#ey beşeriyet
Explore tagged Tumblr posts
Text
saadet, hayatı olduğu gibi kabul, eskaline rıza, ıslahına sa’y etmekte saklı görünüyor.
18 notes
·
View notes
Text
SİYERDEN HAYATA
✓Heycan güzel bişey bu din heycan ister heycanin bittiği yerde hayatımiz biter yüreğimiz her an güvercin gibi korku ve ümit arasında olmalı
✓Ramazanı ramazanlaştıralim ramazan ile siyer birleşsin
{Ey iman edenler sabredin ribat edin }(mevzilerini koruyun).Ribat edeceğimiz 5 yer
√Bedenlerimiz ile kulak ve gözlerimize sahip çıkalım
√Hanelerimiz ile sahur teravih kuran atmosferinde olalım
√Ailelerimiz ile sila-ı rahîm i gerçekleştirelim
√Toplumumuz ile bilinçlendirme gayretinde olalım
√Ümmetimiz ile iftihar ettiğimiz Hz Muhammed sav ümmetini koruyalım
✓Bilgiyi ilgiye ilgiyi amele dönüştürelim
Kur'an bize peygamber efendimiz in 3 yönünü veriyor
*Değer ve kıymetini
*Görev ve sorumluluğunu
*Yetki ve sınırlılığını
✓Bütün bunlar usve-i hasene temasında birleşir
✓Hz.MUHAMMED sav bize her an ve her alanda örnektir
✓Kuran'da birçok peygamberi anlatır fakat usve i hasene kavramını yalnızca 2 peygamber için kullanır bunlardan biri Hz İbrahim as diğeri ise peygamber efendimiz dir.
✓Allah Resulü nün hayatı bir beşerin hayatı değil bir beşer üzerinden bütün beşeriyete örnek olan bi hayat.
✓Onun hayatı bir insan hayatı değil insanlık tarihinin hayatını anlatır
✓Sünnet dediğimiz şey Kur'an'ın beyanı
Siyer dediğimiz şey sünnetin beyanı
✓Kur'anın hayata dönüşmüş şekline sünnet
Kur'an ve sünnetin zeminine ise siyer deriz.
✓Allah Resulünun yaşadığı 23 yıllık peygamberlik dönemi hayatı öncesindeki 40 yillik serüveni 6236 ayetin fiili tefsiridir.
✓Kur'an bize itidal olma yolunda ayetler verdi sahabe bu itidalliğin üstüne çıkmak istediğinde kuran buna izin vermedi bizler ise bu itidalliğin aşağısındayiz
✓Peygamber efendimiz 10 yaptı sahabeden 5 istedi bizden ise 1 istiyor
√Örneksiz terbiye olmaz
Örneksiz kalite olmaz
Örneksiz hayat olmaz
✓Seven sevdiğinin yolunda olur Sahabe sevdi yolundan gitti
√Ebubekir ranh sevdi onun yolundan gitti Sıddık oldu
√Ömer ranh sevdi öfkesini müslüman etti
√Osman ranh sevdi 3 defa malını İslam yolunda infak etti öyle ki tebük seferinde peygamber efendimiz "Osman günahlarının kefaretini ödedi" dedi
√Ali ranh sevdi 13 yaşında Ebu kubeys dağında peygamber efendimiz kim var dediğinde "ben varım ya Resulullah dyip elini kaldırdı şehit oluncaya kadar o eli inmedi
✓Marifet muhabbeti Muhabbet ise marifeti getirir
✓Kur'an içi ilaç ile dolu bı eczanedir.
Sahabe hasta olduğunda peygamber efendimiz o ilacı nasıl kullanacağını gösteren bı doktor oldu...
Yarin ki ödev!!!
Fatiha süresinin 5.ayetinin meali tefsirini nüzul sebebi araştırmak bı beşer olarak peygamber efendimizi konuşacağız inşallah
ALLAH RAZI OLSUN
MUHAMMED EMİN YILDIRIM...
1 note
·
View note
Text
ilk 1 Mayıs şiirini yazan oydu.
HARAMİLERİN DÜZENİNE
KAFA TUTAN BİR KADIN..
Adı Zeliha'ydı.
Beş çocuklu yoksul bir ailenin kızıydı.
Hayatları çok zordu.
Bir yandan açlık, bir yandan hastalık.
Hastalıklar kardeşlerini birer birer yanından aldı.
Ailenin tek çocuğu kaldı.
Yaşasın diye ismini değiştirdiler.
Yeni adı, Yaşar Zeliha oldu.
*. *. *
6 yaşında annesini kaybetti.
Artık yatalak bir teyze ile sarhoş bir babanın himayesindeydi.
Kendisini sokaklara attı.
Küçük yaşta, emeği, sömürüyü, haksızlıkları gördü.
Okumaya karar verdi.
Ama babası izin vermedi.
Babasından gizli okula gitti; "Ben öksüzüm hoca efendi, beni okutunuz." dedi.
Kayıt oldu.
Bunu duyan babası evden kovdu.
Komşuları sahip çıktı.
*. *. *
Sadece bir yıl okulda kalabildi.
Sonra hocasız kendi başına okudu.
Çalışıyor, kazanıyor, kitap alıyor, okuyordu.
Kuranı hatim etti.
Başörtüsünü hiç çıkarmadı.
Şiire merak sardı.
Osmanlıca'yı iyi kullanıyordu.
Cumhuriyet ile birlikte yeni alfabeye de uyum sağladı.
Şiirler, kitaplar yazdı.
Eğitimsiz olmasına ragmen yazıları büyük ilgi gördü.
Çok eğitimli yazardan daha etkiliydi.
Hep yazdı.
Halkı yazdı.
Emeği yazdı.
Muhalif dergilerde sömürüyü yazdı.
Yazdıkça başı derde girdi.
1925-1927 yıllarında defalarca tutuklandı.
Nazım Hikmet gibi dönemin ünlü sosyalistleriyle aynı şekilde sorgulandı.
Amele Derneği'ne üye oldu.
Grevleri destekledi.
Nerede haksızlık var, kalemi oradaydı.
Hiç eğilmedi, hiç bükülmedi.
O yüzden de soyadı kanununda "Bükülmez" soyadını aldı.
*. *. *
1 Mayıs geldi yine.
İşçi Bayramı.
Yine yasaklar, yine engellemeler.
Yaşar Zeliha Türkiye'de 1 Mayıs'ın işçi bayramı olarak kutlanması için çok mücadele etti.
Özellikle Cumhuriyet döneminde 1 Mayıs'ın yasaklanmasına çok büyük tepki gösterdi.
1 Mayıs'ın isminin "Bahar ve Çicek Bayramı" olarak değiştirmesine isyan etti.
Yine yazdı, hep yazdı.
Türkiye'de 1 Mayıs için şiir yazan ilk şair oldu.
1923 yılında kaleme aldığı o şiirin mısraları şöyleydi.
"Ey işçi.
Bugün hür yaşamak hakkı seninken,
Patronlar o hakkı senin almışlar elinden..
Sa’yınla edersin de “tufeyli”leri zengin.
Kalbinde niçin yok ona karşı yine bir kin?
Rahat yaşıyor, işçi onun emrine münkâd;
Lakin seni fakr etmede günden güne berbâd.
Zenginlere pay verme, yazıktır emeğinden.
Azm et de esaret bağı kopsun bileğinden.
Sen boynunu kaldır ki onun boynu bükülsün.
Bir parça da evlatlarının çehresi gülsün.
Ey işç
Mayıs birde bu birleşme gününde şüphe bugün kalmadı bir mani önünde.
Baştanbaşa işte koca dünya hareketsiz;
Yıllarca bu birlikte devam eyleyiniz siz.
Patron da fakir işçilerin kadrini bilsin
Ta’zim ile, hürmetle sana başlar eğilsin.
Dün sen çalışırken bu cihan böyle değildi.
Bak fabrikalar uykuya dalmış gibi şimdi.
Herkes yaya kaldı, ne tren var, ne tramvay
Sen bunları hep kendin için şan-ü şeref say.
Birgün bırakınca işi halk şaşkına döndü.
Ses kalmadı, her velvele bir mum gibi söndü.
Sayende saadetlere mazhar beşeriyet;
Sen olmasan etmezdi teali medeniyet.
Boynundan esaret bağını parçala, kes, at!
kuvvetedir hak, hakkını haksızlara anlat.
*. *. *
Üç kez evlendi.
İlk eşi Yaşar Zeliha ismini beğenmedi.
Yaşar Nezihe oldu.
İlk eşini kaybetti, diğerlerinden boşandı.
Hem sosyalist, hem başörtülüydü.
İlkelerinden hiç taviz vermedi.
Ama bedeli de ağır oldu.
Hayatının son günlerinde çok geçim sıkıntısı çekti.
Geliri sadece babasından kalan 42.5 kuruşluk emekli maaşıydı.
Aç kaldı..
Sonunda dayanamadı Ankara'ya bir isyan mektup yazdı.
"Rahmetli pederimden emanet kağıt para olarak 42.5 kuruş, kırk on beş de para veriyor. Bu para ile bu hayatı sürüklemek mümkün değil. İhtiyar bir kadınım, evvelki gibi çalışamıyorum. Gözlerim görmüyor. Yağsız en kuvvetli makineler bile işlemez. Hayatım daima açlık ve acılar içinde geçiyor. Açlık alçaklık değildir. Uzun müddet bu hale tahammül mümkün değil. Bir gün haber-i vefatım işitilirse açlıktan öldüğüme herkesin vicdanı emin olsun."
Ankara'dan ses çıkmayınca, bu mektubu gazetelere yolladı.
Bir kaç muhalif gazete yayınladı.
Olay oldu.
Ankara çok kızdı.
Hakkında soruşturmalar açıldı.
5 Kasım 1971’de sefalet içinde öldü.
Sessiz sedasız Küçükyalı Altıntepe Mezarlığı’nda gömüldü.
Uğruna mücadele verdiği milyonlar adını bile duymadı.
Özellikle duyurulmadı.
Yaşar Zeliha Bükülmez sanki hiç yaşamamıştı.
Sedat Kaya
112 notes
·
View notes
Text
🇹🇷🇹🇷🇹🇷
‘Hakkını Haksızlıklara Anlat’
1900’lü yılların başında Türkiye’de ilk kez bir kadın tarafından yazılan “1 MAYIS” şiiri ve Şairinin trajik hikâyesi...
