#et için kefen
Explore tagged Tumblr posts
Text
ET DAMGALAMA MÜREKKEBİ SADECE BİZDEN ALINIR 0553 4448888
#et damga#et kefeni#et boyası#et kalemi#et filesi#filetfilesi#et damgalama mürekkebi#0553 444 88 88#et için kefen#et için file#et sarma kumaşı#et kaşe mürekkebi
0 notes
Text
Dük De L’Omelette - Edgar Allan Poe
“Ve hemen daha serin bir diyara adım attı” COWPER
Keats bir eleştiri yüzünden can verdi. “The Andromache” (1) yüzünden ölen kimdi? Aşağılık ruhlar! De L’Omelette bir ortolan (2) yüzünden öldü. L’historie en est brève. (Bunun öyküsü kısadır.) Yardım et bana, Apicius’un ruhu!
Küçük kanatlı gezgin Peru’daki evinden Chausèe D’Antin’e aşık, gevşemiş, üşengeç bir halde, altın bir kafesle taşındı. Sahibi Kraliçe La Bellissima tarafından gönderilen o talihli kuşu Dük De L’Omelette’e imparatorluğun altı baronu götürdü.
Dük o gece yemeğini tek başına yiyecekti. Dairesinin mahremiyeti içinde, uğrunda açık arttırmada kralından fazla para vererek sadakatini feda ettiği o kanepenin -o kötü şöhretli Cadêt kanepenin üstüne yavaşça uzandı.
Yüzünü yastığına gömüyor. Saat çalıyor! Duygularına hakim olamayan Dük bir zeytin tanesi yutuyor. Tam bu anda hafif bir müzik sesi ile birlikte kapı usulca açılıyor ve birden! Kuşların en güzeli erkeklerin en aşağının önünde duruyor! Ama Dük’ün yüzü şimdi hangi tarifsiz dehşetli allak bullak oldu? –“Horreur! – Chien! – Baptiste! – L’oiseau! Ah, bon dieu! Cet oiseau modeste que tu as dèshabillè de ses plumes. Et que tu as servi sans papier!” (Korkunç! Köpek! Baptist! Kuş! Ah, ulu Tanrım! Bu basit kuşun kanatlarını yolup kağıt süslemeler olmadan servis yapmışsın!) Daha fazlasını söylemek gereksiz: -Dük ani ve şiddetli bir tiksinti kriziyle son nefesini verdi.
“Ha! Ha! Ha!” dedi Dük, öl��münden sonraki üçüncü günde.
“He! He! He!” diye yanıtladı Şeytan hafifçe, bir hauteur (3) havasıyla doğrularak.
“Ama ciddi olamazsınız,” diye karşılık verdi De L’Omelette. “Günah işledim –c’est vrai (Bu doğru)– ama, saygıdeğer bayım, lütfen bir düşünün! Böylesine – böylesine barbarca tehditleri eyleme geçirmek gibi bir niyetiniz yok herhalde.”
“Böylesine neyi?” dedi Majesteleri – “Haydi bayım, soyunun!”
“Soyunun ha! –Aman ne güzel! Hayır efendim, soyunmayacağım. Söyler misiniz, siz kim oluyorsunuz da ben, Dük De L’Omelette, Foie Gras’ın (4) yeni reşit olmuş prensi, “Mazurkiad’ın yazarı ve Akademi Üyesi, Bourdon tarafından yapılmış en güzel pantolonu, Rombêrt’in diktiği en zarif robe-de-chambre’ı emriniz üzerine çıkaracağım –saçlarımı bozacağım- eldivenlerimi çıkarmak için zahmet de cabası!?”
“Ben kim mi oluyorum? Ah evet! Ben Baal-Zebub’ım (5), Sineklerin Prensi. Seni şimdi içi fildişi kaplı, gül ağacından bir tabuttan çıkardım. Tuhaf bir kokun vardı ve irsaliye üstüne iliştirilmişti. Seni Belial gönderdi, Mezarlıklar Müfettişim. Bourdon tarafından yapıldığını söylediğin pantolonun mükemmel bir keten don, robe-de-chambre’ın ise geniş bir kefen.”
“Bayım!” diye yanıtladı Dük. “Hakaretinizi karşılıksız bırakamam! Bayım! Bu hakaretin intikamını sizden ilk fırsatta alacağım! Bayım! Yine görüşeceğiz! Şimdilik au revoir!” ve Dük eğilerek Şeytan’ın huzurundan çekiliyordu ki, beklemekte olan bir beyefendi tarafından durdurulup geri getirildi. Bunun üzerine Dük Hazretleri gözlerini ovuşturdu, esnedi, omuz silkti, düşündü. Kimliği konusunda tatmin olduktan sonra etrafını kuşbakışı bir incelemeye tabi tutttu.
Daire muhteşemdi. De L’Omelette bile orayı bien comme il faut (olması gerektiği gibi) ilan etti. Şaşırtıcı olan uzunluğu ya da genişliği değil –ah, yüksekliğiydi! Tavan yoktu, onun yerinde yoğun bir ateş renkli bulutlar girdabı vardı. Yukarı bakınca Dük’ün başı döndü. Tepeden kan renginde, bilinmeyen bir metalden yapılma bir zincir sarkıyordu –üst ucu görünmüyordu, tıpkı Boston şehri gibi, parmi les nues (bulutların arasında) idi. Alt ucunda büyük bir fener sallanmaktaydı. Dük bunun yakuttan yapılma olduğunu biliyordu; ama öyle yoğun, öyle dingin, öyle korkunç bir ışık yayıyordu ki, İran böylesine asla tapmamıştı. Gheber böylesini asla hayal etmemişti. Mussulman afyonun etkisi altındayken, sırtı çiçeklere, yüzü Tanrı Apollo’ya dönük halde bir haşhaş tarlasında sendeleyerek yürürken böylesini asla düşlememişti. Dük hafif, kesin olarak tasvipkar bir küfür mırıldandı.
Odanın köşelerinde yuvarlak oyuklar vardı. Bunların üçünde dev heykeller duruyordu. Güzellikleri Yunan, biçimsizlikleri Mısır, tout ensembleleri (yarattığı tüm etki) Fransız tarzında idi. Dördüncü oyuktaki heykelin üstü örtülüydü; devasa da değildi. Ama ince bir ayak bileği, sandaletli bir ayak görünüyordu. De L’Omelette elini kalbine bastırdı, gözlerini kapadı, yukarı kaldırdı ve Majesteleri Şeytanı görerek kızardı.
Ama tablolar! Kupris! Astarte! Astoreth! Bin bir tane! Ve Rafaelle onları görmüş! Evet, Rafaelle buraya gelmiş; ne de olsa o _______’yi çizmedi mi? Ve bu yüzden de lanetlenmedi mi? Tablolar! Tablolar! Ah lüks! Ah aşk! Bu yasak güzellikleri gören kim, sümbül rengi ve somaki duvarlarda yıldızlar gibi parıldayan altın çerçevelerin zarafetine bakar ki?
Ama Dük kendini kaybediyor. Ancak sandığınız gibi görkemden başı dönmüş ya da o sayısız tütsünün muhteşem kokularıyla sarhoş olmuş değil. C’est vrai que de toutes ces choses il a pensè beaucoup mais! (Böyle şeyler üstüne epey kafa yorduğu doğru ama!) Dük De L’Omelette dehşete kapılmış durumda çünkü tek bir perdesiz pencerenin sergilediği kurşuni manzarada ateşlerin en korkuncu parıldıyor!
Le pauvre Duc! (Zavallı Dük!) O salonu dolduran yüce, haz verici, bitimsiz melodilerin büyülü pencere camlarının simyasından geçerken süzülen ve dönüşüme uğratılan, umutsuzların ve lanetlilerin inlemeleri ve ulumaları olduğunu düşünmeden edemiyor! Ve oradaki! Oradaki! O kanepenin üstündeki! Kim olabilir? Petit-mâitre (züppe) -hayır Tanrı- olabilir mi, soluk çehresiyle, si amèrement, et qui sourit (öylesine haşince gülümseyerek), mermerden yapılmışçasına oturan?
Mais il faut agir (Ama harekete geçmeli), yani bir Fransız asla ulu orta bayılmaz. Hem Dük Hazretleri olay çıkarmaktan nefret ederdi. De L’Omelette kendine geldi. Masada kartlar vardı, puan fişleri de. Dük, B_____’nin öğrencisiydi; il avait tuè ses six hommes (altı kişi öldürmüştü). Öyleyse, il peut s’èchapper (öyleyse kurtulabilir). İki fişi eline alıyor ve taklit edilemez bir zarafetle Majestelerine seçimi sunuyor. Horreur! Majesteleri hamle yapmıyor!
Mais il joue! (Ama kumar oynuyor!) Ne mutluluk verici bir düşünce! Ama Dük’ün hep kusursuz bir hafızası olmuştu. Abbè Gualtier’in Diable’ını gözden geçirmişti. Orada “que le Diable n’ose pas refuser un jeu d’ècarte” (şeytanın bir el kumar oynamaya hayır diyemeyeceği) deniyordu.
Ama ihtimaller –ihtimaller! Evet –umutsuzdu ama Dük’ün kendisinden daha umutsuz olamazlardı. Hem o işin sırrını bilmiyor muydu? Père Le Brun’u üstünkörü okumamış mıydı? Vingtun Kulübü’nün bir üyesi değil miydi? “Si je perds,” dedi, “je serai deux fois perdu –eğer kaybedersem iki kez lanetleneceğim- voilà tout (hepsi bu)!” Burada Dük Hazretleri omuz silkti. “Si je gagne, je reviendrai à mes ortolans –que les cartes soient prèparèes! (Kazanırsam ortolanlarıma geri döneceğim, kağıtlar hazırlansın!)”
Dük dikkat kesilmişti, Majsteleri özgüvenle doluydu. Bir izleyicinin aklına Francis ve Charles gelirdi. Dük Hazretleri oyununu düşündü. Majesteleri düşünmedi; kartları karıştırdı. Dük kesti.
Kartlar dağıtıldı. Koz belli oldu –koz –koz –papaz! Hayır –kızdı. Majesteleri kızın üstündeki erkeksi giysilere küfretti. De L’Omelette elini kalbinin üstüne koydu.
Oynuyorlar. Dük sayıyor. El dağıtılıyor. Majesteleri de ağır ağır sayıyor, gülümsüyor, şarap içiyor. Dük bir kart veriyor.
“C’est à vous à faire! (Sıra sende!)” dedi Majesteleri keserken. Dük Hazretleri başını eğerek selam verdi, sağıttı ve masadan kalktı, en prèsentant le Roi (papazı gösterirken).
Majesteleri hayal kırıklığına uğramış gibi görünüyordu.
İskender İskender olmasa Diyojen olurdu ve Dük çıkıp giderken hasmını şu konuda temin etti: “que s’il n’eut pas ètè De L’Omelette il n’aurait point d’objection d’ètre le Diable. (Eğer De L’Omelette olmasa Şeytan olmaya itiraz etmezdi).”
1836
(1) Montfleury. Parnasse Rèformè’nin yazarı onu Hades’te şöyle konuşturur: “L’homme donc qui voudrait savoir ce dont je suis mort, qu’il ne demande pas s’il fut de fièvre ou de pondagre ou d’autre chose, mais qu’il entende que ce ful de L’Andromaque.”
(2) Tadı leziz bir tür Avrupa kuşu.
(3) Mağrurluk.
(4) Kaz ciğerinden yapılan ünlü bir Fransız yemeği.
(5) Şeytan.
6 notes
·
View notes
Text
ŞİİR: YAR ÇANAKKALE
Denize gömüldü duyduk bedenler,
Kendini bilene ar, Çanakkale..
Canını vatana, feda edenler,
Şimdiki gençlere yar, Çanakkale..
Yer gök duman olmuş bu neyin nesi
İman gücü sarmış bütün herkesi
Allah Allah diyen Mehmet'in sesi
On sekiz Mart günü kor, Çanakkale..
Peygamberim bile verdi himmeti
Bu imanla aşka geldi ümmeti
Bir harbin sonunda kalan milleti
Bağrına basarak sar, Çanakkale..
Çıkmadı o şartta vatan satanlar,
Ölümü bilerek güle katanlar,
Kefen bulamadı orda yatanlar,
Bizi gelenlerden sor, Çanakkale...
Türk'e karşı duran düşünsün kendi,
Bu toprağa basmak zordur efendi,
Yere düşen nefer ölümsüz dendi,
Etten ve kemikten sur, Çanakkale..
Vatana adandı kınalı kuzu,
Bıraktı sılada oğul ve kızı,
İndirmemek için Hilal-Yıldızı,
Geride binlerin var, Çanakkale..
Çelikten kaleyim aziz vatana,
Helal ettim sende et helal bana,
Helal olsun hakkım yerde yatana,
Bastım şu bağrıma der, Çanakkale.
( ÇANKIRILI ŞAİR )
Berat Selçuk Ceyhan
#Çanakkale#şiir#şehit#şehitlik#vatan#bu vatan bizim#vatan sevgisi#Çankırılı şair#beratselçukceyhan#sevdabulutları kitabı
60 notes
·
View notes
Text
Kamyon Arkası Sözler
Kamyon arkası sözler, kamyon arkası yazıları, anlamlı kamyon arkası yazılar, felsefi kamyon arkası yazılar, ayıp kamyon arkası yazılar, küfürlü kamyon arkası yazılar gibi en güzel sözler için aliskanlik.com
Kamyon arkası sözler, trafik içerisinde ya da bir internet ortamında gördüğümüz ve bazen yüzümüzü güldürüp bazen de bu sözler ile hayata sitem edebildiğimiz sözlerdir. Kamyon arkası sözler toplumun büyük bir çoğunluğu için oldukça dikkat çekici olma özelliğine sahiptir. Kamyon arkası sözler felsefi kamyon arkası yazıları da olabilir iken ödül alan kamyon arkası yazıları da olabilir.
Bazen bu dikkat çekme özelliğine sahip olan sözler küfürlü kamyon arkası yazıları olabilir ve sıklıkla da karşımıza çıkabilir. Bazen ise bundan çok daha farklı bir şekilde kro kamyon arkası yazıları da olabilme özelliğine sahiptir. Bazen düz bir kamyon olsa bile bazen de modifiyeli kamyon arkası yazıları da görebilmemiz mümkündür.
Üstelik tüm bunların haricinde erkeklere özgü bir olay olduğu düşünülen bu duruma rağmen anlamlı kamyon arkası sözler de görebilme imkânımız vardır. Bu sözlerin birçoğu şuan günümüzde efsaneleşen kamyon arkası sözlerdirler. Kamyon arkası sözler, aslında çok fazla gözümüze batmadığı anlarda bile belki bir reklam panosunda belki de bir film sahnesinde kaşımıza çıkar ve bizi oldukça da şaşırtabilir. İşte çok beğeneceğiniz o kamyon arkası sözleri;
Kamyon Arkası Sözler
Ben de doktor değilim ama hastam çok fazla.
Kimim ben? Dünya dert şampiyonu filan mı?
Sensiz kalmak mı? Asla!
Yollar içerisinde en hızlı benim, aşk yolunda ise en yavaş.
Bakma öyle gözlerime ben Karslıyım arkadaş.
Sen şoförsün dediler, sevdiğimiz kızı vermediler.
Hayat bana hep vız gelir aşk bana anca hız verir.
Korna çalma be kardeşim, uyuyorum dedik ya.
Sen aşık olmuşsan vur saza, eğer şoför olmuş isen bas be gaza.
Baktığın bu emek miras değil, tamamen alın teri.
Nasıl ki arabasız yol olamaz, işte öyle güzelim sensiz de hayat olmaz.
Madem alem kaşar olmuş bu kadar çok, nerde kaldı o zaman tostçu abiler.
Sağlam bir şoför asla kalmaz rampada, Müslüm baba sığmaz be olum o torpidoya.
Baktın bana yetişemiyorsun, o zaman el salla bebeğim.
Sen gazla arı gibi uçabilirsin ama frenle de at gibi duramazsın.
Bazıları herkesi bazıları çekici sever.
Bak güzelim; seni sevmek ibadetim ama ben seni sevemem çünkü cenabetim.
Sen de öyle bir sihirbazsın ki be güzelim, bak beni bile kaybettin.
Bizde hiçbir zaman geri vites olmadı, gerekirse ileri alırız.
Bu araba rampada yavaş, her düzlükte savaş.
Kamyon Arkası Yazıları
Sen git al fordun dizelini, sonra da sev köyün en güzelini.
Yahu peşimden gelme artık, ben de kaybolmuş durumdayım.
Kader karpuz değil ki be koklayıp da en iyisini alalım.
Baktın beni çekemiyorsun bir de anten tak da dene.
Hatalıysam sus be güzelim, aramızda kalsın.
Sen şimdi bu yazıyı okuyorsun ya, bana baya bir yaklaşmışsın demektir.
Sana benim gibi benim dikiz aynamdan bakan tüm gözler bir bir kör olsun.
Sen benim evimde en güzel eş ben ise yollarda olmuşum çilekeş.
Dalgasız olmuş denizler içerisinde herkes kaptan.
Bu gönül bir sana bir de sabah uykusuna hasta be güzelim.
Benim bu kolumda olan üç beş jilet yarası, o da bir kahpenin en son hatırası.
Biz gecelerin yollarının en kralıyız ama sabahları da rüyalarda uçarız.
Artık boşuna dönmeyi bırak be dünya, çift okey hep bende.
Sen kapılma benim rüzgarıma tamamen toz olursun ama geçme de yanımdan sakın ha, aşık olursun.
Sen rampada geçme beni yoksa ben düzlükte yakalarsam geçerim seni.
Çekilin yoldan, babalar en önden gider.
Eğer senin gönlüne bana yer yoksa güzelim; bana fark etmez zaten ben ayakta da giderim.
Ne Müslüm babadan ne de Orhan babadan, benim en sevdiğim tek parça “yedek parça”dır.
Kule benim kalkışıma, kızlar ise inişime hasta be.
Madem babam yaşlanıyor, o zaman çekilin kral benim.
Bu araba yolların kurdu ama babanın da fordu.
Sen eğer Karslıysan vur saza, şoför mi oldun? Durma be bas gaza.
Anlamlı Kamyon Arkası Yazılar
Sen benim selvi boylum ve al yazmalım.
Benim var burma burma bıyıklarım, öyle bakma Tarkan seni de ayıklarım.
Bak ben 4 tekerim ama çok da şekerim.
Siz beni yine de Türk kebapçılarına emanet edin.
Geç dayı geç, bu yol senin kurbanın olsun.
Bak ben rampaların hastasıyım, yolların da en best kankasıyım.
Sen bana yaklaşma bak toz olurun, geçme be beni pişman olursun.
Sen benim kalbimde batan bir güneş, ben de bu yollarda artık oldum çilekeş.
Cehennemde mevsim yok be güzelim, sen hep ateşlerde yanacaksın.
İşte gerçek ve iyi mazot asla selülit yapmaz.
Ben seni uzaktan severim, hatta öyle bir severim ki senin ruhun bile duymaz.
Ben artık karayollarında değil, senin kollarında bir öleyim ben.
Sevene işte gerçekten can feda, sevmeyene ise elveda diyorum.
Benim sana gelmediğim gün, sanayiye gittiğim gün demektir gülüm.
Ben seni diğer herkes gibi İstanbul boğazında değil Angara’mın ayazında sevmişim.
Ben hayatımı yazsam şimdi, o hikaye duble yol olur.
Benim kamyonum çeker on yirmi ton ama gönlüm de çekiyor bir güzeli oy oy
Ayarla bak et kendi hızını, üzme ellerin kızlarını.
Eğer bu dünyada her şey para olmuş ise, bırak o zaman üstü kalsın.
Sen şimdi öyle birini çok sev ki, sen öldüğün zaman o hiç daha fazla yaşamazsın.
Asfaltların şövalyesiyim.
Küfürlü Kamyon Arkası Yazılar
Ferrarisini bile satabilen bilge, kamyonundan bak bir türlü vazgeçmedi.
Ben şimdi vatan için gidiyorum ama senin için döneceğim.
Ben gökyüzünde süzülen bir yıldız olsa idim ilk sana kayardım valla.
Ölürsem kabrime sakın gelme, çok kalabalık ya sıkışırız.
Otobanda sürmek istiyorum sessiz bir hayat, asıl seni seven adam da kabahat.
Bu yollar benim gidişime, kızlar ise de duruşuma hasta.
Yürü be koçum, kimseni tutabilirmiş ki?
Yürü be artık sen de, endamını göreyim. Seni seven adamın be taa…
Ben artık senin beni sollayabilme ihtimalini bile sevmiyorum be kızım.
Nescafe bile şimdi üçü bir arada olmuş, ben hala sensiz bir başıma yalnızım be kızım.
Senin için ölürüm, ölmek mühim değil de kefen giymek çok tarzım değil benim güzelim.
Bu kuzuların hepsi kurdun olmalı, bu yolları da bırakmalısın fordun olmalı.
Benim kaderim eğer bu ise, bırakın beni gideceğim.
Avrupa’nın tüm yolları ağlar altımızda, Türk şoförü kızım bu durmaz asla yollarda.
Sarı kızın nazı anca benim ford’un ara gazı olabilir.
İstedim kızı, vermedi babası, sen kamyoncusun dediler.
Alırsan eğer bir Ford marka araba, o zaman sen de olursun yolların lordu da.
Ben artık seni çekeceğime el frenini çekerim, gönlüm yanacağına madem lastiklerim yansın.
Şoförün bahtı kara olmuş, muavinin ise de gönlü yara olmuş.
Ben bu rampaların hastası oldum ama gözlerin için de yasları tuttum.
Sen bak şimdi sollama beni, ben sonra sollarım seni.
Araman için illa hata mı yapmam gerekiyor be güzelim?
4 notes
·
View notes
Text
Bir idamlık Halil vardı asıldı...
Orgeneral Kenan Evren: “Adalet yerini bulsun diye bir sağdan bir soldan asıyorduk. Asmazsan bunlar virüs gibi çoğalır, işte o zaman Atatürk ilke ve inkılaplarından koparız.” Manisa Saruhanlı’dan bir vatan evladı… Henüz 18 Yaşında. İmam Hatip son sınıfta evlenir ki üç beş günlük damattır daha. Bir bakar darbe olmuş (12 Eylül 1980) apar topar alınmış karakola. Karıştığı hadise var mıdır, yoksa kulp mu takılır bilmiyoruz. Bildiğimiz şu ki isnat edilen suçları kabul etmeyecektir asla. 3 Haziran 1983 günü radyo ve televizyonda idam edildiğine dair haberler yayınlandığında, emniyete götürülmüş sıkıştırılmaktadır hâlâ... Kalem kıranların vicdanları da rahat değildir anlaşılan. İşkence iki gün sürecek ve bir şey alamayacaktırlar ondan. Ne belge, bilgi, ne itiraf, ne imza…Lakin koskoca konsey başkanı “asılsın” buyurmuştur, dönecek değillerdir ya!
MÜSAİT MİSİNİZ HOCAM? 5 Haziran akşamı iki sivil memur Muradiye Camii imamı Abdullah Hoca’ya gelirler, “bi’ nikâhımız vardı hocam!” -Buyurun gidelim tamam. Araba Buca Cezaevinin önünde durur. Hâkimler, hekimler, cankurtaranlar… Anlar ki yine darağacı kuruldu avluya… Abdullah Hoca daha evvel solcu gençlerin infazına getirilmiş ancak onlar “biz Allah’a, kitaba inanmıyoruz” deyip dinî telkini reddedince bükmüş boynunu çekilmiştir kenara. Elbette endişelidir, terslenmekten çekinir ne de olsa. Derken kapı açılır, elleri arkadan kelepçeli iki mahpus (Selçuk Duracık ve Halil Esendağ) içeri alınırlar. Gençler “Selamün Aleyküm” derler sıcak, mülayim bir ses tonuyla. Üzerlerinde kefene benzer libaslar, başlarında akça pakça namaz takkeleri ve ayaklarında bu gün için saklandığı belli çoraplar vardır... Kar beyaz ama! Sanki eski bir dost gibidirler, bir yerlerden aşina. Odadakilerle bakışır gülümserler. Ne bir tavır, ne bi’ eda. Tabip sorar “Herhangi bir şikâyetiniz?” “Yok, elhamdülilah” derler “taş gibiyiz evvelallah”. -Son arzunuz? -Mümkünse cenazelerimiz ailemize verilsin, o kadar. Hocaefendi “Kardeşlerim” der, “Dünya bir imtihan koridorudur. Ölüm ise ahiret hayatına açılan kapı. Ne mutlu bu yola Allah teâlâya iman ederek çıkanlara…” Gençler ikişer rekât namaz kılar, son dualarını yaparlar. Nur alâ nur, bir sükûnet oturur simalarına.
BOYNUNDA YAFTA..Ortalık nasıl sessiz, ökçeler çınlar avluda. Projektörler yanınca sehpa daha bir büyür sanki, kara kara gölgeler yollar sağa sola. Yağlı urgan tehditkârdır, hafif hafif salınmakta… Ürpertici bir manzara… Hoca efendi: “Yaşım altmışı geçmiş” de, “alacağımı almışım dünyadan. Buna rağmen ürkmedim desem yalan olur. Elim ayağım titredi heyecandan.” İnfaza Selçuk’tan başlarlar. Yafta asılır boynuna, delikanlı dimdik yürür sehpaya. -Allah’a gidiyorsun Selçuk. Tebessümle başını sallar “biliyorum hocam, inşallah!” Tekbir getirir, tevhid söyler, zikri hiç kesmez son ana kadar. Boynuna urganı geçirirken cellatına bir şeyler fısıldar. Adamın yüzü değişir, allak pullak olur âdeta. Cellat sandalyeyi çeker, o malum çatırtı. Bedeni döner döner ve yüzü kıbleye gelince durur hizada. Hekim tamam deyince alır, masaya yatırırlar, manalı bir tebessüm, sanki başka âlemlere bakmakta.
