#günümüz dönemi
Explore tagged Tumblr posts
cevikmedya · 2 years ago
Text
Geçmişten Günümüze İnsanlık tarihi ve gelişim süreçleri
İnsanlık tarihinin ilk dönemlerine, Paleolitik Dönem olarak bilinen dönem olarak bakalım. Bu dönem, yaklaşık 2,5 milyon yıl önce başlar ve Neolitik Çağın başlangıcına kadar devam eder. Bu dönemde, insanlar köpekbalıkçılık, avcılık ve toplama gibi yöntemlerle geçimlerini sağlarlar. Bu dönemde, insanlar ilk kez taş araçlar yapmayı ve kullanmayı öğrendiler. Neolitik Çağ Neolitik Çağ Neolitik Çağ,…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
nevzatboyraz44 · 7 months ago
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Ramazan ayı boyunca “Her Güne Bir Şehir Bir Cami” paylaşım serimizin 24. günündeyiz.
➡️ ERZURUM 🖤
1 ve 2- Üç Kümbetler (12-14. YY)
3- Çifte Minareli Medrese (13. YY)
4- Yakutiye Medresesi (1310)
5 ve 6- Ulu Camii (1179)
7- Saat Kulesi (Minare, 12. YY)
8- Lala Paşa Camii (1562)
9- Abdurrahman Gazi Camii ve Türbesi
10- Erzurum Saat Kulesi’nden şehrin manzarası: Çifte Minareli Medrese, Ulu Camii, Üç Kümbetler ve günümüz çirkin şehirleşmesi.
➡️ Erzurum, parası olan insan için her sene ya da iki senede bir ziyaret edilmesi gereken bir şehir. Hem onca tarihi eseri görmek hem de yemek nedir görmek için 😁 Erzurum’dakiler yemekse biz İstanbul’da ne yiyoruz bilmiyorum.
➡️Üç Kümbetler, en büyüğü Emir Saltuk’a ait fakat diğerleri kime ait bilinmiyor. Burası çok farklı bir kompleks. Dünya gözüyle görmek gerekir.
Çifte Minareli Medrese, ülkemizdeki en büyük, en ihtişamlı medresedir. Muazzam güzel taş işçiliği var. İçi ayrı dışı ayrı güzel. Günümüzde müze olarak kullanılıyor.
Yakutiye Medresesi de çok güzeldir. İç kısmı kapalı avlulu olduğu için eski tip kale-saray izlenimi verir. Minaresi de ülkemizdeki en güzel minareler arasındadır.
Ulu Camii, fotoğraflaması çok zor bir Saltuklu eseridir. Muazzam güzel atmosferi var. Selçuklu ve beylikler dönemi cami ve medreseleri kale formunda yapılıyor. Kalın duvarlar, küçük pencereler, haliyle karanlık ortam. Bu durum Avrupa’da romanesk sanatı ile adlandırılmış ama bizde bir isim koyan olmamış galiba.
Yine Saltuklu döneminde yapılan Saat Kulesi de aslında bir minaredir. Bu yönüyle çok ihtişamlı bir kule olarak topraklarımızdaki en önemli minarelerden biridir.
➡️ Ayrıca Erzurum’da sahabelerden Abdurrahman Gazi’nin de türbesi bulunmaktadır. Hz. Ömer ya da Hz. Osman dönemlerinde Anadoluya gönderildiği tahmin edilmektedir. Erzurum’u fethederek Bizans’tan alan ve İslam beldesi haline getiren ordunun içinde yer almıştır.
Kaynak: https://www.instagram.com/p/C5TpwCmtNUH/?igsh=dHZhZ3U1eTFxNGl5
51 notes · View notes
baybaykus · 10 months ago
Text
OSMANLI DEVLETİ NEDEN YIKILDI?
En son söyleyeceğimizi ilk cümleden yazıp daha sonra kısa bir analizle açıklamaya çalışayım...
Osmanlı Devleti'nin Kuruluşundaki İslamî itikadi yolu MATURİDİLİK iken, yıkılış dönemindeki islamî itikadi yolu EŞARİLİK olarak benimsenmiş olmasıdır...
Türk Milletinin tarihine, kültürüne ve en önemlisi töresine en uygun islâmî felsefe MATURİDİLİK tir.
Zira bu itikadi felsefi yolun, kurucu imamı MATURİDİ Türkistanlı, Horasanlı bir Türktür...
Maturidiliği kisaca açıklayacak olursak; "Bu felsefe Akla, pozitif bilime ve ilme öncelik veren Türk töresine en uygun itikadi islamî bir yoldur."
İmam Maturidi, İslam dünyasında inançla ilgili fikrî savrulmaların yaşandığı bir dönemde akıl-vahiy dengesini kurarak dinî problemlere kalıcı çözümler üretmiş, aynı zamanda toplumun değerleriyle bütünleşen bir inanç sistemi kurarak Türk-İslam medeniyetinin oluşmasına öncülük etmiştir.
Yaratılışın merkezine hikmeti yerleştiren ve onu “her şeyi yerli yerine koymak” şeklinde tanımlayan İmam Maturidi’nin iyi anlaşılmasının, yaşadığı döneme olduğu gibi günümüz dünyasının sorunlarına da hayati katkılar sunacağı muhakkaktır.
Osmanlının Yıkılış Döneminde izlediği İtikadi yol EŞARİ felsefesi ise;
Yemenli bir aileye mensup olan İmam EŞARİ 900 lü yıllarda yaşamıştır.
Daha çok Arap Milliyetçiliğine dayanan görüşleri ile tanınmaktadır.
İmam MATURİDİ' nin aksine Akılcılıktan ilim ve bilimden önce NAKİLCİ bir anlayışla hareket etmiştir.
İslâmi problemleri daha çok Peygamber efendimizin sünnetlerini ön plana çıkararak ve hadislerle çözmeye çalışmıştır.
Peygamber efendimizin içinden çıktığı toplumun yaşayışı, coğrafyası ve kültürü zamanla bize sünnet diye dayatılmış. Birçok hadisin uydurma olduğuda daha sonra hadis ilmi yapan ulema tarafından temizlenmiştir. Günümüzde de hala bircok hadis tartışmalıdır. Din uleması kendi arasında dahi anlaşamamakta, akılla ilmle ve vahiyle örtüşmediği görülmüştür. Ve ortada bir vaka olarak durmaktadır.
Bu iki felsefeyi kısaca açıkladıktan sonra Osmanlı Devletini de bu iki akımın etkisi altında kalan İki farklı Osmanlı olarak analiz etmek doğru olacaktır...
OSMANLI’NIN İKİ FARKLI DÖNEMİ...
Birinci Kuruluş dönemi:
Osmanlı Devleti kurulurken, bütün Türk devletleri gibi Türk Töresi üzerine kurulmuştur...
Bir milletin kültürü ve Töresi yok sayılarak yaşaması mümkün değildir.
Kuruluş Döneminde Osmanlı Devletinin Manevi Kurucusu Şeyh Edabalı, Horasan erlerenlerinden, Piri Türkistan Hoca Ahmet Yesevi hazretlerinin talebesidir...
O dönemlerde Türk kültür ve töresine en uygun İslami akım, Horasan, Türkistan coğrafyasında hakim olan MATURİDİ (Akıl, bilim, ilmi önceleyen felsefi yol) felsefi itikadi yoludur...
Piri Türkistan Hoca Ahmet Yesevi hazretlerinin talebeleri de MATURİDİ felsefesi ile yetişmiş bu itikadi yolu izleyerek, Anadolu'ya TÜRK-İSLÂM anlayışını yaymak için akın akın gelmişlerdir...
Osmanlı Devleti kurulurken, Kayı Boyu Türk töresince yaşamakta ve Türk kültürü ile yaşamaktaydı.
Adetlerinden, yaşam şeklinden, kıyafetlerine hatta çocuklarına konan isme kadar herşey TÜRKTÜ...
İsimleri; Ertuğrul, Ataman, Afşin, Savcı, Gündüz, Konuralp, Korkut, Orhan’dı, Türk’tük yani...
İlk 250 yıl Osmanlı Devleti bir Türk Devleti idi...
