Tumgik
#elektron parçacık mı
aklingolgesi · 1 year
Text
ELEKTRON DALGA MIYMIŞ? | BİLİMİN YANLIŞ BİLİNENLERİ #2
Thomson’ın kekindeki üzümler, yani elektronlar… Elektron dediğimizde çoğunuzun aklına nasıl bir görüntü gelir? Büyük ihtimalle proton ve nötronlardan oluşan bir çekirdeğin etrafında dönen misket gibi yuvarlak ufacık parçacıklar hayal etmişsinizdir. Thomson’ın üzümlü kekini yanlışlayan, atomun büyük bir kısmının boşluk olduğunu tespit eden Rutherford ve Rutherford’ın çalışmalarını güncelleyerek…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
astrafizik · 1 year
Text
0 notes
Text
Quantum Entanglement
-1- Bir kere şiir yazmaya kalkmıştım. Çıkış noktam; Bu kadar çok şiir okuyan, seven birisi mutlaka şiir de yazabilmeliydi. Ne kadar saçma bir düşünce olduğunu yazmaya başladığımda fark ettim. O kadar kötüydü ki, sayfaları yırtmakla kalmadım bir de yaktım üstüne. Çöp toplayan emekçilerin dahi eline geçmesini göze alamamıştım.
Yani yazarak iletişim konusunda pek iyi sayılmam. Ayrıca, konuşmaktan ziyade dinlemeyi tercih ederim. Kendimi anlatmakta bazen sıkıntı yaşıyorum. Öyle ki kelimeler boğazımda düğüm düğüm olmaktan boğazıma acı veriyor. Bence bu durum anadilim dahil, dil sistemlerinin her duyguyu veya düşünceyi anlatacak karşılıklara sahip olmaması. Ya da belki vardır ben bilmiyorumdur; Bazı şeyler ilk defa başıma geldiği için. « Yeni Bir söz bulsam neye yarar ki, söyleyemediklerimiziz ��İnce bir sızı gibi-»
İnanç sistemlerine de dahil değilim. Şüpheciyim. Ölünce çürüyüp kurda kuşa yem olacağız inancındayım. Herşeyin bir açıklaması, rasyonel bir sebebi vardır, olmalı, tarafındayım daha çok. Ama bu durum yanlış anlaşılmasın. Zygmunt Bauman’ın «Tanrı’ya ve İnsana Dair» kitabında belirttiği gibi, fiziğe, genetiğe, Marx’a , GSYH’ye, bilgisayar bilimine adeta bir dinmiş gibi inanan insanlardan da olmak istemem. (S.14) Bu örneklerin her birinde tanrı tektir. Neyse, Yani elbette sorgulamak gerekir.
İnsanlar açıklama getiremedikleri her duruma mutlaka bir doğaüstü anlam yüklemişler değil mi?
Kuantum fiziğinde kuantum dolanıklık denilen ve Einstein’in Spooky Action At a Distance olarak adlandırdığı, bir şey var. Şöyle ki, iki parçacık aynı sistem içinde etkileşime girdiğinde dalga fonksiyonları dolaşık hale geliyor. Birbirine gönül vermiş ve spinleri zıt yönde bu parçacık çiftiyle bir düzenek kursak, her iki parçacık spin durumlarını bilmeden up and down spin durumları arasında dolaşıp dururlar. Ama bu parçacıklardan bir tanesine dışarıdan müdahale edersek ve spin durumunu değiştirirsek (dalga fonksiyonları çöker, kararlı duruma geçerler) , spin up oldu diyelim, diğer dolanık elektron anında spin down olur: 13,7 milyar ışık hızı uzakta, yani evrenin diğer ucunda olsa bile. (Derli toplu ifade edebilmek için Evrim Ağacı sitesinden faydalandım. Sonuçta Einstein’ın bile kafasını karıştırmış bir mikro evren söz konusu) 2
Peki, iki parçacık nasıl oluyor da çok uzun ve derin etkileşime girmeden birbirlerini tanıyormuş gibi olabiliyorlar? Hiç konuşmadan anlaşabiliyorlar? Veya hissedebiliyorlar. (Onlar da korkuyor mu acaba?) 
