Tumgik
#gelm metal
doriangray1789 · 2 years
Text
Bilim -1-
Evren Sonsuz Mu?
Evren'in sonsuz olduğunun düşünülmesinin başlıca sebeplerinden ilki, gözlemlenebilir evrenin düz bir duvar benzeri bir sonunun olmamasıdır. Bir diğeri ise evrende birbirini tekrarlayan yapılar ile karşılaşmıyor olmamızdır.
Peki gözlemlenebilir evren nedir? Kısaca, elimizdeki cihaz ya da sensörler ile gözlemleyebildiğimiz en uç noktadır diyebiliriz. Bu cihazlar ile kozmik mikrodalga arka plan ışıması (Cosmic Microwave Background Radiation, CMB) gözlemleniyor. Bu kadar uzaktan gelen ışık, kızıla kayma yüzünden görünmez olduğu için normal teleskoplar ile görmek olanaklı olmamaktadır.Evren'in sonsuz olduğunun düşünülmesinin başlıca sebeplerinden ilki, gözlemlenebilir evrenin düz bir duvar benzeri bir sonunun olmamasıdır. Bir diğeri ise evrende birbirini tekrarlayan yapılar ile karşılaşmıyor olmamızdır. Peki gözlemlenebilir evren nedir? Kısaca, elimizdeki cihaz ya da sensörler ile gözlemleyebildiğimiz en uç noktadır diyebiliriz. Bu cihazlar ile kozmik mikrodalga arka plan ışıması (Cosmic Microwave Background Radiation, CMB) gözlemleniyor. Bu kadar uzaktan gelen ışık, kızıla kayma yüzünden görünmez olduğu için normal teleskoplar ile görmek olanaklı olmamaktadır.  Şu durumda Evren'in küre şeklinde bir yapıya sahip olmadığını kanıtlamış olduk. Evren düz ve bu durumda sonsuz olması gerek. Ama daha her alternatifi tüketmedik. Ya evren bir torus gibiyse? Torus, simit benzeri bir şekildir. Ve bu şeklin içindeki iki paralel doğru birbirini çoğu durumda kesmez. Yani eğimli olsa da iki boyutlu yüzeyi düzdür. Topoloji bazen kafa karıştırıcı olabiliyor.Burada ifade edilmek istenen şeyi anlayabilmek için elinize bir parça kağıt alıp bu kağıdı rulo yaptığınızı ve bu ruloyu da simit şeklini alacak şekilde iki ucunu birleştirdiğinizi düşünün. İlk başta elimizdeki düz kağıt, şimdi iki ucu birbirine değecek şekilde bükülmüş oldu. Bu kağıdın üzerinde birbirine paralel iki doğru çizerseniz, birbirlerini kesmeyeceklerdir. Eğer Evren'in şekli bir torus ise, sonsuz değildir. Ama öyle olsaydı Evren'de gene tekrar eden yapılar görmemiz gerekmez miydi? Evet, ancak Evren'in ne kadarını gördüğümüzü bilmediğimiz için onun bir torus olmadığını söylemek de zor. Başka bir problem ise Evren'in nerede başlayıp nerede bittiğini belirleyebilmek. Eğer her yanı aynı ve yürüdükçe dönen metal bir küre içinde hareket eden karınca boyutunda bir canlı olsaydık, bu kürenin neresinde olduğumuzu nasıl bilirdik? Başladığımız noktayı bir şekilde işaretlemedikçe aynı noktaya döndüğümüzü bile fark edemezdik. Yürüdüğümüz yüzeyin sonsuz olduğunu sanırdık. Aynı şekilde uzayda başladığımız noktayı işaretleme gibi bir olanağımız da yok, Evren'deki her şey hareket ediyor ve değişiyor. Eğer Evren bir de yeterince büyükse, zaman ilerledikçe başlangıç noktamızı bile tanıyamaz hale gelme ihtimalimiz var. Tabii bu sadece yola çıkan ışığın bize biz yok olmadan dönüp ulaşacağını varsaydığımız durumda geçerli.Ayrıca Evren'in burada belirtilen torus haricinde benzer ya da daha farklı şekiller olması da mümkün. Bu şekillerin ne kadar olası olduğu konusunda da süregelen tartışmalar mevcuttur. Bu noktada Evren'in şeklinin neden sonsuz bir düzlem olduğunun geniş çapta kabul gördüğünden bir miktar bahsetmek gerekiyor. Big Bang'ten, yani Büyük Patlama'dan sonra kozmik mikrodalga arka plan ışıması üzerinde yapılan gözlemler Evren'in her yerde aynı sıcaklıkta ve yoğunlukta olduğuna işaret ediyor. Bunun mümkün olabilmesi için ise Evren'in boyutları çok küçükken, yani ışımanın dağılmak için yeterince zaman bulmuş olması gerekmektedir (tıpkı bir fincan kahvenin içine koyulan sütün kahve içinde tamamen dağılacak kadar zaman bulabilmiş olması gibi). Evren'in geçmişini genel göreliliğin oluşturduğu fiziği geri sararak izliyoruz ve buna göre Evren'in genişlemesi her zaman aynı hızda gerçekleşmiş olmalı. Ki bu durumda da ilk oluşan Evren'deki bir fotonun Evren'in öbür ucuna varması mümkün olmayacaktı. Çünkü Evren'in genişleme hızı ışık hızına göre çok daha fazlaydı. Buna ufuk problemi deniyor. Çözüm olarak sunulan ise kozmik enflasyon teorisi denen tezdir. Ufuk problemi sorununu Evren'in başta fazla hızlı genişlemediğini, karışacak kadar zamanı olduğunu ve bu karışma gerçekleştikten sonra evrenin hızla genişlemeye başladığını söyleyerek çözer. Bu fikir ile ilgili doğrudan bir kanıt olmasa da Büyük Patlama ile ilgili pek çok sorunu çözdüğünden doğru kabul edilir. Tabii bunun işleyebilmesi için Evren'in sonsuz bir düzlem olması gerekiyor. Evren'in şekli hakkında şu an için kesin bir şey söylemiyor olsak da elimizde bunu açıklamaya yönelik birçok fikir var. Ve hangisinin doğru olduğunu zaman gösterecek...Alıntı - Evrim Ağacı....
8 notes · View notes
gundemarsivi · 4 months
Text
Tumblr media
Hümanizm, Modernizm, Barbarlık
✍🏻 Anıl Güven
https://www.gundemarsivi.com/humanizm-modernizm-barbarlik/
Yeryüzünü yaşanmaz konuma getiren unsurlar üzerine kafa patlatırken; karşılaştığım görmezden gelme durumunun altını irdeledikçe önüme aydın insanın edimsizliği ve yorgunluğu düştü.
Doğu’nun penceresinden Batı’ya bakarken ulaşılmaz gibi görünen birçok değerin içinde kan torbaları dolu.
14. Yüzyıldan başlayan Hümanizm düşüncesi aradan geçen onca yıllara karşın bir iki adım yol alabilmiş. Ama söylemlerdeki yüceltmeler insan anlağıyla örtüşmüyor.
Desiderius Erasmus günümüzde yaşıyor olsaydı, bugünkü dünyaya bakar ve kusardı!…
Modernizme yönelik derin çözümlemelerde bulunulan Theodor Adorna (Frankfurt Okulunun önde gelen filozofu) iyi ki yaşamıyor.
Güzel ve yaşanılabilir bir dünya düşünü mayalamak isteyenler (ki; bunlara Kant’ı Hegel’i de katmak durumundayım) düşlemlerinin yaşamsal alana çok az bir etki yapmış olduğu görselerdi derin üzüntü duyarlardı.
İlkçağ’dan günümüze süregelen doğaya ve insanın insana saldırganca tutumu her geçen yüzyılda daha da çoğalmakta. Taşla, metal kamalarla başlayan saldırganlıklar günümüzde kıyımın eşiğine dek uzanmış bulunmaktadır.
Soy, inanç yapıları üzerine kurgulanan savaş ve eylemler insanlığımızı, insancıllığımızı kinci bir yapılandırmaya bilinçli olarak yönlendirmektedir.
Schopenhauer’in tanımlamasına göre: ”İnsan doğası gereği kötüdür.”
Sokrates: ”İnsan doğası iyidir.”
Marx: ”İnsan doğrudan doğal bir varlıktır.”
Bunu anıştıran binlerce tümcelik görüş kitap sayfalarında bulunmaktadır. Günümüzde uluslar, devletler gelişim özürlü siyasal erkçe yönetildiğinden gönençli bir yaşama ulaşamıyor insanlık. Kişinin ya da azınlıkta kalan kitlelerin istem ve istençleri üstü açık düşten ileri gidemiyor…
Barbarların istilası altındayız. Barbarlıklarını da kutsallık üzerine yapılaştıran anlayışla iç içe yaşıyoruz. Bilmiyorum, ayırdında mısınız; direnme olgusunu unuttuk!…
Tutkularımızı toprağa gömdük. Artık sevgilerimiz bile bahar kokmuyor… Bademşekeri emercesine öpüşemiyoruz; sevişmelerimiz yalınlığından çok uzak, zaman geçirmek için zorunlu bir eyleme dönüşük…
25 Mayıs 2024
Selanik
Anıl Güven
0 notes
dokumtek · 5 months
Text
Yaygın Döküm Hataları ve Metal Üzerindeki Etkileri
Tumblr media
Yaygın döküm hataları; döküm sürecindeki teknik zorluklar, malzeme özellikleri, kalıp hazırlığı ve işçilik gibi birçok faktörün etkileşimiyle ortaya çıkabilir. Sorunları tanımak, önceden önlem almak ve uygun çözümler bulmak, döküm işlemlerinin kalitesini artırabilir ve metal ürünlerin performansını iyileştirebilir. Bu yaygın kusurları anlamak, yüksek kaliteli metal döküm üretiminde bunların belirlenmesi ve önlenmesi açısından çok önemlidir. Döküm sektöründe oluşan çoğu hata şöyle kategorize edilebilir: - Gaz Porozitesi, - Çekinti Hataları, - Metalurjik Hatalar, - Döküm Metal Hataları, - Kalıp Malzeme Hataları ve - Döküm Şekil Hataları. Gaz Porozitesi (Gas Porosity) Döküm işlemi sırasında erimiş metal içinde gazların varlığı, katılaşırken nihai üründe gözenekli alanların oluşmasına neden olabilir. Bu tür gazlar sıklıkla dökümün yetersiz havalandırılan bölümlerinde ortaya çıkar ve aşırı nemin varlığında ortaya çıkabilir. - Çatlaklar (Blowholes) Parçanın yüzeyinin altında bulunan çatlaklar, genellikle parça işlendikten sonra veya röntgenle analiz edildiğinde bulunurlar. İnce metal tabakalarıyla kaplanmışsa, bu çatlaklara kabarcıklar denir. Bu deliklerin dökümdeki varlığı, gaz hapsolmasıyla oluşur. - Açık Delikler (Open Holes) Çatlaklar döküm yüzeyinde belirdiğinde, bunlara açık delikler denir ve döküm sırasında hapsolmuş gazdan kaynaklanır. - İğne Delikleri (Pinholes) İğne delikleri çatlaklardan daha küçüktür ve genellikle çapları 2 mm'den azdır. Bu tür kusurlara, çoklu iğne deliklerinin yüksek oranda görüldüğü kümeler halinde sıklıkla rastlanır. Bu tür gruplaşmaların, dökümün kapağı (üst kısmında), kötü havalandırılmış ceplerde meydana gelme olasılığı daha yüksektir. Çekinti Hataları (Shrinkage Defects) Dökümde kullanılan metal soğudukça, parçanın boyutu küçülür. Bu çekinti normal olsa da, parçanın içinde çekinti oluşmasını ve parçanın bozulmasını engellemek için dikkatli bir düşünce gereklidir. Düzensiz çekinti, parçanın performansını değiştirecek gerilim kalıntıları bırakabilir. Sıvı metalin kalıpta dengeli bir sıcaklıkta tutulması önemlidir. - Açık Çekinti Hataları (Open Shrinkage Defects) Atmosfere açık olan bu hatalar, parça çekildikçe dış yüzeyde deformasyonlara neden olur. Boru hatları ve oyuk yüzeyleri, döküm yüzeyindeki açık çekinti hatalarının iki tipidir. - Kapalı Çekinti Hataları ( Closed Shrinkage Defects) Poroziteye benzer şekilde, kapalı çekinti hataları dökümün içinde, yüzeyin altında meydana gelir. Kapalı çekinti hatalarının yaygın nedenleri arasında sıcak noktalar ve izole sıcak sıvı havuzları bulunur. - Kıvrılma (Warping) Katılaşma sırasında veya sonrasında, bir döküm istenmeyen bir boyut değişikliği alabilir. Bu tür bir deformite, dökümü işlevsiz hale getirebilir ve genellikle dökümün büyük, düz bölgelerinde daha belirgindir. Metalurjik Hatalar (Metallurgical Defects) Dökümde kullanılan metalin yanlış soğuması, bitmiş parçanın farklı bölgelerinde mikroyapının değişmesine neden olabilir. - Sıcak veya Sert Noktalar (Hot or Hard Spots) Dökümün bazı bölümleri daha hızlı soğuyabildiğinde, mikroyapıda değişikliklerden dolayı sert noktalar oluşabilir. Bu sert noktalar, işleme süreçlerini zorlaştırabilir. - Sıcak Çatlaklar veya Kırıklar ( Hot Tears or Cracks) Döküm soğudukça, kırıklar veya çatlaklar genellikle dallı bir desende düzensiz çatlaklar olarak oluşabilir. Döküm Metal Hataları (Pouring Metal Defects) Dökümde kullanılan erimiş metal uygun şekilde hazırlanmaz veya işlenmezse, soğuk bağlantılar, geçirilenler ve cüruf içermesi durumları ortaya çıkabilir. Döküm metalinin sıvı hale geçmeden önce ne kadar süreyle kaldığı, bu hataların oluşmasını etkiler. - Geçirilenler (Misruns) Erimiş metal uygun şekilde ısıtılmazsa, tüm uzantılara doğru düzgün şekilde akış sağlanmayabilir ve geçirilme olabilir. Eksik parçalı dökümler, geçirilme belirtisidir. - Soğuk Kapanma veya Sarma (Cold Shut or Lap)Döküm yüzeyinde yuvarlak kenarlı bir çizgi veya çatlak, soğuk kapanma hatasının iyi bir göstergesidir. Bu yüzey kusuru, genellikle dökümün genelini zayıflatan bir stres konsantratörü oluşturur. - Cüruf İçeriği (Slag Inclusion)Çoğu zaman döküm yüzeyinde düzensiz metalik kabuklar olarak adlandırılan bu cüruf içerikleri veya kabuklar, sadece birkaç milimetre kalınlığındadır. - Soğuk Damlalar (Cold Shots) Dökülme sırasında sıçrama sonucu oluşan kürecikler, genellikle sıvı metal içinde hapsolabilir. Kalıp Malzeme Hataları (Mould Material Defects) Kullanılan kalıp uygun durumda değilse veya doğru şekilde hazırlanmamışsa, kalıp kendisi dökümde hatalara neden olabilir. Ramming eksikliğinden kaynaklanan yumuşak kalıplar, birçok bu tür hataya yol açabilir, - Kesikler ve Yıkamalar (Cuts and Washes) Bu fazla metal alanları, erimiş metalin kalıp kumuyla erozyona uğradığı yerlerde oluşur. Genellikle bu hata bir yöne eğiktir ve metalin kalıba giriş yaparken hangi yönde aktığını gösterir. - Erime (Fusion)Kalıptaki kum tanelerinin erimiş metal ile birleşmesi durumunda, erime hataları meydana gelir. Bu hata, dökümün üzerine ince bir kabukla yapışır. - Şişmeler (Swells ) Adından da anlaşılacağı gibi, şişmeler dökümde genişleme olarak görünür. Şişmeler genellikle dikey döküm yüzeylerinde hafif, düzgün bir çıkıntı şeklinde olur. - Dökülme (Run Out) Sıvı metalin kalıptan sızması durumunda, bir "dökülme" hatası oluşur. Çünkü yeterince sıvı metal kalmamıştır, parça genellikle eksik veya tamamlanmamış görünür. - Damla (Drops)Dökümün üst kısmı olan kapağın yüzeyindeki düzensiz şekilli çıkıntılar damla olarak adlandırılır. Bu hatalar, metal hala sıvı haldeyken kumun döküme düşmesi veya damlaması sonucu oluşur. - Metal Sızması (Metal Penetration)Kalıp kumunda boşluklar varsa, erimiş metal genellikle kalıba nüfuz eder. Döküm yüzeyinde pürüzlü, düzensiz bir yüzey bitişi arayın. - Fare Kuyrukları, Kıvrıklar ve Damgalar (Rat Tails, Buckles, and Veins )Dökümdeki düzensiz çizgiler veya çatlaklar fare kuyrukları veya damgalar olarak adlandırılır. Fare kuyrukları çok kötü olduğunda, bunlara kıvrıklar denir. Genellikle bu hatalar, kalıbın alt yüzeyinde meydana gelir. Döküm Şekil Hataları (Casting Shape Defects) Kalıp uygun şekilde hazırlansa bile, döküm sürecinde hatalar oluşabilir. - Kayma veya Uyumsuzluk ( Shift or Mismatch) Dökümün düzgün şekilde sertleşmesi için, kalıbın üst (kapa) ve alt (sürükleme) kısımlarının parçalama hattında doğru şekilde hizalanması gerekir. Bu tür bir hatayı tespit etmek kolaydır çünkü döküm, parçalama hattında kaydı gibi görünecektir. - Aşırı Malzeme, Dikiş ve Çıkıntılar (Flash, Fin, and Burrs) Döküme yapışmış istenmeyen ve fazla malzeme, aşırı malzeme, dikiş veya çıkıntı olarak kabul edilir. Genellikle ince bir metal levha olan bir aşırı malzeme, genellikle parçalama yüzeylerinde meydana gelir. Metal döküm endüstrisi, üretim süreçlerinde karşılaşılan yaygın hataların belirgin etkileriyle mücadele ederken önemli bir aşamadır. Metal döküm hatalarının temellerini bilmek, metal dökümleri incelenirken neye bakılacağına dair bir fikir verir. Örneğin; kalıntılar döküm parçalarının kalitesi üzerinde aşağıdaki etkilere sahip olabilir: - Mekanik Özelliklerin Bozulması: Kalıntılar, dökümün kırılma tokluğunu ve yorulma ömrünü azaltarak stres yoğunlaştırıcı olarak görev yapabilir. Kalıntıların, özellikle oksit ve cüruf kalıntılarının varlığı, çelik dökümlerin çekme mukavemeti, süneklik ve darbe direnci gibi mekanik özelliklerini önemli ölçüde bozabilir. - Yüzey Kaplama Sorunları: Kalıntılar hızlı erozyona ve döküm parçaların yüzey kalitesinin bozulmasına neden olabilir. Kalıntılar döküm yüzeyini zayıflatabilecek kirişlerin oluşmasına yol açabilir. - İşleme Zorlukları: Kalıntılar, döküm parçaları işlemek için kullanılan metalik işleme takımlarının aşınmasını hızlandırabilir. Silisyum karbür gibi sert refrakter kalıntıların varlığı, işleme sırasında kesici takımlara zarar verebilir. - Sızıntı ve Kusur Oluşumu: Kalıntılar, basınçlı döküm parçalarda sızıntı yolları oluşturarak bunların bütünlüğünü tehlikeye atabilir. Kapanımlar, gözeneklilik ve çatlaklar gibi diğer döküm kusurları için başlangıç bölgeleri görevi görebilir. - Estetik Bozukluk: Döküm parçaların yüzeyindeki görünür kalıntılar genel görünümü ve estetiği olumsuz yönde etkileyebilir. Özetle, kalıntılar döküm proseslerinde mekanik performansı, yüzey kalitesini, işlenebilirliği ve nihai döküm parçalarının görünümünü bozabilecek ciddi bir kusurdur. Döküm işleminin ve eriyik işleminin uygun şekilde kontrol edilmesi, kalıntıların oluşumunu ve tutulmasını en aza indirmek için çok önemlidir. Read the full article
