hal aldı. Hatta bazıları Qi Yan'ın çiçek hastalığına yakalandığını söylüyordu...
Bu haberler yayılınca, bir daha kimse Qi Yan'ı ziyaret etmeye gelmedi.
Zavallı Ding You gün boyunca Qi Yan'ın odasında yalnız başına oturmak, battaniyenin altındaki mankenin başında beklemek zorundaydı... Sadece yüzünü kalın bir kumaşla örtmek değil, havadaki boğucu sirke kokusuna dayanmak da zorundaydı.
Bu; Qi Yan'ın, Qian Tong'un yaptığı hatırlatmadan sonra bulduğu bir fikirdi. Qi Yan Nangong Jingnu'ya gizli bir mektup yazmış, sonrasında Qian Tong'un kendi gözü önünde bunu kelimesi kelimesine ezberlemesini sağlamıştı. Onu üç defa sınavdan geçirdikten sonra o gizli mektubu yakmıştı.
Qi Yan Qian Tong'a ilaç getirme kılıfı altında Luo'nun güneyindeki iletişim noktasına gitmesini, orada kendisine ait yeşimden kolye ucuyla birlikte bu mektubu başkentteki Zhuohua Prenses malikanesine iletecek güvenilir birini bulmasını söylemişti. Nangong Shunu bu mektubu saraya teslim edebilirdi.
... ...
Çimenli Ovalardaki karanlık gece, güney tarafındakine göre çok daha ürkütücüydü. Fazlasıyla beyaz bir ay, gökyüzünün tam ortasında asılıydı. Uçsuz bucaksız çayırlarda, karanlığın ortasında, sırtında bir insan taşıyan bir atın dörtnala gittiği belli belirsiz görülebiliyordu. Çayırlara vuran at nalları özel bir ses çıkarıyordu ve duyulduğu gibi bir silüet çoktan geçip gitmiş oluyordu.
Qi Yan bohçayı eyerin üstüne sabitlemişti, bu yüzden tek eliyle dizginleri tutarken diğer eliyle odundan bir yayı kavramıştı. Sırtında, içi bir düzineden fazla okla dolu olan bir sadak taşıyordu ve bambu tüpe çarptıkça keskin sesler çıkarıyordu.
Qiyan Sukhbaru zamanında küçük Agula'ya şöyle demişti: bu mevsimdeyken çayırlar gece vakti bütünüyle tehlikeli olurdu ve kuzeye gidildikçe bu tehlike artardı.
Çimenli Ovalardaki kurt sürüleri yavrulama döneminde olduğu için geceleyin bir araya toplanmış, avlanmakta olan devasa kurt sürüleri olurdu.
... ...
Aniden, Jinhuaiwu huzursuz bir şekilde kişnedi. Qi Yan sakinleştirmek için atın ensesine hafifçe vurdu. Jinhuaiwu Qi Yan'a şunu dedi: yabancı bir koku almıştı, onu çok korkutan bir koku.
Dört yaşındaki Jinhuaiwu, daha önce hiç kurt sürüsü görmemişti. Efendisini hayal kırıklığına uğratmaktan korkmuş, bu yüzden millerce duyduğu dehşete katlanmıştı. Dayanmıştı, ta ki koku görmezden gelinemeyecek kadar yoğunlaşana kadar, bu yüzden Qi Yan'ı uyarmak için kişnemişti.
Sessiz gecede, bir atın kişneme sesi çok uzaklara kadar giderdi. Jinhuaiwu ön bacaklarını bir miktar kaldırdı. Bu koku onu inanılmaz huzursuz ediyordu.
Qi Yan dizginlere asıldı, ardından etraflarına bakındı.
Sollarında muazzam büyüklükte bir gölge vardı, belli bir kale şehrinin olmalıydı. Eğer düşüncesizce etraflarından dolaşırlarsa, şehir kapılarındaki muhafızları ürkütebilirdi...
Fakat Jinhuaiwu'nun içindeki huzursuzluğun kaynağı kuzeydoğuda, Wulan şehrine gitmek için ilerlemeleri gereken taraftaydı.
Qi Yan atın sırtında durup zifiri karanlıkta uzaklara baktı. Elindeki yayı daha da sıkı tuttu, ardından derin bir nefes aldı, "Jinhuaiwu, daha önce hiç kurt sürüleri gördün mü?"
Jinhuaiwu: "Hayır."
Qi Yan: "O halde, benimle beraber oradan geçmeye cesaret edebilir misin?"
Jinhuaiwu anında bir kişneme koyuverdi, buna istekli olduğunu ifade etti. Qi Yan onun ensesine hafifçe vurdu, "Şş... Bu yöne doğru son sürat ileri atıl, ne olursa olsun durma. Ben seni koruyacağım."
Bunu duyan Jinhuaiwu ön bacaklarını havaya kaldırdı, ardından yaydan serbest bırakılan bir ok misali kuzeydoğu yönüne doğru fırladı.
Qi Yan dizginleri bıraktı. Boşta kalan eliyle sırtındaki sadaktan bir ok çıkardı, ayakları üzengilere basarken bacakları eyeri sıkı sıkı tutuyordu. Jinhuaiwu son sürat ilerlerken dengesini sağlamak için sadece vücudunun alt yarısındaki gücü kullanıyordu.