Hakim din Müslümanlık, Sarayın izlediği itikadi yol MATURİDİLİK yani Aklı bilmi ilmî önceleyen bir dini yoldu.
İşte bu yüzden girdiğimiz bütün savaşları kazandık. İlimde fende teknolojide Avrupadan öndeydik.
Tuna boyları, Karpatlar, Macar Ovaları Türk atlılarının nal sesleri ve kılıç şakırtıları ile inledi...
Bizans ortadan kaldırıldı Istanbul Fethedildi...
"Melekler erkek mi, dişi mi?" Tartışması yapan hurafelerle uğraşan Hıristiyan alemi diz çoktürüldü.
Peki bu yükseliş ve Dünya Liderliği ne zamana kadar sürdü?
Ta ki halifelik Osmanlı Devletine geçene kadar başarılarımız devam etti...
Her şey o kadar güzel giderken Yavuz Sultan Selim Han' ın aklına biri halifelik sevdasına düşürdü...
Halifelik dinî bir makam değil, siyasi bir kurumdu. Dünyaya hükmeden bir imparatorluğun o donemde siyaseten bu kuruma ihtiyacı yoktu.
O dönemde Sadece Asya değil, Avrupa da, Arap dünyası da Hıristiyanlık alemi de Türk’ün gücü önünde baş eğiyordu...
Yavuz Sultan Selim Han, hocası Kürt Şeyhi İdris Bitlisi’nin Halifelik Makamını ele geçirmesi konusundaki yönlendirmesi ile Mercidabık ve Ridaniye savaşlarını kazanarak, Mısırı fethetti.
Abbasi halifeliğini İstanbul’a getirdi...
Ancak ortada bir sorun vardı.
Arap dünyası halifeliğin Araplar dan başka bir millete geçmesinin İslama uygun olmadığını savunuyordu.
Hele hele Türklere hilafetin geçmesine tamamı karşı çıkıp Yavuz’a biat etmediler...
Bu sorunu çözlülmeliydi...
Yavuz bu sorunu çözmek için orta bir yol bulundu.
Mısır ve Arap dünyasından ikibin kadar Arap asıllı EŞARİ anlayışına mensup din bilgini, ulema İstanbul’a davet edilerek, para, mal, mülk, arazi de verilerek kalıcı olarak yerleşmelerini sağlandı.
Bir nevi Arap ulemadan para, mevki, makam verilerek Hilafetin başka bir millete geçmesinde dinî bir sakınca olmadığına dair rüşvetle fetva isteniyordu.
Bu gelen ulema EŞARİ anlayışlı Arap milliyetçisi din bilginleriydi.
Devletin kuruluşunda etkili olan MATURİDİ anlayışı din bilginleri ile, bu yeni gelen EŞARİ anlayış arasında fikir ayrılığı, dolayısı ile dinî yorumlamada farklılıklar ortaya çıktı.
DevletinTürk-İslamı felsefesi bırakılarak, Arap İslamına doğru evrilme başladı. “Türk Milleti” kavramının yerini, bugün olduğu gibi “tek millet” almaya başladı.
Bu aşamadan sonra;
İkinci Osmanlı Dönemi başladı:
Yeniçeri ocağına alınan devşirme sistemi bozuldu.
Devlet yönetiminde bir taraftan Yeniçeri ocağından sistemin bozuk işlemesi sonucu hızla yükselen devşirme ağalar, paşalar hakim olurken, diğer taraftan Arap Yarım Adasından getirilen 2000 din alim devlet yonetiminde etkili olmaya basladı.
Bu bilgin kılıklı Arap Milliyetçisi alimlerin verdiği fetvalarla devlet politikaları belirlendi.
“Türküm, Türkmenim” diyen Aleviler, Kızılbaşlar aşağılandı, dışlandı, kafaları kesildi.
Anadoluda uretim durdu. Fetihler son buldu. Bu din adamı kılıklı bilginler devleti soydu ekonomi bozuldu.
İsyanlar başladı. İsyanları bastırmak için uygulanan yöntemler halkı saraya ve devlete karşı düşman etti.
Sadece Kuyucu Murat Paşa’nın kellesini kestirip kuyulara doldurduğu Türk sayısı yüz binin üzerindedir...
Sadece Benim ilçem Gümüşhacıköy de Sırp Devşirme si, Yörgüç Paşa nın katlettiği Türkmen on binlerin üzerindedir.
Osmanlı Devletinin Kuruluşundan itibaren yaklaşik ilk 250 yılı ile hilafet makamını alışından itibaren son 350 yılı birbirinden farklı islâmî felsefe ile yönetilmiştir.
Osmanlı ilk 250 yılında MATURİDİ' lik etkili olmuşken.
Son 350 yılında EŞARİ' lik etkilidir.
Osmanlı’nın son 350 yılı ilk 250 yılın tersine, Türklere zulüm yıldır.
Artık Arap kültürü Anadolu’ya çöreklenmiş, zehirli bir yılan gibi Türk kültürünü boğmaya başlamıştır.
Bu zulümden en çok payını alan da ses bayrağımız dilimiz Türkçe olmuştur...
Türkçe saraydan, devletten, edebiyattan kovulmuş ancak dağlarda, ıssız ovalarda devlet babasina isyankar evlat olarak barınmaya yasamaya başlamıştır...
Yavuz Sultan Selim Han’ ın getirdiği Arap bilginleri yobaz mı yobazdılar.
Talihsizlik o dur ki, Yavuz' un ömrü ve saltanatı kısa sürmüştür.
Tahminim o dur ki; Yavuz' un saltanatı biraz uzun sürse idi, Halifelik Makamını eline iyice sağlama aldıktan sonra, bu yobaz Arap Milliyetçisi din adamlarını geldikleri yere geri gönderirdi...
Bu yobaz anlayışlı bilim adamları akla ziyan fetvalar çıkarmışlardır.
Bunlardan sadece biri; bu Arap Milliyetçisi EŞARİ anlayışlı bilginlerin fetvaları ile matbaa “Gavur icadı” denilip İstanbul’a sokulmamıştır...
Yine onların fetvaları ile, “Meleklerin bacakları seyrediliyor” denilip İstanbul Uzay Gözlemevi top atışları ile yıkılmıştır...
Ve ilk 250 yılında bir Türk İmparatorluğu olarak kurulan Osmanlı Araplaştıkça batmaya, son 350 yılında girdiği bütün savaşları kaybetmeye başlamıstır...
Kurulurken Türk adı taşıyan padişahlar, devlet yıkılırken Arap isimleri almaya başlamışlar, Sarayda Türkçe konuşulmaz olmuş halkla sarayın bağı Aynen Selçuklu nun son dönemi gibi kopmuştur.
Padişah isimleri, Abdülmecit, Abdülaziz, Abdülhamit gibi Arap isimleri konmuştur.
En sonunda Balkan Savaşları yenilgisi ile yeniden Anadolu’ya yani doğduğumuz topraklara geri dönmek zorunda kalınmıştır.
Kurtuluş Savaşı’nı Arap milliyetçisi bilginlerin, ulemanın verdiği Araplık ruhuyla değil, Türk ruhuyla kazanılmıştır.
Hatta Bu EŞARİ anlayışlı din adamları Kurtuluş Savaşına karşı çıkmış verdikleri fetvalar ile Yabancı Ingiliz Yunan Fransız işgalcileri desteklemişlerdir...
Buna rağmen Anadoluda, TÜRK TÖRESİ ÜZERİNE YENİ BİR TÜRK DEVLETİ KURULMUŞTUR...
Türk soyunu tüketmeyen Arap EŞARİ lerinin torunları bu günde bu Türk devletini Araplaştırma çalışmalarından vazgeçmemişlerdir. İhanetlerine devam etmektedirler...
350 yıl baş köşede oturttuğumuz Arap ümmetinin ihanetine rağmen; TÜRKÜN SOYU, TÖRESİ, OCAĞININ KOR ATEŞİ SÖNMEMİŞTİR.
BİZ DE ELİMİZDEN GELDİĞİNCE DİLİMİZİN DÖNDÜĞÜNCE TÜRKÜN YANAN OCAĞININ ATEŞİNİ HARLAYACAĞIZ...