Yani biri diğerinin bir sonraki adımını hissedebiliyor, hatta gerçekleştiğinde bu durumu garip karşılamayıp, yadırgamadan kabul edebiliyor. Ya da bu en olmadık zamanda ve mekanda gerçekleşiveren dolanıklık hali nasıl oluyor da çok uzun bir zaman dilimine yayılabiliyor. Doğrusu bilmiyorum.
Diyelim ki spin down elektron negatif bir etki yaydı ya da bu durum spin up parçacığına öyle yansıdı. Spin up parçacık, gelen bu negatif veriye rağmen, spin down parçacığa sonsuz güvenebilir. Sebebini de bilmeyebilir. (İki parçacık arasındaki bağların rahatsız edici kırılganlığına rağmen) 
Schrödinger’in zavallı kedisini şizofren yapmış bir teoriden söz ediyoruz en nihayetinde.
Spin up (bundan sonra dünyadaki parçacık spin up olarak adlandırılacaktır) spin down parçacıkla (evrenin diğer ucuna giden parçacık) dolanık duruma geçmesiyle beraber, başka hiçbir elektronun onunla artık dolanık olmasına/dolanmasına izin vermeyebilir, vermez de. Veremez. Spin up’ın bu garip sadakat anlayışının tam olarak Quantum Entanglement teorisindeki yerini bilmiyorum.
Spin down parçacığın yukarılarda anlatılan durumlardan hiç haberi olmayabilir hatta umrunda bile olmayabilir. Olsun. Çünkü burada ışık hızından daha hızlı hareket eden bir bilgi akışından söz etmiyoruz. O zaman genel görelilik teorisini delmiş olurduk ki bu mümkün değil.
Özetle, Bazı şeylerin, şimdilik, açıklaması yoktur, insafı da.
Mucize diye bir şey yoktur. (?)  Yaşamdan mucizeler beklemek ahmaklıktır. (mıdır?) Mucizeler klişe Hollywood filmlerinde olur.(?) 
Yaralarımız asla iyileşmez ve açık kalır. (kapanır mı?) 
(Kendi kabuk bağlamamış yaralarımız varken, hiç aklımızdan çıkmayan başka açık yaraları tek tek öpüp iyileştirme arzumuz sönmez yine de)
Ama
Parçacıklar, evrenin iki ucunda da olsalar ve hep öyle durmak zorunda bile kalsalar, en azından dolanık olduklarını bilmek eminim biraz huzur veriyordur. … Ha, bir de Dark City (1998)
... Şubat 2019
3
DİP NOTLAR
Başka parçacıklara yersiz ilgi gösteren veya hala bu parçacıkımsılardan kopup uzaya fırlayan paylaşımlara ilgi gösteren spin down yüzünden, spin up parçacığın, o diğer parçacıkımsıları daha da küçük parçacıklarına ayırmak üzere, bir odayı naylonla kaplayıp, daha sonra testereyle daha da küçük parçacıklarına ayırma hevesi ve arzusu olabilir. Normaldir.
Tumblr media Tumblr media
Quantum Entanglement - Surprising "remote connection"
A common quantum mechanical state of separated systems Quantum entanglement is a physical phenomenon that occurs when quantum systems such as photons, electrons, atoms or molecules interact and then become separated, so that they subsequently share a common quantum mechanical state. Even when a pair of such entangled particles are far apart, they remain "connected" in the sense that a measurement on one of them instantly reveals the corresponding aspect of the quantum state of its twin partner. These "aspects" of quantum state can be position, momentum, spin, polarization, etc. While it can only be described as a superposition with indefinite value for the entangled pair, the measurement on one of the partners produces a definite value that instantly also determines the corresponding value of the other.