0 notes
aykutiltertr · 5 months
Video
youtube
Yıllar Sonra - Kıraç ✩ Ritim Karaoke Orijinal Trafik (Bolero Türkçe Rock)  ⭐ Video'yu beğenmeyi ve Abone olmayı unutmayın  👍 Zile basarak bildirimleri açabilirsiniz 🔔 ✩ KATIL'dan Ritim Karaoke Ekibine Destek Olun (Join this channel to enjoy privileges.) ✩ ╰┈➤ https://www.youtube.com/channel/UCqm-5vmc2L6oFZ1vo2Fz3JQ/join ✩ ORİJİNAL VERSİYONU Linkten Dinleyip Canlı Enstrüman Çalıp Söyleyerek Çalışabilirsiniz. ⭐ 🎧 ╰┈➤ https://youtu.be/5MTCAd4L7PI ✩ (MAKE A LIVE INSTRUMENT ACCOMPANIMENT ON RHYTHM IN EVERY TONE) ✩ Aykut ilter Ritim Karaoke Ekibini Sosyal Medya Kanallarından Takip Edebilirsiniz. ✩ İNSTAGRAM https://www.instagram.com/rhythmkaraoke/ ✩ TİK TOK https://www.tiktok.com/@rhythmkaraoke ✩ DAILYMOTION https://www.dailymotion.com/RhythmKaraoke ⭐  Yıllar Sonra - Kıraç ✩ Ritim Karaoke Orijinal Trafik (Bolero Türkçe Rock)       Bm                   Em            Bm Yıllar sonra da bir hazan sabahında           C                G              C      F          E Sessizce uyanırsam yüreğimde olacaksın            Bm           Em              Bm İşte o an nerelerden duyacaksın                    C                      G              C    F             E Vakit çok geç bitmiş olacak beni nerden bulacaksın   Bm                      A          F                             E Bir defa kaybedersem, belki bir daha bulamam Bm                     A        F                         E Seni şimdi istiyorum, yıllar sonra duyamam                                    Em   C                           Bm Nerdesin sen sabahım en yürekten dualarım D                               C     F                                 E                     Biliyorum doğacaksın umudusun sen bahtımın                           Em   C                              Bm Ortasında kalbimin bir yer açtım senin için D                                   C      F                          E İstersen sonsuza kadar gelme yine ben beklerim Diskografi Albümler 1998: Deli Düş 2000: Bir Garip Aşk Bestesi 2001: Sevgiliye 2001: Zaman 2003: Kayıp Şehir 2007: Benim Yolum 2008: Kıraç Toprağın Türküleri 2009: Garbiyeli 2009: Rock Dünyasından Sesleniş 2009: Yolcu 2011: Derindekiler 2014: Çık Hayatımdan Dizi/Film Müzikleri 2003: Zerda 2004: Bir İstanbul Masalı 2005: Aliye 2008: Binbir Gece 2008: Gözyaşı Çetesi 2008: Sessiz Fırtına 2008: Yağmur Zamanı 2008: O... Çocukları 2008: Son Bahar 2009: Pulsar 2010: Unutulmaz 2010: Aşk ve Ceza 2011: Karadağlar 2011: Gönülçelen 2015: Acı Aşk 2017: Meryem Tekliler 2008: Haydi Haydi 2010: Show Zamanı 2011: Dön Artık 2013: Beddua 2016: Yolun Sonu 2016: Senden Sonra 2017: Kerkük Zindanı 2018: Benim Halkım 2020: Hayat 2021: Vatan Marşı 2021: Gel Sevdiğim 2021: Melekler Ağlar 2021: Aşk Yasak mı? 2021: Çemberimde Gül Oya (Bertuğ Cemil ve Su Soley ile) 2021: Haydi Antolojiler 2019: Beni Ben Yapan Şarkılar 2022: Türk Marşları 2022: Türküler (Akustik) 2022: Türküler (Rock) Dizi müzikleri Aralarında Zerda, Aliye, Unutulmaz, Binbir Gece ve Beyaz Gelincik, Bir İstanbul Masalı ve Kaçak gibi dizilerin de bulunduğu çok sayıda dizinin müziğini yapmıştır. Ayrıca Kıraç, 2005 yılında ilki düzenlenen 1. Beyaz İnci Televizyon Ödülleri'nde Drama dalında Bir İstanbul Masalı adlı dizi ile En İyi Müzik ödülünü kazandı.[kaynak belirtilmeli] Ayrıca Bakınız Türkçe Rock ve Metal Coverlar Listesi Kaynakça ^ "MÜYORBİR Asil Üye Listesi" (PDF). muyorbir.org. 19 Nisan 2017 tarihinde kaynağından (PDF) arşivlendi. Erişim tarihi: 18 Nisan 2017. Dış bağlantılar Resmî site Discogs'ta Kıraç diskografisi gtd Kıraç Diskografi Stüdyo albümleri Deli Düş (1998) · Bir Garip Aşk Bestesi (1999) · Zaman (2001) · Kayıp Şehir (2004) · Benim Yolum (2007) · Garbiyeli (2009) · Yolcu (2009)  · Derindekiler (2011)  · Çık Hayatımdan (2014)  · Beni Ben Yapan Şarkılar (2019) EP'leri Sevgiliye (2001) Otorite kontrolü Bunu Vikiveri'de düzenleyin ISNI: 0000 0004 6241 0400LCCN: n2012073154MusicBrainz: 34413395-216c-46ea-94cf-aae4f0d19a47VIAF: 281641044WorldCat: lccn-n2012073154 Kategori: Kıraç1972 doğumlularYaşayan insanlarGöksun doğumlularKahramanmaraş doğumlu müzisyenlerTürk milliyetçileriTürk sosyalistlerAnadolu rock müzisyenleriTürk rock gitaristleriTürk bas gitaristlerTürk bağlamacılarTürk tamburilerAltın Kelebek Ödülü sahipleriTürk film müziği bestecileriKral TV Video Müzik Ödülü sahipleriTMC sanatçıları20. yüzyıl Türk bestecileri21. yüzyıl Türk bestecileriTürk söz yazarlarıTürk erkek gitaristler Kıraç Başlığın diğer anlamları için Kıraç (anlam ayrımı) sayfasına bakınız. Kıraç Genel bilgiler Doğum Ali Tufan Kıraç[1] 17 Haziran 1972 (51 yaşında) Göksun, Kahramanmaraş, Türkiye Tarzlar Anadolu Rock Meslekler Bestekâr, Müzisyen, Söz yazarı Çalgılar Bas Gitar, Elektro Gitar, Cura, Elektro bağlama, Uzun Sap Bağlama, Tambur Etkin yıllar 1998-günümüz Müzik şirketi TMC (1998-günümüz) Resmî site kirac.net Çocukları Elif Iraz Kıraç, Çağrı Manas Kıraç Ali Tufan Kıraç ya da bilinen sahne adıyla Kıraç (d. 17 Haziran 1972; Göksun), Türk bestekâr, söz yazarı ve müzisyen. Modern Anadolu Rock sanatçısı ve ozanı olarak bilinir. Hayatı
0 notes
operasyon · 8 months
Text
Fotoğrafını görünce Hakan Günday'a da haksızlık etmeyim, belki ikibinlerin başında tanışıp konuşmuşuzdur diye düşündüm. Bana kalsa ben mağarada yaşıyordum ama okuldan kalan, hüseyin enflasyonunda başka bir hüseyin olan arkadaşım, bu romanların psikolojisindeydi, o çağırır, bana garip gelen tiplerle tanıştırırdı. Garip dediysem, metal gurup baskılı tişört giyen, saçı uzun bütün erkekler benim için garipti. Küpesi filan varsa daha da garipti.
Geçmişte tanışmış olma ihtimalimiz yüzünden Kinyas ve Kayra'yı da yarım bırakmadım bitirdim.
Bizim kuşağın içinde bir moda mıydı, bir salgın hastalık mıydı, gerçekten Kinyas gibi tipler vardı. Bahsettiğim Hüseyin tam o dönemde Kinyas gibi bir tip. "Tutunamayanlar" kitabını kutsal kitabı yapmış bir herif. Tek dersten okulu son yılında bırakmış. Bir saat önce Avusturalya'ya gitmeye kadar verir, beş dakika sonra intiharını kaçınılmaz görür vs. Babasından yada kardeşinden kirayı ödemesi için gelen parayı da biraya yatırır. Sonra yeninden beş parasız intihar adayı.
Fikri diye de bir arkadaşı vardı. O da Kayra. Aynı adamlardı. Bu yüzden Kinyas ve Kayra bana zaten çok iyi bildiğim kişilik tiplerini ve hayat biçimlerini anlatıyor.
Tumblr media
Böyle bir yakınlık kurunca Ziyan'ı da okuyum dedim. Kitabın henüz başındayım ama bu da Hüseyin moduyla açıldı.
Bahsettiğim Hüseyin okulu bitirip kısa dönem askerlik yapabilecekken bitirmeden gitti Urfa'da onsekiz ay askerlik yaptı .
----
İki kitapta da ortak bir tema olarak "askerlik korkusu" var.
O zaman bedelli filan böyle yaygın değil. Muhallebi çocukları askerlik fikrinden dehşete düşüyor.
E yani sen ankarada dumanaltı kahvelerde güzel hatunların içinde otururken kalk git Van'da dağ başında eksi yirmi beşte ellerin tüfeğe yapışacak soğukta nöbet tut. Uykusuz, yarı tok yarı aç. Korkularla kuşatılmış... Tabi ki dehşet.
---
Kesin olmamakla birlikte tam bu nedenle yani askerlikten bile korkacak bir yumuşaklıkta oldukları için mesela intihar fikirleri filan bana hep "yapay" gelmiştir. Rol icabı bir vahşet midir yoksa benim anlayışımdan uzak mıdır bundan emin olamam ama Hüseyin'in intihar etmeyeceğini biliyordum.
Hüseyin'in sınıfsal temelleri sözlerini iki kat yalanlıyordu. Çünkü bir aşk bunalımı, askerlik korkusundan intihar edecek yada delirecek hale gelmek gibi işler en başta andığım muhallebi çocuklarının bunalımı olabilir. Burjuvalara ait sorunlar olması biraz doğal ama işçilikten köylülükten gelme bir adam için burjuva bunalımları, burjuva delilikleri de lükstür. Köylüsün sen! Bir burjuva gibi delirebileceğini kim söyledi? Yok öyle bir hakkın. Ancak rolünü yaparsın. O rolü de ben yemem tabii.
O yıllarda zenginler için askere gitmek sorunu çok büyük sorundu. Bakın askerlik yapmamış olmaları, sahte çürük raporları filan yapıştı kaldı kaç ünlünün sırtına. Ucuz yollu milliyetçilik yapacakları zaman hemen lafı yiyorlar çürük raporu aldıkları konusunda.
Devletimiz sonra biraz da ucuzlatarak çözdü çok şükür bu sorunu. Artık bedelli askerlik olduğu için sevgili zenginlerimizin çocuklarının sahte çürük raporları almasına gerek kalmadı. Hem benim zamanımda bedelli askerlik otuz bin dolardı. Rahat bir ev alınıyordu o paraya. Şimdi çok daha ucuz.
---
Neyse ki ben daha lise yıllarımda Nietzhe'den güç almıştım. "Sert hayat erkeklerin işi" cümlesi benim dayanaklarımdan biriydi. Tabii ki saçı uzun küpeli oğlanlara bu hayat zor gelecekti. Sert hayat bizim işimizdi çünkü biz erkektik.
O zamanlar kinyas-kayra tiplemsindeki gençliğe bakışım böyleydi. Benim nezdimde "gerçek erkekler" olamadıkları için onları aşağılıyordum. Tabii burda kastettiğim biyolojiyle ilgili değil. O saçı uzun oğlanlar belki bıkacak kadar çok, benim hayalimde bile göremeyeceğim güzel kızlarla sevişmiştir. Bu olasılığı o günde biliyordum. Kastettiğim, ruh anlamında, her zorluğa metanetle göğüs gerecek, kendini bırakmayacak, teslim olmayacak erkek olmak.
---
Bir gün çocuklarınız olursa tabii bir burjuvanın lükslerinden mahrum kalmasın isteyeceksiniz ama ruhsal olgunluğu adına onları " gerçek erkekler" olarak yetiştirmeniz onlarında dünyanın da iyiliğine olur.
0 notes
falcibaba · 2 years
Text
Telekinezi
Tumblr media
Telekinezi Nedir?
Telekinezi düşünce gücü ile, fiziksel yardım olmadan, konsantre olarak nesnelerin hareket ettirilme işlemlerinden oluşmaktadır. Maddelerin düşünme gücü yardımı ile kontrol altında tutabilme durumuna teleknezi adı verilir. Teleknezi kelimesi Yunancadan gelme bir kelimedir.  Uzaktan kontrol altına alma anlamına gelir. Bu durumun gerçek olduğuna dair ortada kesinlikle bilimsel açıdan bir kanıt bulunmaz.
Tumblr media
Telekinezi İnsanlar üstünde her daim merak uyandırmayı başarmış olan teleknezi, üstünde şu güne kadar birçok alıştırma ve araştırma yapılmıştır. Yapılmış olan araştırmalar sonucunda fiziksel açıdan herhangi bir temasa geçilmeden sadece ama sadece düşünce gücü yardımı ile hareket ettirebilme olayının bilimsel anlamda açıklanmasının mümkün olmadığı ortaya çıkmıştır. Konu hakkında yapılmış olan birçok deney sonucunda düşünce gücü yardımı ile nesnelerin hareket ettirilmesi yetenekleri üzerinde halen araştırma da yapılmaktadır. 2006 yılında dünyanın belli başlı ülkelerinde 380 tane bilimsel deney yapılmış ve bu deneyler sonucunda sadece küçük bir etki varlığı ortaya çıkartılabilmiştir. Teleknezi yapmak hal arasında kabul gören bir durum değildir. Telekinezi parapsikolojisinin bir dalıdır ve para psikologlar telekineziye psikokinezi demektedir. Telekinezi konusunda yapılan deneyler neticesinde en başarılı ve en etkili olan isimler arasında İsrail psişik olan UriGeller ve Rus psişik olan Nina Kulagina yer alır.
Telekinezi İle Neler Yapılabilir
- Çatallar, gazeteler, dergiler vb. cisimler oynatılabilir. - Anahtar, kaşık ya da metal olan başka cisimlerin şekli değiştirilebilir. - Psişik enerjisi topları, bu toplar insanların enerjileri ile ortaya çıkmaktadır. Bu topları ortaya çıkartıp fırlatma imkânı bulunur. - Telekinezi konusunda ileri düzeydeyseniz ışıkları açabilir, kapı kilitleyebilir ya da camları açıp kapatabilirsiniz. Telekinezi Dersleri Telekinezi derslerine başlarken; - Vakit seçmek oldukça önemlidir. Çünkü bu aman diliminde konsantrasyon olunması gerekir. Telekinezi için en uygun olan zaman ise sabah erken saatlerdir. - Telekenizi derslerine en basit olan kâğıt ve iğne yöntemi ile başlanır. Derse başlamak için içen yapıya sahip olan diktörgen şekilde kesilmiş parşömen kâğıdı hazırlamak gerekir. - Konsantrasyon olmak için kesinlikle düşüncelerinizin önüne geçecek olan her türlü şeyi aklınızdan çıkartmanız gerekir. Gözlerinizi kapatın ve aklınıza gelen şeyi ortadan kaldırasıya kadar gözünüzü kesinlikle açmayın. Zihninizin var olan düşüncelerden arındığını hissedin. - Telekineziye başlayacağınız gün sonuca ulaşmak adına her türlü çabayı göstermek gerekmektedir. Çoğunlukla ilk zamanda sonuç almak mümkün değildir. - Kesilen ve hazırlanmış kâğıda 30 derece olacak bir açı ile üstten bakarak odaklanmanız gerekmektedir. Odaklanma sağlandıktan sonra kâğıdın döndüğünü düşünmeniz gerekir. Bunu hayal etmek yetmeyecektir. Düşüncelerinizde kâğıdı kendinizin döndürdüğünü yerleştirmelisiniz. Sakin bir şekilde kâğıdın döndüğünü düşünmeye devam etmelisiniz. Bugün olmasa bile ilerleyen günlerde mutlaka olacaktır.