Ne diyordu Piri Türkistan Hoca Ahmet Yesevi:
“Din bir seçimdir, ama Türklük kaderdir!”
Bizde kaderimizi yaşayacağız.
Mevlüt KALELİ
4 notes · View notes
epifizz · 11 months ago
Note
Bence herkes okumalı dediğin bir kitap var mı ya da en son beğenerek okuduğun kitabın ismini paylaşabilir misin?
Herkes kesinlikle okumalı dediğim bir kitap yok, bence herkesin kitap bile okuması bir zorunluluk değil. Bu da birçok şey gibi bir tercih meselesi, çeşitli konum ve rollerdeki insanlar için o konum itibari ile okumaları gerektiğini düşündüğüm eserler var tabi ama herkesin kapsamı çok geniş kalıyor bence. En son okuduğum kitap da çerez niyetine Osprey Publishing'den Samuraylar olmuştu. Biraz ansiklopedik ve bence biraz fazla özet özet olmuş bir eser yine de beğenmedim diyemem. En nihayetinde yabancısı olduğum bir kültürün ölüm, savaş ve politik konseptlerine giriş olarak güzel geldi bana. Edo dönemi sanatındaki dünyeviliği anlamak için de Sengoku dönemini anlamak önemli, bu şekille bir yerden başlamış oldum.
Ayrıca şunu da eklemek istedim. Edo dönemi sanatını anlamayı çok önemli buluyorum çünkü günümüzün hakim kültürel boyutlarından birini oluşturan anime-mangaların ilk örneklerini sunmuştur. Yani günümüz kültür endüstrisini anlamak için de bence bu konseptler önemlidir. Kız arkadaşım sayesinde de bu kültürün tabandan gelen bakışına dair baya şey öğreniyorum açıkçası.
3 notes · View notes
mistikyol · 1 year ago
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
İNCİLERDEN SANA EN GÜZEL GÖRÜNENİ SEÇ! İNCİ içindeki saf, kendine has ve yüksek enerjiyi temsil ediyor. Çekim duyduğun inci duyman gereken ruhsal mesajları verecek.
BİRİNCİ İNCİ: KARANLIKTAN AYDINLIĞA ÇIKIYORSUN Evet oldukça zorlayıcı günler geçirdin ama iyi haber; aydınlık günlere çok yaklaştın. Yaşam stilinde ve özellikle diyetinde bir değişiklik yapma zamanın geldi. Daha hafif beslen ve uyku düzenine dikkat et. Parasal sıkıntılar güzel bir haberin gelmesiyle azalıyor ve bununla beraber içinde daha önce hissetmediğin bir huzur ve güvenlik hissi oluşuyor. Yakınındaki bir kişiye içerlemek yerine kendi içinde uzlaşmayı denemelisin. Doğru iletişim her şeyi düzeltecek.
İKİNCİ İNCİ: DEĞERİNİN FARK EDİLMESİ SENİ MUTLU EDİYOR Öyle bir çıkış yakalayacaksın ki içindeki değerin görünür olmasını sağlayacaksın. Bu seni çok mutlu edecek. Emeklerinin karşılığını alma zamanın geldi. Zihninde olumsuz senaryolar yazmaktan vaz geçersen fırsatların ayağına daha hızlı gelmesini sağlarsın. Şüpheci düşünce yapın bazen seni belirsizlikte tutuyor. En sevmediğin şey ise belirsizlik. Sözünün eri insanları hayatına çekeceksin ve hayal kırıklıkları sona erecek. Gönül yorgunluğun sona eriyor.
ÜÇÜNCÜ İNCİ: KENDİN İÇİN DOĞRU OLANI YAPMAYA KARAR VERİYORSUN Hep başkaları için yaşayan ve onların ihtiyaçlarını kendinden önde tutan birisi oldun. Şimdi ise kendini onurlandırma dönemin başlıyor. Kendini olduğun gibi sevmeye ve takdir etmeye başlıyorsun. Aynı zamanda kendi adına doğru kararlar alıp bunları uygulamaya başlıyorsun. Daha düzenli ve disiplinli bir yaşam düzenini seçerek hedeflerine çok daha yakın olacaksın. Sana çıkarları doğrultusunda değil gerçek değerini fark ettiği ve derinden sevdiği için çekilecek insanlar hayatına giriyor. Kendi değerini önemsemen her şeyi değiştiriyor.
DÖRDÜNCÜ İNCİ: KALBİNİN TEMİZLİĞİ İYİLİKLERİN YOLUNU AYDINLATMASINI SAĞLIYOR Saflık kalbinin öz değerini korumandan kaynaklanıyor. Günümüz dünyasında nadir bulunan özelliklere sahipsin. Sadakat, asalet ve incelikle dolu düşünceler. İşte böyle olduğun için yolun hep açık olacak ve tüm dileklerin gerçekleşecek. Özel bir şey yapmana gerek yok. Sadece niyetini kalpten istemen yeterli. Onu hayatına çekeceksin. Hakkında olumsuz düşünenler kendilerini yansıtıyorlar ve kısa dönemde canını sıksalar bile uzun vadede kendilerine zarar veriyorlar. Merak etme; melekler senin yanında ve seni koruyorlar.
BEŞİNCİ İNCİ: HAYATIN SANA HEDİYELER SUNMA DÖNEMİ BAŞLIYOR Hep çok çabayla ve zahmetle bir şeyleri elde etmeye alışmış gibisin ama bu böyle olmak zorunda değil. Çabalamak tabi ki bazen gerekli oluyor ama zorluklardan ders çıkarma dönemin sona eriyor. Artık hayatın sana su gibi güzellikleri akıttığı yeni bir sayfa açılıyor. Yorulmadan ve akış içinde kalarak da her şey yolunda gidebilir. Bunu fark etmek tüm yaşamında önemli bir değişimi başlatıyor. Artık çok daha rahat, çok daha pozitif ve çok daha sakinsin. Hak ettiğin güzelliklere ulaşmak üzeresin.
ALTINCI İNCİ: BOLLUK VE BEREKETİN KAPISI SANA AÇILIYOR Maddi akışında zorluklar ve bazı gereksiz kayıplar yaşadın ama bu dönem nihayet sona eriyor. Şimdi tam aksine maddi ferahlığın oluşacağı bir döneme başlıyorsun. Biriken borçlarını ödeyebileceksin ve sonunda artıya geçeceksin. Bunun nasıl mümkün olacağını hayatın akışına bırak. Sadece kendini tüm olasılıklara açık tut ve gün içinde moralini yüksek tutmaya çalış. Sonuçta enerji düzeyini yüksek tutmak asıl değişimi yaratacak olandır. Fiziksel olarak daha hareketli olmak titreşimini de yükseltecektir.
YEDİNCİ İNCİ: ÇOK DAHA KONFORLU BİR YAŞAMA DOĞRU İLERLİYORSUN Yaşadığın yerde ve zamanını en çok geçirdiğin mekan her neresi ise orada bazı değişimler yapacaksın. Bu değişimler ruhuna çok iyi gelecek ve kendini daha pozitif hissedeceksin. Kendini daha konforlu bir düzende yaşarken bulacaksın. Sana fazlalık gibi gelen psikolojik yüklerinden de arınıyorsun. Bazı insanların negatif enerjisini taşımak zorunda olmadığını fark ediyorsun. Neşelenmek, gülmek ve eğlenmek seni hakkın ve lütfen kendine böyle zamanlar geçirmek için izin ver. Keyifli bir insan olmak sana yakışıyor.