Böyle bir at sürme becerisi, on sene boyunca acı acı alıştırma yapsa bile Nangong Jingnu'ya toz yuttururdu.
Qi Yan yıllardır ata binmediğinden dolayı yeteneği epey körelmişti, fakat babasının kendisine verdiği at sürme esaslarını gayet iyi hatırlıyordu. Ayrıca doğuştan gelen atlarla iletişim kurabilme avantajına da sahipti, bu sebepten kolayca atla tam bir senkronizasyon haline girebiliyordu.
Tıpkı zamanında Başrahibin dediği gibiydi: Prens Agula ilahi bir yeteneğe sahipti, kaderinde bir ömür boyu atların sırtında yaşamak yazılıydı.
Bundan ötürü Chengli kabilesine mensup epeyce insan, prensleri Agula'nın yeni Kağan olacağı ve Chengli kabilesinin hüküm alanını Çimenli Ovalara yayacağına inanıyordu. Her ne kadar Agula'da yarı Güneyli kanı olsa da, gerçekte hiç ayrımcılığa maruz kalmamıştı.
Hatta, annesi geçmişte bunun yüzünden gözyaşı dökmüştü. Furong'un fikrince: böyle bir kader, kadınlar için zarar vericiydi. Tüm gün at sırtında gezip tozan bir kızla kim evlenirdi ki?
Sukhbaru bunu işitince hem kalp acısı duymuştu hem de eğlenmişti. Ağlamakta olan sevgili karısına sarılmış ve onu nazik bir sesle teskin etmişti, "Meizi, endişelenme. Burası Çimenli Ovalar, güney tarafı değil. Agula'mızın öyle bir şeyden dolayı sıkıntı çekmeyeceğini garanti ederim." Sukhbaru bunu dedikten sonra, Agula'ya göz kırpmıştı. O sırada Agula anne babasının neyden bahsettiğini anlamamıştı. Babası gibi gülmek istemiş, fakat annesinin ağlayışını görünce buna cesaret edememişti.
Furong gözyaşlarını silmiş, ardından kısık bir sesle mırıldanmıştı, "Bu seferki kesinlikle bir oğul olacak..."
Geçmişteki olaylar birbiri ardına Qi Yan'ın zihninde beliriyordu. Yıllardır hiç böyle şeyler hatırlamamıştı. Belki ana vatanını yeniden ziyaret ettiği, belki de bir seferlik yalnız kalabildiği içindi; gecelerdir rüyasında sürekli geçmişi görüyordu.
Çimenli Ovaların yok edilmesi ne yazıktı. Her şey yok olup gitmişti.
Agula yıllarca yolunu gözlediği erkek kardeşinin doğumunu görememişti. Xiao-Die'nin büyümesini izleyememişti. Yeminli Andalar olduklarında Bayin ile verdikleri sözü yerine getirememişti, ne babasının dileğini devralabilmiş... ne de Akan Ateş'e verdiği sözü gerçekleştirebilmişti.
Her şey gitmişti... Şu anki Agula, tıpkı dönecek hiçbir yeri olmayan gezgin bir ruh gibiydi. Wei Krallığı'ndan olan bir insan kimliğini taşıyarak, gecenin ortasında yalnız başına çayırlarda dörtnala gidiyordu.
Yüzünde alaycı bir gülümseme belirdi: görünüşe göre Başrahibin tahmini aslında doğru değildi. Şu an olduğu haliyle nasıl bir ömür boyu atların sırtında savaşabilirdi ki?
Belli bir mesafeden, bir kurdun uzayıp giden uluması duyuldu.
***
0 notes
Video
youtube
Aykut ilter - Fondip Aykut ilter - Fondip Söz - Müzik: Aykut ilter ARANJÖR : TANER DEMiRALP SIRRI DERYA DOĞU KILIÇ DÜZENLEME : VOLKAN ATEŞ AKYILMAZ GİTAR : SERHAN YASDIMAN BAS GİTAR : ESER ÜNSAL YAYLILAR : GRUP ATLANTİS PERKiSYON : ŞENER YOLAL SAXSAFON : GÖKSUN ÇAVDAR GERi VOKALLER : VOLKAN ATEŞ AKYILMAZ,DEMET TUĞCU, FERHAT KÖSE, CİHAN KONUK ÇOCUK GERi VOKALLER : BAŞAK TUNCEL,PETEK HOŞGÖR, ÖZNUR GELİŞ, AYŞE BİLGİÇ, DİKRİS KAZAZOĞLU,MERVENUR DEMİR, NİLÜFER ÇAKMAK, SABİHA KÜÇÜK TÜFEKÇİ, FERİZE KURT KAAN KAFADAROĞLU, SEHAN BENGÜL, MEHMETALİ AYDEMİR,DOGUKAN GEZGİN, AHMET ONUR SÖZEN, BARET KAZAZOĞLU,ÖNDER ARPACI EDİT : SIRRI DERYA KILIÇ, İLKER BAYRAKTAR, EMİN MECNUNBEYOV MiKS : VOLKAN ATEŞ AKYILMAZ STÜDYO : ATON MUSIC PRODUCTION STÜDYO : LİMON SES KAYIT ve MÜZİK YAPIM MASTERiNG : ULAŞ FONDİP EL BEBEK GÜL BEBEK KRAL GİBİ YAŞATIRIM EVLENELİM SEN DEMEK YALAN DEMEK OLMAZ BU İŞ EN İYİSİ EYLENELİM TEKİLA ŞARAP RAKI BİRA HAYDİ KADEHLER HAVAYA SON Kİ ÜÇ DÖRT FONDİPPP OOOOOH DANE DANE DASTANA KARNIM TOK BU LAFLARA GİT ANLAT BU MASALI SEN ( BAŞKALARINA ) BENİ UYUTMA Aykut ilteR Böcek Müzik Yapım Pentagram albümlerinin ardından şimdi de Türk Pop Müziğine güçlü ve iddialı bir isim kazandırıyor; İ.T.