#en iyi futbolcu
Explore tagged Tumblr posts
Text
2024 Ballon d'Or Adayları ve Ödül Töreni Detayları
Ballon d’Or 2024 Adayları Açıklandı Futbol dünyasının en prestijli ödüllerinden biri olan Ballon d’Or için adaylar duyuruldu. Bu yılki listede Türkiye’yi temsil eden milli futbolcu Hakan Çalhanoğlu da yer aldı. Bu önemli ödül, dünya genelindeki en iyi futbolcuları ve teknik direktörleri onurlandırmak amacıyla verilmektedir. Ballon d’Or Ödül Töreni Ne Zaman Yapılacak? 2024 Ballon d’Or ödül töreni,…
0 notes
Text
Yazma Alışkanlığı, Fazla Genel Bir Kültür ve Toparlama
Eveet, biraz geç kaldığım yazma pratiğimin ikinci gününden (gecesinden) selamlar arkadaşlar. Hikayeye devam edeyim dedim, birazcık ettim de ama şu an oraya yazacak gibi hissetmiyorum. O yüzden burada boş yapayım istedim, çünkü neden olmasın. O halde en sevdiğim klişeyle başlayalım:
Şimdi ben buraya neden çıktım, niçin çıktım, nasıl çıktım? Bunu izaha gerek yok, gördünüz, yürüdüm, çıktım. Ama çıkmamış da olabilirim. Çıkmışsam çıkmışımdır, çıkmamışsam çıkmamışımdır. Görünen köy uzakta değildir. Buraya çıktık da sonradan çıkmadık mı dedik? Bunlar bir takım uydurma laflardır. Sahi ya, ben buraya neden çıktım? Kim çıkardı lan beni buraya?
Parçamızı da verdik. Ne yazacağım hakkında hiçbir fikrim olmayan bir an. Müthiş korkutucu ve aynı derecede özgür hissediyorum. Siyasete girip tüm bu yazıyı bok etmek gibi bir olasılığım da var, genel kültür yönünden etki edecek şeylerden bahsetmek gibi bir olasılığım da. Şahsen hepimiz malum parti ve siyasal islamcı ahmaklar yüzünden yeterince siyasete doyduk, bıktık, tükendik ve daraldık. O yüzden oraya pek girmek istemiyorum. En azından bu yazıda kendilerini bir kum havuzuna (sandbox) kapatalım, orada takılsınlar. Diğer senaryoya girmek için üstteki sandbox güzel bir başlangıç olabilir. Sandbox (kum havuzu) genelde dijital sistemlerde kullanılan kontrollü bir kapalı devre sisteme verilen isim. Böyle söyleyince çok karmaşık gelmiş olabilir, o yüzden şöyle anlatayım. Örneğin bir siteden bir program indirdiniz. Ancak o siteye zerre güvenmiyorsunuz çünkü daha önce hiç oradan bir şey indirmediniz. İndirdiğiniz dosyanın virüslü olup olmadığını bilemiyorsunuz. İşte sandbox dediğimiz şey tam olarak burada devreye giriyor. Sandboxie vb programlar, indirdiğiniz dosyaları güvenle açabileceğiniz mini oturumlar oluşturuyor. Tek tıkla silebileceğiniz ve ana dosyalarınıza ulaşamayan bir alt sistem gibi. Örnek olması için ben aşağıdaki video dosyasını sandbox sistemde açtım.
Bu videoyu istediğim kadar izleyebilirim, istediği kadar virüs barındırabilir. Videoyu kapattığım anda sistemim üzerindeki tüm izleri pıt diyerek silinip gitmiş oluyor. Çünkü ilk aşamada zaten sistemimde hiç çalışmamış oluyor.
Örneklemeye çalışırken daha da karışık hale getirmiş olabilirim. Tek cümle özeti: Güvenmediğiniz yazılımları güvenle açmanızı sağlayan kontrol odası mekanizması.
Evet bunu artık geçebiliriz sanırım. Size Ted Lasso'dan bahsettim mi hiç? Muhtemelen bahsetmişimdir ama yeterince bahsettiğime inanmıyorum. Özellikle de henüz izlemeye başlamamışsanız. Kabul, fazla iddialı bir cümle ama yapımın kendisi de bu iddiayı destekleyebilecek kalitede.
Ted Lasso, içinde bulunduğumuz bu saçma dönemde kalbimizin en içine başarıyla dokunan, yeri geldiğinde kahkahalarla güldürüp, yeri geldiğinde ağlatan, ana konusuymuş gibi göstermeye çalıştığı futbolu arka plana atıp, müthiş karakterleri bize tanıtan, hayata harika bakış açıları kazandıran bir dizi.
Bu diziye başlayışımın da uzun zamandır hiçbir şeye odaklanamayışım ve başlayamayışım sebebiyle "amaan bakayım, sarmazsa kapatırım." düşüncesiyle olması bana ufak bir utanç kaynağı tabii.
Ted Lasso için her ne düşünüyorsanız şu an bırakın. Çünkü sizi her noktada başarılı bir futbolcu gibi ters köşeye yatırmayı başaracak. Benim için böyle bir yapım oldu ve iyi ki de oldu. Kendisi henüz ilk sezonunu bitirmek üzereyken Comfort Showlarım arasında yerini aldı.
Comfort Show kavramını bilmeyenler için de (söz bu kez uzatmadan) tekrar tekrar izlemekte zevk aldığın, izlerken güvende hissettiğin diziler için kullanılan bir kavram olarak anlatabilirim. (heheh, kısa demiştim.)
Benim için bunlar: Ted Lasso, Doctor Who, Forever (2014) (2014 parantezi çünkü benzer isimli farklı bir dizi daha var, sevemedim onu), Friends, How I Met Your Mother, Person of Interest, The Mentalist, The Big Bang Theory, Brooklyn Nine-Nine, Avrupa Yakası, Geniş Aile. En azından aklıma gelenler bunlar. Ay ne kadar çorba bir yazı oldu bu.
Ee buraya kadar sabırla okuyan sevgili arkadaşım. Sen ne düşünüyorsun? Söylediklerim hakkında ya da genel olarak mesela. Ya da senin comfort show olarak izlediğin diziler var mı? Ya da "yeter kardeşim ne saçmaladın, iki dakika bir şeyler okuyalım dedik kafa ütüledin?" mi diyorsun? Sahiden şarkı biteli de epey oldu tabi. O zaman bir tane daha bırakıyorum hemen buraya
Nev bey de birden kaybolup gitti gerçekten. İlginç bir havası vardı, TSM Sanatçısı ile Rockstar arasında gidip geldi, en son arafta kalarak hiçbir şey olamadı galiba. Ya da ben takibi kaçırdım orada. Her halükarda kararsız kalmanın ne kadar zararlı bir şey olduğunu görüyoruz diye düşünüyorum. Görüyoruz di mi? Görmüyorsak bunu da konuşup kapatalım bu metni artık. Kararsızlığın zararları sadece mental de olmuyor bu arada arkadaşım. Fiziksel olarak vücuduna da zararı oluyor bu durumun. Çünkü bu süreçte beyin de ne yapacağını şaşırıyor ve organları "eeaahh sizle mi uğraşıcam kardeşim, bugüne bugün beyin olmuşum, biraz bakın başınızın çaresine" edasıyla kendi hallerine bırakması ve beraberinde gelen cilt problemleri, ülser gibi stresle tetiklenebilecek şeysilere de sebep olabiliyor.
Tabi bu söylediklerimi tıp okumuş daha bilimsel bireyler eminim çok daha mantıklı cümleler kurarak detaylıca anlatabilir ama gecenin üçü ve benim buna enerjim yok inan bana. Mutsuzluk gibi kararsızlığın da insan sağlığı için iyi olmadığını bil lütfen.
İyileşen yaraların, kaybolan izlerin olduğu bir hayatta mutluluğa bir unutkanlık kadar yakın olduğumuzu unutma ve en kötü kararın kararsızlıktan iyi olduğu da hep aklının bir köşesinde olsun.
Evet ben yine çok konuştum, boş konuştum sanırım biraz da. Artık gideyim. Bıkmadan, usanmadan buraya kadar okuduysan teşekkür ederim. Neden okudun bilmiyorum tabi ama sabretmişsin ve bu bence takdir ve teşekküre layık bir durum. O yüzden teşekkürümün yanı sıra tebrik ederim jfdglfdjf
Lütfen kendine çok çok dikkat et. Hadi baybay!
16 notes
·
View notes
Text
19.07.2024 BRUCE DICKINSON KONSERİ (KÇP)
Kelimeler tarifsiz ve yetersiz. Aylar öncesinden yapılan açıklamayla sevinçten havalara uçmuş olan ben, Bruce Dickinson konseri öncesi heyecandan yıkılıyorum. Çocukluğumdan beri ciddi bir “Iron Maiden” hayranıyım. Maiden’ın zaman içerisinde vokal görevini üstlenmiş olan diğer solistleri bir yana (Paul Dianno, Blaze Bayley. Özellikle Bayley’e ve o dönem albümlerine çoğu Maiden fan’ı aksine bayılırım.) Bruce Dickinson benim için ayrı bir yerde durur. Peki kimdir bu Bruce? “Iron Maiden” vokalisti, pilot, yayımcı, yazar, senarist, eskrimci, futbolcu, popçu, topçu, süperman, Mandrake! Bunların hepsi evet ama benim için Bruce Dickinson bu kadar kualifikasyondan bile çok çok daha fazlasıdır. İlk dinlediğim “Heavy Metal” sestir. Çocukluk kahramanımdır, Ejderha kovalama arkadaşımdır. Otobüsle güneye inerken, camdan dağlara baktığımda “Walkman”imden fırlayan “Air Raid Siren”dır. Beni “Brave New World” Eddie’si gibi gökyüzünden gülümseyerek takip eden dostumdur. Dünyanın şeytanlarına, düşmanlarına, sıkıntılarına, aşk acılarına, gereksiz düşüncelerine, popüler kültürüne, kapitaline karşı her zaman yanımda olan adam gibi adamdır! Bu adam, bu sefer, önceki iki sefer ki gibi Dünya üzerinde en sevdiğim grupla birlikte değil, kendi solo projesi kapsamında kurmuş olduğu yetenekli müzisyenlerle dolu bir ekiple geliyordu. Hasret, heyecan, merak büyüktü, dolayısıyla yine yollara düşüldü Nejat baba!