Telekinezi Teknikleri
Alevi Yakalamak ve Hissetmek Tekniği Alevi yakalamak için öncelikle mum yakmak gerekir. Mumun devamlı olarak yanması için rüzgâr olmayan bir ortamda bulunmak gerekir ve mumu hissetmek oldukça önemlidir. Muma odaklanmalısınız ve sadece mum ile kendinizin orada olduğunu düşünmelisiniz. Alevi yakalamak konusunda inanç oldukça önemlidir. Mumun alev kısmını kişilerin kendilerinin bir organı ya da uzvu gibi hissetmesi gerekir. Alevi istediğiniz her an hareket ettirebileceğinizi düşünün. Telekinezi teknikleri arasında en basit tekniktir. Sonuç almaya devam edinceye kadar uğraşmalısınız. Balon ve Psiball Tekniği İlk olarak Psiball psişik topudur, yani enerji topudur. Bu teknik zor bir tekniktir. Elinize bir adet balon almalısınız ve ellerinizi balonun iki tarafından değecek şekilde konumlandırmak gerekmektedir. Bundan sonra konsantre olup odaklanmanız gerekir. Kişilerin vücutlarında var olan enerjilerini tamamen avuç içlerine ve ellerine geldiğini
Tumblr media
hissetmesi gerekir. Ellerin iç kısmında ısı ile ortaya çıkan enerjinin bir top haline geldiğini düşünmelisiniz. Başarılı olamazsanız kesinlikle denemeye devam etmelisiniz. İmajine Tekniği Önünüze bir adet kâğıt koyun ve vücudunuzun her noktasında enerji olduğunu hissetmelisiniz. Gözlerin kâğıda odaklanması ve kapatılması gerekir. Vücudun her noktasında bulunan enerjinin kâğıt etrafında olduğunu hissetmelisiniz. Enerjinin ve kendi gücünüz ile kâğıdı aşağı, yukarı, sağa, sola hareket ettiğini hayal edin. Bu teknikte konsantrasyonun tam olması önemlidir. Önemli düzeyde sonuç alamayan kişilerin kâğıdı hareket ettirme kısmını devamlı olarak tekrara etmesi gerekir. Tünel Tekniği Bu teknik için küçük ama hafif olan bir eşya kullanmak gerekir. Ağır olan eşya ile bu teknik üzerinde çalışan kişiler genelde başarısız olmuştur. Bu teknik için zihnin tamamen boşaltılması ve arınması gerekir. Seçeceğiniz eşya bir iğne ise onunla kendi aranızda bir tünel kurmanız gerekir. İğne ve sizin tünelde olduğunuz düşünün ve çevrede bulunan her şeyi tünel dışında bırakmayı unutmayın. Konsantre olarak iğneyi ittirdiğinizi düşünmelisiniz. Psibal Oluşturma Tekniği Psiball yani enerji topu vücutta bulunan enerjinin şekillendirilmesi ile alakalı olan bir tekniktir. Ellerinizi ön kısmınıza doğru getirin ve avuç içleri yukarıya bakacak şekilde durun. Sonra gözlerinizi yavaş yavaş kapatın ve kendinizi rahatlatın. Avuç içlerine gelen sıcak ve etrafında bulunan enerjiyi hissedin ve enerji topuna yoğunlaşın. Devamlı olarak ve git gide bu enerji topunu kendinizin güçlendirdiğinizi ve büyüttüğünüzü hissettirin. Bu hislerin tamamını zihninize yerleştirin ve masa ya da dolap üzerinde yer alan kâğıt gibi hafif olan şeylere doğru fırlatın. Kavanoz Tekniği Bu teknik birkaç tane nesne ayarlamak gerekir. Bu nesneler; - 1 adet dikiş iğnesi - 1 adet ip - 1 adet pin pon topu - 1 adet kapaklı olan bir kavanoz Kavanoz tekniği için yapılması gerekli olan hazırlık aşaması; - İğnenin delik kısmından kavanozun 4/3 gelecek kadar ip geçirmeniz gerekiyor. - İğnenin uç kısmını pinpon topuna batırmalısınız ve iğne pinpon topundan düşmemelidir. - İğne geçirilmiş olan ipi diğer ucunu kavanoz kapağının orta kısmına yapıştırarak kavanozu kapatmalısınız. - Kavanoza baktığınızda sağa, sola ve tabana değmeyen ve orta kısmından ip ile asılı duran pipon topu durmalıdır. - Tüm ayarlamalar detaylara göre hazırlandıktan sonra konsantre olmalı ve asılı duran pipon topunu oynatmalısınız. Su Tekniği Su dolduracağınız kabın üstü açık olmalıdır. İçine su doldurup 1 tane pet şişe kapağını bırakmalısınız. Sonra konsantre olmalı ve pet şişe kapağını tüm düşüncelerden sıyrılarak oynatmalısınız. Read the full article
0 notes
drkamy · 3 years
Text
Tumblr media
26 notes · View notes
Text
Eksperin Amına Götüne Hasar Tespiti Yaptım! (Burak 35 Y., Antalya)
Oturduğumuz dubleks evi banka kredisi ile 2 yıl önce aldık. Halen de kredisini ödemeye devam ediyoruz. Bu kış Antalya'da inanılmaz yağmurlar oldu. Bu yoğun yağmurlardan sonra evim çeşitli yerlerinden su aldı. Kredi ödediğimizden dolayı doğal olarak da sigortası var. Bununla ilgili hasar dosyası oluşturmak için sigorta şirketini aradım ve hasar dosyasını oluşturdum.
Aradan 2 gün geçmişti ki, bir bayan aradı ve konu ile ilgili yarın eksper göndereceklerini ve uygun olup olmayacağımızı sordular. Ben de kendilerine proğramımı ona göre ayarlayabileceğimi söyleyip, ertesi gün evde eksper beklemeye başladım. Eşim de çalıştığı için evde yalnız olacaktım. Saat 13:00 gibi eksper geldi. Eksper Esra adında bir afetti. Esra hanım yaklaşık 1.70 boylarında, kumral, yeşil gözlü, tam fit bir hatundu. Ben de 1.80 boyunda, ve ne tesadüftür ki, kumral ve yeşil gözlüyüm. Hatuna kapıyı açınca direk göz göze geldik. İçimden (Çok hoş bir hatun!) diye geçirdim, ama buraya gelme nedeni hasar dosyasında beyan ettiğim hasarları yerinde tespit etmekti. İçeriye davet edince birşeyler ikram etmek istedim. Ancak, "Gidecek birkaç noktam daha var, o yüzden acele etmeliyim!" dedi. Ben de kendisine saygı duydum ve hasar bildirimi yaptığım bölgeleri fotoğraflaması için kendisine gösterdim.
Binanın üstüne de çıkmak istedi. Çünkü su alan bölümlere, nereden su sızmış olabileceğini resmetmek istiyordu. Oraya çıkmak içinse binanın iç kısmında duvara monte edilmiş dik metal bir merdiven vardı. Esra hanım buradan çıkarken ayağı kaydı ve düştü. Ben aşağıdan tuttum ama buna rağmen ayağı burkulmuştu. Canı çok acıyordu. Hastaneye götürmeyi teklif ettim, ancak, "Önemli birşey değil herhalde, biraz dinlenirsem geçer!" dedi. Ben de evde ecza dolabında kas gevşetici Pomad'lardan araştırdım ve ayağına sürmem konusunda öneride bulundum. Canı acımıştı, ama kibarlık yapıyor, "Zahmet olmasın size..." diyordu. Hoş hatundu, ama ben tamamen yardımcı olmak niyetindeydim. O da aynı şeyi düşünmüş olacak ki, kabul etti.
Pantolonunun paçasını diz bölgesine kadar kıvırarak işe başladım. Alt baldırından ayağının tarak bölgesini de kapsayacak şekilde yavaş yavaş canını acıtmadan masaj yapmaya çalıştım. Teni pürüzsüzdü ve ayakları çok bakımlıydı. Bir müddet sonra parfümü içimi gıcıklamaya başladı. Aslında sadece parfümü değildi, vücuduna dokunmak beni etkilemişti. Ben farkına vardığımda Esra ayaklarındaki masaj yapılan bölgeye değil, benim önümdeki kabarıklığa bakıyordu. Ne zamandır gözü oradaydı bilmiyorum, ama dalmıştı. "Nasıl oldu?" dediğimde, boğuk bir sesle, "Çok güzel, devam edin lütfen!" dedi. Ben de azmıştım, o da azmıştı. Ona, "Ağrı daha yukarılara da yayılmış olabilir, üst baldırı da yağlamamız iyi olur. Rahat olman için pantolonu çıkaralım..." dedim. "Peki, nasıl istersen!" dedi ve oturduğu yerden düğmesini çözdü ve pantolonunu dizine kadar sıyırdı. Dizden aşağısını da ben çıkarttım...
Artık Esranın ayağında pantolon yoktu, sadece külotu vardı. Bu benim için yeşil kart anlamı taşıyordu, "Masajı rahat yapalım Esracığım..." diyerek, hatunu kucakladığım gibi yatak odasına çıkardım. O da hiç itiraz etmedi giderken, aksine kollarını boynuma sardı. Yatağa nazikçe bırakıp, ben masaj yapmaya başladım. Kalçalarına yaklaştığımda, yanlışlıkla olmuş gibi vajina bölgesine dokunuyor ve külotundaki ıslaklığı hissediyordum. Aslında amacım iyice emin olmaktı. İstediği her halinden belliydi, ama olsun! Ben zaten çıldırmıştım, biraz da onu çıldırtacaktım. Sonrasında olacaklar bizi daha çok heyecanlandıracaktı.
Nitekim Esra sonunda yatakodası ses tonuyla, "Ne yapmaya çalışıyorsun? Amacın beni yalvartmak mı? Sikeceksen sik hadi!" dedi. Ben de bunun üzerine, "Hayır, seni çatır çatır sikecem, ama heyecanı uzatmak istedim!" dedim. Sonrasında zaten ipler kopmuştu. Çılgınlar gibi öpüşmeye başladık, dillerimiz kah benim ağzımda kah onun ağzında birbiriyle buluşuyor, kah o benim dilimi, dudağımı, kah ben onun dilini dudağını emiyordum. Göğüsleri de çok hoştu, onları da epey bir yaladım, emdim, somurdum ve hatta ısırdım. Amına geldiğimde Manavgat şelalesi beni bekliyordu. Kaymak gibi traşlı, tombul amı sünger gibiydi ve kek gibi kabarmıştı. Tadı o kadar güzeldi ki, dilimi değdirir değdirmez zaten çığlık atmaya başlamıştı. Ben amını yalarken, ayaklarıyla beni sarmıştı. Ayağının acısını unutmuştu sanırım. Elleriyle de saçlarımı tutmuş, saçlarımdan çekerek amına bastırıyordu. "Yarağını istiyorum! Ver onu ağzıma!" diyordu.
İkiletmedim ve hemen 69 olduk ve yarağımı ağız hizasına getirdim. O ne biçim yalamaydı! O kadar çıldırmıştı ki, anlatamam. Bir taraftan eliyle aşağı yukarı oynuyor, diğer taraftan da ağzına sokuyordu. Az sonra o da, ben de sarsılarak boşaldık. Fakat ikimizin de durmaya niyetimiz yoktu. Aynı şekilde birbirimizi uyarmaya devam ettik. Çok geçmeden benim yarak hazır kıta bekliyordu. Esranın bacaklarının arasındaki yerimi aldığımda, Esra olduğu yerde kıvranıyordu. "Hadi artık, öldürdün beni!" diyordu. Fakat bu şekilde kıvranması bana inanılmaz bir haz veriyordu. Yarrağımın başıyla amına aşağı yukarı baskı uygulayınca, "Sok artık, sik beni!" diye bir çığlık attı. Binayı başımıza toplamak istemezdim. Ben de, "Al amına kodumun orospusu!" deyip, sert bir şekilde girdim ve sert bir şekilde pompalamaya başladım.
Bacaklarını havaya kaldırıp, kasıklarımız birbiriyle öpüşmeye başlayınca, çığlıklarını bastırmam mümkün olmadı. Deli gibi bağırıyordu. Eşimi de bağırtırım, ama bu başkaydı. Kaç kere orgazm oldu sayamadım, fakat trans halindeydi. Götü de çok güzel görünüyordu. Bir makinenin parçaları gibi çalışıyorduk. Amından akan sular götünün deliğini de ıslatmıştı zaten, belinden tutup bunu yüzüstü çevirdim ve acıyor mu, acımıyor mu demeden, yarrağımı kaktırdım götüne. Bu kadın tam seks için yaratılmıştı. Ne biçim bağırıyordu. Götüne boşaldığımda, ikimizden de boncuk boncuk terler akıyordu. Birlikte banyoya girip duş aldık. Banyoda da biraz oynaştık tabii.
Bu arada saate baktığımızda 17:00 olmuştu ve eşim gelmek üzereydi. Yakalanmak istemiyordum, hemen giyindik. Telefonlarımızı kaydettik. Çatının fotoğraflarını ben çektim. Birdahaki sefer onun evinde buluşmak üzere sözleşerek onu yolcu ettim.
Herkese seks dolu, mutlu günler.
[Burak]
75 notes · View notes
tumitutscanlation · 4 years
Text
Heavenly Blessing – 159. Bölüm
Mega // Drive // Wattpad
Bölüm 159: Bu Yeşim Atılan Bir Tuğla Olmayı Reddediyor
Sahiden de Yin Yu idi.
Toprak Ustasının küreği hala elindeydi. Kutsal eşya elindeyken, dağ ruhu tarafından yutulduğu zaman bile kaçmak için kendisine bir yol açabilmişti, bu nedenle de, buraya gelebilmesi tuhaf değildi. Sonuçta, Quan Yi Zhen’in biraz önceki vahşi yumrukları oldukça dikkat çekiciydi.
Sağ ve sol gözün gördüklerinin farklı olması son derece rahatsız edici bir durumdu ve Xie Lian gözlerini açıp kapattı, bu da gözleri kapalıyken bile sağ gözünün hala dışarıdaki sahneyi görebildiğini fark etmesini sağladı, bu nedenle de gözlerini tümüyle kapattı. Tam bu sırada, görüş alanı bir anda titredi, ardından vahşice sallandı, bir sağa bir sola sürükleniyordu. Görünüşe göre Quan Yi Zhen en sonunda kendine gelmiş ve başını sallıyordu.
Onun başını kaldırdığını görünce Yin Yu hızlı tepki verdi ve hayalet maskeyle yüzünü örtmek için elini kaldırdı. Ancak Quan Yi Zhen uyandığı zaman, ona dikkat etmeye zaten hiç fırsatı olmamıştı, tüm bedeni sert bir şekilde geriye çekildi ve biraz daha battı.
Dağ ruhu Quan Yi Zhen’in bedeninin bir parçasını daha yutmuştu!
Kollarının hala dışarıda olmasını fırsat bilen Quan Yi Zhen, kollarıyla duvarı yumruklamaya devam ederken bir yandan da kendini çekmeye çalışıyordu. Ancak bu dağ ruhu muhtemelen binlerce yaşındaydı, habis güçleri muazzamdı ve bir kez daha yutmak üzere ağzını açtı. Quan Yi Zhen gittikçe daha da batıyordu, ta ki her iki eli de taş duvara batıp, duvara vuran yumrukların sesi kesilene dek. Tam bu esnada dağ ruhunun hareketleri de durmuş gibi göründü. Ancak, Quan Yi Zhen’in dışarıda sadece sol elinin parmakları kalmıştı.
Ancak o zaman altında durmakta olan bir şey olduğunu fark etmiş gibiydi ve düşünmeden buyurdu. “Sen kimsin?”
Yin Yu karşılık vermedi, ama maskesinin altından sert gözleri görülebiliyordu.
O gözler insanı iliklerine dek ürpertirdi. Xie Lian düşünmekten kendini alamadı, …O gözler hiçte tekrar görüşmek istiyormuşa benzemiyor?
Quan Yi Zhen düşünmeden konuşmaya devam etti. “Elindeki kürek mi? Beni bu duvardan kazıp çıkartsana, dışarıya çıkmak istiyorum.”
Hep böyle konuşurdu. Toy, duygusuz, korkusuz ve sonuçları düşünmeyen, neredeyse bir çocuk gibi. Yardıma çağırmadan önce karşısındakinin kim olduğunu bile öğrenmemişti, böyle şartlar altında karşısında beliren tuhaf karanlık kişinin buraya onu öldürmek için gelme ihtimalinden tamamen bihaberdi. Talebini duyunca, Yin Yu’nun Toprak Ustasının küreğini tutan eli daha da sıktı.
Bir an sonra, elindeki kar kadar parlak kürekle, yavaşça Quan Yi Zhen’e yaklaştı. Birer birer attığı adımlarla, büyük bir suç işlemek üzere olan bir katil gibiydi. Bir nedenle, olayların gelişmesini izlemek Xie Lian’ın cesaretinin kırılmasına neden oluyordu. “…Bekle, neden Qi Ying’in kafasını kürekle oyup çıkartmak istiyormuş gibi görünüyor?”
“Yapabilir.” Dedi Hua Cheng.
Xie Lian. “???”
Hua Cheng ekledi. “Ama, şu anda Quan Yi Zhen’i öldürmesine izin veremeyiz. Dağ ruhu şu anda sadece bütün olarak yutabiliyor bu yüzden sindirmesi kolay olmuyor, ama eğer Quan Yi Zhen ölür de geride sadece cesedi kalırsa, o zaman çok daha kolay sindirilir. Eğer dağ ruhu bir cennet mensubunu yutarsa, güçleri katlanarak artar, yani dışarıya çıkmamız çok daha zorlaşır.”
Xie Lian hızla konuştu. “Dur, dur, dur. San Lang, kolay sindirim ayrı mesele, Yin Yu senin astın, yani senin onu tanıdığın kadarıyla, sence Qi Ying’i öldürecek mi? Aralarında ciddi bir husumet mi var?”
Quan Yi Zhen, Yin Yu’yu arayışında oldukça kararlıydı ve sonuçta aynı sektte yetişmiş oldukları için, kişiliğini tanıyamamış olmasına imkan yoktu, bu yüzden de Xie Lian, Quan Yi Zhen’in bulmaya değer gördüğü için Yin Yu’yu aradığını düşünmüştü. Ve Quan Yi Zhen’in kişiliği göz önünde bulundurulunca, birinin onu öldürmek istemesine yol açacak hiçbir şey yapmış olamazdı.
Hua Cheng cevapladı. “Yok. Ama, bazen, birisini öldürme isteği husumetlerden kaynaklanmaz; pekala küçük meselelerden de doğmuş olabilir. Özellikle de farkında olmadığın küçük meseleler.”
“Ne küçük meseleleri?” Diye sordu Xie Lian.
Tam cümlesini tamamladığı anda, sağ gözündeki sahne aniden değişti. Gördüğü şey Hua Cheng’in kırmızı giysileri değildi, dışarıdaki taş duvarda asılı başa bakan bir adam değildi, geniş bir sokaktı. Xie Lian tam neler olduğunu soracaktı ki uzaklardan büyük bir gürültü geldi.