Ü Türk Müziği Konservatuarı Şan Bölümü mezunu olan Aykut İlter, 2003 yılının ilk aylarında Böcek Müzik’le anlaşarak müzik serüvenine yepyeni bir sayfa açtı ve ilk albümünün hazırlıklarına start verdi. Titiz bir çalışmanın sonunda tamamladığı albümü “Çoook Yandı Yürek” ile 31 Mayıs 2004’de tüm müzik marketlerde yerini aldı.Albüme ismini veren “Çoook Yandı Yürek” Türk Sanat Müziği severlerin ilk dinleyişlerinde hemen ayırt edebilecekleri Hüzzam makamında bir parça. Bu anlamda popüler müzikte bir ilk olma özelliğini de beraberinde taşıyor. Gürcan Keltek yönetiminde çekilen videosuyla da gösterime girdiği ilk günden bu yana müzikseverlerin ilgisini çeken “Çoook Yandı Yürek” önümüzdeki günlerin dillerden düşmeyen parçaları arasında daha şimdiden yerini almışa benziyor. “Çook Yandı Yürek” dahil olmak üzere albümdeki 7 parçanın söz ve müzikleri Aykut İlter’e ait. Bu parçalar içinde albüm yayınlamadan önce gerçekleştirilen üniversite dinletilerinde ve Aykut İlter’in sahne aldığı mekanlarda gösterilen ilgiyi dikkate aldığımızda iki parça daha ön plana çıkıyor: “Canına Yandığım” ve “Ah Kurnaz”. Yerli bir beste olmasına rağmen, Türkçe sözler yazarak müziğimize uyarladığımız Grek parçalara adeta taş çıkaran “Ah Kurnaz” çalındığı andan itibaren dinleyenleri hep bir ağızdan söylemeye davet ederken ritme kapılmayıp da yerinde oturanların sayısıysa oldukça az görünüyor. Bunun yanısıra “İstanbulsun” şarkısının söz ve müziklerini yazan Nur Ekesan ve “Elveda”, “Sonuncu Gün” parçalarının yazarı Can Tosun’da müzikle amatör olarak ilgilenen ancak yaşadıkları duygu birikimlerini şarkılara olağanüstü bir başarıyla taşıyan iki genç isim. SANATCININ BiYOGRAFiSİ Mersin doğumlu ve yay burcuyum, babamın memuriyetinden dolayı Anadolu’nun değişik illerinde bulundum. İlkokulu Uşak Eşme Şehit Alibey İlköğretim Okulu’nda, ortaokulu Mersin Ortaokulu’nda okudum. Orta okuldayken 2.sınıfta Ağaç Bayramı dolayısıyla yapılan şiir yarışmasında birinci oldum. İçel Valisi Ferruh GÜVEN’den kalem hediye aldım. İlk şiirimdi. Liseyi Mersin Tevfik Sırrı Gür Lise’sinde okudum. Lise yıllarında katıldığım Mersin Türk Musikisi Cemiyeti’nden sonra İ.T.Ü T.M. Konservatuarı sınavını kazanarak Konservatuarın Şan Bölümüne girdim, Alaaddin YAVAŞÇA, Bekir Sıdkı SEZGİN, Tülin KORMAN, Tülin YAKARÇELİK, CAN ETİLİ, Neriman TÜFEKÇİ, Belkıs ARAN, Güher GÜNEY gibi değerli hocalardan ders alarak eğitimimi sürdürürken bir yandan da profesyonel sahne çalışmalarımı bugüne kadar sürdürdüm. Çocuk klübünün trafik rap yarışmasında benim yazdığım sözler istanbul 2.ligini kazandı… Askerliğim sırasında Tuzla’da Beşinci Bölük Marşı’nı besteledim. Jandarma Asteğmen olarak Foça’ya eğitime gittim. Şırnak’taki 23.Jandarma Sınır Tümen Komutanlığı’nda Tümen Komutanı Tüm General ÖMER KEÇECİGİL ile Şırnak Valisi HALİL ULUSOY’dan TAKTİR VE TEŞEKKÜR belgeleri alarak teskeremi aldım. İki albüm sahibi Aykut ilteR oyunculuk yönüylede önümüzdeki yıllarda birde kitap hazırlığında olup sürekli kendisini yenileyerek geliştirmektedir…
0 notes
Text
Yaz Dostum
“İnsan insan” demiş şair! Ne de güzel söylemiş. Yoğun geçen bir döneme biraz olsun bir mola vermek için Balkanların yolunu tuttuk. Biraz dinleneceğimi tahmin ediyordum ama ruhumu öylesine zenginleştirecek üç muhteşem insanla karşılaşabileceğimi hiç tahmin etmemiştim…
Önce Kostas karşıladı bizi. İlk akşam Yunan sahillerinin mütevazı kasabası Stravos’ta misafiri olduk. Daha eşyaları odalarımıza yerleştirmeden önce ne içmek istediğimizi sordu. Eşyalarımızı ahşap odalarımıza yerleştirdik. Sonra avluda başladı koyu bir sohbet. İlk kez Türk misafirlerinin olduğunu söyledi. Uzun yıllar Türkiye’de çalışmış, gezmediği yer kalmamış. Öyle benimsemiş ki bizleri adeta temsilcimiz olmuş o küçük kasabanın. Koyu bir sohbetin ardından sanki daha önce birisi tembihlemiş gibi