SEKİZİNCİ İNCİ: DUALARIN VE NİYETLERİN KABUL OLDU BİLE! Son dönemlerde niyet ettiğin bazı net hedeflerin için ettiğin duaların kabul olduğunu bilmeni isterim. Zihninde isteklerin için net hedefler koyarsan başarı hep seninle olur. Zihnindeki dağınıklıktan kurtulmalı ve bunun için düzenli meditasyon yapmalısın. Zamanını doğru değerlendirirsen ve ertelemeden yapman gerekenleri motivasyonunu kaybetmeden yaparsan başarı sana hep yakın olur. Konsantrasyonunu üzerinde tuttuğun şeyi kendine çekme yeteneğin çok güçlü. İçsel isteksizliğini yenersen her şeyi başaracak güçtesin. Kendine güvenini hep güçlü tut.
mistikyolyoutube #mistikyol #ruhsalmesaj #incilerdenbiriniseç #mistikyolruhsalmesaj #kişiselgelişim #ruhsalgelişim #meditasyon #olumlama #çekimyasası #düşüncegücü #didemçiloğlu #cemçiloğlu
6 notes · View notes
uzumfurniture · 1 year ago
Text
Mobilyanın 1000 yıllık tarihi
Tumblr media
Mobilya, insanlık tarihindeki uzun bir yolculuğun parçası olarak kabul edilir ve binlerce yıl boyunca evrim geçirmiştir. Üzüm Furniture gibi markaların bugünkü tasarımları, bu zengin geçmişten ilham alır ve tarihsel bir mirası yansıtır.
Mobilyanın kökenleri, antik çağlara kadar uzanır. İlk mobilya parçaları, taş devrinden itibaren işlenmiş taş ve ahşap malzemelerle yapılmıştır. Bu erken mobilyalar, temel işlevselliği sunarken estetik tasarıma sahip değillerdi.
Antik Mısır, mobilyanın evriminde önemli bir dönüm noktasıdır. Mısırlılar, tahtlar, sandalyeler ve masalar gibi daha rafine mobilya parçaları üretmeye başladılar. Ahşap işçiliği ve oymacılık, Mısır mobilyasının temel özellikleriydi.
Antik Yunan ve Roma dönemlerinde, mobilyalar daha da gelişti. Lüks malzemeler kullanılarak tasarlanan mobilyalar, dönemin zenginlik ve refahını yansıttı. Üzüm Furniture'ın bugünkü tasarımları, bu dönemlerin zarif ve klasik etkilerini yansıtarak antik çağlardan ilham alır.
Orta Çağ'da, Avrupa'da ahşap işçiliği önem kazandı ve Gotik ve Rönesans dönemlerinde mobilyalar büyük bir gelişim gösterdi. Özellikle Rönesans dönemi, zengin süslemeler ve karmaşık detaylarla tanınır. Bu dönemlerdeki tasarım unsurları, Üzüm Furniture'ın bazı koleksiyonlarında hala görülebilir.
Sanayi Devrimi ile birlikte, mobilya üretimi endüstriyelleşti ve seri üretime geçildi. Bu dönemdeki odak, işlevselliği artırmak ve daha fazla insanın erişebilirliğini sağlamaktı. Modern mobilya tasarımı bu süreçte büyük bir evrim geçirdi.
İzmir Karabağlar Mobilya Sitesi gibi bölgeler, Türkiye'de mobilya üretiminde önemli bir rol oynar. Bu tür ticaret merkezleri, farklı tasarım stilleri ve mobilya çeşitleri sunarak tüketicilere geniş bir seçenek sunar.
Bugün, mobilya tasarımı çok çeşitli tarzları yansıtır ve teknoloji ile birleştirilerek işlevselliği artırır. Üzüm Furniture gibi markalar, bu zengin tarihsel mirası günümüz modern yaşam tarzına uygun olarak yorumlar. Mobilya, evlerimizin ve yaşam alanlarımızın önemli bir parçası olarak kalmaya devam ediyor ve geçmişten ilham alarak geleceğe yönelik tasarımlar sunmaya devam edecek.
5 notes · View notes
yfs-t-t-2623 · 12 days ago
Text
Tumblr media
Tarihsel süreç içerisinde Kürt isyanları, Kürtlerin talepleri ve bu taleplerin sonuçları:
Geçtiğimiz yüzyıl içinde Kürdistan devleti kurma girişimleri, Kürt nüfusunun yoğun olarak yaşadığı bölgelerde siyasi, sosyal ve askeri birçok dinamikle şekillenmiştir. İşte bu süreçteki önemli gelişmeler ve sonuçlar:
Birinci Dünya Savaşı Sonrası (1918-1920):
Sevr Antlaşması (1920): Osmanlı İmparatorluğu'nun dağılışı sonrası imzalanan antlaşmada, Kürtlere özerk bir devlet kurulması önerilmiştir. Ancak bu öneri, antlaşmanın uygulanamaması ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasıyla birlikte hayata geçirilememiştir. Kürt Milli Hareketleri: 1920'lerde bazı Kürt liderler, bağımsızlık talep eden hareketler başlattı. Ancak bu çabalar genellikle başarılı olamadı.1922'de İngilizlerin teşviki ile Irak'ta isyan başlatan Kürtler, ardından Kürdistan Krallığı ilan eden ederler,  Lozan sonrası İngiltere bölgeyi Petrol için işgal edince 22 aylık Kürt Krallığı da sona erer.
Türkiye Cumhuriyeti Dönemi (1923-1938):
Şeyh Said İsyanı (1925): Bu isyan, Kürtlerin bağımsızlık ve özerklik taleplerini dile getirdi.  Şeyh Said İsyanı, 13 Şubat 1925 tarihinde Diyarbakır'ın Eğil ilçesinde başladı. İsyan kısa sürede yayılarak Bingöl, Muş, Bitlis, Elazığ ve Van illerini kapsadı. İsyancılar, devlet binalarını ele geçirerek, Türk memur ve askerlerini öldürdü. İsyanı bastırmak için hükümet, büyük bir askeri harekat başlattı. Hareketin komutanı, Atatürk'ün yakın arkadaşı olan İsmet İnönü'ydü. İnönü komutasındaki Türk ordusu, isyancıları kısa sürede mağlup etti. Şeyh Said İsyanı: Sonuçları Şeyh Said İsyanı, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan sonra yaşanan en büyük isyandır. İsyanın bastırılmasıyla birlikte, Kürt milliyetçiliği büyük bir darbe almıştır.
Dersim İsyanı (1937-1938): Dersim bölgesindeki Kürt ve Alevi nüfus, merkezi hükümete karşı ayaklandı. İsyan kanlı bir şekilde bastırıldı ve bölgedeki birçok hain öldürüldü veya yerinden edildi.
Irak Kürdistanı:
1920'ler ve 1930'lar: Irak'ın kurulmasından sonra Kürtler, çeşitli özerklik taleplerinde bulundu. 1930'larda, Irak hükümetiyle bazı anlaşmalar yapıldı, ancak bu anlaşmaların uygulanması genellikle yetersiz kaldı. 1946-1947: Mahabat Kürt Cumhuriyeti, İran’ın kuzeyinde kısa ömürlü bir bağımsızlık denemesi oldu. Ancak İran hükümeti tarafından hızla bastırıldı.
Irak ile Saddam döneminde tek istedikleri Özerklik ve Kürtçenin ikinci resmi dil olması imtiyazlarına kavuştular,
Kürtler elbette bununla yetinmediler, İran-Irak savaşı çıktığında yeniden isyan edip (Saddam'a karşı) İran'ın yanında yer aldılar. Saddam ise Halepçe'de Kürtlere kimyasal gaz kullanarak katliam yaptı. Körfez savaşı esnasında da Amerika'yı desteklediler.
PKK'nın kuruluşu 1970'ler ve 1980'ler:
Irak'ta Kürt Özerkliği: 1970'te Saddam Hüseyin, Kürtlere özerklik tanıyan bir anlaşma yaptı. Ancak 1980'lerde İran-Irak Savaşı sırasında bu özerklik kaybedildi ve Halepçe katliamı gibi olaylarla Kürtler ağır bedeller ödedi.
Ardından: PKK'nın Kuruluşu (1978): Türkiye'de, Kürt hareketini silahlı mücadeleye dönüştüren PKK, 1984’te silahlı eylemlere başladı.
Körfez Savaşı ve Sonrası (1991-2003):
1991 Körfez Savaşı: Irak’taki Kürtler, savaşın ardından, Saddam Hüseyin’in iktidarına karşı ayaklandılar ve Irak'ın kuzeyinde fiili bir özerklik kazandılar. Kürt Bölgesel Yönetimi (KBY): 2005’te Irak Anayasası ile Kürt bölgesi resmi olarak tanındı ve KBY kuruldu.