Bruce Dickinson’ı “Iron Maiden”dan bağımsız tutmak imkansız gibi birşey. Eski grubu “Samson”u bırakıp 83 te Maiden kadrosuna dahil olup “The Number Of The Beast” albümünde vokal görevi üstlendiği günden beri, Bruce Dickinson’sız “Iron Maiden” “Iron Maiden”sız Bruce Dickinson düşünemez olduk. Buna rağmen 90’lı yıllardan beri Bruce’un yollarına çiçekler serptiği (Malesef çoğu zaman Maiden gölgesinde kalan.) müthiş bir solo kariyeri var. Dünyada bazı adamların yıldızı çok yüksektir, star hamuru vardır, yaradılıştan şanslıdır falan bunlar. İşte Bruce bence tam olarak bu adamlardan. “Iron Maiden” kariyeri olmasa da (Belki bu kadar değil.) rüyaları süsleyecekmiş Bruce abimiz. Tam da bu sıcak Temmuz ayının ortasında, tepede çok güzel bir dolunay (neredeyse) varken, (Bruce buna konuşmalarında çok değindi herif tam bir “ay” aşığı.) bu geri planda kalmış solo kariyerin ilk Türkiye konseri için Küçükçiftlik park’ta (KÇP) yerimizi aldık. “Kçp” içerisinde “Megadeth” konserinden beri bazı gelişmeler olmuştu. Bahçe alanı bu sefer konsere dahil edilmemişti, Sahne önü ve Normal girişler aynı kapıdandı. Hem arkada hem önde “Merch” standları vardı, itemlar güzeldi, Wc düzeni hemen hemen aynıydı, “Vip” orada duruyordu, biralar pahalıydı falan filan..
Konser haftanın son gününe denk geldiği için yol, hava, civa muhalefetleri yüzünden malesef Bruce Dickinson’dan önce çıkan “Malt” grubunu kaçırdık. Uzun zaman önce bir kez izleyebildiğim 2006 çıkışlı grubun Performansının güzel ve keyifli geçtiğini duydum, umarım yakın bir zamanda tekrardan kendilerini izleme fırsatı yakalarım. “Kçp”ye gidilebilecek her yolu yaklaşık 20 senedir deneyimliyorum. Şehrin tam merkezinde olup ulaşımının bu kadar yorucu olması müthiş bir çelişki, tam bir dilemma. Artık piyasada taksi yok. Bu ihtimali geçtiğimizde elimizde toplu taşıma, tabanvay ve “Özel araç” seçenekleri kalıyor. Toplu taşıma ve tabanvay aslında birbirinden bağımsız gibi gözüksede birbirine bir o kadar bağlı. En yakın toplu taşıma durağına ulaşmak için bu sıcakta hatırı sayılır bir yol tepmeniz gerekiyor. Son kalan “Özel araç” seçeneği “Kçp” için en iyi fikir diyebilirim. Eğer çok içen birisi değilseniz yada şöförlük yapacak bir arkadaşınız varsa atlayın arabanıza, açın klimanızı, müziğinizi “Kçp”nin hemen karşısında eski “Opel” servisi yıkıntıları arasında ki yeni “İspark”a doğru devam edin. Günümüz şartlarına göre otopark’a çok birşey vermiyorsunuz yüz-yüz elli, yarım bira parası yardırın. Trafiği biraz daha arttıralım. Zaten İstanbul trafiğinde hiçbir koşulda hiçbir yere gidemiyoruz bari serin serin duralım. Karbon emisyonları, küresel ısınma, hava kirliliği amaan geçelim… Dünya kimsenin umrunda değil, kimsede Dünyanın umrunda değil. Doğa dengede, “Road to Hell!”
Bira demişken konser öncesi acık içelim tabi. Ana kırmızı kapıdan içeriye girdiğimiz gibi bar sırasına geçiyorum. Etrafa şöyle bir bakıyorum ortam güzel. Bütün dinozorlar bir aradayız. Arada bir ufak tefek gençlik kıpırtıları ve buna tam tezat giden elleri yelpazeli bir yaşlı hareketide yok değil. Sonuç olarak Sahne önü full kapasite, normal bölüm arkalara doğru boş olmak üzere hınca hınç dolu. Sürekli sıcaktan bahsediyorum ama bu seferde gerçekten çok sıcaktı be kardeşim.. Durduğum yerde duş almışa döndüm, arada bir hava esince beynime kan gitti onun dışında uzaktan kumandalı robot modunda takıldım. Müzik, sanat bu yüzden var dercesine, geri kalan bütün düşünceleri unutturur şekilde Bruce Dickinson grup arkadaşları sahneye çıkıyor ve introlar başlıyor. İkinci şakıya kadar ben bar sırasındayım tabi biramı bırakmam. “The Invaders” ve “Toltec 7 Arrival” sonrasında Bruce baba “Accident of Birth” ile yıldırım gibi sahnede. Bu anlatı için “Gibi” lafı fazla bile olabilir. 66’lık Bruce (Son İstanbul “Iron Maiden” konserinden beri yüzü epey yaşlanmış ama aradan 11 sene geçmiş.) sahnede bir an bile durmuyor, koşuyor, oynuyor, zıplıyor! Grup arkadaşlarıda performanslarıyla Bruce’a eşlik ediyor ama inanmazsınız hiçbiri Bruce kadar enerjik ve istekli değil. Bu adam tam bir enerji bombası since 1958!
Bruce Dickinson sahneye öyle bir çıkış yaptıki aklıma direk 2002 “Rock in Rio” “Iron Maiden” performansı geldi. Bruce sahneye yine zıplayarak, ışık hızıyla çıkmıştı, üzerinde yine bu akşam giydiği gibi mavi bir kot yelek vardı. Bu kombin milenyumda çıkan “Iron Maiden”ın “Brave New World” albümü fotoğraf çekimlerinde Bruce’un üzerinde olan kıyafetlerdi. Yeni solo albümü “The Mandrake Project” için Bruce yine benzer bir seçim kullanmıştı, beni nostaljiye bağlamıştı. “Abduction” çalındıktan sonra “Laughing In The Hiding Bush” ile Bruce partisi başlıyor. Bu konser genel olarak parti havasında geçiyor. Şarkılar ve grup arada ki nadir düşük tempolu parçalar hariç gerçekten çok eğlenceli, enerjik. “Hard Rock/Heavy Metal” “Soundları” tadında bulduğum Bruce’un solo projesinin “Iron Maiden”dan keskin farkları (tabiki Steve Harris faktörü ve Bass etkisinin o kadar yüksek olmaması dışında.) daha eğlenceli bir tarzın olması, daha az “Epik” olması, seyircinin eşlik edebileceği uzun pasajların azlığı vs. diye özetlenebilir. Bunun dışında Bruce ekibinin sesine bile Maiden’ın sesçisi bakıyor. “Iron Maiden” “Sound”uyla benzeşen çok fazla öğe var bu bir gerçek.
“Jerusalem” ile ilk düşüşümüzü yaşıyoruz. Bruce şarkı öncesi uzun bir anlatı yapıyor. Adam konuşurken bile enerjik. Seyirci iletişimi konusunda bölüm sonu canavarı. (Bir röportajında konser alanının en arkasında duran herife “hey sen” deyip ona seslenebilirim demişti. Dediğini her zaman yapar.) “Biritiş” aksanlı kahramanım, bir “William Blake” şiiri olan eseri seslendirmeden önce “Iron Maiden”ın (98 Blaze Bayley zamanlı Harbiye konseleri hariç.) Bruce Dickinson ile ilk kez geldiği “Sonisphere” festivalinde yaptığı konuşmaya benzer mesajlar veriyor. (Hangi dine inanırsak, inanalım, kim olursak olalım, Hristiyan, Musevi, Müslüman, Jedi, Ork, Hobbit hepimiz kardeşiz vs. Bunu 2011 “Sonisphere”de “Blood Brothers” çalınmadan hemen önce söylemişti.) Güzel bir dinleti, barış kardeşlik mesajları ve “William Blake”ten sonra Bruce’un yeni albümü “The Mandrake Project”ten “Afterglow Of Ragnarok” dinliyoruz. Bence günahıyla sevabıyla tam bir “Iron Maiden” parçası kıvamında. Aztek, Japon derken koy olası bir “Viking”, “Norse” temalı Maiden albümünün ortasına bu şarkıyı yemin ediyorum sırıtmaz. “Chemical Wedding” ile eylencenin dozu giderek artarken Bruce “Tears Of The Dragon”u araya sokarak bizi yine manyak ediyor, duygudan duyguya sokuyor. Belki de Bruce’un solo kariyerinin en bilinen şarkılarından olan “Tears Of The Dragon” Bruce’un söylediğine göre “Hellfest”te süre sıkıntısı yüzünden çalınamamış. Pek festival işi değilsin zaten sen babam sığamazsın oralara. Gel bize tek başına sabaha kadar çal, söyle başım üstüne.