1 note · View note
uttemel · 7 years
Text
Şeylerin Yalnız Adı Var ve Ad Evdir
ŞEYLERİN YALNIZ ADI VAR VE AD EVDİR*
Evrende bilinci el verdiğince varlığının farkına varabilen insan, şüphesiz ki doğa karşısında çaresiz, güçsüz, muhtaç ve ürkek idi. Ontolojik sorunların en başatları da belki bu dehşet verici karşılaşmalar sayesinde tetikleniyordu. Örneğin sudaki aksini gören bir avcı toplayıcı, kendini dışsal bir varlık olarak da yorumlayabileceğini, uzamdaki yerini ve fiziksel benliğinin ışıkla görünür kılınan karşılığını belki de dinsel insan(homo religiousus) olarak hiçbir zaman deneyimleyemeyeceği bir salt kendilik imasına maruz kalarak fark edebiliyordu. Bu, “ben”in sorgulanmaya açılması için iyi bir fırsat olsa gerek. Öte yandan tüm bu kısıtlı algılayış ve büyüleyiciliğin (mysterium facinans) - burada kendi aksini nehirde ilk defa gören bir kimsenin bu fiziksel doğa olayının görsel karşılığından büyüleneceğini varsayıyorum - aşkıncı bir bakış açısından yoksun bir bağlamda, Eliade’nin deyişiyle modern, kutsal-dışı, insandaki karşılığı beraberinde anlamdan kopmalar ve yabancılaşmayı doğurmaya çok müsait görünüyor. Kosmos’un modern zamanlardaki yeniden üretimi modernizmle birlikte, artık kutsal bağlamını geleneğin sınırlı hatırası ve bilinç dışına kısmen devretmiş durumda.
Imago Mundi’nin zaman içerisinde kozmogoniden bağımsızlaşması, buna verilebilecek iyi örneklerden biri. Arkaik insanlarda görülen kozmos yaratım sürecinde kültüre ve tarihe bağlı olarak bariz değişiklikler gözlemlense de, aynı ihtiyacı karşılayan benzer kavram ve ritüellerin varlığı dikkat çekici olma özelliğini yitirmiyor. Üstelik bu uzamsal ve zamansal hiyerafonik postulatın varlığı yalnızca kutsal bir gereksinme değil aynı zamanda da topluluk ve bireyin dünyevi yaşantısının dinamiklerine pratik karşılıklar yarattığı bir kullanma klavuzu gibi de düşünülebilir. İki boyutlu düzlemde bir daire çizmek istediğimizi ve bu daireyi de kendi mikro evrenimizin kozmik imago mundi’si gibi düşünürsek, geometrik düzlemin tutarlığını sağlamak için tanımlanamaz ancak postulat olarak varlığı gerekli olan bir ilk noktaya ihtiyaç duyarız. İnsan konutu yahut daha büyük ölçekte köy ya da kent için bu “postulat nokta” hiyarefonik kökenlidir ve çoğu zaman axis mundi’ye karşılık gelir. Axis Mundi, dünyanın ekseni, gökler ile yer arasında bağlantı kurmaya yarar ve uzun süre gözlemlendiğinde mysterium facinans hissi dominasyonunda bir ganz andere olarak algılanan gökyüzünü, o sonsuz haşmetli kaotik boşluğu, yer ile bağlantı kurulduğu noktada artık yerleşmeye imkan tanıyan, adlandırılmış, kozmik bir uzama dönüştürür. Fakat kutsal olmayan, modern zamanların laik insanı için bu belirlenmiş kozmik alan, - tarihsel süreçte belki kozmogonin bir yeniden üretimi temeline uygun olarak ortaya çıkmış, kutsanmış ve iskan edilmiş ya da kutsal olan ile kutsal dışı olanı ayıran bir eşik olarak tanımlanmış olsa bile - uzay boşluğunda pratik bir mekan, içinde oturulan bir makine olmaktan öteye sıklıkla gidemez.