HÜSN-İ HATİME Halil “darağacında slogan atacak mısın” diye soran arkadaşlarına “hayır” demiştir, “asla!” Son cümlesinin kelime-i şehadet olmasını ister zira. Yürekli bir çocuktur, intihar olmasın diye tabureyi tekmelemeyecektir, ölümden korktuğundan değil yoksa. O da arkadaşı gibi eğilip bir şeyler söyler celladının kulağına. Bedeni aynen Selçuk gibi döner, yüzü kıbleye gelince, son nefesini verir uzunca bir solukla. Boğazından urganı çıkarıp masaya yatırırlar. Gözleri yarı açıktır, belli ki güzel şeyler seyretmektedir o anda. Abdullah Hoca göz kapaklarını çeker, çenesini bağlar. Yasin-i şerif tilavetine başlar. Mesleği icabı çok ölü görmüştür ama bunlar başka... Salih bir müminin uyku hâli vardır simalarında. Cellat duvarın dibine çökmüş, elleri şakaklarında. Hoca efendi çıkarken yaklaşıp sorar “sahi ne söylediler sana?” -Belki inanmayacaksın ama hakkını helal et dediler hocam. Bize genelde küfredilir oysa…
MÛTÛ KABLE ENTE MÛT! Halil ölmeden ölen bir gençtir. Allah’tan (celle celalüh) ne gelirse başı üstüne. Kahrın da hoş der, lütfun da… Devletin vereceği idam gömleğini istemeyecek kadar hassastır, idam hâli bu, ola ki yırtılır, kirlenir zeval gelmesindir milletin malına. Kendine o güne has bir libas yaptırmak ister, bezi helal parayla alınsındır ama… Koğuşta 23 ülkücü vardır, bakın şu işe ki alayından çıkan para bir bez alamaz. O günlerde içlerinden birine beyaz bir nevresim gelmiştir, terzi ustaca keser biçer, cübbe kefen arası bir şey çıkarır onlara. Tamam olmuştur işte. Eğer namazlarını bununla kılar, zikre bununla otururlar ve gözyaşlarıyla yuğup yuğup yıkarlarsa… Halil’in bir niyazı daha vardır Cenâb-ı Hakk’tan. Ah ruhunu, yağmurun hafif hafif çiselediği bir seher vakti teslim edecek olsa.Arzu işte… Nelere kadir değildir ki yüce Mevla!
BENDEN DUYMUŞ OLMAYIN AMA! Buca Cezaevinde o gün alışılmadık bir hava vardır. Gazeteler bırakılmamış, mazgal açılmamıştır. Bu “infaz var” demektir temayüllere bakılırsa. Yine kimi sallandıracaklardır acaba? Terzi geçerken fısıldar, “Halil ile Selçuk’u asacaklar haberiniz ola!” Koğuş buz keser âdeta. Ne yapabilirsin ki? Derhâl abdestler alınır, seccadeler yayılır, okumasına bilen Mushaf-ı şerifini açar, bilmeyenler tespihlerine sarılırlar. Duvar, duvar, katil duvar. Dua ile ulaşabilirler anca… Gece yarısına kadar iki hatim indirir, sık sık parmaklıklara çıkar Salat-ü selam yollarlar Server-i Kâinat’a… Bu yanık seda arkadaşlarının hücrelerine de ulaşıyordur mutlaka... Şafak sökerken serinlik çöker, inceden yağmur atar. Hani toprak kokusunu yükseltecek kadar. Tuhaf! Şu kavruk İzmir haziranında! Koğuştakiler ağlamaklıdır. “Halil’in duası kabul oldu arkadaşlar!” Ölüme özenilir mi? Nasıl özenilmez, birazdan can vereceğini biliyorsun ve sana tövbe, helalleşme, kelime-i şehadet imkânı tanınıyor.
ARDIMDAN AĞLAMAYIN! Ertesi sabah gardiyanlar koğuşun gediklilerini çağırırlar. “Gelin, müdür beyin verecekleri var.” Halil’in emanetleridir bunlar… Yatak döşek, üst baş, cüz, takke, misvak ve dinî kitaplar… Notlar arasında kıldığı kaza namazlarının listesi vardır. Ölümle ilgili ayet-i kerime ve hadis-i şerifleri toplamıştır bir kâğıda. Ve bir mektup. Annesine babasına hitaben yazılmış. Besmele ile başlar, Resul-i Ekrem’e salat ve selamlarla devam eder. Ebeveynine “sabredin” der, “arkasından yakınmak mevtayı bizar eder zira!” Ve küçük küçük paketler… Üşenmemiş tek tek etiketlemiştir. Ancak gazeteye sarılı bir bez dikkatlerini çeker. Üzerinde ne yazı, ne işaret. Ya çoraptır, ya fanila. Ne olabilir ki başka? Tereddütle açarlar. Aaa o da ne? Yeşil bir tülbent! Etrafında zarif bir oya… İhtimal; iki buçuk yıl kaldığı ölüm hücresinde hanımın danesi dert ortağı olmuştur ona. Boğazlarda düğümler, yutkunan yutkunana... İşe yarayan eşyaları mahpuslara dağıtır, hatıraları ailesine yollarlar. Halil’in babası dindar bir insandır. Olanları tevekkülle karşılar. Annesi de öyledir zahir, lakin bir soru gezinmektedir kadıncağızın kafasında. Tamam, oğlu tekbirlerle, tehlillerle vefat etmiştir ama… Şehadet makamına ulaşmış mıdır acaba? Mürüvvet Hanım o gece rüyasında cennet bahçelerinde dolanmaktadır. Sahabeler toplanmış, sanki birini bekliyorlar. Merakla sorar: Hayırdır, neler oluyor burada? Bilmiyor musun, şehit Halil’in düğünü var. Resulullah Efendimiz teşrif buyuracak nikâhını! Süphanallah!
İrfan Özfatura - Türkiye Gazetesi
alıntıdır
2 notes
·
View notes
Text
DÎVÂN-I HİKMET ADLI ESERİNDEN
1. H İ K M E T
Bismillah’la başlayarak hikmet söyleyip
Tâliplere inci, cevher saçtım işte.
Riyâzeti katı çekip, kanlar yutup
Ben defter-i sâni sözünü açtım işte.
Sözü didar isteyen herkes için söyleyip,
Canı cana bağlayarak damarları ekleyip,
Garip, fakir, yetimlerin gönlünü avlayıp
Gönlü bütün kimselerden geçtim işte.
Nerde görsen gönlü kırık, merhem ol sen;
Öyle mazlum yolda kalsa, hemdem ol sen;
Mahşer günü dergâhına mahrem ol sen;
Ben-sen diyen kimselerden geçtim işte.
Garip, fakir, yetimleri Resûl sordu;
Hem o gece Mirâc’a çıkıp didar gördü;
Geri inip garip, yetim izleyip yürüdü;
Gariplerin izini izleyip indim işte.
Ümmet olsan, gariplere tâbi ol sen;
Âyet, hadis her kim dese, sâmi ol sen;
Rızık, nasip her ne verse, kani ol sen;
Kani olup şevk şarabını içtim işte.
Medine’ye Resûl varıp oldu garip;
Gariplikte mihnet çekip oldu habip;
Cefa çekip Yaradan’a oldu karîp
Garip olup engellerden aştım işte.
Akıllı isen, gariplerin gönlünü avla;
Mustafa gibi ülkeyi gezip yetim ara;
Dünyaya tapan soysuzlardan yüz çevir;
Yüz çevirip, deniz olup taştım işte.
Aşk kapısını Mevlâm açınca bana erdi;
Toprak kılıp “Hazır ol!” diyip boynumu eğdi;
Yağmur gibi melâmetin oku değdi;
Tamren alıp yürek, bağrımı deştim işte.
Gönlüm katı, dilim acı, kendim zalim;
Kur’ân okuyup amel kılmaz sahte âlim;
Garip canımı harcayayım, yoktur malım;
Hak’tan korkup ateşe girmeden piştim işte.
Altmış üçe yaşım yetti, geçtim gafil;
Hak emrini muhkem tutmadım, kendim cahil;
Oruç, namaz, kazâ kılıp oldum kâhil
Kötüyü izleyip iyilerden geçtim işte.
Vah ne yazık, sevgi kadehinden içmeden,
Çoluk-çocuk, ev-barktan tam geçmeden,
Suç ve isyan düğümünü burada çözmeden
Şeytan galip, can verende şaştım işte.
İmanıma çengel vurup gamlı kıldı;
Pîr-i muğan “Hazır ol!” diyip afyon saçtı;
Lânetli şeytan benden kaçıp korkusuz gitti;
Allah’a hamd olsun, iman nuru götürdüm işte.
Pîr-i muğan hizmetinde koşup yürüdüm;
Hizmet kılıp göz yummadan hazır durdum;
Yardım etti, Azâzil’i kovup sürdüm;
Ondan sonra kanat çırpıp uçtum işte.
Garip, fakir, yetimleri kıl sen şadman;
Parçalayıp aziz canın eyle kurban;
Yiyecek bulsan, canın ile kıl sen ihsan;
Hak’tan işitip bu sözleri dedim işte.
Garip, fakir, yetimleri her kim sorar,
Râzı olur o bendeden Perverdigâr.
Ey habersiz, sen ver sebep, kendisi korur;
Hak Mustafa öğüdünü işitip dedim işte.
Yedi yaşta Arslan Bâb’a selâm verdim;
“Hak Mustafa emanetini lutfedin” dedim;
Hem o vakit bin bir zikrini tamam ettim;
Nefsim ölüp lâ-mekâna yükseldim işte.
Hurma verip, başımı okşayıp nazar kıldı;
Bir fırsatta âhirete sefer kıldı;
“Elveda!” diyip bu âlemden göçüp gitti;
Mektebe varıp, kanayıp dolup taştım işte.
İnnâ fetehna’yı okuyup mâna sordum;
Işık saldı, kendimden geçip didar gördüm;
Selam verdim “Üskut!” dedi, bakıp durdum;
Yaşımı saçıp, çâresiz olup durdum işte.
“Eya cahil, mâna ol!” diye söyledi, bildim;
Ondan sonra çöller gezip Hakk’ı sordum;
Nasip etti, Azâzil’i tutup yendim;
Kararlı olup, belini basıp ezdim işte.
Zikrini tamam edip döndüm divaneye;
Hak’tan başka birşey demedim bigâneye;
Mumunu izleyip çırak girdim pervaneye;
Kor ateş olup, kavrulup söndüm işte.
Adım, sanım hiç kalmadı lâ lâ oldum;
Allah yadını diye diye illâ oldum;
Halis olup, muhlis olup fenâ oldum;
Fena fii’llah makamına yükseldim işte.
Sünnet imiş, kâfir de olsa, incitme sen;
Hüda bîzardır katı yürekli gönül incitenden;
Allah şahit, öyle kula hazırdır Siccîn;
Bilginlerden duyup bu sözü söyledim işte.
Sünnetlerini muhkem tutup ümmet oldum;
Yer altına yalnız girip nurla doldum;
Hakk’a tapanlar makamına mahrem oldum,
Bâtın kılıcı ile nefsi parçaladım işte.
Nefsim beni yoldan çıkarıp bayağılattı;
İnsanlara hasretle bakıp inlettirdi;
Zikr söylemeyip şeytan ile yâr eyledi;
Hazırsın diyip nefs yarasını deldim işte.
Kul Hâce Ahmed, gaflet ile ömrüm geçti;
Vah ne hasret, gözden, dizden kuvvet gitti;
Vah ne yazık, pişmanlığın vakti yetti;
İyi amel kılmadan kervan olup göçtüm işte.
Eya dostlar, kulak verin dediğime,
Ne sebepten altmış üçte girdim yere?
Mirâç üstünde hak Mustafa ruhumu gördü,
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Hak Mustafa Cebrâil’den kıldı sual;
Bu nasıl ruh, tene girmeden buldu kemâl?
Gözü yaşlı, halka yaralı, boyu hilâl;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Cibrîl dedi: Ümmet işi size haktır;
Göğe çıkıp meleklerden dersler alır;
Yedi tabaka gök iniltisiyle iniler;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Bil, Hak önce “Elesti birabbiküm?” dedi;
“Kalû belâ” dedi ruhum dersler aldı;
Şüphesiz bilin , hak Mustafa “oğul” dedi,
O sebepten altmış üçte girdim yere.
“Oğlum” diyip hak Mustafa söze başladı;
Ondan sonra bütün ruhlar selâm verdi;
Rahmet denizi dolup taş, diye haber ulaştı;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
“Rahim içinde belir” diye nida geldi;
“Zikr et!” dedi, uzuvlarım titreyiverdi;
Ruhum girdi, kemiklerim “Allah!” dedi;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Dörtyüz yıldan sonra çıkıp ümmet olacak;
Nice yıllar dolaşıp halka yol gösterecek;
Yüz on dört bin müçtehit hizmet kılacak;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Dokuz ay ve dokuz gönde yere düştüm;
Dokuz saat duramadım, göğe uçtum;
Arş ve Kürsü pâyesini varıp kucakladım;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Arş üstünde namaz kılıp dizimi büktüm;
Derdimi deyip, Hakk’a bakıp yaşımı döktüm;
Sahte âşık, sahte sofu görünce söğdüm;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Candan geçmeden “Hû Hû!” demek hep yalan;
Bu hayasızdan sual sormayın, yolda kalan;
Kendisi de gizli, sözü de gizli, Hakk’ı bulan;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
2. H İ K M E T
Bir yaşında ruhlar bana nasip verdi;
İki yaşta peygamberler gelip gördü;
Üç yaşımda Kırklar gelip halimi sordu;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Dört yaşımda hak Mustafa hurma verdi;
Yol gösterdim, nice şaşkın yola girdi;
Nere varsam Hızır Baba’m yoldaş oldu;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Beş yaşımda tâbi olup tâat kıldım;
Baş eğerek oruç tutmayı âdet kıldım
Gece gündüz zikrederek rahat kıldım;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Altı yaşta durmadan kaçtım insanlardan;
Göğe çıkıp ders öğrendim meleklerden;
İlgiyi kesip hep tanıdık ve bağlardan;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Yedi yaşta Arslan Baba’m arayıp buldu;
Gördüğü her sırrı perde ile sarıp örttü;
“Allah’a hamd olsun, gördüm.”dedi, izim öptü;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Azrâil gelip Arslan Baba’mın canını aldı;
Hûrîler gelip ipek kumaştan kefen biçti;
Yetmiş bin kadar melek toplanıp geldi;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Namazını kılıp yerden kaldırdılar;
Bir anda cennet içine ulaştırdılar;
Ruhunu alıp İlliyyîn’e girdirdiler;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Allah Allah, yer altında vatan kıldı;
Münker, Nekîr “Men Rabbük?” diye sual sordu;
Arslan Baba’m islâmından haber verdi;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Akıllı isen, erenlere hizmet kıl sen;
Emr-i mâruf kılanlara izzet kıl sen;
Nehy-i münker kılanlara hürmet kıl sen;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Sekizimde sekiz yandan yol açıldı;
“Hikmet söyle!” dendi, başıma nur saçıldı;
Allah’a hamd olsun, pîr-i muğân mey içirdi;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Pîr-i muğân hak Mustafa, şüphesiz bilin;
Nereye varsanız, vasfını deyip ululayın;
Selâm verip Mustafa’ya ümmet olun;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
Dokuzumda dolanmadım doğru yola;
Tebbürk deyip alıp yürüdü elden ele;
İnanmadım bu sözlere kaçtım çöle;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
On yaşında oğul oldun Kul Hâce Ahmet;
Hâceliğe bina koydun, kılmadan tâat;
Hâceyim, deyip yolda kalsan, vay ne hasret;
O sebepten altmış üçte girdim yere.
3. H İ K M E T
Sabahları kulağıma nida geldi;
“Zikr et!”dedi, zikrini deyip yürüdüm işte.
10 notes
·
View notes
Text
EHL’İ SÜNNET SAHASININ KIRMIZI KARTLI HAKEMLERİ ve EHL’İ SÜNNET EXPERTİZ FİRMALARI
İslami camia'da "ehli sünnet expertiz raporu" veren gruplar türemeye başladı. Kimin ehli sünnet kimin ehli bid'at/ sapık olduğuna onlar karar veriyor. Ehli sünnet 14 asırlık ilmi müktesebatı içinde barındıran Şia ve Sünni ana damardan sünni olanları içine alan binlerce âlimin ve müçtehit ulemanın Kur’an ve sünnete dayalı içtihat ve yorumundan müteşekkildir. Yakıcı olan soru ve sorunlar ise şunlardır:
1- Ehli sünnet expertizcisi olan bu kesime bu ruhsatı kim vermiş?
2- Görüşlerini beğenmedikleri bazı ehli sünnet âlimleri ehli sünnetin dışına çıkararak afaroz etme yetkisini nereden alıyorlar?
3- Sırf tarikatçı olmamak ehli sünnetin dışına çıkmak için yeterli mi?
Eğer öyleyse bırakın tarikatçı olmayan âlimleri, sahabelerin hepsi ehli sünnetin dışında kalıyor. Çünkü tasavvufun ortaya çıkışı hicri 2. yüzyılda, tarikat olarak kurumsallaşması ise hicri 4. yüzyılda başlıyor.
4- Kendileri gibi tarikata girenlere ehli sünnet "iman kaskosu" yaptıran bu kesim Şia itikadının masum imam doktrinini aynen şeyh/gavs/kutup unvanı verdikleri kişilere ve hatta onların yedi sülalesine uyguluyor. Yine bu zatları Şia’nın ehli beyt mensuplarını ilahlaştırması gibi ilahlaştırıyorlar. Ve bütün bu sapıklıklarına rağmen bırakın ehli sünnetten çıkmayı dinden bile çıkmıyorlar. Ama nedense kendi taptıklarına tapmayan ve taptıklarını eleştirenleri ehli sünnetten çıkarıyorlar.
5- Kimileri “Ete kemiğe büründüm, x şahıs diye göründüm.” diyerek şirke düşmüyor ama kimi âlimler “Allah arşa istiva etti!” ayetini tevil etmeyerek olduğu gibi kabul edince ehli sünnetin dışına çıkıyor ve x şahıslar yine ehli sünnet şampiyonu olmayı sürdürüyor.
6- En son, Diyarbakırlı Ramazan Hocayı da “kendi kulaklarına uygun ağız” olmadığı için ehli sünnet sahasının tacına atmışlar. Tüm bunlar ister istemez la teşbih bila temsil “dinime söven bari müslüman olsa” sözünü akla getiriyor. Ehli sünnet, bu menkıbecilere (palavracılara), yanmaz kefen satıcılarına, üfürükçülere ve binbir çeşit bidat ve hurafeyi janjanlı ehli sünnet ambalajı ile insanlara sunanlara, şeyh/gavs/ kutup gibi makamlar oluşturup diğer insanları da paryalaştırıp dinsel kast sistemi oluşturanlara kaldıysa eyvah İslam’a ve ümmete!
2 notes
·
View notes
Photo
FİLETFİLESİ ETFİLESİ ET KEFENİ PİGMENT ET FİLESİ ET KEFENİ PİGMENT 0553 444 88 88
#et filesi#etfilesi#tfilwsi#filetfilesi#et kefeni#et kalemi#et için file#et sarma kumaşı#et sarma filesi#et için kefen#0553 444 88 88#pigment
0 notes
Text
Bid’at:
“Dinde bidat demek, Eshâb-ı kiram ve tabiin zamanından sonra, Resûlullah efendimizin izni olmadan, dinde yapılan eklemeler ve noksanlıklar, yani ibadet olarak yapılan, sevap olduğu düşünülen değişiklikler demektir. Dinde reform da, dinde bidat demektir. Adetlerde yapılan değişiklikler, bu bidatin dışında kalmaktadır. Hadîs-i şeriflerde kötü olduğu bildirilen, dindeki bidatlerdir. Yani dinde reformlardır. Bunlar ibadetlere yardımcı değildirler. Hepsi, ibadetleri değiştirmekte, bozmaktadırlar.”
* Bid’at sahibine Allah için buğzetmek vâcibtir.
Diyanetin açıkladığı hurafe listesinden bazı maddeler: (21. Yüzyıl Türkiyesi'nde Hurafeler kitabından)
- Ateşe su dökülürse cin çarpar, yiyeceklerin ağzı kapatılmadığında gece onlardan cinlerin yediği anlayışı, - Kuran ve sünnet ile örtüşmediği halde dövme yaptırmak, erkeklerin küpe takması, burçların insan karakterine etkili olduğu inancı, - Türbe, yatır gibi yerlerden medet ummak. Bir yatırın mezar taşına mum yakıp, dilek tutmak, - Sünnet olan çocuğun acısının azalacağına inanılarak sünnet olma anında annesi ve diğer hanımlar tarafından oklava çevirmek, - Yeni doğan çocuğun dindar olması için göbek bağını keserek cami avlusuna bırakmak, - Konuşmayan çocukların konuşabilmesi için cuma namazından sonra müezzin tarafından cami anahtarını çocuğun ağzına sokup çıkarmak, (hele hele) - Yürümeyen çocukların ayaklarına ip bağlayarak cuma namazından ilk çıkan kişiye ipi kestirmek, - Kırkı çıkmamış bir bebeğin tırnakları kesilirse o çocuğun hırsız olacağına inanmak, - Küçük çocukların üzerinden atlanıldığında boylarının kısa olacağına inanmak, - Çocuğu olmayanlara çocukları olması için deve dili veya etini yedirmek, - Çocuk doğan eve 40 gün süre ile et alınmaması gerektiğine inanmak, - Yeni doğan çocuğun kırkı çıkmadan evden çıkarılmaması gerektiğine inanmak, - Boyu ölçülen çocuğun cüce kalacağına inanmak, - Gelinin kucağına erkek çocuk verilince çocuğunun erkek olacağına inanmak, - Loğusa kadının herhangi bir şeyden zarar görmemesi inancıyla, bulunduğu yere süpürge, soğan, sarımsak asmak, yastığının altına iğne, bıçak gibi şeyler koymak, - Loğusa kadını kırkı çıkana kadar yalnız bırakmamak, - Hamile kadınların saçlarını kesmemeleri gerektiğine inanmak, - Nikah esnasında gelin ve damadın birbirlerinin ayağına basması halinde, önce basanın sözünün geçeceğine inanmak, - Gelin ve damadın üzerine para, üzüm, şeker ve leblebi gibi şeyler atıp, kapıda küp kırmak, - Evlenmeyen genç kızların kısmetinin açılması için müezzine minareden para attırmak, mendil veya eşarp sallatmak, - Baykuş ötmesi, kara kedinin insanın önünden geçmesi, horozun vakitsiz ötmesi, insanların ve araçların önünden tavşanın geçmesinin uğursuzluk sayılması, karganın ötüşünün o bölgeye gelecek belanın işareti olarak kabul edilmesi, - İki bayram arasında nikah yapmak, duaların kabulü için mübarek gecelerde ziyaretgahlarda mum yakmak, gece vakti tırnak kesmek, cuma ve arefe günlerinde çamaşır yıkamak, dikiş dikmek, temizlik yapmak, akşam sakız çiğnemeyi ölü eti çiğnemek gibi kabul etmek, gece aynaya bakmak gibi şeylerin uğursuzluk getireceğine inanmak, - Elden ele sabun, makas, bıçak, iğne ve soğan vermenin uğursuzluğuna inanmak, - Sağ elinin içi kaşındığında para geleceğine, sol elinin içi kaşındığında da para çıkacağına, ayak altı kaşındığında da yola çıkılacağına inanmak, - Cam ve porselen gibi eşyanın aniden düşüp kırılmasını, bir belanın defedileceğine işaret saymak, - Merdiven altından geçmeyi uğursuzluk saymak, - Cenazenin 7., 40., 52. gecesi ile ölüm yıldönümünde hatim ve mevlit okutmak, - Cenazenin alkışlanma uğurlanması, cenazenin arkasından slogan atmak ve çiçek serpmek, cenaze için üçüncü gününde helva ve yemek dağıtmak, kefen arasına dua, ayet ve vasiyetname koymak, ölen kimse için arefe günü kurban kesmek, - Hastanın başı üzerinde tuz gezdirmek, köz söndürmek, kurşun döktürmek, - Dileğin kabulü için ağaçlara bez-çaput bağlamak, türbelere adakta bulunmak, türbe ziyaretlerinden şifa beklemek, - Hıdrellez günü sahile gidilerek kuma veya toprağa ev, araba veya kadın resimleri çizilerek böylece çizilen resimler sayesinde ileride onlara sahip olunacağına inanmak, - Camiye girerken cami duvarını öpmek, - Tekke ve türbelerde kurban kesmek, türbe ve tekkelerden şifa beklemek, mum yakmak, el yüz sürmek, - Misafirin, askere gidenin veya yola çıkanın arkasından su dökmek, - Kahve falına bakmak, falcılara, büyücülere gitmek, - Ay ve güneş tutulmasında silah atmak, teneke çalmak.
* Abdullah İbnu Abbas (radıyallahu anh) anlatıyor: “Resûllullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: “Allah, bid’at sahibinin, bid’atını terketmedikçe, onun amelini kabul etmeyecektir. [4]“Bid’atler yayıldığı ve bu ümmetin sonra gelenleri öncekilere lânet ettiği zaman, kendinde ilim olanlar onu yaysın. Zira böyle bir zamanda ilmini gizleyen kimse, Allah’ın bana indirdiğini gizleyen kimse gibidir.” “Bid’at sahibi öldüğünde İslâm’da bir fetih vuku bulmuş gibidir.”