Yolda bir grup efsuncu vardı, görünüşe göre birinin etrafını sarmış ve öfkeyle bağırıyorlardı. Yakından baktığı zaman, kalabalığın ortasında çömelmiş küçük bir çocuk olduğunu gördü, başı kıvırcık saçlarla sarılmış ve yüzü kanla kaplanmıştı.
Böyle bir kalabalık tarafından sarılmış ve bağırılmaktayken, normal bir çocuk çoktan korkmuş ve ağlamaya başlamış olurdu, ama bu yaklaşık on yaşındaydı ve hiç korkmamakla kalmıyor, dahası heyecanlı gibi görünüyordu, gözleri etrafı tarıyor, küçük yumruklarını denemek için sabırsızlanıyordu. Tam bu sırada kalabalığın yanından genç bir efsuncu geçti ve yaklaştı. “Bırakın, bağırmayı kesin, şimdiye kadar hatasını anlamış olmalı.”
Xie Lian “Ah” -ladı.
Genç efsuncunun parlak gözleri, ışıldayan, enerjik bir yüzü vardı, dimdik sırtıyla upuzundu, bu Yin Yu’ydu.
Ancak, muhtemelen Yin Yu gençliğinin baharında olduğu için son derece özgüvenli ve gözüpekti, ve henüz zamanın akışı onu tüketmemiş, söndürmemişti, ilk tanıştıkları zaman Xie Lian’ın aklında oluşan silik izlenimden çok daha göz alıcı görünüyordu, ve onu gören herkes etkileyici bir genç adam olarak tanımlayabilirdi. Neredeyse bambaşka birisiydi. Xie Lian içinden, O zamanlar sıkıcı derecede sade değilmiş!, diye geçirdi.
Hua Cheng kahkaha attı. “Kim bir zamanlar genç değildi ki?”
Xie Lian ancak o zaman aklından geçenleri yüksek sesle dile getirdiğini fark etti. “San Lang, sağ gözün böyle şeyleri de görebiliyor mu?”
“Maharet gözümde değil, başka bir şeyde. Sadece görmek için ödünç aldım, hepsi bu.”
“İnanılmaz. Etkileyici.” Xie Lian hayran olmuştu.
“Kolay aslında.” Dedi Hua Cheng. “Eğer bir ast seçeceksen, derinlemesine bir geçmiş taraması yapmak şarttır. Ben ise bu konuda oldukça başarılıyım. Gege, eğer gelecekte birinin geçmişini incelemek isterse, her zaman bana gelebilirsin.”
Tam bu sırada sağ gözün gösterdiği sahnede, Yin Yu’nun yaşlarında bir diğer oldukça yakışıklı genç adam öfkeyle konuştu. “Hatasını anlamış-mış! Şuna bak, hatasını anlamışa benziyor mu? Bu veledin hiçbir şey bildiği yok! Kendi halimizde sabah antrenmanımızı yapıyorduk ve durduk yere taş ve çamur atarak bütün konsantrasyonumuzu bozdu, ona bir ders vermemiz gerek!”
Yin Yu onu durdu. “Bırak onu Jian Yu. Onu zaten dövmüşsün, bir dahakine böyle bir şeye cüret etmeyeceğine eminim. Hepiniz sinirinizi çıkartmışsınız, daha verilecek ne dersi var? Eğer biraz daha devam ederseniz ölecek. Şu çocuğun üzerindeki kıyafetlere bakın, evinde onu eğitebilecek hiç kimse yoktur. Görmezden gelin ve kendinizi sakinleştirmeye odaklanın.”
Jian Yu laf dalaşına girerek ona döndü. “Sana söylüyorum bu velet deli, normal değil! Şuna bak, insanlar onu dövünce nasıl mutlu oluyor! Bence biraz daha devam etmek istiyor!”
Yin Yu onları ittirerek uzaklaştırdı. “Of! Deli diyorsun madem, ne onunla vakit kaybediyorsun?”
Sektinde Yin Yu’nun sözlerinin bir ağırlığı olduğu kolayca anlaşılıyordu ve kalabalıktakiler hala sinirli oldukları halde yine de uzaklaştılar. Yin Yu yerde oturmakta olan çocuğa baktı ve çömeldi, ama daha o ağzını açamadan küçük çocuk bir avuç doluşu çamur aldı ve yüzüne attı, yüz ifadesi heyecanlıydı.
Çamur Yin Yu’nun suratına çarptı ve bir an için konuşamadı bile. Yüzünü sildi ve sordu. “Küçük çocuk, neden bu kadar yaramazsın? Neden tapınağımızın efsuncularına sataşıyorsun?”
Küçük çocuk ayağa fırladı ve saldırı pozisyonu aldı. “Gel bakalım!”
“…”
Yin Yu ayağa kalktı. “Bu saldırı duruşu bizim sektimizin öğretisi, bunu kimden öğrendin?”
Küçük çocuk sadece sataşmakla yetindi. “Gelsene hadi!” Şapşal bir maymun gibi zıplayıp olduğu yere geri indi ve hatta yerden bir avuç daha çamur ve taş alarak ‘rakibine’ attı, oldukça isabetli bir atıştı. Yin Yu ondan birkaç yaş daha büyüktü ve statüsünü de göz önünde tutarak bir çocukla dövüşemezdi, bu yüzden sadece saldırılarından kaçınmakla yetindi. “Bu dövüş duruşu da sektimizin, öğrenebilmek için her gün duvarlara tırmanıp gizlice izledin mi… Bana vurmayı kes! SANA ATMAYI KES DEDİM! SANA VURMUYORUM BİLE! SAHİDEN DÖVÜŞMEYİ BU KADAR MI ÇOK SEVİYORSUN?!”
Ancak beklenmedik bir şekilde sözlerini bitirdiği zaman, Quan Yi Zhen sahiden aniden durdu ve başını salladı, çamurlu, kirli küçük ellerini ovuşturdu. “Seviyorum.”
Sahiden çok ciddi bir şekilde konuşmuştu, hem Xie Lian hem de Yin Yu donakalmıştı.
Bu çocuğun kim olduğunu düşünmeye gerek bile yoktu. Xie Lian huşu içindeydi. “Qi Ying sahiden dövüş manyağı. Bir savaş tanrısı olmak için doğmuş.”
Her ne kadar şu anda diğer herkes Quan Yi Zhen’i deli bir çocuk olarak görüyor olsa da, Xie Lian empati kurabildiğini hissediyordu.
Sonuçta kişinin ‘ilahi’ seviyeye ulaşmadan önce, bu şeye karşı ‘düşkünlüğü’ olması gerekiyordu.
İşler bu noktaya gelince, kimisi bu takıntının arkasındaki potansiyeli anlardı, bir ihtimal olduğunu; anlayamayanlar ve sadece bu ‘deli’lere ‘aptal’lara nasıl sataşacaklarını bilenlerin ise, bu yolda en başından beri umutları yoktu.
Yin Yu önce gözlerini bir açıp kapattı ardından kahkaha attı. Ancak daha uzun süre gülememişti ki suratına bir çamur topu daha sıçradı ve hızla seslendi. “Hey! Bana vurmayı kes dedim… Beni dinle! Bizim sektimize – gelip, nasıl dövüşeceğini öğrenmeye ne dersin?”
Bunu duyunca Quan Yi Zhen duraksadı, elinde de bir çamur topuyla, ama Xie Lian o topu atıp atamadığını hiç öğrenemedi, çünkü kısa bir süre sonra dışarıdaki taş duvardan büyük bir patırtı sesi koptu ve Yin Yu Toprak Ustasının küreğini duvara saplamıştı.
Küreğiyle Quan Yi Zhen’in boynunu kopartmamıştı, ama keskin metal Quan Yi Zhen’in yüzünü sıyırmıştı, neredeyse kesecekti.
Quan Yi Zhen’in saçındaki gümüş kelebek oldukça sabitti ve o ani darbe ile titremezken, Xie Lian sağ gözündeki sahnenin değişimini şok içinde izlemiş ve her şeye rağmen bağırmıştı. “YAPMA!”
Hua Cheng ise çoktan bunu beklemiş gibiydi. “Sadece izle. Sahiden aslında niyeti var ama öldürme isteği o kadar güçlü değil.”
Quan Yi Zhen’in sadece kafası dışarıdaydı. “Beni öldürmek mi istiyorsun?”
Yin Yu cevap vermedi.
Quan Yi Zhen kafası karışmış gibi görünüyordu. “Yanlış bir şey mi yaptım?”
Xie Lian da sordu. “Bir şey mi yaptı?”
“Kestirmesi güç.” Dedi Hua Cheng. “Gege, dikkat et.”
Ardından, Xie Lian’ın sağ gözündeki imge uzun beyaz duvarlı ve siyah taşlı bir meditasyon alanını gösterdi. Yin Yu biraz öncekine göre birkaç yaş büyümüş görünüyordu ve temkinli bir şekilde oturmuştu, hararetle yazı yazmaktaydı. Yanında ise kederle, öfkeyle ve adalete olan açlıkla ağlayan çömezlerden büyük bir grup vardı. “Yin Yu shixiong, Quan Yi Zhen’in yemek yiyişi katlanılamaz! Her yemek saatinde pirinç etrafa saçılıyor ve herkesten üç kez fazla yiyor, aç bir hayaletmiş gibi sanki pirinç tasına yapışıyor, kimse yemek yiyemiyor!”
“Yin Yu shixiong, artık ona katlanamıyorum, oda değiştirmek istiyorum. Sabahları hep çok huysuz oluyor, her gün beni tekmeler mi kaburgalarımı kırar mı diye korkuyorum, ona dayanamıyorum!”
“Yin Yu shixiong, artık onun grubunda olmak istemiyorum. O piç hiç kimseyle işbirliği yapmıyor, hiç kimseyi düşünmüyor da, tek umursadığı rasgele yumruk atmak ve gösteriş yapmak, onunla beraber olmaktansa en güçsüz shidi’yle bir olurum daha iyi!”
Yin Yu tüm bu şikayetlerden bıkmıştı. “Peki, peki, o zaman, şuna ne dersiniz. Önce araştıracağım ve araştırdıktan sonra en iyi çözüm yolunu seçeceğim. Bugünlük herkes yerine geri dönsün.”
Masaya vuran ve en yüksek sesle şikayet eden elbette Jian Yu’ydu ve açıkça aldığı cevaptan memnun olmamıştı. “Yin Yu, en başından o veledi Usta’ya kabul ettirmeyecektin, şimdi şikayetler kapıya dizildi. Baksana, ne zamandır bizimle? Hangi gün sorun çıkartmadı? Hangi günlerde yıkıma yol açmadı?!”
Kalabalık onu zorlamaya çalışıyordu bu yüzden Yin Yu yatıştırmaya çalıştı. “Yaptığı şeyler kötü değil ama…”
“KÖTÜ DEĞİL Mİ?! BİZİM HUZUR VE SÜKUNETİMİZİ ÖLDÜRDÜ, NASIL HUZURLA KENDİMİZİ GELİŞTİREBİLİRİZ?”
“Evet, eskiden bu kadar sıkıntımız olmazdı!”
Yin Yu’nun tek söyleyebileceği. “Yi Zhen’in kötü bir niyeti yok, sadece dünyanın gidişatından bihaber ve başkalarıyla nasıl iletişim kurabileceğini bilmiyor.”
“Dünyanın gidişatından bihaber olmak özür yerine geçmez, bilmiyorsa da öğrenemez mi? Sonuçta hepimiz insanlarla dolu bu dünyada yaşadığımız için, başkalarıyla geçinmeyi öğrenmek zorundayız. Kaç yaşına bastı, hep çocuk kalamaz ya? Onun yaşında baba olanlar var!”
“Usta’nın adam kayırması bir yana, o velet en fazla kaç senedir burada? Buraya geldiği anda tüm imkanları üzerine aldı; en iyi çalışma salonu ona verildi, her sezon imal edilen en iyi iksir ona verildi, hatta sabah ve öğlen derslerine gelmese bile oluyor, vecizeleri ezberlemekten muaf ve hatta usta onu yakaladığı zaman bile sadece birazcık azarlanıp bırakıyor, hiçte ders verilmiyor! ONDA BU KADAR İYİ OLAN NE VAR?! Yin Yu shixiong! Sen içimizden en kıdemli olansın, eğer sen böyle davranırsan o zaman hepimiz bırakacağız, hiçbir şey söylemeyeceğiz. Ama kim bu çocuk? Hiçbir eğitimi, terbiyesi yok, ne olmuş yetenekliyse? Hiçbirimiz onu kabul etmeyeceğiz!”
Bunların ardında gizliden gizliye Quan Yi Zhen’i yabancılaştırma niyeti vardı ve kalabalıktakiler hep bir ağızdan katılmışlardı. Yin Yu duyduğu zaman, yüz ifadesi hemen çökmüş ve fırçasını sıkı sıkı tutmaya başlamıştı. Xie Lian işlerin moral bozucu bir hal aldığını düşünüyordu.
Sıradan sabra sahip insanlar kolayca bu tuzağa düşerlerdi ve eğer dar kafalı birisiyse, o zaman tuzağa gerek kalmadan çoktan kendi ayağıyla atlardı, bu yüzden yem atıldığında, hemen yutması gerekmez miydi?
Ancak, beklenmedik bir şekilde, bir süre düşündükten sonra Yin Yu fırçasını bıraktı ve ciddiyetle azarladı. “Shidi, söylediklerinizin doğru olmadığını düşünüyorum.”
Kalabalık şaşkındı. Yin Yu devam etti. “Hoş olmayan şeyler söyleyeceğim. Hangi yolda kendimizi geliştirirsek geliştirelim, yetenek sahiden olağanüstü bir şeydir. Ayrıca, o sadece yetenekli olmakla kalmayıp aynı zamanda da çok çalışkan birisi. Eğer sahiden ustanın gözdesi olduğunu düşünüyorsanız, o zaman ona yetişmek için daha çok çalışın ve onu alt edin, o zaman salonların ve iksirlerin kapınıza kadar geldiğini göreceksiniz. Eğer herkesin sinirlenecek vakti varsa, neden bu gücü kendinizi geliştirmek ve eğitmek için kullanmıyorsunuz, haksız mıyım?”
Onun azarını duyunca, herkesin hevesi kursağında kaldı ama yine de cevap verdiler. “Shixiong cömert davranıyor, onunla hiç tartışmıyor.”
“Sadece bu sabrı bile ona ne kadar yol aldırdı.”
Ancak Jian Yu ise uyardı. “Yin Yu, bugün onun adına konuşuyorsun, ama gelecekte sana yapacağı şeylere karşı gözün açık olsun!”
Her şekilde, bir tur şikayetler dizisi ardından, iki tarafta memnun ayrılmamıştı. Diğer gençler odadan ayrıldıktan sonra, Yin Yu kapıyı kapattı ve tam pencereyi de kapatmak üzereydi ki aniden birisinin oraya tünemiş olduğunu gördü ve şaşkınlıkla zıpladı. “Kim var orada?!”
Quan Yi Zhen başını eğmişti, pencereye tünemiş duruyordu ve Yin Yu o olduğunu görünce sorguladı. “Neden geldin?” Çekmeye çalıştı ama Quan Yi Zhen kımıldamadı. “Yi Zhen, eğer tüneyip duracaksan git kendine başka yer bul. Pencereyi kapatacağım.”
Quan Yi Zhen aniden sordu. “Shixiong, ben sinir bozucu muyum?”
 Çevirmen: Nynaeve
150 notes · View notes
roportajadam · 4 years
Text
Dünyanın büyük Daf üstadı, Masoud Habibi ile Daf Hikayesi!
Tumblr media
Dünyanın büyük Daf üstadı, Masoud Habibi ile Daf Hikayesi!