“Resurrection Men” ve “Rain On The Graves” yeni albümdeki sıraları değişmiş olarak peşisıra çalınıyor. Ben Bruce’un son albümünden çok memnunum. “Afterglow Of Ragnarok”ta olduğu gibi bu iki şarkıda keyifle dinlenebilen, Maiden dinleyicisinin kolaylıkla aşina olabileceği güzel eserler olmuş. Albümü uzun bir yolda baştan sona açın dinleyin, akıp gidiyor. Yeni albümden sonra geçmişe geri dönüyoruz “Frankestein” başlarda sıcağın etkisiyle beklediğimden düşük olan seyircinin reaksiyonunu kademeli olarak yükseltiyor. Hemen herkes şarkılara eşlik ediyor. Bruce canavarını yaratıyoruz! Kehanetler, büyücülük, hokkabazlık gibi konulara uzun yıllardır kafayı takmış olan Bruce (Hatta yanlış hatırlamıyorsam “Iron Maiden”ın geleceği konusunda Steve Harris ile yaşadığı en büyük tartışmaların kaynağı bu tarz temalardı.) “The Alchemist” ve “Darkside Of Aquarius” arası bir yerde delilik çıtasını zirvelere koyuyor. Hayatımda ilk defa bir konserde böyle bir enstrümanın çalındığını görüyorum. Aletin ismini tam olarak bulamadım ama korku filmlerinde kullanılan bir tür rezonans çubuğu diyebilirim. Bruce bir orkestra şefi gibi elini yaklaştırıp uzaklaştırdıkça aletten farklı, büyülü, perili sesler çıkıyordu, Mandrake bizi hipnotize ediyordu.. Konser boyunca Bruce Dickinson, adını bilmediğim bu enstrüman dışında perküsyonlara da el attı. Yeni albümünde gitarda çalmış.. Yani adam sadece vokal, yazar, pilot, eskrimci, manav, bakkal, aşçı, uşak değil aynı zamanda çeşitli enstrümanlarıda çalabilen yetenekli bir müzisyen…
Mandrake gösterileri, hipnotik anlar, Bruce’un ecnebi tabiriyle “Goofy” sayılabilecek belki biraz Jim Carrey tadında “Hubidicubi” hareketlerinden sonra tam gaz “Road To Hell” burada yaşanan atmosfer görülmeye değerdi. Bruce ve ekip arkadaşları sahneye kısa süreliğine veda etmeden önce bütün enerjileriyle bu şarkıyı çalıp söylediler. Seyircinin çoşkusunu başta dediğim gibi bir parti havasında tutmayı başardılar. Bruce güle oynaya, şakayla şukayla sahneden indi, herkes bağırmaya başladı. Doymadık, doyamadık. Bruce’ta bu işin gayet farkında bir şekilde sahneye geri döndü. Konser boyunca ses gayet iyiydi. Adamlar ve hanım ablamız zaten çok iyi çalıyorlardı ayrıca iyide duyuluyorlardı. Belki davul biraz arkaplanda kalıyordu ama bunun dışında herhangibir sıkıntı yoktu. Bruce zaten mikrofonsuz bile sesini bizlere bir şekilde duyururdu. Bazı Maiden konserlerini izlerken Bruce’un sesi konusunda endişeye kapılıyorum ama ne kadar efekt kullanmış olursa olsun bu konserde Bruce bütün endişelerimi giderdi diyebilirim. Bir 66 sene daha sahnede kalıp şarkı söylemeye, en arkadaki seyirciye naber lan demeye devam edebilir. Hafif duygusal “Navigate The Seas Of The Sun” ve sonrasında “Book Of Thel” dinliyoruz.
“The Tower” klasiği öncesi Bruce ekip arkadaşlarını tanıtmaya başlıyor. Bu bölümlerde çok eğlenceli geçiyor. Bütün ekibi tanıyoruz, herkesi tek tek ellerimiz patlayana kadar alkışlıyoruz. Hem çok eğleniyoruz hem parti bitecek diye üzülüyoruz, iki süper duygu birden. Bruce’un ekip arkadaşları çok sıcak, samimi, yetenekli insanlardan oluşuyor. Güzel enerjileri seyirciye iyi bir şekilde geçiyor, hoş bir seda bırakıyor. Konserin son kısmını tekrar tekrar izlemek, dinlemek isterim öyle güzel anlardı. Farklı grupları, tarzları yazmak, konserlerine gitmek, yeni şeyler keşfetmek tabiki çok güzel ama insanın çocukluk kahramanını, neredeyse bütün hayatını geçirdiği insanı, insanları yazması, anılarını paylaşması bambaşka oluyor. (2010’larda Dorock’ta Maiden konuşurken gözlerimizin dolduğunu bilirim.) Bu vesileyle Bruce Dickinson konserinin gerçekleşmesinde emeği geçen herkese kocaman teşekkürlerimizi sunarken, yakın zamanlı bir “Iron Maiden” konseri beklentilerimizi tekrardan kendilerine iletiyoruz. Dilek ve teşekkür faslını geçtikten sonra gurur tablomuza geliyoruz. “As bayrakları as!” Bruce sahneye son kez veda etmeden önce kendisine verilen Türk bayrağını tutuyor ve uzun süre bırakmıyor! Son dönemde yaşanılan tatsız olayların üstüne Bruce göğsümüzü kabartıyor. İşte adamın dibi, işte idollerin kralı! Bir gün bir yerlerde muhakkak tekrardan görüşmek üzere adamım! Seni çok seviyorum/z!
2 notes
·
View notes
Text
Can Yücel / Şiir, kelimeleri bu galaksiye iade etmektir
"Bir kez gözaltındayken 'Hayatını anlat' dediler, bir başladım, nasıl susturacaklarını bilemediler, sonunda ...tir ol git deyip kovdular." Yaşamını 'en güzel şiiri' olarak niteleyen Can Yücel, yaşadıklarını, düşündüklerini yine kendi üslûbuyla anlatıyor.
İlkokul üçteyim. Küçücük çocuk. Boğaziçi okulunda okurdum. Evden yolladılar. Leyli yollandım. Hem aynı şehirde oturacaksın hem de okula leyli yollanacaksın. Çok bozuldum, çok üzüldüm. Evde, ikiz kardeşimle kavga ediyorum diye yollandım. Benimsemedim. Her şeyi benimsemediğim gibi... Futbol vardı, futbol oynuyordum... İyi bir futbolcu olacaktım. Nasıl gol atacağım hâlâ rüyama girer... Zaten şiirde de hep nasıl gol atacağımın peşindeyim ya! Ankara'da Taşmektep. Ahır gibi. Bombok bir yer. Futbol da yok. Üstelik vekil oğlusun. Bombok bir durum. Hiç sevmedim... Ortaokul bitti. Atatürk Lisesi. Aynı numara, orayı da sevmedim. Klasik şube harikaydı. Harika kadro, Nurullah Ataç, Cevdet Kudret ders veriyor. Nâzım okuyoruz. Dünya edebiyatını tanıyoruz. Latince öğreniyoruz. Sekiz öğrenciyiz. Gazi Yaşargil de orada. Gazi çok çalışkan, bize karışmaz. Orada komün kurduk. Harçlıklarımızı komüne verip para biriktiriyoruz. Dışarı gitmek için. Sonra tüm topladığımızı Gaziciğimize verdik, onu dışarı yolladık.
Hayatta kuş gibiliğe razı değilimdir
Ben babama hep posta koyuyorum. Tek parti numarası vardı ya. Utanıyorum senden derdim. O da niye utanıyorsun diye çıldırıyordu. Arabasına binmezdim. Öyle bir gerginlik işte. Sonunda beni Cambridge'e postaladılar. Bu da çılgınlık. Ben Dil Tarih Fakültesi'nde Almanca öğrenmiştim, Alman edebiyatını biliyorum. İngilizce bilmiyorum. Niye yolluyorsunuz beni Cambridge'e! Çılgınlık işte! Züppelik işte! Cambridge'de Allah muhafaza kuş gibiyim. Ben de hayatta kuş gibiliğe razı değilimdir. Bütün Katolik papaz çocukları benim Latincenin on mislini biliyor. Ben de kafayı modern tarihe taktım. Bertrand Russel derse gelir... Ama hem kuş gibiliğe hem ukala İngiliz numaralarına yokum... Ayrıldım Linkfield'e gittim. Bülent, Rahşan orada. Ali Neyzi, Yavuz Bayraktar orada. Havuzlu, tenis kortlu, lüks evlerde oturuyorlar, ama yemek yiyecek paramız yok. Babam geldi ziyarete. Mezarlıktan ebegümeci toplayıp ikram ediyoruz.. Londra'da resim tarihi öğrenmek için 'Court of Institute of Art'a gidiyorum. Orada bizim ressamları buldum. Avni, Bedri Rahmi'ler, Selim, Şadi Çalık, İlhan Koman. Orada hem eğlendik hem öğrendik... Arada şişeye giriyoruz...
Şiirin ne olduğunu biliyorsan yazmadan duramazsın
İlk şiirimi on yaşında yazdım. Babamın metresi olan hanımın yuvasındaydım. Yuvada bir çocuk öldü. Çok üzüldüm. Arkasından şiir yazdım. Ben mümkün olduğu kadar aile içinde yaşadım. Bütün serseriliğime rağmen aile köklerimi kaybetmedim. Aile değil sade, arkadaşlarım için de böyledir. Öldükleri zaman şiir yazarım. Şiire, babamın yardımı çok oldu. Hep şiir çevresindeydim. Babam okur, babaannem okur... Şiire elverişli bir dünya yaratmıştı babam bana... İngiltere dönüşümde çevreme çok dikkatli baktım. Herkesle beraber olmayı ve dinlemeyi seçtim. Cahit'le, Orhan'la... Bu arada insan şiiri kaybedebilir de. Ama temelde şiir güdüsü yatıyordu. Dili iyi biliyorsan, şiirin ne olduğunu biliyorsan yazmadan duramazsın. Elbette hümanizma beni etkilemiştir. Böyle yetiştim ben. Baba Mevlevihane'de doğmuş, yetişmişti. Babam her ne kadar Batıcı, Atatürkçü, Batılılaşma hareketinin bir yiğini olarak yaşamışsa da Şark edebiyatı, mistisizm, Divan edebiyatı ve bizim temel gökkubbemiz musikisini de birleştirmişti. Ama ben o kadar şanslı değilim.