* Kur’an’ı bir mushafta toplamak, teravih namazını cemaatle kılmak, minare ve medrese inşa etmek iyi bid‘ata, kabirlerin üzerine türbe yapmak ve buralara mum dikmek de kötü bid‘ata örnek olarak gösterilebilir. (Bazı alimlere göre bidat iyi ve kötü olarak ikiye ayrılacak şekilde daha geniş anlamda kullanılabilirmiş, islam ansiklopedisi)
2 notes
·
View notes
Text
TÜRKÇE İSTİKLAL MARŞI
TÜRKÇE İSTİKLAL MARŞI
Prof. Dr. Övgün Ahmet ERCAN
BAĞIMSIZLIK ÇIĞIRISI
Korkma, sönmez bu tan yerlerinde yüzen al sancak;
Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.
O benim ulusumun yıldızıdır, parlayacak;
O benimdir, o benim ulusumundur ancak,
Çatma, yulun olayım, yüzünü ey baylan ay(ça) !
Batur soyuma bir (kez) gül! Ne bu kızgınlık, bu (ne)öfke?
Yaramaz sonra senin için dökülen kanlarımız
Kazanımıdır, Tanrıya tapan, ulusumun özgürlük!
Ben geçmişten beridir özgür yaşadım, özgür yaşarım.
Kaysa çılgın bana ildirme (zincir) vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, engelleri çiğner, aşarım
Yırtarım dağları, enginlere sığmam taşarım
Batının çevrenlerine sarmışsa çelik örgülü duvar,
Benim inanç dolu göğsüm gibi sınırlarım var.
Ulusum, korkma! Nasıl böyle bir inancı boğar,
Uygarlık! dediğin tek dişi kalmış yırtıcı?
Arkadaş! Yurduma alçakları uğratma, sakın.
Kalkan et gövdeni, dursun bu utanmazca akın.
Doğacaktır sana söz verdiği günler Tanrı’nın
Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın.
Bastığın yerleri “toprak!” diyerek geçme, tanı:
Düşün altında binlerce beleneksiz(kefensiz) yatanı
Sen süyek(şehit) oğlusun, incitme, yazıktır, atanı:
Verme, eygeyi(dünyayı) alsan da bu uçmak yurdunu.
Kim bu uçmak yurdun uğruna olmaz ki yulu?
Süyekler(şüheda) fışkıracak toprağı sıksan, süyekler!
Beni, sevdiğimi, bütün varımı alsın da Tanrı
Etmesin tek yurdumdan beni asla ayrı
Tinimin senden, Tanrım, şudur ancak isteği
Değmesin gömütümün göğsüne (o) pis eli
Bu kutsal çağrılar ki inancın kökleşmişliğinin tanıkları
Ölümsüz yurdumun üstünde benim inlemeli
O durumda Tanrı sevgisine dalarak bin kez eğilir –varsa-taşım,
Bütün yaralarımdan, yakarışlar, boşanıp kanlı yaşım,
Fışkırır tinim(ruhum) gibi yerden arınık ölüm;
Sonra, yükselerek göğün tepesine değer belki başım.
Dalgalan sende tan yerleri gibi ey ünlü ay!
Yarasın artık tüm senin için dökülen kanlarımız
Sonsuza dek sana yok, soyuma yok ortadan kalkmak
Kazanımıdır, özgür yaşamış, bayrağımın özgürlük,
Kazanımdır, Tanrıya tapan, ulusumun bağımsızlık !
MEHMET AKİF ERSOY
TÜRK İSTİKLAL MARŞININ YAZIMINDA MEHMET AKİF ERSOYUN KULLANDIĞI ARAPÇA SÖZLERİN TÜRKÇE KARŞILIKLARI
afak: çevrenler
şafak: tanyeri
hür: özgür
millet: ulus
hak: Tanrı
hakkı: edinimi, edin, kazantı, üleş, kazanım
hilal: ay, ayça
şanlı: ünlü
arş: gök
istiklal: bağımsızlık, kurtuluş
hürriyet: özgürlük
ebediyen: süregen, sonsuza dek
izmihlal: yok olma, dağılma, göçme
zaman: uçur
marş: ezgi
kurban: adak
çevre: yüz
ey: ulan
nazlı: baylan
kahraman: alp
ırk: soy
şiddet: yeğin, azış, kıykım
celal: büyüklük, ululuk, kızgınlık
helal: doğru, doğruç, uygun, turfa, yararlı
ezel: geçmiş
zincir: bağgen
bend: büvet
zırh: savaş giysisi
na’ş: salaca ölü içinde
serhaddim: sınır
iman: inanç
medeniyet: uygarlık
canavar: yırtıcı
siper: kalkan
hayasızca: utanmadan
va’dettiği: söz verdiği
kefen: ölü giysisi
şehit: ülkün
dünya: yalçuk
cennet: uçmak, asman
vatan: yurt
şuheda: şehitler, ülkünler
can: dirlik, öz, kişi
canan: sevgili
hüda: Tanrı
cüda: ayrı
ruh: tin
ilahi: oğan
emel: amaç
namahrem: sakınçlı
ezan: çağrı
din: öke, inanç
şahadet: ülkün
temel: taban
ebedi: bengi, ölümsüz, sonsuz
vecd: dalgınlık
secde: eğilmek
ceriha: yara
ruhi mücerred: arı tin
1 note
·
View note
Photo
Galiba sekiz dokuz yaşlarındaydım. Bir Orta Anadolu kasabasında büyüyordum. Babam gazozcuydu. Bir gün tüm kasaba çarşı meydanındaki kahvenin önünde toplandı. Her gün kapısının önüne gazoz bıraktığım kahvenin sahibi, yaşlı hoş sohbet amca yanında çırak olarak çalışan, benim yaşlarımda esmer yetim bir çocuğa, İhsan’a iki yıldır tecavüz ediyormuş. Çocuğun bu durumunu, kasabaya yeni tayin olmuş, nüfus müdürlüğündeki memur fark etmiş ve iş onun gayretiyle açığa çıkmış.
Kahveci, kalabalığın arasından elleri kelepçeli polis otosuna doğru giderken, akrabamız rahmetli İsmail abi söktüğü kaldırım taşını bağırarak kahveciye fırlattı. Başına yana eğmezse kafasını parçalayacak iri taş gitti kahvenin su oluğuna çarptı ve ezdi. Her sabah gazoz dağıtmak için dolaştığım çarşı içinde, çocuk kafamda hiç unutamadığım görüntülerden biridir, ezilmiş su oluğu.
Kahveci nedense bir süre sonra işinin başına döndü. Artık bu dünyada yerinin olamayacağını düşündüğüm kahveci yine çay yapıyor, dağıtıyor, oturanlara laf atıyor, şakalaşıyordu. Ona taş atan İsmail abi de hiçbir şey olmamış gibi kahvede okey oynamaya devam ediyor, arada sırada kahveciyle laflıyordu.
İhsan’ı bir daha hiç görmedim. İstanbul’a, akrabalarından bir terzinin yanına çırak olarak gittiğini söylediler. Bir daha o kahvenin önüne gazoz bırakmadım.
Orta okula gidiyordum. Sabah annemin kirkit sesleriyle uyanır, onunla birlikte güne başlar, yatağın içerisinde o günkü derslere bir kez daha bakardım. Annem sabah namazı için kalkmış, abdest almış, mırıl mırıl dualarla odada geziniyordu. Bir ara pencereye yanaştı ve dikkatlice dışarı baktı. Sabahın o ıssız sessizliğinde, belli ki annemin tanıdığı bir kadın ayağında terlikler telaşlı telaşlı bir yerlerden geliyor. Annem bir süre merak ve kaygıyla dışarıyı izledi. “bunun ne işi var bu saatte” dediğini duyar gibi oldum.
Öğleye doğru kasabanın biraz dışındaki bir üzüm bağının kenarında, bir asmanın dibinde kundağa sarılmış yeni doğmuş bir çocuk cesedi buldular. O sabahla ilgili annemle hiçbir zaman konuşmadım.
Büyüdüm! Doktor oldum. Mecburi hizmet yılları! 23 yaşında bir çocuğum. 1984 yılının puslu, soğuk bir Ankara Kasımında, Sıhhiye’de Sağlık Bakanlığı’nın kasvetli geniş salonunda heyecanla torbadan çıkacak köyün ya da kasabanın ismini bekliyordum.
Mecburi hizmet için çekilen kurada arkadaşlarımın çoğu doğu ve güneydoğudaki sağlık ocaklarına giderken benim bahtıma da Ankara yakınlarındaki bir köyün sağlık ocağı çıkmıştı.
Hayatımın en güzel, en coşkulu ve en pırıltılı yılları! Ha deyince elmayı dalından, yıldızı yerinden kopardığım, imkansızın farkında olmadığım yıllar.
Bir gün, her sabah olduğu gibi 100-150 kişilik bir hasta kalabalığı muayene odamın önünde bekleşiyordu. Bir ara, deneyimli hemşirem Mesude hanım kapıyı açarak bağırdı. “rapor için bekleyen” Onca insanın arasından orta yaşlı sakallı bir adam ve yanındaki 7-8 yaşlarında başı önünde bir çocuk. Remzi oğlu Bektaş. Kalabalığı yararak odama girdiler. Adam çocuğun babasıymış, akrabalarından biri Bektaş’a tecavüz etmiş, jandarma adamı yakalamış, Bektaş için fiili livata raporu hazırlayacakmışım. Anüs muayenesi yapmam gerekiyordu. Sağ el bileğinin iç kısmındaki soluk adliye mühürü ile başı önünde sessizce bekleyen o çocuğu hasta muayene masasına çıkartıp, diz dirsek pozisyonunda muayene etmeye çalışırken, çocuğun başını kaldırıp korkuyla yüzüme bakmasıyla içim ezilmiş, ne yapacağımı, nasıl hareket edeceğimi bilememiştim. Onun başına gelenle benim muayene usulüm birbirine o kadar benziyordu ki. İşimiz bitti, onlar geldikleri gibi gittiler. İçimde kalan, Bektaş’ın sağ el bileğindeki mor adliye mührü.
Mecburi hizmet yılları! Her seferinde içimi sızlatan, ama bir o kadar da beni büyüten anılar. Bir başka gün de, merkeze epey uzaklıkta bir köye, kendini asarak intihar eden genç bir kadının otopsisi için gitmiştik.
Savcıyla yolda giderken hemen öğrenivermiştim bütün hikayeyi. Yeni evli genç kadının (adı Reyhan’dı.) kocası askere gidiyor. Kayınpeder tecavüz ediyor ve genç kadın hamile kalıyor. Kaynana her şeyin farkında, ama suskun. Genç kadın için bir tek çözüm kalıyor. Evin kilerindeki seren direğine asıyor kendini.
Savcının “biz gelinceye kadar hiçbir şeye dokunmayın” talimatına harfiyen uymuşlar. Kilere girdiğimde ilk gördüğüm şey, koca seren direğinde sallanan ayağı şalvarlı, çenesi bağlı küçücük genç bir kadının cesedi, yerde yuvarlanmış bir sandalye, hemen onun yanında bir bohça, içinde kefen bezi, sabun ve lif, bir entari, birkaç küçük takı. Genç kadın sanki bir yolculuğa çıkar gibi hazırlanmıştı.
Cesedin yanında bir başka şey daha sallanıyordu. Bir teker sızgıt. Yazdan hazırlanıp, kışa saklanan ve genellikle tavana iple asılarak bekletilen kavrulmuş et tekeri. Yarısı yenmiş. Yanında genç kadın. Dışarıda genç kadını yıkayacak kazanın yanında sessizce bekleşen köylüler. Uyuyamamıştım gece lojmana döndüğümde.
Aradan 25 yıl geçti. Şimdi İstanbul’dayım. 1 Aralık tarihli gazetelerde şöyle bir haber var: “Urfa’ da berdel verilen Şahe Fidan kocasıyla kavga edip, daha fazla dayanamayarak sığındığı baba evinden geri gönderilince, 1,5 yaşındaki bebeğini sırtına bağlayıp, evin banyosunda kendini astı.” Şahe’nin yakınları “bizde evlenen kadının koca evinden ancak cesedi çıkar” demişler. Onlar haklı çıkmış yani. Şahe kızım, sana ipin ucundan başka bir çare bırakmayan ülkemde hala neler gündemde bir bilsen. 1,5 yaşındaki kara gözlü oğlun seni çıktığın yolculukta yalnız bıraktı. Artık onu hırsızların ve üç kağıtçıların saygı gördüğü, soytarıların alkışlandığı, alçakların ve hainlerin baş tacı edildiği bir ülke bekliyor. Dilerim bir gün sağ salim büyüdüğünde bir büyük kentin kara duvarlı sefil bir mahallesinde umutsuzluk ve acılar içinde kaybolmaz.
Hekimliğimin yirmi beş yılı yetmedi kendisini ipe vermekten başka çare bilmeyen kız kardeşlerimin yarasına merhem olmaya. İhsan’ın yalnızlığına derman olmaya. Bektaş’ın bileğindeki mührü silmeye. Reyhan’ı bir kez olsun dinlemeye. Yetmedi. Bundan sonra yeter mi bilmem. Dilerim ülkemi yönetenler bir gün uyanırlar bu ölüm uykusundan. Dilerim bizden sonrası için bir parça ümit kalmıştır hala!
- Ercan Kesal / Türk hekim, oyuncu, yönetmen
23 notes
·
View notes
Text
"Dergâha Talebe olmak
için gelmişti"
Bir kaç gün misafir olarak ağırlandı, hiçbir iş buyurulmadı.
Birgün ders sonunda hocası
*Mescidin tozunu süpürüver*
demişti.
O sözden sonra onu dergâhta bir daha gören olmadı.
Arkadaşları **çok ayıp etti misafir gibi kalırken iyiydi, mescidin tozunu süpür denilince kaçtı gitti** diye konuşuyorlardı.
Birkaç gün sonra çarşıda gördüler.
Yaptığın hiç iyi olmadı mescid süpürmekten kaçmayacaktın... dediler.
Dervişin verdiği cevap düşündürücü idi...***BEN MESCİDİ SÜPÜRMEKDEN KAÇMADIM...
HOCAM... MESCİDİN TOZUNU SÜPÜR BUYURUNCA... ORADA KENDİMDEN BAŞKA TOZ GÖREMEDİM!!!
demiş.
RABBİM hepimize toprak kadar mütevazi olmayı...ALLAH'ın nuru ile feraset sahibi olabilmeyi... bir kişinin yaptığı işin hikmetini bilmeden suizanda bulunmamayı nasip etsin...
Yakuttan, zümrütten medet boşuna!
Hepsi bir gün döner, çakıl taşına!
Geç kalma... Bakıp ta o genç yaşına!
Sanma ki; önünde seçenekler çok;
Ya ÎMÂN, Ya İSYÂN, üçüncüsü yok...
Dünyanın serveti, şehveti sahte!
Bir kefen kadardır, vefâsı ahde!
Boğma vicdânını, meyde, kadehte!
Sanma ki; önünde, seçenekler çok;
Ya AHLÂK, Ya HELÂK, üçüncüsü yok..
Sen, şerefli doğdun, şerefli yaşa!
O bencil nefsini, vur taştan taşa!
Yoksa çıkamazsın, şeytanla başa!
Sanma ki; önünde, seçenekler çok;
Ya CENNET, Ya CİNNET, üçüncüsü yok..
İnsanlık yanıyor, ateş bacada!
Fitneler kaynıyor, binbir locada!
Umut kuyrukları, ‘cinci’ hocada!
Sanma ki; önünde, seçenekler çok;
Ya İZZET, Ya ZİLLET, üçüncüsü yok..
Bir kere baktın mı, kalkıp seherde?
Kapılar açılır, gök perde perde!
Sordun mu KUR'AN’a, kurtuluş nerde?
Sanma ki; önünde, seçenekler çok;
Ya ŞÜKÜR, Ya KÜFÜR,üçüncüsü yok..
Dağlara özenip, tepeden bakma!
Mezar taşlarına, rütbeni çakma!
Şu cennet köşkünü, kibirle yakma!
Sanma ki; önünde, seçenekler çok;
Ya İHLÂS, Ya İFLÂS, üçüncüsü yok..
Bırak... O “çağdaşlar” ne derse desin!
Hayat bir sınavdır, bu hüküm kesin!
Secde et ki; varsın, ALLAH'a sesin!
Sanma ki; önünde, seçenekler çok;
Ya KUR’ÂN, Ya HÜSRÂN, üçüncüsü yok...
1 note
·
View note
Photo
Et nefsim, kefen örtüsü son örtün olacak. İnsanlar bakıp korkmasın diye örtüleceksin. Şimdi zevkle bakanlar, o gün bakmamak için seni kendileri örtecek. İşte onun için ey nefsim, sen şimdi dahi örtüne sahip çık. #mnö https://www.instagram.com/p/B9jV3cAA03V/?igshid=1g97ywincilwm
0 notes
Photo
ET FİLESİ ET KEFENİ ET KALEMİ ET DAMGALAMA MÜREKKEBİ 0553 444 88 88 PİGMENT
0 notes
Text
Paramız varki patates soğan elma armut saman... İthal ediyor kefen parana karar t edbir için saklanan acil durum parası 40milyar dolarıda yoket bok et samana çöpe oda bitince KUMBARAMIZ VARKİ ALIYORUZ DERSİN kumbarayı kırdırıp arsız edrpsiz hırsız münafık kukla satılmış işbirlikçi vatanhaini
0 notes
Text
Üzülmek İnsan, endişe etse de üzülse de kaderinde yaşayacakları bellidir. İstediğin Bir şey; Olursa Bir Hayır, Olmazsa Bin Hayır Ara… (Mevlana) Üzülmek istemiyorsan Allah'tan başkasına bağlanmayacaksın..! Sahip olduklarına şükretmeyen kaybetdiklerine isyan etmeye hakkı yoktur. Dünya malı için üzülmek kalbe zulmet, ahiret için üzülmek ise kalbe nurdur.Hz. Osman (r.a) ÜZÜLME ! Ayağına batan dikenler, aradığın gülün habercisidir... Mazlum ol zalim olma! Üzülsen de üzen olma. Üzdüğün kadar üzülürsün. Ey İnsan kaf dağı kadar yüksekte olsanda, kefene sığacak kadar küçüksün. Unutma ...herşeyin bir hesabı var üzdüğün kadar üzülürsün. Şems-i Tebrizi Kendinizden aşağı olanlara bakınız.Üstün olanlara bakmayınız. Bu elinizde olan nimeti hor görmenize sebeptir. Her inişin bir yükselişi olduğu gibi her yükselişin de bir inişi var. İnsan,nefsine tâbi olduğu müddetçe,hiçbir şeyden memnun ve razı olmaz daha doğrusu olamaz. Ayakkabım yok diye üzülüyorsan, ta ki ayakları olmayan birine bak. “Eğer ayağına giyecek bir şeyin olmadığı için üzülüyorsan, ayakları olmayanları düşün. O zaman sana ayak veren Allah Tealaya şükredersin.” Moralin niye bozuk kardeşim? Hz. Adem a.s gibi 200 sene tevbe mi ettin? Moralin niye bozuk? Hz İbrahim a.s gibi ateşe mi atıldın? Moralin niye bozuk? Hz.Zekeriyya a.s gibi testere ile mi kesildin? Moralin niye bozuk? Hz Yusuf a.s gibi kuyuya mı atıldın? Moralin niye bozuk ? Hz.Yunus peygamber (as) gibi denize mi atıldın? Moralin niye bozuk? Hz. Eyüp peygamber (as) gibi vücudunu yaralar mı kapladı? Moralin niye bozuk?Hz. Muhammed (sav) gibi Hicrete mi zorlandın? Sevdiklerinden mi ayrıldın? Üzüleceksen, namazını kazaya bıraktığın için, teheccüde kalkamadığın için, birinin kalbini kırdığın, pazartesi perşembe orucunu tutamadığın için üzül! Üzüleceksen, bugün ALLAH için bir şey yapamadığın için, ALLAH ve Rasulü (sav)’i memnun edemediğin için üzül! Üzüleceksen dünyanın dört bir yanında zulüm gören, işkence edilen,öldürülen din kardeşlerin için üzül! Üzüleceksen, bir fakire yardım edemediğin için, yetimin elinden tutamadığın için üzül! Üzüleceksen, Kur’an’ı yeterince okuyup, hayatına tatbik edemediğin için üzül “Gevşemeyin, üzülmeyin; eğer (gerçekten) iman etmişseniz en üstün olan sizlersiniz.” (Al-i imran Suresi, 3/139) - Üzülünce, konular çözüme kavuşuyor mu? Bu gün elinde olmayan sebeplerden dolayı her isteyenin hacca gidemediği malumdur. Şunu unutmayalım ki; hacca gidebilmenin sevinci ile gidememenin üzüntüsü arasında Allah katında, hiçbir fark yoktur. Öyle hüzünler vardır ki o hüzünler, kimi zaman Allah katında nice sevinçlerden daha üstündür. Peygamberimiz (s.a.s), “Ameller, niyetlere göredir. Herkese ancak niyet ettiğinin karşılığı vardır” Buhârî, Bedü’l-vahy, 1. Üzül. İki kişiye üzülmek gerekir: Her gün vebal yüklenen kimse ile, hiçbir hayır işlenmeyen kimseye. Zâlimler (ya’nî müslümanlara ve İslâmiyete eli ile, dili ile, kalemi ile zarar yapanlar) ölünce üzülmek günahtır. Lâ tahzen! (Üzülme!) Bir şey olmuyorsa: Ya daha iyisi olacağı için, Ya da gerçekten olmaması gerektiği için olmuyordur. Şu uçan kuşlara bak! Ne ekerler, ne biçerler… Onların rızkına kefil olan Allah; seni mi ihmal edecek sanırsın! Yeter ki sen istemeyi bil.. Mevlana Lâ tahzen! (Üzülme!) Üzülme! Dert etme can! Görebiliyorsan, Dokunabiliyorsan, Nefes alabiliyorsan, Yürüyebiliyorsan, Ne mutlu sana! Elinde olmayanları söyleme bana Elinde olanlardan bahset can!…Mevlana LA TAHZEN / ÜZÜLME Sevr mağarasında Allah Rasulü s.a.v.’den “La tahzen innallahe meana” sözlerini işiten Hz. Ebu Bekir’in tüm endişeleri bir anda yok olup uçmuştu. "Üzülme Allah (cc) bizimle beraberdir"(Tevbe9/40) Altın,ateş ile;iyi kul da bela ve musibet ile tecrübe edilir. Netice olarak şunu unutmamak gerekir ki, bu dünya imtihan dünyasıdır. 1. Başa gelen her belâ ve sıkıntı, mutlaka bir cezâ değildir. 2. Müslüman belâ ve musibetlere sabretmek suretiyle Allah katındaki derecesini yükseltebilir. Eğer günah işlediysen;tövbe ve istiğfar et Yanlış yaptıysan düzelt Allah’ın rahmeti sonsuz,kapısı ise hep açıktır. -Resulullah sav buyurdular ki… İstiğfara devam edeni, çok okuyanı, Allahü teâlâ, dertlerden, sıkıntılardan kurtarır. Onu, hiç ummadığı yerden rızıklandırır Beyhaki İmam-ı Rabbanî (ks) Hazretleri, din ve dünya zararlarından kurtulmak için her gün 500 defa “Lâ havle velâ kuvvete illâ billah” okurdu. Okumaya başlarken ve okuyunca yüzer defa Salevat getirirdi. (Tefsir-i Mazherî)] Allahım! Bizi affet.. Üzüntü ve sıkıntılarımızı gider... Bizi sevdiğin kullardan eyle.. Vakıf Vakıflar şefkat pınarlarımızdır. Dünya malı dünyada kalır. "Yaptığın hayrı ancak Allah'a sat, insana değil."Hz.Mevlana (İnsan ölünce amel defteri kapanır. Ancak şu üçü bundan müstesnadır: Sadaka-i cariye, faydalı ilim ve kendisine dua eden salih evlat bırakan.) [Buhari] Vakıf; yorgunu dinlendiren misafirhane, yetimi barındıran yurt, yoksulu güldüren yuvadır. �� Vakıf; cahili öğreten okul, açı doyuran aşevi, hastayı tedavi eden hastanedir. Vakıf tarafından yardım alan kişilerin adları, kurum tarafından açıklanmaz. Vakıfların Hizmetleri şunlardır: 1. Dini vakıflar 2. Sağlık vakıfları 3. Eğitim ve öğretim vakıfları 4. Aş evi vakıfları 5. Sosyal hizmetler veren vakıflar 6. Sanat ve kültür vakıfları. 7. Para yardımı vakıfları 8. Milli savunma 9. İktisadi vakıflar 10. Ulaştırma vakıfları hizmeti 11. Spor vakıfları Kendini Allah’a Vakfetmek. ABDULLAH: Allah’ın adamı- Allah’a ait olan, onun yolundan giden kişi. -O halde bir işi bitirince hemen (başka işe) sarıl. İnşirah Suresi 94/7 Durmak Yok, yorulmak yok, başardım deyip bayram etmek yok. "Bir işi başarınca hemen yeni bir hizmete kalk" diyor Allah (c.c). Şahsınla ilgili dünyevi zaruri ihtiyaçlarını bitirdin mi, hemen islami hizmetlere koş, manası da vardır. Yorulduğunuzda yürüyerek dinleneceksiniz veya koşarak dinleneceksiniz. Yalnız Rabbimin rızasını isteyiniz,Çocuklarımız oynarken kilometrelerce yol alır da yinede yorulduğunu bilmez. Ama istemediği bir yere gönderecek olursanız, hemen yorulur. Büyüklerde de öyle değil mi? Bir ata sözümüzde;Gönülsüzü yol kocatır" denilmiştir. Hz.İsmail. Hz. İbrahim, en değerli olan oğlu Hz.