-Gel sana benim özel odayı göstereyim dedi. Avlunun içinden geçtik, koyu ahşap bir kapıyı araladı, aşağı doğru yol alan merdivenlerden ne çıkacağını merak etmiyor değildim. Bir taraftan da ortam bir anda serinledi ve… ve inanılmaz bir manzara ile karşılaşıverdim. Helkeler, ibrikler, bakır tepsiler, el yapımı tabancalardan, çiftçilerin kullandıkları aletlere kadar her türlü eski malzeme insanı alıp on yıllar öncesine götürüyordu. Ev adeta küçük bir çiftçi müzesi gibiydi. İnceledim, inceledim Yolun sonunda bir oda daha belirdi, kapısını araladı. “Burası da özel odamız dedi. Çok sıcak olduğu zamanlar serin olduğu için burada kalıyorum” dedi. Dışarıda ısı 30 derece civarıydı ama burada en az 10 derece daha düşüktü. “Kışın da burası dışarıya göre daha sıcak oluyor” dedi. Şöminenin karşısında bir şeyler içerken dinlenmek tam bir keyif benim için. Burası benim hayalimdi” dedi. İşini kalbiyle yapan bir işletmeci… İşletmesini kardan çok insanlarla buluşmak için açan bir taraftan da baba yadigarı yeri hatıralarıyla yaşayan ve yaşatan Kostas avluya çıkınca güler yüzüyle bizi karşılayan yengeyi koluna takıp “deniz saatimiz geldi. Gecenin bu saati denizin en sakin zamanı, keyfi bu saatte çıkıyor” dedi. Onlar denizin biz yataklarımızın yolunu tutmuştuk.
Sabah erkenden deniz için kalktık. Kahvaltıyı deniz yolunda birşeyler alıp denizde yaparız diye düşündük. Sahil yürüyüş mesafesinde. Bizimkileri sahile yönlendirdim. Kostas’ın tavsiye ettiği fırına yöneldim. Güneş henüz ışıklarıyla ısıtmaya başlamıştı. Vitrininde börekler, poaçalar ve elmalı pastaların olduğu fırından içeri girdim. Tezgahta çalışan genç kıza böreklerin çeşidini sordum. Hepsinden birer porsiyon vermesini rica ettim. Etrafı biraz seyretmek için de kendi şiparisim olan elmalı pasta ile kahveyi dışardaki masalardan birini işaret edip “burada yiyeceğim” dedim. Yunanca teşekkür ettikten sonra nereden geldiğimi sordu. Türkiye’den geldiğimi öğrenince tezgahın arkasında yana doğru dönüp yunanca birşeyler söyledi. Hemen ardından tatlı yüzü ve gülen gözleriyle bir yaşlı teyze beliriverdi. Eliyle adeta hoşgeldiniz diyordu. Elmalı pastamı aldım, dışardaki masama koyuldum. Tam kahvemi almak için döndüm ki elinde bir fincan kahveyle gülen yüzüyle karşımdaydı. İlk sözü Türkçe “hoş geldin” oldu. Sonra “lakirdi” dedi biraz da Yunan şivesiyle. Lakırdı… Yıllardır ülkemde duymadığım bu kelimeyi bir yunan sahil kasabasında Maria teyzeden duymuştum. Başladı koyu bir sohbet. Büyükbabası Ayvalık’tan gelmiş. Bizim yaşamadığımız, yaşananları da anlamakta zorlandığımız dünyanın yeni bir coğrafyaya dönüştüğü dönemde masumların, masum çocukların kaderleri de maalesef bu değişimin bedeli olmuşlar. Anlaşamadığımız cümlelerde sevgili kızı Afrodit bize tercümanlık yaptı. Babayı yıllar önce kaybetmişler. Dükkanı anne-kız işletiyorlarmış. Sohbete daldık, sahilde kahvaltılık bekleyen Özge ve saz arkadaşlarını unutuverdik. Koşa koşa börekleri yetiştirdim. Yaşadıklarımı anlattım, artık şaşırmıyorlar bana. Annem Cemil, diğerleri gezgin diyor bana. Sahil dönüşü onları da getridim fırına. Afrodit bize bir Yunan kahvesi yaptı, biz Maria teyzeyle sohbet ettik. Yolunuz bir gün paşamın memleketi Selanik’e düşerse yol üzerindeki küçük sahil kasabası Stavros’ta mutlaka bir mola verin. Konaklamayacak olsanız da KoNaKari evlerinde Kostas’a uğrayıp Türkiye’den geliyoruz demeniz yeterli. O zaten kapıyı hoş geldin diye açacaktır. O’nunla sohbetten sonra hemen aşağıdaki fırında Maria teyzenin o nefis böreklerinin tadına vardıktan sonra tarçınlı elmalı kurabiyeleri bir fincan kahve ile deneyin. Memnun kalmayanların dönüşte hesabı benden.