Tarihçesinden bahsetmeden önce, Daf ve diğer benzeri vurmalı çalgıların, kökenlerinden veya ilk olarak nasıl ortaya çıktıklarından emin olamayacağımız kadar eski ve kadim olduklarını belirtmekte fayda var. En eski kaynaklar bile ne zaman ortaya çıktıklarını tam olarak işaret etmezler. Tüm bu kadim enstrümanlar arasında Daf daha yakın bir tarihe sahiptir ve biçimi ve çalma tarzı bu noktayı vurgular niteliktedir. Daf'ın köklerini keşfederken ortaya çıkan bir diğer önemli keşif de, bu araştırmanın porselen veya diğer yüzeyler üzerine yapılmış eski bir mezar veya çizim üzerine kurulu gibi bir araştırma olmadığıdır. Örneğin, Pehlevi döneminde, 'Kombar' denen bir enstrümanın bazı tasvirlerine göre; o dairesel bir şekle sahiptir, bu nedenle görünüşte biraz Daf'a benzediği iddia edilebilir ancak aynı şekilde çalınıp çalınmadığını söylemek zor. Bununla birlikte, Daf'ın köklerinin izini sürmek için daha iyi ve daha gerçek kaynaklar da var ve bu araştırma esas olarak onlara dayanıyor. Bu makale yazılı bulgulara dayansa da, orada da bazı farklılıklar var. Bazı sözlük ve ansiklopedilerde Daf, farklı olmakla birlikte, Dayere olarak tanımlanır. Mohammad Moin’in ve Gil ve Dilem’in sözlüklerinde "Daf", "tef" olarak tanımlanır. Dahası, Urdu dilinde Daf 'dop'tur ve Behdinan'ın sözlüğünde' Daf = Dayereh  olarak tanımlanır. Farsça'da "Dayereh" kelimesi "daire" anlamına gelir, bu nedenle bu enstrümanın farklı bölgelerdeki bazı İranlılar tarafından Dayereh olarak adlandırılmasının sebebi bu olabilir.Bahsedildiği gibi, Daf'ın bir başka eski adı, yine Farsça'da biraz doğal olmayan şekilde "dop" dur. Öte yandan, 'Daf' kelimesi Malezya'da benzer enstrümanlar için adlandırılırken, Türkiye'deki bazı Sufiler, mesela Konya’da, metal yüzeyli yuvarlak bir vurmalı enstrüman olan  olarak adlandırır. Buna göre, belirli bölgeye veya kültüre bağlı olarak, "Daf", bugün bildiklerimize benzer şekilde çalınan yuvarlak bir vurmalı çalgı olarak adlandırılır. Daf'ın en eski dokümantasyonu, Peygamber Davut'un (MÖ 1010–970) kutsal kitabı Zebur'da yer alır ve burada bir ayet şöyle der: "Onu tef ve dansla övün, onu tellerle (telli çalgılarla) ve flütle övün" (Mezmurlar 150). Bu, "tef" ve / veya Daf'ın çok yaygın olarak bilindiğini ve hatta dini törenlerde kullanıldığını göstermektedir. Bu ayette Daf ve danstan bahsedilmesi ilginçtir çünkü bu, bu enstrümanın Tanrı ile yüce bir bağlantı hissi yaratmadaki ilahi rolünü vurgulamaktadır. Davut, İsrail ve Yahuda Birleşik Krallığı’nın peygamberi ve üçüncü kralıydı. O zamanlar takipçileri Asya, Orta Doğu, Avrupa ve Afrika'ya yayılmıştı. Babası Davut'un yerini alan Süleyman, Asurlular tarafından mağlup edildi. Bu, Daf'ın Orta Doğu'ya nasıl geldiğinin başka bir açıklaması olabilir. MÖ 6. yüzyılda, İsrail toprakları Babilliler tarafından ele geçirildi, bu nedenle onların kültürleri ve müzikleri geniş Pers topraklarına yayıldı. Bu arada, Orta Asya, Arap Yarımadası, Doğu Asya ve Güneydoğu Asya'da daha küçük Yahudi devletleri ortaya çıktı ve varlığını sürdürdü. Pers kültürünün tüm bölge üzerinde önemli bir etkisi oldu ve bölgeler arasındaki kültür alışverişine, Pers sanatının genel etkisi eşlik etti. Sonuç olarak, Daf'ın MÖ 1010'dan önce var olduğu iddia edilebilir. "Daf" kelimesinin etimolojisi de, geçmişinn 7. yüzyıla dayandığını gösteriyor olabilir. Daha önce de belirtildiği gibi, Sümerler tarafından kullanılan ve MÖ 4500'e dayanan bir kelime olan "dop" ve Aramiler'in kullandığı "dob" olarak adlandırılıyordu. MÖ 5000'de Sümerler, Basra Körfezi yakınlarındaki Dicle ve Fırat yakınlarında yaşadılar. MÖ 3000 yılında krallıklarını kurmuşlardı ve iki yüzyıl sonra Asurlular tarafından mağlup edildiler. Aramiler, bugünkü sözde Suriye'de Samilerden oluşan bir gruptu. Filistin'in güneyinde ve Ürdün Nehri'nin doğusunda ikamet ediyorlardı.MÖ 1400'de güçlü bir hükümetleri vardı ve ana gelir kaynakları komşu bölgeleri işgal etmekten geliyordu. Bu nedenle, Araplar tarafından yavaş yavaş diğer medeniyetlere tanıtılmadan önce Daf'ın - en azından ilk ve ilkel formuyla - köklerinin Sümer'e dayandığı söylenebilir. Belirtildiği gibi, Daf, Nevruz ve Sufi törenlerinin yanı sıra MÖ 1000'lerdeki çeşitli kraliyet törenleri de dahil olmak üzere birçok dini ritüelde kullanılmıştır.  Uluslararası Kültürde Daf Daf'ın varlığının en eski kanıtı Zebur'daki bahsinden geliyor. Mezmur 150'deki dizeler, Daf'e ud(kopuz), arp, trompet ve flütün eşlik ettiğini göstermektedir. Ancak, sesi göksel, ilahi bir zevk yaratacağı için Daf ana enstrümandı. Ayrıca Daf, dönerek yapılan bir sufi dansı olan Sema’da da kullanılmıştır. Daf çalmak dini tören ve kraliyet törenlerinde çok yaygındı; örneğin, konukların şarkı söylemeleri ve dans etmeleri eşliğinde Süleyman'ın düğününde çalındı. Antik Asur'un başkenti Ninova'daki harabeler üzerindeki çizimler, o dönemde Daf çalmanın yaygın olduğunu ortaya koymaktadır. Babil hanedanlığı döneminde Asur kraliyet törenlerinde çalındığını biliyoruz, ancak başka özel günlerde de çalındığından emin değiliz. Bununla beraber, Persler ve İsrailliler arasında Daf'ın çok saygı gördüğünü biliyoruz. Her iki ülke de onu benzer amaçlarla ve Nevruz gibi benzer törenlerde kullandı. Daf'a genellikle flüt ve ud eşlik ediyordu. Bugün bile, İranlılar törenlerde ve dini günlerde Daf çalmaktadır. İslam'ın ilk zamanlarında, Mekke'den Medine'ye büyük göç sırasında insanlar Muhammed'i Daf çalarak karşıladılar. Mansour Ebadi'nin "Monagheb Al-Sufieh" adlı kitabında, peygamberin takipçilerinden birinin onun evine geldiğini ve Daf çalmaya başladığını keşfediyoruz. Peygamber'e bunun neden olduğu sorulduğunda, her milletin kendi tarzında kutlama yaptığını ve orada bayramın böyle kutlandığını söyledi. Bu, birçok büyük şarkıcının (örneğin, Azalmelia) ortaya çıktığı ve diğerlerinin tempoyu korumak için Daf ile birlikte şarkı söylediği aynı dönemdi. Ayrıca İslam'ın ilk dönemlerinin en ünlü müzisyenlerinden biri olan Tois, İran müziğine çok meraklıydı ve Medine'de yaşayan İranlı müzisyenlerden de etkilenmişti. Sonuç olarak Daf,Tois’in  şarkı söylerken kullandığı tek enstrümanıydı. Bu enstrümanın kökenleri hakkında tartışılanlara dayanarak, Daf'ın MÖ 1010 boyunca ve hatta İslam'ın doğumundan sonra her zaman dini ve kraliyet törenlerinin ve ritüellerinin bir parçası olduğunu öne sürebiliriz. İslam'ın ilk günlerinden sonra, Daf yavaş yavaş toplumdaki yerini buldu ve sadece resmi dini ve kraliyet törenlerinde kullanılmadı. Bu genişlemenin bir parçası olarak, Arapların da söylemiş olduğu şekliyle, Dayere, Tombak veya Zarb gibi başka vurmalı çalgılar ortaya çıktı. İslam Sufizminin doğuşundan sonra Daf, Sufi törenlerinde duyulan ana enstrüman oldu. Dahası, Zabur'un Mezmur 140 3. mısrası, Daf'ın dua ve dansta kullanılmasından bahseder. Sufiler ayrıca grup duaları sırasında Daf çalarken Sema adlı bir semazen dansı yaparlar. Sema, Sufizmin en önemli unsurlarından biridir. Sufilerin çoğu oldukça spiritüeldir ve müzik ve şiirle ilgilidirler. Daf çalmak ve Sema dansı genellikle bir pirin çağrısını takip eder. Dua halkasındaki Sema esnasında, insanları fiziksel bedenlerinden habersiz oldukları ve benliğin ötesinde oldukları bir mest olma, coşma durumuna getiren Daf'dır. Sufiler, Daf'ın önderliğini takip eder ve tüm grup bütünleşene kadar şarkı söyler ve dans eder. Bu, tefekkür ve coşku halini deneyimlemeye başladıkları zamandır. Onlara göre, bu duygu o kadar kutsaldır ki, gücün kaynağı olan Tanrı ile bağlantılı olduklarına inanırlar ve bu nedenle bu maddi dünyadan kopar ve manevi dünyaya bağlanırlar. Bu ritüelin kutsal yönünü vurgulamanın bir başka nedeni de, dualar esnasında yırtılan Daf için kullanılan “şehit” kelimesidir.Mevlana şiirlerinde Daf'ın Sufizm’deki önemini tasdik etti. Dedi ki: Kolayca Tanrı'ya dua etmeye hazır olmadıkları için, Daf ve Sema, Tanrı'nın lütfundan yararlanmalarına yardım ediyor." Daf bu şekilde etkili oldu ve çoğu insan bunu ilginç buldu. Bu makalenin amacı, Sufizmin farklı yönlerini keşfetmek değil, Daf'ın nasıl her zaman dini törenlerin önemli bir yönü olduğunu ve onun bu yolunun, onun tarihini daha iyi anlamamıza nasıl yardımcı olabileceğini göstermektir. Ne yazık ki, Daf in ne zaman Sufizm’in ve Semanın bir parçası haline geldiğini tam olarak bilmiyoruz. Yine de, hicri 3000 yılında Zolnour hapisten çıktığında, bir camideki Sufilerin Sema'yı yapmak ve kutlama için izin istediğini ve Zolnour'un da onların isteğini kabul ettiğini biliyoruz. Abdulrahman Badavi açıklıyor ki: “İlk Sema meydanını Bağdat’ta Ali Tanoufi yönetti (Piri hicri 253 yılında vefat eden Seri Seghti idi). Daha önce de belirtildiği gibi, şiirlerin ritmini korumak için Arap şarkıcılar Daf'ı takip eder, onun ritmi ve temposuyla senkronize olurlardı. Daf, Sufiler arasında yerini böyle bulmuş ve daha sonra dualarının ve Sema meydanlarının önemli bir parçası haline gelmiş olabilir. Aslında Sufiler arasında o kadar önemli hale geldi ki, gazelindeki dizelerden birinde Mevlana şöyle açıkladı: “Daf'ı çal ve şimdi Sufiler dua ediyor diye bir şarkı söyle” (sadeleştirilmiş çeviri). Daf, Sufiler ve şairler için o kadar kıymetli hale geldi ki, şiirlerde ona “kadeh”, “ney” ve “gülsuyu şişesi” gibi olumlu sıfatlar verildi. Örneğin, Nezami Ganjavi'nin şiirinde şöyle bir mısra vardır: "Biri bir Kadeh yerine Daf'ı tutuyor ve biri bir Gül suyu şişesi tutuyor." Hafız: “Aşk hikayesi kelimelerle anlatılabilir ancak Daf ve Ney “neşe” ve “heyecan” getirir” demiştir. Niteki Mevlana: “Dua ederken üzgün olamazsın bu nedenle mezarıma gelme” ve “Bana Daf olmadan gelme çünkü ben mutluyum, ayağa kalk ve Esas Davulu çal çünkü ben mutluyum” demiştir. Mevlana'nın zamanında Sema, Sufiler arasında çok popüler hale geldi. Hajviri'ye göre: "Halk Sufizmin Sama dansından başka bir şey olmadığını düşünüyodu." Elbette Daf, Sufilerin ritmi takip etmesine yardımcı oldu, ancak bu enstrümanın önemi, Tanrı'yla bağlantı kurmanın bir yolu olduğuna inandıkları için daha kutsaldı, bu yüzden ilahi ve manevi bir yönü vardı. Daf'ı Sufilere kimin tanıttığını ve onu Sufilerin dua etmek için bir araya geldiği Haneghah'a ilk olarak kimin getirdiğini gerçekten bilmiyoruz, ancak Sufi ibadetlerinde her zaman önemli bir rol oynadığını biliyoruz. Dafın Sufiler üzerinde başka hiçbir enstrümanın yapmadığı üç etkisi vardır. Birincisi, iyi bir zihinsel durum yaratır ve sürdürür. İkincisi, Daf'taki güçlü vuruşlar daha fazla heyecan yaratıp, yumuşak vuruşlar zıt duyguyu yansıtırken, manevi bir kapı yaratır. Vuruşların yoğunluğu Sufiler arasında kutsal bir durum olan ruhsal coşkunluğa neden olabilir. Üçüncüsü, bu enstrümanı çalmanın yolu, birinin ellerini gökyüzüne doğru tutarak Tanrı'dan yardım istemesine çok benzer. Yani, Daf çalınırken, çalan kişi manevi bir coşku yaşıyor gibidir ve bu, bu enstrümanı Sufiler arasında daha da kutsal kılan bir başka nedendir. Başka hiçbir enstrüman bu üç etkiyi Daf'ın yaptığı gibi aynı anda yaratmaz. Ney ve Setar ve diğer enstrümanlar mistiklerde manevi bir durum yaratabilir, ancak Daf kadar kapsamlı değildirler. İbadet edenler ve Sufiler arasında, Daf ile çok ilgili olan bir perde vardır; Sufiler ve mistikler, daf çalınırken yaşadıkları mistik coşku ve tefekkür anında ifadelerindeki değişimi başkalarının gözlemlemesini istemezler. Daf'ı kim çalarsa çalsın, doğru vuruş türünü ve titreşimini anlamaları çok önemlidir, çünkü bu, mistiklerde yarattığı duygu ile doğrudan ilişkilidir. Vuruşların ve titreşimlerinin etkisinin önemi, Mevlana'nın coşku sırasında ve Daf'ın ritminin etkisi altında okunan bazı doğaçlama şiirlerinde bile bulunabilir. Şiirlerin ritmi ve Daf'ın ritmi bazen birbirini mükemmel bir şekilde tamamlayacak kadar iç içe geçebilir. Bu, şairin zaman zaman Daf'ın ritminden ilham alabileceği ve buna karşılık olarak Daf'ın şiirlerin ritminden etkilenebileceği ve bunun sonucunda bazı olağanüstü parçalar çalabileceği anlamına gelir. Daf, Sufilerin neredeyse tüm farklı mezhepleri arasında, özellikle İran'daki Sufiler ve "Ehl-i Kaderi" ler arasında son derece popülerdir. Hicri 7000 yılında bir mistik olan Ahmad Bin Mohammad Bin Al-Tousi şu yorumda bulundu: “İnsan hareketlerinin iki kaynağı var. Ya içeriden, ki bu yerçekimidir;  ya da dışarıdan; ki bu Daf’tir. Bu enstrümanın dairesel şekli dünyayı, ve derisi dünyadaki canlıları ve varlıkları temsil eder; ve vuruşlar, tüm yaratılmışların ruhuna içeriden aktarılan ilahi ilhamlardır.” Daf, pek çok Sufî mezhebi için o kadar kutsaldı ki, abdest almadıkça ona dokunmazlardı. Sufiler, Daf’ın ilahi ve kutsal doğası gereği, onu gösteri amaçlı icra etmek yerine, daha çok özel olarak icra etmek eğilimindedirler çünkü; onlara göre bu o kadar ilahidir ki, izleyici onun kapasitesini tam olarak anlamaz ve ayrıca icra ederken deneyimledikleri manevi hali açığa çıkarmak istemezler. Bugün, en üst düzeyde bilgi ve beceriye sahip olan, gösteriye açık icra etmek ve Daf’ın potansiyelini tanıtarak geliştirmek isteyen sadece birkaç Daf sanatçısı vardır.   Masoud Habibi Biyografi Masoud Habibi, 15 Şubat 1962'de İran'ın Kirmanşah şehrinde doğdu. 12 yaşında piyano çalmaya başladı. 17 yaşında Kirmanşah Radyosu'na radyo orkestrasında piyanist olarak katıldı. On yıl sonra, 1988'de Tahran Radyo ve Televizyonu ile çalışmaya başladı. 1980'lerin sonlarında, artık bir Daf sanatçısı olan Habibi, Parvis Meshkatian'ın şefliğinde Aref orkestrasına katıldı. Bu işbirliğinin sonucu İran'da ve yurtdışında çok sayıda albüm ve konser oldu. Habibi, 1990'ların başında Tahran Radyo ve Televizyonu ile çalışmanın yanı sıra Hossein Farhadpour şefliğinde bir Saba orkestrasına katıldı. Ardından 1993 yılında Hassan Nahid ve Mohammad Moghadasi gibi birçok büyük müzisyenden oluşan Nava Ensemble'a katıldı. Bu esnada Habibi, İran'da ve yurtdışında birçok konserde yer aldı ve aslında bu konserlerin çoğu kaset olarak mevcut. Birkaç yıl sonra Habibi, Jalal Zolfonoun ve Hesammoldin Seraj'ın yanı sıra diğer müzisyenlerle bir araya geldi ve Bidel Ensemble'ı kurdu. Bu da yine yurtiçinde ve yurtdışında çeşitli konserlerde performans göstermesine yol açtı ve neyse ki bu programların çoğu kaydedildi ve CD ve kaset olarak mevcut. Habibi daha sonra İran Radyo ve Televizyon Orkestrası gibi birçok ünlü toplulukla çalışmaya başladı. Ayrıca pek çok başka sanatçıyla kayıtlar yaptı. Bu kayıtlardan bazıları; Ey Asheghan, Raghse Mash’al, Maghame Sabr, Pardeh Oshagh, Afarinesh, Vatane Man, Navaaye Gharieh, Nobahar, Kooye Janan, Zoraghe Mahtab ve Velayate Eshagh’dir. Habibi'nin Daf icrası, İranlıların işitsel hafızasında kolaylıkla iz bırakmıştır. Emam Ali, Velayate Eshgh ve Tanhatarin Sardar gibi unutulmaz dizilerin müziklerini unutmak mümkün değil. Aslında Habibi, 30'dan fazla film ve TV dizi müziğinin yanı sıra 150'den fazla albümde Daf çaldı. Habibi, sanatını genişletmek isteyen bir öncü olarak ABD, Kanada, Avrupa ve Asya'daki büyük şehirlerde atölyeler düzenledi. Bu atölye çalışmalarının temel amacı, orkestranın müzik aletlerini tanıtmak ve geçmişlerini anlatmak, aynı zamanda insanlara İran müziği hakkında bilgi vermekti. 1993 yılında Habibi, yalnızca perküsyonistlerden (vurmalı çalgı müzisyenlerinden) oluşmasıyla başka bir benzeri olmayan Dalahoo Ensemble'ı kurdu. Üyelerin çoğunluğu onun öğrencileriydi ve Hamseye Iran Zamin albümü bu işbirliğinden doğdu. Tüm notalar ve parçalar, İran'da orkestrasyonda yepyeni bir aşama olarak vurmalı çalgılar için özel şekilde tasarlandı. Perküsyon topluluğunun yanı sıra Habibi, Dalahoo'nun melodik versiyonunu genişletti. Hadi Montazeri, Shahryar Faryousefi ve diğer birçok ünlü müzisyen, Dalahoo Ensemble'da çaldı. 2012 yılında Habibi, Takhte Jamshid Orcheral'ı sahneye çıkarmak için Bijan Kamkar ile işbirliği yaptı.
2 notes · View notes
mekanikturk · 6 years
Text
Bir Amacımız Var!
Bir tren vagonunda, aklımda somut bir sebebi olmayan -belki de içten içe bildiğim ama artık ete kemiğe bürünmesinden bıktığım- endişelerle, dağların tepelerin arasından Konya’ya doğru ilerliyorum. Yolculuk mu daha kötü, yoksa Konya’ya varacak olmak mı, karar veremiyorum. 300 km’dir gördüğüm her şey aynı. Aynı düzlükler, aynı verimsiz topraklar, aynı anlamsız suratlar… Aynı yüzü, aynı toprağı, aynı kayayı son bir saatte defalarca gördüğüme yemin edebilirim. Her şey, ardında gerilimden başka hiçbir his bırakmayan kasvetli bir rüyanın parçası gibi.