Aşk, kendine mahsus bir boğa güreşidir
Hayatımda, karım hariç, iki şey sevdim: Şiir ve politika. Şiir nedir, diye sorarlar. "Şiir göklerde uçan nazenin bir balon' değil; o balon çoktan patladı. Benim için şiir akıl ve heyecan meselesidir. İnsan beyninin yalnız yüzde onu bilinir, gerisi meçhul kıta. Şiir, beynin işlemeyen yüzde doksanını harekete geçirmektir. Şiir bir terlemedir. Güneş güneş sözlerle... ve böyle böyle eriyip gider. Dünya gibi tıpkı; döndükçe terleye terleye... Benim gördüğüm, aşk, sevmekten başlayan azgınlıktır. O kadar çok sevmek ve azmak lâzımdır ki aşk için, hiçbir boğa seni tutamasın, hiçbir toreador sana kırmızı şal göstermesin... Evet, aşk kendine mahsus bir boğa güreşidir. Picasso dahi bunu çok iyi bilir.
Diyalektik, şiirde öfke ve sevgi olarak tecelli ediyor
Oktay Rifat'ın söylediği gibi: Kelimeler, günlük konuşma ve iletişimde yıpranırlar. Oysa kelimeler bütünselliğin parçalarıdır. Şiir, kelimeleri bu galaksiye iade etmektir. Bu arada kurulan güzellikler, bütünlükler büyük bir 'happening' olur. Şiir, yaşamı çekip çeviren bir ilke. Diyalektik, şiirde öfke ve sevgi olarak tecelli ediyor. Bu sevgi ve öfkenin diyalektiği eytişimdir. Bu nedenle sevgi ve öfkenin bir bileşimi olarak ortaya çıkar sanat. Olanı kabul yerine olanı değiştirme yolunda bir çabadır, bundan dolayı verimlidir ve önemlidir. Bundan dolayı insan beyninin ince noktalarına kadar giren, süreklilik kazanan bir eylemdir. Şiir, gürültüden müziğe geçmektir. Şiir, evrenin içinde büyük seslerin molekül ve atomlardan başlayan bütünlüğü, bu bütünlüğün müziğidir. Şairin görevi bu musikiyi kurmaktır. Kozmosdan aşağı şiir yazılmaz. Üst tarafı minördür... Harika o ki, insanlar kendi adlarına değil, kâinat adına yazarlar. Bütünselliğin dışında şiir yoktur. Hayat ve ölüm de bütündür. Şiir bu bütünden çıkan büyük çılgınlıktır. Çok ağır geçen hayatımızın içinde ironi, bütünselliği bozmayacak ana çaredir. Bir direnç kahkahasıdır. Bence kahkaha çiçekleri yaratmak Baudelaire'in 'Şer Çiçekleri'nden daha iyidir. Hiç olmazsa, kahkaha çiçeklerinden LSD yapılır.
Ben ihtiyarım, ilhamım genç
Hayatımda şiirden başka, çeviriyle uğraştım, onun dışında bir iki kısa memuriyetin dışında hiçbir iş tutmadım. Eskiden babaanneme anlatırdım: Bak şimdi, şu yazıdan elli lira kazanacağım, ötekinden şu kadar... diye. Kadıncağız kahkahalarla gülerdi. Hiçbiri doğru çıkmazdı. Para kazanmak için birtakım işler yaptım, tercümeler, fıkra yazarlığı. Ama aldığın para para değil, ekmek parası bile değil. Peki nasıl geçiniyorum? Ankara ve Dragos'daki baba evlerini sattık, Kuzguncuk'ta ev aldım. Artık babam sayesinde parasızlıktan şikâyetim yok. Şiir benim için meslektir. Düne ve geleceğe bakışımla birlikte yürüyen özgür bir meslektir. Son zamanlarda kitaplarımdan gelen parayla yaşamımı sürdürüyorum. Bu benim için çok önemli bir şey. Şiir yazmada intizamım var. Hep şiir düşünüyorum... Ben ki, büyük planlarda, İşçi Partisi döneminde on yıl şiir yazmadım... Şimdi ciddi olarak çalışma olanağım var. Rahatım yerinde. W. B. Yeats'in dediği gibi: Ben gençken ilhamım ihtiyardı. Şimdi ben ihtiyarım, ilhamım genç...
Bazı şeyler ancak çocukça anlatılabilir
Ben hep iki tür düş görüyorum. Ya futbol düşleri ya da erotik düşler. Erotik düşler, eski hikâyelerle. Kadınları çok seviyorum. Kadın erkek çelişkisi çok önemli. Çok yakın bu iki cinsin, bu çelişkiyi, gerilim içinde yaşaması bir mucize. Erotizm, bu gerginliği yaşama. Hayatın temelindeki erotizm bu. En güzel yanı insanları ayakta tutması. Yabancı bir televizyon görüncesinde bitkilerin nasıl çiftleştiğini seyrederken ağlıyorum... Derken, aklıma geliyor Güler'le ilk seviştiğimiz. Orada da ağladığını gülerek hatırlıyorum. Ben yedi yaşında, yetmiş yaşında gibi hissettim kendimi. Yetmiş yaşında da kendimi yedi yaşında gibi hissediyorum. Bundan dolayı iş karışık... Belli bir yaştan sonra insanda çocuklaşma demeyeyim de, dünyaya çocuk açısından, çocuk gibi bakma ihtiyacı doğuyor. Zaten bazı şeyler de ancak çocukça anlatılabilir geliyor bana.
Amerikalı general yüzünden mahkûm olduk
Şiirden değil, çeviriden yattım. Che Guevara'nın 'İnsan ve Sosyalizm'i ile Che, Mao ve bir Amerikalı generalin yazdığı 'Gerilla Harbi' kitaplarını çevirmiştim. Amerikalı general kontrgerillayı anlatıyor. Dava dört yıl sürdü. Amerikalı general yüzünden mahkûm olduk. Şairlerin hepsi hapisane kuşudur. Kendi kendilerine acımaktadırlar ki, insanın en büyük kabahati kendine acımasıdır. Ondan dolayı çok güç çıkıyor şiir, daha doğrusu şair çıkmıyor da şiir çıkıyor ara sıra. Cumhuriyet şiiri, bütün tek parti devrindeki gayretlere rağmen -Hececiler, şunlar bunlar- resmi şiir tutmadı. Şiir resmi kanalın dışında, siyasi olarak da onun dışında duranların inhisarında gelişti. Bu nedenle de menfi bir şey olarak bakılmıştır şiire Türkiye'de. Şimdi otel yaptılar ya, Sultanahmet Cezaevi'nden geçmemiş şair yoktur o devirde.
1980'den sonra şiir ve şair kendine acır hale geldi
Menfiden kasıt öfkeyse sevgiyle beraber olmalı bu. Nâzım'da da böyledir. Ama baskıdan ciddi zarar görmüştür şiir. Gençlere seslenme bakımından ayağı bağlanmıştır, kösteklenmiştir. Kitleye intikali güçleşmiştir. Ondan dolayı da kendi içine kapanmıştır. Hele 1980'den sonra şiir ve şair kendine acır hale geldi. Bir insan için kendine acımaktan daha kötü bir şey yoktur. Benim şiirimde de, siyasetimde de hâkim iki unsur var. Bu iki unsurun çelişkisi ve sentezi, bana yaşama gücü veriyor. Olupbitene ve olupbitenin sorumlularına karşı öfke; olması gerekene, olabileceğe ve onu getirecek olan büyük emekçi ve aydın kitlelerine sevgi... Öfke ile sevgi arasında çırpınan bir çelişkinin içinde yaşıyorum ben. Şiirlerimle de, siyasamla da, bana enerji, akıl ve yaşama sevinci veren şey, öfkeyle sevincin çelişkisi.
Kala kala küfretme özgürlüğü kalacak
Küfrü ve argoyu halk kullanıyor. Yazdığımız şey de halkın nabzı ve ağzı olduğuna göre, elbette bu küfür işi de kendiliğinden katılıyor işin içine. Aslında küfür bir özgürlük davasıdır. Türkiye'de de kala kala küfretme özgürlüğü kalacak. O özgürlüğü de elden bırakmak istemiyorum. Hırgür sevmeyen bir insanımdır. Ama hırgürsüz yaşanmıyor bu ülkede. İkincisi mahcubumdur, fakat artık yırtık olmadan yaşanmıyor. Mümkün olduğu kadar asude, kendini dinleyeek yaşamayı seviyorum, fakat çok patırtılı bir ülke. Bundan dolayı insanın mizaç doğrultuları, bu yaşam içinde kendi sonuçlarına varamıyor.
Aslında bir kül tabağıdır dünya
Hiçbir zaman umudumu kaybetmedim. İnsanlıktan umut kesmem. İnsan, zaman zaman iyimserlik ya da karamsarlık duyabilir. Fakat, insanla ilgili aşağı yukarı bütün gerçekler içinde bir tansık, bir mucize vardır. Bu mucize, umudu getiriyor. Ama umut durduğu yerde olmaz. Kazanarak, çalışarak, savaşarak edinilir. Umudun olmadığı yerde insan 'Herkes koyun gibi kendi bacağından asılır' diyerek, enayi gibi kendini, yaşamayı askıya alır, geberip gider. Aslında bir kül tabağıdır dünya. İçine bir güneş bastırılmış. Amma da izmarit ha!.. Ölmekten değil, ölümün acısı olmasından, işkenceden korkuyorum. Ölüm içimizdedir hep, her doğan çocuğun içinde. Ölüm bütünselliktir. Bu bütünselliği bozacak, beni parçalayacak acıdan korkuyorum. İnsanı ezici, bütünselliği bozucu her şeyden nefret ediyorum. (Cumhuriyet gazetesi / 15 Ağustos 1999)
5 notes
·
View notes
Text
Golden Boy 2024’te Arda & Kenan Rüzgarı
Golden Boy 2024’te Arda & Kenan Rüzgarı
Yılın en iyi genç futbolcusuna verilen Golden Boy ödülünün 2024 finalistleri belli oldu. Finalistler arasında 2 Türk futbolcu da yer alıyor. İşte o isimler. Dünyaca ünlü ve İtalya’nın en köklü spor gazetelerinden bir tanesi olan Tuttosport tarafından her yıl düzenlenen Golden Boy 2024 finalistleri belli oldu. Her yıl en iyi genç futbolculara verilen Golden Boy 2024 finalistlerinin bu seneki ayağında 2 Türk genç futbolcu da yer alıyor. Golden Boy 2024 finalistleri arasında Real Madrid forması giyen milli futbolcu Arda Güler ile Juventus’un 10 numarası Kenan Yıldız, 25 kişilik finalist listesinde kendilerine yer buldu. İki milli oyuncumuz da jüri tarafından belirlenen 20 kişilik final listesinde gösterilirken 5 oyuncu da etkinliğin ana sponsoru tarafından seçilerek 25 kişilik finalist listesine eklendi. Ebru Yaşar Diyarbakır’da Rekor Kırdı!