Selanik’teydik. Paşamın evini ziyarette yaşadığımız derin duygulardan sonra bir de şehir turu yapıp memlekete dönecektik. İki gün konakladığımız bir evden çıkışta kahvaltı için bir fırından yine peynirli börek ve simit alırken Türkçe konuştuğumuzu duyan bir dev adam “oşgeldiniz, (h harfi yok)” diye karşıladı bizi. Fırıncıya birşeyler söyledi, fırıncı simitlerin yanına simit, böreklerin yanına ekmek de ilave etti. Adam dönüp bize, bunlar da fırıncıdan dedi ve el sallayarak gitti.
Geçtik karşı kafeye. Aldıklarımızı burada sizin kahvenizle yiyebilir miyiz diye sordum genç kıza. “Tabii ki” dedi. Yunanların lezzetli soğuk kahvesi Frappelerimizi söyledik. Bir taraftan da yiyeceklerimizi hazırlıyoruz. Kahveler geldi, kocaman bardakta, tam dilediğim diye ilk yudumu ağzıma alıyordum ki bir çift masmavi tebessüm dolu çeşmiyle karşı karşıya geldim. Kalkıtı sandalyesinden yavaş yavaş, yaklaştı yanımıza ve sözcükler dökülüverdi ağzından “Hoşgeldiniz, sizi burada görmek ne mutlu etti beni anlatamırem, yanımdakine söyledim ben gidip konuşacağım diye?”. Otur hele bir annem dedik, neler anlattı o kısacık zamanda. Kazakistan’da doğmuş, dört kardeşten sonuncusu olarak dünyaya gelmiş, henüz 3 aylıkken Stalin’in askerleri babasını öldürmüş. “Hiç baba kelimesini kullanamadım” dediğinde yüreğimdeki akan kanın ılıklığını hissettim adeta. “1953 yılında ben memleketim Yunan’a gideceğim diye çıktım yola” dedi. Türkiye üzerinden gelmiş. Hatta adını bilmediği bir şehirde üzerine kıyafet almak için girdiği dükkanda satıcı “gitme, burada kal, yeni bir hayat kurarız sana” demiş. Israrına rağmen kabul etmemiş, satıcı ihtiyacı olan herşeyi verip parasını da almadan yolcu etmiş. Bunları anlatırken masmavi cam gibi parlayan gözleri buğulanıyordu. Annemim mezarı Rusya’da, O’nu görmeye gideceğim. Çocuklarım var, torunlarım var, onların da çocukları var ama annemi görmem gerek” dedi. “Burada kimse Türkçe bilmiyor, birkaç kelime bilen de konuşmuyor. O yüzden evde ben kendi kendime konuşuyorum, çok kelime unuttum ama sizin gibi Türkleri görünce çok mutlu oluyorum” dedi. 86 yaşında, dört dil bilen, bir ömre binlerce hikaye sığdıran Maria teyzeye telefonumu bırakıp ayılırken sarıldım ellerine. Öptüm pamuk ellerinden, alnıma götürdüm. Yolun düşerse seni ağırlamaktan onur duyarız dedim. Ayrıldık.
Kendimle gurur duyuyorum. Hiçbir din, dil, ırk, mezhep, renk ayırmadı beni insanlarla. İyi ile kötü olmak dışında hiçbir sınır beni uzak tutmadı insan oğlundan. Daim olması dileğiyle.
#keşfet #makale #turist #yunanistan #gezgin
0 notes
Text
Diyarbakır'da çok başarılı olan genç topluluklar var. Bu güzel insanlar bir çok çalışmaya imza atıyor. Bu topluluklardan biri de gençlere yönelik Avrupa çalışmalarında öncülük etmeyi şiar edinen @bazaltgenclik 'dir. Çalışmalarda emeği geçen herkese teşekkür ederim...
#thairabud #newproject #Diyarbakır #diyarbekir #gezi #travel #gezgin #seyahat #travelling #amed #dünya #like #gezgin #gezgininrotasi #gezginler #fotograf #Turkey #mezopotamya #Türkiye #kurdish #turkish #word #vlog #vloging #vlogger #travel #travelling #gez #gezgin #gezmek #geziler
0 notes
Text
9.Bölüm
Sabahleyin, odamdan ayrılmadan önce, evdeki gençlerden birini, benim evde olmayacağımı söylemesi için Ajlla'ya gönderdim.
"Ama tam bu saatte buluşacaktık" diye şaşkınlık ve kızgınlıkla bağırdı genç kadın.
Çocuk da, kendisine önceden öğrettiğim gibi:
"Chamalú dedi ki, bugün yapacak işi olmadığı için, kıra çıkacak, akşam da geç dönecek" diye sürdürdü sözünü.