İsmail’i ALLAH yolunda adadı. Peki, bizim İsmail’imiz ne? Bizim ALLAH için adağımız ne? İsmail gibi canımızı adayamıyorsak da Hz. İbrahim gibi en değerli şeyleri adayalım. Mesela zevklerimizi, vaktimizi ya da en önemlisi gençliğimizi… Evet, evet gençliğimizi adayalım. Bizim İsmail’imiz gençliğimiz olsun ve ALLAH’ın istediği bir hayat yaşama amacıyla adayalım. Hz.Meryem Hanne gibi adayanlara, Meryem gibi adananlara ne mutlu. Kur’an-ı Kerim 2 büyük sûrede ve 34 ayette kendisinden övgüyle bahsedilmiştir... Kur’an-ı Kerim’in Meryem ve Al’i İmran Sûreleri başta olmak üzere pek çok ayet, kadın-erkek hepimize Hz. Meryem’in Allah yoluna vakfedilmiş üstün kişiliğinden bahseder... Müslüman kadın Hz.Hatice, Hz. Ayşe, Sümeyye ve Hz.Meryem'leri kendine örnek almalı ve kendini Rabbine adamalı ve bu bilinçle yaşamalıdır. Ashab-ı Kehf… Onlar Allah’a inanan gençlerdi. Onlar kendi kavimlerinin şirk dininden vazgeçip tevhid dinine inanan yiğitlerdi. Kendilerine kurulan tuzağı duyunca makam, mevki, mal ve ailelerini bırakıp dağdaki mağaraya sığındılar. Allah ise onları orada uzun bir süre uyuttu. Kendi kavimlerinin dinlerini yaşarlarsa şehirde, saraylarda yaşayacaklardı. Ama onlar Allah’ın dinini tercih ederek dağları ve mağarayı saray hayatına tercih ettiler. -Hani o delikanlılar mağaraya sığınmışlar ve "Ey Rabbimiz bize tarafından bir rahmet ver ve şu işimizde bize bir kurtuluş yolu hazırla"Kehf 18/10 demişlerdi. Dua önce, sebeplere sarılıp ondan sonra Allah'ın azametine sığınarak kişinin aczini itiraf ederek istek ve hacetini bildirmesidir. Bu âyet'te bu yiğit delikanlı gençler zâlim hükümdara baş kaldırmışlar, karşılıklı mücadele verilmiş. Allahın mesajını da o adama ulaştırmışlar. Ondan sonra da şehirden çıkıp mağaraya sığınıp, sonunda da Allah'a dua edip ve Allah'dan çıkış yolu istemişler. Sahabe izinde olmak Sahabe izinde olmak kim, biz kim? Şöyle bir düşünelim bakalım; Onlar, Hz Muhammed'in adı anıldığında ellerini yüreklerinin üzerine bastırıyorlardı, çünkü yürekleri yerinden çıkacak gibi oluyordu. ''Anam babam sana feda olsun Ya Resulullah'' diyorlardı, bî hakkın..Biz, başkasına değil kendimize sessizce itiraf edelim; neleri feda edebiliriz?.. Ne ücret istediler nede sigorta.Tüm hayatlarını Allah yolunda vakfetmişlerdi. Müslüman olan kabilelere Kuran ve Sünnet’i öğretmek için gönderilirlerdi. "Sevdiğiniz şeylerden Allah için harcamadıkça tam hayra erişemezsiniz" Alî İmran, 3/92 Hz.Mus'ab Bin Umeyr (R.A.) Daha 19-20 yaşında Hz.Peygamber’in insanları İslam’a davet ettiğini öğrendi. Yaşadığı bütün saltanatı bir çırpıda elinin tersiyle itip,Allah Rasuluna biat etti. Medine’ye ilk hicret edenlerdendir.Birinci Akabe bîatında müslüman olan oniki kişi, Resûlullah’dan (s.a.v.) dînî hükümleri ve Kur’ân-ı kerîm öğretmesi için bir öğretmen istediler. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.) tarafından Medinelilere Kur’an öğretmesi için gönderdi. Her mü'min ve özellikle her ihlâslı genç Mus'ab b. Umeyr gibi bir öğretmen olmakla mükellef olduğunu bilecek, bulunduğu köye, sehire,okula, fabrikaya, iş yerıne Hz. Peygamber tarafından İslâm Dini'ni tebliğ edip öğretmek için seçilip tayin edilmiş bir öğretmen olduğuna inanacaktır. Şimdiyse tam tersi değil mi kardeşlerim? Zenginlik, güzellik ön planda ve adanış ilk önce bunlara. Oysa Musab da gençti. “Göz oldur ki Hakk’ı göre, yol oldur ki doğru vara, kulak oldur ki Hakk’ı duya..” Yûnus Emre “Allah’a güzel bir borç takdiminde bulunacak kim var? Ki, Allah ona kat kat fazlasını versin.” (Bakara 2/ 245) Allah Malımızı, zamanımızı, sağlığımızı Allah yolunda hayra sebep olacak şekilde harcamayı ve bizlere de vakıf hizmetlerinde canı gönülden görev almayı nasib eylesin… Vakit İnsan Vaktini Allah Rızası İçin Kullanmalıdır. Atalarımız “Beş vakti olanın boş vakti olmaz!” demişlerdir. Basit bir insan zamanını nasıl öldüreceğini, değerli bir insan zamanını nasıl kazanacağını düşünür. Yazın gölge hoş kışın çuval boş. Boşa harcadığın bir dakika, ömründen çaldığın bin dakika. Terazi var, tartı var; her şeyin bir vakti var. Hayat, bir saniyesi bile heba edilemeyecek kadar kısa ve kıymetli bir nimettir. Vakit, bizlere emanet edilen eşsiz bir hazinedir. Ve bir gün her bir emanetin, her bir nimetin hesabı Rabbimiz tarafından eksiksiz sorulacaktır. Yerinde, fuzuli bir konuşma, tek bir kelime dahi insanın helakine, kayıp gitmesine sebebiyet verebilir. Mü'minin sözünün hikmet, sükûtunun da tefekkür olması gerektiği tavsiyesinde bulunmuyor mu? O hâlde ağzımızı açıp bir şey konuştuğumuzda ya din-diyanet adına, ülke ve ülkümüz hesabına bir fayda sağlayacak, bir mânâ ifade edecek şeyler konuşmalı veya bu faydaları temin edecek meseleleri tefekküre dalarak sükûtumuzu bir tefekkür zemini hâline getirmeliyiz. Fırsat her vakit ele geçmez. Acaba sırf dünya için mi yaratılmışsın ki bütün vaktini ona sarfediyorsun? Bugünün işini yarına bırakma. İşler günü gününe yapılmalıdır. Gününde yapılmayan bir iş önemini yitirir.Üst üste biriken işlerin altından kalkmak güçleşebilir.Namaz gibi. Zamanın kıymetini bilmek. Kaybedilen mal, mülk, servet zamanla kazanılabilir; fakat kaybedilen ömür sermayemizi geri getirmemiz asla mümkün değildir. Yüce Allah 1. Asra yemin ederim ki 2. İnsan gerçekten ziyan içindedir. 3. Bundan ancak iman edip iyi ameller işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve sabrı tavsiye edenler müstesnadır. Asr suresi ;103/1-2 -3 buyuruyor. Allah Resûlü (sav)’de;“ İki nimet vardır ki, insanların birçoğu bunların kıymeti hakkında aldanmıştır: sıhhat ve boş vakit.” Buhari,”Rikak”,1,Tirmizi,”Zühd”,1 Peygamber Efendimiz (s a v) “ Beş şey gelmeden önce beş şeyin kıymetini bilin; ölüm gelmeden önce hayatın, hastalık gelmeden önce sağlığın, meşguliyet gelmeden önce boş vaktin, ihtiyarlık gelmeden önce gençliğin, fakirlik gelmeden önce zenginliğin.” Buhari,”Rikak”,3,Tirmizi,”Zühd”,25 buyurmaktadır. Peygamber Efendimiz (s a v) "Âhirette insan şu beş şeyden sorguya çekilmedikçe Allah'ın huzurundan ayrılamaz; ömrünü nerede tükettiğinden, gençliğini ne şekilde yıprattığından, malını (servetini) nereden kazanıp nerelere harcadığından ve bildikleriyle amel edip etmediğinden" Tirmizi, Kıyâmet, 1(3531) Beş vaktin kıymeti. Müslüman zamanın kıymetini çok iyi bilip değerlendirmelidir. Çünkü bütün ibadetler, özellikle beş vakit namaz müminlere vaktin kıymetini telkin etmektedir. Ayrıca yapacağı işlerin, hayatında planlı ve düzenli yaşamasını öğrettiği gibi boş zamanının olmadığını göstermektedir. Bu nedenle müslümanın Allah’a kulluk görevini yaparak boş ve faydasız şeylerle meşgul olması düşünülemez. Allah-u Teala “Onlar ki, faydasız işlerden ve boş uğraşlardan yüz çevirirler” Mü’minun, 23/3 buyurmaktadır. Hz. Peygamber (sav) ‘de ; “Akıllı insan dünyada iken ahireti için hazırlık yapandır.” Kütüb-i Site Terc.17/598 buyurmaktadır. Ağla ey nefsim ağla..Herşeye vakit bulup... Şu Beş Vakit Namaz'a vakit bulamadığına ağla.. Vaktini boşa geçirip pişman olanlar. Bu büyük zaman sermayesinin kıymetini dünyada iken anlayamayanlar, ahirette “Ne olur Allah'ım beni dünyaya tekrar gönder; taki boşa geçirdiğim dünyada iyi iş yapayım.“ Mu’minun 99-100 diyerek yalvarırlar. Fakat ahirete giden bir daha geri dönemeyecektir. Eğer lüzumsuz ve faydasız işler peşinde koşuşturursak, önem arz eden işleri yapmaya zaman kalmayacaktır. Zamanımızı kahvehane köşelerinde, içki masasında, kumarhanede, televizyon ve internet başında boş yere geçirmeyelim. En büyük israf, zaman yani ömür israfıdır. Zamanını israf edenlerin ahirette hüsrana uğrayanlar olacaklarını da unutmayalım. - Sonra o gun, size verilmis olan her nimetten sorguya cekileceksiniz.Tekasür 102/8 Allah’ın nimetlerini, Allah ve Rasülünün koyduğu ölçülere göre kullanan, O’na daima şükreden kullarından bizleri eylesin. Vesvese Vesvese iman varsa gelir imansıza gelmez. İşsize (boş gezene) şeytan iş bulur. Biliyor musun, vesvesen neye benzer? Musibete benzer. Ehemmiyet verdikçe şişer; ehemmiyet vermezsen söner. Şeytan, edep dışı fena ve çirkin sözleri, şehvete dair bir kısım hayal ve hatıraları da kalbe atar. Dine, Allah‘a, peygamberlere ve mukaddesata dair çirkin sözler fısıldar. Bazen de, “Namazı kaç rekât kıldım, abdest alırken kolumu yıkadım mı, guslederken kuru yer kaldı mı“, şeklinde ardı arkası kesilmeyen vesvese (kuruntu) verir. Abdestin, taharetin ve namazın şartlarını, sünnetlerini, mekruhlarını bilmeyen, vesvese hastalığına yakalanır. Bunları bilip, yerine getirince, şüpheye düşmemeli, iyi ve tamam yaptığına inanmalıdır! Bir kimse namazda, *üc rekat mı, dört rekat mı kıldım* diye tereddüt ederek bir rükün eda edecek kadar düsünse veya Fatihadan sonra hangi sureyi okuyacagını bir rükün miktarı yani, allahümme salli ala Muhammedin ve ala ali Muhammed* diyecek kadar düsünse sehiv secdesi yapması vaciptir. Ancak bütün bu durumlarda, eger bu süphe kendisine ömründe ilk defa arız olmussa, o namazı yeniden kılar. Fakat birkac defa arız olmus ise, araştırır ve kanaatine göre hükmeder, ona göre hareket eder, namazı yeniden kılması icap etmez. Araştırma ve karar verme hususunda kalbin şehadeti kafidir. Bir insan, abdest uzvunu yıkayıp yıkamadığından devamlı şüpheye düşüyorsa, hiç vesveseye meydan vermeden o uzvunu yıkadığını kabul ederek namaza durmalıdır. Hem nefsin hem de şeytanın vesvesesi, Kur'an-ı Kerim'de ayrı ayrı zikredilir. "Andolsun ki, insanı biz yarattık ve nefsinin ona ne gibi vesveseler verdiğini biliyoruz ve biz ona şah damarından daha yakınız." (Kâf, 50/16) ayeti, nefsin vesvesesine işaret ederken; "Şeytan Adem'e vesvese verdi." (A'raf, 7/20; Tâha, 20/120) manasına gelen bir çok ayet de şeytanın vesvesesine delalet etmektedir. -İblis şöyle dedi: “İzzet ve kudretine yemin olsun ki, onlardan ihlaslı kullar müstesna onların tamamını azdıracağım.” (Sad suresi 38/82-83) Kişinin kalbine vesvese geldiğinde öncelikle ''euzu besmele'' çekmelidir. Unutmayın ki sıkıntı veren her şeyi def etmeye Allah’ın gücü yeter. O halde yalnız ona dayanmak ve yalnız ondan yardım istemek gerekmektedir. Vesveseye maruz kalb, içine kötülerin çer-çöp attığı pınara benzer O toz, toprak akıp gidecek ve sizin menba'ınız her zaman temiz kalacaktır. Elimizdeki aynadaki görüntü mesela pislik veya ateş süreti elimizi nasıl yakmazsa zihnimize gelen hiçbir görüntü ve düşünce de kalbimize zarar veremez. Evet var ama, yok gibidir şeytanın hilesi. Meselâ, iki duvar arasından geçmek istiyorsunuz; bakıyorsunuz ki, bir örümcek, ağlarını gerip yolunuzu kapatmış; döner misiniz, devam mı edersiniz? Örümcek ağı sizin ilerlemenize mâni olabilir mi gerçekten? Şüphesiz hayır; onu bir engel olarak görmez ve hiçbir şey yokmuş gibi yolunuza devam edersiniz. "İnsan kalbine iki yönden baskı ve telkin gelir. Birisi melektendir ki, hayırı söyler, hakkı tasdik eder. Kalbinde bunu bulan kimse bilsin ki, bu, Allah'tandır. Ve Allah Teâlâ'ya hamdetsin. Diğer telkin ise, Şeytandan gelir; şerri teşvik eder, hakkı yalanlar ve insanı hayırdan meneder. Kalbinde bunu bulan kimse, derhal Şeytanın şerrinden Allah'a sığınsın."(İbn-i Mes'ud) Vesvese kelimesi Kuran-ı Kerim’de dört yerde geçmektedir. Vesvesecinin (vesvas) şerrinden ALLAH’a sığınılması emredilmiş (Nas, 114/1-6). Cenab-ı Hak şeytanın vesveselerine karşı şu tavsiyede bulunur. 'Eğer şeytandan gelen kötü bir düşünce seni dürtecek olursa, hemen Allah'a sığın. Çünkü o hakkıyla işiten ve bilendir Fussilet (41/36) -Allah Teala ayrıca, görünen ve görünmeyen, bilinen ve bilinmeyen bütün korkunç ve zararlı şeylerden (Felak ve Nâs) sûrelerini okuyarak kendisini sığınmamızı emretmektedir. ”De ki:“Cinlerden ve insanlardan; insanların kalplerine vesvese veren sinsi vesvese verenin kötülüğünden,insanların Rabbine, insanların Melik’ine ve insanların İlah’ına sığınırım!Nas,(114/1-6) İnsan ile iblisin serüveni çok eski bir hadiseyle başlamıştır. Bu hadise ve gelişen olaylar Kur’an’da birçok yerde anlatılır. Allah Tealâ Âdemi yaratmış, ona şekil vermiş ve ruhundan üflemiş, sonra meleklere onun önünde secde etmelerini emretmişti. Melekler bu emre itaat ederek secde etmişler, ancak iblis kibirlenerek bu emri yerine getirmemişti. Yüce Allah da onu cennetten kovmuştu. Hz. Âdem’in de cennetten yeryüzüne indirilmesinde, Âdem ile Havva’yı aldatan da o olmuştu. Hadislerle İslam C:I S:272 Yaptığı yanlışın farkına varan, hata ettiğinde Allah’ın af ve mağfiretine sığınan, Hz. Adem gibi: “Rabbimiz! Biz kendimize zulüm ettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.” Araf (7/23) diye dua ve istiğfar edenler, ihlas ile Rabbine yönelip kulluk bilincine erenler, şeytanın vesvese ve tuzaklarından emin olurlar. -Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) anlatıyor: Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam)'in ashabından bir kısmı ona sordular: "Bazılarımızın aklından bir kısım vesveseler geçiyor, normalde bunu söylemenin günah olacağına kaniyiz." Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam): "Gerçekten böyle bir korku duyuyor musunuz?" diye sordu. Oradakiler "Evet!" deyince: "İşte bu (korku) imandan gelir (vesvese zarar vermez) dedi." Müslim, İman 209 (132); Ebu Davud, Edeb 118 (5110). İmam-ı Gazalî hazretleri buyurdu ki: Her insana musallat olan en az bir şeytan vardır. Şeytanın vereceği vesveselerden korunmaya çalışmalıdır! Şeytan cahillere daha çok musallat olur. Dinini iyi bilene vesvese veremez. İbadetlerimizi düzenli yerine getirdikçe, şeytanın kötülüklerine karşı direnme gücümüz artar. Allah'a dua eder, şeytana uymama konusunda Allah'tan yardım dileriz. Bir günah işlediğimizde hemen tövbe eder, bir daha yapmamaya söz veririz. Şeytanın en çok etki ettiği kıskançlık, öfke, kin gibi duygularımızı kontrol altına almaya çalışırız. İçki, kumar ve zararlı alışkanlıklara özenmeyiz. Çünkü bunlara özenen, şeytanın tuzağına düşer ve bu alışkanlıklar nedeniyle diğer kötülükleri de yapar. Hayalimize gelen şekiller manalar görüntüler bizim KALBİMİZİN MALI İRADEMİZİN TALEBİ VE DAVETİ DEĞİLDİR diye düşünülmelidir. Çünkü irademizden ve inançlarımızdan BAĞIMSIZ HAREKET EDEN bir zihin yapımız vardır ve elimizde olmadan gelenlerden rahatsız olmamız onların bize zarar vermediğini gösterir. -İbnu Abbas (ra) anlatıyor: “Resûlullah (asm) buyurdular ki: “Şeytan insanoğlunun kalbinin üzerinde tünemiş vaziyette bekler. Allah'ı zikredince siner, çekilir, gaflet etse vesvese verir.” (Buhârî) ŞEYTANIN DÜŞMANLARI: 1)Çok sadaka veren müslüman 2)Tövbesinde sabit kalan tövbekarlar 3)Adil idareciler 4)Dürüst ve doğru sözlü tütcarlar 5)Nasihat eden müslüman 6)ALLAH'dan korkan alimler 7)Mütevazi zengin 8)Gece namazı kılan müminler 9)Daima abdestli olan müminler 10)Daima Kur'an okuyan hafızlar 11)Merhametli müminler 12)Haramdan sakınan müminler 13)Güzel huylu müminler 14)İnsanlara faydalı olan müminler ŞEYTANIN DOSTLARI 1)Namaza tembel olan ve ağır davrananlar 2)Hile yapan, aldatan tüccarlar 3)Zekata engel olan kişiler 4)Yetim malı yiyenler 5)Zina yapanlar 6)Uzun emeli olan insanlar 7)Şarkı söyleyen kadınlar 8)Zalim idareciler 9)Kibirli zengin 10)İçki içen kişiler “Ey Rabbim, şeytanların vesveselerinden Sana sığınırım. Onların yanımda bulunmalarından da, ey Rabbim, Sana sığınırım.” Mü’minûn Sûresi, 23/97-98. Yüce Rabbim, bizlere şeytanın vesveselerine uymadan bir hayat tamamlatsın. Rabbimizin ve inananların rızasını kazanarak İman ile bu dünyadan ayrılmayı nasip etsin. Yalan Allah (yalanı ve) yalancıları sevmez. Yalancının mumu yatsıya kadar yanar. Yalan söylemek büyük günahtır. Yalan, kişinin gerçeği gizleyip, bildiğinin aksini söylemesidir. Sözünde durmamak. Allah (CC) şöyle buyurmaktadır:“Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük bir günahtır.” (Saff 61/ 2–3) Kur’an müminlerin vasıfları sayarken şöyle buyurur:“Yine (o müminler) ki, emanetlerine ve verdikleri sözlere riayet ederler (sahip çıkarlar).” (Müminun 23/ 8) Yalan söylemek münafıklığı alâmetidir: Ebu Hüreyre r.a. den rivayete göre Peygamberimiz s.a.v. şöyle buyurmuştur:“Münafığın belirtisi üçtür: Konuştuğu zaman yalan söyler, söz verdiği zaman sözünde durmaz, kendisine bir şey emanet edildiği zaman hıyanet eder” Buhari, İman, 2/24, (I,14 İbnu Amr İbni'l-As (r.a.) anlatıyor: "Resulullah (s.a.v.) buyurdular ki:"Dört haslet vardır; kimde bu hasletler bulunursa o kimse halis münafıktır. Kimde de bunlardan biri bulunursa, onu bırakıncaya kadar kendinde nifaktan bir haslet var demektir: Emanet edilince hıyanet eder, konuşunca yalan söyler, söz verince sözünde durmaz, husumet edince haddi aşar." Buharî, İman,2/ 24, (I,14) En fazla yalanı kim söyler. "Yalanı, yalnızca Allah'ın ayetlerine inanmayanlar uydurur..." (Nahl Suresi, 105) İnsanları Güldürmek için Yalan Söylemek Rasûlullah: "İnsanları güldürmek için yalan söyleyene yazıklar olsun." (Ebû Dâvud) buyurmuştur. Şakada olsa yalan söylemek. Ebu Umame (Radiyallahu Anh) şöyle dedi: “Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): ‘…Şaka da olsa yalan söylemeyi terk eden kimse için cennetin ortasında bir eve kefilim…’ buyurdu.” Ebu Davud 4800 - Peygamberimiz Şaka Yapardı, Ama Gerçeği Söylerdi: Ebu Hüreyre'den rivâyet edildiğine göre; "Sahabe şöyle sordu: 'Ey Allah'ın Rasûlü! Sen bize şaka mı yapıyorsun?' Rasûlullah: 'Evet, ama ben (şaka da olsa) ancak doğruyu söylerim." (Tirmizî, Müsned-i Ahmed) buyurdular. Mümin yalancı olurmu. -Safvan İbnu Süleym (r.a.) anlatıyor: "Ey Allah'ın Resulü! dedik, mü'min korkak olur mu?" "Evet!" buyurdular. "Pekiyi cimri olur mu?" dedik, yine: "Evet!" buyurdular. Biz yine: "Pekiyi yalancı olur mu?" diye sorduk. Bu sefer: "Hayır! buyurdular." Muvatta, Kelam 19, (2, 990) Şâhitlik’i gizlemek. Peygamberimiz bir Hadis-i Şeriflerinde; ''Şâhitlik için çağırıldığı halde, bildiğini gizleyerek şâhitlikten kaçınan kimse, yalancı şâhitlik yapmış gibidir.'' buyurmuşlardır. [Taberânî, Mecmeu’z-Zeva’d IV, 200] Yalancı şahitlik. Yalancı şahitlik yapmak hem yalan söylemek hem de dolaylı olarak iftira etmektir. Yalancı şahitlik ile kul hakkının ihlal edilmesine ve zulüm yapılmasına sebep olunmuş olur. Bu büyük günahlardan biridir. -“Yalan sözden (yalan yere şâhitlik yapmaktan)kaçının” Hac 22/30 Yüce Allah “Allah için adaletle şahitlik edenler olun” (Mâide, 5/8) buyurmuş, bırakın yalancı şahitlik yapmayı, şahitlik yapmamamın bile günah olduğunu bildirmiştir: Çocuklara yalan söylemek. Abdullah b. Amr (r.a.) diyor ki; Peygamberimizin evimizde bulunduğu bir günde, annem, “yavrum gel, sana bir şey vereceğim” diye beni çağırdı. Peygamberimiz anneme: “Çocuğa ne vermek istedin” diye sordu. Annem: Hurma vermek istedim, dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz: “Eğer bir şey vermeseydin sana bir yalan günah yazılırdı” buyurdu. Ebu Davud, Edeb, 45/80, (V,265) Hayvanlara yalan söylemek. - Peygamber Efendimiz'in (asm) "Bir sahabenin elinde boş bir külahla, sanki içinde bir şey varmış gibi davranarak atını yanına getirmeye çalışması Allah Resulünü öyle rahatsız etmiştir ki, o sahabeyi çağırmış ve hayvanı aldattığı için azarlamıştır." (Buhârî, İman, 24; Müslim, İman, 107) “Meşhur bir hadisçi, kendisinden hadis naklettiği bir kişiyi görmek için onun bulunduğu yere seyahat etmiş. O yere vardığında, bu kişinin atına yiyecek verecekmiş gibi yapıp atı çağırdığını ve sonunda ata yiyecek vermediğini görmüş. Atı kandıran insanları da kandırabilir diye onun naklettiği hadisi almamış.” Yalan Söylemenin Caiz Olduğu Durumlar. Ümmü Külsûm şöyle dedi: “Ben Rasûlullah (s.a.s.)’ın şu üç hal dışında, halkın yalan söylemesine ruhsat verdiğini hatırlamıyorum: Harpte, kişilerin arasını düzeltmekte ve (aile dirliğini sağlamak için) kocanın hanımına, hanımın kocasına söylediği sözlerde.” (Müslim, Birr 101). Son nefesinde; keşke yapmasaydım deme… Güzeli, çirkini, yalanı, gerçeği tartacak terazi yaşarken elindeydi. Yarabbi dilimizi yalandan kazancımızı haramdan vucudumuzu tüm gunahlardan uzak eyle.Amin.. Yaratılış “İnsan niçin yaratılmış?” sorusuna sıkça muhatap oluruz. 