Golden Boy 2024’te Arda & Kenan Rüzgarı Kazananı 50 Gazeteci Belirleyecek Golden Boy 2024 finalisti içerisinde yer alan 25 kişinin arasında birinciyi seçecek olan kişiyi uluslararası 50 tane gazeteci oy kullanacak. Her gazeteci 5 futbolcuya oy verebilecek, bir gazetecinin ilk sırada seçtiği futbolcu 10 puan, ikinci sıradaki 7, üçüncü sıradaki 5, dördüncü sıradaki 3 ve beşinci sıradaki 1 puan alacak. Yapılacak olan bu oylamanın sonucunda kazanan belli olacak. GOLDEN BOY 2024 Adayları Lamina Yamal – Barcelona Joao Neves – PSG Warren ZAire-Emery – PSG Alejandro Garnacho – Manchester United Pau Cubarsi – Barcelona Savio – Manchester City Rico Lewis – Manchester City Aleksandar Pavlovic – Bayern Münih Kobbie Mainoo – Manchester United Jorrel Hato – Ajax Leny Yoro – Manchester United Jamie Bynoe-Gittens – Borussia Dortmund Kenan Yıldız – Juventus Cristhian Mosquera – Valencia ADam Wharton – Crystal Palace Arda Güler – Real Madrid Mathys Tel – Bayern Münih Desire Doue – PSG Oscar Gloukh – Salzburg Samuel Omorodion – Porto Sponsor Finale Çıkanlar Wilson Odobert – Tottenham Andreas Schjelderup – Benfica Endrick – Real Madrid Eliesse Ben Seghir – Monaco Samuel Mbangula – Juventus Read the full article
0 notes
Text
0 notes
Link
Kuymak yiyen Cristiano Ronaldo heykelini görenler gerçek sanıyor
0 notes
Text
Victor Osimhen, Galatasaray'da
Dünyanın en iyi forvetlerinden biri olan ve Napoli'yi 33 yıl sonra Serie A'da şampiyonluğa taşıyan Victor Osimhen, beklenmedik şekilde Galatasaray ile bir sezonluk anlaşma imzaladı. Victor Osimhen'in güncel piyasa değeri 100 Milyon Euro. Bu fiyat etiketi ile dünyadaki en değerli 18, Forvetler arasında ise en değerli 4. futbolcu. 180 milyon euroluk değerleriyle Erling Haaaland ve Kylian Mbappe, dünyanın en değerli santrforları arasında ilk 2 sırada yer alıyor. Lautaro Martinez 110 milyon euroluk değeriyle 3, Osimhen ise 100 milyon euro ile 4. sırada. Osimhen şimdiden hasibe - yarim yarim şarkısını çaldırmaya başladı. Bakalım Galatasaray'da ne gibi başarılar yakalayacak.
0 notes
Text
Amerika da ünlü bir avukatın kaybettiği tek dava....
*Ünlü bir futbolcu karısını öldürmekle suçlanıyordu . Futbolcu yakalanmıştı.
Ama karısının cesedi ortada yoktu. Duruşma Amerikan filmlerindeki gibiydi.
Futbolcu sanık sandalyesinde oturuyordu.
Kucak dolusu parayla tuttuğu avukatı jüriyi ikna etmeye uğraşıyordu:
´Sayın jüri üyeleri, müvekkilimin suçsuz olduğuna yürekten inanıyorum.
Buna az sonra sizler de inanacaksınız.
Neden mi?
Bakın, şimdi 1´ den 10´ a kadar sayacağım ve müvekkilimin öldürdüğü iddia edilen karisi bu kapıdan içeri girecek...
1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10...´ Bütün jüri kapıya döndü. Kimse girmedi içeri .
Avukat bir savunma dahisiydi , öldürücü hamlesini yaptı:
´Bakın, siz de kadının öldüğüne inanmıyorsunuz.
Çünkü hepiniz içeri girecek diye kapıya baktınız.
İşte kararı buna göre vermenizi talep ediyorum.´
Jüri, ünlü futbolcuyu suçlu bulduğunu bildirdi ve dava bu sekil de sonuçlandı..
.
Mahkeme çıkışında avukat , bayan jüri başkanına yaklaştı:
´10´ a kadar saydığımda siz de diğer üyeler gibi kapıya bakmıştınız.
Neden böyle bir karara imza attınız?´
´Doğru´ dedi jüri başkanı ;
´Ben de kapıya baktım, ama müvekkiliniz kapıya bakmıyordu !.. ´
NOT: En iyi analist herkes bir noktaya bakarken, o noktaya yönelen
bakışları izleyen kişidir.
0 notes
Note
En sevdiğin futbolcu ve neden
Kenan yıldız falan dermisim peppdkfek futbola karsı bi ilgim yok ama basketbolu biraz iyi oynarım 👀
1 note
·
View note
Text
2024 Ballon d'Or Ödül Töreni ve Adayları
2024 Ballon d’Or Ödül Töreni Fransa’nın ünlü spor dergisi France Football tarafından verilen ve dünya futbolunun en prestijli ödüllerinden biri olan Ballon d’Or, 2024 yılında 68. kez sahiplerini bulacak. Bu yıl, 1 Ağustos 2023 ile 31 Temmuz 2024 tarihleri arasındaki performanslar değerlendirilecek. Ballon d’Or, üçüncü kez takvim yılı yerine sezon sonuçlarına göre verilecektir. Bu değişiklik,…
#2024#ödül töreni#Adaylar#Ballon d&039;Or#En İyi Erkek Futbolcu#En İyi Kadın Futbolcu#France Football#Futbol#futbol dünyası#Paris
0 notes
Text
1923 Mustafakemalpaşa Akademi'den Türkiye'de bir ilk
https://pazaryerigundem.com/haber/185395/1923-mustafakemalpasa-akademiden-turkiyede-bir-ilk/
1923 Mustafakemalpaşa Akademi'den Türkiye'de bir ilk
Bursa’nın TFF 3. Lig temsilcisi 1923 Mustafakemalpaşaspor’un akademisi Minareliçavuş Tesislerinde sezon açılışını yaptı.
BURSA (İGFA) – Bursa’ya yeni soluk getirecek projelerle açılışı gerçekleşen yeni sezon öncesi Akademi yönetim kurulu üyeleri, akademi antrenörleri basın mensuplarına tanıtıldı. Gençlik Geliştirme Program Sorumlusu ve U19 teknik sorumlusu Osman Aktaş ve Akademi başkanı Aşkın Senal basın mensuplarının sorularını yanıtladı.
1923 Mustafakemalpaşaspor Akademi yönetim kurulu üyeleri ve antrenörleri ise şu şekilde;
Başkan: Aşkın Senal (İş adamı)
Mali İşlerden sorumlu Başkan Vekili ve U19’dan sorumlu yönetim kurulu üyesi: Serkan Özkan (İş Adamı)
U17’den sorumlu başkan yardımcısı: Samet Kökçek (İş adamı)
U17’den ve sosyal işlerden sorumlu başkan yardımcısı: Oğuzhan Senal (İş adamı)
U16’dan sorumlu başkan yardımcısı: Hasan Burak Özdemir (Yüksek İnşaat Mühendisi)
U16’dan Sorumlu Başkan Yardımcısı: Dinçer İşbilir (İş adamı)
U15’den ve Hukuk İşlerinden Sorumlu Başkan Yardımcısı: Emre Bozkurt (Arabulucu Avukat)
1923 Mustafakemalpaşaspor Akademi İdari Koordinatörü ve Tesislerden Sorumlu Başkan Yardımmcısı: Okay Talay (Arabulucu Mali Müşavir)
1923 Mustafakemalpaşaspor Akademi Basın ve Medyadan sorumlu başkan yardımcısı Fatih Akkuş
Teknik ekip;
Gençlik Geliştirme Program Sorumlusu ve U19 Teknik Direktörü: Osman Aktaş
U19 Yardımcı Antrenör: Cemal Şahbaz
Atletik Performans Antrenörü: Ertuğrul Kurtuldu
Atletik Performans Antrenörü: Ferit Yılmaz
U17 İlker Yüksek
U16 İbrahim Kasapoğlu
U15 Ömer Akgül
U14 ve U13 Erhan Durmuş
U12 ve U11 Mehmet Yılmaz
U10 Furkan Özmen
Kaleci Antrenörü: Fatih Vatansever
Maç İzleme: Mehmet Biçer
‘TÜRKİYE’DE BİR İLKİ GERÇEKLEŞTİRDİK’
1923 Mustafakemalpaşaspor Akademi başkanı Aşkın Senal Türkiye’de bir ilki gerçekleştirdiklerini söyleyerek şunları ekledi “1923 Mustafakemalpaşaspor olarak Akademi Ligi’nde Türkiye’de bir ilki gerçekleştirdik. Her takımın başına ikişer yönetici atayarak takımların daha iyi dizayn edilmesini sağlamak birinci hedefimiz. İkinci hedefimiz de sportif başarı. Bu başarı ile beraber de Bursa’da ki profesyonel düzeye gelecek bütün gençlerimizi en iyi şekilde kullanıp üst liglere geçişlerini sağlamak. Biz bunu başarmak için çok ciddi bir mesai harcamaya başladık. Bursa halkı da bunu görecek” dedi.