"Beni unutmuş olamaz," diye karşı çıktı Ajlla. "En az bir haftadır hep aynı saatte geliyordum."
"Benim diyebileceğim bu kadar," diye soğukça üsteledi genç çocuk ayrılırken. "Eğer bütün gün beklemek istiyorsanız, bekleyin, ama bahçede değil."
Ajlla kımıldamadan kalakaldı, yalnızca hızlı ve kırık soluğu duyuluyordu. Gözleri yere çakılı kalırken kendi kendine düşünüyordu, "Chamalú davranışı karşısında benim neler hissedeceğime hiç aldırmadan çekip gitti. Bencillik bu..."
Böylece düşünceleri beyninde dönüp duruyordu, karmakarışık, durdurulamaz, denetlenemez. Her zaman oturduğu yerin kenarına ilişti, kollarını kavuşturup sessiz kaldı, yakın bir duvarda antika bir saat zamanın nasıl yavaş geçtiğini bildiriyordu.
Birkaç saat sonra odaya girdim, neredeyse hiç yüzüne bakmadan ona dedim ki, "Burada kalmakla doğru yaptın, ama öfkelenerek içindeki uyumu yitirmekle de yanlış yaptın. Neden caydın yüreğini dinlemekten? Hayır, Ajlla, en değişik durumlarda bile dengeni korumazsan, fazla ilerleyemezsin. Mizah duygusu budalalığın ve hastalığın ilacıdır; mizah duygusu aydınlanmayı sağlayan güvencedir; mizah duygusu Gezgin'in hac yolculuğunda önemli bir adımdır. Mizah duygusu olmadan nereye varabiliriz ki? Nasıl oluyor da bunca dersten sonra sen hala karmaşıklaştırmaktasın hayatını? Her zaman anımsaman gereken büyük bir gerçek var, Ajlla: hayattaki tek ciddi şey mizahtır.
Mizah duygusunu yitirince, yenilmezliğin bundan zarar görür. Yenilmezliğin çatlayınca ise, tümüyle dirençsiz kalırsın. Mizahı yalnızca mizah olarak anımsayabilmelisin. Yoksa uçar gider mizah duygusu, sen de göklere yükselmek şöyle dursun, yerlerde acıklı acıklı sürünmeye dönersin yeniden.
Sonsuzluk, Ajlla, dolu dolu deneyimlenen bir andan başka birşey değildir. Uçsuz bucaksızlık Gezginin yüreğine yakışandır. Mizah duygusuna bağlı kaldıkça biz, bizim uyumsal titreşimimiz durmaksızın genişleyecektir. Biz hiçbir şey yapmıyor olsak da, yalnızca varlığımız değerli bir katkı olacaktır.
Bilge bir adam düşünmeye başlayınca, aptallaşır. Bir Gezgin öfkelenirse o artık uçamaz olur, sürünür sefilce. Aç yüreğini, Ajlla, başla oynamaya bu oyunu. Asla, hiçbir durumda, hiçbir yerde yitirme içindeki gülmece duygusunu. Nereye gidebiliriz mizah olmadan? Harikalarla dolu olan Pachamama'nın parçası olduğumuza nasıl olur da teşekkür içinde olmayız; kutsal İntij İnti'den geldiğimizi nasıl unutabiliriz? Ajlla, sevgi tohumları ek ki, sevinç toplayasın. Biz mutlu olduğumuz zaman, türküler çığırır hücrelerimiz, derin bir barış doldurur bedenimizi. Yüreğimizin gözüyle görürüz ki, uçmak değildir kuşların yaptığı, dansetmektir oynamaktır havada."
"Ajlla," diye devam ettim , "bizler yeni Pachacuty'nin yerli halkı tıpkı yağmur taneleri gibiyizdir. Verebileceğimiz örnekle, göstereceğimiz nezakete, çağdaş insana bütün sorunun bir akma sorunu olduğunu, akmanın ise JanaJpacha'ya giden yolu bulmamız olduğunu anımsatmak için indik bu dünyaya. Bu biçim değiştirme bizim titreşimimizi yükselterek, evrimimiz için gerekli olan nitel değişimi sağlar bize.
Bu işlemse mizahsız olmaz, Ajlla! Eğer sen sarsılmadan ve uyum içinde tepki veremezsen, Gezgin başarılı olamaz. Durumların en kötüsünde bile, içindeki iyilik duygusunu saklamalısın; ancak o zaman belli bir bilinç düzeyinde hareket edebilirsin; ancak o zaman selinin askıdaki yolculuğu kalıcı olur...Kendi içindeki yolculuğun.
Eğer hiçbir şey rastlantısal değilse, niçin yakınmak? Niçin kızmak, eğer hiçbir şey nedensiz olmuyorsa? Herşey derstir. Öyleyse, şükran duyarak öğren, herşeyi doğallıkla kabul ederek. Tek gereksinimin sağlıklı olmandır. Gerisi kendiliğinden gelir.
Yaşamımızda bir anlam olmayınca, tepkilerimiz saldırganlaşır, denetimsizleşir, hiçbir şey bize dokunmasa bile. Durmadan haklılık ararız, ya da başkalarını suçlarız. Ama şamanlık yolumuz olduğunda, herşey harika ve mizah dolu oluverir.