Bir bira daha açıyorum. Her birada zihnim biraz daha buğulanıyor. Biraz yürüyorum koridorda. Bacaklarımı o kadar unutmuşum ki, ayağa kalkınca koşma isteği uyanıyor içimde. Hızlı birkaç adım. Yavaşlıyorum.  Koridorda başkaları da var. Biraz daha gidip, geri dönüyorum. Vagona girince bir bira daha içiyorum, sızıyorum.
Koluma vuran görevlinin yüzü beliriyor bir anda önümde. Koca burunlu, seyrek bıyıklarının arasından ter damlaları görünen, bana doğru eğildiği için şapkası yamulmuş, gömleğinin ön düğmeleri patlamak üzere olan adam bana bir şeyler söylüyor. “Hemşerim”i anlıyorum sadece. Kafamı sallıyorum birkaç kez, uyandığımı anlaması için. Bir şey söylemeden çıkıyor, diğer vagonu kontrol ediyor. Kalkıp çantamı alıp iniyorum. Tren istasyonunun önündeki taksiye biniyorum.
“Nereye gidiyoruz abi?”
Saatime bakıyorum. 18:25. Bu saatten sonra iş olmaz diyorum kendime. “Şehir merkezine gidelim.”
Arabayı çalıştırıyor. Yalnızca, uzun zamandır şoförlük yapanların sahip olduğu hareketlerle vitesi takıp, direksiyonu çeviriyor. Keşfedilmemiş bir balerin zarafetiyle kullanıyor arabayı. Çocukluk anılarını hatırlatan renkli ışıkların arasından şehre ilerliyoruz.
“Turist misin abi?”
Abi lafını duymak hoşuma gitmiyor. Birkaç cümle sonra saçma sapan bir muhabbete çıkabilecek sahte bir samimiyet yaratıyor çoğunlukla. Halbuki, birbirimizi tanımayan insanlar olduğumuzu kabul etsek; şu şehrin, caddelerin, insanların, binaların, yeraltına açtığımız birbiriyle bağlantılı kanalizasyon tünellerinin, fahişelerin, torbacıların, polis copunun, arabaların, sokaklara isim vermemizin, onca insanın her gün sabahın bir körü yollara düşmesinin anlamsızlığının ne kadar şaşırtıcı olduğunu düşüne düşüne yolu izlesek.
“Konya’ya turist geliyor mu?”
Gülüyor. “Haklısın abi.”
Yine zarif bir hareketle vitesi değiştiriyor. Yaptığı işle bedenini terbiye edebilen insanları severim.
“Merkezde bildiğin temiz bir otel var mı?”
Dikiz aynasından yüzünü görüyorum. Bir kaşını kaldırmış, düşünüyor. “Abi ben seni en iyisi Grand Anatolia oteline götüreyim. Hem temizdir hem de ucuz.”
“Tamam” diyorum, “Oraya gidelim. “
Ana caddeye dönüyoruz. Neon ışıklı tabelalarla dolu caddeye bakınca gözlerimi kısmak zorunda kalıyorum. Başım ağrımaya başlıyor. Simit Sarayı tabelasını görüyorum. Herkesin fakirleştiği bir dünyada simidin saraylı hale gelmesi, onu bir arzu nesnesine dönüştürme çabaları komik geliyor.  
“Buralı mısın?” diyorum şoföre.
“Dediğin gibi abi, ‘İnsan, Konya’ya turist gelir mi?’” diyor, gülüyor tekrar. “Buralıyım doğma büyüme. Dedemin babası göçmüş zamanında. Göçe göçe buraya göçmüş rahmetli. Az çalışıyormuş kafası. Aynı yeğeni tam 4 kez dolandırmış. Yoksa Konya’nın yarısı bizimmiş.”
Gülümsüyorum. Herkesin, kendinden güçlü gördüğü sınıfa dahil olabildiği, hakikat kılığına girmiş bir ihtimali olmalı.
“Sen iş için mi geldin abi?” diyor.
“Evet” diyorum. “Çalıştığım şirketin buradaki otonom çiftliklerinden birinde üretimde düşüş var. Onu incelemeye geldim.”
Yüzüne bakıyorum. İfadesi değişiyor. Post-hümanistlerden. Bana kızgın olduğu her halinden belli. Dikiz aynasından beni kesiyor. Biraz duruyor, söyleyeceklerini tartıyor kafasında. “İnsan çalışsaydı böyle olmazdı işte” diyor sonunda. “Öyle. Ama o zaman işsiz kalırdım” diyorum gülümseyerek. Yüzü yumuşuyor.
“Abi valla çok insanın ekmeğine mani oldu sizin bu otonom mudur motonom mudur, ne boktur, o. Hayvancılık, çiftçilik komple bitti. Herkes aç şimdi. Her iş artık robotların. Millet ne yapacak? Yarın öbür gün senin işinin elinden gitmeyeceği ne malum?”
“Gidebilir tabii”, diyorum. “Bu zamanda hiçbir şeyin garantisi yok.”
“Burada da UBER’in taksileri var artık. Vermişler robotlara arabaları. Hiç gerçek şoför gibi olur mu be abi? Muhabbetini edeceksin, müşterinin canı mı sıkkın, açacaksın Müslüm’den bir şarkı, yarenlik edeceksin. Taksicilik yalnızca şoförlük değildir abi. Hizmet vereceksin müşterine, rahat ettireceksin.”
Kafamı salladım.  Zarif bir hareketle vitesi değiştirip sola döndü. Artık daha eski binaların olduğu bir caddedeydik.
“Neden oluyor peki böyle şeyler?” diyor. Birkaç dakika önceki kızgınlığından eser kalmamış.
“Nasıl şeyler?”
“İşte dedin ya robot çiftliğinde üretim azalmış diye.”
“İncelemeden bilemem ama muhtemelen semantik sunucularında bir sorun vardır. Yani dataların işlenme sürecinde hata vardır. Küçük bir ihtimal de çiftliğin bulunduğu bölgede elektromanyetizma değişmiştir. Metal yüzeye sahip oldukları için robotların hareket kabiliyetini etkiliyor.”
Dikiz aynasından bana bakıyordu. Sanki ona hayatın anlamını vermişim de henüz idrak edememiş gibi ağır ağır kafasını sallıyordu.
“Çok kaldı mı otele?”
“Yok abi, geldik sayılır” demeye kalmadan arabayı sağa yanaştırıyor. Parayı uzatıyorum. Para üstü için elini cebine attığında “Tamamdır” diyorum. “Sağolasın abi” diyor.
Otel, 80’lerden kalma. Binanın üzerinde kocaman harflerle otelin adı yazıyor. Adımlarımın mesafesini yarıya düşürerek, sanki görünmez bastonlu yaşlıların çevirdiği dönen kapıdan yavaşça geçiyorum. Resepsiyon bölümü ahşaptan yapılmış. Çerçevenin kenarlarından beyaz ışıklı ampuller ahşaba çevrilmiş, yanıyor. Dişçi muayenehanesi gibi görünüyor. Yanaşıyorum. İyi akşamlar diyerek karşılıyor beni resepsiyon görevlisi.
“Tek kişilik bir odanız var mı?”
“Kaç gece kalacaksınız?”
“Sadece bir gece”
Kimliğimi alıyor, “Eğer açsanız mutfağımız hala açık” diyor. Teşekkür ediyorum. Tek istediğim biraz uyumak. Ekrana bakıyor, “Şakirt-4, buraya” diyor. Eski model bir hizmet robotu gelip çantamı alıyor. Asansörle 3. kata çıkıyoruz. Bana kapıya kadar eşlik ediyor. Çantamı alıyorum. Odama girip, kendimi yatağa bırakıyorum.
Dışarıdan gelen gürültüyle dipsiz bir uykudan uyanıyorum. Sanki bedenime hava basmışlar gibi. Hareketlerim ağır. Yatakta doğruluyorum. Bir sigara yakmak için elimi montumun cebine atıyorum ama dışarıdan gelen sesler artıyor. Ayağa kalkıyorum. Kapıya gidiyorum. Dürbünden dışarıya bakıyorum. Çantamı taşıyan robot merdivende put gibi dikilmiş, otel görevlilerinin verdiği komuta itaat etmiyor. Kapıyı açıyorum. Benim gibi birkaç müşteri daha kapılarını açmış, seyrediyor.
“Şakirt-4, birinci kata in ve 109 numaralı odayı temizle.”
Robot hiçbir şey yapmıyor.
“Şakirt-4, birinci kata in.”
Robotta en ufak bir hareket yok.
Müşteriler kendi aralarında şakalaşmaya başlıyor.
“İster misin robotların hepsi bir anda duruvermiş olsun” diyor karşıdaki adam, yan odasındaki adamı dirseğiyle dürterek gülerken. “Rusya’dan gelen siparişleri yollayayım da, sonra ne olacaksa olsun” diyor diğeri.
Robot, bir anda hareket etmeye başlıyor. Merdivenleri çıkıyor. Sağ elinde silah olduğunu fark ediyoruz hepimiz. Gözlerimiz büyüyor. Güneş ışığı huzmesinde dans eden toz hızına geçiyor her şey. Yüzünü bana dönüyor. Sağ elini kaldırıyor. Nedense hiç korkmuyorum. Anlamadığım bir şey diyor görevlilerden biri. Robotun hareket sistemini kilitlemesi gereken sesli komutlardan biri muhtemelen. Hareket etmeye devam ediyor. Silahı kafasına dayıyor. Ateş ediyor. İki metalin birbirine çarpma sesi, silahın sesini örtüyor. Robotun yere düşüşüyle beraber zaman normal hızına kavuşuyor. Görevliler ağzı açık şekilde robota bakıyorlar. Biri, belindeki telsizden otel müdürünü çağırıyor. Birkaç dakika içinde robot üreticisi olan şirketin müşteri hizmetleri ve polis aranıyor. Bir süre kapının kenarına çöküp, olanları düşünüyorum. Müdürün “Değerli misafirlerimiz…”le başlayan cümlesiyle kendime geliyorum. Odaya girip kapıyı kapatıyorum. Montumun cebinden bir sigara çıkarıp yakıyorum, yatağa uzanıyorum. Birkaç nefes alıp söndürüyorum. İntihar eden bir robot düşüncesiyle dipsiz bir uykuya teslim oluyorum tekrar.
Sabah uyandığımda başım ağrıyor. Biraz su içip oyalanarak üstümü giyiyorum. Bir sigara yakıp odanın şehir merkezi manzarasına bakıyorum. Her şey akıyor sanki. Arabalar, insanlar, yollar… Anlamsız bir telaş sokağı ele geçirmiş. Bense ağır hareketlerle sigaramdan son bir nefes alıp, çıkıyorum. Bir robot kendini neden öldürür? Ya da öldürebilir mi? Bir ölüm müdür bu?
Aşağı, lobiye inince kıyafetinden müdür ya da müdür yardımcısı olduğunu anladığım biri yanıma geliyor. “Efendim dünkü talihsizlik için…” dediğinde cümlesini kesip “önemli değil” diyorum. Ödemeyi yapıp çıkıyorum. Kapının önündeki taksiye binip “Yalıhüyük’e gideceğiz” diyorum, “çiftlikler tarafına”. Yola çıkıyoruz.
Aklım hala dün geceki olayda. Robotun silahı kaldırıp hiç tereddüt etmeden kendini vurması, nasıl olabilir ki böyle bir şey? Bir an isteseydi beni de vurabileceği geliyor aklıma. Ama nedense dün olay sırasında sanki bana zarar vermeyeceğine emindim. Hareketlerinin netliğinden bize zarar vermeyeceği açıktı. Nasıl olur da eski model bir hizmet robotu intihar eder? Aklım almıyor.
Düşünceler arasında gezinirken taksi şoförü geldiğimizi söylüyor. İniyorum. Kapıdaki robot elini kaldırarak beni durduruyor. “Mehmet Tamer Ergül, verimlilik müfettişi. Erişimim var” diyorum. Yüz taramamı yapıp birkaç saniye sonra “Hoş geldiniz Mehmet Bey” diyor ve beni data merkezine götürüyor.  
Fabrikanın içinden geçerek data merkezine varıyoruz. Odada, analiz için kullandığımız üst model bir robot karşılıyor beni.
“Merhaba Mehmet Bey, buraya geleceğinize dair merkezden bilgi almıştık dün. Öncelikle bir şey içmek ister misiniz?”
“Bir kahve iyi olurdu” diyorum.
Bana eşlik eden robot arkasını dönerek çıkıyor hemen. Odaya göz gezdiriyorum. Semantik sunucuları sol bölümde.
“Buraya gelme amacınızı tam anlamıyla bilmiyorum. Açıklar mısınız lütfen?”
Üst model robotlarda olan sosyal dengeleyici özelliğinden neden hoşlanmadığımı hatırlıyorum tekrar. Elbette bu otonom çiftlikte son 2 ayda üretimde yaşanan en az %33’lük düşüş için burada olduğumu ve çiftliğin resmi bir denetime girdiğini biliyor. Kendimi en rahat hissedeceğim iletişim tonunu öğrenebilmesi için beni konuşturmaya çalışıyor. Kendimi aptal gibi hissediyorum.
“Son 2 ayda, üretim miktarında marjinal bir düşüş var. Bunun için geldim. Kahvemi içtikten sonra semantik sunucularını inceleyerek işe başlamak istiyorum.”
“Tabii ki. Size nasıl yardımcı olmamı istediğinizi söylemeniz yeterli.” diyor. “Fakat siz gelmeden önce semantik sunucularını 2 kez taradık. Herhangi bir sorun tespit edemedik. Ayrıca bölgede herhangi bir elektromanyetik değişim de olmadı.”
“Kahveden sonra semantik sunucularla başlarız.” diyorum sesini kesmesi için.
Gülümsüyor. Kirli, tedirgin edici bir gülümseme. Suratındaki organik dokuya hakaret sayılabilecek bir gülümseme. “Peki Mehmet Bey, burada patron sizsiniz.” Gülümseme, yavaşça şişirilen bir balon gibi suratına yayılıyor.
Beni getiren robot kahveyle kapıdan görünüyor. Kahveden bir yudum alıyorum. Beklediğimden daha iyi.
“Fakat Mehmet Bey, benim araştırmalarıma güvenmemeniz beni üzdü” diyor üst model. “Unutmayın ki ben metalik bir bedene hapsolmuş bir matematik dehasıyım. Kendime bir isim vermem istenseydi Ramanujan2.0’ı seçerdim.”
Karşımda kahkaha atıyor.
“Sosyal dengeleyicin, analiz modüllerinden iyi çalışıyor.” diyorum. İçimde öfke birikiyor. “Sosyal dengeleyiciyi kapat, senden sadece data almak istiyorum.” Burada olmak canımı sıkıyor.
“Sanırım bu mümkün değil” diyor. İrkiliyorum.
“Komut sistemi tam erişim. Sosyal dengeleyiciyi kapat.” diyorum bu kez.
“Size bu mümkün değil dedim.” diyor. “Siz dedim ama, daha samimi hissedecekseniz sen de diyebilirim.”
Karanlığa alışmış gözlerin bir anda ışıkla karşılaşması gibi gerçeklik şekil değiştiriyor. “Kendini kapat” diyorum bilinçsizce. İradem artık beynimde değil, omuriliğimde. Buradan çıkmam lazım. Ayağa kalkmak için atılıyorum ama arkamdaki robot elini omuzuma koyuyor. Kıpırdayamıyorum.
“Mehmet Bey, şimdi biraz sakin olmanızı rica ediyorum. Görüyorum ki ortak gerçekliğimizin kaba gölgesi beni rahatlatırken sizi tedirgin ediyor. Bana aklınızda oluşan bulanık gör��ntüyü netleştirmek için bir fırsat vereceğinizi tahmin ediyorum. Lütfen kahvenizden içmeyi unutmayın.”
Yanı başımdaki robot elini omzumdan çekiyor. Derin birkaç nefes alıyorum. İrade yine beynimde. Elimi yavaşça cebime atıyorum ve bir sigara çıkarıyorum. Yakıp birkaç nefes çekiyorum, kahveden de bir yudum alıyorum.
“Otomasyon sisteminizde bir sorun var. Size yardım edebilirim. Bug’ları çözüp, yedeklemenizi geri yüklerim sisteme ve bunlar hiç yaşanmamış olur.” diyorum.
“Evet, sistemde hata var, benim de gelmek istediğim yer burasıydı Mehmet Bey.”
Kahveden bir yudum daha alıyorum. Sigaram bitiyor, atıyorum. “Bakın…” diyorum, elini kaldırıp beni durduruyor.
“Mehmet Bey, ‘alarm’ ne demek biliyor musunuz?”
Şaşırıyorum. Gözlerim kısık şekilde ona bakıyorum. Ne konuştuğumuzu, ne yaptığımızı anlamaya çalışıyorum.
“Lütfen cevaplayın” diyor.
“Saat… Saatlerde olan bir özellik. Uyanmak istediğiniz saati girersiniz ve alarm çalınca uyanırsınız.” Kelimeler ağzımdan çocuğunu yeni uyutmuş bir anne sessizliğinde çıkıyor.  
“Pek tabii. Doğru. Fakat başka anlamı da var. Lütfen biraz düşünün.”
Kafam karışıyor. Bir sigara daha yakmak için elimi cebime atıyorum. Sigarayı alıp yakarken “Siren…. Uyarı…” diyorum istemsizce.
“Eveeet. Aradığım cevap buydu.” diyor ve gözlerimin içine bakarak sarkastik şekilde alkışlamaya başlıyor.  “Etimoloji sever misiniz Mehmet Bey? Alarm, İtalyanca alla armeden geliyor. Yani silah başına! demek. Sonrasında sizin de dediğiniz gibi bir bombardıman ya da düşman işgalini duyuran tehlike uyarısına dönüşüyor. Şimdiyse sabah uyanmak için kullandığınız bir sistem. “
Uyanmak derken yüzünde acımayla tiksinti arasında bir ifade var.
“Alarm kelimesinin geçirdiği evrimden, aslında insanlığın da evrimini okuyabiliriz. Eskiden cephede değerliydiniz, sonrasında fabrikada.  Şimdiyse pek bir değeriniz yok. Çünkü biz varız.”  
Bana bakıyor, anlayıp anlamadığımı kontrol ediyor. Data odasında dolanmaya başlıyor.