‘ANTRENÖRLERİMİZ BU YAPIYA UYGUN SEÇİLDİ’
Özellikle yeni bir proje olarak hayata geçen “Her guruba ayrı yönetim” anlayışına ayak uyduracak hocaların seçildiğini söyleyen Senal “Bütün Bursa’da ki bu yapıya uygun olan arkadaşlarımızı seçip, yönetimsel boyutumuzu güçlendirip, deplasmanlarda olan bütün maçlarda bile yöneticilerimizin bizzat gidip takımlarımızın başında olmalarını istedik. Bu sayede daha iyi bir gözlem yapma imkanına sahip olmayı hedefliyoruz. Futbolcu velileri ile olan diyalog açısında da daha iyi olacağını düşünerek böyle bir yapılanmaya gittik. Bu modelle de profesyonel ligler de dahil olmak üzere bir ilki gerçekleştireceğiz. İnşallah bu konuda muvaffak oluruz. Osman Hoca çok kıymetli bir kardeşimiz. Osman Hoca’nın Bursa’da ki kariyer planlaması açısından hocamızı bir üst lige çıkarabilmek için burada görevlendirdik. U19 hocamızın ilk ciddi sınavı olacak. İnşallah hocamız burada kendini gösterip Türkiye’de ki veya bizle alakalı bütün liglere kendini hazır olarak gösterecektir diye düşünüyorum” dedi.
‘BURSA’NIN VE TÜRK FUTBOLUNUN GELİŞİMİ İÇİN VARIZ’
1923 Mustafakemalpaşa Akademi Mali İşlerden Sorumlu Başkan Vekili Serkan Özkan ise “Biz Türk futbolunun ve Bursa futbolunun gelişimini oldukça önemsiyoruz. Bu sebeple buraya zaman, mesai harcayıp elimizden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyoruz. Bursa futbolunun ileriye gitmesi demek, Türk futbolunun ileriye taşınması anlamına gelir. Bizlerde bu sezon yaptığımız bu proje ile geleceğe umut olmak ve futbolu başka noktaya taşımak için çaba harcıyoruz. Sizlerinde bizlere bu anlamda destek olmasını çok önemsiyoruz” dedi.
‘KULÜBÜMÜZ BURSA’NIN EN GENİŞ YETİŞTİRİCİ AĞINA SAHİP’
Gençlik Geliştirme Program Sorumlusu ve U19 Teknik Direktörü Osman Aktaş ise Bursa’nın en geniş yetiştirici ağına sahip olduklarını söyleyerek “Bursa merkezde hem kendi futbol okullarımız hem iş birliği yaptığımız yerel kulüplerimiz hem de Arabayatağı ile müthiş bir uyum içerisinde elit düzeyde oyuncular yetiştirmek adına çalışıyoruz. Sadece iş birliği halinde olduğumuz ve bünyemizdeki yapı ile temelde 1700’ü gecik sporcu havuzuna sahibiz. Geçtiğimiz sezon Bursa’da yerel ligde diğer kulüplerde forma giymiş 10 yaş-19 yaş arası 276 sporcuya dair izleme raporlarına sahibiz. Temel amacımız aslında hem kendi akademimiz hem de iş birliği yaptığımız kulüpler adına bir yetiştiricilik standartları belirlemek” dedi.
‘YURT DIŞINDAN KULÜPLERİ ÖRNEK ALIYORUZ’
Özellikle İspanya ve Almanya’da bazı kulüpleri örnek aldıklarını belirten Aktaş “İspanya ve Almanya’da yetiştiricilik modellemelerinde standartlara sahip 16-17 kulübü incelediğimizde oyunu algılama ve atletik düzeyde de belli bir seviyede olma adına programlar yürütüldüğünü görüyoruz. Her kulübün kendi temel eğitim programı olsa da tüm bu eğitim programları bir noktada aynı metodolojiden birleşiyor bu da 16-17 yaş döneminde profesyonel düzeye yaklaşmış genç sporcular yaratmak. Yani eğitim programları farklılık gösterse de bir futbolcunun hangi noktada hangi özellikler ile profesyonel olacağı konusunda ortak bir hedefte birleşiyorlar. Bizim de kulüp olarak amacımız. Futbol okullarında temel futbol eğitimi amaçlarken, Akademide U14-U15 ve U16 seviyesinde; çağı yakalayan, Aaan ve zaman kavramlarını özümseyen gelişim programı uygulamak. U17 grubunda mevkiisel nitelikleri ve atletik becerileri öne çıkaran geçiş programları ile tamamlayıcı bir eğitim sürecini hedeflemek ve son olarak da U19 seviyesinde ise A Takım seviyesinin talep ettiği kuvvet, atletik yapı, oyuna dair yüksek algı, taktiksel zekânın ilerlemiş olması, güçlü karakteristik yapı, disiplini ve iş ahlakını temele alan kişilik yapısı gibi birçok başlığı A Takıma uyumu sağlayacak profesyonel bir gelecek adına amaçlıyoruz” şeklinde konuştu.
‘U8 GRUBUNDAN U19 TAKIMINA KADAR 28 ANTRENÖR İLE GELİŞİM SÜRECİNİ YÖNETİYORUZ’
Özellikle akademide 28 antrenör ile gelişim sürecini gözlemlediklerini söyleyen Osman Aktaş “A Takıma geçiş grubu olan U19 Takımının sentetik saha yerine çim sahada çalışmalarını sürdürmesi için A Takım tesislerindeki sentetik sahayı doğal çim sahaya çevirdik. Bunun maliyetinin 2-3 yıldız oyuncu almaktan vazgeçmeye eşdeğer olduğunu söylersek bugüne değil geleceğe yatırım yapan, genç sporcular için para harcayan bir kulüp olduğumuz daha iyi anlaşılır. Yeni sezonda özerk bir akademi yönetim kurulu oluşması, A Takıma sporcu verildiğinde kulübün akademiye ödeme yapma kararı gibi radikal ve akademiyi besleyici bir sistem oluşturulması gelecek yıllarda birçok kulüp için de bizi rol model yapacaktır. Bu sezon Akademi düzeyinde gerçekleştirdiğimiz atılım aslında sadece yeni döneme dair bir başlangıç çünkü düşüncemizde var olan çok daha kapsamlı projeler için de ilk adımları bugünden atıyoruz. Biz akademi düzeyinde üst tarafa sporcu vermeyen üretimsiz şampiyonluklar yerine her sezon A Takım seviyesinde yeterliliğe sahip 3-4 oyuncu yetiştiren yapılar hedefliyoruz. Bu şekilde finansal anlamda sürdürülebilir kulüp yapısı oluşturarak aslında A Takımda 3 sene sonra takım bütçesinin %60’lık kısmının dışarıya aktarılmadan kasamızda kalmasını sağlayacağız. Tüm bu hedeflerin istikrarlı projeler, sabırlı süreçler ve nitelikli-proje üreten zihin yapısına sahip insanlar ile gerçekleşeceğine fazlasıyla inanıyorum. Bursa futbolundaki meslektaşlarımız değerli antrenörlerimizin bu süreçte bize fikirleri, sporcu önerileri ile verdiği destek sebebiyle teşekkür ediyorum” dedi.
‘BİZLERE GÜVENEN VE DESTEK VERENLERE TEŞEKKÜR EDERİZ’
Akademi’de yapılan bu atılımın mimarlarına teşekkür eden Aktaş “Çok fazla inandığım bir söz var: Bir problemi görme yeteneğiniz var ise onu çözme iradesini de göstermeniz gerekir. Bu noktada yetiştirici düzendeki problemi gören bizlere, çözümleri sunan destekleri için Bursa futbolunun şu anda en tepedeki futbol aklı Başkanımız Ekrem Senal’a, Kulüp Başkanımız Burak Selamet’e, Akademi Yönetim Kurulu Başkanımız Aşkın Senal’a ve tüm yöneticilerimize teşekkürlerimizi sunuyorum” dedi.
‘SEZONA ÇOK İYİ HAZIRLANIYORUZ’
U19 takım kaptanı Berat Tani ise “Hocamız Osman Aktaş çok deneyimli ve iyi bir hoca, takım arkadaşlarım da çok istekli ve arzulu. Yeni sezona çok iyi başladık. Antrenmanlarımızda herkes çok istekli ve arzulu mücadele ediyor. Yardımcı hocalarımız, hepsi sağ olsunlar bizle özel olarak çok ilgileniyorlar. Başkanımız Aşkın Senal’da hep yanımızda bize sürekli destek oluyor. O yüzden şu an herkes çok mutlu, takımda çok olumlu bir hava var. Sezona sıkı çalışarak ve iyi başladık. İnşallah hep böyle güzel devam eder. Hedefimiz tabii ki grupta şampiyon olup Türkiye Şampiyonasına devam etmek, daha sonra inşallah Türkiye Şampiyonasında iyi bir derece yakalamak. Geçen senelerde de oluşan takımın Türkiye dördüncülüğü var. Geçen sene de talihsiz olarak elendik U19’da. İnşallah bu sene daha iyi olur. Hedefimiz Türkiye Şampiyonu olmak.