"Bizim yabanıl yaratılış destanımıza göre, İntij İnti bize şöyle dedi: 'Eğlenmek için gidiniz dünyaya, çünkü eğlenirken öğreneceksiniz , öğrenerek büyüyecek, büyüyerek de evrimin kutsal amacını yerine getireceksiniz.' Neden değiştirmeyelim mizahçılarla hastanelerdeki doktorları? Neden her haftasonu mizah grupları kurmayalım? Neden hergün bir gülme anı olmasın yaşamımızda, nerede olursak olalım? Neden sonsuzlaştırmayalım bu anı, neden yaşamımızı kesintisiz bir kutsal mizah etkinliği yapmayalım?
"Ajlla, bize kendi kendine gülme yeteneği verilmiştir, öyleyse gülebiliriz pekala kendimize...gülümseyivermek işler istediğimiz gibi olunca, özellikle de işler istediğimiz gibi olmayınca. Siz bir şeyi tüm içtenliğinizle yaparak zevk alırsanız çabanızdan, ne iyi! Sonunda kazandığınızın önemi yok. Önemli olan bu işten ne öğrendiğinizdir.
"Kendi kendimize gülme yeteneği verilmiştir bize, özellikle de yaptığımız hatalara gülelim diye. İşte bu sağlıklı sevinç duygusu öğrenme için gerekli aydınlığı saklamamızı sağlar; bir başka deyişle büyüme olgusunun işlemesini.
"Ajlla," dedim, kucaklayarak onu, "yüreğin gülümsüyorsa eğer, ne olursa olsun kararmayacaktır yüzün. Sen ışık olacaksın gece geldiğinde. Ve de en kötü anlarda mizah duygusu varsa, biçimlenmeye başlayacaktır Gezgin; bu demek ki kesindir sevinmek, çünkü her eylem bir sevinme olayıdır aslında."
Neşe içinde vedalaştık. Ağaçsa biliyordu zaten mizah olmasa neler geleceğini başımıza.
1 note
·
View note
Link
15 yaşındaki Mumbai kızı Maleesha Kharwa. YouTube ekran görüntüsü. Amerikalı bir gezgin ile Mumbai'nin gecekondu mahallesindeki genç bir kızın talih eseri karşılaşması, gencin dikkate kıymet bir dönüşüme uğramasına yol açtı. Talih toplantısı üç yıl ilkin gerçekleşti. 15 yaşındaki neşeli ve küçücük Maleesha Kharwa, meraklı bir turistin dikkatini çekti. [embed]https://www.youtube.com/watch?v=4bSfhlg_9qw[/embed] Maleesha'nın ailesi, çöplerle dolu bir kıyı şeridinde mütevazı bir kulübede yaşıyordu. Sadece onun dönüşümünden sonrasında artık yakınlarda temel olanaklara haiz tek odalı bir daire de kiralıyorlar.Maleesha'nın yolculuğu, Mart ayında lüks bir Hint kozmetik markası olan Forest Essentials'ın onu genç Hintli hanımefendilerin ruhunu kutlayan Yuvati kampanyasının yüzü olarak seçmesiyle mühim bir sıçrama yapmış oldu. Bundan ilkin Cosmopolitan India dergisinin kapağını "Cesaret! Cesaret! Cesaret!" sloganıyla süslemişti. Maleesha, modellik yada dans alanında kariyer yapma arzusunu dile getirdi. Sadece eğitimini tamamlayana kadar çalışmalarına kendini adamış olmaya kararlıdır.Maleesha'nın bulaşıcı gülümsemesi onun tanınmasını ve hayranlığını kazanmıştır ve şu şekilde paylaştı: "Kendimi iyi hissediyorum bundan dolayı kamerada ve gerçek hayatta değişik görünüyorum." Oscar ödüllü "Slumdog Millionaire" filmine benzeyen hikayesi, reklamlarda ve popüler kültürde açık ten renginin çoğunlukla idealleştirildiği Hindistan'da değişen güzellik algılarına dikkat çekiyor.Muhteşem yolculuğu, 2020'de Maleesha ve ailesiyle olan deneyimlerini Instagram ve YouTube'da paylaşan Amerikalı erkek oyuncu ve koreograf Robert Hoffman tarafınca kolaylaştırıldı. [embed]https://www.youtube.com/watch?v=wkxv7j2F0BM[/embed] Maleesha'nın neşeli tavrı, annesini genç yaşta kaybetmesi de dahil olmak suretiyle karşılaşmış olduğu zorlukları gizliyor. İki çocuk yetiştirirken bir taraftan da günlük bir işte hokkabazlık meydana getiren babası, ailenin dayanıklılığının bir kanıtıdır.İnternetin gücünün bilincinde olan Hoffman, Maleesha için "Bana Fon Sağla" kampanyasının başlatılmasında oldukça mühim bir rol oynadı. Sonrasında, paylaşımlarında 'gecekondu prensesi' hashtagini kullanarak bir toplumsal medya fenomeni haline geldi. Instagram hesabı şu anda etkisinde bırakan bir 367.000 takipçiye haiz ve büyümeye devam ederek Mumbai'nin gecekondu mahallelerinin kalbinden bir ümit ve esin ışığı sunuyor.