Yaşar Nezihe Bükülmez Hanım
(1882 –1971)
İstanbul’un Şehremini semtinde 5 çocuklu yoksul bir ailenin 3. çocuğu olarak dünyaya gelir. Kendisinin dışındaki tüm kardeşleri henüz bebekken ölür. 6 yaşına geldiğinde annesini de veremden kaybeder. Artık eve hiç uğramayan babasının “teyze” dediği yaşlı bir hanım tarafından Anadolu’nun bilindik aşk hikâyeleri anlatılarak büyütülür. Bu manzum hikâyeler, genç Yaşar’ın şiire ilgi duymasına neden olur.
Okula başlama çağı geldiğinde, hiç kimseden destek göremez ve kendi başına gidip okula kaydolur. Zira içinde çok güçlü bir okuma isteği vardır… Bir süre sonra babası okula gittiğini duyar ve Yaşar’ı evden kovar. Okula gidebilmek için küçücük yaşta çalışmaya başlar, çevreden topladığı otları satar geçim yapar kendisine. Ancak bu duruma 1 yıl dayanabilir ve tekrar evine döner. Bu kez evde kendi kendine okuma yazma öğrenir. Ve bu yüzden babasını asla affetmez.
Yaşar, yaşadığı çağının çok ötesinde bir genç kızdır artık. 14 yaşında âşık olur ama sevgilisine kavuşamaz. Böylece kalbinin acılarını, hayal kırıklıklarını şiir ile ifade etmeye başlar… Yazdığı şiirlerden birini, ‘Mazlume’ takma adıyla Malumat Dergisine gönderir. Biraz bıyık altı, biraz alaycı bir üslupla da olsa, şiiri kabul edilir.
Genç Yaşar, bütün bu alaycı ve ikiyüzlü çevrenin üstü örtülü baskılarına boyun eğmez ve yazdığı şiirlerle; cinsiyet ayrımcılığına, her türlü yoksulluk ve yoksunluklara kafa tutar.
Şiir okumak, şiir yazmak kanına girmiştir bir kere. Buldukça, ‘Malumat Dergisi’ndeki şiirleri okur. Sonra bir gün, o dergilerin birinde Leyla Feride ismiyle yayımlanan bir şiir görür ve çok etkilenir. Onu toplumsal içerikli şiirle tanıştıran ve sonrasında kendi şiirlerini de aynı tema üzerine biçimlendirmesine neden olan Leyla Feride’nin, aslında Ahmet Rasim olduğunu çok sonraları öğrenecektir...
16 ‘sında nişanlanır ama 2 yılın sonunda babası bu nişanı bozup, 18 yaşında ki Yaşar’ı kendinden 27 yaş büyük bir adamla evlendirir. Bir süre sonra, çocuğu olmadığı gerekçesiyle aşırı şiddete maruz kalır ve kocası tarafından boşanır.
İşte bu sırada ilk kez intihar girişiminde bulunur ancak kurtarılır.
Daha sonra yine çevresi tarafından yeniden evlendirilir. Üç oğlu olur fakat Yaşar, 2. Eşiyle de mutlu değildir ve bu evlilik de kocasının evi terk etmesiyle son bulur. Üç çocuğu ile beş parasız ortada kalır. Bir başına hayata tutunmaya ve çocuklarını doyurmaya çalışırken, kısa bir süre sonra üç oğlundan ikisini verem den dolayı kaybeder. Ve yeniden intihar girişiminde bulunur. Tekrar kurtarılır.
Artık onu hayata bağlayan iki şeyden biri evladı, diğeri de şiir yazma tutkusudur.
Şiirler yazar ve dergilere gönderir.
Yıllar sonra, 16 yaşındayken nişanlandığı adam ile karşılaşır ve bir süre görüşmeleri devam eder. 1912 yılında evlenirler ve eşinin görev yaptığı Cidde’ye giderler.
Orada Yaşar Nezihe’yi başka bir sürpriz beklemektedir. Kocasının Cidde’de iki karısı daha vardır. Yeniden yıkıma uğrar ve sadece 50 gün süren evliliğini bitirip İstanbul’a döner.
1913 yılından itibaren şiirin yanı sıra düz yazılar da yazmaya başlar. Yazıları dönemin kadın dergilerinde ilgiyle izlenir. Hatta bu yazılarını yayınladığı dergide Peçesiz biçimde resmi yayınlanan ilk Müslüman Türk kadınları arasında o da yerini alır.
Yazdığı makalelerde; kadının toplumdaki değeri, devletin ve erkeğin karşısındaki yeri gibi daha cüretkâr, daha protest tavır ve içreriklere yer vermeye başlar.
Bu çıkarsamayı belli bir ideolojiye bağlamak ne kadar doğru olur bilinmez ancak, kendi hayatının yoksullukları ve eşitlik talepleri, onun bilerek ya da tam bilmeyerek kendi sosyalist bakış açısını oluşturmasına neden olur.
Ekim 1917 devriminin de etkisiyle artık bütün şiirlerini ve yazılarını bu eksende yazmaya başlar ve ayrıca ‘Amele Cemiyeti’ne üye olur. 1920’li yıllara gelindiğinde birbiri ardına kurulan sosyalist nitelikli her türlü siyasal yapılanmada yer almaya gayret eder.
Bu arada Türkiye’nin ilk “1 Mayıs” şiirini yazar ve bu şiir o yılların ‘Aydınlık’ dergisinde yayımlanır.
Bu ve benzeri şiirleri bir süre daha devan eden Yaşar Nezihe 1925 yılı Haziranında ‘Komünistlik’ suçlamasıyla gözaltına alınır ve bir süre sonra serbest bırakılır.
Bu olay sonrasında biricik oğlu ile yaşadığı sorunlar giderek çoğalır. Eskisi kadar sık olmamakla birlikte yine yazmayı sürdürür ve nihayet,
Çok büyük sıkıntılarla, acılarla geçirdiği 89 yıllık onurlu yaşamı 6 Kasım 1971 günü sona erer.
Yıldızlar Yoldaşın Olsun Proleter Kadın…
Erkek egemenliği ile erkekçi düzen arasına sıkışıp kalmış onurlu hayatının, azminin ve haklı mücadelenin
Anısına Saygıyla…
Kemalin Oğlu..
1 MAYIS
“Ey işçi…
Bugün hür yaşamak hakkı seninken
Patronlar o hakkı senin almışlar elinden.
Sa’yınla edersin de “tufeyli”leri zengin
Kalbinde niçin yok ona karşı yine bir kin?
Rahat yaşıyor, işçi onun emrine münkâd;
Lakin seni fakr etmede günden güne berbâd.
Zenginlere pay verme, yazıktır emeğinden.
Azm et de esaret bağı kopsun bileğinden.
Sen boynunu kaldır ki onun boynu bükülsün.
Bir parça da evlatlarının çehresi gülsün.
Ey işçi…
Mayıs birde bu birleşme gününde
Bîşüphe bugün kalmadı bir mani önünde…
Baştanbaşa işte koca dünya hareketsiz;
Yıllarca bu birlikte devam eyleyiniz siz.
Patron da fakir işçilerin kadrini bilsin
Ta’zim ile hürmetle sana başlar eğilsin.
Dün sen çalışırken bu cihan böyle değildi.
Bak fabrikalar uykuya dalmış gibi şimdi.
Herkes yaya kaldı, ne tren var, ne tramvay
Sen bunları hep kendin için şan-ü şeref say…
Bir gün bırakınca işi halk şaşkına döndü.
Ses kalmadı, her velvele bir mum gibi söndü.
Sayende saadetlere mazhar beşeriyet;
Sen olmasan etmezdi teali medeniyet.
Boynundan esaret bağını parçala, kes, at!
Kuvvetedir hak, hakkını haksızlara anlat.”
Yaşar Nezihe Bükülmez..
17 notes
·
View notes
Text
TÜRKÇE İLK 1 MAYIS ŞİİRİNİ BİR KADIN ŞAİR YAZDI
Tüm dünyada kutlanan 1 Mayıs İşçi Bayramı Türkiye'de çok erken dönemlerde kutlanmaya başlandı. 1 Mayıs üzerine ilk Türkçe şiir bir kadın tarafından ele alındı.
1886 yılının 1 Mayıs günü Haymarket’te “günde 8 saat” mücadelesi yürüttükleri için idam edilen anarşist işçilerden bu yana, işçilerle patronlar arasındaki kavganın simgesi haline gelmiştir.
1 Mayıs için Türkçede ilk şiiri bir kadın şair olan Yaşar Nezihe yazmıştır.
İşte 1880-1971 yılları arasında yaşayan Yaşar Nezihe (Bükülmez)’in yazdığı şiir:
1 MAYIS / YAŞAR NEZİHE
Ey işçi…
Bugün hür yaşamak hakkı seninken
Patronlar o hakkı senin almışlar elinden.
Sa’yınla edersin de “tufeyli”leri zengin
kalbinde niçin yok ona karşı yine bir kin?
Rahat yaşıyor, işçi onun emrine münkâd;
lakin seni fakr etmede günden güne berbâd.
Zenginlere pay verme, yazıktır emeğinden.
Azm et de esaret bağı kopsun bileğinden.
Sen boynunu kaldır ki onun boynu bükülsün.
Bir parça da evlatlarının çehresi gülsün.
Ey işçi…
Mayıs birde bu birleşme gününde
Bişüphe bugün kalmadı bir mani önünde…
Baştanbaşa işte koca dünya hareketsiz;
yıllarca bu birlikte devam eyleyiniz siz.
Patron da fakir işçilerin kadrini bilsin
ta’zim ile hürmetle sana başlar eğilsin.
Dün sen çalışırken bu cihan böyle değildi.
Bak fabrikalar uykuya dalmış gibi şimdi.
Herkes yaya kaldı, ne tren var, ne tramvay
Sen bunları hep kendin için şan-ü şeref say…
Birgün bırakınca işi halk şaşkına döndü.
Ses kalmadı, her velvele bir mum gibi söndü.
Sayende saadetlere mazhar beşeriyet;
Sen olmasan etmezdi teali medeniyet.
Boynundan esaret bağını parçala, kes, at!
Kuvvetedir hak, hakkını haksızlara anlat.
9 notes
·
View notes
Text
FATIMA’NIN (s.a) KIZI
*****
İmam Hüseyin Yaratanın
beşeriyet tarihindeki
“EN BÜYÜK KURBANIDIR”
En büyük kurbanın, musibeti de
en büyüktür...
Öyle musibet ki;
dağa versen dağılır toz olur
çeliğe versen erir su olur
sabaha versen karanlık çöker ışıklarına...
İşte Zeyneb’i farklı kılan bu
EN BÜYÜK KURBANIN geride bıraktığı
“EN BÜYÜK MUSİBETİ”nin
emanet edildiği kadın oluşudur...