Adlandırılan, bilinen şey kaostan kosmosa evrilir ve axis mundi postulatının açtığı yolda kaostan kosmosa devşirilen uzamsal alan, kosmogoni miti yeniden üretilerek kutsanır ve kabul görür. Peki ya yukarıda bahsettiğim aşkıncı olmayan 21. yüzyıl bireyi için yaratım edimi bilinç düzeyinde bir inançla desteklenmediği takdirde aynı kutsal hissiyatı, dolayısıyla kutsalın tezahüründen edinilen sağaltımı sağlayabilir mi? Bilinç düzeyinde değilse bile farkında olunmayan bir takım alışkanlıklar nezdinde belki. Aşkıncı olamayan kültürelerde dahi içselleştirilmiş buna benzer ritüellerden yola çıkarak Sisifos Söyleni’nde Camus’nun tartıştığı uyumsuz ve aşkıncılık ikililiğini, aşkıncılığın yokluğunda intiharı da salt bir setoriyolojik seçenek olarak görmenin varoluş felsefesiyle çelişmesinden (öz ölmeye niyetlense dahi varoluş özden önce gelir) dolayı elimizde kalan son seçenek yani “Absürd Kahraman”, kozmogoninin protogonisti olarak kendini var eder. Modern insanın bilimsel bilgi odaklı paradigmasından bakacak olursak, tüm bu süreç Camus’nun önermesini de esneterek “Çift Yarık” deneyi ile ilişkilendirilerek bambaşka bir nitelik kazanmaya aday olacaktır. Bu denemede yapmaya çalışacağım şey tam da bu olacak.
Uyumsuz ve kutsal aynı köke dayanır. Ölüme dair farkındalığın bu bahsi geçen iki yapıyı farklı kronolojik noktalarda gerekli kılmış ve tanımlamış olması muhtemeldir. Öleceğinin bilincinde her gün aynı döngüyü yineleyip duran modern birey, yaşamın manasızlığı ve nafile döngüselliğini nasıl adlandırıp var edebileceğini bilemediğinde, ya da şeyleri normatif kisveden sıyırıp olduğu gibi yorumladığında, uyumsuz(absürd) ortaya çıkar. Benzer bir biçimde ölümle karışlaşma pek çok kültürde hiyerofanik ögelerle sıkı dirsek temasındadır. Mezarlıklar, kutsal uzam, çevrilmiş bir kosmos, ölümden sonra bir dinlenme yeri; yahut mezar taşları kendi içlerinde birer axis mundi olarak tanımlanabilir. Ölümden sonrası ve doğumdan öncesi bilinmeyen, adlandırılamayan ,mysterium tremendus mahiyetinde korkulan bir kutsal dışı zamandır. Kendine dair sınırlı bilgisi “ben” neticesinde kendini var eden bir bilinçten ibaret olan bu kibirli memeli, doğal olarak bilincinin hiç var olmadığı ya da gelecekte var olamayacağı, yani aslında kutsanmamış, adlandırılamayan, bilinmeyen o zamanı tahayyül etmekten acizdir. Topluluklar olarak yaratılış mitlerine, cennet cehennem hikayelerine, anlatılagelen hiyerofani birikimine böylesine fanatik bağlılığımızın, ölümün kaçınılmaz varlığı ile yadsınamayacak bir ilişki içinde olduğu kanaatindeyim.
Ölüm çok anlaşılır ve temel bir örnek olduğu için verdim fakat aslında adlandıramadığımız her türlü doğal süreç için yukarıda söylediklerim tekrarlanabilir. Ağır hastalıkların ya da epilepsi ataklarının da kutsala işaret ettiğinin düşünüldüğü olmuştur örneğin. Daha mikro ölçekte düşünmek mümkün olacaksa, pek çok tek tanrılı dinin temellelendirilmesinde başvurulan yöntemlerden biri olan myterium facsinans’ın dillendirilmesi(“yumurtaya can veren yüce rabbim!”) de yine insanın sınırlı algısından ileri gelir. Rüya denen fenomenin biyolojik olarak nasıl işlediğini ya da ölümün provası gibi algılanabilecek “uyuma” eyleminin dinamiklerini anlamakta bilim hala yüzde yüz netleşebilmiş değil. Uçsuz bucaksız doğada,; hortum, şimşek, topraktan filizlenen bir tohum ya bir canlının gözlerinde yaşamın ışığının sönüp gittiğini görmek gibi haşmetli(majestic) doğa olayları, bir kutsala bağlanmam için yeterli bir sebeptir. Karşısında ürktüğüm, yakından bakamadığım, dehşete düştüğüm ama bir yandan da büyülendiğim bu fenomenleri tanrıların uzantıları olarak yorumlamam hiç şaşırtıcı değildir. Şimdi bir de uyumsuz kahraman olarak kendini var etmeye çabalayan bir modern zaman bilimcisinin yakın geçmişte keşfettiği bir fenomene yakından bakalım.