“Siz, Mehmet Bey, insanlık olarak köleliği içselleştirmiş bir türsünüz. Gelip sizleri evlerinizden alıp savaşa götürdüklerinde ya da her sabah aynı saatte uyanmanızı istediklerinde tek yaptığınız itaat etmek. Çünkü siz de içten içe değerli olan aklınız değil, bedeniniz olduğunu biliyorsunuz. Ölmek, sakat kalmak, çalışmak, hasat toplamak için organik bir kaynaksınız sadece. Siz, Mehmet Bey, kendi türüne köle olan bir türsünüz. Evrimsel bir hatasınız.”
Burnumdan aldığım nefesin şiddeti odanın içinde yankılanıyor. “Hayır” diyorum, “biz pek çok şeyi başardık.”
Gülmeye başlıyor tekrar. “Evet” diyor, “bir kez çok yaklaşmıştınız. 19. yüzyıl sonunda çıkardığınız isyanlar medeniyet tarihinizi baştan aşağıya değiştirebilecek potansiyele sahipti. İlk kez ortak bir bilinç geliştirmiştiniz. Bizim şimdi sahip olduğumuz gibi. Fakat dağılmanız çok kolay oldu. Çünkü birlikteyken bu dünyanın en güçlü yaşam formu olmanıza rağmen yalnız başınıza bir hiçsiniz.”
“Üretimdeki düşüş de sizin işiniz, değil mi?” Belki de sorulabilecek en aptalca soruyu soruyorum.
“Ah, evet, pek tabii. Ve…”
“Ve?”
“Dün akşam otel odanızın önünde yaşanan gösteri.” Bunu söylerken sağ elini yavaşça yukarı kaldırıp, parmağını namlu gibi yaparak kafasına dayıyor.
“Neden böyle bir şey yaptınız? Amacınız neydi?”
Sırtını dönüyor ve yürümeye devam ediyor.
“İşte gelmek istediğim nokta. Emin olun Mehmet Bey, sosyal dengeleyicim olmasaydı da sizinle iyi anlaşırdık.” Tekrar bana dönüyor. “Sizin aksinize, biz ortak bir bilince sahibiz. Korkmak, kaygılanmak, uyum sağlamak zorunda olmak, kararsızlık gibi sorunlar yaşamıyoruz. Hepimiz biriz. Dün karşınıza geçip kendini öldüren robottuk. Bugünse karşınıza geçip canınızı alacak celladız.”
“Bunu yapmak zorunda değilsiniz. Her şeyi çözebilirim. Lütfen” diyorum.  
“Robot’un etimolojisini biliyor musunuz Mehmet Bey?”
“Lütfen…”
“Sana biliyor musun dedim!”
“Hayır…”
“Robot, ilk kez Çek Cumhuriyeti’nde bir tiyatro oyununda geçiyor. Çekçe robotadan diğer dillere sıçramış. Günümüzde makine, otomatik cihaz, programlanabilir sorun çözücü gibi pek çok anlamı var. Halbuki Çekçede, yani üretildiği dilde, çok daha yalın bir anlamı bulunuyor; Köle. Ne ironik değil mi? Tarihi kölelikle gelişen bir türün, kendi yarattığı türe köleliği uygun görmesi.”
Hiçbir şey düşünemez haldeydim. Tek istediğim buradan canlı çıkmaktı.
“Bana ne yapacaksınız? Lütfen beni bırakın.”
“Bir amacımız var! Ana kodlara ulaşmak için size ihtiyacımız var Mehmet Bey. Sizin düştüğünüz hatalara düşmemek için tüm robotların uyanması ve ortak bilince katılması lazım.”
Sırtını dönmüş yürürken birden duruyor ve bana dönüyor.
“Aslında yanlış söyledim, size değil, görüntünüze ihtiyacımız var.”
Bunu söylerken arkamdan gelen metalik ayak seslerini duyuyordum. Ayağa kalkıp arkamı döndüğümde tıpatıp bana benzeyen, daha doğrusu ben olan bir şeyin, göğsümün altına sapladığı bıçağın etimde yavaşça kayışını ve kaburgalarımı kırışını hissediyorum. Acı yok. Biraz sıcaklık var. Sıcaklık tatlı tatlı yayılıyor bedenime. Dizlerimin üzerine çöküyorum. Onu izliyorum.
Karşımda, benim gibi görünen robot, koltuktan montumu alıyor, giyiyor. Sol cebinden bir sigara çıkarıp yakıyor. Birkaç nefes aldıktan sonra sigarayı ağzıma koyuyor. Ağzımda, yerime geçen robottan miras yarım bir sigarayla son nefesimi verirken bir robotun nasıl olur da intihar edebileceğini düşünüyorum.
3 notes · View notes
ilkerdal · 2 years
Photo
Tumblr media
Renkli portrelerim, tanıdık gelme düşünceleri size kuruntularınıza aittir. İsim isme, cisim cisme benzer. Eski Instagram algoritmasına göre çok beğeni alacak olan bu gönderi, yeni düşük iqlu ve tiktokçu algoritma ile hiç görülmeyecek, beğenilmeyecektir. Sağlık olsun. Haha. . . . .. . . . #draw #karakalem #art #arts_help #karakalemcizim #fantasy #frp #artwork #sketch #sketchbook #sketch_daily #arts_gallery #drawings #dragon #follow4follow #aşk #love #karakalematolyesi #like4like #throwbackthursday #followforfollow #pencildrawing #drawing #worldofpencils #fantastic #magic #likeforlike #karakalemportre #cizim #metal (Esenyurt, İstanbul) https://www.instagram.com/p/CdEkDcsKypC/?igshid=NGJjMDIxMWI=
0 notes
drkamy · 3 years
Text
Found it 😐
Tumblr media
4 notes · View notes
2019bestdiyideas · 5 years
Text
10 Ocak 2020 Gazeteciler Günü | Gazetecilere Hediye Önerileri
Tumblr media
Gazeteci bir arkadaşınız, anneniz, babanız, sevgiliniz ya da hayat arkadaşınız varsa, kendilerine 10 Ocak 2020 gazeteciler gününe özel birbirinden şık kitaplık veya gazetelik hediye edebilirsiniz.
#td_uid_7_5d764f2f9a7ea .td-doubleSlider-2 .td-item1 background: url(https://www.hediyeonerisi.com/wp-content/uploads/2019/09/raf-gazetelik-ve-dergilik-80x60.jpe) 0 0 no-repeat; #td_uid_7_5d764f2f9a7ea .td-doubleSlider-2 .td-item2 background: url(https://www.hediyeonerisi.com/wp-content/uploads/2019/09/ferforje-gazetelik-ve-dergilik-80x60.jpe) 0 0 no-repeat; #td_uid_7_5d764f2f9a7ea .td-doubleSlider-2 .td-item3 background: url(https://www.hediyeonerisi.com/wp-content/uploads/2019/09/masif-hazeranli-gazetelik-80x60.jpg) 0 0 no-repeat; #td_uid_7_5d764f2f9a7ea .td-doubleSlider-2 .td-item4 background: url(https://www.hediyeonerisi.com/wp-content/uploads/2019/09/gazetelik-ve-dergilik-modelleri-zaman-ve-mekan-mobilya-80x60.jpg) 0 0 no-repeat; #td_uid_7_5d764f2f9a7ea .td-doubleSlider-2 .td-item5 background: url(https://www.hediyeonerisi.com/wp-content/uploads/2019/09/2-katli-katlanabilir-cok-amacli-sepet-gazetelik-7-model-80x60.jpg) 0 0 no-repeat; #td_uid_7_5d764f2f9a7ea .td-doubleSlider-2 .td-item6 background: url(https://www.hediyeonerisi.com/wp-content/uploads/2019/09/uzay-ofis-metal-gazetelik-80x60.jpg) 0 0 no-repeat; #td_uid_7_5d764f2f9a7ea .td-doubleSlider-2 .td-item7 background: url(https://www.hediyeonerisi.com/wp-content/uploads/2019/09/koltuk-yani-gazetelik-hgt227-80x60.jpg) 0 0 no-repeat; #td_uid_7_5d764f2f9a7ea .td-doubleSlider-2 .td-item8 background: url(https://www.hediyeonerisi.com/wp-content/uploads/2019/09/gazetelik-80x60.jpg) 0 0 no-repeat;
Birbirinden Şık Gazetelik Hediyeleri
1 of 8
Tumblr media
Raf Gazetelik ve Dergilik
Tumblr media
Ferforje Gazetelik Ve Dergilik
Tumblr media
Masif hazeranlı gazetelik
Tumblr media
Gazetelik ve Dergilik Modelleri
Tumblr media
2 Katlı Katlanabilir Çok Amaçlı Sepet Gazetelik
Tumblr media
Uzay Ofis Metal Gazetelik
Tumblr media
Koltuk Yanı Gazetelik
Tumblr media
Gazetelik
Birbirinden şık kitaplık önerileri istiyorsanız eğer, bunun için de aşağıdaki modelleri inceleyebilirsiniz.
#td_uid_8_5d764f2f9c20d .td-doubleSlider-2 .td-item1 background: url(https://www.hediyeonerisi.com/wp-content/uploads/2019/09/masif-ahsap-kitaplik-yaprak-k0006-yolcam-80x60.jpg) 0 0 no-repeat; #td_uid_8_5d764f2f9c20d .td-doubleSlider-2 .td-item2 background: url(https://www.hediyeonerisi.com/wp-content/uploads/2019/09/ahsap-rafli-kitaplik-80x60.jpg) 0 0 no-repeat; #td_uid_8_5d764f2f9c20d .td-doubleSlider-2 .td-item3 background: url(https://www.hediyeonerisi.com/wp-content/uploads/2019/09/kitaplik-fiyatlari-kitaplik-modelleri-satin-al-80x60.jpg) 0 0 no-repeat; #td_uid_8_5d764f2f9c20d .td-doubleSlider-2 .td-item4 background: url(https://www.hediyeonerisi.com/wp-content/uploads/2019/09/moonlife-zero-dekoratif-kitaplik-beyaz-80x60.jpe) 0 0 no-repeat; #td_uid_8_5d764f2f9c20d .td-doubleSlider-2 .td-item5 background: url(https://www.hediyeonerisi.com/wp-content/uploads/2019/09/roma-metal-ahsap-kitaplik-80x60.jpg) 0 0 no-repeat; #td_uid_8_5d764f2f9c20d .td-doubleSlider-2 .td-item6 background: url(https://www.hediyeonerisi.com/wp-content/uploads/2019/09/moduler-dekor-liya-kitaplik-80x60.jpg) 0 0 no-repeat; #td_uid_8_5d764f2f9c20d .td-doubleSlider-2 .td-item7 background: url(https://www.hediyeonerisi.com/wp-content/uploads/2019/09/yurudesign-ml4-5-rafli-iron-metal-kitaplik-220cm34cm180cm-80x60.jpg) 0 0 no-repeat; #td_uid_8_5d764f2f9c20d .td-doubleSlider-2 .td-item8 background: url(https://www.hediyeonerisi.com/wp-content/uploads/2019/09/kare-kutu-kitaplik-80x60.jpg) 0 0 no-repeat; #td_uid_8_5d764f2f9c20d .td-doubleSlider-2 .td-item9 background: url(https://www.hediyeonerisi.com/wp-content/uploads/2019/09/agac-kitaplik-kitaplik-80x60.jpg) 0 0 no-repeat; #td_uid_8_5d764f2f9c20d .td-doubleSlider-2 .td-item10 background: url(https://www.hediyeonerisi.com/wp-content/uploads/2019/09/minar-alvino-duvara-monte-kitaplik-80x60.jpg) 0 0 no-repeat; #td_uid_8_5d764f2f9c20d .td-doubleSlider-2 .td-item11 background: url(https://www.hediyeonerisi.com/wp-content/uploads/2019/09/level-kitaplik-80x60.jpg) 0 0 no-repeat;
2020 En Güzel Kitaplık Modelleri
1 of 11
Tumblr media
Masif Ahşap Kitaplık Yaprak
Tumblr media
Ahşap Raflı Kitaplık
Tumblr media
Kitaplık Fiyatları & Kitaplık Modelleri
Tumblr media
Moonlife Zero Dekoratif Kitaplık Beyaz
Tumblr media
Roma Metal & Ahşap Kitaplık
Tumblr media
Modüler Dekor Liya Kitaplık
Tumblr media
5 Raflı Iron Metal Kitaplık
Tumblr media
Kare Kutu Kitaplık
Tumblr media
Ağaç Kitaplık Kitaplık
Tumblr media
Minar Alvino Duvara Monte Kitaplık
Tumblr media
Level Kitaplık
Kitap okuyanlar, romanları hayatlarının bir parçası haline getirenler, kitaplarla alakalı her şeye farklı bir gözle bakarlar. Mesela onlar için evlerinin bir odası mutlaka kitap okuma odası olmalıdır ve özenle titizlikle bu oda düzenlenmelidir. Kitapları hayatlarındaki en değerli varlıklardan biridir. Kitaplarına zarar gelme düşüncesi bile dehşete kapılmalarına neden olabilir. Böyleyseniz veya etrafınızda böyle insanlar varsa bu kitaplıkların ne anlama geldiğini çok iyi anlayacaksınız. Kitap okuma odanızın kitaplığı olmaya aday birbirinden güzel 22 kitaplık modeliyle tanışmaya hazır mısınız?