...taşıyıcısıdır
......koruyucusudur
.........yaşatıcısıdır
Yaratan bile Kerbela destanını yazarken
onu özenerek, bezenerek yaratmış
Önce;
Muhammed Mustafa’ın nübüvveti ile
Hatice-i Kübra’nın fedakârlığını karıştırmış
Sonra onu;
Ali Mürteza’nın cesareti ile
Fatıma’tuz Zehra’nın esrarında
yoğurmuş
Hasan, Hüseyin muhabbeti,
Kevser suyuyla büyütmüş
dantel dantel işlemiş...
Sonra;
yakılan kapının közünde eritmiş
kırılan kavurganın gamında büyütmüş
yetmemiş...
Küfe mihrabında vurmuş
Hasan’ının musibetiyle kavurmuş
yetmemiş...
ümmetin ihanet kırbaçları
dil yaraları
ötekileştirmeleri
ve hakaretleriyle...
sınamış
...
MUSİBETLER ANASI
oluncaya kadar...
İşte Zeynep budur azizim
Kerbela’dan sonra değil
Kerbela’dan önce
O;
ZEYNEP’di
...MUSİBETLER ANASI’YDI
KERBELA;
Neyneva değil,
Hz. Zeyneb’in doğduğu günle
öldüğü gün arasında kalan
tüm hayatıdır...
Onur, cesaret, sadakat ve aşk ise; onun, annesinin ve ninesinin kapısında sadece birer hizmetçidir.
EY FATIMA’NIN (s.a) KIZI
EY İKİNCİ FATIMA..!
Ey annesinin kapısının ateşiyle, çadırları yakılan!
Selam olsun doğduğun güne
selam olsun öldüğün güne
selam olsun yeniden dirileceğin güne
...ve selam olsun
intikam alacağın güne!
10 notes
·
View notes
Text
Yaşar Nezihe / İlk 1 Mayıs şiirinin yazarı
Küçük yaşta annesini ve dört kardeşini kaybetti. Dere kenarlarından topladığı tohumları satarak başladığı öğrenimi bir yıl sürebildi. Okuma tutkusu yüzünden evden kovuldu. Okuma yazmayı kendi kendine öğrendi. Gelir sağlamak için İstiklâl madalyalarının kurdelelerini dikti, asker ailelerinin mektuplarını yazdı. Amele Cemiyeti üyesiydi ve komünistlikle suçlanıp tutuklandı. Soyadı Kanunu çıkınca Bükülmez soyadını aldı.
Yaşar Nezihe... Yokluğun ve yoksulluğun, aşkın ve acının, emeğin ve ekmeğin şairi... Yoksulluğun derin acısını açlığın elinden aldığı iki çocuğunda, aşkın acısını hiçbir zaman kavuşamadığı sevgilide en derinden yaşayan Yaşar Nezihe Hanım, aynı zamanda, bu topraklarda yazılan ilk 1 Mayıs şiirinin sahibi olma onurunu da taşır. Şiirlerinde ekmek kavgasını dile getirir, dönemin toplumsal sorunlarına değinir, her zaman emekten yana olur, işçiye ve eylemlerine sahip çıkar, Amele Cemiyeti'ne üye olur... İşte Yaşar Nezihe Hanım'ın Osmanlı döneminin son yıllarından Cumhuriyet Türkiye'sine uzanan acı, hüzün ve bir o kadar da mücadele dolu hayat öyküsü...
Öğrenim hayatı sadece bir yıl sürebildi
Ocak 1880'de İstanbul'da, yoksul bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Yaşar Nezihe, annesini ve dört kız kardeşini küçük yaşta kaybeder. Yaşamının ilk yıllarını şu sözlerle anlatıyor Yaşar Nezihe Hanım:
"Silivrikapı'nın fakir bir sokağında, fırtınanın çatıları titrettiği bir kış gecesinde doğmuşum. Doğduğum gece evimizde damla gaz yokmuş! Annemi altı yaşımda kaybettim. Dört kızı ölmüş bir ailenin tek kızı idim. Yoksulluk içerisinde büyüdüm. Ailemiz, belediyede kantar memuru olan babam sarhoş Kadri Efendi, kötürüm ve yaşlı bir amca ile zalim bir teyzeden oluşuyordu."
Yoksulluk ve yoksunluk içinde, yine de kendine özgü bir dünya oluşturabilen Yaşar Nezihe'nin okumasına babası izin vermedi. Buna rağmen bir yıl okula gitti ve okumayı öğrenebildi.
"İçimdeki okuma hırsını yenemiyordum. Silivrikapı'daki evimizin yakınındaki dere kenarlarından papatya, ısırgan otu, deve dikeni, ebegümeci tohumları toplayarak aktarlara satıp, kazandığımın kırk parasını mahalle mektebinin hocasına, kırk parasını da kalfaya vererek bir süre okuma isteğimi doyurmak için çabaladım. Fakat bu şekilde ancak bir yıl mahalle mektebine devam edebildim. Aldığım eğitim bu kadardır. Yaşamım süresince geçimimi sağlamamda büyük ölçüde yardımcı olacak dikiş, nakış bilgisini de yine bu dönemde komşu kızlarından edindim. Edebiyatı, aruzla şiir yazmayı da kendi kendime öğrendim."
Okuma tutkusu yüzünden evden kovuldu
Yaşar Nezihe'nin okuma inadı evden kovulmasına yol açtı, komşular ve yakınların sahiplenmesinden bir süre sonra yeniden eve döndü ve teyzesinin etkisiyle, edebiyata ve şiire ilgisi yoğunlaştı. İlk şiiri 1895 yılında Malumat gazetesinde, Mazlume ya da Mahmure imzasıyla yayımlandı. Daha sonra Terakki, Hanımlara Mahsus Gazete, Sabah, Menekşe, Kadın Yolu, Kadınlar Dünyası, Aydınlık gibi gazete ve dergilerde yıllarca yazdı.
İlki babasının zoruyla olmak üzere, üç evlilik yaptı Yaşar Nezihe. İkinci evliliğinden olan üç oğlundan ikisini, yoksulluk ve gıdasızlıktan kaybetti. Acılara, yoksulluğu, açlığa, dikiş iğnesiyle ve şiirleriyle dayandı ve tek oğlu Vedat'ı okuttu.
"On yedi sene Esirgeme Derneği'ne, daha sonraki yıllarda Kızılay'a iş işledim. Şark Eşya Pazarı'nda dikişçilik yaptım. Darphane'de İstiklâl madalyalarının kurdelelerini diktim. Geceleri, beş numaralı bir petrol lambasının fersiz ışığı altında, gergef başında sabahları bulduğum çok olmuştur. Bunun yanında kalemimle kendime yan gelir sağladım. Gerek Birinci Dünya Savaşı'nda gerekse İstiklâl Savaşı'nda, elimde divit, komşularımın cephede bulunan kocalarına, oğullarına, kardeşlerine mektuplarını yazarak geçim sağladım."
Babasından kalan maaş 12 yıl sonra bağlandı
Yaşar Nezihe Hanım'a, 1912 yılında koleradan ölen babasından, 1924 yılında 42,5 kuruş aylık bağlandı. Yaşar Nezihe Hanım, on iki yıllık gecikmeyle bağlanan bu komik aylığı gazetelere yolladığı protesto mektuplarıyla kınadı:
"Pederim kırk sene Şehremâneti Kantar İdaresi'nde hizmet etmiş, kırk sene Emanet, pederimin yüzde beş kuruş maaşından tekaüdiyeye kesmiş. Üç yüz yirmi yedi senesi bir kolera gelip pederimi karargâh-ı ebedîsine götürdü. Pederin tekaüdiyesinden Emânet bana kırk iki buçuk kuruş tahsis etti. Bu kırk iki buçuk kuruşun bu kadar senedir her ay kırk beş parasını kat' ederler. Bu seksen beş para da arkaya bırakacağım evlâdım için ihtiyaç parası mıdır, nedir bilmem. Gümüş para zamanında bu parayla hâne kirasını veriyordum. Şu gün hânemin kirası dört liradır. Emânet kâğıt para olarak 42,5 kuruş, kırk on beş de para veriyor. Bu para ile bu hayatı sürüklemek mümkün değil. İhtiyar bir kadınım, evvelki gibi çalışamıyorum. Gözlerim görmüyor. Yağsız en kuvvetli makineler bile işlemez. Hayatım daima açlık ve acılar içinde geçiyor. Açlık alçaklık değildir. Uzun müddet bu hâle tahammül mümkün değil. Bir gün haber-i vefâtım işitilirse açlıktan öldüğüme herkesin vicdanı emin olsun."
Yaşamında tek mutluluğu edebiyat oldu
Edebiyat, sıkıntılı yaşamında tek mutluluğu oldu Yaşar Nezihe Hanım'ın. Şiirlerini Bir Deste Menekşe (Marifet Matbaası, 1915) ve Feryatlarım (Vatan Matbaası, 1924) adlarıyla kitaplaştırdı. Çok sayıda şiir ve yazısı ise gazete ve dergi sayfalarında kaldı.
Urfalı Kazancı Bedih'in seslendirdiği "Mecnun isen e dil sana Leyla mı bulunmaz / Bu goncaya bir bülbül-î şeydâ mı bulunmaz" diye başlayan gazelin sözleri, Yaşar Nezihe Hanım'ın şarkı olarak bestelenen yaklaşık 250 şiirinden birisidir.
Yaşar Nezihe Hanım, şiirlerinde sadece aşkı değil, emek ve ekmek mücadelesini de dile getirdi, dönemin toplumsal sorunlarına değindi. Amele Cemiyeti'ne üye oldu ve işçi eylemlerini destekleyici şiirler yazdı. Bunlardan en önemlisi, 1923 yılında yazılan 1 Mayıs şiiri oldu. Dönemi dikkate alındığında, bir işçinin anlayabileceği sadelikte kaleme alınmış olan bu etkili şiir, Aydınlık dergisinde yayımlandı ve büyük ilgi gördü. Aydınlık dergisi, 1924 ve 1925 yıllarında da, Yaşar Nezihe Hanım'ın, aynı sadelikteki 1 Mayıs şiirlerine yer verdi.
Kurşundan hurûfat o hayatı kemirirken
1923 yılında Mürettipler Cemiyeti ile gazete sahipleri arasında bir anlaşmazlık çıktı ve greve gidildi. Basın dünyasında hiç görülmemiş yeni bir olay olan bu grevin sebebi çalışma saatlerindeki anlaşmazlıktı. Aydınlık şairlerinden olan Yaşar Nezihle Hanım, greve destek amacıyla Gazete Sahiplerine isimli bir şiir yazdı:
"Onlardır eden zevkini, eğlenceni temin / Onlar çalışır etmek için hep seni zengin / Kurşundan hurûfat o hayatı kemirirken / Her gün bir parça solarken ve erirken".