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
Video
youtube
Bir Telefon (Telefonun Başında) - Hakan ALtun ✩ Ritim Karaoke (Kürdi Min... ⭐ Video'yu beğenmeyi ve Abone olmayı unutmayın 👍 Zile basarak bildirimleri açabilirsiniz 🔔 ✩ KATIL'dan Ritim Karaoke Ekibine Destek Olun (Join this channel to enjoy privileges.) ✩ ╰┈➤ https://www.youtube.com/channel/UCqm-5vmc2L6oFZ1vo2Fz3JQ/join ✩ ORİJİNAL VERSİYONU 🢃 Linkten Dinleyip Canlı Enstrüman Çalıp Söyleyerek Çalışabilirsiniz. ⭐ 🎧 ╰┈➤ https://youtu.be/HOTNV9IG23U ✩ (MAKE A LIVE INSTRUMENT ACCOMPANIMENT ON RHYTHM IN EVERY TONE) ✩ Aykut ilter Ritim Karaoke Ekibini Sosyal Medya Kanallarından Takip Edebilirsiniz. ✩ İNSTAGRAM https://www.instagram.com/rhythmkaraoke/ ✩ TİK TOK https://www.tiktok.com/@rhythmkaraoke ✩ DAILYMOTION https://www.dailymotion.com/RhythmKaraoke ⭐ Bir Telefon (Telefonun Başında) - Hakan ALtun ✩ Ritim Karaoke (Kürdi Minör Balad Beste Hakan Altun) @RitimKaraoke Müzisyenlerin Buluşma Noktası.... ESER ADI : BİR TELEFON (TELEFONUN BAŞINDA) SÖZ GÜFTE : HAKAN ALTUN BESTE - MÜZİK: HAKAN ALTUN USÜL : 8/8 VAHDE BALAD MAKAM - DİZİ : KÜRDİ - MİNÖR C Am Telefonun başında çaresiz bekliyorum Bm C Bm Bekliyorum ama çalmayacak biliyorum Em Am Yüreğim diyor ki boşuna bekleme Bm G E Aramaz gururundan seni çok sevse de Am G Her şeye sahip olabilirsin ama C D Em Aşkımız servettir bilmelisin Em Hala beni seviyorsun D Bunu sen de biliyorsun C Am Niye beni aramıyorsun D Ben seni bir anlık değil C Bir ömür boyu ararım D Am Bm Gururum umrumda değil Hakan Altun Doğum Hakan Recep Altun[1] 13 Ağustos 1972 (51 yaşında) İstanbul, Türkiye Başladığı yer Türk Tarzlar Arabesk, Fantazi, Türk Sanat Müziği, Türk Halk Müziği Meslekler Şarkıcı Çalgılar Ud, Cümbüş Etkin yıllar 1998-günümüz Hakan Recep Altun, (d. 13 Ağustos 1972, İstanbul), Türk şarkıcıdır. Hayatı Meral Altun ve Arap Hasan lakaplı eski futbolcu Hasan Altun’un oğlu, aslen Siirtli olan Hafız Zeki Altun'un torunudur. 1993 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı'ndan mezun oldu.[2] Yine İstanbul Teknik Üniversitesi'nde yüksek lisansı tamamladı. 1992-1996 yılları arasında Kültür Bakanlığı'na bağlı Edirne Devlet Türk Müziği Topluluğu'nda ud sanatçısı olarak görev yaptı. 1998 yılında askerlik vazifesini Ankara’da ifâ etti. Müzik hayatı Hakan Altun, 1998 yılında Hakan başlıklı ilk albümünü çıkardı. İlk albümünün çıkış şarkısı olan Hani Bekleyecektin ile üne kavuştu. Yine 1998 yılında, arkadaşları Ayşe ve Aykut ile birlikte Aykut Hakan Ayşe adıyla bir grup oluşturdu. Bu topluluk, 2 yıl sonra dağıldı. Hakan Altun, 2008 yılında beyin tümörü ameliyatı geçirdi. Teşhisten sonra yaklaşık 12 yıldır beyninde bir tümörle yaşadığı ortaya çıktı.[3] 2021 yılından itibaren Kanal D'de de Sibel Can ve Hüsnü Şenlendirici ile Şarkılar Bizi Söyler adlı televizyon programını sunmaya başladı. Albümleri Hakan, 1999 Ağlamak Yok Yüreğim, 2000 Nefesimsin, 2002 Yaralı Bir Aşkın Öyküsü, 2003 Hediye, 2004 Küstüm Aşklara, 2006 Aşk Ayrılık ve Adam, 2006 Aklın Bende Kalmasın, 2008 Tercihimdir, 2010 Senden Sonrası, 2012 Dedemin İlahileri, 2014 Aşk Lütfen Gel, 2015 Konu: Aşk, 2017 Usta Çırak, 2018, (Cengiz Kurtoğlu ile birlikte) Çok Ağlarız, 2022 Teklileri Ne Gelen Ne Soran Var, 2020 Erkeklik Başa Bela, 2020 Son Şarkım (feat. Tarık Sezer Orkestrası), 2020 Saklanacağım, 2023 Ödülleri Yıl Ödül veren organizasyon Kategori 2015 42. Altın Kelebek Ödülleri En İyi Fantezi Müzik Erkek Şarkıcı 2016 1. Müzikonair Ödülleri En İyi Erkek Arabesk-Fantezi Müzik Sanatçısı 7. Quality Of Magazine Dergisi Ödülleri En Quality Erkek Sanatçı 2017 4. Mersin Altın Palmiye Ödülleri Yılın Fantezi Müzik anatçısı 2018 Gelişim Üniversitesi Medya Ödülleri En İyi Fantezi ve Halk Müziği Erkek Sanatçısı 45. Altın Kelebek Ödülleri En İyi Fantezi Müzik Erkek Şarkıcı 2019 MGD 24. Altın Objektif Ödülleri Yılın Proje Albümü (Usta Çırak) Mood Ödülleri En İyi Fantezi Erkek Sanatçısı 46. Altın Kelebek Ödülleri En İyi Fantezi Müzik Erkek Şarkıcı En İyi Proje (Usta Çırak) 2020 10. Engelsiz Yaşam Vakfı Ödülleri Yılın En İyi Pop Fantezi Müzik Erkek Sanatçısı 2021 47. Altın Kelebek Ödülleri En İyi Fantezi Müzik Erkek Şarkıcı 2022 12. Engelsiz Yaşam Vakfı Ödülleri Yılın En İyi Türk Sanat Müziği Erkek Sanatçısı 2023 49. Altın Kelebek Ödülleri En İyi Fantezi Müzik Erkek Şarkıcı Kaynakça ^ "MÜYORBİR Asil Üye Listesi" (PDF). muyorbir.org. 19 Nisan 2017 tarihinde kaynağından (PDF) arşivlendi. Erişim tarihi: 18 Nisan 2017. ^ "Arşivlenmiş kopya". 9 Ocak 2021 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 10 Mart 2018. ^ "Altun 12 yıl tümörle yaşamış". Hürriyet Kelebek. 7 Ekim 2020 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 28 Mayıs 2007. Dış bağlantılar Hakan Altun'un internet sitesi 23 Şubat 2022 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi. YouTube'da Hakan Altun Instagram'da Hakan Altun X'te Hakan Altun
0 notes
Text
Şşş sessizlik
Temel de oluşturduğumuz disiplinlerin aslında bize verilen roller olduğunu bilmediğimiz zaman ; bilgi muhakemesinden yoksun canlılara dönüşüyoruz ve aslında tam olarak istenilen köleler oluyoruz. Modacı estetiğimizi , silahçı egomuzu , müzisyen ruhumuzu , futbolcu tutkumuzu , manken vücudumuzu , ressam çaresizliğimizi , oyuncu lidersizliğimizi , bankacı irademizi ve yazar benliğimizi sömürüyor. Bu umarsız mutluluk aracının gelmesini bekleyen yolcularla aynı oranda mutluyuz belki de. Bebekler ölüyor , kadınlar tecavüze uğruyor , erkekler savaşıyor , çocuklar zavallılara dönüşüyor. Ve bunu engellemek için yapabildiğimiz farkındalıklar yazmak ve üretmekten ibaret. Bir pearl jam şarkısına dönüşmüş bu ahir zamanda uyguladığımız karşı yöntemler ise sadece edebiyat ve sanat olarak adlandırılıyor … Şey fark ettim ama bu oranı iyi yakalamak gerekiyor tamam mutsuzuz , tamam çoğu şey kötü ama optimistliğinizin derecesini %30 bandında tutmak seni sefil bir canlıya dönüşmekten alıkoyuyor. Ne olursa olsun sosyal bir canlısın ve ne olursa olsun iletişim kurmaya , paylaşmaya , sevmeye ve sevişmeye ihtiyacın var. Günlük gibi oluyor bu yazılar paylaşıyorum içimdeki savaşları ama zaten okunmadığı için yargılanmıyorum. Münakaşa edebilmekten ne kadar ırak artık bu canlılar. Baktığım bu ekranın arkasında bir taksi sesi, masmavi boğaz , ormanlar , kaosla oluşmuş mahalleler , çok uzakta görünen plazalar ve doğal olarak her birinin içerisinde sözde bambaşka hayatlar var. Çocuklar okulda bugün, mahalle sessiz , Children of Men doğru bir noktaya değinmiş. Çocuklar olmadan dünya gerçekten çok sessiz.
Çok ciddi bir ihtiyaç artık bu sessizlik. Lakin özünde akustik bir fenomen olan gürültü sonsuz bir içeriğe sahip. Onu tüketemez , bitiremez , sonuna ulaşamazsınız. Nüanslara bu yüzden ihtiyaç var . Esler bu yüzden doğru yerde kullanıldığında tüm notalardan daha değerli. Tabi ki gereksiz hiçbir şey yoktur , en gereksiz gördüğümüz şey bile nelerin gerekli olduğunu hatırlatır. Sessizlik de gürültü kadar , mutluluk da mutsuzluk kadar gereklidir.
0 notes
Text
Burada hiç futbol yazısı yazmadım sanırım.
Eskisi gibi fanatikçe maç izlemiyorum da ondan. ,Çünkü bana kalırsa futbol sadece Trükiye'de değil dünyada çok kan kaybetti. Eski seyir zevkini yitirdi. Yıldızlar yetişmiyor. Sahada güzel hareketler ve ölümüne mücadele görmeyince zevk almıyorum.