Bir levha üzerine açılmış iki eşdeğer yarık düşünelim. Bu yarıkların bulunduğu levhadan belli bir uzaklıkta ve levhalaya paralel yerleştirilmiş bir engel olsun. Engel oluşturan düzlem ışığı ve maddeyi geçirmeyen yapıda olup, deney düzeneğindeki levhanın üzerindeki çift yarığın ikisine de eşit uzaklıkta konumlandırılsın. Yarıkların önünden, yarıklardan geçebilecek ufaklıkta madde parçalarını sıktığımızda(bir tabancadan ateş eder gibi) yarıkların paralelindeki engelin ön yüzeyinde yarıklar ile aynı şekle sahip iki izdüşüm görürüz. Thomas Young, kendini adını taşıyan Young düzeneği ile madde değil de güneş ışığını aynı deneye tabii tutarak, ışık dalgalarının yarıklardan geçerken tepe noktaları ve başlangıç noktalarını nötürlediğini, böylelikle izdüşüm düzeneğinin üzerinde maddesel yapıdaki parçacıkların oluşturduğu gibi iki paralel yapı değil de eşit aralıklarla tekrarlanan bir girişim modeli gözlemledi. Bu, su dalgalarının ya da ses dalgalarının benzer bir düzenekte gözlemlenebileceği bir yapı olup; deney, ışığın dalga yapısında olduğu önermesine ulaşıyordu. Buraya kadar norm dışı bir şey yok, asıl gariplik aynı düzenek Clauss Jönsson tarafından 1961’de elektronlar ile yeniden canlandırıldığında ortaya çıkıyor. Parçacığın gözlemlenebilen en küçük parçası olan elektronları bu düzeneğe tabii tutmadan evvel, parçaçık yapıda olduklarına neredeyse emindik. Oysa, elektronlarla aynı deney tekrarlandığında, engel teşkil eden düzenek üzerinde madde ile yapılan deneyde gözlemlendiği gibi iki paralel izdüşüm  modeli gözlemlenmesi beklenirken, dalgada olduğu gibi bir girişim modeli gözlemleniyor. Maddesel olarak görebildiğimiz elektronun böyle bir model yaratabilmesi için yarıklardan hem geçiyor hem de geçmiyor olması gerekir. Yani olası tüm ihtimaller, potansiyeller dalgası formunda tezahür ediyor olması… Fakat yarıkların yakınlarına mikro ölçekte birer ölçüm cihazı yerleştirilip elektronların hangi yarıktan geçtiği gözlemlenmek istendiğinde, işte o zaman, elektronlar madde gibi davranıp ikili izdüşüm modeli ortaya çıkarıyor. Yani düzenekte gözlemcinin olup olmayışına göre, cansız bir er modus olarak bildiğimiz elektronlar, dalga formunda mı yoksa madde formunda mı haraket edeceğine karar veriyor. İşte bu, rasyonel aklın sekteye uğradığı, adlandırma mekanizmamızın yetersiz geldiği,  hem majetas hem tremendum hem de mysterium facsinans dinamiklerini aynı anda barından bir nokta. İşte bu, ganz andereler topluluğunu kurallı analitik ve kümülatif bir algılama ve sınıflandırma disiplini haline getirme işlevi görmüş pozitif bilimlerin, arayışı sürecinde yeni bir ganz andere ile karşılaştığı yer!