Yaşar Nezihe Hanım, Aydınlık'ta yayımlanan şiirleri, Amele Cemiyeti'ne üyeliği, işçi grevlerine desteği nedeniyle, 3 Haziran 1341 (1925) tarihinde komünistlik suçlaması ile gözaltına alınarak tutuklandı. Bir süre sonra serbest bırakıldı.
1934 yılında çıkan Soyadı Kanunu'ndan sonra Bükülmez soyadını alan Yaşar Nezihe, 5 Kasım 1971'de, 91 yaşında hayatını kaybetti.
Yaşar Nezihe Hanım'ın Bir Mayıs şiiri
Ey işçi
Bugün hür yaşamak hakkı seninken
Patronlar o hakkı, senin almışlar elinden.
Sa'yınla edersin de "tufeyli"leri zengin
Kalbinde niçin yok ona karşı, yine bir kin?
Rahat yaşıyor, işçi onun emrine münkâd;
Lakin seni fakr etmede günden güne berbâd.
Zenginlere pay verme, yazıktır emeğinden.
Azm et de esaret bağı kopsun bileğinden,
Sen boynunu kaldır ki onun boynu bükülsün.
Bir parça da evlatlarının çehresi gülsün.
Ey işçi
Mayıs birde bu birleşme gününde
Bişüphe, bugün kalmadı bir mani önünde.
Baştanbaşa işte koca dünya hareketsiz;
Yıllarca bu birlikte devam eyleyiniz siz.
Patron da fakir işçilerin kadrini bilsin,
Ta'zim ile, hürmetle sana başlar eğilsin,
Dün sen çalışırken bu cihan böyle değildi,
Bak fabrikalar uykuya dalmış gibi şimdi.
Herkes yaya kaldı, ne tren var, ne tramvay
Sen bunları hep kendin için şan-ü şeref say.
Bir gün bırakınca işi halk şaşkına döndü,
Ses kalmadı, her velvele bir mum gibi söndü.
Sayende saadetlere mazhar beşeriyet;
Sen olmasan etmezdi teali medeniyet.
Boynundan esaret bağını parçala, kes, at!
Kuvvetedir hak. Hakkını haksızlara anlat.
Dipnotlar
1) 1913 - 1921 yılları arasında etkili olan Kadınlar Dünyası Dergisi, kadınların peçesiz fotoğraflarını da yayımladı. Dergide peçesiz fotoğrafı yayınlanan ilk Müslüman kadınlardan birisi de, 1 Mayıs için ilk Türkçe şiiri yazan kadın şair Yaşar Nezihe Hanım oldu.
2) Alman Prof. Dr. Martin Hartmann'ın 1919 yılında Berlin'de yayımlanan, "Dichter Der Neuen Türkei" (Yeni Türkiye'nin Şairleri) adlı antolojisinin 81 - 83. sayfaları Yaşar Nezihe Hanım'a ayrılmıştı.
(Karatahta İş Yazıları Dergisi / Nisan 2017 / Arşiv çalışması: Ferruh Yazıcı)
4 notes
·
View notes
Text
Küçük yaşlarda vitaminler, güneş ve deniz banyoları; daha sonra seyâhatler, partiler ve çeşit çeşit eğlencelerle büyüttükleri çocuklarının bomboş bıraktıkları kafaları ve yürekleri, pusuda bekleyen kötülerin ve kötülüklerin cirit oynadıkları bir bataklık hâline geliyorsa, mes'ûlü evlatlar mı, yoksa analar, babalar mı?
Ey Muhammed ümmeti!
Üç yüz yıl dünyâya ışık tutan sen, neden şimdi karanlıklardasın? Neden elindeki meş'aleyi söndürüp, kâzip fecirlerin yalancı aydınlığına muhtaç olmaktasın?
Sen uyanırsan, dünya da uyanır. Hem de beşerî ilahi bir denge ile. Artık, tek kanatla uçmak sevdâsından baş çevir. Senin gaflet, cehâlet ve rehâvetindir ki, dünyâyı rehbersiz bıraktı.
Îseviyim, diyen de; Mûseviyim diyen de, peygamberlerini utandıran kavimler olmaktan kurtulamadılar.
Ya sen? Ne yazık ki, sen, yâni biz de, öyleyiz. Bize tevhid ehli demek, Muhammedî ahlâkı, bir kenara itmiş olan biz gâfillere, âhir zaman Peygamberi'nin ümmeti demek ne mümkün?
(...)
Ya sen, müslüman geçinen, sen, tek harfi dahi tahrife uğramamış Hak kelâmı, bu tevhid çerağını beşeriyete getiren peygamberinin yolunda yürüyüp dünyayı aydınlatacak yerde, kendini niçin ondan mahrum edip karanlıklarda kalıyorsun?
Samiha Ayverdi
1 note
·
View note
Text
Sübhâneke lâ ilâhe illâ ente yâ rabbe külli seyin ve vârisehü ve râzikahü ve râhimeh.
Esmai İlâhiyeden bir ismi şerifide «Ya Rabb» dır Yani (Ey terbiye eden).
Manâsı:
«Ortağı ve benzeri olmayan ey sübhan Allah! Bütün noksanlıkdan ve acizlikden münezzehsin. Şânı-na layık olan kemal sıfatlarınla mevsuf ve hakkıyla mâbud olan ancak Cenâb-ı İzzetindir. Hevai nefsimle İkameti ubudiyetden firar etmiş, zulmeti beşeriyet ile zayıf, naçar, zelili serkerdan (hakir ve serseri) ve bime-cal (güçsüz, takatsiz) kaldım. Ey Âlemlerin Rabbi! Elimden tutanım Sensin. Nice yüzbin âlemi var eyle-din. Celâl sıfatına mazhar olanları kahr, celâl ve azametinle terbiye eden Sensin. Cemâl sıfatına mazhar olanları umum lütuf, rahmet ve inayetinle terbiye eden
Esmai îdrisiyenin birinci ismi olan bu isim üç kaynak eserde ‘Sübhaneke lâilahe illâ ente Ya Rabbe külli şeyin ve va-risühü» diye geçiyor. Ahmed Ziyaüddin Gümüşhanevî Hazretlerinin Mecmuatül Ahzab isimli eserinde ise yukarıdaki isme «Ve Razikahu ve Râhimehu» ilavesi de vardır.
Sensin. Hicabı zulmaniyetden (karanlık perdelerden) aciz, naçiz kalbimi halâs edip envan lûtufu hakkaniyetine mazhar eden ve Rahmet nazarına nazar ettiren Sensin.
Ya Rabbi!
Bütün âlemler mahv ve yok olmağa mahkûm. Sen ise bakisin.
Havass ve Esrarı:
Bütün ekâbir (büyükler, ileri gelenler) bu esmaya rağbet etmişlerdir. Her kin bu ismi okusa insanların çoğu ona muti olurlar. Şek ve şüphe yoktur.
• Her kim bu İsmi vird edinip devamlı ve çok okusa gönlü hidayet nuruyla nurlanır. Her muradı ve maksudu yerine gelir.
1 note
·
View note
Text
İskilipli Atıf, şapka karşıtı kitap yazdığı için değil; bu kitapla “halkı isyan ve irticaya teşvik” ettiği için ve Milli Mücadele'de başkanı olduğu Teali İslam Cemiyeti'nin “ihanet bildirilerinden” dolayı, Ceza Kanunu'nun 55. Maddesi gereğince “anayasayı tağyir” suçuyla “vatana ihanetten” asıldı
Geçtiğimiz hafta, bazı belediyeler, bazı basın yayın organları ve bazı siyasiler, 4 Şubat 1926'da vatana ihanet suçundan idam edilen İskilipli Atıf'ı andılar. Bolu'da düzenlenen bir anmada İskilipli Atıf'ın Kuvayi Millliyeci olduğu yalanı bile söylendi.
İskilipli Atıf'ın, “şapka karşıtı kitap yazdığı için asıldığı” iddiasının kaynağı Necip Fazıl'ın, baştan aşağı martaval yığını olan “Son Devrin Din Mazlumları” adlı propaganda kitabıdır.
İskilipli Atıf meselesinin aslı şudur!
İSKİLİPLİ ATIF'IN SİCİLİ
İskilipli Atıf'ın sicili hiç parlak değil. II. Abdülhamit döneminde Meşihat-ı İslamiye Dairesi'nde görevliyken dönemin şeyhülislamı tarafından Bodrum'a sürülüyor. Bodrum'dan başka birinin pasaportu ile gizlice Kırım'a kaçıyor. Meşrutiyetin ilanından bir hafta önce İstanbul'a dönüyor.
Meşrutiyet döneminin en gerici yayın organlarından biri durumundaki Beyanül Hak dergisinde yazılar yazıyor.
Meşrutiyet döneminde Mahmut Şevket Paşa suikastından sorumlu tutularak Sinop'a sürülüyor. Sinop'tan Çorum'a, arkasından Boğazlıyan'a, peşinden de Sungurlu'ya sürgün ediliyor.
İskilipli Atıf'ı aklamak isteyen Necip Fazıl, bu sürgün kararlarını “din alerjisi olan İttihatçıların zulmü” diye yorumluyor.
İskilipli Atıf'ın Teali İslam Cemiyeti
Milli Mücadele'nin başlarında, 19 Şubat 1919'da, İstanbul'da Mustafa Sabri'nin başkan, İskilipli Atıf'ın ikinci başkan olduğu “Müderrisler Cemiyeti” kuruluyor. Bu cemiyet, 24 Aralık 1919'da “Teali İslam Cemiyeti” adını alıyor. İskilipli Atıf, bu cemiyetin başına geçiyor.
İskilipli Atıf'ın başkanlığındaki Teali İslam Cemiyeti, İngiliz işbirlikçisi Damat Ferit'in “Hürriyet ve İtilaf Fırkası”nı destekliyor. Ayrıca Milli Mücadele karşıtı “İngiliz Muhipleri Cemiyeti” ile de ortak çalışıyor. İngiliz Muhipleri Cemiyeti kurucusu Sait Molla, Rahip Frew'e gönderdiği 26 Ekim 1919 tarihli 8. mektupta, Teali İslam Cemiyeti'nin en etkili isimlerinden Mustafa Sabri ile görüşüp anlaştıklarını yazıyor.