0 notes
Text
Berkay Gezgin kimdir? Nerelidir? Berkay Gezgin kaç yaşında?
Berkay Gezgin kimdir? Nerelidir? Berkay Gezgin kaç yaşında?
Berkay Gezgin kimdir? Nerelidir? Berkay Gezgin kaç yaşında? @/berkaygezginnkullanıcı adı ile Twiterda bulunur. Profilinde Atatürkçü, laik, demokrat bir genç! #HerŞeyÇokGüzelOlacak yazar. Sabit Tweeti; Hayatımın son gününe kadar bu kampanyanın sloganına ilham kaynağı olmanın onurunu yaşayacağım. Belki yarın oyumuzla sana destek veremeyeceğiz ama benim gibi milyonlarca çocuğun bu ülkenin…
View On WordPress
0 notes
Text
Genç Gezgin Yakında Burada !
Genç gezgin yakında burada paylaşımlarına başlıyor !
Takipte Kalın !
1 note
·
View note
Photo
"Hevesim kırıldı, nefesim daraldı" İnstagram@yankilisokaklar
28 notes
·
View notes
Photo
Yirmikitap etiketinin dışına çıkarak bu iki kitabı okuduğumu daha önce paylaşmıştım sizlerle. Mehmet Genç’i yani nam-ı diğer Rotasız Seyyah’ı uzun zamandır facebook ve instagramdan severek takip ediyordum. Onu bir gezgin olarak görüyordum ama öteki gezginlerden daha farklı işlere imza attığına da zaman zaman şahit oluyordum. Mesela gittiği yerlerde turistik olana değil de gerçek kültüre olan ilgisi, yerel halkı tanıma çabası ve onlarla iletişimi, fotoğrafçı olması sebebiyle güzel projelere imza atması ve benzeri şeyler gerçekten hoşuma gidiyordu. Çok fazla yer gezdiğimi söyleyemem ama yaptığım gezilerde beni en çok mutlu eden şeyler bir çok turistin görme fırsatı dahi olmadığı anlara şahitlik etmek. Turistik bir rotadan ayrılıp gerçeklikle temas etmek, farklı kültürleri tanımak ve yaşamak. Bu durumu en çok Prag’da ve Mostar’da tattım. Bunun ne kadar değerli olduğunu biliyorum. Gezmek ve yeni yerler görmek insanı gerçekten mutlu ediyor ancak bu bahsettiğim tecrübeleri yaşamak yeni yerler görmekten çok daha fazlası. Zevkle okuduğum bir kitaptan yepyeni şeyler öğrendiğimde nasıl bir haz duyuyorsam bu tecrübeler biraz da buna benziyor diyebilirim. Öte yandan gezmeyi seven bir insan olduğum için kendisine imreniyor ve zaman zaman da kıskanıyordum. Hayatımın hiçbir döneminde onun kadar gezemeyeceğimi biliyorum. Gerek kendi özelliklerim gerekse diğer şartlardan dolayı bu mümkün olmasa da elimden geldiğince gezip yeni yerler görmeye ve yeni kültürleri tanımaya çalışacağım.
Bu iki kitabı okurken Rotasız Seyyah hakkındaki görüşlerim başka bir yöne evrildi diyebilirim. Kitabı okudukça onun yaptığı gezileri daha yakından tanıma fırsatı buluyordum ve bu çok güzel bir duyguydu benim için. Bir çok anısını okurken sanki onunla beraber ben de yaşamış ve gezmiş gibi oldum. Ancak okudukça Rotasız Seyyah’ı gezgin gibi değil de daha çok hiç bilmediği insanların hayatına dokunan birisi olarak görmeye başladım. Hatta bence o kimileri için Hızır gibiydi. Birden birilerinin hayatında beliriyor, 1-2 gün onların dertleriyle dertleniyor, elinden gelen yardımı yapıyor ve aniden kayboluyordu ortadan. İçinde yeni yerler görmek ve onları keşfetmek için biriken muhteşem bir heyecanın ve isteğin olduğunu tahmin etmek zor olmasa gerek ancak bence bu isteği kadar yeni insanlar görmek istiyor Rotasız Seyyah. Kitabından da zaman zaman bu minvaldeki düşüncelerini dile getiriyor zaten. Tabii ki de gittiği yerlerin insanı ile tanış olmayan bir seyyah düşünülemez ancak bence Rotasız Seyyah bir gezginden çok daha fazlası. Bir insanı bizzat tanımadan hakkında çok iyi yorum yapacak birisi değilim aslında. Böyle yaptığım zamanlarda hep hayal kırıklığına uğrattı beni hayat. Ancak Mehmet Genç’i okurken onun samimiyetini hissettiğimi düşünüyorum. Allah yolunu açık etsin ve üçüncü kitabını da bizlerle yakın zamanda paylaşsın inşallah.
Karantina günlerinde evlerinden çıkamayan ama dünyayı gezmek isteyen herkese önerimdir bu iki kitap.
9 notes
·
View notes
Text
Günübirlik Turlar
Her Haftasonu Muhteşem Destinasyonların Tadını Çıkarın
0312 911 45 45
0850 840 11 55
www.tatilkupu.com
0 notes