Suriye İç Savaşı (2011-günümüz):
Rojava'da Özerk Yönetim: Savaş sırasında, Suriye'nin kuzeyinde Kürtler, özerk Irak Kürdistan özerk bölgesinin ardından, PYD (Demokratik Birlik Partisi) liderliğinde, Rojava'da siyasi ve askeri yapı kurdu ve şimdide gözlerini kuzeye Türk topraklarına diktiler.
Kürtler dün de bu gün de Irak, Suriye, İran ve Türkiye topraklarının bir bölümünün Kürdistan Devleti olduğunu iddia eden bir ırkın fertleri, 
Bin yıldır Türk devletlerinin hüküm sürdüğü coğrafyanın adını dahi kabul etmiyor ve hatta Kürt sorununun çözümü için tüm sistemin Türk adından, dilinden ve bayrağından arındırılmasını talep ediyorlar.
Türkiye Cumhuriyetinin Anadolu devleti adını almasını köşe yazılarında dile getiren kripto Kürtçülere de dikkat edilmesi gerek.
Kürtlere Son 25 yıldır eğitim, sağlık, yol, konut gibi her çeşit sayısız imkan sağlandı, Lakin gelinen noktada Türk düşmanı olarak yetişen yüz binlerce Kürt, genci ile, yaşlısı ile, kadını ile çocuğu ile, bugün Türkiye'nin istikbal ve istiklali için en büyük tehlike haline adım adım geldi yada getirildi, lakin anlaşılan o ki, hangi talebi karşılasan, ne versen de  yeterli olmadı ve olmayacak.
Açıkça yazalım artık.
Doğudan gelen her vatandaş batı illerinde hatta ilçelerinde her türlü iş yapabiliyorken, batıdan giden bir vatandaş doğuda lokanta bile açamaz, bir sorun varsa da artık bu sorun Kürt sorunu değil Türk sorunudur.
Kürtlerin istedikleri ve  Kürt sorunu dedikleri şey Türkiye'den toprak koparmaktır. 
Daha azı hiç bir şekilde onları memnun etmeyecektir. Irak ve Suriye örneği ortadadır.
Özerklik ve Federasyon talepleri Sonuçları ve bir Değerlendirme:
Tarihsel süreç içerisinde Kürtlerin bağımsızlık ve özerklik talepleri, bölgedeki etnik, siyasi ve tarihsel dinamiklerle sürekli bir çatışma içinde olmuştur. Türkiye, Irak, İran ve Suriye’deki Kürt hareketleri, zamanla farklı stratejiler benimsemiş olsa da, bağımsız bir Kürt devleti kurma hayallerinden vaz geçmemişlerdir.
Irak ve Suriye'yi, ABD güdümünde bölen ve parçalayan Kürt hareketi, artık gözünü Türkiye cumhuriyetine dikmiştir.
ABD ve batının gerek doğu Akdeniz'deki enerji kaynakları ve gerekse Türkiye'deki Fırat ve Dicle'nin su kaynaklarına çökmek için uyguladıkları planda, ne yazık ki Kürtler vekalet savaşlarında batının paralı askeri olma rolüne, selden bir kütük kapma hevesi ile soyunmuş görünüyor.
Dolayısıyla artık bu sorun, ya kalıcı bir sulh ile ( Güçlendirilmiş mahalli idareler) çözülecek, Ya da pekte uzak olmayan bir zamanda, seçenek olarak tehciri de içeren kıyametin en beterini getirecektir.
Ahmet ATAM
0 notes
gundemarsivi · 13 days ago
Text
Tumblr media
Minimalizm ve Sadelik: Azın Çok Olduğu Bir Yaşam
✍🏻 SerZer
Günümüz dünyası, tüketim kültürünün hızla yayıldığı, daha fazlasına sahip olmanın başarı ve mutlulukla ilişkilendirildiği bir dönem. Reklamlar, sosyal medya ve toplumsal beklentiler, insanları daha fazla harcamaya ve daha fazlasına sahip olmaya teşvik ediyor. Ancak bu yoğun tüketim arzusunun getirdiği yük, çoğu zaman farkına varmadan içsel bir ağırlığa dönüşüyor. Tam da bu noktada, minimalizm ve sadelik, modern yaşamın karmaşasına karşı bir çözüm olarak karşımıza çıkıyor.
Minimalizm, yüzeyde yalnızca eşya azaltmak olarak algılansa da, aslında bundan çok daha fazlasıdır. Minimalist yaşam tarzı, sadece fiziksel değil, zihinsel ve duygusal alanlarda da sadeliği benimsemeyi gerektirir. Bir bakıma, minimalizm; gereksiz olanı hayatımızdan çıkararak, gerçekten önemli olana odaklanmak anlamına gelir. Bu, eşyalardan kurtulmanın ötesinde, zihinsel bir temizlik yapma ve ruhsal dinginlik bulma sürecidir.
Minimalizm, Henry David Thoreau gibi düşünürlerin yaşam felsefesinde köklü bir yer edinmiştir. Thoreau’nun Walden adlı eserinde, doğayla iç içe yaşadığı dönemi anlatırken sade bir yaşamın insana nasıl bir iç huzur ve anlam kattığını dile getirir. Ona göre, insanların çoğu, maddi eşyaların ve lüks yaşamın peşinde koşarken, aslında bu durumun kendi içsel mutluluklarını gölgede bıraktığını fark etmezler. Sadelik, Thoreau’nun yaşamında yalnızca bir tercih değil, bir varoluş biçimiydi. “Sadelik, sadelik, sadelik!” sözüyle insanlara daha az şeyle, daha fazla anlam bulabilecekleri bir yaşamı işaret ediyordu.
Minimalizm, aynı zamanda Marie Kondo gibi modern isimlerle de popülerlik kazanmıştır. Kondo’nun yaklaşımı, sadece fiziksel dağınıklığı azaltmakla sınırlı değildir; onun felsefesi, sahip olduğumuz her bir şeyin hayatımızda bir anlamı olması gerektiğini vurgular. Bu, aslında minimalizmin özünü oluşturur: Bir şeyin varlığı, bize ne katıyor? Hayatımıza değer mi katıyor, yoksa bizi mi yoruyor? Minimalizm bu sorularla bizi yüzleştirir ve daha bilinçli bir yaşam sürdürmemize yardımcı olur.
Minimalizmin bu kadar güçlü olmasının sebeplerinden biri, sürekli tüketim döngüsünden sıyrılmamıza olanak tanımasıdır. Sahip olduklarımızı azaltmak, aslında bize daha fazla özgürlük kazandırır. Daha az eşya, daha az karar demektir; daha az karar, daha az stres anlamına gelir. Bunun yanında, minimalist bir yaşam tarzı, zaman ve enerji tasarrufu sağlar. Sahip olduğunuz her şeyi yönetmek, düzenlemek ve korumak zorunda olmadığınızda, dikkatinizi gerçekten önemli olan şeylere, yani sevdiklerinizle geçirdiğiniz zamana, kişisel gelişime ve hobilerinize yönlendirebilirsiniz.
Minimalizm, sadece kişisel hayatı değil, aynı zamanda çevresel sürdürülebilirliği de destekler. Tüketimimizi azaltmak, dünyaya olan yükümüzü de hafifletir. Daha az eşya üretimi, daha az kaynak tüketimi anlamına gelir. Bu da çevresel etkilerimizi minimize etmenin güçlü bir yoludur. Minimalist bir yaşam tarzı benimseyerek, sadece kendi mutluluğumuzu artırmakla kalmaz, aynı zamanda gelecek nesillere daha yaşanabilir bir dünya bırakma konusunda da adım atmış oluruz.