Teali İslam Cemiyeti, Trakya, Batı ve Orta Anadolu'da birçok şube açıyor. Özellikle Konya, Niğde, Nevşehir bölgelerinde etkili oluyor. Biga, Gönen yöresindeki Gavur İmam ve Anzavur ayaklanmalarında rol oynayan ve İngilizlerin desteğiyle Kuvayı Milliye'ye karşı cihat ilan eden Ahmediye Cemiyeti'ni destekliyor.
Teali İslam Cemiyeti'nin ihanet bildirileri
Mustafa Sabri'nin başkan, İskilipli Atıf'ın ikinci başkan olduğu Müderrisler Cemiyeti (Teali İslam Cemiyeti'nin öncüsü) 26 Eylül 1919'da Milli Mücadele karşıtı bir bildiri yayımlıyor. Bu bildiride, Kuvayı Milliyecilere “adi eşkıya”, “deli”, “cani”, “kudurmuş haydutlar” ve “aldanmışlar” diye hakaret ediliyor.
İskilipli Atıf'ın başkanlığındaki “Teali İslam Cemiyeti” ise Ağustos 1920'de Milli Mücadele karşıtı çok ağır bir bildiri yayımlıyor. Tam metni elimizde olan bu ihanet bildirisinin bazı bölümleri aynen şöyle:
Milli Mücadele karşıtı Teali İslam Cemiyeti Başkanı İskilipli Atıf.
“Anadolu'nun masum ve mazlum ahalisine…”
“Birinci Dünya Savaşı'na katıldılar; yediler, içtiler, çaldılar, keyif ettiler, kalan herkes öldü, sefalet, acılar çekti. İmparatorluk parçalandı. Şimdi de Anadolu'da Mustafa Kemal ve Kuvayı Milliye maskaraları çıktı…”
“Yazık, bin kere yazık ki gerek harp içinde ve gerek Mütarekeden sonra memleket, bunların fitne ve fesadı uğruna milyonlarca evladını telef ediyor da Talat, Enver, Cemal, Mustafa Kemal vesaire gibi beş on eşkıyanın vücudunu ortadan kaldırmak için icap eden küçük fedakarlığı göze aldırmayarak memleketi ve kendilerini ebedi tehlikeden kurtarmak ve selamete çıkarmak yolunu idrak edemedi ve hâlâ edemiyor.”
“Millet aldanıyor, aldatılıyor. (…) Kendisini hâlâ aldatmaya çalışan heriflere diyemiyor ki, ‘Ey hainler! Ey Allah'tan korkmayan ve Peygamber'den haya etmeyen mahluklar; savaştınız, başımızı bin türlü belalara soktunuz, mağlup oldunuz, bizi de o yolda mahv ve perişan etiniz. (…)”
“İngiltere ve Fransa gibi muazzam ve muntazam devletlere meydan okuyorlar. Bu yüzden İngilizleri kızdırıp üzerimize Yunanları musallat ettiler. (…) Bir taraftan Yunanlarla savaşıp diğer taraftan kaçıyorlar. (…) Düşünmüyorsunuz ki, Yunanlara fazla zayiat verdirmek bile bundan sonra bizim için hayırlı ve menfaatli bir şey olmaz.”
“Hem, sizler, ey yalancı ve deni şakiler! Kendi memleketinize karşı ecnebi milletlerden hiçbirinin yapmadığı eşkıyalık ve kötülükleri yapıp, milleti, memleket eşrafını, ulemasını asıp keserek, mallarını yağmalarken kendinize ne hakla, ne yüzle, ne utanmazlıkla Kuvayı Milliye namını veriyorsunuz? Milleti öldürerek, mahvederek milletin hukukunu koruyacaksınız, öyle mi?”
“Bu bagileri, bu asileri, bu eşkıyaları mümkün olduğu kadar az zaman içinde yakalayıp ortadan kaldırmak hepimiz için bir farzdır.”
“Ey kahraman askerler! Savaş yıllarında sizi cephe cephe sürükleyen ve aç susuz süründüren ve din kardeşlerinizin, hemşehrilerinizin boş yere ölmesine neden olan birkaç kişi arasında Mustafa Kemal, Ali Fuat, Bekir Sami gibi zalimler de var idi. (…) Bugün yine o eşkıyalar, bagilerdir ki, elleri birtakım yetimlerin, dul kadınların kanlarına bulandığı halde kalbinize sokularak sizi mahvetmek, evlatlarınızı yetim, eşlerinizi dul bırakmak ve servet ve saadetinizi tamamen çalmak için şeytanın dahi aklına gelmeyen hile ve desiselere başvuruyorlar. Siz, bu zalimlerin cinayetlerine daha ne kadar göz yumacaksınız? Elinize aldığınız fetvayı şerif ki Allah'ın emridir, okuduğunuz hattı münif ki halifemizin, padişahımızın bir fermanıdır. Siz, Allah'ın emrine, halifenin fermanına uyarak bu canileri, bu katil canavarları, daha ziyade yaşatmamakla memur ve mükellefsiniz. Şu alçaklar ve hempaları, bu cinayetleri hep sizin sayenizde yapıyor. Bunların vücutlarını tamamen dünyadan kaldırmak, beşeriyet için, Müslümanlık için bir farz olmuştur. (…) Askerler, bu kadar uyuduğunuz artık yeter, bu zalimlere alet olduğunuz artık yeter…”
İskilipli Atıf'ın başkanlığındaki Teali İslam Cemiyeti bu bildiriyi halk için hazırlamıştı. Bu ihanet bildirisi 30 Ağustos 1920'de Yunan uçaklarıyla Anadolu'ya atıldı.
İskilipli Atıf'ın Teali İslam Cemiyeti, Ağustos 1920'de ikinci bir “ihanet bildirisi” daha hazırladı. Aydınlar için hazırlanan o bildiride de millet, “Kuvayı Milliye eşkıyasını ortadan kaldırmak için yemin etmeye” davet ediliyordu.
İskilipli Atıf‘ın yargılanması ve idamı
25 Kasım 1925'te 671 sayılı Şapka Kanunu kabul edildi. Şapka Kanunu sonrasında Erzurum, Sivas, Kayseri, Maraş, Giresun ve Rize'de şapka karşıtı bazı isyanlar patlak verdi. Bu illere daha çok dışarıdan gelen bazı kışkırtıcılar, “şapka geldi, din elden gitti” propagandasıyla halkı Cumhuriyete karşı isyan ettirmek istediler. Olaylar bastırıldı. İsyanların elebaşları İstiklal Mahkemeleri'nde yargılanıp cezalandırıldı.
Yargılamalar sırasında şapka karşıtı isyanlarda İskilipli Atıf'ın 1924'te çıkardığı “Frenk Mukallitliği ve Şapka” (Batı Taklitçiliği ve Şapka) adlı eserinin etkili olduğu görüldü. Çünkü İskilipli Atıf, 32 sayfalık bu risalesinde “Şapka takmak küfürdür!” diyor. “Şapka, din ve milliyet göstergesidir!” diyor. “Dolayısıyla şapka takmak Müslümanı dinden çıkarır!” diyor. İskilipli Atıf'a göre “Müslümanlar dinlerine, kalpleriyle ve dilleriyle olduğu kadar, feslerinin sarığı ve püskülü ile de bağlı olmalıdırlar. Bu bağı bozmak, düpedüz dinsizliktir, küfürdür!”
İskilipli Atıf, “Frenk Mukallitliği ve Şapka” adlı kitabı nedeniyle 16-18 Aralık 1925'te Giresun İstiklal Mahkemesi'nde yargılanıyor. Daha önce İçişleri Bakanlığı, 26 Eylül 1925'te 4717 numaralı bir emir ile bu kitabın toplatılıp satışının yasaklanmasına karar vermişti. İstiklal Mahkemesi, bu kararı hatırlatarak İskilipli Atıf'ı serbest bırakıyor. Ancak çok geçmeden İskilipli Atıf'ın, söz konusu kitabını, özellikle şapka karşıtı isyanların çıktığı bölgelere el altından dağıttığı anlaşılıyor. Bu nedenle İskilipli Atıf, bu sefer de Ankara İstiklal Mahkemesi'nde yargılanıyor. (Ocak-Şubat 1926).
Ankara İstiklal Mahkemesi Zabıtları yayınlanmıştır. Bu zabıtlara göre İskilipli Atıf, şapka karşıtı kitap yazmaktan değil, yazdığı bu kitabı –kitabın toplatılması ve satılmaması kararına rağmen- özellikle isyan çıkan bölgelere gönderip halkı Cumhuriyete karşı isyana ve irticaya teşvikten ve başkanı olduğu cemiyetin Milli Mücadele'deki ihanet bildirilerinden yargılanıyor.
İskilipli Atıf, savunmasında, Teali İslam Cemiyeti'nin bildirisinin, Mustafa Sabri tarafından hazırlanıp zorla cemiyet üyelerine imzalatıldığını, kendisinin buna karşı çıktığını, hatta sonradan Vakit gazetesinde bir tekzip yayımladığını söylüyor. Bunun üzerine mahkeme başkanı, “Çünkü gördünüz ki bu bildiriler Yunan tayyarelerinden atıldı ve aksi tesir yaptı. Anadolu halkı Milli Mücadele'ye daha fazla destek verdi. Siz de bu kötü durumdan kurtulmak için bunu yaptınız” diyor. Yani, İskilipli Atıf'ın kendini kurtarmak için iki ay sonra tekzip yayınlaması, cemiyetin başkanı olarak ihanet bildirilerinden sorumlu olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
Ankara İstiklal Mahkemesi, dinlediği çok sayıda şahide, (şahitlerin dinlenmediği iddiası koca bir palavradır, şahitler dinlenmiştir) çok sayıda belgeye dayanarak İskilipli Atıf'ı cezalandırıyor.
Ankara İstiklal Mahkemesi zabıtlarında yer alan 3 Şubat 1926 tarihli idam kararına göre İskilipli Atıf iki suçtan; 1. Basımı ve dağıtımı hükümetçe yasaklanan “Frenk Mukallitliği ve Şapka” adlı kitabı isyan bölgelerine özellikle göndererek halkı isyana ve irticaya teşvikten, 2. Milli Mücadele'de başkanlığını yaptığı Teali İslam Cemiyeti'nin ihanet bildirilerini “sonradan aldığı tertiplere rağmen” Yunan uçaklarıyla Anadolu köylerine attırmaktan Ceza Kanunu'nun 55. Maddesi gereğince “anayasayı tağyir” suçundan idama mahkum ediliyor.