'Neden yaratıldık?' sorusunu sormak, akıl sahibi olmanın bir alametidir. Çünkü insana aklın verilmesinin bir amacı da; 'Nereden geldim, niçin yaratıldım, nereye gidiyorum?' sorularını sorup, cevap araması içindir. Fakat bu sorulara ancak 'bir insan olarak kainattaki vazifelerimizi öğrenmek' amacıyla sorulabilir. Nereden geldim. Ruhlar aleminde yapılan Allah-kul sözleşmesi. Allah’ın, sizin üzerinizdeki nimetini ve: “İşittik ve itaat ettik” dediğiniz zaman, onunla sizi bağladığı misâkınızı hatırlayın.Maide 5/7 Bütün insanlar, nefsleri, ruhları, ve fizik vücutları ile ezelde Allah'a verilen üç yeminle Allah’a taahhütte bulunmuştur. Her vücut kendisi ile alâkalı yemini vermiştir. Bütün fizik vücutlar, dünya hayatını yaşarken Allah’a kul olacaklarına, şeytana kul olmayacaklarına dair ahd vermişlerdir. O sabredenler, kendilerine bir belâ geldiği zaman: İnna lillah ve inna ileyhi raciun... Biz Allah'tan geldik ve O'na döneceğiz.Bakara 2/156 derler. Bu Ayet genelde bir ölüm haberi alındıktan sonra söylenir. Yani ölen kişinin ardından söylenebilecek sözlerden birtanesidir. Mümin nasıl ki karşılıksız olarak nimetlendirilmektedir işte bazı zamanlar da belalara giriftar olabilir. bu durumda asi olmak yerine, bunda da rabbimin bir hikmeti var, şu ana kadar aldığım nimetler uğradığım belalardan muhakkak ki daha çoktur, 'veren de o'dur alan da' inancını taşımalıdır. işte bu güzel inanç insana hem teselli olur hem de güzel inancına delalet eder,böyle düşünen bir mübarek, ihlâslı, imanı sağlam insan bunalıma d��şmez, intihar etmez, sabr-ı cemîl gösterir, sevap kazanır, toplumu birbirine karıştırmaz, feryâd ü figân edip hem kendisini hem başkalarını üzmez. Her şey güzel olur. İnsan niçin yaratıldı, vazifesi nedir? İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: Bütün varlıkların hülasası, özü olan insan, eğlence için, oyun için, yiyip içmek, gezmek, yatmak keyf sürmek için yaratılmadı. Kulluk vazifelerini yapmak için, Rabbine itaat, tevazu, kuvvetsizliğini, ihtiyacını göstermek, Ona sığınmak ve yalvarmak için yaratıldı. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: Ölmek felaket değil, öldükten sonra başa gelecekleri düşünmemek felakettir. “Sizi boş yere mi yarattık?” Bir insan bir alet, bir makine yapınca bunun nasıl ve nerelerde kullanılacağına dair bir prospektüsünü [tarifesini] de yanına koyar. Yine de anlaşılması zor ise, kullanması için kurslar açar. Bir makine yanlış kullanılırsa elden çıkar. (Sizi boş yere yarattığımızı mı sandınız?) [Müminun 23/115] Başıboş yaratılmayan insanın, ne yapması gerektiğini Peygamberleri vasıtası ile, kitaplar göndererek bildirmiştir. Son Peygamber olan Muhammed aleyhisselama gönderilen kitabı ise Kur'an-ı kerimdir. Kur'an-ı kerim çok veciz olduğu için, Peygamber efendimiz bunu hadis-i şerifleri ile açıklamıştır. (Dünya sizin için yaratıldı. Siz de ahiret için yaratıldınız! Ahirette ise, Cennet ve Cehennemden başka yer yoktur.) Samimi inananlar Allah’a geregi gibi kulluk yaparlar. Huzur, fıtrata uygun yaşamakla bulunur. Her arı, bal yapmaz. Her çiçek koklanmaz. Herkes dünyaya temiz ve günahsız olarak gelmiş, iman edecek fıtrat ve kabiliyette yaratılmıştır. Buna göre iman normal, inkar ise anormaldir. İnkar bir bakıma fıtratın bozulmasıdır. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) bir gün, Muâz b. Cebel’e, “Allah’ın kulları üzerindeki, kulların da Allah üzerindeki hakkı nedir, biliyor musun?” diye sordu. O da; “Allah ve Resûlü daha iyi bilir” dedi. Bunun üzerine Efendimiz şöyle buyurdu: “Allah’ın kulları üzerindeki hakkı, onların Allah’a ibadet edip kulluk yapmaları ve hiçbir şeyi O’na ortak koşmamalarıdır. Kulların Allah üzerindeki hakkı ise, kendisine ortak koşmayanlara Allah’ın azâb etmemesidir.” Buhârî, Tevhid, 1. Bütün varlıkların bir görevi var?.. Yaratılış Amacımız: Kulluk/İbadet İnekler süt veriyor, arı bal yapıyor, tavuk yumurtluyor, balık bize et yetiştiriyor Hatta lüzumsuz sandığımız bazı varlıklar bile hizmet ediyor Yılanın zehirinden ilâç yapılıyor, karıncalar çıkardıkları gazla güneşin zararlı ışınlarını süzen ozon tabakasını güçlendiriyor, solucanlar fosforla toprağı besliyor Gereksiz, hikmetsiz, boş ve zararlı hiçbir varlık yok Bunların hepsi insan için çalışıyorlar İnsan da bütün varlıklardan yararlanıyor,Ama, hiçbir varlığa insanın etini yeme, sütünü içme veya sırtına binip gezme yetkisi verilmemiş İnsanın kullandığı bazı haklar hiçbir varlıkta yok Peki bunca emek çekilen, masraf yapılan, özenilen, yetkilerle donatılan insan niçin yaratılmış? Eti yenmez, sütü içilmez, derisi işe yaramaz, ölüsü bir an evvel toprağa gömülür Acaba Rabbimiz bir solucana bile bir yaratılış hikmeti taksın, insanı başıboş bıraksın ve 60-70 yıl yeyip içip yatması ve sonunda ölmesi için yaratsın Bu, mümkün mü? Kesinlikle mümkün değil Şu âyet meallerine bakın, aklımıza gelen sorulara ne güzel de cevap veriyorlar: “Göğü, yeri ve bunların arasında bulunan şeyleri boş yere yaratmadık” (Sâd:38/ 27) “Bizim sizi, boş yere, bir oyun ve eğlence olarak yarattığımızı ve sizin gerçekten bize döndürülmeyeceğinizi mi sandınız?” (Mü’minûn: 23/115) “İnsan kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanıyor?” (Kıyamet: 75/36) “Ben cinleri ve insanları, ancak bana ibadet -kulluk- etsinler diye yarattım.” (Zâriyât, 51/56) Allaha kul olmak demek cenabı hakkın farz kıldığı herşeyi yapmak demektir yasakladılklarına yapmamak emretdigini yapmaktır. KUR’AN’A GÖRE İNSANIN YARATILIŞ HİKMETİ VE SORUMLULUĞU İslam alimlerine göre, sorumlu organların korunması ve gözetim altında tutulması zorunludur. Çünkü organlar serbest ve başıboş bırakılırsa kalbin yorulmasına neden olur. İşte bu ve benzeri nedenlerden dolayı Allah bize organların kontrol altında tutulmasını emretmiştir. Sorumlu organlar ve bu organların yapması gereken şeyler; Göz; haram olan şeylere ve avret yerlerine bakmamalıdır. Kulak; ilim meclislerine devam ederek hayırlı şeyleri dinlemelidir. Dil; mümkün mertebe az konuşmalı, Kuran, Hadis kitapları, İslami kitaplar okumalı ve anladıklarını anlatmalıdır. Ayrıca, doğru konuşmalı, yalandan uzak durmalı, zikir ve tespih çekmelidir. İki El; helal olmayan kadınlara veya erkeklere dokunmamalı, adam öldürmemeli, birine tokat atmamalı veya vurmamalı, hırsızlık yapmamalı, bevl ve istincada sağ eli kullanmamalıdır. Mide; haram lokmadan uzak tutulmalı, helal lokma ile beslenmeli ve tıka basa doldurulmamalıdır. Cinsel organ; helal olan haricinde herkesten uzak tutulmalıdır. İki Ayak; kardeşlerinin ihtiyaçlarına koşuşturmalı, nafakasına çalışmalı, camiye ve sohbetlere gitmelidir. Kalp; Ayine-i Samed olduğu için masivayı batın-ı kalbe sokmamalıdır. İnsanoğlu,Allah’ın kendisine verdiği yaratılış kabiliyeti gereği, Allah’a inanç ve diğer iman esaslarını kabul edip, Kur’an-ı Kerim ve Hz. Peygamberin sünnetine göre hareket ederek, nefsinin heva ve heveslerini kontrol altına alabilirse, Allah’ın dilediği bir insan tipi ortaya çıkar ve istediği mertebeye de ulaşabilir. -İbn Vazzah rivayet ettiği bir hadisde :İnsanın ömrü kırkına vardığı hâlde günahlarına tevbe etmezse şeytan eli ile yüzünü mesheder ve bu iflâh olmayan bir yüzdür der. İhya 3 cilt say 62-63-64. Bazı insanlar yedisinde ne ise, yetmişinde de odur.Madenler gibidir. Madeni iyi olan insan, doğuştan bazı meziyetler taşıyan insan her yaşta iyidir. Madeni kötü olanda öyle. Kişinin çocukluğundaki özellikleri değişmez; ihtiyarlığında da sürer. ALLAH' ım! Yaratılışımı güzelleştirdiğin gibi ahlâkımı da güzelleştir... (İbn-i Hanbel, el-Müsned, I, 403 ) Bizleri kendine kul habibine layık ümmet olmakla şereflendir Allahım. Rabbim bize kulluğumuzun farkına varmayı ve en güzel şekilde yerine getirmeyi nasip etsin. Yardımlaşmak Hakikî dost, dostunun en sıkışık zamanında yardımına koşmaya hazır durumda bekler. Doğrunun yardımcısı Allah’tır. Allah yardım ederse kuluna her iş girer yoluna. Yanlışı gören ve önlemek için eli uzatmayan yanlışı yapan kadar suçludur. Değirmen iki taştan, muhabbet iki baştan. Çoban, kurdun işine razı olursa, köpek yabancıya havlamaz. Ebu ÜMAME Bir mahalle de birisi açlık sebebiyle ölürse, o mahallenin hepsi onun katili olur. Cenabı Hak şöyle buyuruyor:İyilik ve (Allah'ın yasaklarından) sakınma üzerinde yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayın. Allah'tan korkun; çünkü Allah'ın cezası çetindir.Maide 5/2 “Allah'a kulluk edin ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Anne babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yakın arkadaşa, yolcuya, elinizin altında bulunanlara iyi davranın.” Nisâ, 4/36. Peygamber Efendimiz (s.a.s.) şöyle buyuruyor: “Müslüman Müslüman’ın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu düşmana teslim etmez. Din kardeşinin ihtiyacını karşılayanın, Allah da ihtiyacını karşılar. Müslüman’dan bir sıkıntıyı giderenin Allah da kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir.” Buhârî, Mezâlim 3; Peygamber efendimiz(s.a.v)de “mü’min müminin aynası ve kardeşidir.Kardeşinin nafakasını temin etmesine yardımcı olur.onu gıyabında korur ve gözetir.” Keşfül Hafa-2687 buyurmaktadır. Tarihden kalan yüzlerce vakıf aşhane ve sadaka taşları vardı. Vakıf, bir kişinin, belirli bir hizmetin yerine getirilmesi ya da başkalarının yararlanması için malını ya da parasını ya da mülkünün bağışlayarak oluşturmuş olduğu kuruluştur. Vakfın amacı; Hukuka uygun, belirli, anlaşılabilir olmalı ve süreklilik arz etmelidi. Aşhane Yoksullara parasız yemek yedirilen veya dağıtılan yer. Sadaka taşları Sadakayı verenle alanın birbirini görmemesini derdini kimseye anlatamayan fakirler ihtyacı olduğunda gecenin geç saatlerinde sadaka taşının yanına gelirdi. Bu taştan parayı aldıktan sonra, kalanını kendisi gibi ihtyacı olanları düşünerek bırakır ve sadakayı bırakana kalbinden dua ederdi. Peygamber efendimize inanan Müslümanların Hicret etmeleri sonucu onlara yardım eden Medinelilere ENSAR denir.Ensar peygamberimize onunla birlikte olanlara oldukça iyi davranmış mallarının ve yiyeceklerinin yarısını onlara verip yurtlarını aratmayacak hizmette bulunmuşlardı. Bu konuda bize en güzel örnek asrı saadet döneminde Mekkeli Müslümanlarla Medineli Müslümanlar arasında gerçekleştirilen Ensar Muhacir kardeşliğidir. “ Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, yedi başak bitiren ve her başakta yüz tane bulunan bir tohum gibidir. Allah dilediğine kat kat verir. Allah lütfü geniş olandır, hakkıyla bilendir.”Bakara 2/261 -Ey iman edenler, eğer siz Allah'a (Allah adına İslama ve müslümanlara) yardım ederseniz, O da size yardım eder ve sizin ayaklarınızı sağlamlaştırır.Muhammed 47/7 Unutmamalıyız ki , maddi çıkarlar üzerine kurulmayıp, sırf Allah rızası için tesis edilen dostluk, kardeşlik, yardımlaşma ve dayanışma, fertlerin dünya ve ahirette mutlu olmalarına vesile olacaktır. VERECEK BİR ŞEYİNİZ YOKSA GÖNÜL ALICI SÖZ SÖYLEYİN Bir mü’minin, muhtaca infâk edecek hiçbir imkânı yoksa, en azından onu tesellî etmelidir. Zira Cenâb-ı Hak âyet-i kerîmede buyuruyor. Yani hiçbir şey veremiyorsan, hiç olmazsa tatlı bir dille, gönül alacak, tesellî edecek birkaç söz söylemeyi emrediyor. (Bkz. el-İsrâ, 28) -Hanım sahâbîlerden Ümmü Büceyd -radıyallahu anha- Peygamber Efendimiz’e gelerek: “–Yâ Rasûlâllah, Allâh’ın salât ü selâmı sizin üzerinize olsun! Bâzen fakir biri gelip kapımın önünde duruyor da, ona verecek bir şey bulamıyorum…” demişti. Rasûlullah -sallâllahu aleyhi ve sellem- kendisine: “–Ona vermek için bir koyunun yanmış tırnağından başka bir şey bulamasan bile (yani yanında kıymetsiz bir şey bile olsa), onu fakirin eline ver! (Onu boş çevirme!)” buyurmuştu. (Ebû Dâvûd, Zekât, 33/1667; Tirmizî, Zekât, 29/665; Nesâî, Zekât, 70/2566; Ahmed, VI, 383) -Asr-ı Saâdet toplumu, Allah yolunda infakta bulunup sadaka vermenin kişiyi pek çok tehlike ve belâlardan muhâfaza edeceğini, buna ilâveten sahibini muhabbetullâh’a nâil eyleyeceğini çok iyi idrâk etmişlerdi. Zira Cenâb-ı Hak şöyle buyurmuştur: “Allah yolunda ne harcarsanız size eksiksiz ödenir; siz asla haksızlığa uğratılmazsınız.Enfal 8/60 İNFÂKTA ACELE TMEK “Sadaka vermekte acele edin. Çünkü belâ, sadakanın önüne geçemez.” (Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, III, 110) Nasıl ki namazın fazîleti ilk vaktinde edâ edilmesinde ise, infâkın fazîleti de geciktirilmeden ilk fırsatta yapılmasındadır. -Muhacirler, “Ensar kardeşlerimiz, bize mal mülk verdi, iaşemizi temin etti” diyerek boş oturmuyorlardı. Bu, imanlarından gelen gayrete zıttı. Her biri elinden gelen gayreti göstererek, mümkün oldukça kimseye yük olmamaya çalışıyordu. Bunun en canlı örneği, Sa’d b. Rebî’in yaptığı teklife, cennetle müjdelenen on sahabeden biri olan Abdurrahman b. Avf’ın verdiği cevaptır. Resûl-i Ekrem tarafından birbirlerine kardeş tayin edilen Sa’d b. Rebî’, Abdurrahman b. Avf’a, “Ben, mal cihetiyle Medineli Müslümanların en zenginiyim. Malımın yarısını sana ayırdım!” demişti. Büyük sahabe Abdurrahman b. Avf’ın verdiği cevap, yapılan teklif kadar ibretliydi: “Allah, sana malını hayırlı kılsın! Benim onlara ihtiyacım yok. Bana yapacağın en büyük iyilik, içinde alış veriş yaptığınız çarşının yolunu göstermendir.”İbn Sa’d, Tabakat, c. 3, s. 125. Din kardeşinin bir işini yapana, melekler dua eder. O işi yapmaya giderken, her adımı için bir günahı af olur.! {İbni Mace} Peygamber Efendimiz (sav) de konu ile alakalı olarak şöyle buyuruyor : “Bazı kimseler, başkalarının ihtiyaçlarını karşılamak, onlara yardımcı olmak için yaratılmıştır. İhtiyaç sahipleri bunlara başvurur. Bunlar için ahirette azap korkusu olmaz.” (Taberani) “Allahım! Seni anıp zikretmek, nimetine şükretmek, sana en güzel şekilde ibadet etmek için bana yardım eyle!” Ebû Dâvûd, Vitir, 26. Ya Rabbi. zikrinle dolup taşanlardan, senin yolunda ölenlerden eyle. Ya Rabbi., cennetine girenlerden, cehenneminden azad olanlardan eyle. Ya Rabbi. Kur’an-a hizmet ve yardım edenlere sen de yardım et. Ya Rabbi. İslam’a ve Müslümanlara hizmet ve yardım edenlere sen de yardım et.Amin Yaşlılık Gençler ümitleriyle, ihtiyarlar hayal ve hatıralarıyla yaşarlar. Yaşlıların Yeri “Huzur Evi” Değil, Huzurlu Yaşadığı “Evi”dir! Öyle gelinler vardır ki, kayınvaldelerini çok hoş tuttukları gibi, onların bilgisinden, kalan enerjisinden de çok iyi yararlanırlar. Bunun tersi de doğrudur. Şimdi, yaşlıları, yaşlandıkları andan itibaren “Huzur Evleri”ne gönderiyorlar. Eskiden geniş aile halinde yaşanırdı, nineler dedeler torunların eğitimini yüklenirdi. Şimdi miniklerin eğitimini çocuk bakıcıları yükleniyor. Nasıl yetiştikleri de belli! Aslında gençlik terbiye zamanıdır; yani eğitim zamanı. İnsanlar bu süre içinde iyi ve doğru bir eğitim alırlarsa; bütün hayatları boyunca bunun semeresini görürler ve eğitimlerinden, bilgilerinden diğer insanları yararlandırırlar. Oysa çocukluk ve gençlik boşa geçirilmiş ve bu yaşta olanlar “insanlık”tan nasiplerini almamışlarsa , vay gelsin onların yaşlılığına. Hem sözleri dinlenmez, her şeyi yanlış yaparlar. Ve kendi hayatlarını berbat ettikleri gibi başkalarının hayatını da berbat etmek için ellerinden geleni yaparlar. Ağaç Yaş İken Eğilir. Çocuklar mutlaka küçük yaşta eğitilmelidirler. Bu yaşlarda işlenmeye, her türlü bilgiyle donatılmaya elverişlidirler. Zaman geçip de büyüdükçe eğitilmeleri zorlaşır. Yaşlı insan kolay kolay eğitilmez. Onlar tıpkı kuru bir ağaç gibidirler. Eğilmezler, buna zorlanırlarsa kırılırlar. Bu sebeple onlara yeni bir davranış kazandırmak imkansız gibidir. Bazı İnsan yedisinde ne ise, yetmişinde de odur: İnsanlar madenler gibidir. Madeni iyi olan insan, doğuştan bazı meziyetler taşıyan insan her yaşta iyidir. Madeni kötü olanda öyle. Kişinin çocukluğundaki özellikleri değişmez; ihtiyarlığında da sürer.En yoğun öğrenme 0-7 yaş arasında gerçekleşir. Huzur Evi İnsan hayatının 65 yaştan sonraki dönemi yaşlılık dönemi olarak adlandırılır. Belirli bir yaşın üzerindeki kimsesiz veya bakılmak istenmeyen yaşlıların barındığı kurumdur.Özellikte bayramları ziyaret edilmesi mutluluk katar.Huzur evinde pek çok yaşlı bulunmaktadır kimi yersiz yurtsuz. Avrupa’da yaşlılar huzurevlerinde bakılıyor. Anne babasını evinde bakan evlat sayısı bir hayli az... Oysa biz onlardan farklıyız. Bizim inancımızda “Cennet annelerin ayakları altındadır”. Anaya, babaya, yaşlılara hizmet ve hürmet etmek Müslümanlıkta ibadet hükmündedir. Onun için ecdadımız anne babalarını el üstünde tutmuş; yaşarlarken onlara adeta ‘öf’ bile dedirtmemişlerdir. Fakat son yıllarda biz de Batının çirkef yoluna girdik. Gelinler kocalarını zorlayarak elden ayaktan düşmüş anne babaları huzurevlerine gönderiyorlar. Fakat bu devran böyle gitmez. Onlar da bir gün elden ayaktan düşeceklerdir. Kendileri de aynı şeylerle karşılaşınca o zaman yanlış yaptıklarını anlayacaklardır. Fakat o zaman da ne yazık ki iş işten geçmiş olacaktır. Dinimize göre genç bir insan yaşlılara gençliğinde hizmet ederse Yüce Allah da yaşlılığında ona hürmet edecek kimseler nasip eder. Bugünün genci -Allah ömür verirse- kendisi de yaşlanacak ve yaptığı hizmetin karşılığını mutlaka görecektir. Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- buyuruyor ki: “Allah Teâlâ, yaşından ötürü bir ihtiyara saygı gösteren gence, yaşlılığında hizmet edecek kimseler lutfeder . ” (Tirmizî, Birr, 75) Peygamber efendimiz (sav) buyuruyor: “Bir kimse Müslüman kardeşinin ihtiyacını yerine getirirse; Allah da ona yardım eder. Bir kimse Müslüman kardeşinin sıkıntısını giderirse; Allah da ona mukabil kıyamet sıkıntılarından birini giderir.” Yasin Suresi 36/68 Peygamber Efendimizin (sav)“Merhamet edenlere Allah da merhamet eder. Allah’ın yarattıklarına merhamet ediniz ki, Allah da size merhamet etsin.” Ebu Davut, Edep, bab, 66, Hd: 4941 Bereketin sırrı. Her gün sana dua eden bir anne babaya sahip olman bile, Elhamdülillah' demen için ne büyük bir sebep. Düşkünleri görüp gözetiniz, zira siz ancak düşkünleriniz sayesinde yardım görür ve rızıklanırsınız (Tirmizî, "Cihad," 24; Ebu Davud, "Cihad," 70) Bereket, büyüklerinizin yanındadır (Münavi, Feyzu'l-Kadir, 3/220) Beli bükülmüş ihtiyarlar, süt emen bebekler, otlayan hayvanlar olmasaydı belâlar sel gibi üstünüze dökülecekti (Acluni, Keşfü'l-Hafâ, 2/230) Allah yolunda ayakları tozlanan bir kula cehennem ateşi dokunmaz ... (Buhârî, "Cihâd", 16) (Hak teâlâ, müslüman olarak ihtiyarlayana azap etmekten haya eder.) [Hatib] Kur’an-ı Kerimde yaşlılıktan bahseden bir ayette (Ömrün en zor/en güç çağı)(Hac 22/ 5) tabiri kullanılmakta. Sevgili Peygamberimiz (sav) (Allah’ım, tembellikten, cimrilikten, korkaklıktan, düşkün ihtiyarlıktan sana sığınırım.) [Hâkim] Allah bizleri düşkün ihtiyarlıktan korusun.Elden ayaktan düşmeden kimseye muhtaç olmadan Rabbimin verdigi ömür kadar yaşamayı son nefesimde kelime şahadet getirerek iman ile ruhumuzu teslim etmeyi Rabbim nasip etsin. Allah hepimizin yar ve yardımcısı olsun. O zor günlerde, o son günlerde yapayalnız ölmeyi inanın hiçbirimiz istemeyiz… Allah kalplerimizden merhameti eksik etmesin… Yemin Doğru söz yemin istemez. Yalancının mumu yatsıya kadar yanar. Müslüman gereksiz yere yemin etmemeli. İmam-ı Şafiî (r.a.) hazretleri yalan yere yemin etmek şöyle dursun, doğru yere bile yemin etmeyecek kadar büyük bir hassasiyet sahibi bir veli idi. Yemin, yalan olduğu düşünülebilen sözün doğruluğuna inandırmak içindir. Sözün doğruluğunda kuşku yoksa yemine gereklik yoktur. Zira sözlerini yemin ile kuvvetlendirmek isteyen kişilere şüpheyle bakılır. Yemin yalnız Allah adıyla yapılır. Mesela (Vallahi) demek, (Allah adıyla yemin ediyorum) demektir. Sadece (Yemin ediyorum) demek de yemin olur. O da Allah için yemin olur. Üç şeye yemin ederim ki! Abdurrahman ibni Avf hazretleri, Peygamberimiz(sav)'dan iştirek buyurdu ki, üç şeye yemin ederim: 1-Zekat vermekle mal eksilmez, çoğalır. 2-Zulüm edilen kimse, zalime hakkını bağışlarsa, Hak Teala kıyamet gününde bu kulun derecesini yükseltir. 