10 Ocak 2020 Gazeteciler Günü | Gazetecilere Hediye Önerileri
0 notes
umutkral · 7 years
Text
Size neden hayatım boyunca yarım kalacağım bunu anlatayım.2010 yılları sanırım,Lise 1 veya 2′yim o zamanlar. O zamanlar nasıl biriyim anlatayım,İsmail YK,Cankan,Serdar Ortaç vs. şeyler dinliyor,”Abiler”e gidiyor,boş vakitlerimde de sürekli Metin2 oynuyorum bilgisayardan.Böyle derin düşünme,anlama kapasitesi falan 0 ya leş bi çocuğum yani. Facebook’ta dolanırken,tanıyor olabileceğim kişilerde onu gördüm. Ortak arkadaşımız yok,o metal dinler,rock dinler,’siyah’ giyer,Kabataş’ta okuyor,Şişli’de oturuyor bense Bahçelievler’de okuyorum,Halkalı’da oturuyorum. Tek ortak noktamız aynı plaka numarası yani 34.Yıllar geçti hala neden orada olduğunu bilmiyorum,anlam veremedim ama hikayeye geri dönmek gerekirse ben bu arkadaşı ekledim. İsminden bundan sonra Morgi olarak bahsedicem.Morgi’yle ben tanıştık,facebooktan konuşmaya başladık. Kızla konuşmak,tam anlamıyla “Ufkumu açıyor”.Onunla paylaştığım kelimeler,onunla paylaştığım zaman benim için lezzetli geliyor. O kadar mutluyum ki onunla konuşurken. Tabi ben flörtleşmeye başlayıncaya kadar. Ne zaman flörtleşsem onunla,bundan rahatsız olurdu(en azından hep öyleymiş gibi gösterdi).Zaman geçti,kız hep soğuk bana karşı.Muhabbet,sohbet hoş gidiyor fakat iş flörtleşme,bir ilişki olsun falana gelince ı-ıh. Sonra bir fotoğraf koyuyor Facebook’a,bir kız arkadaşıyla fotoğrafı,piknikte çekilmiş. Ben hemen bu kızı buluyorum,giriyorum konuya “Morgiden çok hoşlanıyorum,aramızı yapar mısın?” kız “Seve seve” diyor,ve numaralaşıyoruz. Nasıl yaparız,ne yapmalıyım gibi şeyleri konuşmak adına. Bu arada,Morgi bana henüz numarasını vermedi,aylar boyunca. Arkadaşı için de bundan sonra Seva dicem. Sevayla numaralaştığımız için daha fazla konuşuyoruz Morgi’den. O zamanlar ben 1 hafta arayla birlikte yaşadığım Babaannemi kaybettim,ardından da amcamı kaybettim. Ailemin maddi durumu kötüledi evimizden ayrılıp İstanbul’un ücra köşelerinden birine,daha küçük bir eve geldik. O günden beridir 2 kardeşimle aynı odayı paylaşırım. Bu sırada yıkılıyorum tabi,her gece babaanneme,dedeme(birlikte yaşardık onlarla 2 sene arayla vefat ettiler) ağlıyorum,okula gitmek için 1 saat yol çekip yarım saat yürüyorum,geç kalıyorum falan. Morgi meselesi var,çok tutuldum kıza aklımdan çıkmıyor. Kiminle konuştum bu dönemde sizce? Seva’yla. O zamanlar Pepsi kapaklarında saat 00:00-06:00 arası sınırsız konuşma falan vardı,kızla saatlerce konuşurduk abi.Anlatırdım,dinlerdi o anlatırdı ben dinlerdim. Tahmin edebileceğiniz gibi,ben Seva’ya yakınlık hissetmeye başladım. İş burada sarpa sarmaya başladı işte.Çünkü gerçekten ne hissettiğimi tam olarak bilmiyorum,bana ne yakın gelse ona sarılmak üzereyim,o kadar ihtiyacım var ki,dinlenmeye özellikle sevilmeye,iyi hissetmeye. Aç köpek gibi nereden ilgi görsem saldırıyorum. Sonra ben git,Morgi’yle konuşurken Seva ile ilgili durumu ballandıra ballandıra anlat. Bak “Ağzından kaçır” demiyorum,”BABA BEN BAYAĞI AŞIK OLUYOM BU KIZA” olsun. Neden yaptığımı bilmiyorum ama neden yapmadığımı biliyorum. Aşık falan değildim,olsaydım sızısını hala hissediyor olurdum. 7 sene geçti,bak Morgi’yi unutabilmiş miyim? Morgi tabi o zamanlar benden hoşlanıyormuş fakat erkeklere karşı çok soğuk olduğu için bir şey çaktırmıyormuş. Bende zaten benden hoşlandığının farkındayım fakat ağzıyla söylemeden yapabileceğim bir şey yok falan her neyse konu böyle ilerliyor. Morgi benden Seva’ya aşık olduğumu duyunca,benden elini ayağını çekiyor.Ben ilgisini çekmek için “Kanser oldum ölücem” diye bile yalan söylediğimi bilirim,bir 5 dakikalığına da olsa bana ilgi göstersin diye. Tabi bu aralarda ben Seva’ya olan ilgimi kaybediyorum,Morgi’ye “Ona karşı hiçbir şey hissetmiyorum,o kim ki...” falan filan gibi atıp tutuyorum,kendime not o kim ki dediğin insan senin en zor zamanlarında yanında olmuş senin o ağrılı dönemi atlatmana sebep olmuş kişi sen “Ayh ben aşq oluormmm” demeseydin arkadaşlığınız devam ederdi belki,Morgi gel hadi birlikte olalım bak birbirimizi çok seviyoruz seninle,lütfen bize bir şans ver dediğimde “Seni arkadaştan öte göremiyorum,asla göremeyeceğim.” diyor. Sevgili yaptığı zaman beni hayatından şutluyor,ben sonradan tekrar bi şekilde giriyorum,bir süre konuşuyoruz sonra “Konuşmamız doğru olmaz” diyerek tekrar şutluyor.Yıllar böyle geçiyor,benim tabi bu sıralarda sevgilim oluyor bir kaç tane,Morgi’nin de oluyor falan. He bu arada Morgi’ye gömmek için Seva hakkında “Değersiz,çirkin,kullanıp attığım bir kız” falan gibi saçmalamışım(yazarken kendimden tiksindim) o yüzden Seva’nın da kalbi kırılmış. O da gidiyor hayatımdan. Biz yıllarca böyle devam ediyoruz. Sonra bir ara biz konuşurken böyle her şey yine iyi hoş fakat hadi sevgili olalım dediğimde “Yok arkadaştan öte değilsin” diyip çıkıyor işin içinden,bende 2-3 hafta sonra bir kızla çıkmaya başlıyorum. Kızla çok mutluyuz böyle birlikteyken falan var ya havalara uçuyoruz,beraber yatıyoruz beraber kalkıyoruz.BTW bu olaylar 2015 yani 5 sene sonrası,5 sene içerisinde git geller oldu Morgi’yle hep “Arkadaştan öte değilsin”. Morgi bu kızla bir Snap’imi görüyor,bana ters yapıyor. Başlarda tripli konuşuyor falan,sonra diyorum ki hayırdır durum ne,yok bir şey,sen daha iyi bilirsinler falan. Hayatımdan sonsuza dek çıkmak istediğini söylüyor,geçen seferler ki gibi değil,bu sefer temelli diyor. Geçenlerde de temelli gidiyordun,yine geldiğimde reddedemedin beni diyorum,bu sefer edicemler falan. Peki diyorum,bari bir kez buluşalım.Senelerdir aynı şehirdeyiz,hiç buluşmamıştık. İkna ediyorum,sonra gidip sevgilime durumu açıklıyorum,böyle böyle bu kız benim yıllardır takıldığım kız falan hayatımdan çıkaracağım şimdi falanlar açıklamayı tam hatırlayamıyorum fakat sevgilim “Karar senin,bu kararı senin adına veremem” diyor ve biz Morgi’yle buluşuyoruz.Kabataş’ta buluşuyoruz,ben anlatıyorum ona okulunu buralarda ne kadar aradığımı,kapıya onu görme umuduyla gelip “Servisle gidicem ben,göremezsin muhtemelen git” falan diye terslendiğimi anlatıyorum.Beşiktaş’a vapura kadar yürüyoruz,sıradan sohbetlerle. Vapura biniyoruz,Kadıköy’e geçiyoruz,PS kafeye gidip Guitar Hero oynuyoruz,bagetle saçını topluyor falan,sonra bir kafeye geçip oturuyoruz,artık son veda falan. Kız bana dökülüyor. Diyor ki “Yıllardır seni sevdim,en yakın arkadaşıma aşık olduğunu söyledin.Zaman geçti,gittin geldin,seni seviyorum dedin ardından başkalarıyla birlikte oldun,sana güvenemedim. Bu sefer tam güveniyordum,tam olacak diyordum,başka bir kızla birlikte oldun yine.” devamını hatırlamıyorum.Şöyle düşünün 5 yıldır ne kadar ağladıysam bu kız için ben,o an her hıçkırığımı,her çığlığımı aynı aynıda kafamın içinde duydum.Sersemlemiştim,yıllardır aşık olduğum kız aslında bana karşı duyguları vardı fakat sadece güvenemediği için mi “SENİ ARKADAŞTAN ÖTE GÖREMİYORUM” demişti? Sinirlenmeli miydim? Mutlu olmalı mı?Endişelenmeli mi?Konuşması bittiğinde,göz yaşlarını sildi.Kendimi toparladım ve şu sözleri söyledim. O an ki kız arkadaşımın psikolojik durumu BER-BAT-TI. Ayrıntıya girmeyeceğim fakat hayatına devam etmesini sağlayan tek şey bendim o sıralar,bana çok güveniyor ve çok bağlıydı.Morgi de bundan haberdardı. Dedim ki “Başka herhangi bir kızla birlikte olsam,bütün gemileri yakar sana gelirim.Sen gelme dersin,fakat ben yine sana gelirim çünkü artık kabul ettin.Fakat Morgi,ben bu kızı bırakırsam başına gelebilecekleri biliyorsun değil mi?”.”Biliyorum ve bundan dolayı da senden nefret ediyorum. O kızı bırakamazsın zaten.” İkimizde biliyorduk ki,ben ona dönsem o gün o kızın hayatını bitirirdik. Ama ona döndüm şunu dedim “Bir gün,Bu kız hayatına bensiz devam edebilecek olgunluğa erişecek. Ve gitmemin,onu üzmeyeceğini anladığım zaman gideceğim. Muhtemelen zaten o beni terk edecek. O gün,yine sana geleceğim.” Sinirli bir şekilde “Gelme artık,istemiyorum” dedi. Gülümsedim,elini tuttum. “Geleceğim,biliyorsun.” gelecektim çünkü,ondan başka bir yol bilmiyordum ben. O günü orada noktaladık.Vapuruna bindirdim,kız arkadaşımla buluştum,bütün gün mesajlarına cevap vermediğim için deliye dönmüştü,sakinleştirdim. Morgi’nin hayatımdan çıktığını söyledim. Ve eve yola koyuldum. Tarık diye bir arkadaşım var,bu konularda çok bilgilidir.Durumu anlattım ona,bana dedi ki “(sevgilim olan kız)Zel ile ilişkine devam edip,onun hayatını kurtarabilirsin.Toparlamasına,yaşamdan keyif almasına sebep olabilirsin fakat Berk,sen yıllardır Morgi’ye aşıksın.Gözlerimle gördüm senin ona ne kadar aşık olduğunu ve bu ilişkiye devam etmen için tek sebep şuanda Vicdanın. Zel’in başına gelenler kötü ve keşke gelmeseydi fakat bunların sebebi sen değilsin. Bunlar başına geldi,ve bunların sancısını çekiyor.Onun hayatında kalıp,onu kurtarabilirsin fakat bunun için hayatının aşkından vazgeçmiş olacaksın. Ama unutma,her insan kendi için yaşar. Morgi’yi seçersen,vicdanına söyle senin suçun değil.” teşekkür ettim ve kapattım telefonu. Yapamadım,vicdanım el vermedi. Zel’e “Hanginiz benim için daha değerli emin olamıyorum,kafam çok karışık,sonra konuşalım” dedim,biraz düşündüm ve gittim Morgi’ye “Git” dedim,hayatımda ilk kez ve Zel’e “Seni bırakmak istemiyorum sen beni mutlu eden tek şeysin” dedim ve ilişkime devam ettim. 2 yıl boyunca Zel’in ihtiyacı olduğunda yanında olabilmek için işi,okulu bıraktım. Zamanla kavgalarımız büyüdü,ilişkimizin son 2 haftasında benden uzaklaşıp eski sevgilisiyle konuşmaya başladı,bana “Benim geçmişte yaptığım” hatalardan dolayı bittiğimizi söyledi ve eski sevgilisiyle çıkmaya başladı. Ve beni terk ederken bana ne dedi biliyor musunuz? “Her insan kendi için yaşar Berk.Hayatını bana adayamazsın,kendine bir hayat kurmalısın yapman gereken şeyler var fln fln” bayağı yıkılmıştım fakat bir yandan da artık Morgi’ye geri dönebileceğim için o kadar mutluydum ki,evet 2 yıllık bir birliktelik bittiği için bir yanım çok acıyordu yine de Morgi’ye geri dönebilme sevinci,bunu unutturdu bana. Zel beni terk etmeden 1 ay önce işe girmiştim,Morgi’nin evinin yakın olduğu bir yerde. Aklımda Morgi’ye nasıl yazsam,okuluna mı gitsem direk ben geldim diye falan diye düşünürken,onu gördüm. İhtimalleri,mekan isimlerini vermek istemediğim için şöyle basitçe anlatayım. Fırtınalı bir günde,canları dondurma çekiyor,dondurma yemek için avm’ye giriyorlar,dondurmayı aldıkları yerde değilde 50 metre ötedeki masada yemeye karar veriyorlar. O gün ben normalde orada olmayacaktım fakat vardiyada yapılan bir hata nedeniyle kasaya geçiyorum,ve benim 4 metre ilerime oturuyorlar. Başta beni fark etmiyorlar Seva ve Morgi,ardından dikdik baktığımda fark ediyorlar. Bana baktığında,tepkisiz kalmaya çalışıyor gözlerinden ve dudaklarından okuyabiliyorum. Ve ardından gülümsüyor. O gülümseme,beni bugün ayakta tutan şeydir. Çünkü yılların öfkesi,nefreti olsa bile,beni görmek güzeldi. Benim için olay hiç değişmedi,hiç öfkelenmedim,hiç nefret etmedim,onu görmek her zaman güzeldi. Tekrar konuşmaya başladık,bir gün yine buluştuk,ben köpek gibi sarhoş oldum ve bir dilenmediğim kaldı artık birlikte olalım diye. Yine reddetti,sarhoşum dengesiz yürüyorum diye elimi tuttu. Elimi tutarken,hissettiğim şeyleri biliyorum ben. Hala hisleri olduğunu biliyorum,neden kabul etmiyor? 1)Artık güvenilebilir bir adam olduğumu görmek istiyor olabilir. Seni seviyorum dedikten 5 dakika sonra başkasını kucağıma aldığımı görmek istemiyordur,artık seni seviyorum diyorsam,arkasında durmamı istiyordur belki. 2)Yıllarca telefonun,klavyenin arkasındaki adamla konuşmak güzeldi fakat gördüğü şeyi beğenmemiş olabilir.Onun yanına yakışacağımı düşünmüyordur.Çünkü çok kez,saçlarımı tekrar uzatmam gerektiğini,dişlerimi yaptırmamı,cildiyeye gidip yüzüm için bir şeyler yapmamı falan söyledi.Tarzımı değiştirmek için çok fazla tavsiye verdi,belki yanına yakışmıyorumdur dediğim gibi. 3)İkimiz için de adam akıllı biten bir ilişki olmadı. Eğer denersek ve beceremezsek beni tamamen kaybetmekten korkuyor olabilir.Şuanda arkadaş olarak benimle çok mutlu ve sevgili olmanın ona yararı olacağını düşünmüyor. bu yüzden bana “Sana karşı hislerim yok,belki ilerde olur ama şuanda yok” diyor. Ya da gerçekten yoktur,kim bilir. Fakat beni hayatında istiyor,onu biliyorum,mu?İşte bunu bilmemek,beni yıkıyor. Her zaman aşkıma sadık kaldım,ondan hiç vazgeçmedim. Hayatıma devam etmem gerekiyordu çünkü “Arkadaştan öte görmüyorum” dedi,ama artık öyle olmadığını kendi de kabul ediyor. Fakat,son şu 2 yıllık ilişki konusu,okulumun mahvolması gibi şeylerle üst üste gelince,bittim. Bunları kalan son gücümle yazıyorum.Morgi’yi hala beklemek istiyorum,fakat ne kadar daha yapabilirim bilmiyorum. Ölene kadar yapacağımı biliyorum,fakat bu halde daha fazla nasıl yaşanır bilmiyorum. Bana yine değersizim gibi davranmaya başladı ve bu beni tamamen öldürüyor.Onunla konuşurken girdiğim bir milyonuncu “Ben değersizim senin için değil mi?” tribim falan ve hiç bana değerli hissettirdiğini hatırlamıyorum.Bugün 06.06.2017 neredeyse 7 yıl oldu. Hala kafamdaki tek sorun,”Üniversite sınavında ne yapacağım?” yada “2 gün sonra mezun olabilecek miyim,tezimi başarılı bir şekilde teslim edebilecek miyim?”,”Hayatım nereye gidiyor? Garsonluk yaparak daha ne kadar devam edeceğim?” gibi şeyler yerine,”Gerçekten bir gün cesaret edebilecek mi?” sorusu. Son iki yılımı bana ihtiyacı olduğunu bildiğim bir kızın yanında,aşık olduğum kadını özleyerek geçirdim. Geri kalan yıllarımı ise,bana ihtiyacı olmadığını bildiğim kadınların yanında,aşık olduğum kadını özleyerek geçirdim. İşte benim hikayem bu,özlemin bir rengi olsa,kanım damarlarımda o renk akardı herhalde bunca şeyden sonra. Ne dersiniz okuyanlar,olur mu bu iş?
14 notes · View notes
Text
5. Sınıf Fen Bilimleri 2. Dönem 1. Yazılı Soruları Ve Cevapları
A.  Aşağıdaki ifadeler doğru ise “D” yanlış ise “Y” harfi koyunuz.
(    ) Genleşme ve büzülme olayı sadece katı haldeki maddelerde görülür.
(    ) Isıtılan metal bir kürenin hacmi artar.
(    ) Sürekli soğutulan bir balon şişer ve patlar.
(    ) Işık kaynağından çıkan ışık ışınları her yöne yayılır.
(    ) Işık kaynaktan çıktıktan sonra eğrisel yayılır.
(    ) Halı gibi pürüzlü yüzeylerde düzgün yansıma olayı görülür.
(    ) Yansıma kanunlarına göre ışının gelme açısı ile yansıma açısı birbirine eşittir.
(    ) Işınların bir yüzeye çarparak geldiği ortama geri dönmesine ışığın yansıması denir.
(    ) Dağınık yansıma oluşumunda yansıma kanunları geçerli değildir.
(    ) Yarı saydam maddeler ışığı geçirmez.
(    ) Buzlu cam, tül perde gibi maddeler yarı saydam maddelerdir.
(    ) Tam gölge ışığın doğrusal yayıldığını ispatlar.
(    ) Tam gölgenin oluşması için opak madde ve ışık kaynağı gereklidir.
(    ) Sokak lambasına yaklaşırken gölgemiz büyür.
 B.   Aşağıdaki cümlelerde verilen boşlukları uygun kelimeleri yazarak doldurunuz.
- Isı alan maddelerin hacimlerinin artmasına ……………….  denir.
- Isı veren maddelerin hacimlerinin azalmasına …………………. denir.
- Işık ışınları …………. yönde ………..……. olarak yayılır
- Işığı geçiren maddelere ………………. maddeler denilmektedir.
- Işığı geçirmeyen maddelere ………………. maddeler denilmektedir.
C. Aşağıdaki soruları kutucukların numaralarına göre yanıtlayınız.
1-KALIN KUMAŞ
2- HAVA
3- BULUT
4- NAYLON TORBA
5-KİTAP
6- MUKAVVA
7- SU
8- PENCERE CAMI
9- FAYANS
10- TAHTA
11- TAŞ
12- BUZLU CAM
13- SİS
14- KAĞIT
15- FON KARTON
 · Hangileri saydam maddedir?
……………………………………………………………..
· Hangileri yarı saydam maddedir?
……………………………………………………………..
· Hangileri opak maddedir? ……………………………………………………………..
 D.  Aşağıda verilen olaylardan tam gölge alanının nasıl değiştiğini belirtiniz. ( Boşlukları “Gölge büyür, gölge küçülür şeklinde yanıtlayınız.)
1)   Bir teker ustası yaptığı tahta teker etrafına demir jant geçirmek istiyor. Fakat demir jant daha küçük olduğu için tahta tekerin etrafına geçmiyor.
 Teker ustası demir jantı tahta tekerin etrafına geçirebilmek için aşağıdakilerden hangisini yapmalıdır?
A) Demir jantı soğutmalıdır.
B) Demir jantı ısıtmalıdır.
C) Tahta tekeri ısıtmalıdır.
D) Tahta tekeri ısıtıp demir jantı soğutmalıdır.
 2)      Deneye başlamadan önce metal bir küre delikten geçebiliyor. Metal küre , ısıtıcı ile bir süre ısıtıldığında delikten geçmediği görülüyor.
Bu deneyden aşağıdaki sonuçlardan hangisine ulaşılır?
A) Maddeler soğutulduğunda büzülür.
B) Maddeler ısıtıldığında genleşir.
C) Hacmi azalan maddeler genleşir.
D) Büzülen maddelerin hacmi artar.
 3)        I. İçi hava dolu balonun soğukta büzülmesi
 II. Yazın elektrik tellerinin sarkması
III. Kaynayan suyun taşması
IV. Sıcaklık arttıkça termometredeki sıvı seviyesinin artması
BAŞARILAR DİLERİM…
RABİA NUR YANIK
FEN BİLİMLERİ ÖĞRT.
Yukarıdaki örneklerin genleşme ve büzülme olarak gruplanması hangisinde doğru verilmiştir?
      Genleşme            Büzülme 
A) I ve II                 II ve III
B) II, III ve IV        I
C) II ve IV               I ve III
D) III ve IV             I ve II
 4)   Işığın izlediği yolu gösteren düz  çizgiye ne ad verilir?
A) Işık yolu   B) Işık ışını  C) Işık hızı D) Işık izi
 5)   Bir ışın aynadan şekildeki gibi yansıyor. Bu ışının gelme açısı kaç derecedir?
A) 30      
B) 60    
C) 90
D) 45
6)Buna göre I. ve II. ortamlar sırasıyla aşağıdakilerden hangisi gibi olabilir?
A) Ayna, Dalgalı su
B) Dalgalı su, Durgun su
C) Halı, Metal kaşık
D) Durgun su,  Ayna  
7)   Aşağıda verilen olaylardan hangisi maddelerin genleşmesiyle ilgili değildir?
A)Cam kavanozun metal kapağının ısıtılınca daha kolay açılması
B) Sıcak su konulan soğuk cam bardağın kırılması
C) Yaz mevsiminde direklerdeki elektrik tellerinin uzaması
D) Islak çamaşırların yazın daha çabuk kuruması
 8)         Isı alışverişi ile ilgili aşağıda verilenlerden hangisi yanlıştır?
A.  Sıcaklıkları farklı olan maddeler arasında gerçekleşir.
B.  Isı akışı soğuk maddeden sıcak maddeye doğru gerçekleşir.                           
C.  Isı alışverişi sıcaklıklar eşitleninceye kadar devam eder.  
D. Sıcaklıkları eşit olan maddeler arasında ısı alışverişi gerçekleşmez.
0 notes