Ankara İstiklal Mahkemesi, İskilipli Atıf'la birlikte yine Milli Mücadele'de vatana ihanet ettiği ortaya çıkan Babaeski eski Müftüsü Ali Rıza'yı da idama çarptırıyor. Mahkeme, bu iki idam dışında yargılanan diğer sanıkların bir kısmını 5-10 yıla çarptırırken, çoğunu beraat ettiriyor. Beraat edenler arasında Ömer Rıza (Doğrul), Hafız Osman, Tahirül Mevlevi gibi din adamları da var. Yani, mahkemenin din adamlarını asmak gibi özel bir niyeti yok.
Prof. Dr. Ergun Aybars, “İstiklal Mahkemeleri” adlı kitabında şu değerlendirmeyi yapıyor: “Bu olaylarda ağır cezalara mahkum edilenler şapka giymedikleri için değil, şapkayı bahane ederek gerici ayaklanma çıkarmak, halkı kışkırtmak suretiyle dini politikaya alet edip vatana ihanet ettikleri için mahkum edildiler.”
İşin aslı şu: “Yeni Türkiye” dedikleri yapıya yeni bir tarih yazanlar, tarihi çarpıtarak hainleri kahraman, kahramanları hain ilan ediyor. Kuvayı Milliye karşıtı ve Cumhuriyet düşmanı İskilipli Atıf'ı anmalarının nedeni de bu!
★★★
Öneri: Selim Erdoğan'ın “Sakarya” adlı kitabını okudum. Kitap, Sakarya coğrafyasını herkesin anlayacağı biçimde ortaya koyarak Sakarya Savaşı'nın önemini gözler önüne seriyor. Siz de okuyun derim.
İskilipli Atıf'ın gerekçeli idam kararı (3 Şubat 1926). Kararda İskilipli Atıf'ın iki suçtan yargılanıp idam edildiği görülüyor. 1. Halkı isyan ve irticaya teşvik, 2. Milli Mücadele'deki ihanet bildirileri.
1 note
·
View note
Text
Sünnetin de 'müteşabihatı' olur mu?
Bediüzzaman'ın Minhacü's-Sünne'si üç ayetle başlıyor. İlk ikisinin kısacık bir meali şöyledir: "(128:) Size, içinizden öyle bir peygamber geldi ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona pek ağır gelir. O size çok düşkün, mü'minlere çok şefkatli, çok merhametlidir. (129:) Ey Peygamber, eğer senden yüz çevirecek olurlarsa, de ki: Allah bana yeter. Ondan başka ibadete lâyık hiçbir ilâh yoktur. Ben Ona tevekkül ettim. Yüce Arşın Rabbi de Odur." 4. Lem'a'ya Tevbe sûresinden misafir edilen bu inciler, mürşidim için, sünnete bakarken kalpten çıkarılmaması gereken mihenkler mesabesindedirler. Zira, Aleyhissalatuvesselam Efendimizin sözlerini-tavırlarını doğru şekilde anlamak, iki şeyi birden hatırda tutmakla olur: 1) Ümmetine olan 'iştiyakı'nı. 2) Ümmetine karşı 'istiğnası'nı. Evet. Bu ikisini kalbinin terazisine yerleştirenler ancak Onun amellerini doğru tartarlar. Koymayanlarsa hataya müsaittirler.
Eserinin başında yer verdiği üçüncü ayetse ilk iki ayeti daha iyi anlamamız için seçtiği konuyu gösterir: "De ki: Vazifem karşılığında sizden bir ücret istemiyorum. Sizden istediğim ancak akrabaya sevgi ve Ehl-i Beytime muhabbettir." Malumunuz üzere, Şûra sûresinin bu ayeti, Ehl-i Sünnet ile Şiiler arasında temel bir farklılığın kaynağı olmuştur. Ehl-i Sünnet 'Ehl-i Beyt' kavramlaştırmasını 'liyakat' zemininde kavrar. Şiilerse Ehl-i Beyti 'kanbağı' noktasında açıklamaya mutaassıbdırlar. Yani ki: Sünniler nazarında 'sünnete hakkıyla ittiba edenler' de veraset-i nübüvvetten hisse sahibidirler. Şialar içinse 'neseb bağı' dışında veraset hakkı yoktur. Bu nedenle iki ekolün imamet meselesine yaklaşımı başkadır. İstikametse, her zaman olduğu gibi, sünnilerin tarafındadır. Allah bizi onların dairesinden ayırmasın.
İşte, tam burada Bediüzzaman, Tevbe sûresinden aldığı mihenkleri kullanmaya başlar: 1) Peygamber aleyhissalatuvesselamın hiçbir ameli 'ümmetinin bütününe gösterdiği iştiyak' hesaba katılmadan ele alınmamalıdır. 2) Yine Peygamber aleyhissalatuvesselamın hiçbir ameli 'beşeriyet noktasında ümmetine karşı sahip olduğu istiğna' hesaba katılmadan değerlendirilmemelidir. Öyleyse, mesela, 'ümmetinin hadsiz salâvatına hadsiz ihtiyaç göstermesi' nefsine dair bir talepten değildir. (O noktada istiğnası vardır.) Ya? Ümmetine daha çok şefkat edebilmek için arzuladığı destektir. Çünkü aldığı salavatlarla makamı yükselir. Yükselen makamıyla daha çoğumuza şefaat eder. Hem de salat u selam sayesinde ümmetin nübüvvetle dinamik ilişkisi korunur. Mü'minler Efendilerine dua ettikçe bereket bulurlar. Zira Ona edilen dua da bir vesile-i rahmettir. Ki Zât-ı Mübareki de âlemlere rahmettir. Yani getirilen savalatlarla menfaat ve saadet bulan, inşaallah, salavatı getirenlerin ta kendileridir.
"Hazret-i Hasan'ın (r.a.) başını öpmesinden Şah-ı Geylânî'nin hisse-i azîmesi var..." diye bitirdiği 2. Nükte'de büyük bir uyanış yaşarsınız. Demek, Aleyhissalatuvesselam Efendimiz, torunlarını dahi 'sırf torunları oldukları için' sevmemektedir. Hayır. Onun her türlü fiilinde/sözünde makam-ı nübüvvetin geniş okuyuşu vardır. Evet. O, Ehl-i Beytten geleceklerin gelecekte sünnetin himayesinde göreceği mühim hizmeti görmüş, onları temsilen Hz. Hasan ve Hüseyin efendilerimizin başlarını öpmüştür. Yani bu yoğun sevgi 'dünyevî bir akraba sevgisi' değildir. Arkasında ümmetin bütününü kapsayan bir anlam vardır. Hepsini kollayan bir uhrevî menfaat vardır. Hem zaten Hâtemü'l-Enbiya aleyhissalatuvesselam sırf bir karabet-i nesliye saikiyle, yakınlarına kıyak olsun diye, böyle birşey arzulayacak değildir. Onun eteği böylesi çamurlardan da münezzehtir. Nübüvvetin istiğnası böyle ücretlere talip olmaktan beridir. Peygamberler ecirlerini, Kur'an'da buyrulduğu gibi, yalnız Allah'tan isterler. Kullara minnet etmezler.
"Bu hakikati teyid eden mükerrer rivayetlerde ferman etmiş: 'Size iki şey bırakıyorum; onlara temessük etseniz necat bulursunuz: biri Kitabullah, biri Âl-i Beytim.' Çünkü Sünnet-i Seniyyenin menbaı ve muhafızı ve her cihetle iltizam etmesiyle mükellef olan Âl-i Beyttir. İşte bu sırra binaendir ki, Kitap ve Sünnete ittibâ ünvanıyla, bu hakikat-i hadîsiye bildirilmiştir. Demek Âl-i Beytten, vazife-i risaletçe muradı, Sünnet-i Seniyyesidir. Sünnet-i Seniyyeye ittibâı terk eden, hakikî Âl-i Beytten olmadığı gibi, Âl-i Beyte hakiki dost da olamaz."
4. Lem'a'dan aldığımız bu mihenkleri, artık, Efendimiz aleyhissalatuvesselamın hayatında 'müteşabih gibi görünen' her detaya karşı istimal edebiliriz. Özellikle de Oryantalistlerin (ve onların yerli mukallidlerinin) çoklukla dillerine doladıkları mevzulara karşı... Mesela? Mesela: Efendimizin eşlerinin çokluğu meselesi. Mesela: Zeyneb radyallahu anha annemizle izdivacı meselesi. Mesela... Neyse. Uzatmayayım. Sayısını çoğaltabiliriz. Fakat hepsinin cevabı aynıdır. Yani aynı zeminden verilir. Böylesi hiçbir meselede Aleyhissalatuvesselam Efendimizin sözü-tavrı 'nefsini önceleyen' bir tutumdan kaynaklanmamıştır. Onun her amel edişinde ümmeti için gözetilmiş faydalar vardır. Oryantalistlerin geviş getirdikleri "İnsanî zaafları onu böyle şeylere itmiştir!" tarzı okumalar tastamam iftiradır. Yazıktır. Rezilliktir. Kur'an'da haber verilen istiğnasına da aykırı düşer. Onun bizden gelecek hiçbir menfaate ihtiyacı yoktur. Aksine bizim sıkıntıya düşmemek için sünnetine ihtiyacımız vardır. Eğer hâlâ hikmetini kavrayamadıklarımız mevcutsa, zihnimizdeki bulanıklık, şüphe yok ki cahilliğimizdendir. Hüda'dan açılmasını dileyebiliriz. Yoksa sünnetine iftira edip şefkatini zedelememeliyiz. Terbiyesizlik etmemeliyiz. Onun sünneti de hep şefkatindendir. Şefkati de hep sünnettindedir. Sünneti yitiren şefkate liyakatini kaybeder. Öyle olmaktan Allah'a sığınalım arkadaşım. Dünyada bundan büyük bedbahtlık yoktur.