Bu yaşam tarzı, hızlı ve karmaşık bir dünyada anlam arayan bireyler için bir yol gösterici niteliği taşır. Steve Jobs gibi birçok yenilikçi, hayatlarını minimalizmin değerlerine göre şekillendirmiştir. Jobs’un sade giyimi, az eşyayla yaşamayı tercih etmesi ve işlerinde minimalizmi savunması, onun hayatında daha derin bir odaklanma yaratmasına ve yaratıcı enerjisini doğru yönlendirmesine olanak tanımıştır. Onun hayatı, minimalizmin başarının ve iç huzurun anahtarı olabileceğine dair güçlü bir örnektir.
Minimalizm, yaşamı sadeleştirmek ve ihtiyaç duyduğumuzdan fazlasına sahip olmamayı tercih etmektir. Eşyaların yerine, deneyimlere; dış görünüş yerine, içsel doyuma; karmaşa yerine, dinginliğe yönelmektir. Hayatımızı değerli kılan şeyleri bulmak ve onlara odaklanmak için gereksiz olan her şeyi elimine etmek, minimalizmin bize sunduğu en büyük hediyedir. Çünkü en sonunda anlarız ki, daha az, aslında daha çoktur.
SerZer
0 notes
edebiyatiturk · 1 month ago
Text
Fuzûlî
Fuzûlî: Türk Edebiyatının Parlak Yıldızı 1. Fuzûlî’nin Hayatı ve Dönemi Fuzûlî, 16. yüzyılda yaşayan ve Türk edebiyatında önemli bir yere sahip olan bir şairdir. Gerçek adı Mehmed bin Süleyman olan Fuzûlî, 1483 yılında günümüz Irak’ında yer alan Kerbela’da doğmuştur. Hayatına dair pek fazla bilgi olmamakla birlikte, eserlerinde yansıttığı derin duygular ve güçlü üslup, onun dönemin önemli bir…
0 notes
aykutiltertr · 2 months ago
Video
youtube
Dil Yarası - Ebru Gündeş ✩ Ritim Karaoke (Muhayyer Kürdi Minör 3/4 Semai...  ⭐ Video'yu beğenmeyi ve Abone olmayı unutmayın  👍 Zile basarak bildirimleri açabilirsiniz 🔔 ⭐ KATIL'dan Ritim Karaoke Ekibine Destek Olun (Join this channel to enjoy privileges.) ✩ ╰┈➤ https://www.youtube.com/channel/UCqm-5vmc2L6oFZ1vo2Fz3JQ/join ✩ ORİJİNAL VERSİYONU 🢃 Linkten Dinleyip Canlı Enstrüman Çalıp Söyleyerek Çalışabilirsiniz. ⭐ 🎧 ╰┈➤ https://youtu.be/Y4Dy2AaWgo8 ✩ (MAKE A LIVE INSTRUMENT ACCOMPANIMENT ON RHYTHM IN EVERY TONE) ✩ Aykut ilter Ritim Karaoke Ekibini Sosyal Medya Kanallarından Takip Edebilirsiniz. ✩ İNSTAGRAM https://www.instagram.com/rhythmkaraoke/ ✩ TİK TOK https://www.tiktok.com/@rhythmkaraoke ✩ DAILYMOTION https://www.dailymotion.com/RhythmKaraoke ⭐ Dil Yarası - Ebru Gündeş ✩ Ritim Karaoke (Muhayyer Kürdi Minör 3/4 Semai Vals Beste Orhan Gencebay) ❤ @RitimKaraoke Müzisyenlerin Buluşma Noktası.... ➤ SANATÇININ DİĞER ŞARKILARI İÇİN OYNATMA LİSTESİNE BAKABİLİRSİNİZ...         ⭐ 🎧 ╰┈➤   https://www.youtube.com/playlist?list=PL9SktAtLVupN_EWVlry09-9TETkVnIvRn ➤ ESER ADI                :   DİL YARASI ➤ SÖZ GÜFTE            :  ORHAN GENCEBAY ➤ BESTE - MÜZİK      :  ORHAN GENCEBAY ➤ USÜL                       :  3/4 SEMAİ (VALS) ➤ MAKAM - DİZİ        : MUHAYYER KÜRDİ - MİNÖR ➤ ARANJÖR              :  ? ➤ ENSTRÜMANLAR :  KANUN, YAYLI GRUP KEMAN, PİYANO ➤ KİMLER OKUDU    : ORHAN GENCEBAY, EBRU GÜNDEŞ ➤ FİRMA - ŞİRKETİ   :  POLL PRODUSTION Dil Yarası Ebru Gündeş Orhan Gencebay İle Bir Ömür, Vol. 1 (Youtube Version)                             ŞARKI SÖZÜ ve AKORU Em                       Bm    Bm7/D C        Am9/B  Bm Kim bilecek daha neler neler bekliyor ikimizi Em               ��       Bm    Bm7/D C        Am9/B  Bm Belki de çok mutlu olacaktık tutsaydık dilimizi Em                       Bm    Bm7/D C        Am9/B  Bm Bu inat bu kapris bu kavgalar yıprattı sevgimizi Em                       Bm    Bm7/D C       Am9/B  Bm En acı sözler bile söylerken tutmadık dilimizi Em             Am         D          C    Bm       Dil yarası dil yarası en acı yara imiş Em                         Am                 D         C       Bm       Dudaktan kalbe bir yol varki sevgi ve şefkattenmiş Em                       Bm    Bm7/D C        Am9/B  Bm Belki de çok mutlu olacaktık tutsaydık dilimizi Em                       Bm    Bm7/D   C        Am9/B  Bm Tam aşkı bulduk derken nasılda kaybettik sevgimizi Em         Am          D       C      Bm       Aşka doğru ilk adımlar ne ümitle doluydu Em         Am         D       C      Bm       Seviyorum seni demek gönlümün tek yoluydu Em          D    Em            D     Am    D Hasret bizi bekler sevmek bizi bekler Bm           Bm7/D C           Am         Bm       Koybolan tek biz değiliz bunca yıllık emekler Em                      Bm  Bm7/D   C     Am9/B  Bm Dil yarası dil  yarası    en acı yara imiş Em                     Bm     Bm7/D  C        Am9/B   Bm Dudaktan kalbe bir yol varki sevgi ve şefkattenmiş Ebru Gündeş Ebru Gündeş, 2011 yılında Doğum 12 Ekim 1974 (49 yaşında)[1] Fatih, İstanbul, Türkiye Meslek Şarkıcı, oyuncu, sunucu Evlilik Hamdi Vardar (e. 1990; b. 1993)Ömer Durak (e. 2002; b. 2003)Rıza Sarraf (e. 2010; b. 2021)Murat Osman Özdemir (e. 2024) Çocuk(lar) 1 Ödüller Tüm Liste Müzikal kariyeri Tarzlar Arabesk, Fantezi, TSM, Arabesk pop Etkin yıllar 1992-günümüz Müzik şirketi RaksUniversalErol KöseEmreBlue Resmî site ebrugundes.com.tr Ebru Gündeş (d. 12 Ekim 1974, İstanbul[1]), Türk şarkıcı, sunucu ve oyuncu. Erken dönemi 12 Ekim 1974 tarihinde, aslen Gaziantepli Remzi Gündeş ve Müjgan Bilgin'in kızı olarak İstanbul'un Fatih ilçesinde doğdu.[2] Annesi ve babası Ebru Gündeş küçük yaşlardayken boşanmıştır. Çocukluk yıllarının bir bölümünü Ankara'da ve İstanbul'un Şirinevler mahallesinde geçirmiştir.[3][4] Bir aile yakınının kendisine şarkıcı olma tavsiyesinde bulunmasının ardından konfeksiyon işçisi iken Neşe Demirkat ile tanışan Gündeş, Koral Sarıtaş ile Selçuk Tekay'ın bulunduğu Raks Müzik ile anlaştı. Ebru Gündeş, albüm hazırlıklarına başlamadan önce Emel Sayın'a bir süre vokalistlik yapmıştır. Diskografi Albümleri Yıl Albüm Müzik şirketi 1993 Tanrı Misafiri Raks Müzik 1994 Tatlı Bela 1995 Ben Daha Büyümedim 1996 Kurtlar Sofrası 1998 Sen Allah'ın Bir Lütfusun 1999 Dön Ne Olur Universal Müzik 2001 Ahdım Olsun 2003 Şahane Erol Köse Production 2004 Bize de Bu Yakışır Emre Plak 2006 Kaçak 2008 Evet 2011 Beyaz 2012 13,5 2014 Araftayım 2019 Âşık Blue Music 2023 Aşığım Hâlâ Single ve EP'ları Single Yıl Müzik şirketi "Bir Gün Olacak (Remix)" 2011 Emre Plak "Sonsuza Dek" (Murat Boz ile) 2022 Blue Music "İstesen De (Ebru Gündeş Dinliyor)" (Ceren Tekinarslan ile) 2022 "Çalın Davulları" 2023 EP Yıl Müzik şirketi "Akustik (Canlı Performans) 2017 Blue Music Videografi Yıl Şarkı Albüm Yönetmen 1992 "Demir Attım Yalnızlığa" Tanrı Misafiri 1993 "Tanrı Misafiri" "Gel Diyemem" 1994 "Tatlı Bela" Tatlı Bela "Gurur"
0 notes
serhatnigiz · 3 months ago
Text
Engin Erkiner'in "Anti-Madde ve Diyalektik Materyalizm" Sunumu Üzerine Değinmeler
Tumblr media
1)- “Madde” diye adlandırılan madde olgusunun gerçekliğine dair sorunlar var.