3- Daima isteyici olan kimseyi, Hak Teala fakirlikten kurtarmaz. -İblis Hz.Ademi kandırıyor. "Ben size nasihat edenlerdenim" diye onlara yemin etti.A’raf 7/21 Ey Adem! Sana, seni burada ebedî kılacak bir devleti haber vereyim mi? Diyerek, Allahü Teâlânın yaklaşmamalarını emrettiği ağacı gösterdi. Hz. Adem, Şeytanın bu sözlerine aldırış etmedi, ancak şeytan da vesvesesinde yılgınlık göstermedi ve: Rabbimiz sizi bu ağaçtan başka bir sebeple değil, ancak iki Melek olacağınız veya bu Cennette ebedî kalacağınızdan dolayı nehyetti. Yani bundan yerseniz ya Melekler gibi yemek, içmek ihtiyacından müstağni olursunuz, yahut ölüm yüzü görmez burada ebedî kalırsınız, dedi. Kendisine inanmaları için de yemîn ederek, «ben sizin nasihatçınız ve hayrınızı isteyicinizim» diye emîn olmalarını istedi. Hz. Adem ve Havva hiç bir kimsenin yalan yere Allaha yemin etmeyeceğini düşünerek yanıldılar ve bu ağaca meylettiler. -Peygamber efendimiz bir hadisinde ''Bir kimse bir şey için yemin eder, sonra da ondan hayırlısını görürse yeminini bozsun ve kefâret versin"Müslim, "Eymân", 15-16 buyurmuştur. - Yemin bazen bir ihtiyaç haline gelebilir. Yargılama hukukunda bir ispat vasıtası veya tezkiye unsuru olarak yemine başvurulması bunun örneklerindendir. Kur’ân-ı Kerim’de vasiyet edecek kişinin şahit tutarken şahitlerin nasıl yemin edeceklerini açıkça zikretmesi de ihtiyaca binaen yemine başvurulabileceğini göstermektedir (Maide 5/106-108) -Yemin'in Çeşitleri Yemin, üç çeşittir. Bunlar boş yemin (yemin-i lağv), yalan yemin (yemin-i ğamus) ve söz yemini (yemin-i mün’akide) dir. -Boş Yemin (Yemin-i lağv) Yemin-i lağv yalan kastı olmaksızın ve doğru zannedilerek yapılan yeminlerdir. Kur’an-ı Kerimde Allah’u Teala “Allah kasıtsız olarak ağzınızdan çıkıveren yeminlerinizden dolayı sizi sorumlu tutmaz” Bakara, 2/225, Maide, 5/89 buyurmuştur. Ancak kendi sözünü daha değerli kılmak için sıkça yemin etmek uygun bir davranış değildir. Yalan Yemin (Yemin-i Gâmus) Yalan yemin (Yemin-i Gâmus), kasten yalan yere yapılan yemindir. "Kim yalan yere yemin ederse bu yemini sebebiyle cehennemdeki yerini hazırlamış olur." (Ebu Davud, 3242) Bu yemin büyük günah olup, sahibini günaha daldırdığı için bu isim verilmiştir. Yalan yere yemin edipte daha sonra bu yaptığından dolayı pişman olan kişinin samimi olarak tevbe edip mağfiret dilemesi gerekir. Zira bu tür bir yeminin kefareti yoktur. Ayrıca eğer bu yeminden dolayı birileri zarar görmüşse bu zararında giderilmesi gerekir. Söz Yemini (Yemin-i Mün’akide) Söz yemini (Yemin-i Mün'akide), mümkün bulunan ve geleceğe ait olan bir şey hakkında yapılan yemindir. ‘Vallahi ben yarın borcumu vereceğim, vallahi ben falan kimse ile konuşmayacağım’ denilmesi gibi.Söz yemininde aslolan yemine bağlı kalmaktır. Böyle bir yemine riayet edildiği takdirde keffaret gerekmez. Fakat yemin bozulursa, keffaret gerekir. Yemin kefâreti ise şöyledir: -Normalde keffaret, yemin bozulduktan sonra ödenir. Söz gelimi ‘Allah’a yemin olsun, şu işi yapacağım veya yapmayacağım’ şeklinde yemin ettikten sonra herhangi bir sebeple bu yeminini tutamayan ve bozan kimsenin yemin keffareti ödemesi gerekir. -Allah, kasıtsız olarak ağzınızdan çıkıveren yeminlerinizden dolayı sizi sorumlu tutmaz, fakat bilerek yaptığınız yeminlerden dolayı sizi sorumlu tutar. Bunun da keffâreti, ailenize yedirdiğiniz yemeğin orta hallisinden on fakire yedirmek, yahut onları giydirmek, yahut da bir köle azat etmektir. Bunları bulamıyan üç gün oruç tutmalıdır. Yemin ettiğiniz takdirde yeminlerinizin keffâreti işte budur. Yeminlerinizi koruyun (onlara riayet edin). Allah size âyetlerini açıklıyor; umulur ki şükredersiniz! Maide 5/89 Günümüzde yemînin keffâreti, on fakiri sabah akşam günde iki öğün doyurmak yahut bir fıtır sadakası miktarından az olmamak üzere, yiyecek bedelini kendilerine vermek veya on fakiri giydirmektir. Bunlardan birini yapmaya gücü yetmeyenler ise, yemin keffareti olarak, ardarda üç gün oruç tutarlar. Keffaretler, bir yönüyle dünyevi açıdan bir cezadır. Uhrevi açıdan da yemini bozmaktan dolayı Ahirette karşılaşılacak cezadan kurtuluş için bir ibadettir. Yüce Allah bizleri adaklarını yerine getiren ve yeminlerine sadık olan kullarından eylesin. Yemek Besmele bereketin anahtarıdır. Yemeğe başlamadan önce besmele çekip, yemek bittikten sonra da sofra duası okuması sünnettir.Besmele ile bereket evlerimizden ve sofralarımızdan eksik olmaz. (Besmele ile yenen yemek bereketli olur.) [İbni Mace] Böylece Allahü teâlâyı hatırlamış ve bu nimetlerin devamlılığını ve hayrını elde etmiş oluruz. “Besmele ile başlanmayan her iş bereketsiz ve güdüktür.” (Camiu’s-Sağir,6284) O iş Rahman’ın rahmetinden kopuktur. -Hz. Aişe'den rivayetle Peygamber s.a.v. "sizden biriniz yemeğe başlarken bismillah demeyi unutursa bismillah vel evveli, vel ahiri (başına ve sonuna bismillah) desin" buyurmuştur (Tirmizi ve Ebû Davud). Hz. Peygamber s.a.v.: "Yemeğe baslarken Allah c.c.’in adını anın, sağ elinizle ve önünüzden yiyin' buyurmuştur (Buhari ve Müslim). -İbn-i Abbas'tan gelen bir rivayette Peygamber s.a.v. "develer gibi hiç durmaksızın içmeyin, iki veya üç kerede için. İçmeye başlarken bismillah, içtikten sonra elhamdülillah deyin" buyurmuştur (Tirmizi). Yemek duasının fazileti. Okunan bu dualar sayesinde yani ettiğmiz şükürler sayesinde evimizin bereketi de artmaktadır. Aile ortamlarında okunacak olan bu güzel dualar sayesinde soframızda bulunan çocuklarımızın da bu tür güzel alışkanlıklar kazanmasına vesile oluruz. -Hz. Enes (Radıyallahu Anh)’dem rivayetle Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): “Şüphesiz ki, Allah, kulunun yemeğini yeyip sonra yediğine karşılık kendisine hamddetmesinden, yahut içeceğini içip içtiğine mukabil kendisine şükretmesinden çok hoşnut olur.” Müslim, no. 2734 Yemek duasının Meali: Kovulmuş Şeytan’ın şerrinden Allah’a sığınırım. Rahman ve Rahim Olan Allah’ın Adı ile.. "Bizi yediren, içiren ve müslüman kılan Allâh'a hamdolsun." (Ebû Dâvûd, Et'ime, 52) -Bütün hamdler alemlerin Rabbi olan Allah-ü Teala'ya mahsustur. Salat ve selam bizim efendimiz olan Muhammed (SAV)'in alinin ashabının ve cümlesinin üzerine olsun. -Bizi affet! Bizi bağışla! Bize acı! Sen bizim mevlâmızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et! Bakara 2/286 Yeyin, için, fakat israf etmeyin; çünkü Allah israf edenleri sevmez. Araf 7/31 Hiç kimse kendi rızkını yiyip bitirmeden ölmez. Bir kimse, Allahü teâlâ emrettiği için çalışır, rızkını helal yoldan ararsa, ezelde belli olan rızkına kavuşur. Bu rızk, ona bereketli olur. Eğer, rızkını Allahü teâlânın yasak ettiği yerlerde ararsa, yine ezelde ayrılmış olan o belli rızka kavuşur. Fakat, bu rızk ona hayırsız, bereketsiz olur. Rızkına kavuşmak için kazandığı günahlar da, onu felaketlere sürükler. Zikir Fikir Şükür ... Zikir: Mesela yemek yerken besmele çekmek zikir. Kulluk görevi de ibadet ile olur. İbadet geniş bir kavramdır, sadece günün bir bölümünü değil, bütün zamanı kapsar. Kısaca şöyle tarif edebiliriz: Allah’ın istediği yerde olmak, istemediği yerde olmamaktır. İbadetler Allah’ı bize hatırlatıyorsa makbuldur. Kur’an da Bana kulluk et; beni anmak için namaz kıl.Taha 20/14 buyrularak ibadetin amacı Allah’ı bilmek ve gereğini yapmak olduğunu bizlere hatırlatıyor. Fikir: Yediğimiz gıdaları ikram edenin Allah olduğunu düşünmek fikir. Yüce Allah?ın şu ayeti üzerinde de düşünür. İnsan kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanır(Kıyame,75/36 ) Şükür:Yemeğin sonunda Yüce Mevla’ya nimetlerinden dolayı teşekkür etmekse şükür. Yüce Rabbimiz bu konuda şöyle buyuruyor: Hatırlayınız ki Rabbiniz size: Eğer şükrederseniz, elbette size(nimetimi) artıracağım ve eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir, diye bildirmişti (İbrahim-14/7). "Verdiği bütün nimetler için Allah'a hamdolsun. Hatta, hamd etmeye muvaffak kıldığı için yine hamd olsun." İmâm-ı Gazalî (r.a) Helal rızık helal yolda harcanır. Haram rızık haram yolda harcanır. Helal lokma salih amelin işlenmesine katkı sağlar. Kendisi haram lokmayla beslenip, çoluk çocuğuna haram yediren kimse de büyük günaha girer ve haram lokma kötülüklerin ve günahların kapısını açar. Bir ayet-i kerimede şöyle buyurmaktadır, “Sizden birine ölüm gelip de, ‘Ey Rabbim, ne olurdu bana biraz daha mühlet verseydin de salihlerden olsaydım.’ demeden önce size rızık olarak verdiğimiz şeylerden bağışta bulunun.” (Münafikun, 10) Yüce Allah (c.c.) ahiret gününde, verdiği bütün nimetler için, sadece bir kez kulunu sorgularken, mal için iki kez hesaba çekmektedir. Birinci kez, malın kaynağı ile ilgili sorguya tâbi tutar, helal veya haram oluşunun hesabını sorar; ardından da nereye harcandığının hayırda mı, şerde mi, helal yolda mı, haram yolda mı sarf edildiğinin sorgulamasını yapar. Önce nasıl kazanıldığını sonra da nasıl harcandığını soracaktır. Hazret-i Peygamber (sav.) şöyle buyuruyor, “Kıyamet günü kul, şu dört şeyin hesabını vermedikçe hiçbir yere kımıldayamaz; Ömrünü nerede tükettiği, gençliğini nasıl geçirdiği, malını nerede kazandığı, nereye harcadığı, bildiklerini uygulayıp uygulamadığı (Tirmizî, “Kıyâmet”, 1).sorulacak. Müslüman'ın Diyeti: Az, öz ve akıllı beslenme. ''Vücudun rahatı az yemekte; ruhun rahatı az günahtadır.'' İmam- ı Gazali Hz. (Rh. A) “Bereket büyüklerimizin yanındadır.Küçüklerimize şefkat, büyüklerimize hürmet göstermeyen bizden değildir.” (Münavi, Feyzüll-Kadir, 3/220) Azıcık aşım, kaygısız (ağrısız) başım. Aza kanaat etmeyen çoğu hiç bulamaz. Allah’ım bizleri Besmelei şerifle başlayıp yemekten sonra bir şükran duası yapılan müslümanlardan olmayı nasib eyle. Amin… Yetim Yoksul ve yetimler topluma emanettir. Suça karışmış insanların büyük bir kısmı, çocukluk devresinde şefkatten, merhametten, sıcak bir aile ortamından mahrum kalmış ve ilgisizlik yüzünden yalnızlığa itilmiş kişilerden oluşmaktadır. Kur’ân-ı Kerîm’de yirmi iki yerde yetimlerden bahsedilmiş ve onlara iyi davranılması emredilmiştir. Anne baba tercihi, doğum ve ölüm insanın elinde değildir ve tamamıyla takdiri ilahidir. Yeryüzünde rızkı taksim eden, bazı kullara az bazı kullara çok veren de Allah-u Teala’dır. O halde yetim, fakir, yoksul olmak sabır gerektiren bir imtihandır. Sıcak, huzurlu bir yuva, zenginlik Yüce Rabbimizin ihsanıdır ve bu nimetlere şükür gerekir. İmtihan sadece o kişiyle de sınırlı değildir. Toplumdaki varlıklı insanlarda yoksul, kimsesiz ve yetimle imtihan olunmaktadır. Unutmamalıyız ki sahip çıktığımız her yetim kazanılmış en büyük değer olarak geleceğimize değer katacaktır. Allah’ın rızasını kazanmak isteyen yetimle ilgilensin. Yetimi doyurmak, yetimle ilgilenmek bir tür cihattır, infakın en güzel çeşitlerinden birisidir. “Müminler ancak kardeştirler.” (Hucurat,49/10) Sözlük yetimi tarif ederken “yalnız olmak, tek başına kalmak” diye ifade etmiş. Yetimlik zor bir süreçtir. Bu süreçte ilk yapılacak olan baba yerine geçebilecek biriyle yetimin hayatını ayakta tutmak, sonrasında ise anneyi psikolojik olarak desteklemektir. Tek Yürek Olursak Neden Olmasın? Gönüllü İyilik yapmaya ayda az bir parayla siz de Katılın. Yetimim binasına bir tuğla da senden olsun. Yaşadığımız her dem evlerden evlere, gönüllerden gönüllere iyilik taşımak için seferber olmalıyız. Unutulmamalıdır ki, iyilik sadece bir fakirin eline üç beş kuruş para sıkıştırmak değildir. İyilik aynı zamanda yalnıza arkadaş, yorguna dayanak, garibe sığınak, muhtaca imdat olmaktır. Hiçbir çocuk sokakta kalmasın, hiçbir yetim himayesiz kalmasın, hiçbir mülteci, muhacir aç açık kalmasın diyerek başkaları için koşturabilmektir iyilik. “Kardeşimi ne kadar düşünürsem, kendime o kadar iyilik etmiş olurum” bilinciyle dünyayı birbirimize yaşanılır kılmaktır iyilik. Yetim duası almak istersen. Bu gün öksüzler için dua ettiniz mi? İçinde saklıdır gönül yarası Hem duası tutar, hem bedduası. Tertemiz yürekleriyle söyledikleri her “Allah razı olsun” duası bizi kâinatın Rabbinin rızasına kavuşturacaktır. Hiçbir hayırlı işi küçümsemeden her vesileyi değerlendirmek gerekir.Başkalarına dua etmeli,ettirmeli ve istemeliyiz. Günümüzde anneli babalı yetimler var. Bir de günümüzde anne-babası var olduğu halde, onların görüp gözetmesinden ve sevgisinden mahrum kalıpta ahiretleri itibarıyla öksüzlük ve yetimlik çeken o kadar çok çocuk var ki, bunlara dense dense "ebedî yetimler" denir. Aile sorumluluğunu yerine getirmediği takdirde çocuklar yanlış yollara sapabilirler. Onların temiz fıtratı bozulabilir. Fıtratı bozulduktan sonra telafisi zor olabilir. Peygamber Efendimiz; “her doğan İslam fıtratı üzerine doğar, sonra ebeveyni onu Hıristiyanlaştırır, Yahudileştirir veya Mecusileştirir.” (Buhari, Cenaiz, 80) buyurarak, çocuğun değişimi ve yanlış inançlara sapmasında anne babanın ne kadar etkili olduğu vurgulanmaktadır. Yetime kötülük yapma. "Sakın yetime kötü davranma. Duha 93/9 El açıp isteyeni de sakın azarlama.Duha 93/10 İslâm dini, yetimlere iyi davranılmasını, onların mallarının korunmasına son derece önem vermiştir. "Gerçek, yetimlerin mallarını haksız (ve haram) olarak yiyenler, karınlarına ancak bir ateş yemiş olurlar. Onlar çılgın bir ateşe gireceklerdir". (Nisâ, 4/10). Bu âyetteki yetim malı yemekten maksat; onların mallarına sahip çıkmak, haklarını yemektir. Yoksa, içerisinde yetim bulunan bir aileyi ziyarete gidildiğinde onların ikram ettiği bir şekeri almamak değildir. Yedi büyük günah şunlardır: Hz. Peygamber (s,a.s.) şöyle buyurmuşlardır: 1- Allah’a şirk, ortak koşmak. 2- Büyücülük 3- Katillik 4- Harpten kaçmak 5- Yetim malı yemek 6- Faizcilik 7- Namuslu kadına iftira etmek. (Buhari, Müslim) Başka bir hadis-i şerifte de, yedi büyük günah içinde Müslüman olan ana babaya asi olmak ifadesi geçiyor. Kimsenin kimseye fayda vermediği, her ferdin yalnız, kimsesiz, tek başına kaldığı ve yardıma muhtaç olduğu o zorlu günde yetimden de sorulacaktı. Ellerimiz… Bir yetimin başını okşadı mı, kalbimizin katılığına şifa bulmak için? Ayaklarımız... Bir yetimin ihtiyacını karşılamak, sıkıntısını gidermek için koştu mu? Yüzlerimiz… Kabul olmuş bir sadaka gibi tebessüm sundu mu, yetimin gözündeki yaşı silmek için? Evlerimiz… Kanadı kırık kuş misali yuvasız kalan bir masum yavruya barınak, sığınak ve liman oldu mu; yuva sıcaklığını tattırmak için? Sofralarımız… Bir yetime yer açıldı mı sofralarımızda, en sevdiğimiz yiyecek ve içecekler yetimi buyur etmekle bereketlendi mi; karnını doyurmak için bir yetimle paylaşıldı mı ekmeğimiz? Yüreklerimiz… Bir yetimin derdini yüklendi mi, yüreğine dokundu mu, mahzun bir yavrunun gönlünü almak için? Sevgimiz, İlgimiz, Şefkatimiz, Yetime yetimliğini unutturdu mu? Sehl İbnu Sa'd (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu ve’s-selâm) buyurdu ki: "Ben ve yetime bakan kimse cennette şöyleyiz" Orta parmağı ile baş parmağını yan yana getirip aralarını açıp kapayarak işaret eti." Tirmizî, Birr, 14, (IV, 321) Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Bir kimse sırf Allah rızası için bir yetimin başını okşarsa, elinin dokunduğu her saç teline karşılık ona sevap vardır” Ahmed İbn Hanbel, Müsned, V, 250 Bir yetim gülüyorsa, başına şefkat eli değdiği içindir. Bir yetim gülüyorsa, bütün bir toplum gülüyor demektir. Herkes maddi ve manevi gücü oranında yardım etmeli. bu hizmet kendimize yapılmış bir hizmettir… Ve böyle bir hizmet şükrü gerektirir…Allah son nefese kadar hizmet kapılarını açsın. Allah c.c bize ve neslimize de islama ,insanlığa-kardeşliğe yetimlere faydası olanlardan eylesin. Allah’ım tüm yetim ve öksuzleri koru. Yılbaşı Müslüman Neden Başkalarının Yılbaşını Kutlamaz? Müslüman Müslüman gibi yaşar. Müslüman kesinlikle kâfirler gibi hayat süremez, onları taklit edemez. Müslüman ne yapmalı her gece ne yapıyorsa onu yapmalı. Sanki mübarek geceymiş gibi bu geceye değer veriyormuş gibi hareket etmek doğru değildir. Gayrimüslim adetinin taklidiyle yılbaşı kutlamak, çok büyük bir vebale neden olur. Allah muhafaza etsin, imani bakımdan çok tehlikeli işlerdir.Mü’mini mânevî uçurumlara sürükler!.. İslâm dışı dinlerin törenlerine iştirak edip, dinî merasimlerine katılmak imanı zedeleyecek bir davranıştır. (Fetava-i Hindiyye) Bir insan hem Müslüman hem de Hıristiyan olamaz. Müslümanlar gafil olmaz. Meselâ ilim ve teknikte kullanılan metodlardaki taklitler-benzeşmeler... O alandaki gelişme ve değişmeleri tâkip etmek... Bunlar günah değil mubahtır, hatta teşvik edilmiştir. Ben sadece yılbaşını kutluyorum diyen Müslümanlara da bakıyorsunuz çam ağacı süslüyor, Noel Baba denilen şahsın giysileri gibi giysiler giyiyor, hindi kesiyor bunun yanında içki, kumar gibi şeyleri de ekliyor. İşte böyle yaptığı zaman da haram oluyor. -Bu güne kadar genelde milli piyangodan büyük ikramiye kazananların çoğunun o para ile iflah olmadıklarını, mutluluğu yakalayamadıklarını basında görüyor ve öğreniyoruz..Çünkü Müslüman hiçbir şekilde, Allahın haram kıldığı bir kazançla mutlu olamaz.Bu sadece milli Piyango biletinde değil, kumar, aldatma ve hile yolu ile olan kazanç da hayır görmek ve huzuru bulmak mümkün değildir. Allah-u Teâlâ biz Müslümanlara, kâfirlere benzememeyi emretmektedir. -Peygamberimiz (s.a.v) şöyle buyurur: "Kim, (giyindikleri gibi giyinmek, onların gittikleri yoldan gitmek ve bazı fiillerinde onları taklit etmek suretiyle) bir topluluğa benzerse, o da onlardan olur." (Ebu Dâvud) Yılbaşı neyimiz olur. Ramazan bayramımız mı? Kurban bayramımız mı? Kandilimiz mi? Muharrem ayının birimi.Ey Müslüman senin yılbaşıyla ne işin var. “Allah’a ve ahiret gününe inanan bir milletin; babaları, oğulları, kardeşleri veya akrabaları da olsa, Allah’a ve Peygamberine muhalefet eden kimselere sevgi beslediklerini göremezsin.” (Mücâdele 58/22) Yılbaşı ne bizim bir bayramımızdır, ne de Allah’ın razı olduğu bir şeydir. Allah (c.c.) Ali imran süresinde:“Kim İslam’dan başka bir dine yönelirse, bilsin ki onunki kabul edilmeyecektir. Ve o, ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır.” (Âli İmrân 3/85) buyurmaktadır. Müslümanlar tarih başlangıcı olarak hicreti kullanırlar. Peygamber efendimiz Hz.Muhammed aleyhisselam, miladi 571’de 20 Nisana rastlayan, Rebiul-evvel ayının on ikinci Pazartesi sabahı, Mekke’de doğdu.622’de Mekke’den Medine’ye hicret etti. 20 Eylül Pazartesi günü, Medine’nin Kuba köyüne geldi. Bu tarih Müslümanların Şemsi yılbaşı oldu. O yılın Muharrem ayının birinci günü de, hicri [kameri] yılbaşı oldu. Muharrem ayının birinci gecesi Müslümanların kameri yılbaşı gecesidir. Bu geceyi ihya etmeli ve saygı göstermeli. Saygı göstermek, günah işlememekle olur. Oturup geçen 365 günün muhasebesi yapalım, bu geçen günlerde: - Kaç vakit namazı vaktinde,- Kaç vakit namazı cemaatle,- Kaç vakiti kazaya bıraktık. - Kaç vakit namazı hiç kılamadık?- Oruçlarımızı ne kadar tutabildik?- Zekatlar tam olarak ödendimi? - Allah yolunda ne kadar harcama yaptık?- Allah younda na kadar zaman harcadık? - Dine ve insanlığa ne gibi faydalı işler yaptık?- Haramlarda ne kadar uzak durabildik? Bir kagıt alalım Kısacası elimizdeki kağıdın bir tarafına sevaplarımızı diğer tarafına günahlarımızı yazalım, sonunda bir mukayese yapalım geçen seneyi karlımı zararlımı kapattık. Seneyı kazançlı kapatanlar güzelce bir abdest alıp şükür namazı kılıp seviç gözyaşları dökmeli! Gelecek senedede başarıların devamı için Allah c.c.tan yardım dilenmeli! Günahları sevaplarından çok çıkanlara gelince! Onlarda yeıse kapılmamalı, güzelce abdest alıp tevbeye oturmalı! Pişmanlık gözyaşları dökmeli! Hareket ve davranışlarının düzelmesi ve daha iyi bir mümin olmak için Allah c.c. a yalvarmalı! -Hazreti Ömer in her gün kendisine sorduğu şu soruyu Ey Ömer; Bu gün Allah için ne yaptın? Sorusunu hiç değilse kendi kendimize; geride bıraktığım koca bir yılda, koca bir ömürde Allah için ne yapabildim? Olmalı ve bu soruya gerçekten cevap verebiliyorsak bize ne mutlu. Ama cevap veremiyorsak nedenini de iyi araştırmalıyız. Bizleri Ahirette senin huzurunda Müslümanlarla bu dine hizmet edenlerle beraber haşrolanlardan eyle... Rabbim günahlarımıza tövbeyi sevablarımıza şükretmeyi bizlere nasib etsin! Yüce Rabbimiz, ömrümüzün kalan kısmını geçen kısmından daha hayırlı ve bereketli yaşayabilmeyi bizlere nasip eylesin. Hesabını veremeyeceğimiz bir hayat yaşamaktan hepimizi muhafaza eylesin. Yolculuk Her insan bir yolcudur. İnsan ya nefis ve şeytan yolundadır, ya da Allah yolunda. Allah yolunda olmayı hedefleyen kişinin yapacağı iş de Allah’ın ve Resûlünün emir ve tavsiyeleri doğrultusunda hayatını şekillendiren Allah yolundadır. Allah yolunda olmayan kimse maddeten ve manen tehlikelerle başbaşadır. İnsan, bu dünyaya uğrayıp geçecek bir misafir gibidir. İnsan dönüşü olmayan yolculuğun bir yolcusudur. Kıyamet günü nereye gitmek istiyorsanız hazırlığınızı ona göre yapın.