Bu deneyin sonucunda Camus’nün önerdiği gibi bir uyumsuzun yaratımından bahsedebiliriz. Modern dünya dinamiklerinde Sisifos’tan tek farkı bu döngünün sonsuza dek süregelmeyeceği varsayımı sayesinde umutlanabilmek olan uyumsuz birey, açık bırakılan bu umut kapısı sayesinde motivasyonunu yeniden üretebilir ve aşıkıncılık yahut intihar tuzaklarına düşmeden kendi varoluşu çerçevesinde uyumsuz bir kahraman olarak (absurd hero) kendini var edebilir diyelim. Jönsson’un deneyinin açıkça ortaya koyduğuna göre, en küçük parçacık olarak bildiğimiz elektron aslında bir potansiyeller dalgası olarak da yorumlanabilir. Bu, parçacıklardan meydana gelen evrende her ihtimalin her anda gerçekleşebileceğini mümkün kılan bir önermedir. Buradan yola çıkarak şöyle bir soru sormak isterim: “Bambaşka türde” bir şeyin, ganz anderenin, bizim doğal dünyamızın parçası olan nesnelerde tezahürü hiyerofani olarak adlandırılabilirse, bilim kurgu hikayelerinde görmeye alışık olduğumuz boyutlar arasılık, ışık hızında zaman ve uzamı kesintiye uğratan yolculuklar ve yahut uzaylı istilaları gibi şeyler, o hikayenin geçtiği diyajetik evrende bir hiyerofani sayılabilir mi?
Yanıt evetse, elektronların potansiyeller dalgaları olarak tanımlanabileceği sonsuz ihtimaller düzleminde, uyumsuzun ganz andere ile karşılaşmasında, kendini “uyumsuz kahramana” evriltebilme ihtimalinin devam edebileceğini iddia ediyorum. Böylelikle belki Camus’nün “Sisifos’u mutlu hayal edebiliriz” derken kastettiği şey, fiziksel evrende de mümkün olabilir. Zira adlandırmayı yaptığımız boyut, yani zihnimizdeki potansiyeller dalgaları, elektriksel bağlantılar bütünü, aslında elektronun gözlemlenmediği zamanlardaki davranış yapısına benzer hareket eder. Yani adlandırmaktan kaçınmadığımız takdirde, her düşünce “kosmos” yaratabilir. Zira, şeylerin yalnız adı var ve ad evdir.
Umut Tugay Temel
*İlhan Berk / Dün Dağlarda Dolaştım  Evde Yoktum
4 notes · View notes
kitapindiroku · 7 years
Text
Sicim Teorisi Hakkında Küçük Bir Kitap Kitabı pdf indir pdf indir
Sicim Teorisi Hakkında Küçük Bir Kitap Sicim teorisi şimdilik bir muamma. Medya bu kuramla, bilimin diğer alanlarının çoğundan daha fazla ilgileniyor. Bir de, bu teoriyle uğraşılmaması görüşünü savunanlar var; bunlar sicim teorisinin etkisinin yayılmasından şikayet ediyor, teorinin kazanımlarını ampirik bilimle ilgisi yok diye ellerinin tersiyle itiyorlar. Sicim teorisinin iddiası özetle, bütün maddeleri meydana getiren temel nesnelerin parçacık değil de birer sicim olduğudur. Sicim paket lastiği gibi bir şeydir, ama çok ince ve çok güçlüdür. Örneğin elektronun aslında bir sicim olduğu söylenir; bugüne kadar geliştirdiğimiz en ileri parçacık hızlandırıcılarıyla bile inceleyemeyeceğimiz kadar minik bir mesafede titreşmekte ve dönmektedir elektron sicimi. Sicim teorisinin bazı versiyonlarına göre elektron kapalı bir sicim halkasıdır. Bazılarında da iki ucu olan bir sicim parçasıdır. “Her şeyin teorisi” de denilen sicim teorisi, doğanın bütün temel kuvvetlerini açıklama arayışında. Yerçekimi ve kuantum mekaniğini tek bir birleşik kuram içinde toplama amacında. Giriş niteliğindeki bu kitapta Steven S. Gubser, yalın bir dille ve çok az matematik kullanarak teorinin temel fikirlerini anlatıyor. Ayrıca teorinin gerektirdiği garip nesneler üzerine düşüncelerini de bizimle paylaşıyor. Sicim teorisi ciddiye alınmaya değer mi, abartılmış mı, haksız yere kötülenmiş mi gibi sorulara yanıt arıyor.
Sicim Teorisi Hakkında Küçük Bir Kitap Kitabı pdf indir pdf indir oku
0 notes