2)- “Anti-madde” diye adlandırılan anti-madde olgusunun gerçekliğine dair sorunlar var.
3)- “Formen mantık” ya da “Newton fiziği” olarak adlandırılan kuramlara dair sorunlar var.
4)- “Diyalektik” diye adlandırılan diyalektik olgusuna dair sorunlar var.
5)- “İdealizm” ya da “materyalizm” diye adlandırılan olgulara dair ayrı ayrı sorunlar var.
6)- “Anti-madde ile maddenin birbirini yutarak enerjiye dönüşmesine” ilişkin yaklaşımlarda başkaca sorunlar var.
7)- “Makro alem”, “mikro alem”, “normal alem” diye adlandırılan olgulara yaklaşım biçimlerinde de ayrı ayrı sorunlar var.
Engin beyin her iki alemin, makro (atom üstü) alemin ve mikro (atom altı) alemin birbirine giremeyeceğine dair öngörülerinde de ayrıca sorunlar var.
Günümüz dünyasında Engin bey gibi klasik “diyalektik materyalistler” (Buna tarihsel materyalistleri de ekleyebiliriz) bir kırılma ve bozulma dönemi yaşıyorlar. Bu kesimler hem bir yandan eskimiş ve köhnemiş tanımları savunurken, diğer bir yandan da;
8)- Atom altı mikro evrende “zıtların birliği” ve “tez/anti/tez-sentez” diye anılan “diyalektik kuralların” geçerli olmadığına dair kanaat getiriyor olmalarında da ayrı ayrı sorunlar var. Zira bu kanaatler klasik diyalektik materyalist görüşlere de uymamaktadır.
Engin bey; “normal alemde” mikro (atom altı) alemin ve mekanın kurallarının geçerli olmadığını ileri sürerken, alemler arası diyalektiğin ilişkisel kurallarını ise gözden kaçırmaktadır.
9)- “Zıtların birliği” ve “tez/anti-tez/sentez” diye adlandırılan olguların, normal-alem için olmasa da mikro-alem için geçerli olmadığına yönelik yaklaşımlarda da ayrı ayrı sorunlar var.
Dostlar iyi bilirler ki; biz “idealizmin de materyalizmin de” bir yanılsamadan ibaret olduğunu ileri sürerek, doğalojik dünya açısından olmasa da, emekolojik dünya açısından çoktan bu kavramları yanılsama yarattıkları için terk etmiş bulunuyoruz.
Marx materyalizme karşı eleştirel bir tutum takınmıştı. Dolayısıyla, Marx sadece idealizme karşı değil, materyalizme karşıda bir tutum sergiliyordu. Marx’ın “diyalektik materyalizm” ve “tarihsel materyalizm” gibi bir takım kavramlar kullanarak idealizmi ve materyalizmi aşmaya çalıştığını fark ettik ve bunu daha önceki makalelerimizde de ayrıca dile getirdik. Hal böyleyken; ardıllarının sandığının aksine Marx’ın ne materyalizme ne de idealizme asla geçit vermemek için çaba sarf ediyor olduğunu da beyan ettik. Lakin Marx’ın hem bir yandan idealizmi hem de diğer yandan materyalizmi aşma mücadelesinin ve eğiliminin, o dönemin sanayi bilimlerinin sınırlarına bakarak pek de mümkün görünmediğini de beyan ettik.
Emekoloji; Marx’ın bu mücadelesinin ve eğiliminin bir sonucu olarak, artı-emek-değeri emek türlerinin birleşik iş bölümü diyalektiği üzerinden bölümlerken, bu yolla “tarihsel emek miktarlarının” ve “toplumsal emek miktarlarının” artı-değer biçimleri arasında oluşan farklılıklarını da ortaya koymaktan geri durmadı. Keza tarihsel emek miktarı biçimleri, tarihsel miras biçimlerini de der daim belirlemektedir. Peki bütün bunları neden söylüyoruz?
Atom altı mikro dünyanın mikro mekan ve mikro zamanda atom altı parçacıklarının hareketi normal dünyanın tersi bir kuvvet ve hareket ile ilerler iken, makro-kozmos dünyanın makro-mekan ve makro-hareketi de normal dünyanın tam tersi yönde ve hareket de ilerlemektedir.
Doğalojik olarak doğada diyalektiğin olup olmadığını kesin olarak bilip bilmemekle birlikte, emekolojik dünya da (atom altı dünya gibi) miras değerlerinin mikro mekan düzleminden normal mekan düzlemine miras değeri olarak aktarıldığını kesin olarak bilmekteyiz. Bu sayede diyalektiğin düzlemler arası ilişki ile toplumsal sistemler arası ilişkide kristalize olan “miras değer” de biçimlendiğini ileri sürebilmekteyiz.
Eğer mikro mekanda anti-madde madde ile çarpışıp; a) madde yok oluyor, ya da b) madde değişik konumlanışta var oluyor, ya da c) enerjiye dönüşüyor ise, ayrı ayrı bu durum ayrı ayrı varyantları oluşturuyor ise, anti-madde ile madde çarpışması/zıtlaşması; a) bazen zıtların savaşını b) bazen zıtların birliğini c) bazen de iki zıttın yok olup (enerji ya da başka bir biçimde) yeni bir konseptin doğmasına yol açıyor demektir.
Meselenin muhtevasına inmek gerekir ise; kavramlarımızın sınırları ve içeriklerinin dolduruluşu ile birlikte, her tezin ve anti-tezin sentez yaratmadığı olgusundan da hareketle, sorunun kaynağını bugüne kadar savunula gelen yaklaşım disiplinlerinde aramak gerekmektedir.
Erkin beyin hasbel kader yıllarca körü körüne yanılsamalı bir materyalizmi savunmuş olmasından dolayı, bilimdeki bu değişiklikler kendisinde şok etkisi yaratmış olsa da, atom altı dünyaya sanayi emeği ile gidilemeyeceği, bu dünyaya ancak elektronik emek ile gidilebileceği gerçeğinin ısrarla red edilmesi,  Erkin beyin şahsına ait bir tavır olmasa da, benzer şekilde düşünen “diyalektik materyalistlerin” de en büyük handikabıdır!
Yıllarca materyalizm için “değişimin ve hareketin teorisidir” diyen sözde “diyalektik materyalistler”; iş emeğin dünyasındaki makrolaşmış-mikro ve mikrolaşmış-makro nitel ve nicel değişimlere/geçişlere gelince, klasik teoriyi savunmak adına yeni olgulara gözlerini kapamaktan da geri durmamışlardır.
Şayet “diyalektik materyalistler” atom altı mikro dünyayı ve bunun emek dünyasındaki somut ve nesnel olgularını öğrenmek istiyorlarsa, kafalarını proletaryanizmden kaldırıp, kafalarını teknik emeğe ve protekyaya çevirmeye mecburdurlar.