Ömer bin Abdulaziz. Cennete giden yollar dikenli ve engebeli sedlerle örülü, cehenneme giden bütün kapılarsa ardına kadar açık.. Sahipmiş gibi göründüğü şeyler,elinde hep emanettir. Evet,insan bu dünyada geçici olarak vardır.Emanetçidir.Ve asla mal sahibi değildir. Büyük şehirlerde emanetçiler vardır. Genellikle yabancılar,yolcular,yanlarında taşıyamayacakları eşyalarını,belli bir ücret karşılığı,belli bir zaman için,onlara bırakırlar.Sonra da, bıraktıkları sürenin ücretini ödeyip,emanete bıraktıkları mallarını geri alırlar. Emanetçi, belli bir ücret karşılığı,kendisine bırakılan malı muhafaza eder.Mal sahibi istediği anda da,teslim aldığı gibi,aynen geri verir. Biz de bu dünyada,Yüce Yaratıcı’nın emanetçileriyiz.Şu anda bize sunulmuş olan dünya nimetlerini, belli bir süre kullanacak;mal sahibi istediğinde ise,hemen bırakıp ebedi aleme göçeceğiz. Acaba biz, bu dünyada gerçekten emanetçi gibi mi yaşıyoruz,yoksa mal sahibi gibi mi? Sonunda, zenginle fakir de eşitlenecek,ahiret yolculuğuna ikisi de, sadece bir kefenle çıkacaklardır.Bu gerçek gönülde yer etmişse,insanda kıskançlık kalır mı? “Onda var da, bende niçin yok” krizi yaşanır mı? Kendisini emanetçi gibi hisseden;mal hırsında boğulup kalır mı? Bu uzun yolculukta,dünya sadece bir uğrak yeri…Bir mola mekanı,bir durak… Uzun bir seyahatte,otobüsün yemek ve ihtiyaç molası verdiği yerde sürekli kalacağını sanan adam gibi olmayalım. Abdullah İbni Mes’ûd radıyallahu anh şöyle dedi: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir hasır üzerinde yatıp uyumuştu. Uykudan uyandığında, hasır vücudunun yan tarafında iz bırakmıştı. Biz: –Yâ Resûlallah! Sizin için bir döşek edinsek, dedik. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem: “Benim dünya ile ilgim ne kadar ki? Ben bu dünyada bir ağacın altında gölgelenen, sonra da oradan kalkıp giden binitli bir yolcu gibiyim” buyurdular. Tirmizî, Zühd 44 İnsan ruhlar aleminde yaratılışıyla bir yolculuğa çıkmıştır ki bu yolun sonunda iki durak vardır. Bu duraklar Cennet ve Cehennemdir. Ruhlar alemi, dünya alemi, kabir alemi, mahşer alemi gibi insanı bekleyen bir çok aşama vardır. Peygamber Efendimiz tamda bu noktaya işaret etmektedir. Bizlere adeta ey ümmetin kendinizi bu dünyadan ibaret sanmayın. Bu dünyanın öncesi olduğu gibi sonrasında da belli duraklarda duracaksınız. Bu dünya ise insanın cennette varma yolunda bir ağacın altında gölgelenerek beklemesi gibidir. Bu nedenle ağacın yeşilliğine ve gölgesine aldanmayın. Dünya için çalıştığınız gibi Ahiret içinde çalışın buyurmaktadır. Genç ve tecrübesiz bir adam,uğradığı şehirde,ününü duyduğu bilge bir zatı ziyaret eder.Kafası ve kalbiyle insanların saygısını kazanmış olan bu değerli kişinin yaşadığı ortam,delikanlının dikkatini çeker… Çünkü,bu bilge adam,fakir sayılacak derecede yaşıyormuş ve çok az eşyaya sahipmiş…Evinin fark edilen tek varlığı, fevkalade zengin olan kütüphanesiymiş. Genç Adam, büyük bir merak ve yadırgama duygusuyla, sormaktan kendini alamamış: “-Efendim,ortalık bomboş görünüyor,eşyalarınız nerede? Bilge Adam,soruyu boş bulmuş ve bir soruyla karşılık vermiş: “-Peki, sizinkiler nerede?” “-Ben bir yolcuyum” demiş Genç Adam… “-Ben de…” demiş bilge kişi. Peki biz? Biz de yolcu değil miyiz şu dünyada? Öyleyse neden yolcu gibi davranmıyoruz. Rasûlullah -sallâllahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurur: “Kimin Allah yolunda bir tek saçı ağarırsa, bu, kıyâmet günü onun için bir nûr olur.” (Tirmizî, Fedâilü’l-Cihâd, 9/1635; Nesâî, Cihâd, 26) “Sabah veya akşam Allah yolunda birazcık yürümek, dünya ve içindekilerden daha hayırlıdır…” (Buhârî, Cihâd, 6) -Ka‘b bin Ucre radıyallâhü anh anlatıyor: “Bir adam Nebiyy-i Muhterem sallallâhü aleyhi vesellem’e uğramıştı. Resûlüllah’ın (SallAllahu Aleyhi Vesellem) ashâbı, bu adamın kuvvet ve kabiliyetini görünce, − Yâ Resûlellah, bu adam Allah yolunda cihad etseydi ne güzel olurdu, dediler. Resûlüllah (SallAllahu Aleyhi Vesellem) şöyle buyurdu: − “Bu adam, küçük çocuklarının geçimini temin etmek için çıktı ise, Allah yolundadır. “Yaşlı anne ve babasına hizmet için evinden çıkmışsa, Allah yolundadır. “Çalışıp nefsini dilencilikten korumak için çıkmışsa, Allah yolundadır. “Âilesinin geçimini temin etmek için çıkmışsa, Allah yolundadır. (Çalışıp kazandığının) çokluğuyla övünmek, (zenginliğiyle gururlanmak) için çıkmışsa, tâğutun (şeytanın ve nefs-i emmârenin) yolundadır.” Taberânî, Mu‘cemü’s-Sağîr, (Terc.) 2, H. no: 650. İman edip de (kötülüklerden) sakınanlar için ahiret mükâfatı daha hayırlıdır.Yusuf 12/57 Her işi vaktinde ve saatinde yapmak müslümanın prensibi olmalıdır. Mü’min dünyaya aşırı derecede meyletmemeli ve gönül bağlamamalıdır. -Hacca giderken hac yoldaşı ara. Ama ha Hintli olmuş, ha Türk, ha Arap. Onun şekline, rengine bakma; azmine ve maksadına bak. Rengi kara bile olsa değil mi ki seninle aynı maksadı güdüyor, aynı senin rengindedir,sen ona beyaz de.Hz.Mevlana Hak bellediğin bir yolda yalnız da kalsan sonuna kadar yürümeye devam edeceksin. Allah hepimizi kendi yolunda olanlardan eylesin. Zalim Alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste. Kurda Merhamet kuzuya zulümdür. Bir gül kadar güzel ol; ama dikeni kadar zalim olma. Mazlum insan zaten bir şey yapacak durumda değildir, böyle insanlara zulmetmenin bir mantığı olamaz. Mazluma yardım etmek ve kişinin erdemini göstermek varken, zulmetmek elbette karşılıksız kalmıyacaktır. Bin kere mazlum olmak, bir kere zalim olmaktan iyidir. Hz.Ali (r.a.) Kalbinde merhamet olmayan insanlara,sevginizi israf etmeyin. Şüphe yoktur ki, zulmü ancak kalplerinde Allah korkusu olmayanlar ve ahiret hesabına çekileceğini düşünmekten mahrum olanlar yaparlar. Ey Mümin, bil ki zalimden yana olmak, Allah’a karşı olmak demektir. Zalimi desteklemek şöyle dursun, ona ve fiiline kalben destek olmak bile azap sebebidir. “Zalimlere en ufak meyil göstermeyin, yoksa size de ateş dokunur.” Hûd suresi, 11/113 buyurarak, Allah bizlere öğüt verir. Destek olmak bir tarafa zulüm ve zalime karşı cephe almamak bile büyük suçtur. Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurur: “Allah’a yemin ederim ki; ya iyiliği emreder, kötülükten nehyeder, zalimin elini tutup zulmüne mani olur, onu hakka döndürür ve hak üzerinde tutarsınız; ya da Allah Teâlâ kalplerinizi o zalimlerin kalbi gibi yapar.” Ebû Dâvûd, Melahim, H. No: 4336 Rasulullah (sas) şöyle buyurmaktadır: “İnsanlar zalimi görür de ona engel olmazlarsa, Allah’ın onları genel bir cezalandırma ile cezalandırması yakındır.” (Tirmizi, Ebu Davud, Nesaî) Yaratıcımızın sakınmamızı istediği zulüm, Kur’an’ın en çok üzerin de durduğu kavramlardan biridir. Zulüm; hak yemek, eziyet, işkence, adaletsizlik, baskı altında bırakmak, haddi aşmak, söz ve fiilde aşırı gitmek, karanlık ve azgınlık gibi manalara gelir. İnsanoğlunun yaşadığı sosyal ortamlarda, her an ve her zaman zulümle karşılaşmak mümkündür. Zulümden kurtulma reçeteleri yazan alimlerimiz, zulmü üç temel başlık altında toplamışlardır. Birincisi; İnsanın Allah’a karşı işlediği zulümdür ki; bu da şirk ve küfürdür. Kur’an, konuyu te’yid ederek şöyle buyurur: “...Şüphesiz şirk çok büyük bir zulümdür...” Lokman 31/13 İmanın gereklerinden bir tanesini dahi hafife almak veya inkâr etmek; başlı başına küfür ve başlı başına zulümdür. İkincisi; insanın, insana ve tabiata karşı işlediği zulümdür. Bu da, insanların insanlara ve yaşadıkları çevreye karşı işlemiş oldukları, yanlış ve zararlı davranışlardır. Yalan söylemek ve yalan yere şahitlik etmek, haksız yere adam öldürmek, hırsızlık etmek, eşcinsellik, zina yapmak, suçluları koruyup suçsuzları cezalandırmak, Allah’ın hükümleriyle hükmetmemek... gibi ana maddeler Kur’an’ımızın özellikle üzerinde durduğu zulüm şekilleridir. Canlı-cansız tabiata, hayvanata ve yaşadığı çevreye karşı işlediği zulümlerle, insanoğlu her zaman başrolde yerini almıştır. Kâinatta hiçbir varlık yaratılış gayesinin dışına çıkmazken, şeytanla bir olan insanoğlu, isyanı ve küfrü sebebiyle; kâinatın düzenini bozan tek mahlûk olmuştur. Göklerin ve yerin kabul etmeyeceği hareketlerde bulunarak, tabiatın, tabii dengesini bozmuş ve dünyayı yaşanmaz hale getirmiştir. Zulmün üçüncü temel başlığı ise; insanın kendisine karşı işlediği zulümdür. Kur’an-ı Kerim: “Biz onlara zulmetmedik, lâkin onlar kendilerine zulmettiler...“Zuhruf 43/76 ayetiyle, insanın kendisine bile, zulmettiğini ifade ediyor. İnsanoğlu; kendisine faydalı olan ilâhi emirleri görmezlikten gelir, kendi elleriyle kendisini cehenneme hazırlar, kendi amelleriyle kendisini azaba sürükler. Allah Teâlâ, suçluları cezalandırmada acele davranmaz. Onların suçlarından, zulümlerinden ve kötülüklerinden pişmanlık duyup tövbeye yönelmeleri için kendilerine mühlet verir; onlara süre tanır. Kâfirler, küfürden imana; zalimler, zulümden adâlete, âsiler isyandan ibadete; günahkârlar, günahtan tövbeye; sapıklar, dalâletten hidayete yönelebilirler. Bu sebeple Allah Teâlâ cezaları tehir eder, hatta birçoğunu ahirete bırakır. Zulme uğrayıp hakları gaspedilenler, zalimlerden haklarını almadan onlardan ayrılmazlar. Öyle ki, zalimlerin ellerinde, mazlumlara ödeye ödeye iyiliklerinden hiçbir şey kalmaz. Ellerinde mazlumlara ödeyecek iyilikleri bitince; mazlumların günahları onlardan alınıp zalimlere yüklenmeye başlar. (Ta hak yerini buluncaya kadar). Zalim, Allah’ın lânetlediği kimsedir. Zulmü de haram kılmıştır. Zalim cezasız kalmaz. Zalim, daha dünyada başka bir zalimin zulmüne uğramdan ölmez. Zalimin zulmü varsa mazlumun allahı var. Ahiretteki cezası ise çok acıdır. Allah'ım! Zalimlerin şerrinden bizi koru ve münafıkların hilesinden bizleri uzak tut Zan Suizan ile kalbini ve aklını kirletip meşgul etme. Bunlar şeytanın bir vesvesesi bilip üzerinde fazla durma. Vesvese, dua ederek, zikrederek azalır ve yok olur. Zan işin aslını bilmeden yorum yapmaktır. Zannı kendine yol edinirsen sonun dedikodu ve gıybet yolu olur. Atalarımız, “Kapını kilitle, komşunu hırsız tutma!” demişlerdir. Yani kapını kilitlemezsen ve hırsızlık olursa, komşuna sû-i zan edebilirsin. Şüphe Uyandırmamalı Başkalarının sui zannına sebep olacak hareketlerden kaçmalıdır. Tıp aleminde teşhis hatalarının çoğu dikkatsizlikten doğar. Bir hastalığın belirtisi başka bir hastalığında belirtisidir. Benzerlikler yanıltır… Agacın iyisi özünden İnsanın iyisi Sözünden ve kalpteki niyetten belli olur. "Bilmediğin şeyin ardına düşme; doğrusu kulak, göz ve kalp, bunların hepsi o şeyden sorumlu olur."(İsra, 17/36) Oraya geldiklerinde kulakları, gözleri ve derileri; yaptıkları hakkında aleyhde şahidlik yapacaklar. (Fussilet 41/20) Müslüman başkalarının aleyhinde konuşmaz. Zira kalben inanır ki, konuştuğu her kelime bir melek tarafından kaydedilmektedir: "Sağında ve solunda onunla beraber oturan iki alıcı melek, yanında hazır birer gözcü olarak söylediği her sözü zapteder" (Kâf, 50/17, 18). Ey iman etmiş olan kimseler! Eğer fasıkın biri size bir haber getirirse hemen araştırın. Yoksa bilmeden bir topluluğa sataşırsınız [zarar getirirsiniz] da yaptığınıza pişman olanlar olursunuz. (Hucurat 49/6) Tahmine göre herhangi biri için maddî veya manevî zarara yol açacak şekilde konuşması ve hareket etmesi yasaklanmaktadır. İnsan ya duyduğu ya gördüğü ile veya akıl ve vicdanıyla hareket eder; yani bilgilerimiz ya habere ya gözleme ya da akla dayanır. "Ey iman edenler, zannın birçoğundan sakının. Çünkü zannın bazısı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın, birbirinizin gıybetini yapmayın. Sizden biri, ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? Ondan tiksinirsiniz. Allah'tan korkun. Şüphesiz ki Allah, tövbeleri daima kabul eder, çok merhametlidir."(Hucurat, 49/12) Bir hadisi şerifte de şöyle buyurulmaktadır: "Görmediği bir şeyi iki gözüyle görmüş gibi göstermek, iftiraların en büyüklerindendir."(Buharî, K. et-Ta'ber, bab: 45) Elimizde delil olmadığı hâlde onu kötüye yorumlamamız, sû-i zan etmemiz, Kur’ân ve sünnet tarafından yasaklanmıştır. “Kötü insanlarla arkadaşlık yapmak, hayırlı insanlara sû-i zanda bulunmaya sebep olur.” Zan ile, başkasının kötü olduğunu kabul eden, onu gıybet eder, ona dil uzatır. Onu kötü, kendini iyi bilir. Bu da, helâkine sebep olur. (İhya) Su-i Zann. “Tecessüs” bir müminin eksiğini, kusurunu, ayıbını, gizlediği bir işini, davranışını ve halini araştırmaktır. Müslümanın Müslümana su-i zan etmesi yasaklanmıştır. Kuran-ı Kerimde ise bu konu şöyle geçer; “Ey mü’minler! Zannın bir çoğundan sakının Çünkü zannın bazısı günahtır” (Hucûrât, 49/12). Peygamberimiz (sav) “Birbirinizin eksikliğini görmeye ve işitmeye çalışmayın, birbirinizin özel ve mahrem hayatını araştırmayın.” Müslim, Birr, 28 “Kim Müslüman bir kardeşinin bir ayıbını deşifre ederse Allah da onun bir ayıbını/kusurunu deşifre eder ve onu evinde bile olsa rezil eder.” İbn Mâce, Hudûd, 5 Anlamındaki sözleriyle tecessüs yapmamaları gerektiği konusunda müminleri uyarmıştır. Çünkü "Müslümanların ayıplarının, gizli durumlarının peşine düşer, araştırmaya kalkışırsan, onların ahlâkını bozarsın veya onları buna zorlamış olursun.” Ebu Dâvud, Edeb, 37 Özel hayatın gizliliği temel insan hakları arasında yer alır. (Sui zan etmeyiniz! Sui zan, yanlış karar vermeye sebep olur. Bir müminin günah işlediğini zannetmek, sui zan olur. Kalbe gelen düşünce, sui zan olmaz. Eğer kalb o tarafa meylederse, sui zan olur. Hüsnü zann. Hüsnü zan yani iyi zandır ve günah değildir. İyi zan, sözleri, olayları ve davranışları iyiye yormak, iyi düşünmek ve iyi görmektir. Şair der ki: “İnsanların gizledikleri fenalıkları araştırma ki Allah da senin ayıplarını ortaya atmasın. İnsanların güzelliklerini anlat; ayıplarını anlatma! İhtimal ki senin de ayıpların vardır.” Peygamber Efendimiz şöyle buyuruyor: “Kendisini ilgilendirmeyen şeyleri terk etmesi, kişinin iyi bir Müslüman olduğunun işaretidir.” Tirmizi, İbn-i Mace Nitekim Kur’ân buyuruyor ki: “Sana ne iyilik gelirse Allah’tandır. Sana ne kötülük gelirse kendindendir.” Nisa Suresi:4/79 Sâlih müslümanın sıfatlarından biri de insanlara su-i zann da bulunmamasıdır. Olaylar hakkında değerlendirmelerde bulunurken, olabildiğince iyi niyetli davranır ve hayra yorar. İnsanların iyiliğini isteme, onları iyiliğe ve güzelliğe sevketme temelde müslümanın aslî vazifelerindendir. Hz. Peygamber buna dikkat çekmek için, "Bütün müslümanlara karşı iyi niyetli olmak" üzere insanlardan bey'at almıştır (Buhârî, İmân, 42). Ancak burada unutulmaması gereken Hz. Peygamber'in "bütün müslümanlara" ifadesidir. Müslümanın hüsnü zannı şöyle olmalıdır: Bir çocuk görünce, bunun günahı yoktur, benim günahım vardır. O halde bu çocuk benden daha faziletlidir. Bir yaşlı Müslüman görünce, bunun ibadeti benden daha fazladır, o halde benden daha faziletlidir. Bir İslam âlimi görünce, ben cahilim, bu benden ziyade âlimdir, öyle ise, benden daha faziletlidir. Bir cahil görünce, bu bilmeden günah işler. Ama ben bilerek işlerim, öyle ise, bu benden efdaldir. Bir kâfir görünce, olur ki, dünyadan iman ile gider. Benim imanla gidip gitmeyeceğim ise, belli değildir. Şu halde, benden daha faziletli olabilir diye düşünmeli! Benzerlikler Yanıltır. Tıp aleminde teşhis hatalarının çoğu dikkatsizlikten doğar. Bir hastalığın belirtisi başka bir hastalığında belirtisidir. Benzerlikler yanıltır… ZANNEDEN ZANNEDENE..! "..Bekar, mutluluğu evlilikte zanneder. Hasta, mutluluğu sağlıkta zanneder. Mahküm, mutluluğu af'ta zanneder. İşsiz, mutluluğu çalışmakta zanneder. Fakir, mutluluğu zenginlikte zanneder. Sonuç olarak; tahlil ettiğimiz ayette,müminler üç şeyden men edilmektedir: Birincisi; zanla hareket ederek bilmediğiniz şeyleri biliriz demeyin, kesin bilmediğiniz şeylerle müminleri itham etmeyin,kötü zanda bulunmayın. İkincisi; bir kimse hakkında bilmediğiniz bir şeyi araştırarak ona zarar vermek rencide etmek amacıyla gizli olan kusurlarını ortaya çıkarmaya çalışmayın. Üçüncüsü; bir kimse hakkında bildiğiniz sırrı ifşa etmeyin ki bu kimse halk arasında rezil ve rüsva olmasın, dedikodu ve gıybet etmeyin. Allah’a karşı gelmekten sakının, bu yasakları işlerseniz tövbe etmeniz gerekir, tövbe ederseniz Allah tövbelerinizi kabul eder. “Günahların en büyüklerinden biri de,kişinin haksız yere bir Müslümanın onuru ve haysiyetine dil uzatmaktır.” Ebu Dâvud,Edeb, 40 Şâir ne güzel söyler: Harâbât ehline hor bakma zâhid, Defîneye mâlik vîrâneler var! Su-i zan etmekten ve hakkımızda edilmesinden Allah’a sığınırız. Zekât Gideceğin Yere malını götür. Yılda bir, malının kırkta birini Dinimiz İslam diyor ; Ver zekâtı, sevindir fakiri. Zekat sayesinde dilencilerin sayısı azalır. Namaz dinin temeli, zekat da dinin köprüsüdür. -Onların mallarında dilenip isteyen (ve iffetinden dolayı istemeyip de) yoksul olan için de bir hak vardı.Zariyat 51/19 Zekat, zenginin malına karışmış fukara hakkıdır.Bir zenginin sürüsüne karışan fakir koyunu hükmen ne ise, zenginin cebindeki fakir hakkı yani zekat da o'dur.Zekatı vermemek, kul hakkına girmektir. Rızkın aslının aslı Allah"tır, rızkı O vermekte ve bereketi O indirmektedir. Sâdece malı görüp infâkın bereketini görmezden gelmek mânevî körlüktür. Verdiğin zekât, kasana ve kesene bekçilik yapar, onu korur. Kıldığın namaz da sana çobanlık eder; seni kötülüklerden kurtarır.Hz.Mevlana Zekât,Kur’ân-ı Kerîm’de 27 yerde namazla birlikte zikredilir. Bu kadar çok zikredilmesi, ona atfedilen ehemmiyeti gösterir. Malı zarar ve ziyandan korumanın en etkili formülü zekât ve sadaka vermektir. Zekât; lügatte bereket, temizlik, artış, saflık, duruluk anlamlarına gelir.. Istılahi manası ise; İslam’ın beş şartından biri olan mali bir ibadetin ifadesidir. Zekât, mal ve servetin şükür ifâdesidir. Şükrün de, nîmeti artıracağı va’d-i ilâhî îcâbıdır. Allâh Teâlâ buyurur:“Eğer siz şükrederseniz, size olan nîmetlerimi artırırım..” (İbrâhîm, 14/7) Nitekim Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, infâk etmeyi çok severlerdi. Bir hadîs-i şerîflerinde:“İnfâk et ey insanoğlu! Ki sana da infâk edilsin…” (Buhârî ve Müslim) buyurmuşlardır.Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, cömertliğin, bir müslümanın tabîat-i asliyyesi hâline gelmesini çok arzu ederlerdi. -Buyururdu ki:“Yalnız iki kişiye gıpta edilir. Biri, Allâh’ın, mal verip hak yolunda harcamağa muvaffak kıldığı kişi; diğeri de, Allâh’ın, kendisine ilim verip de onunla amel eden ve bunları başkasına öğreten (yâni ilmini infâk eden) kimsedir.” (Buhârî ve Müslim) Hatâsını bilip istiğfâr edeceği yerde, kalbinin kararması dolayısıyla, ilâhî takdîri unutarak “Ben çalıştım, ben kazandım” kanâatiyle fakîrleri hor ve hakîr görenlere ne yazık! Onların bedbaht Kârûn gibi helâke dûçâr olacakları muhakkaktır.Görülüyor ki, malı, zararsız bir hâle getirmek için onu ilâhî emirlere uygun bir istikâmette kullanmak mecbûriyeti vardır. Bu, ferd ve toplumun dünyâ ve âhıret selâmeti için zarûrîdir. Bir de zekât, kamerî seneye göre, yâni 355 güne göre yüzde 2.5 verilir. Fakat bugün ticârî müesseseler şemsî yıla göre hesap yapmaktadırlar. Şemsî yıl ise 365 gün olduğundan aradaki 10 günlük farkı da zekâta ilâve etmek lâzımdır. Yâni zekât, yüzde 2.5 ise yüzde 2.6’ya yaklaşmaktadır. -Zekât vermek farzdır. Peygamberimizin hicretlerinin ikinci yılında, oruçtan önce farz kılınmıştır. İslâm’ın şartlarından birini teşkil etmektedir. Belli miktarda bulunan nakid paraların ve ticaret mallarının üzerinden bir yıl geçince, zekâtlarını geciktirmeden hemen vermek gerekir. Çünkü bu zekât mallarına yoksulların hakkı geçmiş oluyor. Artık bu hakkı özürsüz olarak geciktirmek caiz olmaz. Zekât sayesinde mallar korunmuş olur. Sadakalar ise, maddî ve manevî hastalıklar için birer ilâçtır. Yüce Allah “Namazı kılın; zekâtı verin; Peygamber'e itaat edin ki merhamet göresiniz. Nur 24/56…” buyuruyor. Başka bir Âyet-i Kerime’de Yüce Allah, Peygamber (s.a.v.)’e hitaben şöyle buyurmaktadır: “Onların mallarından sadaka al ki, bununla kendilerini (günahlarından) temizlenmiş, onunla (iyiliklerini) bereketlendirmiş olasın” (Tevbe 9/103) ZEKÂTIN VERİLECEĞİ KİMSELER: -Sadakalar (zekâtlar) Allah'tan bir farz olarak ancak, yoksullara, düşkünlere, (zekât toplayan) memurlara, gönülleri (İslâm'a) ısındırılacak olanlara, (hürriyetlerini satın almaya çalışan) kölelere, borçlulara, Allah yolunda çalışıp cihad edenlere, yolcuya mahsustur. Allah pek iyi bilendir, hikmet sahibidir.Tevbe 9/60 -Bir kimse, kendi zekâtını fakir bulunan zevcesine, usulûna (babasına, dedesine, anasına ninesine…) ve füruuna (çocuklarına, çocuklarının çocuklarına…) veremez. (Onlara bakmak zaten görevidir.) Zekâtı akrabaya vermek daha faziletlidir. Şöyle ki: Önce muhtaç olan erkek veya kız kardeşlere, yeğenlere, sonra amcalara, halalara, sonra bunların çocuklarına, sonra dayılara, teyzelere ve bunların çocuklarına, daha diğer yakınlara vermek daha faziletlidir. Sonra da fakir komşulara ve meslek arkadaşlarına vermekte fazilet vardır. İmam Azam (r.a.)’a göre, bir kadın da zekâtını, fakir bulunan kocasına veremez. Çünkü âdete göre, aralarında bir menfaat ortaklığı vardır. Temel ihtiyaçlarından başka nisab miktarı bir mala sahib olana da zekât verilemez; çünkü bu kimse zengin sayılır. Zekât, müslüman olmayanlara verilemez. (Fetâvayi Hindiyye, 1.c., 631-650.s.) Mal sâhibi, mülk sâhibi, Hani bunun ilk sâhibi? Mal da yalan, mülk de yalan Var biraz da sen oyalan!Yûnus Emre Islam´in köprüsü olan zekat ibadetini Rabbim hakkıyla verenlerden eylesin. Zenginlik Hazıra Dağ Dayanmaz Peygamberimiz (sav) ''Ahir zamanda müminler için zenginlik saadettir.''(İ. Rafii) “Allah, sizin dış görünüşünüze değil, kalplerinize bakar” Riyazü’s-Salihîn, C.l, Hadis No:7 Zenginlik derken elbette helal yoldan kazanılan zenginlik. -Sular hep aktı geçti Kurudu vakti geçti Nice han, nice sultan Tahtı bıraktı geçti Dünya bir penceredir Her gelen baktı geçti.Emeksiz zengin olanın, kitapsız bilgin olanın, sermayesi din olanın; rehberi şeytan olmuştur. Yunus Emre -Ne kadar zengin olsan, ancak yiyebileceğin kadar yersin. Denize testiyi daldırsan, alabileceği kadar su alır, gerisi kalır. » Hz.Mevlana -Aslî ihtiyaçların dışında, zekât nisabı kadar mala mâlik olmayan veya nisaptan daha fazla mala sahip olduğu halde, bunlar ihtiyaçlarına yeterli bulunmayan kimseye "fakir?', hiçbir şeyi bulunmayan yoksula da "miskin" denir. Yoksulluk problemi ve zenginle yoksul arasında denge sağlanması, eski çağlardan beri toplu yaşayışın en önde gelen problemleri arasındadır. Zenginlik nimet ve imtihandır "Şüphesiz, Allah katında sizin en üstün olanınız, takvaca en ileride olanınızdır." (Hucurat 49/13) “Sizden birinize ölüm (alametleri) gelip de: “Ey Rabbim, beni yakın bir zamana kadar geciktirsen de, sadaka versem ve salihlerden olsam.” demeden önce, size rızık olarak verdiğimiz şeylerden (Allah yolunda) harcayın.” (Münâfikûn suresi, 63/10) Her ne kadar aramızda fakir insanlar bulunsa da, dünyanın refah seviyesinin yüksek olduğu coğrafyalarında yaşıyoruz. Ancak bizler nispeten zengin bir hayat sürerken, dünyanın başka beldelerinde açlık, hastalık ve felaketler sonucu milyonlarca insan hayatını kaybediyor veya çaresiz kalıyor. TÜKENMEYEN ZENGİNLİK: KANAAT Peygamberimiz (sav) kanaatkârlığı tok gözlülük ve gönül zenginliği olarak kabul etmiş, şükrün en yüksek derecesi olarak değerlendirmiş ve şöyle buyurmuştur: “Gerçek zenginlik mal çokluğu ile değil gönül tokluğu iledir.” 9 Buhari”Rikak” ,15;Müslim, “Zekat”,120;Tirmizi “Zühd” 46 İbn Mace, Zühd -Bir adam Hz. Peygamber (sallallâhu aleyhi vesellem)’e gelerek; “Size dünya ve âhiretle alakalı soracak sorularım var” dedi. Bunun üzerine Efendimiz (sallallâhu aleyhi vesellem) ona, “Ne istiyorsan sor” buyurdular. O zat da sorularına başladı: 1. Ey Allahın Peygamberi! Ben insanların en âlimi olmak istiyorum. Ne yapmalıyım? Allah Rasulü (sallallâhu aleyhi vesellem) cevap verdi: Allahtan çok korkup takva dairesi içine girersen insanların en âlimi olursun. 2. İnsanların en zengini olmak istiyorum. Allah Rasulü (sallallâhu aleyhi vesellem) cevap verdi: Kanaatkâr olursan insanların en zengini olursun…(Kaynak: Ali el-Müttakî, Kenzu’l-Ummâl, s. 16/127) -Peygamberimiz (sav) “İnsanoğlunun bir vadi dolu malı olsa bir ikincisini ister. İnsanın gözünü topraktan başka bir şey doyurmaz. Fakat Allah tövbe edenin tövbesini kabul eder.” Müslim, zekat, 39. -Şüphesiz ki iman edip salih ameller işleyenler, namazı hakkıyla eda edenler ve zekatı verenler var ya, onların Rableri katında mükafatları vardır. Hem onlara hiçbir korku yoktur, onlar mahzun da olmazlar.” (Bakara, 2/177) -Aşere-i mübeşşere'den ''Cennete gidecekleri ismen müjdelenen on kişiden'' Hazret-i Zübeyr bin Avvam tüccar idi. Medine'de, Basra'da, Kufe'de ve Mısır'da mülkleri, geniş arazisi ve bin hizmetçisi vardı. Fakat, bütün gelirini fakirlere dağıtırdı. -Yine o, on kişiden Hazret-i Abdurrahman bin Avf, vefatında iki milyon altın miras bırakmıştı. Cennetle müjdelenenlerden Hazret-i Talha da zengindi. Şık giyinir, süslü gezerdi. Yüzüğünde kıymetli yakut taşı vardı. Yine Cennetliklerden Hazret-i Osman da zengin tüccardı. Tebük gazasında on bin altın ve mal yüklü bin deve verip Resulullah efendimizin duasını aldı. -Mal ve çocuklar, Allahü teâlâyı anmaktan alıkoyarsa, hüsrana sebep olur. (Münafikun 63/9) Zenginliğin kötü yönleri Sadece zenginliğin değil, fakirliğin de, hatta her işin iyi ve kötü yönü olur. Mesela evlilik, bazıları için dünya ve ahiret saadetine sebep olurken, bazılarının da felaketine sebep olur. Zenginlik-fakirlik de böyledir. ZANNEDEN ZANNEDENE..! "..Bekar, mutluluğu evlilikte zanneder. Hasta, mutluluğu sağlıkta zanneder. Mahküm, mutluluğu af'ta zanneder. İşsiz, mutluluğu çalışmakta zanneder. Fakir, mutluluğu zenginlikte zanneder. Onun için Peygamber efendimiz; "Ya Rabbi, azdıran fakirlik ve azdıran zenginlikten, bunların vereceği fitneden sana sığınırım.." (Buhari, Müslim) buyurmuştur. Ne mutlu Allah'ın rızasını kazanabilenlere, müjdeler olsun gerçek müminlere." Rabbim helalinden rızık ver rızkımızı artır kimseye muhtaç ettirme borçlarımızı kapattır hakkımızda hayırlı olanı bize nasib et.Amin Zikir Ey iman edenler! Allahu teâlâ' yı çok zikredin.Ahzab 33/41 Ey kalbim. Allah de.Vakit zikretme vakti. Seher vakti esen yeller hak yolunda dönen diller daim söyler sübhanallah. “Yunus sen bu dünyaya niye geldin, gece gündüz Hakkı zikretsin dilin”. Yunus Emre Allah’ın muhabbetinde samimi olan, ne ayıp işitir, ne de kulağına ayıp gider.Abdülkadir Geylani Zikir şükretme, hatırda tutma.Bakara 2/40-47 Kimi, bu dünyada, nefes aldıkça, Allah’ı zikreder kalbi vurdukça, Kimisi de, yalnız darda kaldıkça, Allah’ı hatırlar, farkında mısın ? “ “Rabbini zikredenle etmeyenin farkı, diriyle ölünün farkı gibidir.” (Buhârî, Daavât 66) İmâm-ı Rabbânî; "Her vakit, Allah'ı zikr etmek lâzımdır. Kalpte başka hiçbir şeye yer vermemelidir. Yerken, içerken, uyurken, gelirken, giderken hep zikir yapmalıdır." Zikreden insan kolay kolay günah işlemez, nefsine uymaz, şeytana aldanmaz. Çünkü Zikir insanı ihsan mertebesine yükseltip, insanı kamil yapar . Zikir, dil, kalp ve beden ile olmak üzere üç çeşittir. 1-Dil ile zikir, Allah’ı güzel isimleri ile anmak, O’na hamdetmek, tesbihte bulunmak, dua etmek ve Kur’an okumaktır. Tesbih: Sübhanallah demektir. Tehlil: La İlahe İllallah demektir. Tahmid: Elhamdü lillah demektir. Tekbir: Allahü Ekber demektir 2-Beden ile zikir, bütün organların Allah’ın emirlerine uyması ve yasaklarından kaçınması ile olur. 3-Kalp ile zikir ise Allah’ı gönülden çıkarmamaktır. Kalb zikrine devam et. Yolda giderken de olsa onu bırakma. Her işinde Allah'ın kuvvet ve kudretine sığın. Kalpler ancak Allah’ın zikriyle mutmain olur (Allah’ı anmakla sükûnet bulur).”Ra’d 13/28 Zikir, kalbin hayatıdır. Kalbin kirini ve pasını silerek, kalbi cilalayıp parlatır.Her şeyin pası olduğu gibi, kalbin pası da gaflet ve hevâdır. Kalbin cilası da zikir, tevbe ve istiğfardır. Allah’ı (cc) her daim zikredenlerden ol. Allah (cc) kendisinin çokça zikredilmesini emretmektedir. Kuran’ı keriminde "Öyle ise siz Beni zikredin. Ben de sizi zikredeyim” Bakara 2/152 buyrulmuştur. “Öyle ise Beni zikredin” bir emirdir. "Zikir Allah Rasulünün Hz Ebu Bekir ile hicretlerinde sevr mağarasında Ebubekir es Sıddika tavsiye ettiği -YA Eba Bekr dilini üst damağına yapıştır ve ALLAH ALLAH ALLAH de. Hasan Basri K.S. (Rabbini içinden zikret!) [Araf 7/204] “Zikrin en hayırlısı gizli olandır, rızkın en hayırlısı da yeterli olandır” (Ahmed ibni Hanbel, el-Müsned, no: 1477, 3/76) Allah’ı zikretmek, elbette en büyük ibadettir.” (Ankebut 29/45) -Allah (C.C.) yarattığı her varlığa, kendini zikretme görevi ve kabiliyeti vermiştir: “Yedi gök, yer ve bunların içindekilerin hepsi Allah’ı tesbih ederler. O’nu övgü ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Fakat siz onların tesbihini anlayamazsınız.” İsra 17/44 “Göklerde ve yerde bulunanlarla dizi dizi kuşların Allah’ı tesbih ettiğini görmez misiniz? Her biri kendi duasını ve tesbihini bilmiştir.” Nur 24/41 buyuran yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim bütün kâinatın Allah (CC)’ı zikrettiğini haber vermektedir. Hangi durumda Hangi zikir yapılır? Bizden istenen zikir, tıpkı namaz, oruç, hac gibi müstakil bir ameldir. Elbette namaz ve Kur’an okumak başta olmak üzere bütün ibadetler bir çeşit zikirdir. Ancak, Yüce Rabbimiz bunlardan ayrı olarak kendisini zikretmemizi de emretmektedir. Bu durumu şu ayetlerden anlayabiliriz: “ Namazı bitirince, ayakta, otururken ve yanınız üzerinde yatarken Allah’ı zikredin. ” (Nisa 4/103) “ Hac ibadetlerinizi bitirdiğinizde Allah’ı zikredin. ” (Bakara 2/200) “ Düşmanla karşılaştığınız vakit sabredin ve Allah'ı çokça zikredin ki kurtuluşa eresiniz.”(Enfal 8/45) Her meşru işin başında; “Bismillahirrahmanirrahim” demelidir. Her işin sonunda “Elhamdülillah” demelidir. Bir şeye hayret ettiğinde “Subhanellah!”; hoşumuza giden bir şey gördüğümüzde “Maşaallah”; ne dünyasına nede ahiretine hiçbir faydası olmayan bir iş yaptığında ya da bir söz söylediğinde “Estağfirullah”; herhangi bir işi daha sonra yapacaksa “İnşaallah” demelidir. Başına bir bela veya musibet geldiğinde; “La havle vela kuvvete illa billahi’l aliyyi’l azim”; bir musibet veya vefat haberi duyulduğu zaman “İnna lillahi ve inna ileyhi raciun” (Biz Allah içiniz, Allah’a döneceğiz) demelidir. Gece gündüz, nerede olursa ve ne yaparsa yapsın; “La ilahe illallah Muhammedun Resulullah” demelidir. "İşte insan, bunları yapmak suretiyle, Allah’ın zikrini kalbine ve ruhuna yerleştirebilir. Hz. Peygamber (s.a.s.) de zikrin en faziletlisinin la ilahe illallah olduğunu (İbn Mace, Edeb, 25) söyleyerek tevhid kelimesi ile zikirde bulunmanın önemine dikkat çekilmiştir. -Ey Hak Yolcusu.! Bu ilahi ölçüyü aklından çıkarmayasın: “ Kul Allah’ı zikrettikçe Allah’da kulunu zikreder.” Evet Cenab-ı Allah kullarını zikrinde görmek istiyor,” Beni zikreden kullarımı, ben de zikrederim” buyuruyor Cenab-ı Allah. Evet Ey Dost.! Bir kul neyi çok severse, onu çok anar, Kişinin içindeki düşüncesi ne ise, dilinden çıkan da odur. -"Kim cennet bahçelerinde dolaşmak isterse, Allah Teâlâ'yı çokça zikret¬sin." (İbnu Ebi Şeybe, Taberânî, Tirmizî) -“Bir topluluk Allâh’ı zikretmek üzere bir araya gelirse, melekler onların etrafını kuşatır. Allâh’ın rahmeti onları kaplar, üzerlerine sekînet iner ve Allah Tealâ; onları yanında bulunanlar arasında zikreder.” (Müslim, Zikir, 39) Allah (cc) bu ümmeti Muhammed'i daima kendini zikredenlerden eylesin. Ziyaret Allah için ziyaret,ahiret için ticarettir. Mevlânâ Hazretleri buyurur: “Dostlarınızı sıkça ziyaret ediniz. Çünkü üzerinde yürünmeyen yollar, diken ve çalılarla kaplanır.” Dinimiz akraba ilişkilerini “sıla-i rahim” kavramıyla ifade etmiştir. Sıla-i rahmi gözetmeyi emretmiş, akrabalarla ilişkiyi kesmeyi günah saymıştır. Yüce dinimiz İslam, Müslümanları birbirlerinin kardeşleri olarak ilan etmiş ve onlara bu kardeşlik-lerini pekiştirecek, aralarındaki sevgi ve saygıyı artıracak şeyleri emir ve tavsiye buyurmuştur. İnsanlar arasındaki sevgi ve saygının artışına sebep olan en önemli şeylerden birisi de ziyaretleşmelerdir. Kuran-ı Kerim’de bu husus şöyle ifade edilmiştir:-Allah'a verdikleri sözü kuvvetle pekiştirdikten sonra bozanlar, Allah'ın riayet edilmesini emrettiği şeyleri (akrabalık bağlarını) terk edenler ve yeryüzünde fesat çıkaranlar; işte lânet onlar içindir. Ve kötü yurt (cehennem) onlarındır.Rad 13/25 Allah Resûlü (s.a.v) de bir hadisinde şöyle buyurmuştur: “Rahim (akrabalık) Allah’ın rahmetinin eserlerindendir. Kim bu bağı korursa, Allah ona merhamet eder. Kim onu koparırsa Allah ondan ihsan ve rahmetini keser.” Buhârî, Edeb, 13. “Kim, rızkının genişletilmesini, ecelinin uzatılmasını isterse sıla-i rahim yapsın.” Buhari, Edeb 12. VII, 72. Ziyaretlerin dünyadaki faydalarının yanı sıra bir de ahirette insana kazandırdıkları vardır. Ebu Hureyre (r.a.)'nin naklettiği bir hadis-i şerifte Peygamber(s.a.v.) Efendimiz şöyle buyururlar: “Adamın biri, bir başka köydeki (din) kardeşini ziyaret etmek için yola çıktı. Allah Teâla, adamı gözetlemek için onun yolu üzerinde bir meleği görevlendirdi. Adam meleğin yanına gelince, melek: “Nereye gidiyorsun?” dedi. Adam: “Şu (ileriki) köyde bir din kardeşim var, onu ziyarete gidiyorum.” cevabını verdi. Melek: “O adamdan elde etmek istediğin bir menfaatin mi var?” dedi. Adam: “Yok hayır, ben onu sırf Allah rızası için severim, onun için ziyaretine gidiyorum.” dedi. Bunun üzerine melek: “Sen onu nasıl seviyorsan, Allah da seni öylece seviyor. Ben, bu müjdeyi vermek için Allah Teâla'nın sana gönderdiği elçisiyim, dedi.” Müslim, Birr 38. (Seni ziyaret etmeyeni ziyaret et! Sana hediye vermeyene hediye ver!) [Buhari] (Camiler Allah’ın evleridir ve müminler de Allah'ın ziyaretçileridir. Ziyaretçisine ikram etmesi, ziyaret edilen üzerine haktır.) Ziyaretler yalnız Allah rızası için olmalıdır! Ana- babaya ve yakınlara iyilik yapın. (Bakara-2/83) Önce ana-baba ve daha sonra diğerleri ziyaret edilir. 1- Kâfir olan ana-babaya da hizmet etmek, nafakalarını vermek, ziyaretlerine gitmek gerekir. Küfre sebep olan şey yaptıracaklarsa, ziyaretlerine gidilmez. Ana-baba ölmüşse kabirlerini ve dostlarını ziyaret etmeli. (Ana-babanın kabrini, Cuma günleri ziyaret edenin günahları affolur, haklarını ödemiş olur.) [Tirmizi] (Ana-babası öldükten sonra, onun dostlarını ziyaret eden, iyiliklerin en iyisini yapmış olur.) [Müslim] 2- Günah işlemeye sebep olacak akrabayı ziyaret gerekmez. Fakat salih olan akrabayı ziyaret gerekir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Sıla-i rahm, gelmeyen akrabayı arayıp ziyaret ve iyilik etmektir.) [Tirmizi] 3- Salih arkadaşları, din kardeşlerini, komşuları ziyaretin önemi de büyüktür. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Arkadaşını Allah rızası için ziyaret edene, bir melek, (Ne güzel oldu, Cenneti hak ettin) der. Allahü teâlâ da, (Kulum beni ziyaret etti. Ağırlaması bana aittir. Ona, Cennetten başka bir ziyafete razı olmam) buyurur.) [İ. Ebiddünya] 4- Her müslümanı ziyaret önemli ise de, bilhassa âlimi ve fakiri ziyaret daha önemlidir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Âlimi ziyaret eden, beni ziyaret etmiş gibi sevaba kavuşur.) [Taberani] 5- Ziyaret aralıklı olmalıdır! Hikmet ehli, (Ziyareti terk etme, seni unuturlar. Pek sık da gitme, senden bıkarlar) diyor. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Ziyareti aralıklı yapınız ki, sevgiyi artırasınız!) [Bezzar] 6- Ev sahibinden izin almadan kalkmamalıdır! Bir hadis-i şerifte buyuruluyor ki: (Ziyarete gelen kimse, izin almadan kalkıp gitmesin!) [Deylemi] Ziyaretlerde uyulması gereken kurallar: Gerek hastaları, gerek başkalarını ziyaret ederken bazı hususlara dikkat etmek, ziyaret kurallarını titizlikle yerine getirmek gerekir. Bunlara uyulmaması durumunda çoğu zaman ziyaretten beklenen yararlar elde edilemez. Memnun edilmek istenilen insanların üzüntü ve sıkıntıyâ sokulmasına sebep olunur. Bunun için ziyaret kurallarına titizlikle uyulmalıdır. 1- Ziyaret için uygun bir zaman seçilir. Uyku, yemek ve iş saatlerinde ziyarete gidilmez. 2- Temiz ve derli toplu bir kıyafet giyilir, kir-pas içinde, dağınık elbiselerle ziyarete gidip başkaları rahatsız edilmez. 3- Mümkünse önceden ziyarete gidileceği haber verilir ve bildirilen saatte mutlaka gidilir. 4- Ziyarete gidilen eve kapı çalınarak, selâm verilerek girilir. Ev sahibinin hal ve hatırı sorulur, sevinç ve kederi paylaşılır. 5- Ziyaret fazla uzatılmaz. Ziyaret edilen yaşlılar sabırla dinlenir. Onları sıkacak ve üzecek söz ve davranışlardan sakınılır, onları sevindirecek haberler verilir, güler yüz ve tatlı sözle gönülleri alınır. -“Mü’min hastalandığı veya yolculuk yaptığı sırada tıpkı sıhhatli ve mukim iken yaptığı ibadetlerin sevabını alır.” (Buhârî, Cihad 134) Hastaları Ziyaret Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Müslümanın, müslüman üzerindeki hakkı beştir: Selâm almak, hasta ziyaret etmek, cenâzenin arkasından yürümek, davete icâbet etmek ve aksırana “yerhamükellah” demek.” Buhârî, Cenâîz 2; Müslim, Selâm 4. Ayrıca bk. İbni Mâce, Cenâiz 1 -Ali radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken işittim demiştir: “Bir müslüman, hasta olan bir müslüman kardeşini sabahleyin ziyarete giderse, yetmiş bin melek akşama kadar ona rahmet okur. Eğer akşamleyin ziyaret ederse, yetmiş bin melek onun için sabaha kadar istiğfar eder. Ve o kişi için cennette toplanmış meyveler de vardır.” Tirmizî, Cenâiz 2. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cenâiz 3; İbni Mâce, Cenâiz 2 Rabbim ziyaretlerini hakkıyla yapan bu hayır kervanında yer alanlardan eylesin bizleri İnşallah. SON Allah'ın rızası için daha neler yapabilirim? Allah bundan sonra’da İslam dinine hizmet etmeyi nasib etsin . Bizim size tavsiye ettiğimiz bu kitabı siz de çevrenize tavsiye ediniz. Kul için ilmin yanında mutlaka ibadet de gereklidir. Benzetmek gerekirse; ilim ağaca, ibadet ise onun pek çok meyvesinden bir meyveye benzer. Yani kulun, bunların her ikisinden de payı ve nasibi olmak zorundadır. -Ömer İbni Hattâb radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamber aleyhissalatü vesselam şöyle buyurdu: “Allah şu Kur’an’la bazı kavimleri yükseltir; bazılarını da alçaltır.” (Müslim, Müsâfirîn 269; Ayrıca bk. İbni Mâce, Mukaddime 16) Bu hadiste Asr-ı saadetten kıyamete kadar geçerli olan bir prensibe vurgu yapılmıştır: Kur’ân’la amel eden müslüman kişi ve toplumları Allah yükseltir; onunla amel etmeyenleri ise alçaltır. Hadiste kastedilen yükselme ve alçalmayı hem zahiri (görünen) hem de manevi (görünmeyen) anlamda anlamak mümkündür. -(Fırsat ganîmetdir. Ömrün temâmını fâidesiz işlerle telef ve sarf etmemek lâzımdır. Belki temâm ömrü, Hak celle ve a’lânın rızâsına uygun şeylere sarf etmek lâzımdır.)İmam-ı Rabbani Rabbim Sizi O Kadar Çok Sevsin Ki, İlk Sözü “Kulum Senden Razıyım” Olsun İNŞALLAH…!! Kişi sevdiğini Allah’a emanet ederse, onu bir daha görmeden ölmezmiş. “öyleyse Allah’a emanet olun. Allah’ın selâmı rahmeti ve bereketi üzerimize olsun. Es-Selamu aleykum ve rahmetullahi ve berekâtuh…
2 notes
·
View notes