0 notes
Photo
İsrâ 7 İşte (böyle bir durumda) şayet iyilik (ve adalet) ederseniz, kendi nefsinize (ve menfaatinize olacaktır). Yok, eğer kötülük (ve zulüm) ederseniz, o da kendi aleyhinize (sonuçlar doğuracaktır. Ama siz maalesef yine zulüm ve kötülük yoluna sapacak, elinizdeki ve emrinizdeki imkân ve iktidarları Siyonist hayallerinizi ve şeytani niyetinizi gerçekleştirmek için korkunç bir haksızlık ve ahlâksızlık yolunda kullanacaksınız. Dünya’yı savaş ve soygun alanına çevirecek ve insanları birbirine kırdıracaksınız.) Arkasından bu sonuncu (sapkınlık ve şımarıklığınızı cezalandırma) zamanı gelince, size öyle (Mü’min ve Mücahit kullarımızı göndereceğiz ki), yüzlerinizi kötüleştirsinler (servet ve saltanatınızı yıkıp sizi dize getirsinler, yüzlerinizi yere sürdürsünler) ve ilk kez girdikleri (Buhtunnasr veya Hz. Ömer döneminde Kudüs’ü fethettikleri) gibi tekrar yine Mescid’i (Aksa’ya) girsinler ve ele geçirdikleri (hainleri, katilleri ve mel’ânet merkezlerini) mahvu perişan etsinler. (Böylece Siyonist saltanatınıza son versinler ve İsrail denen beşeriyet bünyesindeki kanser urunu kesip temizlesinler. Ey Beni İsrail, bu Allah’ın va’adi ve tehdididir ki, mutlaka yaşayacaksınız!) http://www.mealikerim.com/17/isra/7 https://www.instagram.com/p/B8Y4iaRHu_c/?igshid=8c0basuf94fv
0 notes
Text
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİYM
AKSARAY OLANLAR DERGÂHI ŞEYHİ İBRAHİM EFENDİ'NİN TASAVVUF MANZÛMESİ
1 Bidâyette tasavvuf sûfî bî-can olmağa derler
Nihâyette gönül tahtında sultân olmağa derler
Tasavvuf mesleğine intisâb etmek isteyen sûfî, bu dergâha girerken, maddî varlığından sıyrılmalı ve kendinde bir varlık görmemelidir. Bu tarzda başlayana mânevi yolculuğun (seyr u sülûk) nihâyetine ulaşan kimse gönül tahtının sultânı olur.
2 Tarîkatte ibârettir tasavvuf mahv-ı sûretten
Hakîkatte sarây-ı sırda mihmân olmağa derler
Tarîkatte tasavvuf; sûretin (maddi varlığın) yok farzedilmesinden ibârettir. Bu yolla hakîkate ulaşanlar, ilâhî olan sır sarayının misâfiri olurlar.
3 Bu âb u kil libâsından tasavvuf âri olmaktır
Tasavvuf cism-i sâfî nûr-i Yezdân olmağa derler
Tasavvuf, toprak ve sudan ibâret olan sûretten temizlenmektir. Varlığından soyulan derviş, cismini saflaştırarak, Allah Teâlâ'nın nûru olur. (O'nunla görür, O'nunla işitir, O'nunla tutar ve O'nunla yürür.)
4 Tasavvuf lem'ayı envâr-ı mutlaktan uyarmaktır
Tasavvuf âteş-i aşk il sûzân olmağa derler
Tasavvuf, gönülde mutlak nûrlardan bir ışık yakarak, aşk ateşiyle yanıp tutuşmaktır.
Aşk bir şem'-i ilâhîdir benim pervânesi
Şevk bir zencîrdir gönlüm anın dîvânesi
-- Şeyh Galip --
5 Tasavvufta şerâit nâme-i hestîyi dürmektir
Tasavvuf ehl-i şer' u ehl-i îmân olmağa derler
Tasavvufta esas olan, varlık kitabını dürerek, varlığından geçmektir.
Bana bende demen bende değilem
Bir ben vardır bende benden içeru
-- Yunus Emre --
Tasavvuf, hem şerîat, hem îman ehli olmaktır.
6 Tasavvuf ârif olmaktır hakîmen âdetullâha
Tasavvuf cümle ehli derde dermân olmağa derler
Tasavvuf, hakîmâne bir tarzda âdetullâhı (sünnetullah) anlamak, tüm dert sâhiplerinin derdine derman olmaktır.
7 Tasavvuf'ten tılısmın ism miftâhıyla açmaktır
Tasavvuf bu imâret külli vîrân olmağa derler
Her düğümün bir tılsımla açıldığı söylenir. Tenin tılsımı da "Allah" isminin anahtarı olan "Bismillâh" ile açılır. Tasavvuf ma'mûr olan bu varlığı tamâmen vîrân etmek, nefse nispetle rûhu beslemektir.
8 Tasavvuf sûfî kâli hâle tebdîl eylemektir bil
Dahî her söz ki söyler âb-ı hayvân olmağa derler
Tasavvuf, sûfînin kâlini (sözünü ve bilgisini) hâle tebdîl etmesidir (ilmiyle âmil olma). Hâl ehli olan, söylediklerini ve bildiklerini bizzat yaşayan bir kimsenin her sözü, başkaları için hayat iksîri hükmündedir.
9 Tasavvuf ilm-i ta'bîrât u te'vîlâtı bilmektir
Tasavvuf can evinde sırr-ı Sübhân olmağa derler
Tasavvuf, ta'bîr ve te'vîl ilmine vâkıf olmak, Kitap ve Sünnet'in esrârını anlamaktır. Tasavvuf kalbi, ilâhî sırların mecrâsı ve mir'âtı yapmaktır.
10 Tasavvuf hayret-i kübrâda mest ü vâlih olmaktır
Tasavvuf Hakk'ın esrârında hayrân olmağa derler
Tasavvuf, büyük bir hayret ve dehşetle kendinden geçmek, Hakk'ın nâmütenâhî esrârı karşısında hayran kalıp ürpermektir.
11 Tasavvuf kalb evinden mâsivâllahı gidermektir
Tasavvuf kalb-i mü'min arş-ı Rahmân olmağa derler
Tasavvuf, gönül hânesinden mâsivâyı temizlemek, kalbini Rahmân'ın arşı yapmaktır.
Kalb-i mü'min arş-ı Rahmân'dır
Ânı yıkmak ziyâde tuğyândır.
12 Tasavvuf her nefeste şarka vü garba erişmektir
Tasavvuf bu kamû halka nigehbân olmağa derler
Tasavvuf, her an, şarkta ve garbtaki müslümanları düşünmek, onların sevincine ve tasasına ortak olmak, ihtiyaç sâhiplerine hizmet etmektir. Tasavvuf, tüm halkı görüp gözetmeye çalışmaktır.
13 Tasavvuf cümle zerrât-ı cihânda Hakk'ı görmektir
Tasavvuf gün gibi kevne nümâyân olmağa derler
Tasavvuf, cihânın tüm zerrelerinde Hakk'ı müşâhede etmektir. Sûfî güneş gibidir. İnsanları zulmetten nûra ulaştırır.
Bir kitâbullah-ı a'zamdır serâser kâinat
Hangi harfi yoklasan mânâsı hep Allah çıkar.
14 Tasavvuf anlamaktır yetmişiki milletin dilin
Tasavvuf âlem-i akla Süleymân olmağa derler
Tasavvuf, yetmişiki milletin dilini bilmek, herkesin halinden anlamaktır. Hz. Süleyman nasıl kuş diline varıncaya kadar tüm dilleri biliyorsa, tasavvuf erbâbı da akıl âlemine Süleyman olmalıdır.
15 Tasavvuf urvetü'l-vüskâ yükün cân ile çekmektir
Tasavvuf mazhar-ı âyât-ı gufrân olmağa derler
Tasavvuf, Kur'ân-ı Kerîm'in hükümlerine tüm gücüyle bağlanmak ve ölünceye kadar bu inancını devam ettirmektir. Böyle bir davranış içinde bulunan sûfî, gufran âyetlerinin mazharı olur.
16 Tasavvuf ism-i a'zamla tasarruftur bütün kevne
Tasavvuf câmi-i ahkâm-ı Kur'ân olmağa derler
Tasavvuf, bugün kâinatta "İsm-i a'zam"la tasarruf etmektir. Böyle bir davranış içinde bulunan sûfî, gufran âyetlerinin mazharı olur.
17 Tasavvuf her nazarda zât-ı Hakk'a nâzır olmaktır
Tasavvuf sûfiye her müşkil âsân olmağa derler
"İsm-i a'zam", Allah Teâlâ'nın Kur'ân-ı Kerîm'de geçen yüz isminden doksan dokuzu belli olan "Esmâu'l-Hüsnâ"sının fevkindeki adına verilen isim olarak bilinir. Herkes tarafından bilinmeyen bu isme vâkıf olan kimse Allah Teâlâ'nın izniyle tasarruf imkânına sâhip olur diye bir inanç vardır.
Tasarruf sâhibi Allah Teâlâ'dır. Cenâb-ı Hakk'ın nâmütenâhî olan esmâ ve sıfâtının tecellileri, çeşitli sûretlerde hâriçte zâhir olur.
18 Tasavvuf ilm-i Hakk'a sînesini mahzen etmektir
Tasavvuf sûfî bir katreyken ummân olmağa derler
Tasavvuf, Hakk'ın ilmine kalbini mahzen etmektir. Ledünnî ilme sâhip olmak ve bu sûretle beşeriyete faydalı hale gelmektir. Bu sâyede bir katreden ibâret bulunan sûfî umman hâline gelmiş olur.
19 Tasavvuf külli yakmaktır vücûdun nâr-ı lâ ile
Tasavvuf nûr-i illâ ile insân olmağa derler
Tasavvuf, mâsivâyı yok farzetmek, onu "lâ" ateşiyle yakmak ve "illâ" nûruyla insân-ı kâmil olmaktır. (Lâ mevcûde illâ Hû).
20 Tasavvuf onsekiz bin âleme dopdolu olmaktır
Tasavvuf nüh felek emrine fermân olmağa derler
Tasavvuf, kâinattan haberdar olmak, onsekiz bir âlem hakkında bilgi edinmek, eşyânın künhüne vukuf kesbedip dokuz feleğin (güneş sistemi) emrine ferman olmaktır.
21 Tasavvuf "kul kefâ billâh" ile da'vetdürür halkı
Tasavvuf "irciî" lafzıyla mestân olmağa derler
Tasavvuf, "kul kefâ billah" âyetiyle insanları Hak yola dâvet etmek, "irciî" emrinin zevkiyle kendinden geçmektir.
Ehl-i tevhîd olmak istersen sivâya meyli kes
Aç gözün merdâne bak, Allah bes, bâkî heves!
22 Tasavvuf günde bin kerre ölüp yine dirilmektir
Tasavvuf cümle âlem cismine cân olmağa derler
Tasavvuf, Hakk'ın nâmütenâhî kudretini müşâhede edip kendinden geçmek, ölmeden evvel ölmek, rûhen diri kalmaktır.
Tasavvuf, tüm âlemin cisminin rûhu olmak, onları ihyâ etmek, Hak Teâlâ'nın "Hayy" isminin mazharı olmaktır.