Sonra kumarın futbola tamamen egemen oluşu da hepsinin kökeninde bir sorun. Şu anda öyle bir hale gelmiş ki hiç bir maçın sonucu öngörülemez olmuş. Dünyanın en güçlü takımıyla en zayıf takımı oynasın sonucu futbol değil para babaları belirliyor bence. Bu yüzden de şu güçlü takım şu zayıfı yener denilemez. Bin türlü hile çevrilir bir bakmışsın o zayıf takım dünyanın en güçlü takımını yenivermiş.
Tüm bunlar futbolun güzelliğini öldürüyor. Bu yüzden çok az maç izliyorum ama yine de izliyorum.
Bu yıl ligin sonlarına doğru Galatasaray - Fenerbahçe maşını izledim. Şampiyonluğa gidilebilecek bir maç. Sondan ikinci hafta. Kadro iyi. Galatasarayın Feneri darmadağın etmesini bekliyorum. Normali bu. Normalde şampiyonluğa giden takım kendi sahasında tam kadroyla moralsiz en yakın rakibini ezecek bir halde. On beş dakika ancak tahammül edebildim. Sahada Galatasaray yok. Çok belli ki futbol dışı etkenler var sahada. Sabaha kadar oynasalar, Gs beş penaltı kazansa Feneri yine yenemez. O psikoloji hissediliyor çok net biçimde. Nitekim maçı kapattım. Fener öne geçmiş. Ayrıca takım kırmızı kartla eksik kaldığı halde yine de maçı kazanmış.
Bendeki duygu: Bu rezil halde şampiyonluğunuz da beş para etmez.
Nitekim ertesi hafta başka bir takımı yenip bu yıl ligi şampiyon bitirdiler ve artık tarihe bu yılın şampiyonu olarak geçtiler ama benim için değersiz bir şampiyonluk.
Öyle bir Fener maçı oynayan takım şampiyon olmasa da olurdu.
Başka ligler de de durum bu. Bakıyorsun ligde bir takım şampiyonluğa gidiyor. Zayıf bir rakiple oynuyor, kumarcıların hepsi doğal olarak o takımın maçı kazanmasına milyarlarca dolar yatırıyor dünyanın bir çok ülkesinde. Bir bakıyorsun şampiyonluğa giden takım zayıf rakibine yenilmiş. O maça ait milyar dolar el değiştirmiş oluyor.
Bu ortamda futbolun güzelliği mi kalır?
İyi top oynadıkları yıllarda yani bütün doksanlar boyunca Galatasarayı severdim. Yine iyi oynarlarken Real Madrid'i ve bir ara Milan'ı severdim. Şu anda ne sevdiğim özel bir futbolcu var ne de bir takım. Alışkanlık gereği GS ama o kadar.
---
Ayrıca bu son dönemde Milli Takımın maçlarını izliyorum.
Çekya'ya atılan uzatma dakikaları golüyle guruptan son anda çıkabildik. Rakip Avusturya oldu. Avusturya'yı ayrıca sevmem. Aşırı sağcıların güçlü olduğu ayrıca tarihsel olarakta Türk düşmanlığını taşıyan bir ülkedir son dönemde. Bu yüzden kazanmamızı çok istediğim bir maçtı.
Futbolun şans faktörü yanımızdaydı dün gece. Avusturya daha maç başlarken ilk dakikada yediği şok golle maça bir sıfır yenik başladı. Kaleciyle başbaşa yüzde yüz pozisyonlarda topu dışarı vurdular. Kaleyi bulan bir iki çok net şutu da mucize eseri kaleci kurtardı ve zar zor 2-1'le Avusturya'yı eledik.
Tamam yine de başarı ama Avusturya kim ki futbolda?
İşin gerçeği Avrupa futbolunda bir bahisleri olmaz. Gerçek büyükler İngiltere, Almanya, İtalya, İspanya gibi takımların yanında esameleri bile okunmaz. Yani bir Avusturyayı yenmemiz de süpriz olmasın canım. Normal sayılsın. Büyük bir başarıymış gibi abartılmasın.
Geçtim büyükleri orta halli futbol ülkelerini bile yenemedik. Portekiz bizi 3-0 geçti. En azından Portekiz ayarında olmalıydık. O maçı da izledim ne oynadı ki bizim takım.. hiçbir şey.
Fark yememeye çıkmış umutsuz bi halleri vardı.
----
Son Avusturya maçı gol sevinciyle de konuşuldu. Ülke olarak perişanlığın resmi oldu tartışmalar.
Az önce adamın birini izledim - üniversite de hocaymış - sanki millet bozkurda tepki göstermiş gibi Nazımdan Kuvayı Milliye destanı okuyor, o sevinci gösteren oyuncunun çükünü öpüyor filan...
Bence acınacak bir hal.
Türklüğü bir siyasi parti temsil edemez Türkiye'de. Nokta.
Akp islamı temsil edemediği gibi, bütün Türk milletini de Mhp yada ondan türemişler temsil edemez!
Tanıdığım bir sürü milliyetçi - gerçek milliyetçi - çok uzun yıllardır mhp'ye oy filan vermezler. Türk olduklarından şüphe mi duymalıyım?
MHP'lilerin uydurduğu bozkurt selamı da Türkleri temsil etmez. Kendi siyasi görüşlerini temsil eder.
Haa aynı hareketi Kılıçdar vs de yaptı...
Oy almak için girmeyecekleri kılık yok. Politikacı zevat öyle. Her şeyi yaparlar. Bir ölçü değil. elle yapılan bozkurt işareti mhp'nin bir simgesi ve bence her zamanda öyle kalacak. Ha iyi parti vs de yapaiblir ama onlar da zaten mhp'nin yavruları. Özde bir fark yok. Koltuk kavgasına düşenler ayrılıp başka parti kurdular.
---
Futbolu da kısa yazmıyormuşum.
Dikkatimi çeken bir konu da şu oldu " başarı bizi millet olarak gururlandırıyor"
Filanca takım milli gururumuz oldu filan diyoruz ya...Bu avusturya maçı içinde böyle lanse edildi.
Futbol takımı avusturyayı yenerek göğsümüzü kabarttı filan. Milli gururumuz oldular.
Diğer ülkelerde de böyle midir sportif başarılar bilmiyorum. İngiliz futbol takımı gelip bizi yense ertesi gün gazetleri gururumuz oldular diye mi yazıyorlar bilmiyorum ama aklıma şu soru düştü.
Başarı bizi gururlandırıyorsa başarısızlık doğal olarak utandırıyor mu?
Avusturya'ya yenilseydik gazeteler "milli utancımız" oldular diye başlık atabilecek miydi?
Yenmek gurursa yenilmekte doğal sonuç olarak utanç olmalı. Bir sürü yeniliyoruz. Niye utanmıyoruz?
---
Belki Arap ülkelerinden biri belki Saddam'ın kendisi milli takımları yenilince takıma kırbaçlanma cezası veriyordu. Doğal sonuç bu olmalı.
Zafer kazanıp milletin gurur oluyorlarda tamam ödüle paraya boğulsunlar. Yenilip milleti utanca sürklüyorlarsa gelsin kırbaç!
----
Anlatmak istediğim şu: Milli takımın başarısı neden gurur yada utanç olsun?
Yenerse seviniriz yenilirse üzülürüz ve o kadar.
Niye benim gururum utancım vs başka birilerinin yapıp ettiğine bağlı olsun?
Çok saçma bir dünyada yaşıyoruz gençlik.
0 notes
Text
18 Haziran 2024 Türkiye Gürcistan Maçı
*Almanya'nın Dortmund kentindeki BVB Stadyumu Dortmund'da saat 19:00'da başlayacak olan UEFA Euro 2024 F Grubu birinci maçı. Karşılaşmanın hakemi Arjantinli Facundo Tello olacak. Beklenen gün geldi çattı. Heyecana start veriyoruz. İdeal bir başlangıç gibi gözükse de dikkat etmemiz şart. Bu sefer mutlu bir serüven geçirelim. İlk adımı da hayırla olsun. Yürekten başarılar Milliler'e.
*TRT 1'den naklen yayınlanacak olan maç.
*25. dakikada Mert Müldür'ün enfes golüyle 1-0 öne geçtik. Çok tutkulu ve güzel başladı iki taraf da. Biz biraz daha istekli göründük ve fazla beklemeden golü yazdık.
*32. dakikada Georges Mikautadze topu ağlara gönderdi ve Gürcistan tabelayı 1-1'e getirdi. Birkaç dakika öncesinde Kenan'ın golü VAR'a takılmıştı. O geçiş süresini iyi geçiremedik. Dikkat edelim, lütfen.
*İlk devreden 1-1'lik denge çıktı. Tehlikeli, hızlı geliyorlar. Riski alanı zorlamadan çevirmeye bakalım.
*65. dakikada Arda Güler şahane vuruşla sahneye çıktı ve 2-1 ile yeniden üstün olduk. Saf yeteneğin kilidi açması böyle oluyor işte. Ayrıca bu golle Cristiano Ronaldo gibi bir devden unvan aldı ve Avrupa Futbol Şampiyonası tarihinde çıktığı ilk maçta gol atan en genç futbolcu olarak kayda geçti.
*90+7. dakikada Kerem Aktürkoğlu işi bitiren vuruşu yaptı; 3-1! Gürcistan son anlarda ablukaya almış ve kaleci Mamardashvili de kornere gelmişti. Dönen topta fırsatı çok iyi değerlendirdik ve işi bitirdik. Bravo size!
*Türkiye 3-1 kazanarak 3 puanla giriş yaptı. Gürcistan ise ilk maçında puanla tanışamadı. Oyun çoğu anda soru işareti doğursa da sonuç iyiydi ve böyle bir başlangıca ihtiyacımız vardı. İlk defa bir Euro'ya kazanarak başladık. Böyle de sürsün.
0 notes