Hala da bu bizi etkilemez kapitalizm var; kapitalizm var oldukça da proletarya (sanayi emeğinin ve araçlarının toplumsal-kullanıcı sınıfı!) var olacak diyorlarsa, o zaman “feodalizmdeki selflerin kapitalizmde neden esamesinin okunmadığına” bakmalarını öneririz. İşte o zaman “miras değerinin” nasıl bir gerçeklik yarattığına, proleter-maddesi ile burjuva-anti-maddenin çarpışmasından burjuvazinin ve proletaryanın nasıl yok olduğuna da şahitlik etmiş olacaklardır. Tıpkı madde ve anti-madde çarpışmasında ikisinin de birbirini yok etmesinde olduğu gibi!
Aynı feodaller-maddesi ile self-anti-maddesinin birbiriyle çarpışmasından sonra selflerin de feodallerin de yok olması gibi.
Bu çarpışmadan çıkan enerji bir sonraki toplumsal sisteme miras değeri olarak kalmışsa, mikro alemin mikro düzleminde her an yaşanan enerji birikimleri de normal aleme belirli bir ölçekte miras değeri olarak aktarılabilmektedir.
Atom altı dünyadaki proton ve nötron etkilerinin nasıl belirlendiğini tespit edebilen bilim emek araçları daha tarih sahnesine çıkmamış olsa da, bu alanda daha elle tutulur bilimsel bir keşif yapılmamış olsa da, şimdilik bu keşiflerin olmaması, gelecekte de bu keşiflerin yapılamayacağı anlamına da gelmemektedir. Bu yönde yapılan deneyler (Örneğin, CERN laboratuvarında yapılan deneyler) her ne kadar yeterli ve istenilen seviye de olmasa da, Erkin beyin “bilemeyiz” iddiasının (Nihilizm de/bilinmezcilik de, aynı dertten ölmüştü) askine bilimsel bir sürecin halen devam etmekte olduğunu da akıldan çıkarmamalıyız.
2.08.2024
Emekoloji Araştırmaları Kolektifi
Engin Erkiner - Anti Madde ve Diyalektik Materyalizm
youtube
0 notes
tripuck · 4 months ago
Link
0 notes
lolonolo-com · 4 months ago
Text
Sosyal Medya ve İçerik Pazarlama 2023-2024 Vize Soruları
Sosyal Medya ve İçerik Pazarlama 2023-2024 Vize Soruları Auzef – Açık Öğretim Fakültesi Bölüm : Auzef e-Ticaret ve Pazarlama Ön Lisans Sınıf : 2. Sınıf Sosyal Medya ve İçerik Pazarlama 2023-2024 Vize Soruları Dönem : Bahar Dönemi Sosyal Medya ve İçerik Pazarlama 2023-2024 Vize Soruları Sosyal Medyanın Günümüz Toplumlarındaki Rolü ve Etkisi Giriş Sosyal medya, 21. yüzyılın en etkili iletişim…
0 notes
bernamegeh · 4 months ago
Text
Beowulf
**Beowulf**, Anglo-Sakson dönemi İngilizcesiyle yazılmış, kahramanlık destanı türünde önemli bir eserdir. Yaklaşık 3182 satırlık bu epik şiir, isimsiz bir şair tarafından yazılmıştır ve MS 8. yüzyıl civarında kaleme alındığı düşünülmektedir. Eser, hem tarihsel hem de mitolojik unsurlar içermektedir ve genellikle üç ana bölümde incelenir. Konu Özeti   **Beowulf** adlı kahraman, Geatland (günümüz…
0 notes
pazaryerigundem · 5 months ago
Text
Kayseri Lisesi Milli Mücadele Müzesi dikkat çekiyor
https://pazaryerigundem.com/haber/179988/kayseri-lisesi-milli-mucadele-muzesi-dikkat-cekiyor/
Kayseri Lisesi Milli Mücadele Müzesi dikkat çekiyor
Tumblr media
Kayseri Büyükşehir Belediyesi tarafından aslına uygun şekilde restore ettirilip, Türkiye’nin önemli müzelerinden birisi haline gelen Kayseri Lisesi Milli Mücadele Müzesi, dijital ve modern müzecilik ile dikkat çekiyor.
Mehmet UZEL (KAYSERİ İGFA) Milli Mücadelede Basın’ bölümünde 1920’de milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un desteği ile o dönem Osmanlıca çıkan Sebilürreşad’ın da aralarında olduğu gazeteler, bir dokunuş ile günümüz alfabesiyle okunuyor.
Kayseri Büyükşehir Belediyesi, Taş Mektep olarak bilinen 127 yıllık Kayseri Lisesi’nin tarihi binasını aslına uygun şekilde restore ettirip, 2 Mayıs 2016’da hizmete açarak, Türkiye’nin önemli müzelerinden birisi haline getirdi.
Kurtuluş Savaşı’nı, Anadolu’nun milli mücadeleye katkısını ve milli mücadele kahramanlarını anlatan Kayseri Lisesi Milli Mücadele Müzesi’nde son teknoloji kullanılarak özel yazılımlı dijital teknoloji de dikkat çekiyor. ‘Milli Mücadelede Basın’ bölümünde 1920-1921 yılları arasında baskısını Kayseri’de yapmak zorunda kalan, Millî Mücadele’ye büyük destek vermiş, Kayseri’de halkın mücadele azmini yükselten Sebilürreşad ve Millî Mücadele basını içinde en kuvvetli ve nitelikli gazetelerden biri olan ve Sakarya Savaşı’nda Kayseri’ye nakledilen Anadolu’da Yenigün gazeteleri Osmanlıca sergileniyor. Müze ziyaretçilerini, dijital ve modern teknoloji sayesinde bir sürpriz bekliyor. Osmanlıca görülen gazetelerin orijinalleri, geliştirilen bir yazılım sayesinde günümüz Türkçesi ile okunabiliyor.
Büyükşehir Belediye Başkanı Dr. Memduh Büyükkılıç, yeni teknoloji ile 100 yıl önce çıkan Osmanlıca gazetelerin teknoloji sayesinde günümüz Türkçesi ile okunduğunu belirterek, “Gurur verici tarihi ile her zaman göğsümüzü kabartan Kayseri’miz, tarihi ve kültürel yapısı ile her zaman dünyaya açılmıştır. Kayseri Lisesi de tarihi ile adını tüm dünyaya duyurmuştur. Büyükşehir Belediyesi olarak 2 Mayıs 2016’da restore ettirip, Milli Mücadele Müzesi olarak hizmete açtığımız, Kayseri Lisesi, özellikle o dönemi sizlere yeniden yaşatıp, gözünüzün önünde canlandırıyor” dedi.
Mili Mücadele Dönemi’nde basını anlatan bölümdeki son teknolojiden bahseden Büyükkılıç, “Müzede son teknoloji kullanılmıştır ve basın bölümü ziyaretçilerin büyük ilgisini çekmektedir. Milli Mücadele Dönemi’nde bir süre Kayseri’de basılan gazeteler Osmanlıca sergileniyor ve ziyaretçiler bir dokunuş ile günümüz Türkçesi ile o dönem neler yazıldığını okuyabiliyorlar” diye konuştu.
Tumblr media
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
nevzatboyraz44 · 5 months ago
Text
Tumblr media
Ardashir Pápakan Sarayı ya da Ataşkadeh Sarayı olarak da bilinen Ardashir Papakan Sarayı, İran'ın Gour (günümüz Firuzabad) antik kentine yakın bir Sasani dönemi yapıdır.
Sasani İmparatorluğu'nun kurucusu I. Ardashir tarafından M.E. 224 civarında inşa edilen saray, büyük kubbeleri, büyük iwanlar (portiko) ve karmaşık sıva dekorasyonlarıyla erken Pers mimarisini örnekliyor.
Saray sadece bir kraliyet ikametgahı olarak değil aynı zamanda Sasanya hanedanı'nın gücünün ve sofistikeliğinin bir sembolü olarak da hizmet etmiştir. Tasarımı, zamanın mimari gelişmelerini yansıtır, Parthian'dan Sasani stillerine geçişini sergiliyor...
39 notes · View notes