23 Tasavvuf zât-ı insan zât-ı Hak'da fânî olmaktır
Tasavvuf "kurbu ev ednâ"da pinhân olmağa derler
Tasavvuf, sûfînin kendi varlığını, gerçek varlıkta yok etmesi, bu sâyede "Kurbu ev ednâ" makâmına ulaşmasıdır.
24 Tasavvuf cânı cânâna verip âzâde olmaktır
Tasavvuf cân-ı cânân cân-ı cânân olmağa derler
Tasavvuf, canı sevgiliye verip, mâsivâ esâretinden kurtulmak, gerçek sevgilinin canı olmaktır.
25 Tasavvuf bende olmaktır hakîkat hak ey İbrâhim
Tasavvuf şer'-i Ahmed dilde bürhân olmağa derler
Tasavvuf, Allah Teâlâ'ya kul olmak, Peygamber (s.a.) Efendimiz'in şerîatini gönülde bir delil olarak yaşatmaktır.
0 notes
Photo
Müminlerin duası: Kahrol İsrail Ya Rab, Kahhar isminle kahreyle İsrail'i. Misliye ceza görsün her bir zalim fiili. İşgal etti arsızca, kalleşçe Filistin’i. Hain bir zihniyetle bayrak eyledi kini. Yıllardır Filistin'de zulme devam ediyor. Firavun ve Nemrut'un şer yolundan gidiyor. Mazlumların kanını emiyor, tıpkı vampir. Hayatı, felsefesi, icraatı şer ve kir. En iyi bildiği iş, masumları öldürmek. Şeytan ve deccalları, memnun etmek, güldürmek. Plajlarda oynayan çocukların celladı Duymamazlıktan gelir, yürek yakan feryadı. Lanetlenmiş bir millet, Kur’an’ın lisanında. Birçok Hak Resulüne, zulmetti zamanında. Eşkıyalık özünde, kalleşlik ruhunda var. Attığı tüm adımlar, beşeriyete zarar. Bu terör devletinin zulmü kalamaz yerde. Mukadder gün gelince, düçar olacak derde. Masum ve mazlumların ahı çıkacak elbet. Bu döktükleri kanda, boğulacaklar, evet. Siyonist felsefenin zalim, kindar neferi. Hak ve hukuk tanımaz, ifsat eder beşeri. Bütün şer fikirlerin banisi bu zihniyet. İnsanlığın başına bela oldu bu illet. Fuhuş, faiz ve kumar sektörü ellerinde. Tahrik, yalan ve nefret; daima dillerinde. İnsanlığa zararlı olacak ne varsa, bil. İncelense altından çıkar kalleş İsrail. Kapitalist dünyanın bu şımarık evladı. Kan ve gözyaşı ile boğar bunca feryadı. İsrail zalim devlet; alçak, katil ve hunhar Emin olun varlığı, tüm insanlığa zarar. İslam’ın düşmanları bu devletin yanında. Aslında devlet değil, korsanlık var kanında. İnsanlığa zararlı her ne varsa âlemde. Bu menhus zihniyetin izi vardır her demde. Hep zilletle yaşadı bu Yahudi milleti. Böylece düşman bildi, bütün beşeriyeti. Aynen bir çıban gibi, Orta Doğu'da bela. Pervasızca bölgede nefret kusuyor hala. Ümmetteki ihtilaf, onlara vermiş hayat. Desise ve kavgayla bölgeye vermez rahat. Kudüs, tüm Müslümanlar için ardır, namustur. Ey mümin kardeş, yeter, bu saldırganı sustur. İslam’ın ilk kıblesi, mahzun Mescid-i Aksa Müminler cesaretle, sönmez meşale yaksa. Çığlıklar hep birleşse, zulmün hakkından gelir. Feryatlar ve figanlar arşa kadar yükselir. Cehennem ateşini, bu zalimlere saklar. Rabbim azap gününde, adalet ile haklar. Çoluk çocuk demeden öldürüyor bu katil. MÜMİNLERİN DUASI: ‘’KAHROL, İSRAİL https://www.instagram.com/p/BxgTXXalaON/?igshid=12qqpzmkncvkl
0 notes
Text
Beşeriyetin Hikâyesi
Çok büyük bir sarayda, çok küçük bir pencerenin önündeydim. Bu pencereden içine binlerce kişiyi alan bir odayı görüyordum. Odanın çevresi, benim ki gibi küçük küçük pencerelerle doluydu. Her birine bir adam oturmuş, bu odayı seyrediyordu. Odada, zümrüttten, yakuttan yapılmış kürsülere kurulmuş başları taçlı, çoğunun yüzleri peçeli, heybetli ve vakur zatlar bulunmaktaydı. Kürsülerin bir kısmı diğerlerinden daha yüksek ve değerli taşlardan yapılmış olup, bunların ortasında hepsinden daha yüksek boş bir kürsü göze çarpıyordu. Bu kürsülerde oturan zatlardan biri ayağa kalkarak: -Beşeriyet gelmiş, bizden bir sual soracakmış; müsaade ederseniz gelsin, dedi. Orada bulunanlar münasip gördüklerini beyan ettikten sonra ilk konuşan zatın emri üzerine beşeriyet odaya kabul edildi. Beşeriyet namındaki bu adam, sefil ve hastalıklı bir zavallı idi. Giydiği eski püskü elbiseler, sarı ve bitkin çehresi, mecliste bulunanlar ile tam bir tezat teşkil ediyordu.. Başkanın vekili bu vekile hitaben: -Ey beşeriyet otur, rahat et ve sorunu sor! dedi. Beşeriyet oturmadı. -Oturup rahat etmek mi! yazıklar olsun! Sanki yüz binlerce senedir oturacak, rahat edecek vaktimi buldum! Bir taraftan geçim derdi, bir taraftan vücuduma musallat olan bin türlü hastalık, bende oturup dinlenecek vakit mi bırakıyorlar? Bu kadar perişan, bu kadar zavallı iken bile intiharı göze alamıyorum. Ben alçağın biriyim! Hem de çok… diye feryat etti. Beşeriyet hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Son derece müteessir olan meclistekiler, hazin bir sessizliğe gömülmüştü. Bütün üyeler onun acısını ve üzüntüsünü paylaşıyormuş gibiydiler. Başkan vekili: -Mesele tahmin ettiğimizden de büyük! Çözüme kavuşturlması ise başkanımızın gelmesine bağlı, dedi. Beşeriyet: -Hiç değilse bu kadar sefalete neden maruz kaldığımı, neden intihar etmediğimi bir anlasam… Meclistekilerden biri ayağa kalkarak: İzin verirseniz, şu zavallıyı teselli etmeye çalışayım, dedi. Herkesin rıza göstermesi üzerine şunları söyledi; -YARAB! İNSANI HAYATA BAĞLAYAN BU LEZZET, BU GARİP KUVVETTE NE? HAYATTAKİ BİRGÜN SONU GELECEKTİR, DERT VE KEDERLE DOLUDUR. AMA YİNEDE ARZULANAN O, ACABA NEDİR BUNDAKİ HİKMET? İNSANIN YAKASINI BİNBİR ACI, GEÇİM DERDİ BİR TÜRLÜ BIRAKMAZ. ÇOCUKLUĞUNDA BEŞİKTE AĞLAR, O MASUM GÜNAHSIZ ÇAĞI FERYATLAR İÇİNDE GEÇER. GENÇLİĞİ BİN TÜRLÜ ARZU VE İSTEKLE DOLUDUR. İHTİYARLIĞINDA İSE MİHNET VE SIKINTI İLE BOĞULUR ECEL VAKTİ GELDİĞİ ZAMAN, YAŞADIKLARI BİR ANDAN İBARETTİR. PEKİ BİR AN İÇİN Mİ BUNCA SEFALET? BÜTÜN BUNLARA GAİP TEN BİR SES CEVAP VERDİ: HAYATTA Kİ BU ZEVK VE KIYMET, AKILLILAR İÇİN İLAHİ GÜZELLİKLERİ SEYRETMEK, CAHİLLER İÇİN İSE YEMEKLE, ŞEHVET. Beşeriyet bir ah etti ve: -Doğru!.. Doğru!.. Bana söyleyin! Yalvarırım, merhamet edinde bana söyleyin! Madem hayattan nefret ediyorum hiç bir zevk almıyorum, o halde saadet nedir? Lütfen bana söyleyin! diye yalvardı. tam o sırada başkan geldi. Meseleyi anladı ve oradakilere: -Buyrun, şu dertlinin derdine derman olun, dedi. Mecliste bulunanlardan bazıları söz alıp şöyle dediler: Halil -Saadet; çalışmak, kazanmak, kazancını başkalarıyla paylaşmaktır. kelim -Saadet; nefsi, arzu istek ve ihtiras Firavunundan kurtarmaktır dedi. Adem -Saadet; şeytana uymamak, Havva ya aldanmamaktır dedi. Konfiçyus -Saadet; bir tencere pirinç pilavına tüm lezzetleri sığdırmaktır dedi. Eflatun -Daima yüce ve manevi değerleri düşünmektir dedi. Aristo -Mantık! İşte saadet budur! Zerdüşt -Saadet; karanlıkta kalmamaktır, dedi. Brahma -Saadet; Herkesin zannı ne ise, işte onun tam tersidir, dedi. Mesih -Saadet; maziyi unutmak, içinde bulundulunuz anı iyi değerlendirmektir, geleceği düşünmemekle mümkündür, dedi. Lokman -İnsanlar bu kelimeyi hasret duyup da elde edemediklerini sözle ifade etmek için icat etmişlerdir! Hızır -Saadet; ihtirasın giremediği gönüllerde, bazen şimşek gibi çakan bir hayattır! Bu sözler üzerine Buddha öfkeyle ayağı fırlayarak: -Ey Beşeriyet! Saadet, hiçliğin güzel isimlerindendir! Nirvana Ey beşeriyet, Nirvana! dedi. Beşeriyet kendini kaybedip güçsüz bir halde yere yığıldı. -O… Hangisi? Hangisi? diye mırıldandı. O zaman başkan ayağa kalkarak : -Ey beşeriyet! Saadet, hayatı olduğu gibi kabul edip zorluklarına göğüs germek, ıslahı için çaba göstermektir, dedi. Beşeriyet ayağa kalktı ve: -Fahr-i Alem Efendimiz! Beşeriyetin dertlerini bir anlayan ve bu dertlere merhem olan yalnız sensin! dedi.
3 notes
·
View notes
Text
A. Zekai Özger: Miş bir geçmiş zaman failiymiş/ ey beşeriyet beni beş iftarda öp
http://dlvr.it/QWgq7w
0 notes